21 Mart 2015 Cumartesi

Çözüm Süreci., Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kardeşim ne Kürt sorunu ya







  Çözüm Süreci.,  Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kardeşim ne Kürt sorunu ya

15.03.2015

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkede artık Kürt sorunu olmadığını savunarak, "Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Neyin eksik senin. Bir Kürt olarak sen bu ülkede Cumhurbaşkanı oldun mu? Oldun. Başbakan çıkardın mı? Çıkardın. Bakan çıkardın mı? Çıkardın. Devletin en üst kademelerine yönetici gönderdin mi, gönderiyor musun? Var. Türk Silahlı Kuvvetlerinde var mısın? Var. Ne istiyorsun daha, ne istiyorsun?" serzenişinde bulundu.
İşte Erdoğan'ın o Sözleri:

"KARDEŞİM NE KÜRT SORUNU YA!"


"KARDEŞİM NE KÜRT SORUNU YA!"



"40 çürük yumurtadan bir sağlam yumurta çıkmaz. Hala bunlar buradalar, böyle yürünmez. Ülkeye zarar veriyorsunuz. Karşımızda tüm umudunu sokak olaylarına, Vandalların eylemlerine bağlamış bir hastalıklı zihniyet var. Buralarda bizim terörle mücadelede neler kaybettiğimiz belli. Eğer biz bu kayıplara uğramamış olsaydık, bugün çok çok farklı yerde olacaktık. Şimdi varsa bakıyorsun, Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok. 2005'te Diyarbakır konuşmamda açıkladım. Her etnik unsurun kendine has sorunları var. Dün Roman kardeşlerime de söyledim, Türk'ün de Roman kardeşlerimin de sorunu var, Boşnak'ın da sorunu var, Laz'ın da sorunu var. hepsinin sorunu var.

"BİZDEN FARKLI NEYİNİZ VAR, HER ŞEYE SAHİPSİNİZ"




Kardeşim neyin eksik senin. Bir Kürt olarak sen bu ülkede Cumhurbaşkanı oldun mu? Oldun. Başbakan çıkardın mı? Çıkardın. Bakan çıkardın mı? Çıkardın. Devletin en üst kademelerine yönetici gönderdin mi, gönderiyor musun? Var. Türk Silahlı Kuvvetlerinde var mısın? Var. Ne istiyorsun daha, ne istiyorsun?

Yol yoktu yolunuzu yaptık, havaalanı yapıyoruz yaptırtmıyorlar. İş adamlarının, müteahhitlerinin makinalarını yakıyorlar. E niye yakıyorsun? Iğdır'a yaptık, Ağrı'ya yaptık, Kars'a havalimanı. Bu devlet bir ayrım yaptı mı? Kardeşlerim dert başka. Biz ret politikalarını ayaklarımızın altına aldık. Biz asimilasyon politikalarını ayaklarımızın altına aldık. Çünkü biz şunu söyledik, yaratılanı yaratandan ötürü sevdik, seviyoruz, seveceğiz. Başbakanken de Türk'e kardeşim dediğim gibi Kürt'e de kardeşim dedim, Laza da kardeşim dedim, bugün de öyle




Erdoğan Balıkesir'de konuştu: 

Türk'ün ne kadar sorunu varsa, Kürt'ün de o kadar sorunu var
15 Mart 2015

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Balıkesir’de toplu açılış töreninde halka seslendi. 
Erdoğan: Onlar Müslümanları öldürebilir. Biz her zaman mağdurların yanında olacağız. 
Bizim medeniyetimizin olduğu yerde soykırım da olamaz, ırkçılık da olamaz. 
Bizim medeniyetimizin olduğu hiçbir yerde DAEŞ olamaz, Boko Haram olamaz. 
Bu ülkede hiçbir zaman Kürt diye bir sorunumuz olmadı. Ama kasıtlı olarak gündemde tutuyorlar.  
Türk vatandaşımın ne kadar sorunu varsa Kürt vatandaşımın da o kadar sorunu var. 
Türkiye’yi yıllardır Kürt sorunuyla meşgul ediyorlar. Bu nedenle 40 bin kişi katlediyorlar. 
Hakkari Havalimanı’nı onlara rağmen, bölücü terör örgütüne rağmen yapacağız. 
İstemeseler de yapacağız. Batı’da ne varsa Doğu’da o olacak.Asimilasyon politikalarını yıktık. 
Biz 80 milyonun tamamını Allah için sevdik. Kürt sorunu diye bir şey yok. Bize siyasi Kürtçülük yapmayın" diye konuştu

http://webtv.hurriyet.com.tr/haber/erdogan-turk-un-ne-kadar-sorunu-varsa-kurt-un-de-o-kadar-sorunu-var_108599


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Balıkesir’de toplu açılış töreninde halka seslendi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının satır başları şöyle:

Onlar Müslümanları öldürebilir. Biz her zaman mağdurların yanında olacağız. Bizim medeniyetimizin olduğu yerde soykırım da olamaz, 
ırkçılık da olamaz. Bizim medeniyetimizin olduğu hiçbir yerde DAEŞ olamaz, Boko Haram olamaz.

    ERDOĞAN: KARDEŞİM NE KÜRT SORUNU YA

Bu ülkede hiçbir zaman Kürt diye bir sorunumuz olmadı. Ama kasıtlı olarak gündemde tutuyorlar.  
Türk vatandaşımın ne kadar sorunu varsa Kürt vatandaşımın da o kadar sorunu var. Türkiye’yi yıllardır Kürt sorunuyla meşgul ediyorlar. 
Bu nedenle 40 bin kişi katlediyorlar. Hakkari Havalimanı’nı onlara rağmen, bölücü terör örgütüne rağmen yapacağız. İstemeseler de yapacağız. 
Batı’da ne varsa Doğu’da o olacak.


Asimilasyon politikalarını yıktık. Biz 80 milyonun tamamını Allah için sevdik. Kürt sorunu diye bir şey yok. Bize siyasi Kürtçülük yapmayın.

Yeni Türkiye’ye, yeni anayasaya hazır mıyız? Başkanlık sistemine hazır mıyız? İşte bütün bunlar için yapılacak çalışma 400 vekil. 
Yeni anayasa ile başkanlık sistemine geçilirse o zaman mesafe kat edebiliriz.  400 milletvekili ile yeni Türkiye’nin temelleri atılsın. 
Yeni anayasa yapılsın ki başkanlık sistemine geçilsin. Yeni Türkiye ve yeni anayasa için çok farklı bir yürüyüş yapmamız lazım.

Değişen dünyada Türkiye’nin yerinde kalması düşünülemez. Şimdi yeni Türkiye’yi inşa etmenin zamanı. 
Eski Türkiye alışkanlıkları ile birlikte geride kaldı. Ben diyorum ki gelin bu yorgun sistemi değiştirelim. 
Yeni Türkiye yolunda yeni bir anayasa yapalım ve başkanlık sistemine geçelim. Başkanlık sisteminde denetim mekanizması mevcut sistemden 
daha güçlü.

Muhalefet başkanlık sistemini istemiyor. Başkanlık sisteminde milletin karşısına çıkıp projelerini anlatma ve sonrasında hesap verme var. 
Ben sıradan cumhurbaşkanı olmadığımız ilk günden söylemiştim. 7 Haziran seçimleri ülkemiz için büyük bir fırsat.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28458939.asp


NABZA  GÖRE  ŞERBET


Balıkesir'de 'neyiniz eksik' diyen Erdoğan, Kars'ta Kürtlerin sorunlarını sıraladı
VEDAT DENİZLİ
17 Mart 2015, Salı  15:03

Türkiye'nin Kürt sorununun olmadığını tekrarlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Balıkesir'de "Neyiniz eksik?" diye sorarken 
Kars'ta "Türkiye'de her kesimden insan gibi Kürt kardeşlerimizin de sorunları vardır. Kimliklerinin tanınması sorunu vardır. 
İnançlarına saygı duyulmaması sorunu vardır." diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Haydar Aliyev Anadolu Meslekî ve Anadolu Teknik Lisesi ile yapımı tamamlanan MEB yatırımlarının toplu açılış töreni 
ile TANAP temel atma törenine katılmak üzere gittiği Kars'ta halka hitap etti. Haydar Aliyev'in ismini ülkenin her köşesinde yaşatmaya devam 
edeceklerini kaydeden Erdoğan, 21 Mart'taki Nevruz bayramını tebrik ederek "Azerbaycan başta olmak üzere Orta Asya'dan Balkanlara kadar 
tüm coğrafyamızın bu 5 bin yıllık ortak bayramının birliğimize, beraberliğimize, uhuvvetimize vesile olmasını diliyorum. Baharın müjdecisi olan 
Nevruz'un bölgemize ve tüm dünyada barışın ve huzurun habercisini can-ı gönülden arzu ediyorum." diye konuştu. 


"TEKRAR SÖYLÜYORUM: TÜRKİYE'NİN KÜRT SORUNU YOKTUR"

"Burada bir kez daha ifade ediyorum, Türkiye'nin Kürt sorunu yoktur. 
Türkiye'de her kesimden insan gibi Kürt kardeşlerimizin de sorunları vardır. 
Kimliklerinin tanınması sorunu vardır. İnançlarına saygı duyulmaması sorunu vardır. 
Geri kalmışlık, ihmal edilmişlik, horgörülmüşlük sorunu vardır." diyen Erdoğan, hiç kimsenin fikri ya da inancından 
dolayı baskı altında olmadığını savundu. Buna karşın her şeyin dört dörtlük olmadığını bazı aksakların var olduğunu 
kaydeden Erdoğan, bunların her geçen gün azaldığını söyledi.

http://www.zaman.com.tr/politika_balikesirde-neyiniz-eksik-diyen-erdogan-karsta-kurtlerin-sorunlarini-siraladi_2283902.html







OSMANLI SONRASI FİLİSTİN TOPRAKLARI İSRAİLE NASIL SATILDI..


OSMANLI  SONRASI  FİLİSTİN TOPRAKLARI  İSRAİLE NASIL SATILDI..



ÖNSÖZ


Türlü bahanelerle Filistinde muhaceret ve orada arazi satın almalarına müsaade için merhum Sultan Abdülhamid Han'a müteaddit müracaatlar müsbet bir netice vermemiştir, merhuma 20 Milyon Altın, 12'si şahsına, 8'i hazineye ait olmak üzere rüşvet teklif edilmiştir. Aldıkları cevap huzurdan kovulmak ve “vatan toprakları satılamaz, alındığı fiyata verilir” olmuştur, keza tapu dairelerine de yahudilere Arazi satılmasını yasaklamıştır, Merhum Abdülhamid han’ın sert hareketleri, Siyonistlerin yıkıcı faaliyetlerini artırmış, Padişah ve Devleti yıkmağa kafi karar almışlardır. Bütün yasaklara rağmen 1882 de Filistin'e 3000 kadar yahudi girmiştir. Bu suretle Filistine gelen Yahudi muhacirleri artık hacılık ibadeti İçin değil, düpedüz memlekete iskân Coloniser etmek için geliyorlardı. Bu hal yahudi alemi için İsrail Yurdunun ele geçirilmesine başlangıç sayılabilecek muslihane bir hululdü... Böylece 1882 de yafa civarında mevcut Mikve İsraelden sonra Rişanle Zion, daha sonra Zihrav Yakov, Raş-Pina ve Pitah-Tikva gibi küçük koloniler kurulmuştur. (Celal Tevfik Karasapan: Filistin ve Şark Ül-Ürdün Cilt 2 sahife 38-1890) Pariste Merkez Komitesi teşkil olunmuştur. Bu komite yukarda saydığımız kalemleri himayesi altına almış ve bu harekete Baran Edmandde Ratchild arka vermiş oluyordu. 1914 de Filistin'deki köylü yahudilerin yansı "Ratchild Grubu" namı altında bu zengin yahudinin himaye ettiği kolonilerde yaşamakta idi. Rachild bu kolonilerin idaresini J.C.A. remizleri altında tanınan Jevish Calanisatian Assriatian'a devretmiştir. Bu kuruma 1891 de Baran Hissch 2 milyon ingiliz lirası hibe etmiştir. Osmanlı Hükümetinin 1888-1900 yılları arasında Filistin'e yahudi iskânına daha uzun müddet müsamaha olunamıyacağını ilân etmesi üzerine (Düveli Muazzama) denilen devletler tarafından Protesto edilmiştir. 1912 Meşrutiyet meclisinde bu mesele ortaya konmuş ve o sene Filistin'deki Osmanlı Makamlarına ecnebilerin Osmanlı Topraklarında yer sahibi olmalarının memnu olduğu yolundaki talimat verilmiş ve bu memnuşiyetin sıkıca tetkiki istenmiştir.

Bütün bunlara rağmen Filistinde 12.000 nüfusu olan 42 yahudi kolonisi meydana gelmiş ve bunların senelik geliri 200 bin İngiliz lirası ve sahip oldukları arazi ise 100.000 m2 idi. 1881 de Kudüs'te 14.000 Yahudi varken 1914 de bu miktar 45.000'i bulmuştur. Böylece 1909 da Bahar tepesi manasına gelen TelAviv şehri, yahudi şehircilik şirketi tarafından kurulmuştur. Böylece 1914 yılında Filistindeki yahudilerin miktarı 80.000'i bulmuştur ki, kendilerini Osmanlı camiasından büsbütün ayrı tutup kendilerine mahsus numune çiftlikler mektepler ve hayır kurumları tesis etmşilerdir.

Merhum, Filistin cephesinde vatani vazifesini yaparken ordumuzu geriden hançerleyen vatan hainleri ile de uğraşmış, onların hıyanetlerini tesbit ve mesullerini derhal divanı harbe verip idam ettirmiştir. Bunların içinde dünya çapında şöhreti haiz yahudi casuslan mevcuttu, Simi Simon, Suzy Liberman…

Ne hazindir ki askerlik hayatından çekilip sivil hayatta da kalemi ile bu vatan hainleri ile mücadeleyi kendisine şiar edinen Cevat Bey, hayatın çok kahrını çekmiş, ne işe atılmışsa yahudi ve onların maşası olan masonlarca türlü felâketlere duçar edilmişdir.

Avrupanın zamanın en kudretli devleti olan Hitler Almanyası, Merhumun yahudiler hakkındaki düşüncelerini bildiklerinden Almanya'ya davet edilmiş, büyük bir itibar gösterilmiş, Hitler ile tanıştırılmıştır. 

2. Cihan harbi içinde, Cevat Rıfat’ın Almanlardan milyonlarca lira para aldığı ihbarını nazara alan zamanın idaresi derhal merhumu tevkif ile, askeri mahkemeye sevketmiş, aylarca mevkuf kaldığı gibi aile efradı da perişan olmuştur. Vaktaki merhum Maraşal Çakmak işe müdahele ile, o zaman genelkurmayda askeri hakim olan Şevki Mutlugil Paşa'yı tahkikata memur etmiş ve bu faziletli hakimde derhal İstanbul'a gelip tahkikata el koymuştur. Çok hürmet ettiğim Şevki Mutlugil Paşa'nın kendi ifadesine göre, (etraftan malumat topladım. Subaylar ile konuştum. Dediler ki milyonlar aldığını bilmeyiz. Ancak burda kendisine verilen taynın bir kısmını kesip dilim yapıyor, kurutup ziyaretine gelen zevcisine veriyor. Evine gittim. Çoluk çocuğunun durumu çok perişan. Hemen tahkikatı bitirip beraat kararı verdim. Karardan bir nüshayı merhum maraşala götürdüm. Okurken gözyaşlarını tutamadı, dosyadaki kararın aslı göz yaşı ile ıslaktır. Biz kimlerle uğraşıyoruz dedi ve 2000 lira hediye gönderdi...) İşte merhum böyle idi. Fakat düşmanları onu nelerle nelere benzetmediler. 

O bunlardan zerre kadar yılmadı. Hayatının sonuna kadar mücadelesine devam etti. Simi Simon, Suzy Liberman'ların Filistin cephesinde, genç zabit Adnan ve arkadaşlarını yoketmelerinin, kahraman bir ordunun arkadan hançerlenmesinin intakımını almağa uğraştı.

Devlet arşivlerinde, şüphesiz büyük tomarlar teşkil eden bu casusluk hâdiselerini bu kitapla milletinin, zabit kardeşlerimizin önüne sermek istedi. Bunda da muvaffak olmuştur. 

8.11.1968 Cuma
Avukat M. Fazlı Akkaya


http://www.turkcuturanci.com/turkcu/turklugun-dost-ve-dusmanlari/kim-bunlar-28956/?prev_next=next#new


..

20 Mart 2015 Cuma

Uyarılar, Uyumsuzluklar ve Uyuyanlar





Uyarılar, Uyumsuzluklar ve Uyuyanlar



Yekta Güngör Özden

06.09.2004/Sayı:64


2004 yazının bunaltıcı sıcakları, yağmur baskınları bakır renkli sonbaharın yaklaşmasıyla yerini serinletici esintilere bırakmaktadır. Halkımızın geçim koşulları, görev güçlükleri, düş kırıklıkları, umutsuzluk, birbirine eklenen içkarartıcı siyasal olaylar nedeniyle gülmeyi unuttuğu bir gerçek. Geleceğe ilişkin olumlu beklentiler, özlemler ve umut kıpırtıları olmasa yaşam bir yük sayılacak. Herşeye karşın karamsarlığa, umutsuzluğa düşmemek gerek. 1919’un ağır koşullarından nasıl kurtulup pırıl pırıl, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türkiye aydınlığına kavuşmuşsak yaşamsal ilkelerden ödün vermeden, çalışmaları hızlandırarak, toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı lâik cumhuriyet temelinde yeniden kurarsak yarınlar bizimdir.

Jandarma Genel Komutanlığı ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir-teslim törenlerinde önceki ve yeni komutanlar Atatürkçülük konusunda söyleyebilecekleri herşeyi söylediler. Dış ilişkilerdeki yanlışlıklardan yurt içindeki gerici kalkışmalara, teröre varıncaya dek anlamlı eleştiriler, gerçekçi önerilerle Atatürk askerleri olduklarını bir kez daha vurguladılar. Köktendinci anlayışla siyasete soyunup sorumluluk yerlerine gelenler, AB’ne girmek için değişmiş görünerek bildiklerini okumayı sürdürenler bu konumları, önemli uyarıları soğuk yüzler, içlerinden geçeni belli eden bakışlarla izlediler. Ders alınacağını, düzelme olacağını sanmıyorum.

Yeni Adalet Yılı da bu yazının yayımlandığı gün geleneksel-yasal törenle açılıyor. Medyanın bir kesiminin siyasete yaranma çabasıyla Yargıtay Başkanı üzerinden Yargıtay yoluyla tüm yargıya yönelik saldırılarını üzüntüyle izledik. Demokrasinin en sağlıklı güvencesi yargıya toz kondurmama, gölge düşürmeme, daha başarılı, daha etkin, daha saygın kılma doğrultusunda bir duyarlık ve özen nedeniyle yapılmış olsa beğeniyle karşılanırdı. Kendileri hiçbir şey yapmamış, hiçbir ilişki kurmamış, hiçbir şey istememiş ve beklememiş gibi ders verircesine, hem muhbir, hem yargıç yerine geçerek bilmedikleri konularda akıl satmaya kalkışarak, yargı organlarını birbiriyle çatıştırmaya çalışmışlar, en önemlisi bir organın içinde değişik nedenli bölünmelere yol açmışlardır. Sanığın hiçbir kazanımı olmayan yargı işlemleri olağan çizgisinde yürümüş, sahte pasaport ve kaçma olayı yargının asla sorumlu olmadığı alanda gerçekleştirilmiştir. Konuşmalar, ilişkiler de amaçlı biçimde verilmiş, durumun insanî, ahlakî yönü gözardı edilmiştir. Doğal konuşmalar, birlikte olmalar sakıncalı yanlarıyla değil yargıya vurulacak kara damgalara olanak verecek biçimde yansıtılmıştır. Kimi yazarların, kimi hukukçuların siyasal nitelikli davranışları, kendilerini gösterme ve iyi tanıtma çabalı değerlendirmeleri uygun olmamıştır. En doyurucu gıda olan adalet yanlı, önyargılı, yanlış ve yanılgı dolu yaklaşımlarla saldırıya uğramıştır. Gereksinim duyulduğu zaman değeri daha iyi bilinen bir insanlık dayanağı, siyasal iktidarın amaçlı açılımlarına yararlı olacak biçimde ele alınmıştır. Ekim’de başlayacak yeni yasama döneminde Anayasa değişikliğiyle yeni yasalar bağlamında neler olacağını göreceğiz.

“Vicdanla cüzdan arasında sıkışmak” sözünü edenler, evini kiraya verip lojmana geçenler, iki lojmanı birlikte kullananlar, şikâyetçi müdahilin temyiz istemi üzerine Yargıtay’a gelen dosya elindeyken, karar verecek kurula Başkanlık etme öncesinde dosyadaki sanıklardan birisiyle müdahil aleyhine tam sayfa röportaj yapıp ardından kurula katılarak kararda bulunan, daha başka niceleri, nice olaylar ve durumlar bırakılıp çok değişik nedenli iç ve dış çekişmeler sonucu Yargıtay Başkanı günlerce konu ediliyor. Yargı bağımsızlığı, yargıçlık güvencesi, hukuk öğretim ve eğitimi, adalet yapıları ve görevlilerin sosyal durumları unutuluyor. Bir bütün olan yargının siyasal etkilerden uzak kalması ve uzak tutulması konusunda yeterli bir girişim hâlâ ufukta görülmemektedir. Siyasal eğilimlerile yandaşlıkları belirgin olanlar kullanılmakta, koruma görevleri savsavlanırken yandaşlarına iktidar kanadı olanaklar sağlamaktadır. Danışmanlık etiketiyle çalışma düzenleri oluşturulmakta, aylık, taşıt, başka destekler verildiği duyulmaktadır. Atatürk’ün, ulusal egemenliğin en önemi bölümü saydığı yargılamanının bağımsız mahkemelerce kullanılmasını devletin varlığıyla bir tuttuğu, İsmet İnönü’nün Lozan’da bağımsız yargı ve hukuk devleti için kapitülâsyonlar kadar uğraş verildiği sözleri anımsanırsa yargı konusunda siyaset kesiminin bağışlanmaz kusuru daha iyi anlaşılır.

Doğrulanma mutluluğu

Anayasa Mahkemesi kararlarının yazımında, konuşmalarda özellikle üzerinde durduğum Öztürkçe dil kullanımını Cumhurbaşkanı’nın iletilerinde izlemek sevindirici oluyor. Görevdeyken benim duyarlık ve özenime kimileri karşı çıkıyor, kimileri fazla buluyordu. 1972-1974 Ankara Barosu Başkanlığım döneminde stajını tamamlayıp Avukatlık Ruhsatnamesi almak için andiçenlere Erdal Eren’in yaptığı birer Atatürk portresi armağan ederek “Demokrasiyi amaçlayarak cumhuriyeti bir hukuk devleti olarak kuran, hukuk, adalet, yargı konusunda unutulmaz örnek çabaları olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ışıklı yolundan ayrılmamanız, O’na yaraşır nitelikte hukukçular olmanız dileğiyle kutlarım” diyordum. Türkçe öğretmenliği ve hukukçuluk deneyimimle vurguladığım bu gereklere kitaplaşan konuşmalarımda saptanacağı üzere her yerde gençlere “Öğüt vermeyi sevmem, örnek olmayı yeğlerim. Önermeyi görev bilirim. Her şeyi okuyunuz, okuyunuz. Ama mutlaka ve mutlaka Atatürk’ün Büyük Söylevi’ni okuyunuz” diyordum. Üniversitedeki derslerimde de yinelediğim budur. Genelkurmay Başkanı’nın 30 Ağustos nedeniyle yaptığı konuşmada “Nutuk okunmalıdır” görüşü otuz yılı aşan bir süreden beri verdiğim uğraşı bir daha doğrulamakta, yalnız kalmadığımız inancını pekiştirmekte, mutluluk duyurmaktadır. Caddeleri ve sokakları yabancı sözcükler içeren tabelâlarla dolu kentlerimize ve amaçlı kitap seçimlerine karşın kimi yararlı uyarı ve öneriler yüreklere su serpmektedir.

Gelin görün ki

Çanakkale’de karşıt ortam oluşturmak amacıyla gerici gezginlerce gerici rehberler olayı, tepkiler üzerine, sorumlular tarafından ele alınıyormuş, Urla’da kaçak Kur’an kursu düzenleyenlerle, katılanları geziye götürüp erkeklerin kurtarmasına karşı çıkarak ölümlerine neden olanlar için de önceki yazılarımızda değindiğim beklentinin gerçekleştiğini, Cumhuriyet Savcısı’nın davâ açtığını öğreniyoruz. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’nın DDY Genel Müdürü’nün yargınlanması için Ulaştırma Bakanı’ndan izin istemesi de olumlu bir gelişmedir. Bu arada Bakan da ayrılmanın gereğini belki bir kez daha düşünebilir. Medyamız Yargıtay Başkanı’nın ayrılmasının yüzdebiri kadar Ulaştırma Bakanı’na yöneldi mi? Üstelik 40’a yakın ölüm, sonra başka olaylarla artmış, başka kazalar birbirine eklenmişken... Olaylara köktendinci, yazgıcı bir yaklaşımla bakılırsa zamanlarında yaşananlar karşısında kendi dilleriyle bu iktidara “Uğursuz” demek gerekir.

Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinde bugünkü gibi bir iktidar olsaydı kanımca Antlaşma’nın Sevr’den farkı kalmazdı, belki daha da ağır olurdu. “Din-inanç” sömürüsünün boyutu o kadar saptırılıyor ki Çanakkale Savaşları Irak direnişinden çok çok aşağıda tutuluyor. Oysa Atatürk’ün yalnız Anadolu müslümanlarına değil, dünya müslümanlarına en büyük iyiliği dokunan bir kahraman olduğu, yabancıların ayaklarını sınırlarımızda tutarak kutsal topraklara inmelerini önlemekle kanıtlanmıştır. Çanakkale Bavaşları ve Ulusal Kurtuluş Savaşı olmasaydı yabancılar çoktan Mekke’yi ve Medine’yi ele geçirmişlerdi. Bugün Kudüs kimlerin elindedir? Mescid-i Aksa’da toplu namaz kılınabilmekte midir? Öbür müslüman inançlıların çoğunlukta olduğu ülkelerde Türkiye’deki kadar dinsel gerekler ve görevler özgürce yerine getirilmekte midir? Sıkmabaş esareti nedir? Kişiliği ve dili bozuk olanlar saçmasapan konuşmalarla gerçek ve terbiyedışı yazılarla, kendileri bir yana, ulusumuzu ve tarihi inkâr etmektedirler. Yazık!

Bu sömürü, eğitim sorunu çözümlenmedikçe sürecektir. 1977-1980’de Adalet Partisi milletvekili olan Osman Demirci’nin Erzurum Gürcükapı’daki cenaze namazında Nur cemaatinin önde gelenlerinin buluştuğu yazıldı. “Cemaat ve tarikat” yapısı, ulusal yapının parçalanma oyunlarını gündemde tutmaktadır. Çeşme Çiftlikköy’de, yabancı adlı bir otalda deniz ve havuzda kadınlarla erkeklerin ayrı yerlerde yüzdükleri “Plajda haremlik-selâmlık uygulaması” başlığıyla basında yer almıştır. Samsun’da bir vakfın düzenlediği toplantıda yine aynı ayrımın tahta ve bez perdelerle yapılıdığını televizyonlar vermiştir. Küçükçekmece Belediyesi’nin 30 Ağustos öncesinde düzenlediği toplu nikâh etkinliğinde sıkmabaşlı bayanların çokluğu yanında Başbakanın sıkmabaşlı eşiyle tanıklığı, çarpıklığı iyice somutlaştırmaktadır. Devlet televizyonunun özel bir program niteliğinde olayı yansıtması, sakıncaların ağırlığını açıklamaktadır. İktidara yakın kişilerin önemli görevlere gelmesi, görevlerinde partizan davranışları yinelemeleri olasılığını arttırmaktadır. Devlete kafa tutarcasına direnişlerin Başbakan’dan ve TRT Genel Müdürlüğü’nden gelmesi ilginçtir. İktidara güvenmese TRT Genel Müdürü böyle bir adım atmazdı.

Bu olumsuzlukları Antalya Gündoğmuş İlçesi Ortakonuş Köyü Kızılbelen mevkiindeki orman yangınında yitirdiğimiz altı yurttaşımızın acısı izlemiştir Kadrolaşmanın neden olduğu söylenen görevlendirmelerin bu acıları yaşattığı ileri sürülmektedir. İnsana, insan yaşamına önem vermeyen hiçbir anlayış geçerli ve saygın olamaz. Tutumları ve davranışları böyle olanlar bağışlanamaz. 17 bin imamın kaçak olarak çalıştığı, gericilerin din sömürüsü yoluyla iktidarı ele geçirmek için nerelerde yuvalandığı bilinen bir ülkede şoklar sık sık yineler. Alışmalıyız.

Kurumları iyice izlemek gerekir. AKP’nin kuruluşundan sonraki ilk Büyük Kongresi’ni iki yıllık yasal süre içinde yapmayarak dağılmış duruma düştüğü yolundaki Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi’nin başvurusunun yeterince değerlendirilmediği, önceki yıllarda da Demokratik Sol Parti’nin Genel Kurullarına yönelik başvuruların sonuçlandırılmadığı söylentileri yaygındır.

Yunanistan Başpiskoposunun psikopat olarak suçlanmasına neden olan saçmalıkları siyasal düzeyde gereken yanıtı alamadı. Ruhban Okulu açılışı konusunda sessiz ve derinden yürütüldüğü sezilen çalışmaların Yunanlılara bir ödül olarak sonuçlanacağı sanılmaktadır. Kendi yerlerini pekiştirme amacındaki iktidarın başka hiçbir şeye aldırış etmemesi endişeleri arttırmaktadır.

Son aylarda kimi bilim adamları da etnik bölücüleri desteklercesine Lozan Barış Antlaşması ile Bulgaristan’la yapılan Anlaşma’da sayılanlar dışında Türkeyi’de azınlıklar olduğunu savunmakta, ulusumuzu oluşturan asıl öğlerden biri bulunan, aramızda hiçbir ayrım olmayan, birçok konuda ve büyük illerde çoğumuzdan da çok iyi durumlar edinen kürt kökenli yurttaşlarımızı azınlık sayma girişimleri siyasal konum edinme çabalarıyla eşleşmektedir. Tehlikeli oyunlara dış destekli yıkıcılıklara bilimin araç edilmesi üzücüdür. Bu kalkışmalara ilerici, Atatürkçü bilinen basının yer vermesi daha da üzücüdür. Yadsınan, benimsenmeyen ne vardır? Anayasa Mahkemesi’nin HEP’in kapatılmasıyla ilgili kararındaki bir tümceyi iletmeyi yararlı buluyorun: “Devletin tek’liği, ülkenin tüm’lüğü, ulusun bir’liği konularında ödün vermeden, her yurttaş inanç bağını ve soy kökenini özgürce açıklayarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kurumu kapsamında tam eşitlikle kucaklaşır.” Daha ne olacak? Geriye ne kalıyor? Sahte Atatürkçülük, sahte milliyetçilik, sahte demokratlık, sahte dindarlıkla faşistlik, köktendincilik, çıkarcılık, satılmışlık ve kuklalıkla maşalık gizlenmek istenmektedir. En büyük ahlâksızlık ve onursuzluk, olduğundan başka görünüp aldatmaktır. Bir özgürlüğü kullanarak başka bir özgürlüğü yok etmek, sömürüleri önlemek özenini özgürlüklerden korkmaya bağlamak, gerçekçilikle, demokratlıkla asla bağdaşmaz.

Petrol fiyatlarındaki oynama ekonomiyi sarsmaktadır. Doların ve petrolün geleceği ABD Başkanlık seçimleri ve yurtdışı asker kullanımıyla her an boyut değiştirebilir. Siyasal ve ekonomik şoklar birbirine bağlanıyor.

30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanan Ulusal Kurtuluş Savaşı 1789 Fransız, 1917 Rus Devrimi’nden de önemlidir. Onlar yalnız yurtları içinde, kendi yönetimlerine karşı başarılı oldular, dışardan elkoyma yoktu. Türk Kurtuluş Savaşı ve Devrimi yalnız yurt içindeki yönetime değil, işgalci dış güçlere karşı kazanılmış örnek bir başarıdır. Yalnız düşünce bağlamında değil, her yönde öbür devrimlerden ileridedir.

AB kapısındayken

AB yeni ödünler için görüşme günü vererek oyalıyacak, istediklerini alıp yine dışarda bırakacaktır. Türk Ceza Yasası’nı görüşmek üzere olağanüstü toplantıya ikinci kez çağırılan TBMM iktidarın isteklerine onay verecektir. Parti diktasının başka sonuç vermesi beklenemez.

Soldaki birleşme bencillik, çıkarcılık, gösteri, ilkesizlik nedeniyle ve özellikle CHP’ndeki çalkantılar yüzünden sonsuz bahara kalmaktadır.

Sıkmabaş yasağını yurtdışında delerek diploma alanlar için yapılan toplantıda emekli bir öğretim üyesinin “Türbanlı kızlarımızı üniversiteye sokmama kararını alanların cenaze namazını kılanlar utansın. Baş örtüsü İslâmın emridir. Bu bir simge değil, bir vecibedir.” sözleri dehşet vericidir. Anlayış ve tutum bozukluğu yarın nerelere gelineceğini göstermektedir. Başörtüsüne kimsenin bir dediği yoktur. Geleneksel, yöresel, alışılmış, sıkmabaş ve bohçabaş dışı, başörtüsü ailelerimizde de kullanılmıştır, kullanılmaktadır. Ama önceleri olmayıp sonra ortaya çıkarılan amaçlı kullanım biçimi ve yönteminin dinle asla ilgisi yoktur. Başı açık milletvekili ve Bakan bayanlara ne denilmiş olmaktadır? Kışkırtıcı tutum iktidardan kaynaklanırsa nerede biteceği belli olmayan olaylar yaşanabilir. İktidar, itidal yeridir, itibar yeridir. İnkâr, ifrat-tefrit yeri değildir.

AKP ile Hak-İş Konfederasyonu’nun dayanışması sendikalar konusunda yeni ayrılıklarla sergilenmektedir. Sendika değiştirme baskısı da dinsel dayanışma nedeniyle yapılmaktadır. Karamanlis’i Rize’de konuk etmek isteyen Başbakan Erdoğan, Yunan Ortodoks Kiliseleri Başpiskoposu’nun düşünü konuğuna değerlendirtmelidir. Ders kitaplarının eski sözcüklerle doldurulması, dilde temizliğin, öze dönüşün yeni engelidir. Bunlar önemli sorunlar iken nutuk atarak, tekerlemelerle halkı kandırmanın hiçbir anlamı yoktur. Hiçbir şey iyiye gitmemektedir. Ne siyaset, ne ekonomi, ne de hukuk.

Van’dan sonra Erzurum’da da karakol basılıp adam dövülüyor. Irak’ta yine Türk yurttaşlar öldürülüyor, Türkmenlerin konutlarına kürtler dolduruluyor. İktidarımız uykusunu bozmuyor. Allah rahatlık versin!

http://www.turksolu.com.tr/64/ayas64.htm

.

Topraksız Vatan olur mu?



Topraksız  Vatan olur mu?


Yekta Güngör Özden, 

Türkiye toprakları satılıyor. Vatan elden gidiyor... Topraksız vatan olur mu? 12 Temmuz 1947’de kabul edilen “5123 sayılı Türkiye’ye Yapılacak Yardım Anlaşması” ile başlayan ve Amerikan emperyalizmine ülkenin geleceğinin teslim edilme yasasından sonra “Tam Bağımsızlık” ilkesinin yok edildiği bilinen bir gerçek. Önce Amerikan ordusuna üsler kiraladık. Şimdi de topraklarımızı yabancılara satışa çıkardık. Basına yansıdığı kadarıyla şimdiye değin Amerikan ve Kanadalı şirketlere satılan topraklar, ülke topraklarının %15’ini buluyor.

Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün internet sitesine baktığınızda, Yunanlılara 4165 dekar, Alman yurttaşlarına 6700 dekar, İngilizlere 2805 dönüm, Suriyelilere 253.440 dönüm, Amerikan, Hollanda, Fransa ve İsrail gibi ülke yurttaşlarına da toplam 280.967 dönüm arazi ve emlak satıldığını görebilirsiniz. En çok arazi satışı yapılan bölge GAP bölgesi. Niçin GAP bölgesi sorusunun yanıtı çok basit. Çünkü bu bölge su rezervleri açısından çok büyük önem taşıyor.

Diğer ülkelerin durumuna baktığınızda şunları tespit etmek olası:

Şili sınırına 50 kilometre mesafede yabancılar toprak edinemez. Rusya’da yabancı kişiler toprak edinemez. Ukrayna da aynı. Bu ülkede de, hiçbir yabancı toprak satın alamaz. Yine Yunanistan’da hiçbir yabancı, sınıra yakın yerlerde toprak satın alamaz. İsrail’de bırakınız yabancıları, İsrail vatandaşları bile devletin topraklarını satın alamaz.

Amerikan emperyalizminin en güçlü kuruluşları olan IMF ve Dünya Bankası, ülkeleri, özellikle ekonomik bakımdan kıskaca aldığında, söz konusu ülkelerde, emperyalizm yararına dilediği yasal ortamı hazırlar. Örneğin Güney Kore hükümetine, şu şu yasaları parlamentodan çıkaracaksın der ve Güney Kore Parlamentosu 29 dakikada 33 yasayı yürürlüğe koyar.

Benzerini Türkiye de Kemal Derviş’le yaşadı. Dünya Bankası’nın baskısı ile Bülent Ecevit hükümetinde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olur. Derviş, ABD’ye bakan olarak gittiğinde Türk hükümetine baskı ile “15 günde 15 yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirilerek yasalaşmasını” ister. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 15 günde 15 değil 8 yasa çıkarır.

Mustafa Kemal neyin peşindedir bir de ona bakalım.

1 Mart 1922’de, Meclisi açış konuşmasında:

“Efendiler, herşeyden önce ulusal amacımız olan bağımsızlığımızı sağlamaya uğraşmaktan başka bir şey düşünemeyiz... Bugünkü uğraşımızın amacı, tam bağımsızlıktır. Tam bağımsızlık ise ancak mali bağımsızlık ile gerçekleşebilir. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olursa o devletin yaşantısını sağlayan bütün bölümleride felçe uğramış demektir.”

Mustafa Kemal’e göre tam bağımsızlık ulusal amaçtır. Tam bağımsızlığın temeli de ekonomik bağımsızlıktan geçer. Yabancılara toprak satmaktan değil. Toprağı olmayan ulusların bağımsızlığı da gitmiş demektir.

Mustafa Kemal’in izinden giden yurtseverler de vardır. Ispartalı Hafız İbrahim gibi.

Ispartalı Hafız İbrahim, Yunanlıların 16 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ettikleri gün, kendi nahiyesi olan Gelendos’un Avşar nahiyesine gider. Nahiye müdürü Hasan Fikri Bey’in yardımı ile köylere haber salar ve toplanan kalabalığa şunları söyler:

“İzmir’in işgali meselesini İstanbul Hükümeti’nin seeyaset meselesi değil, ancak Türk’ün kendi kuvvet silahı halledecektir” der ve halkın silahlanmasını ister.

Hafız İbrahim, Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanıdır. Bir İtalyan heyeti, onun izni ile Burdur’dan Isparta’ya gelir. Hafız İbrahim, E. Subay Yılmaz İbrahim komutasında, 15 kişilik silahlı bir ekip oluşturur.

Hafız İbrahim İtalyanlara “izinsiz ve habersiz niçin geldiklerini” sorar. İtalyanlar, Kral’ın ve Antalya işgal Komutanının selamını getirdiklerini söylerler. İzin verirlerse, halkın rahatlığı için, Isparta’nın ulaşımını kolaylaştırmak için otomobil çalıştıracaklarını, sağlık, sanayi ve dahası, Banka Di Roma’dan yüksek kredi açıldığını söylerler. Hafız İbrahim kızgınlıkla “Isparta’nın toplantısında her ne surette olursa olsun, düşmanı sokmayacağımızı duymadınız mı?” der. “Evet duyduk” diyen İtalyanlar, Hafız İbrahim’in izni ile güvenli bir şekilde Burdur’a dönerler. Banka Di Roma’nın kredi açması konusunda da düşünceleri şudur:

“Banka Di Roma İtalyan işgalinin kılavuzluğunu yapar. Arazi ve mebani (yapılar) değerinden çok fazla ve ehven (uygun) faiz ve uzun vadelerde ikrazatta (ödünç verme) bulunarak, borçlar verilemeyecek bir hale geldikten sonra rehinileri (tutu) yüksek bedelle üzerlerine alarak İtalyan muhacirler (göçmenler) yerleştirilir. Nihayet memleketin işgaline sebep olur. Trablusgarp’ta ve diğer yerlerde uyguladıkları usul budur.”

85 yıl önce ortaya konulan kararlılık ve yurt sevgisi bilinci ile, bugünlerdeki işbirlikçiliği ve çıkarcılığı bu denli belirgin bir biçimde algılamak, herhalde güç olmasa gerektir. Hafız İbrahim, emperyalizmin kurduğu tuzakları çok iyi biliyor, özellikle, işgal güçlerine karşı halkı da arkasına alarak direnişe geçiyor.

Hafız İbrahim bununla da yetinmez. İşgal Kuvvetleri Komutanı General Emilton’un, beraberinde 168 süvari ile Çerçin yolundan Isparta’ya hareket edeceği, 2 Tabur piyadenin de hazır olduğu bilgisi alınır. Anılarında bu olayı şöyle anlatır:

“Mesele mühim ve nazikti. Ne olursa olsun müdafaaya karar vererek, J.Bl. K. Yzb. Mustafa, 68. Alay 3.Tb.K.Yzb. Hüsnü Bey’lerle vazifeyi yerine getirmeyi üstümüze aldık. Çürün ve Çerçin şoselerinin birleşme noktasında pusu kurarak gelmelerini bekledik. Otomobilin etrafını süvariler çevirmiş, yavaş yavaş geliyordu. Yanımıza yaklaştığında kuvvetlerimizin dur emrine itaat ederek otomobilinden indi. Evvela süvarilerin silahlarını alarak askeri deposuna, hayvanları da depoya gönderdik. Kumandanın otomobilini de iki çete koyarak hükümete, korumak üzere gönderdik. Ben kısa yoldan Mutasarrıf’a daha evvel mülaki olarak şifahi bir tebliğde bulunduk. (Siz hükümet lisanıyla ne sureti idare ederseninz ediniz. Bizce matlup olan bu adama bir bardak su bile vermeyerek bir saat sonra geldiği yola çevrilmesidir. Bu yapılmazsa öldüreceğiz) Talat Bey, lisan-ı resmisiyle bir saat güçlük çekerek bir daha gelmemek şartiyle iadeye muvaffak oldu. Biz de memleket haricinde silahları teslim ve serbest bıraktık.”

Isparta bu olaydan sonra sonuna kadar işgal edilemez.

İşte Hafız İbrahim’in yüreğindeki ödünsüz yurt sevgisi, işte ulusal onur.

Kuşkusuz bugünlerde ülke topraklarını satarak, ulusça yok olmamızı, bilinçli ya da bilinçsizce yollarına taş döşeyenler işte Mustafa Kemal Atatürk’ün yüreğinde alevlenen ulusal bilinç.

Bizim bugünlerde ülke topraklarını satan değil, Mustafa Kemal gibi “Bağımsızlık benim karakerimdir” diyen yüce bir öndere ve onu, savaşarak sonuna kadar izleyen Hafız İbrahim ve arkadaşları gibi yurtseverlere ihtiyacımız var.

* Hafız İbrahim Bey konusunda Yrd. Doç. Dr. Nuri Küstüklü’nün “Milli Mücadelede, Denizli, Isparta ve Burdur’un Sancakları” isimli kitabından yararlanıldı. (Kültür Bakanlığı Yayınları)

http://www.turksolu.com.tr/63/turkeli63.htm

.

Kazalar Zinciri






Kazalar Zinciri


Yekta Güngör Özden


Yaz sıcakları, yağmur baskınlarıyla ağırlaşan günler siyasal olumsuzluklarn burukluğunu unutturamıyor. Pamukova tren kazası nedeniyle olağanüstü toplantıya çağrılan TBMM’nde sayısal çoğunluğun şimdilik kurtardığı Ulaştırma Bakanı, sonraki kazalarda da ayrılmayı düşünmedi. Demokratik geleneklerin yerleşmediği ülkemizde örnek bir davranış hızlı bir aşama sayılabilirdi. Bir yere gelmekten çok, ordan ayrılması önemli ve anlamlıdır. Yetkili ve sorumlu olarak başta bulunan kimsenin kişisel sorumluluğu bulunmasa da olaylar üzerine görevinden ayrılması, örgütünün sorumluluğunu paylaşmak, kendinden sonraki tüm görevlileri daha özenli olmaya çağırmak, toplumun tepkisini uygarca azaltmaya çalışmaktır. Anlamlı bir davranıştır. Bu olgunluğa erişebildiğimiz zaman yetki ve görev sorumluluğuyla denetim sorumluluğu amacına uygun bir anlam kazanacaktır.

Onlar yalnız bu kadar mı? Muhalefeti olmayan demokrasi olamaz. Her rejimde iktidar vardır ama demokrasiler çoğulculuk ve katılımcılıkla tanımlandığından çok seslilik gerçekten önemlidir. Sözde ve biçimsel, bizde şimdilerde olduğu gibi “muvafakat” anlamında muhalefet olursa demokratik bir değeri yoktur. 1950 sonrasının muhalefeti anımsandığında şimdi ne kadar gerilerde olduğumuza karşı çıkılamaz. Muhalefet Partilerinin iktidarı uyarmak, sakıncalardan alıkoymak, aykırılık ve çelişkileri önlemek görevlerinin önemi büyüktür. Kendi içinde disiplini, düzeni, diriliği ve birliği sağlayamamış partilerin ülke demokrasisine bir katkısı olamayacağı gibi halkın beklentilerine de doyurucu yanıt vermesi düşünülemez. Ne çok seslilik, demokratlık adına disiplinsizlik savunulabilir ne de disiplin adına başıbozukluk. İlkeler gereken duyarlılıkla gözetilmemekte, yöneticiler ve milletvekilleri kendi doğrularının egemen olmasına öncelik vermektedir. Partinin karakteri ve doğrultusuyla çelişen, ayrılıkları belirgin kimileri de partide tutulmaktadır. Yıllardır dillerde tüy bitiren anlatımlarla gündemde kalan Siyasal Partiler Yasası değişikliği gerçekleşmedikçe parti içi demokrasiden sözedilemez. Türkiyemizdeki demokrasi, partiler demokrasisi değil, liderler demokrasisidir, bunun için de sözde ve biçimsel demokrasidir.

Yargıya saldırı

Susurluk olayı gibi niceleri vardır. Görüp duyduklarımızın dışında siyaset, ekonomi, bilim, yargı, çalışma, spor vd. alanlarda neler olmaktadır. Hepsini bilmek ve izlemek olanağından yoksunuz. Van olayı da bunlardan biridir. Ülkemizde aydınlara yönelik yaralama, öldürme olaylarının suçluları tam saptanamadığı gibi asıl suç kaynakları belirlenmiş değildir. Yetkililerin bilgileri içinde olduğundan asla kuşku duymadığım olaylar yinelenebilir. Çünkü, yakalanmamak yakalanınca bırakılmak, kaçmak, kurtulmak, sonunda af yasasıyla bağışlanmak olanağı suçluları yüreklendirmektedir. Çekinme duyguları yoktur. Güvendikleri kişiler ve makamlar olmasa kolay kolay bu suçları işleyemezler. Bozulmayan yerimiz kalmadı gibi. Yargımız da görevini yapmasa yaşamın hiçbir güvencesi bulunmayacak. Elbet yargıda da yanlışlıklar, yanılgılar, kötülükler olabilir. Ama en azı yargıda olmaktadır. Yargıçların yetişmelerine, seçilmelerine önem verilmez, dinsel eğilimlerle, dost ahbap ilişkileri gözetilir, hemşehrilik, bölgecilik, dönem birlikteliği, asker arkadaşlığı öne çıkarılırsa her şey olabilir. Anayasa Mahkemesi’ne yüksek yargı organlarının nasıl üye gönderdiklerini, 1982 Anayasası’ndan sonra nasıl üye adayı belirleyip Cumhurbaşkanlığı’na sunduklarını birazcık bildiğim için ilgililerin hepsinde kusur olduğunu söylüyorum. Yargıtay Başkanı’na yönelik son tartışmaları yargının güvenirliğini, saygınlığını ve onurunu koruyup güçlendirmek yönünde beğenilir bir yurttaşlık duyarlığı olarak karşılıyorum. Özenli davranma zorunluluğunu karakteri bilen bir organın, yöneticilerinin, temsilcilerinin ve tüm çalışanlarının özveriyle örnek olmaları beklenir. Medya, kendi içindeki tutarsızlıklara, siyasal iktidarın ve başındakilerin yaptıklarına ilgisiz kalırken önyargılı ve koşullanmış biçimde Yargıtay Başkanı’nı eleştirmekte, kendi gözündeki merteği unutup başkasının gözündeki çöple uğraşma doğallığını özel bir amacın gerçekleştirilmesine özgülemiş görünmektedir. Kadrolaşma nasıl oluyor, Başbakanın çocuklarını kim, nasıl okutuyor? İktidar yakınlarına ayrıcalık nasıl yapılıyor? Değinilmesi sayfalar tutacak aykırılıklar, kötülükler, yolsuzluklar nasıl oluyor, umurlarında değil. Şimdiye kadar böyle olaya hiç rastlanmamış, daha kapsamlısı, ağırı acaba hiç olmamış mıdır? Konunun insanî yönü, yönteme ilişkin genelde bilgilendirme yanıtları vd. düşünülmekte midir? Yargı aşamasındaki konu için başka biçimde konuşup yazmak doğru değildir. Yargının yara alması üzücü olur. Sorunun herkesi yargının güvenirliğinde ve onurunda birleştirecek biçimde çözümlenmesi dileğindeyiz.

Bir Örnek

Yeri gelmişken belirtmek istiyorum. Yargı konusunda gereken özeni gösterecek düzeyde bilinçlenmiş değiliz. Geçenlerde bir yazar “Ben kürdüm. Bu ülkede kürtler var” dediği için bir bakanın cezaevine gönderildiğini yazıyordu. Sanık Bakanı dinleyen yazar, ilgili organın bir üyesini bile dinlemeden yazıyor. Ben, beş kez Yüce Divan Üyeliği, bir kez de Yüce Divan Başkanlığı yaptım. Hiç kimseyi haksız yere cezalandırmadık. Aklananlar da oldu. Adı verilmeyen Bakan ondan fazla suçtan yargılanıyordu. Dokuzundan aklandı, bir ikisinden cezalandırıldı. Ama asla yukarıda söylediği, yazıldığı nedenle değil. Aynı Bakan taşıt plâkalarını karıştırıp bir kez de “Başbakanın Mahkemeye gelip benim cezalandırılmamı istemesi üzerine cezalandırıldım” demişti. Oysa adı verilen Başbakan Mahkemeye gelmemişti. Kimse de bizden aklama ya da cezalandırma isteminde bulunmamıştı. Elbet Başsavcılık görüşü bunun dışındadır. Yargı hepimizin güven kapısıdır. Yaralanıp yıpranması hepimizin zararınadır. Yanlış yapsa doğru bilinecek bir değer olarak kalmalı, yansızlığı, doyurucu kararları, etkisiyle gücünü duyurmalıdır.

Olanlara Bakalım

Turgut Özal’ın Başbakanlığı sırasında çıkarılan yasayı iptal ederek yabancılara toprak satımını önleyen Anayasa Mahkemesi’nin özeni unutuldu. Anayasa Mahkemesi kararı, Anayasa kuralı gibidir. İlgili Anayasa kuralı değiştirilmeden Anayasa Mahkemesi’nin kararına aykırı yasa çıkarılması asla hukukla bağdaşmaz, asla demokrasiyle uyuşmaz. AB’ne girmek için yapılan Anayasa değişiklikleriyle uyum yasaları sonucu yabancılara toprak satımı hızla genişlemektedir. Yaratacağı sakıncaları sağlanan para nedeniyle düşünen yok gibi. Boyutlarını gözeterek önlem alınmazsa, önlenemezse yarın karşı çıkılamayacak durumların acısı çekilir.

Çanakkale Savaşları’nın geçtiği yerlerde sözde rehberlik yapan kimilerinin gerçekdışı anlatımlarla karaçarşaflı, sıkmabaşlı, gerici sözde turistlere benimsetmeye çalıştıkları hurafeler için yapıldığını duyduğumuz ciddî bir çalışma yoktur.

Özel bir törende “Turgut Özal gelince ayağa kalkmadı” diye Belediye Başkanı’nın görevden alındığı Türkiyemizde Diyarbakır Belediye Başkanı’nın ölen teröristin ailesine ziyaretle, teröristin cesedinin taşınması için hasta arabası vermesi çirkinlikten öte bir davranış olduğu gibi bu Belediye Başkanı’na destek ziyaretleri de nelerin amaçlandığının birer belirtisidir. Hele ABD konsolosunun Büyükelçilik açıklamasıyla savunulan ziyareti en azından zaman yönünden yanlıştır.

IMF ile balayı sürmektedir. Artarak büyüyen carî açık, yüksek reel faiz, yaygınlaşan işsizlik, tarım başta olmak üzere yıkıma yakın ekonomi, iç ve dış borçların yükü ortada iken üretimsizlik, yolsuzluk, gereksiz özelleştirme, sermayenin bitip tükenmek bilmeyen istekleri, çalışanların asgari ücretle doruğa çıkan haklı isteklerinin karşılanmaması IMF’nin buyruklarının sonucudur. Küresel emperyalizmin sürekli beslediği tekelci sermayenin okşanması IMF ile üç yıl daha birlikteliği benimsetmiştir. İktidarın bu tutumu yeni stan-by kararlarıyla açıklanmış ama şakşakçıları dışında kimseyi inandıramamıştır. Özel sermayeyi daha güçlü ve daha etkin duruma getiren bu gidiş değildir. Sağlanacağı umulan, beklenen yeni kaynaklar borca gidecek, sıkıntılar azalmayacak, artacaktır. Yanılmış olmayı isteriz.

“Yitikler” konusunda nasıl oyunlar düzenlendiği Özgür Gündem gazetesinin yaşadığını açıkladığı Aysel Malkaç olayıyla daha iyi ortaya çıktı. Devleti karalamak, kendi gidişlerine yeni destekler sağlamak için nelere başvurulduğu ibretle izlenmektedir.

PKK/Kongra-Gel örgütünün Van Valisi’ne suikastı üstlenmesi önceki yazdıklarımızı doğruladı. AB ve ABD desteğinde olduğu kuşkusuz örgütün giderek azgınlaştığı son Hakkari Valisi’ne yönelik sonuçsuz kalan suikast olayıyla da görülmektedir. Irak’ın kuzeyinde yuvalanan bu yıkıcıların İran tarafındaki varlığı da ilği çekicidir. Irak’ın geçici Cumhurbaşkanı’nın Ankara ziyaretindeki sözleri de kanımızca geçiştirici ve oyalayıcıdır. Türkiye’den istenecek yeni ödünler için sınırdışı güç olarak bu örgüt elde tutulmaktadır. Yedi ayda 33 Türk’ün öldüğü Irak’ta yaşanan vahşet tüyler ürpertici, kan dondurucudur. Felluce’ye ABD saldırısı yanlı Türk medyasında gözlerden kaçırılmaktadır. Şii lider El Sadr’ın Necef’teki varlığı ABD’ni huzursuz etmekte, ondan kurtulmak için toplu kıyımı göze almış görünmektedir.Başta Birleşmiş Milletler çoğunluk uymaktadır.

Bu arada Yunanistan’da yayımlanan Diplomasi dergisi askerlerin yıl sonuna kadar iktidara güvence verdiğini, serbest bıraktıklarını yazmakta, görüşme tarihi verilerek avutulup bekletilecek Türkiye’nin tepkileri tartışılmaktadır. Vatikan da Türkiye’nin AB’ne girmesine karşı çıkmaktadır. Dinsel Öğretiler Kurulu Başkanı Kardinal Retzinger Araplara katılmamızı önermektedir. Fransa Demokratik Birliği François Bayrou da Tayyip Erdoğan’ın “İnsan Lâik olmaz, Devlet olur” sözüne karşı çıkarken Türkiye’nin AB üyeliğine de karşı çıkmış ve “Bizde bir papaz bile lâik bir vatandaştır” demiştir. Avrupalı olmadığımızı söyleyen Bayrou, Recep Tayyip’in takiyyesine değinmiştir. Yazar Samuel Hungtington da Türkiye’nin Avrupa’da olmadığını, AB’ne girmesinin sakıncalı olduğunu ileri sürmüştür. Başka birşey beklenemezdi.

Başka Neler

Araştırmadan, sormadan, incelemeden, belgelendirmeden konuşup yazmak moda oldu. Öğrenciliğinden beri tanıdığım emekli bir yargıç da kurgularla yazmakta, başkalarının başından geçen olayları kendi başından geçmiş gibi yansıtmaktadır. Bunu yıllar önce bir avukat da yapmış, Ankara Barosu dergisinde yayımlanan bir yazıyla gerçek açıklanmış, olayı yaşayan avukat durumu ortaya koymuştu. Kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterip başkalarını küçümsemeyi, eleştirmeyi alışkanlık durumuna getiren bu emekli meslektaşın uydurduğu öykülere yaptığının, yalnız sanığı dinleyerek yazan gazetecininkinden ne farkı kalıyor? Avukatları suçlamakla, başkalarını olur olmaz nedenlerle eleştirmekle bir yere varılamaz, bir şey sağlanmaz. Büyümek, olgunlaşmak yaş işi değil. Baş işi. Hukukçunun özgün ve temel niteliği yansızlık, güvenirlik, ahlâklılıktır.

Tanımadığım, konuşmadığım kimseler övgüye değer bir çaba gösterirlerse onları da kutlarım. Ama genelede tanıdıklarımı kazandıkları aşama, çalışmaları, yapıtları ve özel günleri nedeniyle kutlarım. Giderek nezaket kuralları da gözardı edilmektedir. Kutlamayı, kutlamaya yanıt verip teşekkür etmeyi, gönderilen mektubu ya da kitabı bildirmeyi gereksiz bulanlar artıyor. Öyle yerde olanlar, bir şey sanılan öyleleri var ki. Kitap yazarları bile. Düzey düşüyor.

Tıpkı oy, mevki-makam, koltuk için ilkeden ödün veren, çıkardan başka birşey gözetmeyen, dostluğu gereksiz bulan, kişiliğinden vazgeçip gösterişi yeğleyen, tutarsız, ikiyüzlü, söz üretmekten başka bir işi yapmayanların artışı gibi.

Böyle bir ortamda karşıdevrim olayları, yabancıların aşırı istekleri gereken önemle ele alınmıyor, tartışılmıyor, yanıtlanmıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos’un davranışı, düzeltmeye çalışırken büsbütün açık verdiği istekleri, ekümenlik savı, dışarda bu gelişmelerin nasıl değerlendirilip neler düşünüldüğü inandırıcı biçimde halka yansıtılmıyor.

Kimi Çelişkiler

Uyum Yasaları, eyleme çağıran bölücülükleri de aklamaya taşıyor. Yakın-uzak tehlike ayrımı gözetilmiyor. Tehlikenin içindeyken bile aşağılık duygusu yaşanırcasına demokratikleşme özeniyle ilkeler budanıyor. Özgürlükleri kötüye kullanmak onları yaşatmama suçudur. Hiç bir amaç ve çaba birden sonuç vermez. Gelişmelerle sonuca ulaşılır. Sonucu görmekten kaçınmak onu yaşamayı engellemez. Gerçek demokratmar özgürlükleri korurlar. Faşistler sınırlar ve yaşatmaz, değersiz ve anlamsız kılarlar.

Baskıyla, gözdağıyla, atama işlemleri ve kimi oyunlarla emekliye ayrılmak zorunda bırakılanlarla birlikte bu iktidar 122 bin memuru emekli etti. Ama 167 bin memuru işe aldı. Şimdilerde yandaşı sendikalara üye olma baskısı kamu işçilerinin karşılaştığı yeni faşizm örneğidir.

Siyaset kuşkusuz istekle yapılır. Ama ölçüyü kaçırmadan. Bir aşırı heves, beklenmedik engeller çıkarabilir. Lâiklik inançlar yönünden zaten “saygın bir yansızlık” iken Ecevit’in yıllar önce yapıp Fethullah Gülen ilişkilerini savunurken söylediği gibi “İnançlara saygılı lâiklikten yanayım” diyerek lâikliği yozlaştırmanın, sulandırmanın, oy almak ve dincilere şirin görünmek için ilkeden ödün vermenin hiçbir anlamı yoktur. Köktendinci bağımlılar kendilerinden olmayana günahlarını bile vermezler. Kişiliğini ve niteliğini korumak, ilkelerini savunmak adam olmanın gereğidir. Devlet adamı olmak için de önce adam olmak gerekir. Siyaset gerçektir, düş değil.

Bunama sürecinde olduğunu kanıtlarcasına kimileri de İsmet İnönü karşıtlığını gerçekleri saptırarak yansıtıyor. Kötülemelerinin temelinde siyasal bağımlılıkları yatıyor. İkinci Dünya Savaşı, Türkiye’nin ve özellikle çevresiyle dünyanın koşulları unutuluyor. 1950 sonrası unutturuluyor. Sonraki yöneticilere, 1980 sonrasındakilere değinen çıkmıyor. Birkaç değerbilir yazarın değinmesi dışında haksızlığa karşı çıkan yok. Asıl amaç Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü kötülemek. Buna yürekleri yetmiyenler İsmet İnönü üzerinden saldırıya geçiyor.

Kuzey Kıbrıs’ta Annan Plânı’na “Evet” çoğunluktaydı da ne oldu? Neye yaradı? Ne değişti? Karşı çıkan Rum Kesimi Antlaşmalara karşı AB üyesi oluyor, kuzey dışarıda kalıyor. Denktaş haklı çıkmadı mı? Yeni oyunların hazırlandığını önceki yazımızda belirtmiştik. Yineliyoruz.

Ulusal güvenlikle ilgili MGK’nun Genel Sekreterliği’ne bir büyükelçinin ataması yapıldı. AB’ne yaranmak için ulusal güvenliği Orgeneralden alarak bir siyasal parti liderine bağlamanının sakıncaları yaşanmaz umudunu korumak durumundayız.

Yağmur için İstanbul’da alınan önlemler bu kez için. Yağmur sonra yağmayacak mı? Bir daha hiç mi yağmayacak? İstanbul’da, İzmir’de, başka kentlerde gerçekçi önlemler kesin biçimde alınmalıdır. Dere yataklarındaki yapılar, kaçak yapılar, gecekondular siyasal cilvelerle korunmamalıdır. Önlem almayarak devlet yapıların, hastahane aygıtlarına zarar verenlerin yakalarına yapışılmalıdır. İstanbul’lulara “Geçmiş olsun!” diyoruz. Türkiye dışardan düzenleniyor. Yakında dışardan yönetilecek görünümü sakıncalıdır. Açıkça “Kürt Devleti, Ermeni toprağı, federasyon” buyruğu, dayatmaları, yeni AB koşulları biçiminde gündeme gelebilir kuşkuları duyulmaktadır. AB görüşme tarihi bir kaç soruna gebedir.

Bu olasılıklar ve olumsuzluklar yaşanır ve yurtseverlerin yürekleri yanarken tren kazaları ve başka nedenlerle eleştirilecek iktidarı, özellikle Recep Tayyip’i göklere çıkaracak ölçüde pohpohlayan, pespayeliği sırıtan yazılara da rastlanmakttadır. Atina Olimpiyatlarının açılışında sıkmabaşlı eşiyle tribünlerde yer alarak ülkemizin seksen yıllık çağdaş görünümünü bir anda dinciliğe indirmesi bağışlanacak bir davranış olamaz. Hukuka direniş anlamındaki bu sakıncalı tutumu “değişme” sözünün de gerçek olmadığının yeni bir kanıtıdır. Başbakanlığa gelmiş birisinin lâikliği anlamamış, Anayasa’yı tanımamış, yargı kararlarını saymamış durumu, nerede ve nasıl olduğumuzun da bir göstergesidir. Ben dinin, inancın, bağımsızlık ve özgürlüğün anlamlarını da bilmedikleri kanısındayım. Örtünmeyle ilgili din kurallarını da. Kendi sandıkları, yorumladıkları ya da kendilerine öğretildiği gibi olsa da devlet katında, devleti temsil durumlarında bağlayıcı olmadığını tersine, devletin lâik niteliğine uygun davranmak zorunda bulunduklarını bilmelidirler.

Bu olumsuzlukların ve aykırılıkların duyurduğu üzüntüyü Olimpiyatlarda altın madalya alan sporcularımızın başarısı bir an olsun azalttığı için söyleyebilecek birçok şeyi şimdilik bırakıyoruz. Sporcularımızı kutluyoruz. Başarılarının artarak sürmesini diliyoruz.

Yineliyor, Vurguluyorum

Yasama ve yürütme erklerinin tutumu yargı konusunda yurttaşlara örnektir. Ben özel yaşamımda da da öğüt vermekten kaçınır, örnek olmayı yeğlerim. Yargıdan yüz bulamayanların, hoşnut olmayanların, kendileriyle ilgili kararları beğenmeyenlerin yargıyı yıpratmak için amaçlı ve düzenli olduğu açık yıpratma girişimine destek verdikleri anlaşılmaktadır. Yargının içinde de yandaşları vardır. Milli Güvenlik Konseyi döneminde bir siyasal partini kapatılması dâvasını reddetmiştik. Başsavvcılık Başkanla benim reddimi istedi. Olumlu sonuç alamadı. Bize o dönemde bile kimse baskıya kalkışmadı. Başkanlığım sırasında bir Başbakan umduğu sonuç çıkmayınca siteme yeltendi, yaraşır olduğu yanıtı en sert biçimde aldı. Bir kez de “Anayasa Mahkemesi’ne değil Türkiye’de dünyada etki yapacak kişi ve kuruluş yoktur” demiştim. Kişilerde değişiklik oldukça sorular, yanıtlar da değişiyor. Yargıya dil ve el uzatılmamalı. O kendi sorunlarını çözer, kendini arındırır, yüceliğine ve onuruna uygun sonucu sağlar. Aykırı ve ayrık durumda olanlar barınamaz, tutunamaz.

30 Ağustos Zaferi’nin 82. yıldönümü öncesinde Türkiye’den, Atatürk’ten, Atatürkçülükten, tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, insan hakları ve demokrasiden, usa, bilime, ahlâk ve adalete bağlılıktan vazgeçmemizin olanaksız olduğunu bir kez daha açıklıyoruz. Nedeni ne olursa olsun, her türlü hukukdışılığa, teröre, sömürüye, işkenceye karşıyız. Bizim için tek yol Atatürkçülüktür.

http://www.turksolu.com.tr/63/ozden63.htm

.

Obama Esintisi,




Obama Esintisi,

13.04.2009/Sayı:232
Yekta Güngör Özden



ABD Başkanı Obama’nın gönül alma gezisi İstanbıl ortamlarının dolaşılmasıyla tamamlandı. Geçen yıllarda Türkiye-ABD ilişkilerinde baş gösteren olumsuzlukların yinelenmemesi, güvensizliğin ortadan kaldırılması ve geleceğe ilişkin ABD-AB tasarımlarında Türkiye’nin rolleri için anlayışının sağlanması amaçlı yaklaşım ustalığı oldukça güleryüzlü davranışlarla yerine getirildi. Obama’nın konuşmalarındaki açıklık başka bir şey söylemesini gereksiz bırakmasına karşın medyanın abartılı yayınları ve kimi yazarların yorumlarıyla beklentilerin boyutunun büyük olduğunu gösteriyordu. Obama başkan seçilmesinden önceki görüşlerini değiştirmediğini açıklarken ABD’ndeki Ermenilerle Ermenicilerin söylemesini istediklerini de söylemeyeceğini vurgulamış oldu. Ama Türkiye’ye önerileriyle ülkemiz yönünden ödün sayılacak açılımları gündeme getirdi. AKP iktidarının hazır olması bir yana, altyapısını oluşturup yollarına taş döşediği açılımlarla şimdilik beklentilerin tüm yanlarını tatmin edecek bir durum sağlamış sayılacaktır. NATO Genel Sekreteri’nin seçiminde Türkiye’nin geri adım atmasını sağladığı söylenen Obama Türkiye’nin AB’ne alınmasında ileri adım sağlayamamış, Fransa-Almanya tepkisiyle karşılaşmıştır. Böylece Türkiye almadan vermiştir. AKP iktidarının dış siyasetteki başarısızlığının yeni bir kanıtı dosyasına eklenmiştir.

AKP’nin üzerinde durduğu üç ayaktan biri köktendincilerdir. Bunlar AKP’ni dindar sayanlarla dindar olmadığını bile bile böyle görünmek ve inanç sömürüsü işlerine gelenlerden oluşmaktadır. İkinci ayak dönekler ve işbirlikçi sapkınlarla çıkarcılardır. Üçüncü ayak öbür partilere karşıtlık güdenlerle AB ve ABD yandaşlarıdır. Obama’nın abartılı karşılanma ve uğurlanmasına, beklentilere, ödünlerle sağlanacak sıcaklığa hiçbirisi ses çıkarmamakta, doğal olan ve konuşmalarda söylenmesi umut veren Atatürk ile lâiklik vurgulamasına önem yüklenmektedir. Bu arada ılımlı islâm açılımı, Fethullah konukluğu, yeni ortadoğu haritası unutturulmaktadır. Gizlenen Irak-Bağdat ziyaretiyle birlikte değerlendirildiğinde ilk yurtdışı gezisinin özellikle Türkiye olduğu savına katılmak olanaksızdır. Önce NATO, sonra AB toplantıları gündemdeydi. İstanbul’da tüm dinlerin temsilcileri kapsamında Fener Rum Patriği ile baş başa görüşmesi, Ayasofya’dan sonra Sultanahmet Camii gezisi programının olağan ayrıntılarıdır. Bilinmelidir ki Türkiye’miz için özel bir tutumu, yakınlığı, desteği yoktur. Yalnız Türkiye için değil tüm dünya için ABD kanısını değiştirme çabası öne çıkmaktadır.

İçerdeki karmaşa

Yerel seçimler sürecinde BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile arkadaşlarının geçirdiği helikopter kazasıyla sonrasındaki cenaze töreni, gömülme yeri, Yazıcıoğlu’nun geçmişteki tutumu ve karşıtlıkları bilinen kişilerle yapmak istediği görüşme kamuoyunda tartışılmıştı. Kazaya ilişkin önrapor suikast olasılıklarını geçersiz kıldı. Bu olaylardan sonra Obama’nın gezisinde Ankara ve İstanbul’da altüst olan trafikten yakınan halkın çektiği sıkıntılar, bıkkınlık uyandıran uygulamalar, söylentiler, yakıştırmalar, yorumlar gündemi dolduruyor. Konukseverliği düzenli biçimde, üzücü bir olay yaşamadan yerine getirmek ülkemiz yönünden iyi geçirilmiş bir sınav sayılmalıdır.

Ergenekon soruşturması eleştirilen uygulamalarıyla yürütülmektedir. Hukuka bağlılık, yasalara uygunluk isteyen Türkiye Barolarının hukukun üstünlüğü ilkesini yaşama geçiren çabalarına eksiksiz demokrasiyi ekleyerek yürüttükleri çalışmalarında değindikleri sorunlar, tartıştıkları konular iktidar kesimini rahatsız etmiştir. Baroları hukukdışılıkla suçlayanlar, Başbakanın “kapı önüne koyma” tehdidini içlerine sindirebilmişlerdir. Hukukla siyasetin kesiştikleri noktaları, hukukun siyasete yön veren özelliği, Baroların demok­ratik kitle örgütleri olarak konumunu ve işlevlerini yeterince kavrayamamaktan ötede işlerine gelmediği için eleştiren iktidar amigolarıyla militanları ve tetikçileri hukuku siyasallaştırdıklarının ayırdında değillerdir.

Ayasofya kedisiyle Obama’nın Ayasofya için “Muhteşem” sözünü diline dolayan medya haksızlıklar karşısında iktidarı eleştirmekten kaçınmaktadır. Sorunlar yerinde saymakta, çözüm beklentileri boşa çıkmaktadır. Kolluk güçlerinin sertliği, orantısız güç kullanışı da sineye çekilmiştir. Teslimiyet görünümlü gevşeme medyamızın hastalığı biçiminde izlenmektedir. Ne alıp ne verdiğimiz iyi tartılmalı, iyi belirlenmelidir. Düş kırıklığı acıdır.

“Stratejik ortaklık”tan “Model ortaklık”a geçiş sözleriyle birlikte “Siyasal balayı” ve “Altındönem” abartılı nitelemelerinin sık sık kullanıldığı değerlendirmelerin aldatıcılığı belirgin “Obama rüzgârı” Türkiye’nin her yanında esti. İtalya depremi Obama telâşı içinde gereken duyarlıkla ele alınmadı. Seçim sakatlıkları soruşturma konusu yapıldı, tutuklamalar oldu. Sonucun neye bağlanacağını kestirmek güçleşti. Siyasal ilişkilerin içtenlikli, güçlü, yararlı ve yapıcı olması, olumsuzlukların geride bırakılarak olumlu gelişmelerle kucaklaşılması herkesin dileğidir. Dış siyaseti iç siyasete araç kılmadan gerçekçi çabalarla kazanımlar sağlamak en geçerli başarıdır. Türkiye bu doğrultuda haklı beklentiler içindedir. Siyasal iktidar skandallarla suçlanan tutumunu sürdürmektedir. İç karmaşa dış siyasete de yansımaktadır.

Atatürk ve lâiklik konusundaki belirgin sözler dışındakiler sorular ve sorunlar yumağını oluşturmaktadır. Duygusallığı bırakıp gerçekçi değerlendirme yapılarak Obama anlaşılmalıdır. Ilımlı islâmdan vazgeçildiği kanısı erkendir. Ortaklı bağı inancı da. Azerbaycan ilişkileri de Ermenistan için sarsıntıdadır.

Hâkimler ve Savcılar Birliği’ne katlanamayan iktidarın hukuk karşıtlığı kınanan sözlerle açıklanırken Alman Yargıçlar Birliği Federal Yönetim Kurulu (NRV) yeni yapısıyla AB Komisyonu’nun 2006, 2007 ve 2008 İlerleme Raporları’na dayanarak YARSAV’a destek çıkan ayrıntılı bir açıklama yapmıştır. Yeni yönetim kurulunun kararının genel sekreterlikçe Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal kurumlarına, Avrupa Konseyi’ne, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı’na, Avrupa Birliği’ne ve üyelerine iletmesini istemiştir.

Bu arada Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu Atatürk’ün Büyük Söylevi’nden sonra Prof. Dr. Utkan Kocatürk’ün “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”nü Türkçe ve Almanya olarak internet sitesinde yayımlamaya başlamıştır. Dünyanın neresinde bir Türk varsa ona okuma olanağını sağlayan Federasyon Başkanı Genel Başkanı Dursun Atılgan’ı bu yararlı çabası nedeniyle kutluyoruz.

Kitaplar

CHP önceki Genel Sekreterlerinden Şeref Bakşık’ın “CHP ile Bir Ömür” adlı kitabı Cumhuriyet Kitapları’ndan çıktı. Siyasal yaşamımıza ilişkin gerçekçi görüşleri saygın bir siyaset adamımızın kaleminden okumakla bilgimiz güçleniyor.

Prof. Dr. Nidai Sulhi Atmaca’nın Toroslu Kitaplığı yayınlarından “Çırpınış” adlı kitabı Türkçemiz konusundaki oluşumlarla ilgili bilgiler vererek hepimizi uyarıyor.

S. Eriş Ülger’in “Avrupa Basınında Atatürk ve Zafere Giden Yol” adlı kitabı Atatürk’ü daha çok sevdirip saydırıyor. Okurlarımıza salık veriyoruz. 


http://www.turksolu.com.tr/232/ozden232.htm

..

19 Mart 2015 Perşembe

Örgüt Ceza ve Tutukevleri




Örgüt Ceza ve Tutukevleri


10 Temmuz 2000 Pazartesi 

"BANA BENDEN OLUR NE OLURSA, BAŞIM RAHAT OLUR DİLİM DURURSA..."

T.B.M.M. yasama yılını tamamlayarak yaz tatiline girdi. Milletvekillerimiz görevini yerine getirmenin huzuru ile tatil yörelerine ve seçim bölgelerine dağıldılar. Meclis gündeminde sıra bekleyen pek çok acil konunun görüşülmesi ancak bu uzun tatilden sonra mümkün olabilecek. Gündemde sıra bekleyen önemli konulardan biride MAHKUMLARIN AFFI ile ilgili olanı idi. Büyük bir ümitle verilen AF sözünün tutulmasını bekleyen mahkum ve tutuklular meclisin tatilini müteakip yine Türkiye'nin gündemine oturdular.
 Gündemimiz yurdun çeşitli yerlerinden gelen isyan ve başkaldırı haberleri ile doldu. Bu gidişle daha da dolacağa benzer. Konu ile ilgili olarak bir başkaldırı haberide İnfaz Koruma Memuru olarak çalışan hapishane görevlilerinden geldi. Gardiyanlar yaptıkları basın açıklamasında; " can güvenlikleri olmadığını anlattılar ve çok az para aldıklarından" yakındılar. Demekki hem içeridekiler ve hemde dışarıdakiler dertli.
 Acilen çözüm bulunması gereken bu önemli konu hakkında bundan 5 ay önce kaleme aldığım fikir ve düşüncelerimi güncelliği dolayısıyla yeniden yayımlamayı uygun buldum. İnşallah yetkililer ve ilgililer sağduyunun sesine kulak verirler ve bu yara kangren olmadan ve bütün ülkeyi huzursuz etmeden iyi bir sonuca bağlarlar. Bekleyelim ve görelim.( T.T.K )

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

TARİH : 26 OCAK 2000.

Jandarma özel timleri Metris Ceza ve Tutukevindeki İBDA-C örgütünün kaldığı koğuşlara ŞAFAK BASKINI adı altında bir operasyon düzenliyor.

Operasyonun hedefi; bir yılı aşkın bir süredir tutuklu olduğu halde üç seferdir koğuşundan alınamadığı için mahkemeye götürülemeyen ve her mahkeme günü isyan eden örgüt lideri bir sanığı hakim önüne çıkarmak. İfadesinin alınmasını sağlamak. Operasyon başarı ile sonuçlanıyor, isyan bastırılıyor. Bu defa sanıklar koğuşundan alınıp hakim önüne çıkartılıyor.

Basın ve yayın ordumuzun fedakar çalışanları önceden mevzilenmişler. Bu büyük ve son derece önemli olayı canlı olarak kamuoyuna duyurmanın telaşı içindeler.Adalet sisteminin, yakalayıp tutukladığı 65 İBDA-C örgüt üyesi karşısındaki aczini sergilemeye gelmişler sanki.

Bu kaçıncı isyan bilmiyoruz. Örgüt; lideri Salih MİRZABEYOĞLU'nu vermiyor. Onlar vermeyince de biz alamıyoruz. Onlar isyan ediyor. Ceza ve Tutukevi bir kere daha yakılıyor, yıkılıyor. Cezaevi çalışanları yine rehin alınıyor. Karşılıklı silahlı mücadele yapılıyor. Devletle pazarlığa oturuyorlar. Saatler süren pazarlıklardan sonra verilen tavizleri beyler lütfen kabul edip lütfederek isyanı bitiriyorlar. Tabi çoğunlukla onların dediği oluyor. Adalet Bakanımız " malesef hapishanelerde yönetimi tam olarak sağlayamadık" diyerek seminerlerde ve basın karşısında açıklama yapıyor. İşte kendi çok küçük fakat neticesi devlet otoritesine indirilen darbe olarak çok vahim olan bu olaylar basınımız tarafından kamuyu oluşturmak için çok güzel fırsatlar olarak değerlendiriliyor.

İsyanlar bastırıldıktan sonra tutuklu koğuşlarına girerek arama yapan kolluk kuvvetlerimiz basını çağırarak ele geçirdikleri bir cephaneliği dolduracak çap ve vüsatteki silah ve cephaneyi göstererek başarılarını vurguluyorlar. Bu haber malzemesini alan tecrübeli basınımız bu görüntüleri ballandıra ballandıra yayınlıyor. Her isyanda ayni yakma, yıkma, silah, cephane ve hapishanede bulunması yasak bir yığın malzemenin sergilenmesine herkez alıştı. Artık bu görüntüler haber niteliğini yitirdi.

Adaleti sağlayamayan bir adalet sistemi ile devlet işlerinin sağlıklı yürüdüğünü iddia etmek mümkün değildir. Efendim;" hapishaneler koğuş sistemi olarak inşa edilmiş. Ondan böyle imiş. Hücre sistemi olsa imiş bunlar olmazmış."

Özür; kabahatinden büyük. Yapmak istedinizde kim size engel oldu.? Paranız mı yoktu ?, Demiriniz mi yoktu ?, Çimento mu bulamadınız? Yoksa bugünlerde Türk müteahhit ve mühendisleri yurtdışında dünyayı inşa ettikleri için elde inşaatçımız mı kalmadı?

Yapmıyorsunuz, veya yapmak istemiyorsunuz. Bu millet sizin 3 ayda 35000 ev yaptığınızın şahididir. Dünyaya karşı haklı kasılıyorsunuz. Japonların altı ayda yaptığını biz 3 ayda yaptık diye. Mazeretiniz bu olamaz sayın yetkililer. Lütfen devletimizi; Türk ve dünya kamuoyunda güçsüz gösterecek olayların gerçek sebebini açıklayınız. Gücünüz yoksa istediğiniz gücü bu millet size verir. Anlamak ve vatandaşın anlamasını beklemek mümkün değil.

Gelelim işin esas yanına, BU GÖRÜNTÜ ASLINDA DEVLET OTORİTESİN'İN ÇÖKTÜĞÜNÜN GÖRÜNTÜSÜDÜR. HUKUK SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜDÜR. 65 milyonu temsil eden ve Cihan İmparatorluğunun mirası üzerine inşa edilen koca bir sistemin getirildiği yerin resmidir. Devletin koyduğu yasaları dinlemeyerek,yakalanıp cezalandırılmak için Ceza ve Tutukevine kapatılan 65 kişi; 65 milyonun gözünün içine baka baka " Biz senin yasalarını kabul etmiyoruz. Mahkemeni tanımıyoruz. Tanımadığımız bir sistemin mahkemesine de gelmiyoruz." diyorlar ve gelmiyorlar. Getirilemiyorlar.

Aslında kendi çok küçük ama yansıması çok büyük olan olayı, cezaevlerinin koğuş sistemi şeklinde inşa edilmesine bağlamanın yanlış olduğu görüşümü bir daha vurgulamak istiyorum. Olayların meydana gelmesinin sebebi devletimizin ve hukuk sistemimizin aczi ve sistemin bozukluğu değildir. Yetersiz ve yeteneksiz kadroların cezaevlerinde görevlendirilmesidir. Adam gibi adamların yokluğundandır. Bu sistemde , bu yönetmelikler ve kurallarla devletin gücü en iyi şekilde gösterilebilirdi. Gösterildi de. Bu cezaevleri yeni inşa edilmedi . İlk defa cezaevlerimize sanık ve suçlular getirilmiyor. Biz bu sistemle yıllarca hukukumuzu tatbik ettik. Bu derece acz içinde olduğumuz hiç bir dönem olmadı. Sorunun başı ve aslı personel zaafiyeti ve eğitim noksanlığıdır. Buradaki görüntünün asıl sebebi; gücünü gösteremeyen, yetkisini kullanamayan, basiretsiz ve cesaretsiz cezaevi yöneticileridir.

Binlerce yıllık köklü gelenekler üzerine inşa edilmiş devletimiz güçlüdür. Hiç kimse, hiç bir örgüt veya kuruluş devletten daha güçlü olamaz. Olmamalıdır. Fakat bugün devletimiz örgütler karşısında güçsüz durumda gösterilmiştir. Cezaevlerimiz devletin kontrolundan çıkmış ve ÖRGÜT CEZA VE TUTUKEVLERİ haline dönüşmüştür. Kanun ve kural dışı herşey buralarda yönetimin gözü önünde açıkça yapılabilmektedir. Buna ait haberler basınımız tarafından adeta dizi proğram halinde yayınlanmaktadır. Her türlü anarşi ve terör olayları buradan yönetilebilmekte, yeterince yetişmemiş militanlara buralarda akademik ve silah eğitimleri verilmektedir.

Burada mahkumlardan ziyade , onlara göz yuman, bilerek veya bilmeyerek cezaevlerini bu hale getiren yönetim başlıca sorumludur. Kanunları uygulamak yerine kanunsuzlukları destekler durumdaki sıralı yöneticilere bugüne kadar hiç hesap sorulmamıştır. Veya sorulamamıştır. Halkımız bu sorumsuzlardan hesap sorulmasını bekliyor. Üzülerek ve içi kan ağlayarak gelinen vahim durumu seyretmekle yetiniyor.

İsyan eden koğuşta ele geçen malzemeyi utancımızdan saklayacağımıza özenle bir araya toplar, gururla basını çağırır," işte biz bunları hapishanenin içinde ele geçirdik" diyerek takdir bekleriz. Gülelim ağlanacak halimize. Girmemize ramak kaldığımız avrupalı komşularımız bunları gördüğü zaman gülüyor halimize....

 - Kim bunlar ?
 - Kim bunları bu sorumlu mevkilere getirdi ?
 - Görevini bilmeyen, yetkilerini kullanmaktan aciz, asli sorumluluklarını yerine getiremeyen bu yönetim kadrolarını kimler atadı?
 - Hangi hak ve selahiyetle bu insanlar hala ayni görevlerinde tutuluyorlar?
 - Bu memlekette nice yetişmiş beyinler, "merkez valisi, merkez emniyet müdürü, APK Uzmanı" gibi uydurma isimlerle boş oturup hizmet beklerken bu millet bu yeteneksiz kadroları beslemeye mecburmu?

Birkaç gün önce Ulaştırma Bakanı Prof.Dr.Enis Öksüz'ün talimatıyla polis Sivil Havacılık Genel Müdürü Beyefendiyi 50.000 dolar rüşvet alırkan suç üstü yakaladı. Tutuklanan genel müdürün bürosunda yapılan aramada daha pek çok rüşvet olayının belgeleri çıktı. Balık baştan kokar. Genel Müdür, bunu bu kadar açık ve serbestçe yaptığına göre kimbilir aşağısı ne yapıyor.

Kızılay, Türk Hava Kurumu, anlı şanlı devlet ve özel sektör bankalarımız, Turban gibi en büyük turizm kuruluşumuz ve daha nice kuruluşun sayın yöneticileri, batırdıkları kuruluşları için bugün yargı önündeler. Yani hep yönetim , yönetici ve insan hatası.

Suçluya hesap sormayan ve ona ceza veremeyen bir ülkede adalet tesis edilemez. Adaleti tesis edemeyen devlet, devlet olma vasfını muhafaza edemez. Atamız Osmanlı Devletinin 3 kıt'ada, 24 milyon km.kare topraklarda, 600 sene süren hakimiyetinin tek özelliği; her hal ve şartta adaleti mutlaka uygulaması olmuştur.

Devletimizin birinci ve temel görevi; devletin gücünü yeniden tesis etmek ve bunu dosta-düşmana göstermektir. Suçluya kendini saydıramayan devlet; normal yurttaşına hiç saydıramaz. Avrupalı olmak gayret gösteren sayın büyüklerimize duyurulur.

Lütfen gücünüzü bilin ve kullanın. 

KENDİ MİLLETİNİN SAYMADIĞI BİR DEVLETİ BİLİN Kİ BAŞKALARI HİÇ SAYMAZ VE DİKKATE ALMAZ.



Dr. Tahir Tamer Kumkale
10 Temmuz 2000 Pazartesi
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=55

..

Sıcak Tatili,




Sıcak Tatili,



13 Temmuz 2000 Perşembe 

"BÜYÜK  İŞLER  VE  ÖNEMLİ  ATILIMLAR,  ANCAK VE  ANCAK  BİRLİKTE  ÇALIŞMA  İLE  ELDE  EDİLEBİLİR. " (MustafaKemal Atatürk)

Evet... Güzel yurdum Türkiye'm bir tatil cennetidir. Dünyada bir benzeri daha yoktur.

Bununla eşsiz coğrafi, tarihi ve tabii güzelliklerinden ve Türk insanının emsalsiz misafirperverliğinden dolayı tatillerini Türkiye'de geçirmek için turistlerin birbirleriyle yarıştığı tatil cenetini kastetmiyorum. Dünyada en az çalışıp, çalışmadığı için çok yorularak devamlı tatile ihtiyacı olan, bu yüzden yöneticilerince kendilerine her vesile ile tatil imkanı sağlanan güzel insanların yaşadığı ülkemden bahsediyorum.

Hükümetimiz ülkemizin yüce menfaatlerini ve halkımızın sağlığını gözönünde bulundurarak; önümüzdeki perşembe ve cuma günlerini tatil ilan etti. Bu şekilde insanlarımız sıcakta çalışamayacak 4 gün üre ile dinlenerek yüksek enerji toplayacak, belki bir miktar enerji tasarrufu yapılabilecek, iç turizm canlanacak, ekonomimize büyük katkı sağlanacak v.s. v.s...

Sağolsun Bakanlar Kurulumuz;" gece gündüz çalışıp, üretmekten adeta bitap düşmüş olan milletimizi düşünüyor ve daha zinde bir kafa ile, daha iyi mal ve hizmet üretebilmemiz için her türlü gayreti gösteriyor.

Ekonomik darboğazda inim inim inleyen ve kendisine düşen fedakarlığı son kertesine kadar yapan
sokaktaki vatandaş bu zorunlu tatile ne diyor.? Sorun bakalım. Tatil mi istiyor. Yoksa çalışmak mı istiyor . Sayın yetkililerimizin sokağa inmeye zamanları olmayabilir. Uzağa gitmesinler. Çalıştıkları iş yerinin kapısında bekleyen güvenlik görevlisinden başlayarak odalarına girene kadar koridorda karşılaştıkları sıradan memurlarına sorsunlar. Hepsinin ,hep bir ağızdan; " YETER ARTIK ÇALIŞMAK İSTİYORUZ " diyerek haykırdıklarını göreceklerdir.

 * Bayram mı geldi ? YAPIN UZATILMIŞ TATİL...
 * Yağmur yağdı. Kar yağdı. Yerler buz oldu. TATİL...
 * Deprem oldu. TATİL...
 * Yılbaşı ile başlayan RESMİ TATİLLER SİLSİLESİ...
 * Toplam 106 günlük rutin HAFTASONU TATİLİ...
 * Yıllık KANUNİ ve MAZERET İZİNLERİ TATİLİ...
 * Okullarımızın YARIYIL ve üç aya kadar uzayabilen YAZ TATİLLERİ...
 * Grip salgını var, nezle oldun, diş çektirdin bahaneleri ile SAĞLIK TATİLLERİ
 * Havalar ısındı . SICAK TATİLLERİ

BU LİSTE UZAYIP GİDER.

Peki biz ne zaman çalışacağız. ? Ne zaman üreteceğiz.? Ve ne zaman para kazanacağız.?

Milletimiz adeta tatile adapte oldu. Artık hiç kimse çalışmayı düşünmüyor. Herkez oturduğu yerden ve yorulmadan para kazanmak istiyor. Yeni işe giren bir kimsenin önünü gördüğü yok. 30 yılda Genel Müdürlüğe ulaşabilenlerin kazanacakları hayat standardını daha işe başlarken başlarken istiyor.

Peki gelecek yıllarda ne alacak ? Başlarken, 30 yıl sonraki hedefine erişen bir kimseyi nasıl çalışmaya ve daha ileriye gitmeye motive edebilirsiniz. İşte bütün bunlar bir türlü kabullenemediğimiz sosyal yaralarımız. Bunlar bir kaç günde ve yılda oluşmadı. Yılların getirdiği ve üstüste yığarak biriktirdiği tortular.

Bu birtbiri ardısıra gelen zoraki tatillerin milli geleneklerimizi ve karakterimizi de değiştirdiği kesin olarak biliniyor. Bayramda akraba , dost ve komşularla kaynaşılması , büyüklerin ziyareti yardımlaşma ve dayanışma yavaş yavaş kalktı. Önce büyüklerimiz tatil yörelerine ve yazlıklarına kaçtılar. Bunu gören küçükler de aynen taklit ettiler. Şimdi bayram denilince tatil ve evden uzaklaşmak akla geliyor. Acı ama gerçek. Binlerce yıllık geleneklerimiz gözlerimizin önünde teker teker yokoluyor.

Deniz ve göl kıyılarımız, kıyılara bakan bütün tepelerimiz, orman içlerimiz; kibrit kutusu gibi birbiri üstüne binmiş sayısız evle doldu. Yazlık almak, hatta mümkünse birkaç tane almak çok moda oldu. İstatistikleri bilmiyorum ama, yazlık tatil evlerinin sayısı devamlı oturulan evlere yakın olduğunu tahmin ediyorum.

Yılda ortalama en fazla 1,5 ay kalınabilen bu evlerde her türlü konfor ve medeni gereç mevcut. Telefon, beyaz eşya ve modern mimarinin bütün imkanları düşünülmüş. Bu şekilde sadece dinlenmek ve eğlenmek için gerçekleştirilen çarpık bir yapılaşmaya milli geliri bizimkinin on katı olan ülkelerde dahi rastlamak mümkün değil. % 90'ı deprem kuşağında yer alan ülkemizde; bu üçüncü sınıf malzeme ile inşa edilerek, boya ile süslenen binlerce binanın insanlarımıza mezar olduğunu 17 Ağustos depreminde birlikte gördük ve yaşadık.

Milli servetimiz; bu bize nereden geldiği belli olmayan tatil hevesi yüzünden şehirlerden tatil köylerine taşındı. Bu taşınma ile birlikte gelenek ve göreneklerimiz, Türkün kendine has milli hasletleri de kayboldu. Hükümetlerimiz sağolsunlar; kabul ettikleri yerli yersiz tatillerle, yerleşik düzendeki insanlarımızı adeta evlerinden çıkartıp tatil beldelerine gitmeye zorladılar.

Oysa buralara yatırılan paralarla üretime yönelik işyerleri kurulsa, buraları yapmak veya almak için yapılan küçük, fakat biraraya geldiğinde çok büyük meblağlara ulaşan halkın tasarrufları daha faydalı ve yararlı yatırımlara yöneltilseydi. İnsanlar dinlenmeye ve yatmaya değilde , çalışmaya ve tasarrufa teşvik edilebilseydi. Ülkemizi 25 yıldır kasıp kavuran enflasyon bu seviyede olmazdı. Milli gelirden aldığımız pay da bugünkü seviyesinin birkaç kat üzerinde olurdu.

Allah insanımıza akıl ve fikir versin . Ne kadar çok tatil seviyoruz. Geçen 9 günlük zorunlu bayram tatillerinden birinde Avrupada beş yıldızlı otellerde konaklayan 30.000 civarındaki Türk vatandaşı turistlerin 2 milyar dolar civarında bir parayı harcadıklarını gazeteler gururla haber olarak verdiler. Oysa; turizm cenneti olmaya layık ülkemize 365 günde gelen 10 milyon civarındaki yabancı turistin getirdiği döviz miktarı ise 5-6 milyar dolar civarında. Bu gelenler için bir yıl müddetle hizmet üreten insanımızın sayısıda 15 milyona yakın. Avrupalı dostlarımız artık biz zengin Türkleri(!) hava alanlarında merasim ve de limuzin ile karşılıyorlar. Yorulan insanımızı dinlendirmek için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar sağolsunlar. Varolsunlar.

Sonuç olarak; Yeni binyıla büyük umutlarla girdik. Türk dünyası başta olmak üzere bütün uluslar bu yüzyılda bizden çok şeyler beklediklerini açıkça vurguluyorlar. Dünya yeniden kuruluyor. Dengeler yeniden yerleşiyor. Bizim artık bu çağda dinlenmeye ve tatile değil çalışmaya , çok çalışmaya ve daha çok çalışmaya ihtiyacımız var.

Bizi tatile değil, daha çok çalışmaya, daha çok üretmeye ve daha zengin olmaya zorlayan yönetim istiyoruz. Bizim yatmaya ve dinlenmeye ihtiyacımız yok. Bize dinlenme değil; çalışma ve üretme imkanları yaratacak bir yönetim istiyoruz. Ancak bu şekilde 21 nci asrın Türk Asrı olabileceğine inanıyoruz.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
13 Temmuz 2000 Perşembe

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=56

.