7 Ocak 2019 Pazartesi

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 3

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 3



TAZYİKLİ SU 

Tazyikli su, Gezi Parkı eylemlerinin başlangıcından bu yana eylemleri dağıtmak için en çok kullanılan araçlardan biri oldu. TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) olarak bilinen araçlar en fazla kullanılanlar arasındaydı. Bu araçları üreten şirket, araçların su, kimyasal gaz, boya, köpük ya da bunların karışımını sıkmak için kullanılabildiğini belirtiyor.48 13 Ağustos günü 60 tazyikli su fışkırtma aracının daha sipariş verildiği bildirildi.49 “Akrep” olarak bilinen daha küçük araçlar da tazyikli su sıkmak için kullanılabiliyor ve bu araçlar da Gezi Parkı 
eylemleri boyunca polis tarafından yoğun olarak kullanıldı. 

Uluslararası Af Örgütü’nün takip ettiği eylemlerde, barışçıl göstericilere yönelik sıklıkla ve gereksiz bir şekilde saatlerce tazyikli su sıkıldığı görüldü. Bunun dışında polisten kaçan göstericilerin yanı sıra, eylem alanına yakın ya da kenarda duran kişilere yönelik de tazyikli suyun cezalandırıcı bir şekilde kullanıldığı görüldü. 

Tazyikli suyun binaların içine saklanan kişilere yönelik doğrudan kullanıldığı, kapı ve pencere aralarından ve revirlere sıkıldığı görüldü. Tazyikli suyun bu şekilde kullanıldığı vakalar arasında 15 Haziran günü Taksim Meydanı’na yakın Alman Hastanesi, 16 Haziran günü Harbiye’de bulunan doktorların revirlerde yaralı göstericileri tedavi ettiği Divan Oteli ve 16 Haziran günü Point Oteli’ne yapılan müdahaleler bulunmaktadır.50 

Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü doktorlar tazyikli suyun neden olduğu yaralanmaların sudan kaynaklandığını ve düşme ya da deride yanıklara neden olduğunu söyledi. Ayrıca, Gezi Parkı eylemleri sırasında kullanılan tazyikli suya kimyasal madde katıldığına dair de güçlü kanıtlar mevcut. Bu durum tazyikli suyun keyfi kullanımından kaynaklanan yaralanmaları daha da artırdı. Doktorlar TOMA’lardan sıkılan suyun derinin tahriş olmasına ve birinci derece yanığa neden olduğunu söyledi. İstanbul Valisi ise suya “ilaç” katıldığını kabul ederken, 
kimyasal madde katıldığı iddialarını reddetti.51 Suya karıştırılacak kimyasal madde üreten bir şirket, yanıkların suya fazla miktarda kimyasal madde karıştırılmasından kaynaklanmış olabileceğini söyledi.52 

Divan Oteli’nde tazyikli suya maruz kalan kişiler Uluslararası Af Örgütü’ne yaptıkları açıklamada suya maruz kaldıkları sırada hemen yanma hissi duyduklarını ve ardından saatler boyunca derilerinde kızarıklık kaldığını belirtti. Yabancı bir gazeteci Uluslararası Af Örgütü’ne daha önce göz yaşartıcı gaza maruz kalmadığı halde, Divan Oteli’nde tazyikli su sıkıldıktan sonra vücudunda yanıklar oluştuğunu aktardı. Ayrı bir vakada, Point Otel’deki bir kişi Uluslararası Af Örgütü ile yaptığı görüşmede otelin kapısında tazyikli su sıkılmasının hemen 
ardından, lobideki kişilerin öksürmeye başladıklarını ve nefessiz kaldıklarını söyledi. 

GÖZ YAŞARTICI GAZ VE BİBER GAZI SPREYİ 

Tazyikli su gibi, göz yaşartıcı gaz da Gezi Parkı eylemlerinin başladığı ilk günlerden itibaren barışçıl göstericilere yönelik defalarca ve gereksiz bir şekilde kullanıldı. Hükümet eylemlerin ilk 20 günü boyunca bir yıllık stok olan 130,000 gaz kapsülünün kullanıldığını ve stokların yenilenmesi için sipariş verileceğini söyledi.53 13 Ağustos günü 400,000 gaz kapsülü siparişi verildiği haberleri yayımlandı.54 Daha önceki yıllık tedarik oranı ise 150,000 kapsül ile  sınırlıydı.55 

Haziran ayının sonunda İçişleri Bakanlığı gösterilerde göz yaşartıcı gazın kullanılmasına ilişkin açıklama içeren bir genelge yayımladı. Valiliklere gönderilen genelge hakkında detaylı haberler çıktı ancak genelge kamuya açıklanmadı.56 Genelgede Gezi Parkı eylemleri sırasında göz yaşartıcı gazın kullanımından kaynaklı ihlallere de değinildi. Ancak alınan bilgilere göre, 
genelge göz yaşartıcı gazın kapalı alanlarda kullanımı ya da göz yaşartıcı gaz kapsüllerinin silah gibi kullanılması ile ilgili herhangi bir yönlendirme içermemektedir. Uluslararası Af Örgütü polisin genelge yayımlandıktan sonra da göz yaşartıcı gazı daha önceki eylemlerde kullandığı gibi kullandığına tanık olmuştur. 

Alınan bilgilere göre genelge şu gereklilikleri içermektedir: Göz yaşartıcı gaz kullanılmadan önce yüksek sesle uyarı yapılacak, ayrılmak isteyenlerin uzaklaşmasına fırsat verilecek, gazlı müdahaleden önce tazyikli su sıkılacak ve gazın etki alanı dâhilinde kreş, hastane ve huzurevi gibi kurumlar bulunup bulunmadığına dikkat edilecek. Genelgede ayrıca kullanılan gaz türünün ve miktarının belirlenmesinde, olay yerindeki en üst rütbeli amirin yetkili ve sorumlu olacağı, kontrolsüz ve gereksiz kullanıma izin verilmeyeceği ve müdahale edilecek olan gruptaki “yaşlı, kadın ve engelli” profili dikkate alınarak strateji belirleneceği belirtilmektedir. 

Diğer maddelerde polise direnmeye son vermiş kişi veya gruplara yönelik kesinlikle gaz kullanılmayacağı ve grubu tedirgin etmek için gaz fişeği yerine ses ve ışık fişeği ya da yüksek ses çıkartan diğer mühimmat kullanılacağı belirtilmektedir. Genelgede ayrıca müdahale ve gözaltı işlemlerinin kamera ile kayıt altına alınacağı belirtilmektedir. 

Uluslararası Af Örgütü, genelgenin yayınlanmasından önce ve sonra, göz yaşartıcı gazın barışçıl göstericilere yönelik defalarca, uygun olmayan ve aşırı bir şekilde ve göstericilerin haklarını ihlal edecek şekilde kullanıldığına şahit oldu. Ayrıca, polisten kaçanlara, muhtemelen gösterici olduğu düşünülen kişilere ve eylem alanına yakın yerlerde yoldan geçenlere (bkz. Deniz Erşahin vakası, sayfa 26), göstericilerin sığındığı ev ya da işyerleri gibi binalara ve yaralıların tedavi edildiği revirlere göz yaşartıcı gaz atıldığına dair çok sayıda haber, fotoğraf ve video bulunmaktadır. 

Polisin göz yaşartıcı gaz kapsüllerini defalarca göstericilere doğru silah gibi yatay bir şekilde sıktığı görüldü. Eylemlerde yaralananların büyük bir kısmı yakın mesafeden fırlatılan gaz kapsüllerinden dolayı yaralandı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı Uluslararası Af Örgütü’ne, vakıfa yapılan rehabilitasyon başvurularının yüzde 60’ının gaz kapsüllerinden kaynaklı yaralanmalar olduğunu ve bunun diğer eylemlerle kıyaslandığında çok yüksek bir oran olduğunu belirtti.57 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’de daha önceki eylemlerde polisin göz yaşartıcı gaz kullanımının aşırı olduğuna kanaat getirdi. Yaşa v.Türkiye davasında, Mahkeme Diyarbakır’da 2006 yılında düzenlenen gösteriler sırasında polis tarafından doğrudan kafasına göz yaşartıcı gaz kapsülü fırlatılan bir kişinin davasını inceledi. Mahkeme polisin yeterli eğitim almadığını ve eylemlerde göz yaşartıcı gazın nasıl kullanılacağına dair yeterli yasal düzenlemeler olmadığına kanaat getirdi. Mahkeme, polisin eyleminin AİHS’in 3. Maddesi’ni (işkence ve 
diğer kötü muamele yasağı) ihlal ettiğine karar verdi.58 AİHM göz yaşartıcı gaz ve biber gazı spreyi kullanımının daha önce başka vakalarda da insan hakları ihlallerine neden olduğuna kanaat getirmişti. Örneğin Ali Güneş v.Türkiye davasında Mahkeme başvuruyu yapan kişinin yüzüne biber gazı sıkılmasının AİHS’in 3. Maddesi’ni ihlal ettiğine kanaat getirmişti.59 Buna benzer vakalar Gezi Parkı eylemlerinde de yaygın olarak yaşandı. 

Biber gazı sıkmak için kullanılan araçlar barışçıl göstericilere yönelik aşırı ve uygun olmayan şekillerde kullanıldı. Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü kişiler polisin biber gazını eylem alanında yakaladıkları göstericilerin gözlerine sıktığını belirtti (bkz. Deniz Erşahin ve Massimiliano Goitom vakaları, sayfa 26 ve 23). 28 Mayıs günü Gezi Parkı’nın boşaltılması için yapılan ilk müdahale sırasında çekilen bir fotoğraf polisin parkta duran ve polise yönelik herhangi bir tehdit teşkil etmeyen bir kadının yüzüne biber gazı sıktığını gösteriyor. Bu kişi daha sonra polis şiddetinin bir sembolü haline geldi. 

Göz yaşartıcı gazın aşırı kullanımının içerdiği ciddi tehlikeler Abdullah Cömert vakasında açık bir şekilde görülebilir. 

Abdullah Cömert 3 Haziran günü Antakya’da bir eylemde kendisine fırlatılan bir gaz kapsülü sonucu yaralandı ve 4 Haziran’da hayatını kaybetti. Görgü tanıklarına göre Cömert, bir polisin yakın mesafeden attığı göz yaşartıcı gaz kapsülü ile başından vuruldu. Devran Demircioğlu eyleme kardeşi Erdoğan Demircioğlu ve Abdullah Cömert ile birlikte gitmişti. Olayı şöyle aktardı: 

“O gün mitinge üç kişi gittik, Abdullah Cömert, ben ve Erdoğan kardeşimle oradaydık. Erdoğan yarım saat bizimle kaldıktan sonra bizden ayrılmak sureti ile eve doğru yola çıktı. Olaylar başlamamıştı, herkesin bildiği jandarma sosyal tesislerinin önünde kaldırımda göstericilerden uzak bir yerde oturuyorduk. Birden gaz bombalarının sesi gelmeye başladı. 

Hemen caddenin aşağısında barikat kurmuş polisler bizim tarafa doğru gaz bombaları atmaya başladı. Oradan hızla Armutlu Camisi’nin arka kapısının açıldığı yoldan doğruca Uğur Mumcu Bulvarı’na doğru hızla koşmaya başladık ve olayın yaşandığı sokağa geçtik. Burada beklemeye başladık ve sokağın köşesinden caddeyi izliyorduk. 

TOMA aracı cadde üzerinde gidip geliyordu. Bir ara durup bizim tarafa doğru su sıktı ama etkilenmedik. Cadde üzerinde seyir halinde olan akrepler her sokağın önüne geldiğinde gaz bombası atıyorlardı. Kısa bir süre sonra koyu renkli bir akrep sokağın başında durdu. Abdullah ve ben sokağın köşesinden sadece ne yaptığını merakla izliyorduk. 

Birden akrepten tam olarak tanımlayamadığım ama silah sesine benzer ve biber gazının ateş seslerini duydum. Bir biber gazı başımın 20-25 cm yakınından geçti. O anda kaçmak için kafamı çevirdim ve Abdullah kardeşimin yere düştüğünü gördüm. Bir anda bütün yer kan gölüne döndü. Hızla üstümüze atılan gaz bombaları devam ederken bir an bile beklemeden müdahale edip başına tanpon yapmaya çalıştım ve çevredeki insanlardan yardım istedim.” 

Ağustos itibariyle Abdullah Cömert’in ölümü ile ilgili açılan adli soruşturma devam ediyordu. Ancak olayın üzerinden üç ay geçmesine rağmen, o gün olay yerinde olan polislerin ifadesi hala alınmadı. 

Aşağıda belgelenen vakalar göz yaşartıcı gaz kapsüllerinin ne şekilde fırlatıldığını ve yakın mesafeden isteyerek ya da istemeyerek baş hizasında atılan kapsüllerin ağır yaralanmalara yol açtığını gösteriyor. 

Gazeteci Ahmet Şık Gezi Parkı eylemleri ile ilgili haber yaptığı sırada polisin attığı gaz kapsülleri nedeniyle iki defa başından yaralandı. Uluslararası Af Örgütü’ne, 31 Mayıs günü sabah saat 09.00 gibi bilgi toplamak için kurulan bir heyetin parçası olarak Gezi Parkı’na girmeye çalışan üç milletvekilinin yanında durduğunu söyledi. Üniformalı bir polis tarafından gaz kapsülünün 10 metre uzaklıktan fırlatıldığını ve başına isabet ettiğini aktardı. Ahmet Şık’ın başından kan aktığı sırada çekilen fotoğrafları sosyal medyada yaygın bir şekilde paylaşıldı.60 Ahmet Şık Uluslararası Af Örgütü’ne, vurulduktan sonra bayıldığını ve Taksim İlk Yardım Hastanesi’nde tedavi edildiğini, bir buçuk gün sonra taburcu edildiğini anlattı. Ahmet Şık, ayrıca16 Haziran günü Taksim Meydanın  da yaşanan olayların fotoğraflarını çektiği sırada ikinci defa vurulduğunu anlattı. Şık, Uluslararası Af Örgütü’ne alanın kalabalık olmadığını ve doğrudan hedef alındığını düşündüğünü söyledi. Vurulduğu sırada boynunda asılı olan ve gazeteci olduğunun kolaylıkla anlaşılmasınıa sağlayan iki büyük fotoğraf makinesi taşıdığını belirtti. Yaklaşık 20 metre öteden fırlatılan bir gaz kapsülü ile başının arkasından vurulduğunu söyledi. Şık, gaz kapsülünün isabet ettiği savaş gazetecilerinin taktığı türdeki kaskında bulunan kapsül izini Uluslararası Af Örgütü’ne gösterdi. Ahmet Şık, taktığı kask sayesinde ciddi bir şekilde yaralanmaktan ya da ölmekten kurtuldu. 

İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi’nde araştırmacı olarak görev yapan Burak Ünveren Uluslararası Af Örgütü’ne 1 Haziran günü Beşiktaş’ta evinin yakınındaki bir eylemde olduğu sırada polisin attığı bir gaz kapsülü ile yaralandığını anlattı.61 Burak Ünveren, eylem sesleri geldiğini ve birkaç saat sonra ne olduğuna bakmak için seslerin geldiği yere doğru gittiğini söyledi. Gece yaklaşık 22.00 gibi 50 ila 100 göstericinin polise direndiğini ve polisin tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz ile karşılık verdiğini belirtti. Göstericilerin polise küfür ettiklerini ancak herhangi şiddet içeren bir fiile şahit olmadığını belirtti. Yaklaşık 10 dakika sonra polisin hiçbir uyarı yapmadan göstericilere doğru ilerlediğini söyledi. Ünveren, Uluslarararası Af Örgütü’ne, polisten uzaklaşmak için döndüğünü, ancak o sırada sol gözüne gaz kapsülü isabet ettiğini ve yere düştüğünü 
anlattı. Tanımadığı dört kişinin onu Şişli Etfal Devlet Hastanesi’ne götürdüğünü ve aceleyle ameliyata alındığını aktardı. Bir hafta sonra doktorların sol gözünü kaybettiğini söylediklerini anlattı. İki hafta sonra hastaneden taburcu edildiğini ancak tedavisinin hala devam ettiğini aktaran Ünveren, polisin gaz kapsülünü bilerek yüzüne attığını düşündüğünü söyledi. Burak Ünveren Uluslararası Af Örgütü’ne, suç duyurusunda bulunduğunu ancak Ağustos ayı itibariyle savcılıktan soruşturma açılıp açılmadığına dair herhangi bir haber gelmediğini ve ifade vermeye de çağrılmadığını söyledi. 

İstanbul’da dans öğretmeni olan Umur Can Erşahin, 1 Haziran akşamı Beşiktaş’ta başının sol tarafından gaz kapsülü ile vuruldu. Umur Can Erşahin Uluslararası Af Örgütü’ne babası ile birlikte Taksim Meydanı’nda olduğunu, o sırada Beşiktaş’ta polis müdahalesinin olduğunu duyduklarını ve ne olduğunu görmek için oraya gitmeye karar verdiğini söyledi. Beşiktaş’a vardığında, kendisine üç metre uzaklıktan tazyikli su sıkıldığını ve 150-200 kadar polisin göstericilere göz yaşartıcı gaz sıktıklarını belirtti. Her yerde göz yaşartıcı gaz olduğunu aktaran Erşahin kaçmaya çalıştığını ancak 20 metre uzaklıktan başına göz yaşartıcı gaz kapsülü isabet ettiğini söyledi. Erşahin yere 
düştüğünü ve iki dakika boyunca etrafındaki gaz nedeniyle yerde kaldığını söyledi. Daha sonra birinin gelip onu kaldırdığını ve altı-yedi metre sürüklediğini söyleyen Erşahin, bir süre sonra bacaklarını hareket ettirecek gibi hissettiğinde bir otele doğru koştuğunu aktardı. Doktorlar daha sonra Erşahin’e beyin kanaması ve kafa travması geçirdiğini söyledi. Kafatasında yaklaşık beş ya da altı çatlak bulunuyordu. O gece yoğun bakımda tutuldu. Uluslararası Af Örgütü ile görüştüğü sırada, olayın üzerinden dört hafta geçmişti ancak Erşahin’in baş ağrısı ve denge sorunu devam ediyordu. 

Ankara’da Çankaya Belediyesi’nde temizlik görevlisi olarak çalışan Muharrem Dalsüren’in başına 3 Haziran günü gaz kapsülü isabet etti. Dalsüren Uluslararası Af Örgütü’ne Belediye’den temizlik aletlerini almak için çıktığını ve Kızılay Meydanı’na yakın Ziya Gökalp Caddesi ile Selanik Caddesi’nin köşesinde bulunduğunu ve o sırada eylemin devam ettiğini söyledi. Akrep’teki bir polisin doğrudan kendisini hedefleyerek 20 metre öteden gaz kapsülü fırlattığını belirten Dalsüren başka yöne baktığını ancak kapsülün gözüne isabet ettiğini söyledi. Dalsüren, yakındaki Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı ve orada bir ameliyat geçirdi. Ancak doktorlar Dalsüren’in görme yetisini kaybetmesine engel olamadı. Dalsüren olayın ardından 38 gün boyunca işe gidemedi. Uluslararası Af Örgütü ile 31 Temmuz günü görüştüğü sırada tedavisi hala devam ediyordu ve protez göz takılacaktı. 4 Temmuz günü suç duyurusunda bulundu ancak Ağustos ayının sonu itibariyle savcılıktan henüz bir cevap çıkmamıştı. 

14 yaşındaki Berkin Elvan, 16 Haziran günü İstanbul’da Okmeydanı’ndaki evinin 
yakınında polisin attığı bir gaz kapsülü ile yaralandı. Elvan saat 07.00-07.30 arası evinden çıkmıştı. Sabahın o erken saatinde bile dışarıda eylemler sürüyordu ve çok sayıda çevik kuvvet polisi ve TOMA bulunuyordu. 

Babası Uluslararası Af Örgütü’ne Berkin Elvan’ın ara sokaktan eylemin yapıldığı ana caddeye çıktığını ve o sırada 20-25 metre uzaklıktan başına gaz kapsülü isabet ettiğini söyledi. Ailesinin olaydan saat 07.30 civarı haberi oldu. Elvan, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldü ve orada acil beyin ameliyatına alındı. Aynı gün beyin kanamasını önlemek için ikinci bir ameliyata alındı ancak Berkin Elvan 16 Haziran’dan bu yana komada. 

27 yaşındaki Massimiliano Goitom, Uluslararası Af Örgütü’ne 12 Haziran günü sabaha karşı 02.00 sularında Taksim civarında polis saldırısına uğradığını anlattı. “İki İtalyan arkadaşımla birlikte Gezi Parkı’ndan ayrılmıştık, İstiklal Caddesi yakınlarındaydık. Bir grup polis yanımıza geldi, göstericileri arıyor gibilerdi. Onlara yabancı olduğumu ve bağımsız bir medya kuruluşu için çalıştığımı söyledim. Arkadaşlarımdan biri kaçtı, polis ona gaz kapsülü fırlattı ama değmedi. Polis sonra gitmemize izin verdi. İkimiz kaldığımız hostele doğru yürümeye devam ettik. Daha sonra ikinci bir grup polis bizi gördü ve beş ya da altı metre uzaklıktan biber gazı kapsülü fırlattı. 20-30 cm başımın üzerinden geçti. 
Ara bir sokağa doğru kaçmaya başladık. Ellerim havada “turist, İtalyan, basın” diye bağırıyordum. Başka bir grup polis bizi yakaladı, anlamadığım bir şeyler bağırmaya başladı ve ikimizi yere fırlattı. Arkadaşım dizlerinin üzerindeydi, suratına tekme attılar ve gözlerinin içine biber gazı sıktılar. Ben kalkmayı başardım ama bana da yüzümden 10 cm uzaklıktan doğrudan gözlerime doğru biber gazı sıktılar. Daha sonra bizi bırakıp gittiler. Hiçbir şey göremiyordum, daha sonra başka bir grup arkadaşla buluştuk ve birlikte hostele gittik. Birkaç gün geçtikten sonra bile görüşümde hala sorunlar vardı. Beyoğlu Göz Hastanesi’ne gittim. Göz damlası ve antibiyotik verdiler.” Massimiliano Goitom 16 Ağustos günü Uluslararası Af Örgütü ile görüştüğü sırada gözlerinden birinin hala kötü olduğunu ve eskisi gibi göremediğini söyledi. 

PLASTİK VE GERÇEK MERMİ, 

Uluslararası Af Örgütü’ne hem barışçıl gösterilerde, hem de polis ve göstericiler arasında çatışma yaşanan durumlarda plastik mermi kullanıldığına dair çok sayıda bildirimde bulunuldu. Diğer taraftan, Gezi Parkı eylemleri boyunca polisler tarafından çok az vakada gerçek mermi kullanıldığı bildirildi (ancak Ethem Sarısülük polis tarafından gerçek mermi kullanılarak vurulmuştu. Bkz. sayfa 37). Doktorlar plastik mermilerin eylem alanlarındaki yaralanmaların temel nedenlerinden biri olduğunu belirtiyor. Endişe veren diğer bir nokta da aşağıda Hülya Arslan vakasında olduğu gibi plastik mermilerin yakın mesafeden baş ve 
vücudun üst noktalarını hedef alarak sıkılması. 

Üniversiteden yeni mezun olan Hülya Arslan, parka müdahalenin olduğu 11 Haziran günü annesi ile Gezi Parkı’ndaydı. Polis müdahalesi sırasında maruz kaldığı şiddetten dolayı sağ gözünü kaybetti. Ayrıca burnu kırıldı. Doktorlar Hülya Arslan’ın yüzündeki yaraların plastik mermi kullanımı ile uyumlu olduğunu söyledi. 

Hülya Arslan Uluslararası Af Örgütü’ne annesi ile birkaç gün parkta kaldıklarını ama o gün sadece parkı ziyaret ettiklerini söyledi. Koç Finans şirketinde ilk iş gününün ardından akşam saat 19.00 gibi annesi ile buluşmuştu. 

Hülya Arslan parktaki polis müdahalesini şöyle anlattı: “Akşam saat 21.00 gibi 
elektrikler kesildi. Sağdan soldan parka biber gazı atılıyordu. Her taraftan patlama sesi geliyordu. Hiçbir uyarı yapılmamıştı. Annemin kalp rahatsızlığı var. Kalp krizi geçirdiğini sandı. Parkın merkezinde çok sayıda insan vardı. Biz de daha güvenli olacağı düşüncesiyle oraya gittik. İki erkek kardeşim de parkın diğer tarafındalardı.” 

Hülya vurulma anını şöyle anlatıyor: 

“Arkamda çöp kutusu vardı. Biber gazından dolayı kendimi çok kötü hissediyordum, kutunun arkasına geçtim. Sanırım yaklaşık 10-15 metre öteden iki kez ateş edildi. Karanlıktı o yüzden sadece silahtan çıkan ateşi gördüm. Yanımdaki bir arkadaşım etrafta ateş eden sivil giyimli kişiler olduğunu söyledi. Plastik mermi ile sağ gözümden vuruldum, burnum da kırıldı. Çok fazla kan kaybettim. Parktaki revire götürüldüm. Bilincimi kaybetmemek için uğraştım ve sürekli annemin adını ve telefon numarasını tekrarladım. Bir ambulans çağrıldı ve Şişli Etfal Hastanesi’ne götürüldüm.” Hülya Arslan’in tedavisi 28 Haziran günü Uluslararası Af Örgütü ile görüştüğü sırada hala devam ediyordu ve kendisine protez bir göz takılacaktı. 

RESMİ OLMAYAN GÖZALTI, 

Uluslararası Af Örgütü, polis tarafından yakalandıktan sonra eylem alanında göstericilere ve diğerlerine yönelik dayak ya da cinsel taciz gibi birçok ihlalin yaşanmasından endişe duymaktadır Birçok vakaada göstericiler sokakta gözaltına alınmış ve saatler sonra, bazı durumlarda kimlik tespiti yapıldıktan sonra serbest bırakılmıştır. Uluslararası Af Örgütü’ne bazı diğer vakalarda gözaltına alınanların saatlerce polis ya da belediye otobüslerinde bekletildiğini ve ardından ya serbest bırakıldığını ya da resmi olarak gözaltına alındığı 
bildirilmiştir (bkz. Gökhan Biçici ve Eylem Karadağ vakaları, sayfa 31 ve 25). Görece daha az sayıda vakada ise polis tarafından yakalanan kişiler resmi gözaltı yeri olmayan binalarda ya da gözaltı kaydı yapılmadan resmi gözaltı merkezlerinde tutulmuşlardır. 

Uluslararası Af Örgütü, Gezi Parkı eylemleri boyunca Türkiye genelinde birçok şehirde polisin yakaladığı kişilerin resmi olmayan bir şekilde gözaltında tutulmasının oldukça yaygın olmasından kaygı duymaktadır. Bazı durumlarda resmi olmayan gözaltı uygulamasına çok sayıda gözaltı olduğu için lojistik nedenlerle başvurulduğu görülmektedir. Ancak bu tür gözaltılar, aynı zamanda gözdağı verme, keyfi gözaltı ya da gözaltına alınanların avukatlara, aile üyelerine ya da zorunlu sağlık kontrolü gibi yasalar tarafından korunan haklarına erişememesi için kullanılmaktadır. 

Uluslararası hukuk ve standartlar uyarınca, özgürlüğünden mahrum bırakılan herkesin, ailesine ve hukuki danışmanlık hizmetine derhal erişim hakkı vardır. Gözaltına alınan kişiler sadece resmi gözaltı yerlerinde tutulmalıdır. Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı araştırma gösteriyor ki gözaltına alınan kişiler gizli ya da hiçkimseyle görüştürülmeden gözaltı yerlerinde tutulduğunda işkence ve diğer kötü muamele gibi ihlallerin yaşanma ihtimali daha da artmaktadır. 

Uluslararası Af Örgütü, Türkiye yetkililerini eylemler sırasında gözaltına alınan herkesin ya serbest bırakılması ya da resmi bir gözaltı merkezine alınmasını, avukata erişimini, ailelerinin haberdar edilmesini ve gözaltına alındıktan hemen sonra bağımsız sağlık kontrolüne tabi tutulmasını sağlamaya çağırmaktadır. 

Bu raporda belgelenen gayri resmi gözaltında tutulan kişilerin vakalarına ek olarak, Deniz Kaptan’ın yaşadıkları İstanbul ve diğer şehirlerde yaşanan kötü muamele ve aşırı güç kullanımını örneklendiren önemli bir vaka. 

Deniz Kaptan gözaltına alındığı sırada kendisine yardımcı olan avukat, Uluslararası Af Örgütü’ne 15 Haziran akşamı Kaptan’ın Gezi Parkı yakınlarında sivil giyimli polisler tarafından yakalandığını ve yaklaşık bir, bir-bir buçuk saat boyunca tutulduğunu anlattı. 
Avukat Uluslararası Af Örgütü’ne akşam saat 22.00 sularında sivil giyimli polislerin Kaptan’ın ellerini plastik kelepçelerle arkadan bağladığını ve “Sizi fişledik, bittiniz” dediğini aktardı. Sivil giyimli olan polis Kaptan’a konuşmamasını ve etrafa bakmamasını söyledi. Avukat, Kaptan’ın Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’nin yakınında kimsenin göremeyeceği panellerin arkasına götürüldüğünü ve plastik kelepçelerin izinin aradan üç gün geçmesine rağmen görülebildiğini belirtti. Sivil giyimli olan polis cebinden kimlik kartını alarak genel bilgi toplama (GBT) yaptırdı.62 Sivil giyimli olanlardan birinin “Master da yapmış pezevenk!” dediğini aktardı. Yaklaşık 20 dakika sonra sivil giyimli polis meyve bıçağı ile kelepçeyi kesti ama onu bir saat daha orada beklettiler. Ardından sivil giyimli polis cep telefonu ile fotoğrafını çekti ve onu kestirme sokaktan    Gümüşsuyu’na doğru götürdü ve gitmesini söyledi. 
Avukat Uluslararası Af Örgütü’ne sivil giyimli polislerin kimlik kartını vermedikleri ni ve kayıp ilanı vermesini söylediklerini aktardı. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 2

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 2



BARIŞÇIL GÖSTERİ HAKKININ KEYFİ BİR ŞEKİLDE İHLAL EDİLMESİ 

Yetkililerin Gezi Parkı eylemleri kapsamındaki barışçıl toplantıların devam etmesi ya da engellenmesi konusunda aldıkları kararlar kendi içinde tutarlı olmadığı gibi barışçıl toplanma hakkı konusunda mevcut uluslararası standartlara da uymamaktadır. Kararların zamana ve yere göre değişiklik göstermesi ve ne tür bir gösteri olduğundan bağımsız alınması yetkililerin konuya keyfi yaklaşımını göstermektedir. 

Eylemlerin başladığı ilk hafta boyunca (31 Mayıs – 2 Haziran) İzmir’deki gösterileri engellemek amacıyla polis tarafından müdahale edilirken, bu tarihten sonraki eylemler Ağustos ayının sonu itibariyle müdahale olmadan düzenlendi. Polisin İstanbul’da Taksim Meydanındaki kitlesel gösterileri engellemeye çalıştığı iki günün ardından 1 Haziran günü geri çekilmesiyle, meydanda 11 Haziran’a kadar barışçıl gösteriler düzenlendi. 11 Haziran akşamı polis, binlerce kişinin kamp kurduğu Taksim Meydanı’na bitişik Gezi Parkı’na müdahale etti ve 15 Haziran günü park zor kullanılarak boşaltıldı. İstanbul’da 15 Haziran ve 
Ağustos sonu arasında düzenlenen gösterilerin bir kısmı müdahalesiz gerçekleşirken, bazıları polis müdahalesi ile karşılaştı. Eylemlere bu şekilde farklı tepkiler verilmesi konusunda ise herhangi bir açıklama yapılmadığı gibi gerekçe de gösterilmedi. Ankaranın Kızılay dahil birçok semtinde Haziran ayından Temmuz ayının ortasına kadar genellikle akşam 21.00’den sonra başlayan eylemlere polis ilk günden itibaren neredeyse her gün şiddet kullanarak müdahale etti. İstanbul ve İzmir’de ise gösteriler müdahale edilmeden 
ara ara devam etti. Ankaradaki eylemler daha sonra Dikmen gibi şehrin diğer semtlerine yayıldı.Bu eylemlerin de devam etmesine izin verilmedi ve eylemler zor kullanılarak dağıtıldı. 

Antakya’da Haziran ayından Temmuz ayının ortasına kadar neredeyse her gece sokak eylemleri düzenlendi. Eylemler Ağustos ayı boyunca daha seyrek bir şekilde devam etti. Antakyadaki gösterilerin çoğunun barışçıl bir şekilde geçtiği ancak kolluk görevlilerinin eylemlere son vermek için zor kullanmasının ardından eylemlerin polisle çatışmalara dönüştüğü bildirildi. 

Aynı şekilde, Eskişehir ve Tunceli/Dersim gibi Türkiye genelinde birçok şehirde düzenlenen barışçıl gösteriler herhangi bir açıklama yapılmadan ya da gerekçe sunulmadan defalarca dağıtıldı. 

TAKSİM MEYDANI VE GEZİ PARKI’NDA GÖSTERİ HAKKININ İHLAL EDİLMESİ 

Göstericilerin polisin Taksim Meydanı’ndan çekilmesinin ardından meydanı 11 gün boyunca barışçıl bir şekilde işgal etmelerinin ardından, meydan 11 Haziran sabahı zor kullanılarak boşaltıldı. İstanbul’un ve ülkenin diğer bölgelerinin aksine, Taksim Meydanı’ndaki barışçıl gösterilere müdahale konusunda yetkililer tarafından çeşitli gerekçeler sunuldu, ancak bu açıklamalar müdahaleden sonra yapıldı. İstanbul Valisi tarafından yapılan açıklamalarda polisin gösterilere müdahalesinin nedeninin meydandaki anıt heykele ve Atatürk Kültür 
Merkezi’nin ön duvarına asılan yasal olmayan örgütlere ait afişler olduğu belirtildi. Vali ayrıca göstericiler tarafından şiddet içeren eylemlerde bulunulduğuna dair açıklamalar yaptı.30 
Vali, Uluslararası Af Örgütü temsilcileriyle Gezi Eylemleri ile ilgili yaptığı görüşmede de herhangi bir kanıta dayandırmadan benzer referanslarda bulundu.31 Meydanın boşaltılmasının ardından, yetkililer Taksim Meydanı’nda hiçbir eyleme izin verilmeyeceği konusunda uyarıda bulundu.32 
Taksim Meydanı’nın boşaltılmasını takiben,15 Haziran günü, Gezi Parkı da, bir kısmı eylemlerin başından bu yana parkta kamp kuran ve 30 Mayıs’ta parkın boşaltılmasından sonra parka geri dönen göstericiler dağıtılarak boşaltıldı Bu müdahaleden sonra Gezi Parkı 8 Temmuz’a kadar halka kapalı kaldı. O zamandan raporun yazıldığı tarihe kadar yetkililer sık sık eylemlerin devam etmesine izin vermedi ve eylemleri zor kullanarak dağıttı. 

Uluslararası Af Örgütü, yetkililerin Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nı boşaltmak için gerçekleştirdiği müdahalenin gereksiz ve orantısız olduğunu ve barışçıl gösteri hakkının ihlal edildiğini düşünmektedir. 

Uluslararası Af Örgütü, Taksim Meydanı’nın 11 Haziran günü zor kullanarak boşaltılması ile ilgili, afişlerin tek başına ulusal güvenlik nedeniyle eyleme müdahale gerekçesi olarak kullanılamayacağını düşünmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi daha önce Türkiye yetkilileri tarafından hukuksuz olarak görülen benzer afişlerin açılmasının ifade özgürlüğü hakkı sınırları içinde olduğuna kanaat getirmişti.33 

Kamu düzenini sağlama gerekliliği iddiası ile ilgili, meydanı boşaltmak için güç kullanımının ardından az sayıdaki birkaç kişinin polis araçlarına molotof kokteyli atmak gibi şiddet içeren eylemlerde bulunduğu görülmüştür. Ancak, bu tür eylemleri gerçekleştiren kişilere yönelmek için herhangi bir çaba sarfedilmedi ve bunun yerine yetkililer tüm eylemi dağıtmaya ve meydanda herhangi bir eylem girişimini engellemeye devam etti.34 

Taksim Meydanı’ndaki gösterilerle ilgili olarak AGİT’in toplanma özgürlüğü konusundaki kılavuzunun şu maddesine referans verilebilir: "Ticari etkinlikler ya da araç ve yaya trafiği gibi toplumsal gösteriler de kamusal alanının meşru bir kullanımıdır."35 Bu ilke aynı zamanda Türkiye ile ilgili bir davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da dile getirildi.36 
Taksim Meydanı’nın coğrafi planı ve önemli bir geçiş alanı olduğu düşünüldüğünde, yetkililerin göstericilerin yolları kapatmaması, bağlı yollarda trafiğin akışının ya da meydandaki otobüs ya da metro duraklarına erişimin engellenmemesi gibi bazı makul koşulların yerine getirilmesini istemesi meşru olabilir, ancak Taksim Meydanı’nda gösterileri tamamen yasaklamaktansa, diğer alternatif önlemlerin alınması yetkilililerin amaçları ile daha orantılı olurdu. 

Uluslararası Af Örgütü, yetkililerin Gezi Parkı’nı boşaltma kararları ile ilgili, mahkemenin bu bölgedeki kentsel dönüşüm projesini durdurma kararını hatırlatmaktadır. Dolayısıyla yetkililerin boşaltma kararını, göstericilerin buradaki çalışmalara engel olduklarını söyleyerek meşrulaştırmaya çalışmaları mümkün değildir.37 Uluslararası Af Örgütü parkın işgali devam ettikçe, çöp atımı ve kirlilik gibi halk sağlığı sorunları konusunda meşru sorular olabileceğinin 
farkındadır ancak bu tür konular yetkililer ve göstericiler arasında diyalog kurularak çözülebilir. Uluslararası Af Örgütü 14 Haziran günü yetkililerin parktaki göstericilerle görüşecekleri yönündeki açıklamaları memnuniyetle karşıladı.38 Ancak, yetkililerin 15 Haziran günü herhangi bir gerekçe göstermeden ve barışçıl toplanma özgürlüğü hakkını ihlal ederek barışçıl gösteriye müdahale etmesi üzüntü vericidir. 

KOLLUK KUVVETLERİ TARAFINDAN HAK İHLALLERİNE YOL AÇAN GÜÇ KULLANIMI 

“Ben özellikle bu eylemlere bugün destek veren tüm vatandaşlarımızdan rica ediyorum. Lütfen evlerine dönsünler. Şu saatten sonra orada bulunan her kişiyi devlet maalesef terör örgütünün mensubu olarak değerlendirmek zorunda kalacaktır.” 

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, 15 Haziran 201339 

Yetkililerin Gezi Parkı eylemlerine tepkisi, eylemler boyunca kolluk kuvvetlerinin ihlallere yol açan ve keyfi güç kullanımı ile tanımlanabilir. Göstericilere yönelik polis şiddeti son bir nesil boyunca şu an olduğu kadar çok dile getirilmemişti. Türk Tabipler Birliği 10 Temmuz itibariyle eylemlerde 8,000’den fazla kişinin yaralandığını ve bunlardan 61’inin ağır yaralı olduğunu bildirdi. 11 kişi gözünü kaybederken, 104 kişi ağır kafa travması yaşadı.40 İçişleri Bakanlığı da eylemler boyunca 600’den fazla polisin yaralandığını belirtti.41 Eylemler sırasında biri polis olmak üzere beş kişi hayatını kaybetti ve üç göstericinin ölümüne polisin 
aşırı güç kullanımının neden olduğuna dair güçlü kanıtlar mevcut. Bir kişi polis tarafından sıkılan bir kurşunla hayatını kaybederken, bir başka gösterici dövülerek hayatını kaybetti. Bu kişilerin ölümü ile suçlananlar arasında polisler de bulunuyor. Üçüncü gösterici ise eylemde başına aldığı yara sonucu hayatını kaybetti. Görgü tanıkları, polis tarafından kısa mesafeden atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet ettiğini söylüyor. Görgü tanıklarının ifadelerine göre diğer iki ölüm ise eylemler sırasında yaşanan kazalar sonucu gerçekleşti.42 

Eylemlere katılan doktorlar, avukatlar ve aktivistler, Uluslararası Af Örgütü’ne eylemlere katıldıklarının ortaya çıkacağı ve keyfi gözaltı ve yargılamalara maruz kalacakları korkusuyla yaralanan birçok kişinin hastanelere başvurmadığını söyledi (bkz. Eylemlerle ilgili haber yapan, göstericilere yardım eden ya da haklarını savunanlara yönelik saldırılar bölümü, sayfa 46). Bu raporda belgelenen polis şiddeti vakaları arasında, gazeteciler gibi işini yapan ya da 
eylemlere katılmayan kişilerin maruz kaldığı çok sayıda şiddet vakası bulunuyor. Daha önce siyasi eylemlere katılmamış gençlerin de aralarında olduğu birçok gösterici, Uluslararası Af Örgütü’ne polis şiddetine maruz kaldıklarının raporda geçmesini istemediklerini ve kendilerine dava açılacağı korkusuyla şikayette bulunmadıklarını belirtti. 

Eylemlerin başladığı ilk günden itibaren polis, açıkça gereksiz ve orantısız bir şekilde ve bireysel ya da kolektif şiddet içeren fiillere karşı değil, barışçıl göstericileri dağıtmak amacıyla tazyikli su, biber gazı spreyi ve göz yaşartıcı gaz kullandı. Televizyonda, internette ve sosyal medya aracılığıyla sayısız kötü muamele görüntüsü paylaşıldı. 

Sivil giyimli polisler ve polisle birlikte hareket eden kişiler de dahil olmak üzere polisin göstericileri sokak aralarında dövdüğü görüntüler yayınlandı. Eylemler sırasında görevlerini yerine getiren gazeteciler, doktorlar ve avukatlar da polis tarafından şiddete maruz kalanlar arasındaydı. Polis tarafından gözaltına alınan kadınların çoğu Uluslararası Af Örgütü’ne kolluk kuvvetleri tarafından sözlü cinsel tacize maruz kaldıklarını söyledi. Hemen hemen hepsi cinsel hakarete, cinsel şiddet tehdidine (bkz. Eylem Karadağ ve Deniz Erşahin vakaları, sayfa 
25 ve 26) ve bazı vakalarda ise fiziksel cinsel tacize maruz kaldıklarını bildirdi. 

Mevcut video görüntülerinin ve aşağıda belgelenen vakaların birçoğu kolluk kuvvetlerinin sadece eylemi dağıtmak ya da münferit şiddet içeren fiilleri durdurmak için değil aynı zamanda cezalandırıcı bir şekilde eylem alanından kaçanlara karşı ya da eyleme katılmayan ancak o alanda sıkışıp kalmış küçük gruplara karşı da zor kullandığını gösteriyor. 

Polisin yaygın ve sistematik bir şekilde şiddet uygulamasına rağmen, yetkililer polisin müdahalesini övmeye devam etti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan uluslararası toplumun polis şiddetinin dizginlenmesi konusundaki çağrılarına kulak tıkadı. Aksine, daha cüretkar bir biçimde polisin daha fazla güç kullanacağını söyledi ve polisin gösterilere müdahalesini “destan yazmak” olarak niteledi.43 

Gezi Parkı eylemleri sürecinde polisin aşırı güç kullanması, yeterince eğitim almamış ve yeterince denetlenmeyen polis memurlarının güç kullanmaları yönünde talimat verildiğinde, ayrım yapmaksızın güç kullanmaya teşvik edildiklerinde ve tespit edilmeyeceklerini ya da yargılanmayacaklarını bilmeleri durumunda neler yaşanacağını gösterdi. Uluslararası Af Örgütü, yetkililere, tüm işkence ve kötü muamele ve kolluk kuvvetleri tarafından keyfi ya da hak ihlaline yol açan güç kullanıldığı iddialarının etkin bir şekilde soruşturulması ve  sorumluların adil yargılanma usullerine uygun bir şekilde adalet önüne çıkarılması çağrısında bulunmaktadır. Uluslararası Af Örgütü ayrıca yetkilileri, bundan sonra yapılacak müdahalelerde, polisin işkence ve kötü muamele konusunda mutlak yasağa uymasını ve ancak gerekli durumlarda, orantılı ve uluslararası standartlara uygun bir şekilde zor kullanmasını sağlamaya çağırmaktadır. 

Kitlesel gösterilerde kolluk kuvvetlerinin toplumsal olaylara müdahale araçlarıyla işlediği yaygın insan hakları ihlallerinden dolayı, Uluslararası Af Örgütü, başta Türkiye’ye toplumsal olaylara müdahale teçhizatı sağlayan Brezilya, Belçika, Çin, Çek Cumhuriyeti, Hong Kong, Hindistan, İsrail, Güney Kore, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri (Detaylar için Ek 2’ye bakınız) olmak üzere bütün ülkeleri Türkiye’ye toplumsal olaylara müdahale için kullanılan her türlü kimyasal madde ve kinetik etkili fırlatıcıların satışını durdurmaya çağırmaktadır. Türkiye yetkilileri polisin hak ihlallerine yol açan ya da keyfi güç kullanımına yönelik derhal, bağımsız ve tarafsız soruşturma başlatıncaya ve toplumsal olaylara müdahale araçlarının uluslararası standartlara uygun bir şekilde kullanılmasını sağlayana kadar, bu yasak devam etmelidir. 

İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE KONUSUNDA ULUSLARARASI VE ULUSAL STANDARTLAR VE KOLLUK KUVVETLERİ TARAFINDAN GÜÇ KULLANIMI 

İşkence ve diğer kötü muamele uluslararası teamül hukuku tarafından yasaklanmıştır. Bu yasak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 7. Maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi, BM İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ve Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme ve İşkence ve İnsanlık Dışı ve Küçültücü Muamele ve Cezanın Önlenmesine ilişkin Avrupa Sözleşmesinde de dile getirilmiştir.44 

Birleşmiş Milletler Kolluk Kuvvetleri Tarafından Kuvvet ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’e göre kolluk kuvvetleri yaşam hakkı ya da işkence ve kötü muameleye uğramama hakkı gibi insan haklarını ihlal etmeyecek şekilde yasalara uygun bir şekilde zor kullanabilir. Bu ilkelere göre polis zor kullanmadan önce şiddet içermeyen yollara başvurmalı ve ancak diğer yolların etkisiz kaldığı ve istenen amaca ulaşılmasını sağlayamayacağı  durumlarda ve gereken en asgari düzeyde kullanılmasını gerektirmektedir. 

Temel İlkeler’in 13. ve 14. Maddesi şöyledir: 

 “Yasal olmayan ancak şiddet içermeyen gösterilerin dağıtılması sırasında, kolluk kuvvetleri güç kullanımından uzak durmalı ya da bunun yapılamadığı durumlarda ise güç kullanımını gerekli en asgari düzeye sınırlamalılar.” 

“Kolluk kuvvetleri, şiddet içeren gösterilerin dağıtılması sırasında, sadece daha az tehlikeli olan araçların kullanılmasının mümkün olmadığı durumlarda ve ancak gerekli en asgari düzeyde ateşli silah kullanmalı. Kolluk kuvvetleri 9. Madde’de belirtilen koşullar dışında ateşli silah kullanmamalı.” (Yani ancak hayati bir riske ya da hayati tehlike içeren bir yaralanmayı önlemek için kullanılmasının kaçınılmaz olduğu durumlarda). 

Eğer yasal sınırlar içerisinde zor kullanmak kaçınılmaz bir hale gelmişse, BM Temel İlkeleri polisin bunu sınırlı, hedeflenen amaca uygun, zararı ve yaralanmaları asgari düzeye indirecek şekilde kullanmasını ve yaralanan ya da etkilenen kişilere mümkün olan en kısa zamanda tıbbi yardım sunulmasını sağlamasını gerektirmektedir. Temel İlkeler’e göre ayrıca hükümetler, kolluk kuvvetlerinin keyfi ve aşırı bir şekilde güç ve ateşli silah kullanmasına 
ulusal yasalar uyarınca cezai yaptırımlar getirmelidir.45 

Türkiye Anayasası’nın 17. Maddesi işkenceyi yasaklamaktadır ve Türk Ceza Kanunu’nda da işkence suç sayılmaktadır. Polisin Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun 16. Maddesi ise kolluk kuvvetleri tarafından güç kullanılabilecek durumları tanımlamakta ve orantılı güç kullanılması gerektiğini belirtmektedir. 

“Öldürücülük Düzeyi daha az” silahların kullanımı 

Birleşmiş Milletler Kolluk Kuvvetleri Tarafından Kuvvet ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeleri “öldürücülük düzeyi daha az” olarak bilinen ve ağır yaralanmalara ya da ölüme neden olan silah, cephane ve plastik mermi, göz yaşartıcı gaz (sıkılan ya da fırlatılan kimyasal maddeler), ses ve ışık fişeği ve cop gibi toplumsal olaylara müdahale araçlarının yasal olarak kullanımını da düzenlemektedir. Zırhlı araçların kullanımını kolaylaştırdığı bu tür silahlar 
göstericilere yönelik kullanıldığında oldukça tehlikeli olabilir. Dolayısıyla, toplumsal bir gösteriyi dağıtmak için kullanılan araçların çok dikkatli bir şekilde gözden geçirilmesi ve sadece gerekli, orantılı, yasal ve hesap verilebilir bir şekilde kullanılması gerekmektedir. 

“Öldürücülük düzeyi daha az” olan araçları kullanan polislerin, bu tür bir gücün meşru kullanımı konusunda profesyonel standartlara uygun bir şekilde özel olarak eğitim görmüş ve emir komuta zinciri altında olması gerekmektedir. 

Kimyasal maddeler ve bunların kullanılacağı araçlar farklılık göstermektedir ve şiddet tehdidi oluşturan bir kalabalığı dağıtmak amacıyla hükümetler tarafından asgari düzeyde kullanılması için onaylanmaktadır. Bu tür kimyasal maddeler, sağlıklı yetişkinlerde bile, boğulma, yanma, kusma, gözde sulanmaya yol açabilmekte ve yüksek oranlarda, mevcut bir hastalığı olan kişilere yönelik kullanıldığı durumlarda ya da bir fırlatıcı ile yüksek hızda atılması sonucu 
kafaya isabet etmesi durumunda ağır yaralanma ve ölüme neden olabilir. Dolayısıyla, CS ya da biber gazı spreyi gibi kimyasal maddeler, insanlar bir alanda sıkıştıkları zaman ve göstericilerin ya da yoldan geçenlerin sağlığında kalıcı etki bırakacak şekilde (örneğin çok yakın mesafeden ya da göstericilerin doğrudan vücutlarını hedefleyecek şekilde) kullanılmamalı. 

Çoğunlukla lastik ya da plastikten yapılan ve fırlatıldığı hız nedeniyle etki eden cisimler kolluk kuvvetlerinin ölümcül güç kullanmadan kişileri hareket edemez hale getirebilmesini ve verilen acı ile kişinin riayet etmesini amaçlamaktadır. Tıbbi çalışmalar bu tür cisimlerin başa ya da vücudun üst bölgesine isabet etmesi durumunda ölüm ya da ağır yaralanma tehlikesi barındırdığını göstermektedir. Bazı çalışmalara göre kadınların, gençlerin ve çocukların 
plastik ya da lastik cisimlerden özellikle kafatası, göz, beyin, akciğer, karaciğer ya da dalak gibi bölgelerden zarar görme riskleri erkeklere göre daha yüksek. Bu tür cisimlerin yaralanmalara neden olma ihtimali piyasada olan silahların doğru ya da güvenilir olmaması nedeniyle daha yüksek.46 Kolluk kuvvetleri nefsi müdafa ya da diğerlerini savunma durumlarında sadece onaylanmış müdahale araçlarını kullanmalı.47 Yakın mesafede ölüm ya da yaralanma riskini azaltmak için, kolluk kuvvetleri bu araçları kılavuzlarda belirtilen asgari en güvenli mesafeden kullanmalı. Kılavuzlar, daha az tehlikeli diğer alternatiflerde 
önlenemeyecek doğrudan hayati bir tehlike olmadığı sürece, bu tür araçların bundan daha yakın bir mesafede kullanımını ya da belden yukarı sıkılmasını yasaklamalı. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 1

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 1


İÇİNDEKİLER 

Giriş ............................................................................................................................5 
Uluslararası Af Örgütü’nün Gezi Parkı eylemlerine tepkisi ..............................................7 
Barışçıl toplanma hakkının ihlali.....................................................................................9 
Uluslararası ve ulusal hukukta barışçıl toplanma hakkının korunması ..............................9 
Yetkililerin Gezi Parkı eylemlerine tepkisi ...................................................................12 
Barışçıl gösteri hakkının keyfi bir şekilde ihlal edilmesi................................................13 
Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nda gösteri hakkının ihlal edilmesi .................................13 
Kolluk kuvvetleri tarafından hak ihlallerine yol açan güç kullanımı ...................................15 
İşkence ve kötü muamele konusunda uluslararası ve ulusal standartlar ve kolluk kuvvetleri  tarafından güç kullanımı...........................................................................................17 
Tazyikli su .......................................................................................................18 
Göz yaşartıcı gaz ve biber gazı spreyi ..................................................19 
Plastik ve gerçek mermi .....................................................................23 
Resmi olmayan gözaltı.......................................................................24 
Cinsel taciz .....................................................................................25 
Dövülme ........................................................................................27 
Polisin ihlallerine karşı cezasızlık........................................................35 
Faillerin tespit edilmesinin önündeki engeller ......................................35 
Resmi gözaltı prosedürleri dışındaki gözaltı uygulamaları .....................36 
Etkin soruşturma ve kovuşturma eksikliği...........................................36 
Eylemlere katılan ya da eylemleri düzenleyen kişilere yönelik gözaltılar, soruşturmalar ve yargılamalar .........................................................40 
Eylem alanlarındaki gözaltılar...........................................................41 
Eylemleri düzenleyenlerin hedef alınması ......................................... 42 
Yargılamalar ............................................................................... 43 
Eylemlerle ilgili haber yapan, göstericilere yardım eden ya da haklarını savunanlara yönelik 
saldırılar...................................................................................... 46 
Sağlık personeli ........................................................................... 47 
Revirlere baskın yapılması ............................................................. 47 
Revirleri yasaya aykırı gösterme çabaları......................................... 48 
Avukatlar.................................................................................... 48 
Gazeteciler ................................................................................. 49 
Sosyal medya kullanıcıları.............................................................. 50 
Sonuçlar ve tavsiyeler .................................................................. 51 
Türkiye yetkililerine tavsiyeler........................................................ 51 
Türkiye’ye toplumsal olaylara müdahale ekipmanı sağlayan ülkelere tavsiyeler ............... 53 
Ekler ......................................................................................... 54 
Ek 1: Gezi Parkı eylemlerinin kronolojisi ........................................ 54 
Ek 2: Türkiye’ye gösterilere müdahale ve ilgili ekipmanı sağlayan ülkeler .. 59 
Dipnotlar .................................................................................... 61 


GİRİŞ 

“Ne yazık ki, toplumun en temel demokratik ve insan hakkı olan taleplerinin barışçıl ve demokratik şekilde ortaya konmasına karşın iktidar şiddet, baskı ve yasakçı politikalarına devam etmektedir. Tek bir yurttaşımızın burnunun kanamadığı, gerilimlerin ortadan kalkarak demokratik taleplerin dillendirilebildiği bir toplumsal iklime bir an önce kavuşmak için yoğun çaba harcadığımızın bilinmesini isteriz.” 

Taksim Dayanışma Platformu’nun Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile görüştükten sonra yaptığı açıklama, 5 Haziran 20131 

“Biz birkaç tane çapulcunun, o insana gelip meydana gelip halkımızı tahrik etmesine seyirci kalmayız. Çünkü bu millet bize reyini verirken tarihimize sahip çık diye verdi.” 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2 Haziran 2013 

30 Mayıs günü, polis, İstanbul’da birkaç yüz kişilik çevreci bir grubun düzenlediği küçük bir eyleme biber gazı olarak bilinen göz yaşartıcı gaz kullanarak, şiddet uygulayarak ve göstericilerin çadırlarını yakarak müdahale etti. Eylemin amacına karşın yetkililerin gösterdiği bu aşırı tepki ilk kıvılcımı yakan olay oldu. 
Birkaç gün içinde, Türkiye’nin başlıca şehirlerinde on binlerce kişi sokaklara çıktı. Haziran ayının ortası itibariyle neredeyse Türkiye’nin 81 ilinin her birine yayılan “Gezi Parkı eylemleri”ne yüz binlerce kişi katıldı.3 

Gezi Parkı eylemleri İstanbul’un merkezinde geriye kalan son yeşil alanlardan biri olan Gezi Parkı’nın, Taksim bölgesinde yapılması planlanan kentsel 
dönüşüm projesi kapsamında yıkılmasına karşı uzun süredir devam eden bir kampanyanın bir parçası olarak başladı. Proje kapsamında 19. yüzyıl Osmanlı 
Topçu Kışlası’nın bir replikası ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği kadarıyla bir alışveriş merkezi ve cami yapılması planlanıyordu. Tepkinin 
doğmasına neden olan sadece parkın yıkılacak olması değil aynı zamanda dönüşüm kararının şeffaf olmayan bir şekilde alınmış olması. Birçok kişiye göre 
bu sadece kentsel dönüşüm projelerinin değil aynı zamanda muhalif görüşleri dinlemek konusunda isteksiz ya da bunlara saygı duymayan bir hükümetin 
genel bir özelliğini yansıtıyor. 

Yetkililerin Gezi Parkı’nda ilk toplanan grubun bütünlüğüne yönelik sert müdahalesi ve barışçıl toplanma haklarını zor kullanarak tamamen engellemesi ile eylemler hızla ülke geneline yayıldı. Genel olarak barışçıl gösterilerde polisin yaygın bir şekilde göz yaşartıcı gaz, tazyikli su, plastik mermi kullanması ve 
göstericileri dövmesi tepkiyi artırdı. 

Polis şiddetine ve hükümetin tavrına yönelik düzenlenen gösterilerin yeniden polis şiddeti ve hükümet tarafından sert sözlerle karşılanması bu durumun 
birkaç hafta içinde ülke geneline yayılmasına neden oldu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de dahil olmak üzere birçok yetkilinin hükümeti şiddeti 
durdurmaya çağırmasına rağmen, Başbakan, eylemlerin devam etmesi durumunda daha sert müdahale edileceği tehdidinde bulundu.4 Haziran ayı boyunca ve Temmuz ayının başlarında ülke genelinde düzenlenen büyük ve kapsamlı gösteriler, Temmuz ayı ortasında ve Ağustos ayında daha seyrek ve daha az katılımla devam etti. 

Gezi Parkı eylemlerinin en yoğun olduğu günlerde, yetkililer pasif de olsa herhangi bir gösteriye hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini gösterdi. 
Taksim Meydanı’nda tek başına sessiz bir şekilde eylem yapan kişiler bile “duran adam” olarak bilinen eyleme katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alındı. 
Temmuz ayında Başbakan göstericilerle dayanışmak için tencere tava çalmanın da suç sayılacağını söyledi. Türkiye’de geleneksel bir eylem biçimi olan tencere tavalara vurarak ses çıkarma yöntemine başvuranlardan en az birine dava açıldığı biliniyor.5 

Göstericilere yönelik şiddet devam ederken, haber yapmak amacıyla orada bulunan gazeteciler, yaralıları tedavi eden doktorlar ve savunma haklarını üstlenen avukatlar da gözaltına alındı ve keyfi bir şekilde kötü muamaleye maruz kaldı.6 Yetkililer, polisin göstericilere yönelik keyfi kötü muamelesini eleştirmek yerine, polis şiddetinden kaçan göstericilere kapılarını açan iş yeri sahiplerine tepki göstererek bunun cevapsız kalmayacağını söyledi ve Twitter ve Facebook gibi sosyal medya sitelerinin göstericiler ve onları destekleyenler tarafından mesaj iletmek için kullanıldığını söyleyerek bu siteleri kınayan 
açıklamalar yaptı.7 

Anaakım ulusal medya ise gösterilerle ilgili çok az haber yaptı. Birçok durumda hiç haber yapılmazken, yapıldığı durumlarda ise göstericilerin taleplerine yer verilmedi. CNN Türk’ün Türkiye genelinde eylemlerin devam ettiği ilk hafta içinde yayınladığı penguenlerle ilgili iki saatlik belgesel, göstericilerin ve genel olarak kamunun gözünde ulusal medyanın kendini sansür edişinin sembolü haline geldi. 

Gezi Parkı eylemleri ardında ağır yaralar da bıraktı. Türk Tabipler Birliği 15 Temmuz günü yaptığı açıklamada 10 Temmuz itibariyle gösterilerde 8,000’den fazla kişinin yaralandığını bildirdi.8 Ağustos ayının sonu itibariyle beş kişi ise hayatını kaybetti. Bu ölümlerin üçünün polisin aşırı güç kullanması nedeniyle yaşandığını gösteren güçlü kanıtlar mevcut.9 

İçişleri Bakanlığı 23 Haziran günü yaptığı açıklamada yaklaşık 4,900 kişinin gözaltına alındığını bildirdi. Ağustos ayının sonu itibariyle, polis eylemlere katıldıkları ya da eylemleri düzenledikleri gerekçesiyle birçok kişiyi gözaltına almaya ve sorgulamaya devam ediyordu. 

Gösterileri düzenledikleri gerekçesiyle suçlanan diğer kişiler gibi, 100’den fazla sivil toplum kuruluşu ve meslek grubunun oluşturduğu Taksim Dayanışma’nın önde gelen üyeleri hakkında da terörle mücadele yasaları uyarınca soruşturmalar açıldı. Diğer taraftan, polisin ihlale yol açan güç kullanımı ile ilgili iddiaların soruşturulması konusunda ise çok az ilerleme kaydedildi. Yetkililer tarafından acil adımlar atılmadıkça, polisin gücünü kötüye kullanması 
ile ilgili iddiaların adalet önüne çıkarılması uzak bir ihtimal gibi görünüyor. 

Yetkililerin bugüne kadar Gezi Parkı eylemlerine verdiği tepki birçok anlamda Türkiye’de uzun süredir devam eden insan hakları ihlallerinin bir uzantısı gibi görülebilir. Polis şiddeti kontrol edilmezken, barışçıl toplanma hakkı ihlal ediliyor, polis aşırı güç kullanımına devam ediyor ve meşru muhalif fikirlerin yargılanmasına devam ediliyor. 

Gezi Parkı eylemlerinin farkı, büyüklüğü ve kapsamı. Bu eylemler, bugüne kadar katılan kişi sayısı, iki aydan fazla bir süre devam etmesi ve ülke geneline yayılmış olması anlamında ayrı bir yer tutuyor. Eylemlere katılanların çoğunluğu 20’li yaşlarında ve daha önce herhangi bir siyasi eyleme katılmamış kişilerden oluşuyor. Birçoğu toplumun görece daha zengin kesimlerinden geliyor. 

Bu durum daha önce Kürtlerin hakları gibi daha hassas konularda eylem yapan kişilerin maruz kaldıkları insan hakları ihlalleri konusunda Türkiye’de çok daha 
geniş bir kesim içinde farkındalık yarattı. 

Her şeyden önemlisi, Gezi Parkı eylemleri, yetkililerin barışçıl toplumsal gösteri hakkına radikal bir şekilde daha farklı bir yaklaşım benimsemesi ihtiyacını göstermekte. Mevcut hükümet sokak eylemleri yoluyla ifade edilen farklı fikirleri hoşgörü ile karşılamayı öğrenmeli ve polisin yeterli eğitim almasını ve bu tür eylemlerde hukuka uygun bir şekilde hareket etmesini sağlamalı. 

ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ’NÜN GEZİ PARKI EYLEMLERİNE TEPKİSİ 

Uluslararası Af Örgütü, eylemlerin başladığı ilk günler boyunca, İstanbul ofisini gönüllü doktorların yaralılara ilk yardım müdahalesinde bulunabilmeleri için kullanıma açtı. Örgüt, ayrıca polis tarafından kullanılan yöntemleri ve göstericiler tarafından şiddet kullanılıp kullanılmadığını incelemek için İstanbul ve Ankara’ daki eylemleri izledi. Uluslararası Af Örgütü eylemlerin başından itibaren yetkilileri hak ihlallerine son vermeye çağıran ve ayrıca göstericilere barışçıl bir şekilde devam etme çağrısında bulunan açıklamalarda bulundu. Bu rapor için yapılan araştırmalar kapsamında, eylemlere katılan aktivistlerle, sivil toplum 
kuruluşlarının ve meslek gruplarının temsilcileriyle ve doktor, avukat ve gazetecilerle görüşüldü. Alan araştırması, Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları boyunca Ankara, Antakya, İstanbul ve İzmir’de gerçekleştirildi ve diğer şehirlerden kişilerle telefon görüşmeleri yapıldı. Uluslararası Af Örgütü eylemler ve yetkililerin tepkisi ile ilgili İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile de görüştü. 

Uluslararası Af Örgütü bu raporda Türkiye yetkililerini barışçıl toplanma hakkına saygı duymaya ve göstericilere ve diğer kişilere yönelik gereksiz, aşırı, keyfi ya da hak ihlaline yol açan güç kullanılmamasını sağlamak konusunda yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırmaktadır. Örgüt, yetkilileri, polis tarafından her türlü kötü muamele iddiasını etkin bir şekilde soruşturmaya ve sorumluları adalet önüne getirmeye çağırmaktadır. 
Uluslararası Af Örgütü ayrıca, yetkililere, eylemlere barışçıl bir şekilde katılan, barışçıl gösteri düzenleyen veya göstericilerin haklarını savunmak ya da eylemlere destek vermek için meşru eylemlerde bulunan bireylerin yargılanmamaları çağrısında bulunmaktadır. Uluslararası Af Örgütü sadece  barışçıl bir şekilde haklarını kullandığı için cezaevine konan kişileri düşünce suçlusu olarak değerlendirecektir. 

Uluslararası Af Örgütü, Türkiye yetkilileri biber gazı spreyi, göz yaşartıcı gaz ve plastik mermilerin usulsüz kullanımları konusunda etkin soruşturmalar yürütünceye ve insan haklarını ihlal edecek şekilde kullanımlarını durdurmak için etkin önlemler alıncaya kadar, bütün ülkelerin Türkiye’ye bu teçhizatın satışını durdurması çağrısında bulunmaktadır. 

 BARIŞÇIL TOPLANMA HAKKININ İHLALİ 

“Orada üç gün, dört gün, beş gün bunlar kaldı. Yurt dışından döndüm, baktım ki hala onlar orada duruyor, artık tahammül sınırlarını aşmıştı. İçişleri Bakanıma şunu söyledim: 24 saat içerisinde Atatürk Kültür Merkezi’ni temizleyeceksiniz. Meydanı temizleyeceksiniz ve anıtı temizleyeceksiniz, arkasından da Gezi Parkı’nı temizleyeceksiniz dedim. Diyorlar ki, polise talimatı kim verdi? Ben verdim, ben verdim, evet. İşgal kuvvetlerini mi izleyecektik? Dünya zil takıp oynasın diye bunu mu seyredecektik?” 

Başbakan’ın 24 Haziran 2013 günü Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) destekçilerine yaptığı konuşma.10 

Gezi Parkı eylemleri boyunca yetkililer defalarca ve keyfi bir şekilde barışçıl toplanma hakkını ihlal etti. Çoğunda eylemlerin neden engellendiği konusunda 
bir açıklama yapılmadı; yapıldığında ise uluslararası insan hakları hukuku ile uyumlu olmayan açıklamalar yapıldı. Polisin hak ihlaline yol açan güç kullanımı ya da göstericiler hakkında haksız yargılamalar gibi bu raporda belgelenen insan hakları ihlallerinin çoğu yetkililerin barışçıl toplanma hakkını tanımamasından kaynaklanmaktadır. 

ULUSLARARASI VE ULUSAL HUKUKTA BARIŞÇIL TOPLANMA HAKKININ KORUNMASI 

Barışçıl toplanma hakkı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Türkiye’nin taraf olduğu 1966 Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (MSHİUS) ve 1950 Avrupa İnsan Hakları ve Temel Haklar Sözleşmesi (AİHS) gibi birçok sözleşmede tanınmaktadır. 

Bu hak aynı zamanda Türkiye Anayasası tarafından da korunmaktadır. 

Barışçıl toplanma hakkı demokratik toplumlarda temel -hatta böyle bir toplumun temeli olarak görülen11- bir hak olarak tanınmaktadır ve diğer insan haklarının kullanılabilmesi için oldukça önemli bir yere sahiptir.12 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından birçok vakada dile getirildiği gibi, barışçıl toplanma hakkı hem kapalı toplantıları hem kamusal gösterileri, hem durağan toplantılar hem de yürüyüşleri kapsamaktadır ve bu hak hem gösterilere katılan bireyler hem de gösterileri düzenleyenler tarafından kullanılabilir.13 

Uluslararası hukuk uyarınca, barışçıl toplanma hakkına olağanüstü durumlarda dahi dokunulamaz. Bu hak ancak belli koşullar altında, belli nedenlerle kısıtlanabilir.14 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi barışçıl toplanma hakkının “demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal gu¨venliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve 
özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabileceğini” belirtmektedir.15 

Barışçıl gösterilerin uluslararası standartlara uygun bir şekilde düzenlenmesi konusunda detaylı bilgiler BM Barışçıl Toplanma ve Gösteri Yapma Özgürlüğü Özel Raportörü’nün raporlarında bulunabilir. Ayrıca, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT) ve Avrupa Konseyi’nin Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) Türkiye gibi AGİT’e üye ülkeler için barışçıl toplanma özgürlüğü konusunda kapsamlı bir kılavuz yayımladı.16 

Yetkililer, genellikle, göstericilerin işlediği iddia edilen şiddet içeren fiillere dikkat çekti ve önceden bildirimde bulunulmamasını, eylemlerin dağıtılmasına bir neden olarak gösterdi. Ancak, uluslararası insan hakları hukuku uyarınca bu nedenlerin hiçbiri toplanma hakkının engellenmesi için yeterli değil. 

Özel Raportör’ün de vurguladığı gibi, “Devletlerin uluslararası insan hakları hukuku uyarınca sadece barışçıl gösterileri korumak değil aynı zamanda da bu hakkın kullanılabilmesini sağlamak konusunda pozitif yükümlülükleri vardır... Önceden planlanmamış şiddet içeren ve suç teşkil edebilecek diğer fiiller nedeniyle, barışçıl bir şekilde eylem yapan kişiler, barışçıl toplanma hakkından mahrum bırakılamaz.”17 

Bu gereklilik AGİT Kılavuzu’nda da belirtilmektedir. Buna göre “bir gösteride küçük bir grup tarafından şiddet kullanılması (kışkırtıcı bir dil kullanılması da dahil), diğer türlü barışçıl olan bir gösteriyi doğrudan barışçıl olmayan bir gösteriye dönüştürmez ve herhangi bir müdahale tüm eylemi dağıtmaktan ziyade şiddet eyleminde bulunan kişilere yönelmelidir […] 

Dolayısıyla küçük bir grup göstericinin şiddet eylemlerinde bulunması bütün eylemin dağıtılması ile sonuçlanamaz. Bu tür durumlarda, bu küçük gruba müdahale edilebilir. Aynı şekilde eğer ajan provakatörler barışçıl bir gösteriye sızarlarsa, yetkililer tüm eylemi dağıtmak ya da eylemin kanuna aykırı olduğunu ilan etmekten ziyade bu ajan provakatörleri alandan ayırmak için gerekli adımları atmalıdır.”18 Kılavuzda ayrıca şöyle denilmektedir: “Bir eyleme 
katılan ve şiddet içeren bir fiilde bulunmayan kişiler, diğerleri düzen bocuzu ya da şiddet içeren fiillerde bulunsa bile yargılanmamalı”.19 

Göstericilerin toplumsal bir gösteri düzenleme niyetleri konusunda yetkilileri 
bilgilendirmemesi ile ilgili olarak, bildirim gerekliliğinin, izin verme süreci ile karıştırılmaması gerektiği hatırlatılmalıdır. 

Türkiye Anayasası’nın 34. Maddesi’ne göre, herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü du¨zenleme hakkına sahiptir ve toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.20 Anayasa’nın 90. Maddesi temel hak ve özgürlükler konusunda uluslararası hükümlerin esas alınacağını belirtir. Bu barışçıl gösteri hakkı konusunda uluslararası hukukun doğrudan uygulanması gereklililiğini getirmektedir.21 

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gösterilerle ilgili hem yetkililerin hem de göstericilerin uyması gereken kuralları düzenlemektedir. 22 Bu yasanın kısıtlayıcı doğası ve keyfi ve temelsiz bir şekilde uygulanması (bkz. Eylemlere katılan ya da eylemleri düzenleyen kişilere yönelik gözaltılar, soruşturmalar ve yargılamalar bölümü, sayfa 40) Türkiye’de barışçıl toplanma hakkının sağlanmasının önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. 

Yasanın 3. Maddesi’nde, herkesin önceden izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olduğu belirtilmektedir.23 Ancak 10. Madde’ye göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyen kişilerin, gösterinin amacı, zamanı ve yeri konusunda yetkilileri bilgilendirmesi gerekmektedir.24 23. Madde, toplantı ya da gösterilerin kanuna aykırı görüleceği durumları listelemektedir ve önceden bildirimde bulunulmaması durumu bu liste içinde yer almaktadır.25 Kanuna aykırı toplantı ve gösteriler, topluluğa dağılmaları uyarısının yapılmasının ardından gerekirse zor kullanılarak dağıtılır (24. Madde). 32. Madde’ye göre 
kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Toplantı ve gösteriyi düzenleyenler için ise ceza yarı oranında artırılır. 

Uluslararası insan hakları hukuku, bildirim gerekliliklerine izin vermektedir ancak bu tür gereklilikler barışçıl gösteri hakkını fiilen sınırlayacak şekilde detaylı ve külfetli gereklilikler dayatmamalı. AGİT Barışçıl Toplanma Özgürlüğü Kılavuzu’nda da belirtildiği gibi, ulusal mevzuatta, önceden bildirimin mümkün olmadığı durumlar için, bu gerekliliğin şart koşulmadığı istisnai durumlar açık bir şekilde ifade edilmelidir. Önceden bildirimin yapılmamasıyla ilgili makul nedenler sunulmamış olsa bile yetkililer barışçıl olduğu sürece kendiliğinden gelişen toplumsal gösterileri korumalı ve kolaylaştırmalı.26 

AİHM Türkiye’de barışçıl gösterilerin dağıtılması konusunda açılan davalarda defalarca önceden bildirim yapılmamasının, barışçıl bir gösteriyi engellemek için yeterli olmadığına kanaat getirdi. Önceden bildirimin yapılmadığı bir eylem ile ilgili açılan Oya Ataman/Türkiye davasında, Mahkeme, “toplanma özgürlüğünün temelinin korunabilmesi için, göstericilerin şiddet içeren herhangi bir fiilde bulunmadığı eylemlerde, yetkililerin barışçıl gösterilere belli bir dereceye kadar hoşgörü göstermesi gerektiğini” ifade etti. Mahkeme, “polisin eyleme zor 
kullanarak müdahale etmesinin orantısız olduğuna ve “kamu düzeninin bozulmasını önlemek için gerekli olmadığına” karar verdi ve dolayısıyla yasaların gerektirdiği gibi önceden bildirimde bulunulmamış olmasına rağmen, eylemin dağıtılmasının toplanma özgürlüğünü ihlal ettiğine” kanaat getirdi.27 

YETKİLİLERİN GEZİ PARKI EYLEMLERİNE TEPKİSİ 

Gezi Parkı eylemlerinin başlamasından bu yana yetkililer - münferit ya da küçük istisnalar dışında - ulusal ve uluslararası hukuk uyarınca güvence altına alınan barışçıl toplanma hakkını açık bir şekilde ihlal etti. Hükümet sıklıkla göstericilerin saiklerini, bütünlüklerini ve davranışlarını gözden düşürme arayışına girdi. Kamu görevlileri göstericileri “çapulcu” olarak niteledi ve gösterilerin arkasında marjinal ve hatta terörist grupların olduğu iddiasında bulundu. Yetkililer ayrıca sıklıkla, ağırlıklı olarak barışçıl eylem yapan ve hatta polisin gösterileri dağıtmak için kullandığı şiddet derecesi düşünüldüğünde oldukça barışçıl olan göstericileri şiddet kullanmakla suçladı. 

Barışçıl toplanma hakkının uluslararası ve ulusal hukuk tarafından tanınan bir insan hakkı olmasına rağmen, yetkililer Gezi Parkı eylemlerini bir an önce durdurulması gereken ve demokrasiyi tehdit eden bir durum olarak gösterdi.28 Bu iddia ülke genelinde gösterilerin dağıtılması ve yasaklanması için bir mazeret olarak kullanıldı. Aşağıda tartışıldığı gibi, Taksim Meydanı’nda yapılan eylemler dışında, yetkililer Gezi Parkı’ndaki göstericilerin toplanma haklarının engellenmesini nadiren gerekçelendirdi; uluslararası hukukta toplanma 
özgürlüğünün kısıtlanabileceği durumlara ise hiç referans verilmedi (bkz. bir önceki bölüm). 

Bir açıklama yaptıklarında ise polis ve yerel yetkililer genellikle eylemlere “izinsiz” oldukları gerekçesiyle müdahale edildiğini belirtti. Ancak, yukarıda aktarıldığı gibi Türkiye yasalarına göre toplumsal bir gösteri düzenlemek için bildirim zorunluluğu olmakla birlikte, bir onay süreci de bulunmamakadır. Bu gereklilik spontane bir şekilde düzenlenen gösterilerin tamamını “izinsiz” ve dolayısıyla yasa dışı gösterecek şekilde (en azından Türkiye’nin uluslararası hukuk uyarınca sahip olduğu yükümlülükleri doğrultusunda) uygulanamaz. 

Gösterilerin büyük çoğunluğu barışçıl olmakla birlikte, gösterici olup olmadığı belli olmayan, ya da provokatör olması muhtemel çok küçük bir azınlık polise taş, şişe ve farklı cisimler atmak ve kamu malına zarar vermek gibi şiddet içeren eylemlerde bulundu. Bu tür eylemler toplanma özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez ve polis, kamu güvenliğini sağlamak ve kamu malına zarar verilmesini önlemek için bu tür eylemlere müdahale edebilir. Ancak bu 
barışçıl çoğunluğun toplanma hakkına engel olmayacak şekilde yapılmalıdır. Gezi Parkı eylemleri boyunca, yetkililer münferit şiddet vakalarını kullanarak eylemlerin (zor kullanılarak) dağıtılmasını meşrulaştırmaya çalıştı. 

Ayrıca, Uluslararası Af Örgütü hem kendi gözlemlerine hem de gösterileri takip eden farklı kişilerden aldığı bildirimlere dayanarak, şiddet içeren eylemlerin, polisin barışçıl gösterileri engellemek amacıyla müdahale etmesinin ardından yaşanan çatışmalar sonucunda yaşandığına şahit olmuştur; yani şiddetin kronolojisi polis tarafından iddia edilenin tam tersiydi; polisin barışçıl gösterileri şiddet kullanarak dağıtması münferit şiddet vakalarının yaşanmasına neden oldu. Polisin gösterilerin herhangi bir engelle karşılaşmadan devam etmesine izin verdiği az sayıda durumda ise eylemler herhangi bir şiddet olayı yaşanmadan ya da kamu malına zarar verilmeden devam etti. Bu durum da göstericilerin şiddet kullandığı ve etrafa zarar verdikleri iddialarını geçersiz kılmaktadır. 

Küçük ya da kitlesel gösterileri şiddet kullanarak dağıtmaya çalışmalarının yanı sıra, yetkililer insanların en pasif eylem biçimlerinde yer alma hakkına bile engel olmaya çalıştı. Bunlar arasında “duran adam” eylemi, tencere ve tavalara vurmak ya da futbol maçlarında slogan atmak gibi eylemler bulunmakta.29 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

5 Ocak 2019 Cumartesi

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi, BÖLÜM 4

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi,  BÖLÜM 4 


            Şimdi bugün barış derken açık açık PKK ile müzakereler ile elde 
edilecek “kirli barış” karşılığında Türkiye’nin AKP eli ile vereceklerimizi 
sıralayalım.

            1) Öcalan kısa bir süre sonra  serbest kalarak BDP’nin genel 
başkanlığını üstlenecek ve muhtemelen adına eyalet denilecek olan federal 
bölgenin valisi olacak.           

           2) Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan vs bütün PKK liderleri 
Kandil’den Diyarbakır’da zafer kazanmış komutanlar gibi girecek ve kısa bir süre 
sonra Ankara sokaklarında görülecekler.

            3) Adına demokratik özerklik denmeden Büyükşehir belediyeleri 
yasasında valinin seçimle geleceğine dair bir değişiklik yapılacak, kaynakların 
kullanımı üzerinde Ankara’nın denetimini düzenleyen madde kaldırılacak, Türkiye Avrupa Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldıracak, federasyon adı 
konulmadan federal sisteme geçilecektir. Bu kısa süre devam edecek süreci eyalet sistemine geçiş izleyecek.

           4) Kürtçe eğitim yasalar ile düzenlenecek.

           5) Anayasada Türk Milleti kavramının yer almaması çok büyük bir 
ihtimaldir. 
Alsa bile anlamını yitirmiş, içi boşaltılmış ve ilk fırsatta değiştirilebilir olacaktır. Türkiye’de iki milletin varlığı fiilen kabul edilmiştir, büyük bir ihtimal ile hukuken de kabul edilecektir. 

           6) Türk bayrağı, Türkiye bayrağına, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye 
Silahlı Kuvvetlerine, Türk Milli takımı, Türkiye milli takımına dönüştürülecektir.

               Bütün bu adımlar Türkiye’nin ilk sarsıntıda parçalanmasının temellerini atacaktır. Ülkemizin doğusu ve batısı arasında büyük bir gerginlik doğacak, karşılıklı şüpheler gelişecektir. Henüz durumun tam anlamı ile farkında 
olmayan Türk Milleti “acının sonradan çıktığını” görecektir.

Bu düşünce ve duyguların iç muhalefet duygusundan kaynaklanmadığının, başka yerlerden de böyle göründüğünün en açık göstergelerinden birisi Taşnak Partisi Erivan temsilcisi KiroManoyan’ın kısa bir süre önce yaptığı şu açıklamadır: “Ermenistan’ın iade edilmesini istediği topraklar şu anda Türklerin egemenliği altında. Yarın bizim iade edilmesini talep ettiğimiz topraklar Kürtlerin eline geçerse onlardan geri vermelerini talep ederiz. Bölgemizde gerçekleşebilecek köklü değişimleri seyirci olarak izleyebileceğimiz gibi, gidişatı yönlendirmek elimizde. Gelişmeleri yakından takip ederek hareket etmeliyiz.”

             Bu çerçevede Kültür Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’den ayrılan 
Ermenilere yapmış olduğu geri dönün çağrısı bir başka anlam mı kazanmaktadır? Bu meşru bir sorudur. Ömer Çelik Agos gazetesine verdiği demeçte şöyle demektedir: 
“Çağrı yaptıklarımıza şöyle dedik: Unutmayın ki, sizin yaşadığınız acıların 
yakın zamanda benzerini yaşamış bir kadro yönetiyor Türkiye’yi.”[20]

              Üstelik PKK ortadan kalkacak mı?Aysel Tuğluk bu soruya şu cevabı 
verdi: “En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde 
PKKda çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı. İran’da yakın 
gelecekte tekrar silahlı.” Bu açıklamadan çıkaracağımız sonuç şudur. Kandil, 
cephe gerisi Türkiye’ye taşınacak ve Suriye ve İran yeni cepheler olacak. PKK 
Türkiye’nin başını belaya sokmaya devam edecektir. 

       BÖYLE OLMAK ZORUNDA MI? 

      AKP iktidarı 2002 sonu/ 2003 başında terörün bitme noktasına geldiği bir 
Türkiye devralmıştır. Öcalan, İmralı’nın derinliklerinde unutulmuştu. PKK, Kuzey 
Irak’ta Türkiye tarafından desteklenen KYB ile çatışma içinde idi.  Bugün, 2013 
başında Türkiye’yi yendiğini düşünen, Kuzey Irak’taki gücüne Kuzey Suriye’yi 
eklemiş bir PKK, AKP’yi 10 yıldan bu yana iktidarda tuttuğunu düşünen bir 
Öcalan, morali bozulmuş, çatışma isteği kırılmış, yargılanan ve sorgulanan bir 
Türk Ordusu ve PKK’yı yenme inancına ve iradesine sahip olmayan bir AKP Hükümeti vardır. 10 yılın sonucu budur.  

         PKK ile müzakere Türkiye’yi etnik bir cehenneme, bölünmeye götürecek 
tek yoldur. Çünkü Öcalan ve PKK insan hakları ve demokrasi mücadelesi değil, 
toprak ve egemenlik mücadelesi vermektedir.  Türkiye müzakereler ile bu yola 
girmiş ve düşünüldüğünden daha hızlı ilerlemektedir.

         Oysa PKK ile müzakere tek yol değildir. Türkiye, PKK ile müzakere 
etmeden de PKK’yı aşabilir. Türkiye’nin PKK ile yapacağı tek görüşme örgütün 
teslim görüşmeleri olmalıdır. Bu noktaya ulaşılması kolay değildir ancak bu 
hedef uğrunda verilecek mücadeleye değer. 

          Terör örgütleri ile müzakere eden devletler müzakerelerden bir hayır 
görmemişlerdir. IRA ile masaya oturan İngiltere, birliğini korumak konusunda 
nasıl zaaf içinde olduğunu göstermiştir. Bu zaaf bugün İskoçya’nın İngiltere’den 
300 sene birlikten sonra ayrılması sürecini tetiklemiştir. Gelecek 10 yıl içinde 
Kuzey İrlanda’da İngiltere’den kopacak ve İrlanda Cumhuriyeti ile birleşecektir. 
ETA ile görüşmelerde Bask’ın İspanya’dan ayrılma sürecini durdurmamıştır. Bugün Katalanlar da güçlü bir şekilde İspanya’dan ayrılmak istemektedirler. Özetle, terörle müzakere terör örgütüne teslim olmak demektir. AKP bugün terör örgütüne teslim olmuştur.

         Türkiye PKK terörünü aşabilecek güçte bir ülkedir. Bunun için gereken 
iktidarda PKK’yi yenme ve aşma konusunda kararlı ve bilgili kadronun olmasıdır. 
Terörle mücadele bir irade savaşıdır. Terör örgütü Türkiye’yi yenemeyeceğini 
bilir. Ancak Türkiye’yi yöneten kadroların iradesi zayıf olur ise örgüt istediği 
sonucu alır.

          Terörle mücadelede sert güç unsurları ile yumuşak güç unsurları 
birlikte kullanılmalıdır. Sert güç, asker, polis, istihbarat ve yasaların etkili 
bir şekilde kullanmasının oluşturduğu güçtür. Yumuşak güç ise sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik olmak üzere diğer güç unsurlarıdır.  Bu iki güç unsurunun birlikte kullanılmasına “akıllı güç” kullanımı denilir. PKK akıllı güç ile 
aşılabilir.  PKK ile mücadele sürecinde devletin üç hedefi olmalıdır. İlk iki 
senede,

1) PKK terör örgütünün çatışma iradesini kırmak,

2) Halkı terör örgütünün baskısından kurtarmak ve

3) Bu iki seneyi, bölgesel ve milli rehabilitasyon dönemi izlemelidir. Çünkü 
terör örgütü, hem Güneydoğu Anadolu bölgesinde insanlarımıza hem de bütün 
yurdumuza çok ağır zararlar vermiştir. Bunların aşılması için bir zamana ihtiyaç 
olacaktır. Bu noktada çok boyutlu, entegre ve milli bütünlüğümüzü tekrar 
sağlayacak bir proje gerçekleştirilmelidir.

          “PKK’yi son bir adam kalıncaya kadar mı öldüreceksiniz?” şeklinde 
sorular ortaya atılıyor. İnsanlık tarihinde hiç son adamın öldürülmesi ile biten 
savaş yoktur. Yenilgi direnme iradesinin ortadan kaldırılmasıdır. Bir terör 
örgütünü yenmek için,

1) Terör örgütünün hareket alanı ve eylemleri minimuma indirgenir.

2) Çatışmanın ekonomik kaynaklarının ortadan kaldırılır veya etkili bir şekilde 
azaltılır.

3) Çatışmayı sürdüren lider kadroları yok edilir.

4) Çatışmada kendisini destekleyen ülkelerin veya çevrelerin desteğinin kesilir.

5) Ve en önemlisi, devleti yenemeyeceğini, verdiği mücadelenin umutsuz olduğunu görmesi ile yenilir.

               PKK bu şekilde yenilir. Şimdi bu beş ilkeyi aşağıda daha geniş 
bir şekilde açıklayalım.

              1) PKK’nın bütün eylemleri Kuzey Irak’tan, Türkiye-Irak sınırının 
Irak tarafındaki 5-25 kilometrelik bir bölgeden kaynaklanıyor.Batıdan doğuya 
Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk bölgeleri Türk Ordusu 
tarafından işgal edilmelidir. Türk Ordusu bu bölgede bir tampon bölge yaratarak 
yerleşmelidir. Sınırın Türkiye tarafında ise Şırnak-Hakkari-Van illerinde sınıra 
25 kilometre olan bütün yerleşim yerleri boşaltılmalı ve insansızlaştırılmalı dır. 
Böylece PKK ile Türkiye arasında 50 kilometrelik bir alan oluşacaktır. 
Türkiye içine sızmalar ortadan kalkacak. Bu süreçte, mücadelenin şiddetini yükseltip, profili düşürülecektir. Terörle mücadelede yoğun ileri askeri teknolojiler kullanacaktır. Terörle mücadelede TSK’yı mümkün olduğunca geri plana çekip, Jandarmanın terörle mücadelede uzmanlaşmış kadrolarını daha da etkili bir şekilde takviye ederek, alan hakimiyeti tekrar kurulmalıdır. Kandil Dağı ile  Türk Özel Kuvvetleri’nin ve Türk Hava Kuvvetleri’nin tatbikat alanı haline getirilmelidir.

             2) Terör finanse edilebildiği sürece devam eder. Terörle mücadelede 
özel kuvvetler kadar önemli olan bir güç de terörle mücadelede uzmanlaşmış 
finans uzmanları ile gümrük uzmanlarıdır. Hakkari-Van ekseninden başlayarak, 
PKK’nın bütün ekonomik kaynakları kesilmelidir.

             3) Türkiye PKK’nın dağdaki elemanlarını değil,  dünyanın değişik 
yerlerindeki lider kadrolarını hedeflemelidir. Öcalan’ı yakalayan, Sakık’ı 
yakalayan Türkiye, isterse Karayılan’ı, Kalkan’ı, Bayık’ı da yakalayabilir veya 
öldürebilir. Türkiye şimdiye değin bunu neden yapmamıştır? Çünkü, uzun yıllardan bu yana Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, PKK liderlerinin öldürülmesi durumunda PKK’nın da kendilerini hedef alacağını düşünerek, korkmuş ve Türk devletinin elini ayağını bağlamışlardır.

         4) PKK’ya dolaylı ve dolaysız destek veren ülkeler yıldırılmalıdır.

         5) Sonuçta PKK, Türkiye’yi yenemeyeceğini anlayacaktır. Lider 
kadrolardan yakalanmayanlar veya canlı kalanlar, Türkiye’nin şartlarını sormak 
için Ankara’ya müracaat edeceklerdir.

          Sonuç

           İçinden geçtiğimiz günler de MHP’li, CHP’li, AKP’li ve diğer 
partilerden bütün yurttaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti devletine sahip çıkma 
zamanıdır.

          Böyle bir zamanda yapılabilecek en kötü şey “elimden ne gelir?” diye 
hiçbir şey yapmadan oturmaktır. Türk Milleti Sakarya Savaşı öncesinde elindeki 
avucundaki her şeyi ayni ve nakdi, Eskişehir-Kütahya muharebelerinde yenilerek geri çekilen Türk Ordusu’nu yeniden inşa etmek için Ankara Hükümetine vermektedir.

           Bundan sonrasını Turgut Özakman’ın “Çılgın Türkler” kitabından 
okuyalım: “EMİRDAĞ KAYMAKAMI vakit geçirmeden İlçe Vergi Kuru­lunu kurdu.Kurul kaymakamın odasında toplandı.Kurul üyeleri bu hayati sorumluluğun altında ve halktan iste­nen özverinin büyüklüğü karşısında sersemlemişlerdi. Üyelerin çoğu ümitsizdi. Kaymakam halkın nasıl davranacağını kestiremediği için yalpalıyordu. 

Emirde, "Kurullara her şey makbuz karşılığı teslim edi­lecek, ne teslim 
edilmişse bedeli ilerde ödenecek" deniyordu ama acaba halk inanır mıydı 
buna?Anadolu, Osmanlı tarihçilerinin 'büyük kaçgun' adını verdikle­ri on yedinci 
yüzyıl sonundaki kargaşa döneminden beri devlete gü­venmez olmuştu. Can ve mal güvenliğini sağlayamayan devlet, eşkı­yanın yağmaladığı köyleri bir de vergi 
almak için kendi zorlayıp inletmişti. Bu yüzden birçok büyük, bayındır, zengin 
köy parçalanmış, köylüler kel tepelere, kuytu vadilere, orman içlerine göçmüş, 
böyle­ce devletin ve eşkıyanın gözünün önünden, elinin altından, yolunun 
üzerinden kaçmıştı. Kaçamadığını anlaması uzun sürmeyecekti. Eski devlet bugüne kadar, bir şey vermeden, mal ve can vergisi isteye gelmişti. Şimdi yeni devlet de istiyordu.

 Bunları konuşurlarken birden odanın kapısı küt diye ardına ka­dar açıldı. 
Kapının çerçevesi içinde Emirdağ'ın delisi Battal belirdi. Bağırdı:

" Selamünaleyküm!"

 Kaymakam öfkelendi:

" Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık dışarı!"

" Kızma beyim, biliyorum, onun için geldim. Duydum ki Kemal'in askeri çıplakmış. 
Allah şahidimdir üzerimdekinden başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir."

 Yaklaşıp masanın üzerine bir çift ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp 
odanın ortasında bıraktı:

" Aha bunlar da çarıklarım. Haydi kolay gelsin!"

 Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı.

 Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki. Kaymakam, "Halktan kuşku­landığımız için 
tövbe edelim beyler.." dedi, "..Deli Battal gibi bir ga­ribin bile yüreği 
köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak demektir. Hız­lanalım.”

Evet, içinden geçtiğimiz dönem Türk Milletine söylenen “PKK’ya taviz vermedik” 
yalanı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin federalleştirilerek Güneydoğu 
Anadolu’da federe bir PKK Kürdistan’ı kurmasürecinin hızla ilerlediği bir 
dönemdir. Bu projenin destekleyicileri arasında dışarıda ABD vardır, AB vardır, 
içeride bütün ekonomik, politik, medyatik gücü ile AKP iktidarı vardır.

        Böyle bir güç ittifakı karşında tek başına MHP’nin mitinglerinin, 300 
aydının imzasının ve toplantılarının, CHP’nin karşı çıkışlarının, Türk Ocakları 
şubelerinin konferanslarının sonuç alma şansı yoktur. Böyle bir güç ittifakını 
yenecek kuvvet ancak Türk Milletinin anayasasını korumak, milli birlik ve 
beraberliğini savunmak için ayağa kalktığı zaman ortaya çıkacak güçtür. Her 
yurttaş, partilerden, derneklerden, hiç kimseden bir şey beklemeden bir şeyler 
yapma arayışı ve çabası içinde olmalıdır. Herhangi bir örgüt, parti, önderlik 
yapacak birisini beklemeden herkesin tek başına yapabileceği demokratik 
muhalefet girişimleri vardır.

Nasıl mı?

        1) Süreci mümkün olduğunda yakından ve değişik kaynaklardan izleyin ve 
bilgilenin. Sanal ortamda veya gerçek yaşamda süreci birlikte izleyeceğiniz bir 
grup oluşturun. Böylece daha fazla bilgi akışı, gözden fazla bir şeyin kaçmaması 
gibi bir fayda ortaya çıkacaktır. Üstelik bu tür temaslar sağlıklı gerekçeler 
üretmenize yardımcı olacaktır.

        2) Kafası karışık bir arkadaşınıza gerçeği anlatın. Unutmayın, siz ona 
gerçeği bir kez anlatacaksınız ancak ona değişik kaynaklardan yalan yüzlerce kez anlatılacak. Hemen anlamasını, kabul etmesini beklemeyin. Size karşı çıkar iken ileri sürdüğü gerekçeleri teker teker sabırla çürütün. Kavga eder gibi, onu 
yenmek amacı ile değil, onu kazanmak adına yapın bunu. Olmuyor demeyin ısrar edin. Kazandığınız herkes müzakere ve teslimiyet cephesinden alınmış Türk Milleti adına kazanılmış bir kişidir.

        3) Kafası karışık bir komşunuzun evine akşam ziyaretine gidin ve 
doğruları ikna oluncaya kadar gidip gelerek izah edin. Unutmayın sizinle benzer 
düşünenler ile bu meseleyi tartışmanızın bir faydası yok mesele kararsız, kafası 
karışık veya kafası çelinmiş olanları ikna etmek, gerçeği göstermektir.

       4) Televizyon kanallarının tek yanlı yayınlarını protesto edin ve telefon 
ederek protestonuzu bildirin. Her evden bir telefon gitse telefonlar kilitlenir. 
Başka kim yapar ki demeyin. 300 aydın imza attı yer yerinden oynadı. Bazen küçük bir telefon çevirme hareketi önemli sonuçlar doğurabilir.

        5) Köşe yazarlarına e posta atın, mektup yollayın, telefon edin. 
Görüşlerinizi soğukkanlı ancak ısrarlı ve kararlı şekilde anlatın.

        6) İlinizin milletvekillerini özellikle de AKP milletvekillerini arayın 
ve endişelerinizi anlatın.

       7) Twitter ve facebook çok etkili bir şekilde kullanılabilecek iki sosyal 
medya aracıdır. Bu araçlarda düzenlenecek ve bir süre sonra tekrar 
canlandırılacak kampanyalar ile kamuoyu uyanık tutulur. Twitterda T.C. 
kampanyası hükümeti geri adım atmaya zorlamıştır.

        8) Milli sivil toplum örgütleri tarafından düzenlenen konferans ve 
panellere muhakkak gidilmeli ve giderken  yanınızdakonuya uzak bir arkadaşınızı muhakkak götürmelisiniz.

        9) Yaşananları anlatırken, çelişkileri gözler önüne serin. Örneğin, 
Başbakan Erdoğan Suriye’de Esad’ın bebek katili olduğunu ve Allah’ın 
intikamından kaçamayacağını söylüyor. Öte yandan kendisi Türkiye’de akil adamlar aracılığı ile Öcalan’a “bebek katili” demeyin telkininde bulunurken, Öcalan ve PKK ile helalleşmeden bahsediyor.

      10) Yaşananları anlatırken, sorular sorun. “Pazarlık yok deniliyor peki PKK 
neden çekiliyor? Öcalan serbest kalmadan terörü neden bitirsin?” veya 
Erdoğan, Balıkesir’de genel af yok ancak devlet kendisine karşı işlenen suçları affedebilir diyerek neyi kastetti? Öcalan devlete karşı suçlardan içerde değil mi?” sorulabilecek bir başka soru, “Başbakan neden eyaletlerin kurulması gerektiğinden bahsetti ve Osmanlı’da da Kürdistan diye eyalet vardı açıklamasını yaptı? Acaba yine Kürdistan diye bir eyalet mi kurulması hedefleniyor?” Bu ve benzeri soruları çoğaltarak sorun. Bırakın karşınızdakiler cevaplasın.

      Gün Milli Demokratik direniş ve mücadele günüdür.

[1] İsmail Hakkı Danişmend, Tarihi Hakikatler, Tercüman tarih ve Kültür yayınları, I, Birinci Cilt, İstanbul 2002, s.201

[2] Sadi Somuncuoğlu, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Hangi Milletin Devleti, Milli Düşünce Merkezi yayınları, Ankara 2012, s.14

[3] Suna Kili-Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985, s.96’dan nakleden, S. Somuncuoğlu, age, s.18

[4] İHA, 5 Mayıs 2013

[5] Sadi Somuncuoğlu, Devletlerimiz ve Anayasalarımız, Milli Düşünce Merkezi, Ankara 2013, s.13

[6] Taraf, 3 Mayıs 2013s

[7] Taraf Gazetesi, 11  Mart 2013

[8] Sözcü, 28 Nisan 2013, Necati Doğru, “Dün kan akıtıcı, bugün yeni devlet adamı”

[9] Sözcü, 30 Nisan 2013, Emin Çölaşan, “Terörist konuştu”

[10] Vatan, 30 Nisan 2013, “Ankara’yı gerecek 3 şart”

[11] Taraf, 23 Nisan 2013

[12] Star, 1 Mart 2013

[13] Hürriyet, 4 mayıs 2013, “PKK ne zaman silah bırakır bilmiyorum”

[14] Sözcü, 12 Mart 2013

[15] Hürriyet, 4 Mart 2013, “Öcalan özgür olacak”

[16] Taraf, 11 Mart 2013, “Neşe Düzel ile söyleşi:Sansür sürerse çözüm olmaz”

[17] Cumhuriyet, 4 Mart 2013, “Af gündemde mi?”

[18] Taraf, 11 Mart 2013

[19] Sözcü gazetesi 19 Nisan 2013

[20] nakleden Yeniçağ, 26 Nisan 2013, “Kürt-İslamcı Bakan, Türklüğü hedef aldı”

Turan / Turan / 16 Mayıs 2013 - 12:21
Çok Teşekkur ve tebrik ederiz sayın Özdağ. Allah razı olsun kalemine yüreğine sağlık.

  Vatan için birlik olalım , oyunlara gelmeyelim. / Bayram EKİNCİ / 14 Mayıs 
  2013 - 13:17

  Türkiye üzerinde son yıllarda oynanmak istenen ve gerek yönetimi , gerekse 
  halkın birlik ve beraberliğini karamsarlığa sevk eden oyunlar ve düşünceler 
  ,bu tür gerçek düşünce ve belgeler sayesinde gün yüzüne çıkmıştır. 

Artık İKTİDAR ' a kimse inanmaz

 MHP ne yapıyor / nebi dinç / 10 Mayıs 2013 - 14:04

  Allah aşkına sizler boş durmuyorsunuz da şu MHP ne yapıyor sadece mitingle 
  olmaz, her TV çıkışlarında mutlaka bunları ekranlardan sormalı

Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Büyük İtiraf Geldi: AKP Toprak Verdi 
  Türkiye Musul’a Girecek mi ? 
  Öcalan'ın 10 Maddesinin Genel Seçimler İle İlgisi 
  HOCALI SADECE HOCALI DEĞİLDİR - Türk Katliamının Son Durağı Hocalı 
  Suriye’de Toprak Kaybetmedik, Peki Ege’de 
  Kesnizani Tarikatı veya Büyük Bir Örtülü Operasyon 
  Ortadoğu’da Bir Yeni Yenilgi: Süleyman Şah’tan Geri Çekilme 
  Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor? 
  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 
  Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, saat 20:00'de Habertürk TV'de Enine Boyuna Programı'nda...  
  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu Şekillendirme  Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 
  Jandarma Genel Komutanlığı Türkiye'ye Lazım 
  Tunceli’de Ne ve Neden Oldu? 
  Politikleşmiş İstihbarat ve Milli Güvenliğe Etkisi 
  Mustafa Kemal Atatürk ve Aleykümselam- Rahmetle Anıyoruz... 
  Türkiye’nin Önünde Başka Seçenek Yok mu? 
  Türkiye’nin Önündeki Seçenekler: PKK’nın Ezilmesi, İç Savaş, Bölünme, Askeri Müdahale 
  PKK Konusunda Meselenin Özünü Konuşmak 
  PKK Neden Sivil Kıyafetli Askerlerimizi Şehit Ediyor? 
  AKP, PKK İle Değil Jandarma İle Mücadele Ediyor 
  ABD-PKK Askeri İşbirliği Ne Anlama Geliyor? 


Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
 Tel: +90 312 489 18 01 | 
Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | 
Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: Mahmut ÖZDEMİR


***