18 Ekim 2020 Pazar

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 5

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 5 



CUMHURİYETİN  KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI.
Halide Edip Adıvar,Tekpartili Sisteme Geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet fırkası,Hıyanet-i Vataniye Kanunu,Takrir-i Sükun,Muhalefet Partisi,

    Makale, Kazım Karabekir'in bu cümleleri nerede ve ne zaman söylediğini belirtmez; ancak, böyle bir suçlamanın hükümete yöneltildiğinden şüphelenmek için bir neden yoktur. Burada önemli olan, Kazım Karabekir'in yaptığı ithamla Fethi Bey'inkinin uyuşmasıdır. Belli ki Fethi Bey gibi Kazım Karabekir de, önceki İsmet Paşa hükümetinin uyarılara kulak asmadığını ima ediyordu. Hatta Kazını Karabekir, hükümetin amacının muhalefeti susturmak olduğunu ileri sürecek cüreti de göstermişti. 

Fethi Bey'in ve Kazını Karabekir'in beyanlarına dayanılarak, Şeyh Said İsyanının, olmasına bile bile izin verildiği söylenebilir mi? İnsanın bu soruya evet diyesi geliyor. Ne de olsa, karşıt iki taraftan da aynı suçlama gelmiş. Ancak biz yine de, ithamların farklı güvenilir kaynaklardan geldiğine işaret etmenin ötesine geçemeyiz, kaldı ki bunlar sağlam birer kanıt teşkil etmekten hala epey uzaktırlar. Güvenle ifade edebileceğimiz şey şudur: CHF'deki radikaller Fethi Bey hükümetini devirmek istediler ve ılımlı hükünıete eleştirilerini yükseltmeleri için Mustafa Kemal tarafından cesaretlendirildiler. 

Bu noktada, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'nın, İstanbul basınını ve yeni kurulan TCF'yi yola getirmek için, TCF'nin mürtecileri bilerek kışkırttığı suçlaması kayda değerdir. Mebus Avni Doğan, Mustafa Kemal'in bir CHF toplantısında gizli oturum talebinde bulunduğunu anımsar. Oturum için belli bir tarih vermez ama ertesi gün İsmet Paşa hükünıetinin çekildiğinden ve Fethi Bey'in yeni hükümeti kurduğundan bahseder. Değindiği tarih 21 Ekim 1924 olmalıdır, Çünkü İsmet Paşa'nın başvekillikten Ekim 21'de ayrıldığını ve yerine Fethi Bey'in geçtiğini biliyoruz. 
Mustafa Kemal bu toplantıda İstanbul basını ve TCF'ye ilişkin kaygılarını paylaşmıştır. 

O  TCF ki, 17 Ekim 1924'te, yani bu toplantıdan sadece üç gün önce kurulmuştu. Mustafa Kemal söze şöyle başlar: 
....  Efendiler! Sizi çok ehemmiyetli bir meseleye karar vermek üzere buraya topladım. Memlekette menfi tahrikat son haddini bulmuştur. 

İstanbul basını, Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin dini siyasete alet eden propagandası, şurada burada sinmiş olan mürtecilere cesaret vermektedir... Mevcut kanunlar, inkılaplarımızı ve henüz çok taze olan Cumhuriyetimizi korumaktan acizdir. .. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için sert tedbirlere müracaat edilmiştir. Bize gelince inkılabı[mızı] koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız. 

Bu bakımdan durumu başvekil ile inceledik. İsmet Paşa, ufukta görünen tehlikeleri önlemek için, icra organını ve zabıtayı takviye eden bazı kanuni tedbirlere müracaatın zaruri olduğu kanaatindedir. Soruyorum size, kuvvetli tedbirler alınmasına taraftar mısınız? 61 

Avni Doğan, toplantıda hazır bulunanların çoğunun Mustafa Kemal'in kötümserliğini paylaşmadığını ve önerilen sıkı yasal düzenlemeleri 
benimsemediğini ifade eder. Bunun üzerine Mustafa Kemal gülerek şöyle der: 
Arkadaşları dinledim. Benim burnum barut ve kan kokusu alıyor. İnşallah ben aldanmışımdır. Ali Fethi Bey, memleketin normal şartlar içinde idare edilebileceğine inanmaktadır. Bugün Başvekil İsmet Paşa istifa edecek, yeni kabineyi Ali Fethi Bey kuracaktır. Müzakeremiz mahrem kalsın. 62 

Bu toplantının Şeyh Said İsyanından önce olduğu dikkate alınırsa, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'nın, henüz emekleme safhasındaki rejimi koruma adına muhalefeti susturma çareleri aradığını ileri sürmek pek zor olmaz. Bu tartışma bize, Şeyh Said İsyanının sömürülmeye ve yönlendirilmeye açıklığı ve bu yöndeki motiflerin de varlığı konusunda değerli bir kanıt sunar. 

Fethi Bey, iktidarda ancak iki buçuk ay kalabildi. Onun 3 Mart 1925'te Mustafa Kemal'e istifasını sunması üzerine, İsmet Paşa yeniden başbakanlığa atandı. Hemen ertesi günü de Takrir-i Sükun BMM'den geçti. İsmet Paşa hükümetinin bölgedeki isyanla ve ülke genelindeki siyasi muhalefetle baş edişine bakmadan önce, çok önemli olan ama genellikle hafıfsenen bir ayrıntıyı incelemek gerekir. 
Bu inceleme bize, Mustafa Kemal ve yakın çevresinin, muhalefetin sesini keserek siyaset coğrafyasına hakim olma niyetine ilişkin ileri ipuçları sunacaktır. 
Yukarıda bahsedilen 556 sayılı kanunun mecliste oylanmasından sadece bir gün önce, Başvekil Fethi (Okyar) Bey'in TCF başkanı Kazım Karabekir ile Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa'yı özel bir toplantıya davet ettiğini biliyoruz. Toplantı sırasında Fethi Bey "Size, fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı tebliğe beni memur ettiler. Dağıtmazsanız, istikbali çok karanlık görüyorum. Kan dökülecektir,"63 dedi. Kazım Karabekir'in bu açık tehdit karşısında cevabı şu oldu: "Kanun dairesinde fırka teşkil etmek elimizdedir. Fakat bunu dağıtmak elimizde olmayan bir şeydir. 
Hükümetsiniz. [Partimizi kapatmak için] her nevi kuvvetiniz, türlü vasıtalarınız vardır. Fırkamızı behemahal dağıtmak arzu ediyorsanız, onu yapmak  elinizdedir. " 64 Kazım Karabekir'in geri adım atmaya hiç niyeti olmadığını gören Fethi Bey, "Sizinle bu suretle konuştuğuma çok müteessirim. 
   Bilirsiniz ki, ben her türlü örfi muamelelerin aleyhindeyim. [Ama] ekalliyette kalacağımdan korkuyorum,"65 diyerek özür diledi. Başvekil Fethi Bey'i 
böyle uygunsuz bir görevle mükellef eden kimdi? İstiklal Mahkemeleri uzmanı Ergün Aybars ile İsmet Paşa'nın damadı Metin Toker, Mustafa Kemal dışında başka hiç kimsenin Fethi Bey'e böyle bir mesaj iletmesi için emir verme imkanına sahip olmadığını çıtlatırlar.66 Bu konuda Aybars ve Toker'e karşı çıkılamaz. Fethi Bey, herhalde Mustafa Kemal Paşa'nın siyasi muhalefete müsamaha gösterilmeyeceği fikrinde olduğunu imalı olarak anlatmak istemişti. Ali Fuat Paşa hatıratında, Kazım Karabekir Paşa'nın toplantı sona ermeden önce, bütün bunlara rağmen TCF'nin isyan konusunda hükümete tam destek vereceğini söylediğini de anlahr. 67 
Kazım Karabekir Paşa'nın, partisini lağvetme "telkinine" boyun eğmeyi reddetmesi, onun CHF'deki radikal grubun, siyasi muhalefeti yok etmekte her çareye başvurma niyetinin kesinlikle farkında olduğunu gösterir. Yine de izleyen olayların kanıtladığı gibi, radikallerin, kimsenin sesinin çıkmadığı bir iktidar kurmak için neleri göze aldıkları konusunda, ne Kazım Karabekir'in, ne de diğer TCF üyelerinin bir fikri vardı. 

CHF'deki radikal hizbin, ılımlı Fethi Bey hükümetinin altını oyduğunu fark eden TCF, Fethi Bey'i iktidarda tutmak için elinden geleni yapmaya karar verdi. Bu yüzden, onun hemen ertesi günü, dinin siyasete alet edilmesini yasaklayan 556 sayılı kanuna CHF'yle birlikte destek vermesi, kimseyi şaşırtmamalıdır. 68 Kaderin cilvesine bakın ki, TCF birkaç ay sonra kapatılırken, parti mensuplarına yöneltilen en büyük suçlamalardan biri dinin siyasete alet edilmesi olacaktır. Artık dikkatimizi Takrir-i Sükuna, yani muhalefetin susturulmasının ana sorumlusu olan kanuna verebiliriz. 

MECLİSTEKİ TAKRİR·İ SÜKUN TARTIŞMALARI 69 

Fethi Bey başvekillikten istifa edince, İsmet Paşa başvekil oldu ve derhal, BMM'nin 4 Mart 1925'teki toplantısına, büyük çekişme konusu olan bir kanun tasarısı sundu. Takrir-i Sükun adını taşıyan ve genç Cumhuriyetin geleceğinin biçimlenmesinde başrolü oynayan, 1/638 numaralı (daha sonra 589 olarak yasalaştı) bu tasarı, acımasız içeriğiyle radikallerin iç muhalefeti sindirmedeki baskılarına en önemli meşruiyet kazandırma vasıtası oldu. 

Yeni Başvekil İsmet Paşa, 4 Mart 1925'teki meclis toplantısına bu kanunu şöyle takdim etti: 

Yüce Başkanlık Divanı ve Büyük Millet Meclisi'ne. Son olağanüstü olayların da gösterdiği gibi, ülkedeki kanun ve nizamı ve içtimai yapıyı ihlal eden yıkıcı ve gerici faaliyet ve girişimlere karşı gereken tedbirlerin alınarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin daha da kuvvetlenmesi, inkılabın temellerinin muhafazası ve masum kitleleri küçük düşürüp onlara zarar veren sergerdelerin hızla tedip 
ve tenkili için, 4 Mart 1925 tarihli kabine toplantısında kabul edilen, sizlerin de kabul etmenizi istediğim bu kanun tasarısını, yüce Meclisin kabul ve tasdikine sunuyorum. 

TASARI 3 MADDEDEN OLUŞUYORDU:

Madde 1

İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisi ve huzur ve sükunu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve neşriyatı, hükumet reis-i cumhurun tasdikiyle ve re'sen ve idareten men'e mezundur. 

İş bu efal erbabını hükümet İstiklal Mahkemesi'ne tevdi edebilir. 

Madde 2 

Bu kanun, neşredildiği tarihten itibaren iki yıl boyunca yürürlükte kalır. 

Madde 3 

Hükümet, bu kanunun gereğini yerine getirmekle mükelleftir.70
Tasarı mecliste tartışılırken, TCF çatısı altında toplanan muhalefet mensuplarından, haliyle büyük bir direniş geldi. Takrir-i Sükun BMM'ye sunulduğunda, muhalefet mensuplarından Gümüşhane mebusu Zeki Bey, Anayasaya (Teşkilat-ı Esasiye) aykırı olduğunu söyleyerek tasarıya karşı çıktı. Muhalifler, suç işleyenlerin, meclisten onay almadan idam cezası verebilen İstiklal Mahkemelerine gönderilebilmesinden rahatsızdı. "Bu tasarı Anayasayı ihlaldir," diyen Zeki Bey, "Anayasanın 26 numaralı maddesi gayet açık. idam cezasının, BMM'nin onayına tabi olduğuna hükmediyor. Bizim Takrir-i Sükun üzerinde müzakere edebilmemiz için, önce Anayasanın 26. Maddesinde tadilat yapılması gerek," şeklinde görüş belirtti. Daha sonra Takrir-i Sükunu tatbik etmek üzere kurulan İstiklal Mahkemelerinde savcı olan, Karesi Mebusu Ahmet Süreyya Bey, buna cevaben, tasarının BMM'nin Adliye Encümeni'nde zaten tartışıldığını ve oradan, tasarının Anayasayı ihlal etmediği kararının çıktığını söyledi. 

Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey'in muhalefeti, daha çok tasarının içeriğineydi. Yaphğı konuşmada, tasarıya bir başka zeminde, yani onun hükümete olağanüstü bir yetki vermesine itiraz eden ve hükümetin bu sayede insanların alelade siyasi faaliyetlerini (faaliyet-i beşeriye) rejimin güvenliği için tehlikeli diye damgalayarak yetkisini kötüye kullanabileceğini belirten Feridun Fikri, "Anavatanın ihtiyacını duyduğu emniyet, huzur ve sükunu, Takrir-i Sükun olmadan da muhafaza etmek mümkündür," görüşünü savundu. Muhalefet partisi TCF'nin başkanı Kazım Karabekir, bu zeminde tasarıya itirazını şöyle dile getirdi: 

Kıymetli Arkadaşlar, bu kürsüden daha evvel de ifade ettiğim gibi, biz TCF olarak, hükümetin bu [Şeyh Said] olayın vuku bulduğu bölgedeki her türlü kanuni işini destekledik ve ben destek taahhüdümüzü bir kere daha tekrarlıyorum. Lakin bu özel vakada, temlik edilemez tabii insan hakları üzerine tazyik edecek sürece destek veremeyiz. Şu anda önünüzde duran tasarı, gayri vazıh (açıklıktan 
uzak) ve elastikidir. Eğer bu tasarı kanunlaşır da Anayasamızın doğurduğu siyasi taazzuv (siyasi yapılanmayı) kısıtlamaya kalkar ve matbuata tazyik etme gayretleri söz konusu olursa, bu halkın egemenliğinden vazgeçildiği anlamına gelir. Çünkü bu, halkın temsilcilerinin sesinin işitilmemesi demektir. Bu tasarıyı geçirmek, Cumhuriyet tarihimize şeref kazandırmayacaktır. 

İstiklal Mahkemeleri'ne gelince, adının da akla getirdiği gibi, bu mahkemeler İstiklal Harbimiz esnasında ihdas edilmiştir... Eğer İsmet Paşa bu mahkemeleri muhalefeti yola getirmek için kullanabileceğini sanıyorsa, şiddetle yanılıyor. 
Kazım Karabekir korkusunda haklıydı; aslında hükümet tam da bunu yapmaya niyetleniyordu. Bu kanun, TCF'nin siyasi faaliyetlerini ve dolayısıyla mecliste herhangi bir muhalefet oluşturma kabiliyetini ciddi bir şekilde sınırlıyordu. Ne var ki, onların çoğunluktaki radikalleri durduracak siyasi güçleri yoktu. Şeyh Said İsyanı, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, yani birçok Cumhuriyet Halk Fırkası mensubunun eline, istisnai bir siyasi muhalefeti susturma fırsatı verdi. 

Bu bakımdan, sadece BMM'deki muhalefet değil, aynı zamanda Mustafa Kemal ve İsmet Paşa Hükümetinden hoşnutsuzluğunu açıkça belli eden İstanbul basını da, Takrir-i Sükunun ilgi alanına giriyordu. Kanunun birincil amacının Şeyh Said İsyanını değil, muhalefetin işini bitirmek olduğuna hükmetmek yanlış olmaz. Kanun, hükümetin isyan karşısında giriştiği askeri icraatın başarısına pek az hizmet etmiştir. Fethi Bey'in, 3 Mart 1925'te başvekillik koltuğundan ayrıldığını açıklarken verdiği meclis beyanatı dikkate değerdir: 

Anlıyorum ki arkadaşlarım, isyana karşı hükümetimin almış bulunduğu tedbirleri yeterli görmeyerek daha geniş, daha şedid tedbirler alınmasını istiyorlar. Ben, hadisenin lüzum gösterdiği tedbirlerin alınmış ve bu tedbirler isyanı bastırmak için kafidir kanaatinde bulunuyorum. Daha şedid tedbirlerle elimi kana bulamak istemiyorum. Ve sizlerin şahsen itimatlarınızı kaybetmiş olduğum kanaatiyle, 
Başvekaletten çekiliyorum.7' 

Radikaller, Şeyh Said İsyanına kadar, kendilerini İstanbul gazetelerinin yayınlarının tehdidi altında hissediyor ve onları, bekleyen reformların ikmali sürecinde, önlerindeki en büyük engel olarak görüyorlardı. Bu korkunun bazı iyi tarafları varsa da, tetkik konusu olmaktan kaçamamalıdır.

Örneğin kimi gazetecilerin Mustafa Kemal'in hayata geçirmeye niyetlendiği inkılaplara değil, Mustafa Kemal'in kendisine muhalefet etmeye odaklandığını 
biliyoruz. Sözgelimi Hüseyin Cahit (Yalçın) ve bir dereceye kadar Ahmet Emin (Yalman), sütunlarında Mustafa Kemal'in giderek despotlaştığını ima ediyorlardı. Batı eğitimi almış bu entelektüeller, toplumun İslami kesimlerinin ve onların önderlerinin özlemlerini değil, Mustafa Kemal'in sahip olduğu Batılılaşma vizyonunu paylaşıyorlardı. Ancak onların Mustafa Kemal'e muhalefetinin odağında, demokratik rejimin temel dayanaklarının ciddi bir şekilde kenara itileceği korkusu yatıyordu. Gazeteciler meselesine daha sonra tekrar döneceğiz. 

Bu noktada, hükümetin İstanbul basınını da hedefine nasıl oturttuğunu görmek için, dikkatimizi yeniden meclisteki tartışmalara vermeliyiz. 

Mustafa Kemal, İstanbul basınının Kemalist idareye karşı bir tepki yaratma ya da bu tepkiyi pekiştirme potansiyeline sahip olduğu korkusuyla, İzmit'te gazetecilerle bir toplantı yapmıştı (16-17 Ocak 1923 ).72 

Ne var ki, İstanbul basınındaki kalemleri kontrol etmek bakımından bu toplantının pek verimli olmadığı ortaya çıktı. Takrir-i Sükun kanun tasarısının 4 Mart 1925'teki tartışmalarında, Müdafaayı Milliye Vekili Recep Bey, İstanbul basınını BMM'nin otoritesine meydan okumakla itham etti ki böyle bir iddia, Hıyanet-i Vataniye Kanunu tahtında dahi cezalandırılabilirdi. 

(Burada] söz söylenmesi gereken en önemli nokta, [devletimizin] mevcut zayıflığının başlıca nedeni olan İstanbul Basını'dır .... 
Kuşkusuz istisnalar vardır. ... (İstanbul Basını] habis yalanlar ve düzenlerle BMM'ye, onun bütün müesseselerine ve mensuplarına saldırmaktadır. .... Halkı, her sabah, [kinayeyle] [Ankara] hükümetine karşı kurmakta ... itibar ve güveni hak etmemektedir. 
... Emniyet-i umumiye, emniyet-i hukukiye ve emniyet-i milliyeyi sağlamak ve bu zehir yuvalarını yok edecek kudrette bir hükümet tesis edebilmek için, bu meclisin görevi bu kanunu geçirmektir. 

Recep Bey, bu beyanlarla İsmet (İnönü) hükümetinin İstanbul basınına nazaran pozisyonunu takdim etmiş oldu. İsyanla, en müfrit radikallerin eline, Kemalist çevredeki bazılarına karşı en hafif deyimiyle pek de dostane duygular beslemeyen İstanbul gazeteleriyle eski hesaplarını görmeleri için büyük bir fırsat geçmiş oldu. 
Her ne kadar Şeyh Said İsyanını anlatan çeşitli hatıratlarda, bu isyan önemli addedilir ve Fethi Bey gerekli tedbirleri almakta yeterli şevki göstermemekle eleştirilirse de, BMM'deki Takrir-i Sükun müzakerelerinde tasarının lehinde söz alanlar, isyanın ciddiyetine dair herhangi bir tez ortaya koymadılar.7ı Radikaller Takrir-i Sükun kanununun gerekliliğini, isyanın aysbergin görünen ucu olduğu çerçevesinden savunuyorlardı. 

Onlara göre, asıl sorun isyanın bilinmeyen kışkırtıcılarıydı, çünkü bunlar toplumun birçok kesiminde gizleniyorlardı. Kazım Karabekir'in, İstiklal Mahkemelerinin yetkisini kötüye kullanması suçlamasına cevap veren İsmet Paşa, mahkemelerin milletin emniyet ve nizamını temin etmekteki yegane vasıta olduğunu belirtti. Ancak, "Cumhuriyeti tehlikede görmüyorum. Bu yüzden böyle [şedit] bir kanun lazım değildir;" diyen Rauf Bey'in bu tezine karşı polemik yapma yoluna saparak, rejimin emniyette olduğunu teyit ettikten sonra, sırf retorik icabı, "[bizimki gibi] 
tehlikeleri teşhis eden ve lazım gelen tedbirleri alan bir Cumhuriyet, tehlikede olabilir mi?" diye sordu. Bu aslında, Rauf Bey'in, hükümetin isyanı devlete yönelik acil bir tehdit olarak görüp görmediğini anlamak maksadıyla yönelttiği soruyu geçiştirmek için söylenmişti. İsmet Paşa meclisteki tartışmalarda, Şeyh Said İsyanının arz ettiği özgül tehditten söz etmek yerine, konuyu, isyan bölgesinin dışında saklanan adı konmamış şahıslar ve gruplarca kışkırtılan genel bir güvenlik kaygısı gibi sunmayı tercih etti. Ancak mecliste, asıl hedefin siyasi muhalefet olduğunda pek kuşku yoktu. Bu nedenle 4 Mart 1925 tarihli, 69. Meclis oturumu tartışmaları, kanunun isyanın bastırılmasını nasıl sağlayacağı konusuna 
değil, ülkedeki genel bireysel özgürlüklere nasıl dokunacağı konusuna odaklandı. 
Aslında, aşağı yukarı iki yıl sonra, İsmet Paşa gerçek tehlikenin Şeyh Said İsyanı olmadığını açık açık söyledi; asıl tehlike, genel karışıklık ve mütereddi münevverler (yozlaşmış entelektüeller) idi.7" Köklerinin kazınması gereken bu insanlar, gazeteci ve siyasetçi diye halk arasına saklanıyorlardı. Böylece, Takrir-i Sükun görünüşte asil bir davaya hizmet ederken, gerçekte ise hükümete bu "yoz entelektüellerin" ve onların arkasına saklandığı gazete ve siyasi partilerin tanımını tekeline almasında olağanüstü bir yetki tanıyordu. Aşağıda da gösterileceği gibi, genelde hedef alınan, İstanbul'daki muhalif basın ve meclisteki ana muhalefet TCF'ydi. Her halükarda, tasarı, 4 Mart 1925'te, 122 "evet"e karşı 22 "hayır" oyuyla 589 sayılı kanun olarak yasalaştı; hayır oylarının tamamı, toplantıda hazır bulunan TCF üyelerine aitti, ancak TCF Takrir-i Sükunu engelleyecek kadar taraftar toplayamamıştı. Oylamadan sonra, İsmet Paşa aynı oturumda, biri Ankara'da, biri de harekat-ı askeriye mıntıkası olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi teşkil edilmesini istedi. Bu gelişmenin en önemli tarafı, Ankara İstiklal Mahkemesinin idam cezası vermesi için yine meclisin onayı gerekirken, ötekinin -esasen Diyarbakır merkezliböyle bir onaya ihtiyaç duymamasıydı.75 İkincinin verdiği kararlar kesin olacak ve hemen infaz edilecekti.76 Bu mahkeme, isyan bölgesi olarak tanımlanan bölgede vuku bulan, isyanla bağlanhlı vakaları yargılayacaktı. Ankara Mahkemesi ise Şark İstiklal Mahkemesi'nin yetki alanı dışındaki vakalara bakmakla yükümlüydü. Aşağıda da görüleceği gibi, Şark İstiklal Mahkemesi pratikte, teknik olarak kendi yargı alanının dışında kalan davalarla ilgilendi.77 

TCF'nin kaderine damga vuran bir başka önemli gelişme de, İstiklal Mahkemesi üyelerinin seçimiydi. Seçim 7 Mart 1925'te yapıldı. Bekleneceği gibi, mahkemelere seçilenler, Mustafa Kemal'in yol arkadaşı olan ve birçoğu CHF'nin en radikal kanadında yer alan kimselerdi.78 

DİPNOTLAR;

61 Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası (İstanbul: Dünya, 1964), 165-66. 
62 Age, 166. 
63 Fethi Bey, Hariciye Vekili Şükrü Bey'den (Kaya), devreye girmesini ister. Ali Fuat Bey toplantıya  katılamamış, yerine Dr. Adnan Bey (Adıvar) katılmıştır; Cebesoy, Siyasi Hatıralar, cilt 2, 143
64 Age. 
65 Age. 
66 Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri 1920-1927 (İzmir: 9 Eylül Üniv. Yay., 1988), 359. Ayrıca bkz. Toker, 47. 
67 Cebes.oy, 143. 
68 Bu görüş, Kürt kökenli bir araştırmacı olan İsmail Göldaş tarafından da paylaşılmaktadır. Yazara göre Kazım Karabekir'in hükümete 556 numaralı kanun ile ilgili olarak verdiği desteı:ıin amacı, Kemalistlerin daha ılımlı kanadını iktidarda tutmaktı. 
     Bir başka sebep de, CHF'nin, dinin siyasi kazanım için kullanılmasından ürkmesi olabilirdi. Bkz. Göldaş, s. 402 .. 
69 Aksi belirtilmedikçe. tartışmayla ilgili metinler TBMM Zabıt Cerideleri. cild 15, s. 131-149'dan alınmıştır. 
70 Zabıt Cerideleri, XV, s. 13r; Bu metnin, Zürcher tarafından yapılan tercümesini kullandım. Bkz. The Poliıical Opposition, s. 160. 
71 Örgeevren'den alıntılanmışhr. Bkz, s. 60. 
72 Kemal Atatürk, Mustafa Kemal-Eskişehir-lzmit konuşma/an, 1923: ilk Kez Sansürsüz, Tam Metin. (İstanbul: Kaynak, 1993). 
73 Örgeeveren'in hatıratı, isyanı cumhuriyet için acil bir tehlike olarak görenlere bir örnektir. Bkz. s. 47-48. 
74 Tunçay'dan alıntılanmıştır. Bkz. Türkiye Cumhuriyeti'nde ... , s. 145. 
75 Metin için, bkz. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde ... , s. 146, dipnot 19. Daha sonra, Ankara'daki mahkemeye, BMM'nin onayı olmadan idam cezası verebilme yetkisi tanındı. 
76 31 Mart 1925 tarihli bir tasarı sahadaki en düşük rütbeli kumandanlara bile ölüm cezalarını hemen ve temyizsiz uygulama yetkisi tanıyordu. Bkz. Kanun 595. 
77 Bkz. Örgeevren, 132-49. 
78 İsyan Mıntıka Mahkemesi, şu isimlerden müteşekkildi: Başkan, Denizli'den Mazhar Müfit  (Kansu); daha sonra Urfa'dan Ali Saip (Ursavaş) ile değiştirildi. Savcı: Karesi'den Süreyya Örgeevren.  Üye: Ali Saip (başkan olduktan sonra, üyeliğe Kocaeli'den İbrahim getirildi). Üye: Kırşehir'den Lütfi  Müfit (Özdeş). Yedek: Bozok'tan Avni Doğan. Ankara İstiklal Mahkemesine Afyon'dan Ali (Çetinkaya)  başkanlık ediyordu. Çetinkaya, 1925 yılının Şubat ayında, Halit Paşa'nın meclisin koridorunda  öldürülmesinden sorumluydu. Ali Bey, bu olaydan herhangi bir kovuşturmaya uğramadan çıkmıştır.  Bu duruşmanın savcısı Denizli'den Necip Ali (Küçüka), üyeler de Gaziantep'ten Kılıç Ali ve Rize'den 
 Ali (Zırh) idi. Yedek olarak Aydın'dan Dr. Reşit Galip uygun görülmüştü. 
Bu mahkeme, Dört Ali'ler olarak da bilinmektedir. Ankara ve Diyarbakır istiklal Mahkemelerinin üyeleri için bkz. TITE  Arşivleri, K24G109B109. 



***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder