Türkmenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkmenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2020 Salı

KÜRT HALKIN BİRLİĞİ PARTİSİNİN ESKİ LİDERİ VE ÖNDE GELEN SURİYELİ KÜRT SİYASETÇİ SALAH BEDRETTİN İLE SÖYLEŞİ

KÜRT HALKIN BİRLİĞİ PARTİSİNİN ESKİ LİDERİ VE ÖNDE GELEN SURİYELİ KÜRT SİYASETÇİ SALAH BEDRETTİN İLE SÖYLEŞİ 


Suriye Kürt hareketinin önde gelen isimlerinden biri olan Salah Bedrettin uzun yıllar aktif siyasetin içinde yer almıştır. Bedrettin son dönemde Suriye Kürt bölgelerinde yaşanan devrim hareketinin gerçek sahibinin siyasal partiler değil sokaktaki gençler olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle de aktif siyasetin içinde yer almamakla birlikte devrimin gerçek sahipleri olarak gördüğü Kürt gençlik hareketleri ile ilişkisini ve desteğini sürdürmektedir. Salah Bedrettin ile halen yaşamakta olduğu Irak’ın Erbil şehrinde görüşme imkanı elde ettik. Bedrettin Suriye’nin geleceği, Kürtlerin beklentileri ve Türkiye ile ilişkiler konusundaki görüşlerini bizlerle paylaştı. 



SALAH BEDREDDİN: “SURİYE REJİMİ DÜŞTÜĞÜ ANDA GENÇLERİN OLUŞTURACAĞI BAŞKA BİR PARTİ ORTAYA ÇIKACAK. ESKİ PARTİLERİN HİÇBİRİ KALMAYACAK.” 

Söyleşi; 

ORSAM: Öncelikle kısaca kendinizi tanıtabilirmisiniz?  

Salah Bedrettin: 40 yıldır Suriye’de muhalefetin içindeyim. Şu an tek başıma çalışıyorum. Yazılarım var. Tüm muhalefeti yakından tanıyorum.  Onlar da beni tanırlar ancak hiçbir partiye üye değilim. 

ORSAM: Suriye Ulusal Konseyi ile bir ilişki Suriye’nin özgürleşmesi adına çalışmalarım, yaniz var mı? 

ORSAM Konuk Salah Bedrettin: Hayır. Hiçbir partiyle ilişkim yok. Gelecekte de olacağını sanmıyorum. 

ORSAM: Suriye’de mevcut çatışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz, bu çatışma sizce nasıl sonuçlanacak? 

Salah Bedrettin: Suriye’de 16 Kürt partisi KürtUlusal Konseyi’ni kurdu. 
Bu partiler Suriye Kürtmuhalefetini temsil etmemektedir. Kuruldukları 
zaman hiçbir tarafa yakın olmadıklarını ilan ettiler; ne rejimin yanındalar ne de muhalefetin. PYD rejimin bir parçasıdır. Suriye muhalefeti Kürtlerin parti kurmasına izin vermiyor. Gençler caddelerde gösteri yapıyorlar. Kürtler parti 
programlarında ne rejime ne de muhalefete taraf olmuşlardır. Ama bugün rejim çok zayıflamıştır. Düşme ihtimali vardır. İki seneden sonra Kürt partiler “Biz de rejimin yıkılmasından yanayız” diyorlar. Suriye’de şu an bulunan muhalefet klasik muhalefet değildir. Bu savaş sadece caddede gösteri yapan gençlerin savaşıdır. Biz, rejimin düşmesini ve özgür olmayı istiyoruz. Ben caddelerde 
kendilerini gösteren gençlerin yanındayım. İnanıyorum ki zafer, gelecekte gençlerin ve eziyet çekenlerin olur. 

ORSAM: Her ne kadar gençler sahada olsa daPYD’nin silahlı kanadı olduğunu biliyoruz. Sizce devrimi PYD mi kontrol edip yönlendirecek yoksa sokaktaki gençler mi? 

Salah Bedrettin: PYD, rejimin projesiydi. PYD, gösteriler başladıktan sonraki ilk 8 ay yoktu. 8 aydan sonra PKK ve Esad arasında Süleymaniye’de bir görüşme oldu. Beşar Esad’ın kız kardeşi ile evli ve askeri istihbarat başkanı Asıf Şevket geldi ve o anlaşmayı yaptı. Esad ve PKK, Süleymaniye’de düşmanlarının Türkiye olduğu konusunda anlaştılar. Esad rejimi onlara silah ve ülkeye girme izni verdi. Birinin elinde silah varsa kendini ispat etmeye çalışır. PKK’nın Suriye’de kaç grubu var bilmiyorum ama hepsi Kürt meselesi için çalışmıyor. Bazıları rejiminin çıkarları için çalışıyor. Aslında açık bir şekilde Hafız Esad’la birlikteydiler. Onların programları Suriye’ye yönelik değil Türkiye’ye yöneliktir. 

ORSAM: Suriye Kürtleri’nin federalizm talepleri var. Bu talebin gerçekleşeceğini düşünüyor musunuz? 

Salah Bedrettin: Savaş iki aşamadır. Biz şu an birinci aşamadayız. Birinci aşama rejimin yıkılmasıdır. İkinci aşamada ise birçok adım var. Kürtler de bu adımlar dan biridir. Ben Kürtlerin federalizm isteğiyle Araplarla savaşacaklarını düşünmüyorum. Çünkü bunun için uygun zaman şu an değil. Bu istek Kürtlerin hakkıdır. İnşallah gelecekte bu haklarını elde ederler. Kürtlerin dışında sorun yaşayan başka gruplar da vardır; Hıristiyanlar, Türkmenler. Din ve mezhep sorunları da var. Ancak tüm bu sorunlar ikinci aşamanın konularıdır. Şu an Kürtlerin “federalizm istiyoruz” demeleri siyasi amaçlıdır. Gerçeklik payı şu 
an için yoktur. Biz Hafız Esad zamanında “federalizm istiyoruz” derken, şu an konuşanlar “biz istemiyoruz” diyorlardı. 

ORSAM: Suriye Kürtleri arasında en güçlü siyasal hareketlerin hangileri olduğunu düşünüyorsunuz? Yoksa az önce bahsettiğiniz hiçbir hareketi desteklemeyen gençler mi daha kuvvetli? 

Salah Bedrettin: Suriye rejimi düştüğü anda gençlerin oluşturacağı başka bir parti ortaya çıkacak. Eski partilerin hiçbiri kalmayacak. Hatta bu sadece Kürtler için değil Araplar için de geçerli. Araplar içinde de çok parti var. Bu partilerin 
de bir anlamı yok. Kimse ne olduklarını bilmiyor. Toplumun %60’ı gençtir. Demek ki geleceğin %60’ı gençlerindir. 

ORSAM: En güçlü gençlik hareketleri hangileridir? 

Salah Bedrettin: Yerel Koordinasyon Komiteleri, Özgür Suriye Ordusu gibi yapıların gençler içinde koordinatörleri vardır. Özellikle Haseke vilayetinde. Afrin’de Özgür Kürt Ordusu var. Bunlar Özgür Suriye Ordusu’nun bir parçasıdır. 
Bu grubun ismi El Meclisi Askeri Kürdi Hur’dur. 4 birlikten (ketibe) oluşur: Selahattin Eyyübi, Yusuf Azmi, Kaval Hattat, El Bab (Kürtler ve Türkmenler birlikte). Bunların hepsi bir meclistir. Başında Suriye ordusundan ayrılmış bir albaybulunmaktadır. Şu an Suriye’deki savaş budur. Genç Koordinatörler ve Özgür Ordu’nun birlikteliği. Dışarıdan insanlar onlara destek veriyor. 
Bunların içinde bazı insanlar var. Hangisi yenerse onun tarafında yer alacaklar. Bazılarına ise Şebiha diyoruz. PKK da Esad’ın Şebihası sayılmaktadır. Öcalan ve Türkiye arasındaki görüşmeler sonuç verirse Suriye’nin durum çok değişecektir. 

ORSAM: Nasıl bir değişim olur? 

Salah Bedrettin: Şu an PKK’nın Esad’la aralarında bir bağ var. Ama Türkiye ve Öcalan anlaşırsa hiçbir bağ kalmaz. Mantık böyle olacağını göstermektedir. Türkiye ve Suriye milleti dosttur. Öcalan Kandil’e bir mektup göndermiş. Buna 
göre Öcalan ilişkilerin düzeleceğini söylemiştir. Öcalan çok kuvvetli bir liderdir. 

ORSAM: Irak Kürt Bölgesi’nde peşmergelerin eğittiği Suriyeli peşmergeler var. Bu peşmergelerin Suriye’ye dönmesi olasılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Salah Bedrettin: Bana göre bunun zamanı geçmiştir. 

Suriye’de iki senedir savaş vardır. Irak’a1000 kişi geldi ve eğitim gördü. Ancak Suriye’ye dönmedi. Dönmeleri de gerekmiyor. Bugün görülmekteki rejim ve muhalefet arasında diyalog gereklidir. Bu konu siyasidir. Eğer bu peşmergeler 
dönerse PKK ile çatışma yaşanır. 

ORSAM: En güçlü gençlik örgütleri hangileridir? 


Salah Bedrettin: Hepsinin başkanlığını yapacak tek bir isim yok. Bunlar 4-5 gruptur. Bazen birleşir bazen ayrılırlar. Bir ay başka bir şey olur diğer ay başka bir şey. Mesela bir grup var. Başkanını hapse attılar ve o grup dağıldı. Sonra başka bir grup oluştu. Bunlar ne partidirler ne de askeri örgüttürler. Suriye’deki savaşın bir özelliği var. Kürtler nerede gösteri yaparsa bu gençler onların 
peşinden gider. Ama bir sorun çıkarsa hepsi dağılırlar. 

ORSAM: Serikaniye olayları hakkında ne düşünüyorsunuz? 


Salah Bedrettin: Rakka’dan bazı Arap aşiretler Kamışlı’dan da PYD grupları Serikaniye gitmiştir. Bu aşiretler Serikaniye’de fitne oluşmasına sebep olmuş ve karışıklık yaratmıştır. Ben bu işin içinde rejimin elinin olduğunu düşünüyorum. 
Fitne Müslümanlar için çok kötüdür. Serikaniye’de her türlü insan var; Arap, Çeçen, Çerkes. Özgür Ordu’nun Suriye’nin her yerini kontrol etme hakkı vardır. Bunlar savaşın önemli bir parçasıdırlar. Araplar oraya geldiklerinde PYD’liler “Bunların hepsi Erdoğancı” diyordu. Ancak bildiğiniz gibi yakın zaman önce PYD ile bu gruplar anlaştı. Şimdi hepsi dostlar. Ortayaçıktı ki bunlar Erdoğancı değil Esatçıdırlar. PKK Serikaniye’ye El Kaide’nin Türkiye’den geldiğini iddia ediyor. 
Bu işin aslı yoktur. Türkiye bugüne kadar orada problem yaratmayı istememiştir. Türkiye’nin istediği tüm grupların birbirleriyle değil rejimle savaşmaları. Gelecekte belki bu isteği değişebilir ama şimdiye kadar böyle bir tavrı olmamıştır. 

ORSAM: Türkiye’nin Suriye Kürtleri’ne yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Salah Bedrettin: Şubat 2012’de Dışişleri Bakanlığı’nın davetlisi olarak Türkiye’deydim. Müsteşar Feridun Sinirlioğlu ve Yardımcısı Halit Çevik’le görüştüm. Onlara; “Biz Türkiye’yle komşuyuz. 900 km sınırımız var. Her iki ülkede Kürtler vardır. Bu durumda iki ülkenin birlikte çalışması gereklidir.” dedim. Ben üç ayaklı bir komite kurulmasını önerdim; Türkiye, Irak Kürdistan’ıve Suriye. Bu üç taraf anlaşmalıdır. Esad’ın gitmesi hepsinin çıkarınadır. 

Ortadoğu’da Kürt ve Türk birbirlerini anlamalı ve anlaşmalıdır. İnanıyorum ki Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden bu meselenin sonu gelmeyecektir. Ben Öcalan ve Türkiye arasında yapılan görüşmelerden çok umutluyum. İnşallah bir sonuca ulaşır. 

ORSAM: Suriye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Esad rejimi çökecek mi? 

Salah Bedrettin: Esad rejimi yıkılacaktır ve Suriye parçalanmayacak tır. Yeni bir anayasa yürürlüğe girecektir. Bu anayasada Suriye milletinin sadece Araplardan oluşmadığı, çeşitli milletlerin de var olduğu yazacaktır. Her millet Suriye’nin bütünlüğü içinde hakkını alacaktır. Esad, Suriye’nin parçalanmasını istiyor. Ayrışma Esad’ın planıdır. Suriye’nin %50’si ya Arap değildir ya da Sünni 
değildir. Radikal İslam gruplarının Suriye’de geleceği yoktur. Suriye milleti laiktir. 

Teşekkür ederiz. 

* Bu söyleşi ORSAM Uzmanları tarafından 26 Şubat 2013 tarihinde Irak’ın Erbil şehrinde gerçekleştirilmiştir. 

***




12 Şubat 2018 Pazartesi

SURİYEDEKİ İÇ SAVAŞIN GERÇEK YÜZÜ VE TÜRKMENLER,

SURİYEDEKİ İÇ SAVAŞIN GERÇEK YÜZÜ VE TÜRKMENLER, 


Suriye’deki iç savaşın gerçek yüzü ve Türkmenler.. 
Doç.Dr.Sait Yılmaz 

15 Nisan 2017 




 Suriye.deki iç savaş altıncı yılında. Son olarak, İdlib bölgesinde sivillere yönelik kimyasal gaz kullanımı ve buna reaksiyon olarak, ABD.nin Doğu Akdeniz.deki bir savaş gemisinden yaptığı füze saldırısı gündeme oturdu. Suriye.de 2005-2011 yılları arasında alt yapısı hazırlanan “diktatörü kovma” senaryosu, Libya.daki başarılı olamadı. Esat düşünüldüğünden daha dayanıklı çıktı ve bu sefer, Rusya seyirci kalmadı. Bugüne kadar, Suriye.deki çatışmaların ana dönüm noktalarını aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz; 

 - Esat rejim güçleri ile 90 ülkeden savaşçıların yer aldığı muhalif grupların (El  Kaide uzantısı El Nusra cephesi) savaşı (2012). 

 - Lübnan Hizbullah.ı ve İran ile bağlantılı güçlerin çatışmaya dâhil olması; 2013 yılında ortaya çıkan IŞİD.ın 2014.de Musulu ele geçirmesi ve savaş alanında en 
önemli hedef olması. 

 - ABD, Ekim 2014.de ortaya çıkan PYD.yi Suriye.nin işgalinde kullanmaya başlaması ve PKK uzantısı YPG.yi meşru güç kabul etmesi, 

- Rusya.nın Ekim 2015.de iç savaşa müdahil olması ve Suriye haritasının Esat lehine değiştirmeyi başlaması; Halep bölgesinde büyük ölçüde kontrolü sağladıktan sonra Batıya doğru ilerlemesi. 

 - Türkiyenin 2016 yılında Suriyenin kuzeyindeki ara bölgeye girmesi ve Rusya inisiyatifinde Astana Sürecinin başlaması ve Suriyenin doğusundaki çatışmalar için Rusya ve Türkiyenin garantörü olduğu ateşkes ilan edilmesi. 

 Gelinen aşamada Rusya ve İran.ın arkasında Esat.ın rejim güçleri bir yandan başta İdlib ve Şam bölgesi olmak üzere Suriye.nin Batısında Suudi Arabistan ve 
Katar.ın arkasında olduğu İslamcı güçlerden bölgeyi temizlemeye çalışırken, diğer yandan Doğu.ya doğru ilerledi ve Münbiç ile birleşti. Doğu.da Rakka ve IŞİD.a yönelik operasyonların sonucu beklenirken, Rusya ise yeni Suriye Anayasası ve barış süreci ile ilgili inisiyatif almış durumda. Son 5 yılda Suriye.den büyük göç alan Ankara ise Fırat Kalkanı ile Kürt koridorunu kestiği iddiasında ama bu koridoru zaten Kürtlerle anlaşma niyetinde olan Ruslar ve Esat El Bab.ın güneyinden zaten kurdular. Türkiye nin ara bölgede ne kadar kalacağı tartışılırken, Suriye.deki Türkmenlerden bahseden yok. Bu makalede, Suriye.deki iç savaşın gerçek yüzü yanında tıpkı Irakta olduğu gibi yüzüstü bırakılan Suriyeli Türkmen kardeşlerimizin durumunu ortaya koyacağız. 

 Suriye’deki iç Savaşın Kısa Geçmişi.. 

ABD.nin Suriye.de 2012.de başlattığı iç savaşın geçmişi 1940 ve 1950.lere dayanıyor. CIA, 1940.ların sonunda Suriye hükümetine topraklarında bir ABD 
şirketine petrol boru hattı inşa etmesini istemiş, reddedilince de Batı düşmanı ve Komünist olmakla suçlamaya başlamıştı. Önce Şam.da bazı askeri liderler ile 
buluşarak darbe yapmayı dene diler1. CIA.nın Suriye.deki ilk askeri darbe girişimi Mart 1949.da oldu. Aslında Suriyeliler, Fransız sömürgecilerden kurtulunca Mart 1949.da tam da Amerikan modeline uygun bir laik demokrasi kurmuşlardı. Ancak, Suriyenin demokratik seçimle başkanı seçilen Şükrü El-Kuvvetli Amerikalıların Trans-Arap boru hattını onaylama konusunda tereddüt etmişti. Amerikan projesine göre, boru hattı S.Arabistandaki petrolü Suriye üzerinden Lübnan limanlarına taşıyacaktı. CIA, bir darbe ile Şükrü El-Kuvvetlinin yerine Hüsni El Zaim isimli bir diktatör oturttu 2. Bu şahıs önce Amerikan projesini onayladı ve ardından dört buçuk aylık parlamentoyu dağıttı. Takip eden birkaç darbeden sonra Suriye halkı tekrar demokrasi istedi ve 1955.de tekrar El-Kuvvetli.yi ve onun Ulusal Partisi.ni seçti. Ancak, yıllar içinde Amerikan sevgisinin yerini Sovyet eğilimleri almıştı. Dulles hemen Şam.a iki darbe sihirbazı gönderdi. Musadık.ın devrildiği, İran.daki Operasyon Ajax darbesinden sonra sıra Suriye.ye gelmişti. 1957.de CIA ve MI6 birlikte 3 üst düzey Suriyeli lidere suikast planladılar. Suriye istihbarat başkanı, genelkurmay istihbarat başkanı ve Komünist Partisi başkanı suikast ile öldürüldü. Amaç, sadece Suriye.deki rejimi devirmek değil, o sıralarda CIA kontrolünde olan Irak ve Ürdün tarafından işgalini de sağlamaktı3. Bu dönemde bugünküne benzer şekilde siyasi olarak Özgür Suriye Komitesi ve buna bağlı askeri direnişçi gruplar oluşturuldu. Ordu dağılacak ve ülke karışacaktı. Suriye.de, CIA tarafından Temmuz 1957.de düzenlenen darbe girişimi başarısız oldu. Amerikalılar Suriye.den kovulmuştu ama seçimle iş başına gelmiş Baas rejimine 
yönelik CIA oyunları devam etti4. 1961.de ABD ve bölge ülkelerinin desteklediği darbe ile Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti.nden ayrıldı ama iki yıl sonra yapılan ikinci darbe ile bu kez Baasçılar iktidarı ele geçirdi. 

1976-1982 döneminde Suriye.de ayaklanan Müslüman Kardeşler.in arkasında CIA vardı ve CIA tüm operasyonu Amman.dan yönetiyordu5. Bu dönemde Suriye.de Müslüman Kardeşler militanları Baas yanlısı gördükleri birçok aydın, gazeteci, asker, üniversite hocası ve memuru sokakta öldürdü. Hafız Esat.a karşı iki kez başarısız suikast girişiminde bulundular. Ardından Halep ve Hama.da ayaklanma başlatarak, iktidarı ele geçirmek istediler. 2 Şubat 1982.de Esat.ın Hama.da Müslüman Kardeşler.e karşı başlattığı ve 10 gün süren harekât bugün İslamcıların Hama Katliamı dedikleri olaydır6. Müslüman Kardeşler, 2011.de gene Hama.da ayaklanma ile iktidarı ele geçirme savaşında ABD ve bölge ülkelerinin vasıtası oldular. Suriye.deki rejim, Esat ailesi tarafından yönetilen bir Alevi rejimi değildir. Baba Hafız Esat zamanında ülke güvenliği Alevi subaylarla Sünni iş adamlarının bulunduğu bir askeri-tüccar kompleksinin elinde idi. Baba Esat, bu iki kesimin çıkarları arasında her zaman bir denge gözetiyordu. Şam.daki ayaklanmalar ABD büyükelçisi Robert Ford tarafından tetiklenene kadar, Beşar Esat, teknoloji ile arası iyi olan, liberal ve demokrat yani Batılı biri idi. Suriye rejimi oldukça laikti ve yüzde 80.i Sünni olan ülkede, Esat ailesine sadık güçlü bir ordu ve istihbarat örgütü kurulmuştu. Beşar Esat ülkesini liberal değerlere göre geliştirmeye çalışıyordu ve Ortadoğudaki en ılımlı rejime sahipti. Suriye ile ilgili ilk işaret, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Albülhalim Haddam.ın Aralık 2005 te Paris.e kaçması ve muhalefet bayrağını açması oldu. Suriye.deki ayaklanma Tunus ve Mısır.daki hareketlere göre zamanlanmış ve koordine edilmişti 7. Wikileaks belgelerinde ABD nin 2006-2011 döneminde yani ayaklanma başlamadan beş yıl önceden beri Suriye.deki muhalif grupları finanse ettiği ve silahlandırdığı yer almakta idi8. 

2011 yılında Tunus, Mısır, Libya ve Yemen.de ayaklanmalar başladığında CIA, Suriye.de çoktan yerini almıştı. ABD Dış işleri Bakanlığı ve NED, 2006 yılından beri Suriyedeki muhalif grupları fonları ile destekliyordu 9. Ortada gene Batı tarafından eğitilmiş ve donatılmış İslamcılar vardı. Bunların bir kısmı Libya.dan gelip, Suriye.ye geçti. Nisan 2011.de Suriyeli Müslüman Kardeşler Örgütü üyelerinin ülkeye kabulü ve siyasete girmesinin sağlanması teklifini Esat reddedince10; Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tugayları kurulmaya başlandı. İsyancılara hedef olarak Halep.i gösterilmişti ve Esat.ın altı ay içinde düşeceğini hesaplanmıştı Suriye.de ise Mart 2011.de Derada başlayan ayaklanmaların arkasındaki kilit oyuncu, ABD.nin sessiz ve gölgede kalmayı seven diplomat larından Robert Ford idi. 17-18 Mart 2011.de Dara.da ayaklanma başlatıldığında tıpkı Ukrayna.da Maydan Meydanı.nda olduğu gibi çatılara yerleştirilmiş keskin nişancılar (sniper) polise ve göstericilere ateş ederek, eylemleri tetikliyordu. CIA ve diğer istihbarat örgütleri yeni cihatçı bulmak için seferber olmuşlardı. Beş yıl içinde yaklaşık 80 ülkeden sayısı 100 bini bulan terörist Suriyeye geçti. Hem Esata zarar verecek hem de çoğu ölecek, bir taşla iki kuş vuracaklardı. Batının hesabı tutmadı; yeni dalgalarda daha fazla cihatçı geldi, sayı arttı, IŞİD ve El 
Nusra güçlendi. ABD yardımları ve bu savaşçılar yıllarca önce El Kaide uzantısı El Nusraya sonra da ondan doğacak olan IŞİD.a gitti. 2 Ekim 2013.de CIA, eğit-donata tabi ettikleri 100 bin kadar militanın 20 binin radikal İslamcı olduğunu itiraf etti. Kasım 2014.de ÖSO nun yenilmesi ve 14 bin militanının Halep.ten çekilmesi Suriye askeri planının iflasının resmi kanıtı oldu. ABD, ılımlı İslamcılar ile radikal İslamcılar arasında çok ince bir çizgi olduğunu fark etti. Esatı devirmek için çalışan muhalif gruplar; El Nusra, Ahrar Eş Şam ve İslami Cephe artık ABD için terör örgütü idi. IŞİD, 12 Eylül 2013.te ÖSO ile savaşa başladığını açıkladı. Libya ve Suriye.de bizzat ABDnin kurduğu ve desteklediği bazı gruplar zaman geçtikçe patronlarına cephe almaya başladılar. 

 Suriye’deki İç Savaşın Bugünü.. 

Türkiye.nin Suriye politikası iç savaşın başlangıcından beri Katar ile aynıdır ve hala değişmemiştir; Esat.ın gitmesi ve yerine İhvan (Müslüman Kardeşler) 
yönetiminde bir devlet kurulması. Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşler ile dost olmadığı için bu hedeften ayrı düşmüştür; Esat.ın gitmesini, yerine Vahabi birinin gelmesini istemektedir. ABD ise Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar.ın hedefleri karşısında “politikasızlık politikası” izledi ve hiçbirini desteklemedi. Kendisi için en tutarlı vasıta olarak Kürtleri seçti. 

İç savaşın başında Suriye, kendi gücüne uygun bir askeri strateji seçmişti. Bütün Suriye.yi elde tutacak güçleri olmadığından ülkeyi savunmayı üç öncelik 
bölgesine ayırdılar; 

- Bazı bölgelerden vazgeçtiler ve boşaltılar; bunlar Suriye.nin doğusunda IŞİD.İn ele geçirdiği savunmasız bölgeler oldu. 

- Bazı bölgeleri eski müttefiklerine devrettiler; PYD bölgesi. 

- Önem verdikleri bölgeleri (Şam-Halep) olduğu korumak için iç kesime çekildiler, buralarda toparlandıktan sonra saldırıya geçtiler. Şimdi kuzey (İdlib), Şam güneyi ve Doğu.da IŞİD.ın elindeki bölgeleri aldıktan sonra sıra PYD bölgesine gelecek. 

Batı Cephesi; 

Suriye.de savaşan İslamcı güçleri en radikal olanlardan başlayarak şu şekilde sıralayabiliriz; 

- IŞİD, 

- El Nusra (İdlib), 

- Ahrar Eş Şam (İdlib, Humus), 

- İslam Ordusu (Şam), 

- Güney Cephesi (Deraa), 

- İhvan Grupları (Feylak, Şam ve Rahman lejyonları) (Şam, İdlib) 

Bu örgütlerden yeni ismi Şam Tahrir Örgütü olan El Kaide uzantıları şu gruplardan meydana geliyor; 

- Şam Fetih Cephesi (El Nusra), 

- Nurettin Zengi Grubu, 

- Ahrar Örgütünden ayrılanlar, 

- ÖSO.dan bazı gruplar. 

Türkiye.nin desteklediği ÖSO ise şunlardan meydana geliyor; 

- Türkmenler (1500 kişi), 

- Şam Cephesi (3 bin), 

- Feylak-ı Şam (Bin), 

- Hamza Grubu (3 bin). 


Tablo 1: Suriye’de Kim Nerede ve Kim Destekliyor? 

Muhalif İslamcı güçlerin ya da diğer adı ile Özgür Suriye Ordusu çatısı altındaki unsurların bulunduğu bölgelerdeki sivil nüfus yaklaşık rakamlar ile şu şekilde 
sıralanabilir; 

- İdlib (1 milyon 250 bin), 

- Şam banliyösü (500 bin), 

- Deraa (200 bin), 

- Fırat Kalkanı bölgesi (750 bin), 

- Humus (60 bin). 

Doğu Cephesi; 



Harita 1: Suriye’de Durum (6 Nisan 2017) 

ABD ve PYD.nin askeri kanadı olan YPG/PKK, devam eden çatışmalar ile Rakka şehrini ele geçirmeye hazırlanırken, Türkiye de bu harekâta müdahil olmak, 
ara bölgedeki konumunu güçlendirmek istedi ama bunu ne ABD ne de Rusya istemedi. IŞİD.in 200.ü El Bab bölgesinde olmak üzere Suriye.de 5 bin, Irak.ta 10 bin militanı var. IŞİD.in kontrolü altındaki Rakka-Deyrizor arasındaki bölgede 500 bin kişi civarında sivil halk yaşadığı değerlendirilmektedir. Suriye sınırları içindeki Kürt kökenlilerin dağılımı ise yaklaşık olarak şu şekildedir; Afrin (300 bin), Münbiç (150 bin), Kobani (50 bin) ve Kamışlı (500 bin). PYD, bölgesinde PKK dışında diğer Kürt özellikle Barzani gruplarını bile istemiyor. Ancak, tüm gücü ABD.ye endeksli ve onlar çekilirse kısa zamanda yok edileceklerini biliyorlar. Petrol, Haseki ile Rakka arasındaki bölgede ve PYD.nin eline geçmiş durumda. PYD bölgesinde hem petrol hem de tarım olduğundan, bunları iç piyasaya (Esat, Barzani ve IŞİD) satarak para kazanıyorlar. Rakka.ya gitmeye ve IŞİD.i temizlemeye çok gönüllü değiller ama ABD.nin desteğinin sürmesi, IŞİD üzerinden meşruiyet sağlamak ve kendi alanlarını 
genişletmek için savaşa devam ediyorlar. 

 Türkiye.nin Suriye.deki rolü Ateşkes garantörlüğüne yani ateşkesi gözetlemeye indirgendi. Rusların YPG ile dostluğu onun içinde askeri varlık bulunduracak düzeye ulaştı. Kürt Koridorunun kurulması için Esat güçlerini Münbiç.e taşıyan Rusya, yeni Suriye Anayasası.nda Kürtlere güçlü bir otonomi (güvenlik, dış politika ve enerji kaynakları üzerinde söz hakkı hariç) vermeye hazırlanıyor. Esat, sınır boyunca özerklik vereceği Kürtlerden Türkiye.ye karşı bir tampon bölge kurmaya sıcak bakıyor. Rusya YPG.yi hem ABD.nin elinden almak, hem de Esat.ın gücü yetmeyeceği için Kürtleri bir şekilde Suriye.ye entegre etme hesabı peşindedir. 


ABD.nin bu durumda Kürtleri ne yapacağı, Rakka.dan sonra planının ne olduğu önemli. ABD.nin Kürtlere vereceği Rusya.nın kinden az olmamalı ki etkisi sürsün. PYD bölgesinde 100 bin kadar savaşçı var ve bunun 4.500 kadarı Türkiye.den YPG/PKK.ya katılanlar. Rojava Peşmergeleri ya da diğer deyimle Barzani.nin PYD bölgesindeki güçleri sanıldığı kadar etkili değil. Arap aşiretleri ile YPG bölgesinde etkin olma gayreti ise sadece Türkiye.nin iç politikaya yönelik bir beyhude uğraşıdır. 

 Türkiye şu an girdiği ara bölgede Sünni Arapların muhafızlığını yapıyor. Türkiye.nin Suriye.deki çıkmazları; Ruslar, Fırat Kalkanı ve İdlib. PYD bölgesi zaten hiçbir zaman hedef alınmadı. Kürt koridorunu önleme söylemi, Arap bölgesi açmanın bahanesi oldu. Türkmenler ise Suriye.de yok sayıldı. İran, Rusya ve Irak; Esat.ın yanında, ABD ve Rusya, YPG/PKK.nın yanında ve gelinen aşamada Barzani de Türkiye ile yolları ayırmak istiyor. Afrin.de PKK ile kucaklaşan Ruslar, Ateşkes Gözlem Merkezi kurduklarını iddia ediyor. Ruslar; İdlibdeki İslamcıların silahlarını teslim edip, masaya gelmesini istedi. Rusların, Türkiyeden istekleri; ÖSOyu çek, ara bölgeden çık, Rakkayı unut. İdlib.tekiler Türkiyeyi artık dinlemiyor, Astanaya bile gelmediler. Esat, Kürtleri Anayasayı görüşmeye davet etti. Sonuçta Suriye.de Rusya ve Esat.ın dediği olacak, Kürtlere güçlü bir özerklik ile Suriye sahnesini düzenleyecekler. Yakında İdlib bölgesinde çetin çatışmalar olacak ve Sünni savaşçılar biraz uzun sürse de sahneden gidecek. Esat, Erdoğan.dan 15-20 milyar tazminat istemeye hazırlanıyor. ABD ise Rakkadan sonra tamamen Irak.a yüzünü dönecek. 

 Suriye Halkı ve Türkmenler.. 

Suriye.de yaşayan Türkmenlerin sayısı ile ilgili resmi bir rakam yok. Çünkü Suriye.de yapılan nüfus sayımınde etnisite dikkate alınmıyordu. 2004 yılında yapılan Suriye genel nüfus sayımına göre ülke nüfusu 17 milyon iken, savaş başlamadan hemen önce yani 2011 yılında bu sayının 23 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu nüfustan; 500 bin kişi savaş esnasında öldü ve yaklaşık 11,5 milyon kişi (%50) ülke içinde (7 milyon kişi) yer değiştirdi veya ülke dışına (4.5 milyon kişi) göç etti. Bugünkü Suriye nüfusunun dağılımına bakarsak; 12 milyon kişi Esat yani rejim güçlerinin kontrolündeki bölgede yaşıyor. 

CIA kayıtlarına göre Suriye.de %3 Türkmen var ama gerçek rakam bu değil. Suriye.deki Türkmen sayısı 3.5 milyon (%15.2) civarındadır. Bu Türkmenleri üç gruba ayırabiliriz; 

(1) Türklük bilinci olup, Türkçe konuşanlar (1.5 milyon), 

(2) Türklük bilinci olup, Türkçe bilmeyenler (1 milyon), 

(3) Türklük bilincini kaybetmiş ve Türkçe bilmeyenler (1 milyon). 

Bu gruplardan ilk ikisi bugün daha çok muhalif grupların bölgeleri (İdlib, Humus) içinde ya da Türkiye.ye gelmişlerdir. Üçüncü grup ise çoğunlukla Esat 
güçlerinin (Halep, Hama) kontrolü altındaki bölgelerdedir. 

Suriye.de iç savaş çıkmadan önce Türkmenlerin bir etnik kimliği yoktu. Suriye rejimi onları Türkiye.nin bir uzantısı olarak görmüş, Türkçe kitap, kaset vb. her şey yasaklanmıştı. İddia edilenin ekonomik bakımdan ve eğitim seviyesi olarak en geri durumda bırakıldılar. Suriye Türkmenlerinin tamamı (10 bin kişilik Abdal grubu gibi birkaç küçük grup hariç) Sünni mezhebindendir. Türkmenler yedi bölgeye dağılmış olduğu gibi, bu bölgeler içinde de dağınık durumdadırlar. Türkmenlerin Suriye içi dağılımı aşağıdaki gibidir; 


Harita 2: Suriye’de Etnik durum 


- Halep (1 milyon 250 bin), 

- Hama ve Humus (1 milyon), 

- Bayır Bucak (Lazkiye) (250 bin), 

- Şam (750 bin), 

- Golan (40-50 bin), 

- Rakka (50 bin), 

- İdlib (50 bin). 

Türkiye.ye gelen 2.5 milyon Suriyeli yanında 500 bin civarında da Türkmen var. Suriye Türkmenleri en çok İstanbul (300 bin), Antep (50 bin), Osmaniye (50 bin), Hatay (30-40 bin), İzmir (20 bin), Malatya (20 bin) ve Konya.da (15 bin) yaşamaktadır. 150 bin civarında Suriyeli Türkmen.in Lübnan.a göç etmek zorunda kaldığını da not edelim. 
Ankara.daki iktidar için Türkmenler hep bir iç politika malzemesi olarak kullanıldı. Mezhep esaslı Suriye politikası içinde Türkmenler için ayrı bir sayfa olmadı. Gelecekte de Türkmenlerin ne olacağı umurlarında değildir. Suriye Türkmenlerinin en önemli sorunu Ankara.nın kendileri ile ilgili hiçbir politikası olmaması, sadece sahada ihtiyaç halinde kullanılmalarıdır. Türkiye.ye gelen Suriyeli Araplar vatandaşlığa geçebilmekte, 300 bin civarında kişinin vatandaşlığa alınma hedefi var. Türkmenler, birkaç istisna (akrabası olanlar) dışında bu hakka sahip değildir. Türkiye.deki Suriyeli Türkmenler, vatandaş olmak en azından çifte vatandaşlık istiyorlar. Suriye.ye gidipgelmek istiyorlar ama izin verilmiyor. Suriye.deki Türkmenlerin ise çıkışına izin verilmiyor. Gelen Türkmenler Suriye.de özel sektörde meslek sahibi olduklarından, 
Türkiye.de kendi işlerini kurdular ve geçim sorunları yok. Halep.teki sanayi erbabı işlerine Türkiye.ye özellikle İstanbul, Konya ve İzmir.e taşıdı. Devlet, Türkmenlere para vermiyor yani maddi destekleri yok. Diğer Suriyeliler ise BM.nin para desteği ile birlikte PTT kart ve Kızılay.dan 700-900 TL arası para yardımı alıyorlar. Bunlara ayrıca ev kirası ve gıda desteği veriliyor. Türkiye.deki 3 milyon Suriyeli göçmenin geleceğini şöyle öngörebiliriz; bunların bir kısmı barışın sağlanması halinde geri dönecek, bir kısmı vatandaş olacak. Bir seçenek de bunların Avrupa.ya gönderilmesi kozu ancak bu işleyecek gibi gözükmüyor. Öte yandan, Ruslar ve Esat güçleri, İdlib.i sıkıştırmaya başladı ve muhtemelen oradan da bir milyonu aşkın göçmen gelebilir. 

Sonuç.. 

Suriye.deki iç savaşın geleceğine bakacak olursak; 

- İdlib.de içlerinde barışı hiçbir zaman istemeyen El Nusracıların bulunduğu gruplar sonuna kadar direnmek niyetinde ve Astana görüşmelerine bile gitmediler. 

- Daha güneydeki gruplar, zamanla Esat güçleri tarafından eritilecek. 

- Kürt bölgesi en sorunlu özerk bölge olacak; Suriye rejimi ile PKK uzantısı PYD ilişkileri geçmişte iyi idi. PYD.yi 2003 yılında Suriye istihbaratı PKK.yı 
barındırmak için kurdu. PYD, özerkliğe daha sıcak bakıyor ama zamanla bağımsızlık elde etmek stratejisi izliyorlar. Bunun için belirleyici unsur, denize çıkış koridoru bulmaları. Bunun için iki yol var; ya Hatay.ı ele geçirmek ya da Türkmen Dağı üzerinden Suriye içinde denize bir koridor açmak. Akdeniz.e açılmayan bir Kürt devletinin Suriye.de yaşamayacağını hesaplıyorlar. 

Irak.ta asimile olmasına ve dağılmasına göz yumulan 3.5 milyon Irak Türkmeninin kaderi Suriye Türkmenlerine benziyor. Bir zamanlar çoğunlukla yaşadığı Türkmenlerin yaşadığı, tarihi Türk şehirleri Kerkük ve Musul gibi yerlere Barzani.nin uydurma Kürt devletinin bayrağı asılırken sessiz kalıyoruz. Suriye.de bir milyon toplama Kürt devlet ya da özerk bölge kurmaya çalışırken 3.5 milyon Suriye Türkünün esamesi okunmuyor. Bunun temelinde yatan neden ise Ankara.daki iktidarın ideolojisi yani dinin, Türklüğün önünde gelmesi. Barzaninin Sünni olmasıdır. Suriye.de Türkmenlerden çok daha az nüfusu olan Kürtler, devlet kurma en azından kuvvetli bir özerklik peşinde iken; Fırat Kalkanı ve İdlib bölgesinde Arap bölgesi kurmak için alt yapı çalışması yapan Türkiye.nin aklına ne Irak.ta ne Suriye.de bir Türkmen devleti ya da bölgesi kurmak gelmiyor. Asıl düşünülmesi gereken nokta; Suriye.de Esat.a karşı olmak, Irak.ta ise Barzani.nin yanında olmak bu ülkelerin bölünmesinin taraftarı olmak demektir. 

Türkiye, bölge ülkeleri kadar bölgedeki büyük güçler ile de ilişkilerini normalleştirmek ve rasyonel bir politikaya dönmek istiyorsa mezhep esaslı bir 
politikadan vazgeçmelidir. Türkiye.nin bir Türkmen politikası olmalı ve İran ile dostluğun bu coğrafyada bizim için bir zorunluluk olduğu unutulmamalıdır. İhvan ve mezhepçi bir politikaya devam edildiği sürece Esat düşmanlığı devam edecek, ABD ve Rusya ile de ortak bir projede buluşmak mümkün olmayacaktır. Rusya-Türkiye ilişkileri gittikçe kötüleşebilir çünkü İdlib.te muhtemelen kitlesel ölümler yaşanacaktır. Öte yandan, Türkiye.nin ara bölgede kalması uluslararası hukuk bakımından gittikçe daha zor olacaktır. ABD ve PYD.nin Rakka.ya yönelik başlattığı operasyon doğuya doğru gidiyor ve Musul.da devam eden operasyon ile birlikte IŞİD buralardan çıkarılabilir. Ancak, IŞİD, yok olmayacak, muhtemelen Rakka güneyine, çöle çekilecektir. IŞİD, her devletin kendi planını uygulamak için faydalı terör örgütü olmaya devam ediyor. Son sözümüz, eğer Suriye ve Irak bölünecekse Türkiye, Sünni diye Arap ve Kürtlere değil, Türkmenlere bir devlet ya da özerk bölge kurmanın alt yapısını hazırlamalıdır. 


 ****

14 Kasım 2017 Salı

FIRAT KALKANI HAREKATINDA KİME KALKAN OLDUK.

FIRAT KALKANI HAREKATINDA KİME KALKAN OLDUK.






                                                     Alan                                   Nüfus
Suriye Ordusu......... ... ...:  42,000 km2  %22,6          13,0 milyon   %70,7
Yobazlar + Fırat Kalkanı .:  22,700 km2  %12.2             2,0 milyon  %  9,5
ABD - SDG - PYD - PKK:  29,200 km2  %15,7             2,5 milyon  %13,1    
IŞİD.............................  ..:   89,500 km2  %48,3            1,2 milyon  %  6,7

(Yukarıdaki Hesaba dahil olmayan 3 milyon gibi bir nüfus Türkiye'de göçmen)

Görüldüğü gibi, örgütlerin kontrol ettikleri alanın büyüklüğü ile o alandaki
nüfus ters orantılı.

Suriye Ordusu ülke topraklarının dörtte birine yakın (%22,6) bir alanı kontrol
ediyor, ama bu alandaki nüfus ülke nüfusunun dörtte üçüne yakın (%70,7)

IŞİD toprakların yarısına yakın (%48,3) bir alanı kontrol ediyor ama burada
yaşayan nüfus ülke nüfusunun onda biri bile değil (%6,7)

ABD desteğindeki Kürt bölücülerin kontrol ettiği alan %15,7 nüfus %13,1

Fırat Kalkanı'nın 2,000 km2  alanını hesaba katmazsak, Fırat Kalkanı
dışındaki 20,700 km2 alanı Tayyip Bey'in desteklediği ÖSO ve sözde
desteklemediği El Nusra kontrol ediyor, nüfus 1,5 milyon civarında... %7,5 




30.03.2017-14:07

Fırat Kalkanı Harekatının 216 günlük bilançosu;

Fırat Kalkanı operasyonunun tamamlandığını dün Başbakan Binali Yıldırım canlı yayında açıklarken operasyonun bilançosu da ortaya çıktı. 
Operasyon kapsamında 600 ÖSO, 67 Türk askeri şehit olurken, 3 bini aşkın terörist öldürüldü.


Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’de yürüttüğü Fırat Kalkanı Harekatının 216 gün sonunda tamamlandığı MGK toplantısı ile duyuruldu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 
ÖSO birlikleri ile gerçekleştirdiği harekata katılan 67 Türk askeri şehit olurken, 3 bini aşkın terörist öldürüldü. 

216 gün süren operasyonla Suriye’nin kuzeyindeki Cerablus, Çobanbey (RAİ) ve El Bab bölgelerinden DEAŞ terör örgütü temizlendi. 
Türkiye tarafından tehlike olarak görülen terör unsurlarını temizlemek, sınır hattının ve bölgedeki halkın güvenliği sağlamak, kontrol altına almak[ ve göç sorununu bitirmek için 5 bin kilometrelik alanda başlatılan operasyonda bölgede bulunan DEAŞ militanları ile çatışılırken, bölgeye ilerlemek isteyen YPG ve Suriye Rejim güçlerinin de önü kesildi. İç çatışmalardan kaçarak Türkiye sınırına gelen sivillerin güvenliğinin sağlanabilmesi için güvenli bölge oluşturma amacı da güdülen harekatla, DEAŞ militanları bölgeden temizlenirken, PYD’nin Türkiye sınırındaki Afrin ve Kobani kantonlarının birleştirilmesi engellendi.

HAREKATTAN GÜNLER ÖNCESİ YAŞANANLAR

24 Ağustos 2016 tarihinde başlayan Fırat Kalkanı harekatından 4 gün önce Gaziantep’teki Beybahçe Mahallesi’nde bulunan Besna ve Nurettin Akdoğan çiftinin kına gecesine yönelik terör saldırısı düzenlenmiş, saldırıda çoğu çocuk 57 kişi hayatını kaybederken, 94 kişi de yaralanmıştı.

 Aynı gün kalabalık bir grup muhalif, ağır teçhizat yüklü 80'e yakın araç ile sınır kasabası Çobanbey’den yola çıkarak, Türk sınırına geldi.

 22 Ağustos 2016'da, DEAŞ terör örgütü, Gaziantep başta olmak üzere ülke genelinde gerçekleştirilen başarılı terör operasyonlarında örgütün sözde üst düzey mensuplarının ele geçirilmesi üzerine misilleme yaparak, Gaziantep’in Karkamış ilçesine 2 adet havan ateşi açtı. Bunun üzerine Türk sınır birlikleri tarafından 60 adet obüs mermisi ateşlenerek Cerablus ve Menbiç ağır bombardıman altına alındı. Aynı günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerinin talimatı ile Karkamış'taki sivil halk kısa sürede tahliye edildi.

24 AĞUSTOS’TA HAREKAT BAŞLADI

24 Ağustos 2016 günü saat 04.00'te Türkiye "Cerablus'u IŞİD'den almak için" askeri harekat başlattığını açıkladı. Bu açıklama sonrası Cerablus bombalanmaya başlandı. Başbakanlıktan yapılan açıklamaya göre, 294 adet topçu atışı yapıldı ve 81 hedef imha edildi. 3 saat sonra Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı çok sayıda tank ve zırhlı birlik sınırı geçerek yüzlerce ÖSO mensubu Türkmen ve Araplarla bir araya geldi. İlk taarruz sonrası Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birlikleri, Keklice ve Kıvırcık kasabasını ele geçirdi. Operasyon sırasında Arap birlikler kırmızı, Türkmen birlikler ise turkuvaz kol bandı taktı. İlk belirlemelere göre 49 IŞİD'li öldürüldü.

CERABLUS 15 SAATTE ELE GEÇİRİLDİ




Suriye’nin Halep kentine bağlı Cerablus kasabasının komşusu olan Gaziantep’in Karkamış ilçesinden başlayan operasyonda 15 saat gibi kısa sürede Cerablus’un kontrolü tamamen TSK ve OSÖ birliklerinin eline geçti. 25 Ağustos 2016'da Türk Silahlı Kuvvetleri, "Topraklar ilhak edilmeyecek Özgür Suriye Ordusu'na bırakılacaktır" açıklaması yaptı.

26 Ağustos günü saat 00.20'de TSK tarafından yapılan basın açıklamasında, "Fırat Kalkanı Harekatının devam ettiği, bölgede yaşayan sivil halkın zarar görmemesi için her türlü tedbirin alındığı ve bu konuda azami hassasiyet gösterildiği" belirtildi.

27 Ağustos'ta YPG'li bir grubun Türk birliklerine yaptığı roketli saldırı sonucu bir tank hafif diğeri ağır olmak suretiyle iki tank zarar gördü. Ayrıca Türk ordusundan 3 asker yaralanmış 1 asker de  şehit edildi.

29 Ağustos itibarı ile 400 kilometrelik alanda bulunan 43 köy IŞİD ve YPG'nin elinden alarak kontrol altına alındı.

31 Ağustos'ta Cerablus'un batısında IŞİD'e karşı operasyonda 1 Türk tankı roketle vuruldu, 3 asker yaralandı. TSK, "tanka saldıran teröristler imha edildi" açıklamasını yaptı. 3 Eylül'de tarihinde Türk zırhlı araçları, Suriye'ye Çobanbey ilçesinden giriş yaptı.

CERABLUS-ÇOBANBEY HATTINDA PATLAYICILAR TEMİZLENDİ

TSK ve OSÖ birliklerinin ilçeye girmesi ile kaçan DEAŞ militanları ise arkalarında el yapımı patlayıcılar ve mayınlarla çok sayıda tuzak bıraktı. Operasyonda 92 gün sonunda, tuzaklanmış 40 mayın ve bin 707 el yapımı patlayıcı kontrollü olarak etkisiz hale getirildi. 215 yerleşim yerinde, yaklaşık bin 800 kilometrekarede kontrol sağlandı.

RUS UÇAĞI KRİZİNİN YILDÖNÜMÜ

Rus uçağı krizinin yıldönümü olan 24 Kasım 2016 tarihinde ise Suriye Ordusu'na bağlı uçaklar, Türk Silahlı Kuvvetlerini vurdu. Saldırıda 3 Türk askeri şehit oldu. 9 Şubat 2017'de Rusya, kazayla Türk askerini vurdu bu saldırıda da 3 Türk askeri şehit oldu. 24 Şubat 2017'de Türk Silahlı Kuvvetleri destekli Özgür Suriye Ordusu, El-Bab'ın kontrolünü tamamen DEAŞ'tan aldı.

2 BİN 15 KİLOMETRELİK ALAN KONTROL ALTINA ALINDI

Fırat Kalkanı Harekatı kapsamında 198 gün sonunda, TSK ve ÖSO tarafından 243 yerleşim yeri ve yaklaşık 2 bin 15 kilometrelik alan kontrol altına alındı. Toplam 145 gün süren operasyonla kontrolün sağlandığı Bab’dan kaçan DEAŞ mensuplarının bölgeye tuzakladığı patlayıcı ve mayınlar da temizlendi.

67 TÜRK ASKERİ ŞEHİT OLURKEN, ÖSO 600 ŞEHİT VERDİ

Cerablus-Çobanbey-El Bab hattında toplam 216 gün süren operasyonda 67 Türk askeri şehit olurken, 245 asker de yaralanarak gazi oldu. Operasyonu TSK ile birlikte yürüten ÖSO birliklerinin ise operasyon boyunca yaklaşık 600 şehit verdiği öğrenildi.

BİNLERCE TERÖRİST ÖLDÜRÜLDÜ

Türk Silahlı Kuvvetlerinden Şubat ayında yapılan açıklamada ise Fırat Kalkanı Harekatı 2 bin 288'i ölü olmak üzere toplam 2 bin 705 DEAŞ mensubu, 322'si ölü olmak üzere toplam 344 PKK/PYD mensubu teröristin etkisiz hale getirildiği bildirildi.

Bölgesel Kaynaklar, operasyon kapsamında öldürülen toplam terörist sayısının 3 bini aştığını belirtiyor.



http://www.milliyet.com.tr/firat-kalkani-harekatinin-216-gundem-2423279/






7 Nisan 2017 Cuma

BARACK OBAMA DÖNEMİ VE TÜRKMENLER BÖLÜM 2


 BARACK OBAMA DÖNEMİ VE TÜRKMENLER  BÖLÜM 2


3.3. Türkiye-ABD Ekonomik İlişkileri

3.3.1. İkili Ekonomik İlişkilerin Genel Seyri

Türkiye ile ABD arasındaki ikili ilişkilerde en sorunlu alanlardan birisi de ekonomidir. Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik ilişkilerde çok ciddi sorunlar vardır. Dahası, aslında ekonomik ilişkilerin boyutunun siyasi boyuta göre önemsiz olduğunu söylemek mümkündür; zira iki ülke arasındaki ticaret hacmi oldukça düşük düzeyde seyretmektedir.

Türk-Amerikan ilişkilerinin askeri ve siyasi temelinin oluşturulduğu Soğuk Savaş döneminde iki ülke arasında ciddi bir ekonomik ilişki ve işbirliği zemini oluşturulamamıştır. 1990?lı yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerine ekonomik bir boyut kazandırma girişimlerinin olduğu gözlense de bu girişimlerin çok başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir.

ABD?nin Türkiye ve Türkiye?nin ABD dış ticaretindeki yeri de iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin ne denli zayıf olduğu konusunda genel bir fikir vermektedir. 2002 yılında Türkiye toplam ihracatının yüzde 9,2?sini, toplam ithalatının ise yüzde altısını ABD ile gerçekleştirmiştir. 2002 yılında ABD Türkiye?nin ticaret ortakları arasında üçüncü sırada yer almıştır. 2003 yılında ise Türkiye?nin genel ihracatı yüzde otuz arterken ABD ile ihracat sadece yüzde 11,3 artmıştır. Aynı yılda Türkiye?nin ithalatı yüzde 33,3 oranında artarken ABD?den yapılan ithalat yüzde 10,4 ile yine genel ithalattaki artışın oldukça gerisinde kalmıştır. Türkiye 2003 yılında ABD?nin ithalatında 42. sırada iken ihraç pazarları arasında 31. sırada yer almıştır. Türkiye ekonomisinin dünyanın en büyük 15 ekonomisinden biri olduğu dikkate alındığında Türkiye?nin ABD dış ticaretindeki yerinin oldukça kötü olduğu anlaşılır.

Dünya ekonomisindeki büyümeye paralel olarak iki ülke arasındaki ticaret hacminde de gözle görülür bir genişleme yaşanmıştır. 1985 yılında 1.9 milyar dolar iki ülke dış ticaret hacmi 2005 yılında 9.2 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir. Ancak iki ülke ve genel anlamda dünya ekonomisinin büyümesi dikkate alındığında bu büyümenin yetersiz kaldığı açıktır. Bununla birlikte Türkiye açısından özellikle 2000?li yıllarda görülen en önemli gelişme, yıllarca Türkiye aleyhine açık veren dış ticaret dengesinin Türkiye lehine dönmeye başlamasıdır. Bu açık 2004 yılında zirve yaparak 1.5 milyar dolara kadar çıkmış bir sonraki yıl ise 1 milyar dolar seviyesine gerilemiştir.

Ancak bu olumlu gelişmeler yerini yine Türk-Amerikan ekonomik ilişkileri ile ilgili olarak karamsar yorumlara yol açabilecek somut gelişmelere bırakmıştır. Amerikan verilerine göre 2007 yılı Ocak-Mayıs döneminde Türkiye'nin ABD'ye ihracatı, bir önceki yılın aynı dönemine göre % 13,9 oranında bir gerilemeyle, 2,264 Milyon ABD Dolarından, 1,949 Milyon ABD Dolarına gerilemiştir. Buna karşılık ithalatın %13,7 oranında bir artış göstererek, 2,351 Milyon ABD Dolarından, 2,674 Milyon ABD Dolarına yükseldiği görülmüştür.

Aynı dönemde ABD'nin genel ihracatının, bir önceki yılın aynı dönemine göre %10,7 oranında bir artış göstererek, 460,6 Milyar ABD Dolarına ulaştığı, ithalatının ise %4,1 oranında bir artışla 770,7 Milyar ABD Dolarına ulaştığı gözlenmiştir. Bu rakamlar da 2000?li yılların başında ikili ekonomik ilişkilerde görülen kısmi iyileşmelerin 2006 ve 2007 yılında yerini tekrar istikrarsız bir görüntüye bıraktığını göstermektedir.

Bu istikrarsızlığın bir sonucu olarak da Türkiye?nin ABD?nin dış ticaretindeki yeri otuz dokuzunculukta kalmıştır. Angola, Şili, Hong Kong, Nijerya gibi ABD ile siyasi ilişkileri kısmen zayıf olan ülkeler bile Türkiye?nin üstünde listede yer almışlardır. Türk ekonomisinin dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olduğu dikkate alındığında bu sıranın tatminkar olmadığını ve iki ülke ekonomik ilişkilerinin oldukça yetersiz seviyede kaldığını göstermesi bakımından önemli olduğunu söylemek mümkündür.

Durumu daha da ilginç hale getiren ise ABD kaynaklı sermayeden ve yatırımlar dan Türkiyenin aldığı payın çok düşük düzeylerde seyretmesidir. İki ülke arasındaki coğrafi uzaklığın karşılıklı ithalat ve ihracatın önünde kısmi bir engel olduğunu söylemek mümkün ise de doğrudan veya dolaylı dış yatırımların hacminin düşük olması iki ülke ilişkilerinin ekonomik boyutunun oldukça zayıf olduğu anlamına gelmektedir.

Bu durumun muhtemel sebeplerinden birisinin Türkiye?deki siyasi istikrarsızlık olduğunu söylemek mümkündür. Yabancı sermaye için çekici olmaması Türkiyenin ABD?den yeterince sermaye ve yatırım çekmemesinin nedenlerinden birisi olmuştur. Bununla birlikte ABD?nin müttefiki ve stratejik ortağı Türkiye ile olan ilişkilerinde ekonomik boyutun güçlendirilmesi için önemli sayılabilecek hiçbir adım atmaması ekonomik ilişkilerin zayıf kalmasının diğer nedenlerinden birisi ve belki de en önemlisidir.

Ancak Türk tarafının da ABD ile ekonomik ilişkilere önem vermediği de ortadadır. Veya önem veriyorsa bile bu konuda teşvik edici ciddi çalışmalarda bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye?deki bürokrasiden ve ekonomik faaliyetlerin önündeki engellerden şikayetçi olan özel sektör temsilcilerinin ABD?de faaliyet göstermeyi hiç düşünmemeleri ayrıca dikkate değerdir. Ekonomik faaliyetlerin önünde hiçbir engelin olmadığı ve tamamen liberal ilkeler çerçevesinde işleyen Amerikan piyasası bu açıdan aslında Türk girişimciler için uygun fırsatlar sunmaktadır. Türkiye?de çok iyi bilinen belli başlı birkaç giyim markası dışında Amerikan tüketicisinin aşina olduğu Türk ürününün olmadığı düşünüldüğünde Türkiyenin ABD?de ekonomik açıdan var olmadığını söylemek abartılı olmayacaktır. Türk ürünü havlu ve bornoz grubu ürünlerinin ve örneğin çam fıstığı gibi bazı tarım ürünlerinin Amerikan markaları ile satışa sunulmaları ve ilgi görmeleri ayrıca dikkat çeken bir başka konudur.

3.3.2. Obama Dönemi Türk-Amerikan Ekonomik İlişkileri

Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerindeki bu kısır tablonun Barack Obama?nın başkanlığı döneminde belirgin bir şekilde değişebileceğine dair herhangi bir işaret bulunmamaktadır. Özellikle küresel mali krizden en fazla etkilenen ülkelerin başında yer alması nedeni ile ABD?nin bile geleneksel dışa açıklık ilkelerinden taviz verebileceği yönünde işaretler veriyor olması bu açıdan dikkate alınması gereken bir başka önemli ayrıntıdır. Bazı analistlerin ABD?nin bir tür korumacılığa yönelebileceği şeklindeki uyarıları dikkate alındığında Türkiye ile ABD arasındaki ticari ilişkilerin kısa dönemde iyileşebileceğini söylemek oldukça zordur.

Türkiye?nin görece olarak karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektör ve alanların geleneksel olarak emek-yoğun olması ve tam da bu nedenle gelişmekte olan bazı ülkelerin bu çerçevede Türkiye ile rekabet edebilir hale gelmeleri Türk-Amerikan ekonomik ilişkileri açısından olumsuz sonuçlar doğurma potansiyelini taşımaktadır. Bununla birlikte uzun dönemli ve sağlam siyasi ilişkilerin ekonomik ilişkiler ile desteklenmesi gerektiği açıktır. Karşılıklı bağımlılık düzeninin önemli belirleyicilerinden biri olan ekonomik ilişkilerin zayıf ve cılız kalması orta ve uzun dönemde siyasi ve stratejik ilişkileri de tehdit etme ihtimalini de beraberinde getirmektedir. Bu açıdan gerek Türkiye?nin ve gerekse de ABD?nin, uzun süreli siyasi ve askeri işbirliği için ekonomik ilişkilere ağırlık verilmesi gerektiğinin ayırtına varabilmesi önem taşımaktadır.

Bu açıdan bakıldığında, anlaşıldığı kadarıyla en azından belli bir süre daha etkili olması beklenen küresel ekonomik kriz nedeni ile ekonomik ilişkilerde canlanma sağlanamasa da sağlıklı bir siyasi işbirliği için kriz sonrası dönemde Obama yönetiminin Türkiye ekonomik ilişkilere ağırlık vermesi gündeme gelmelidir. Bir başka deyişle, kısa vadede ekonomik anlamda iki ülke ilişkilerinde bir beklenti içine girmek gerçekçi değilse de gerek kriz süresince ve gerekse de kriz sonrası dönemde ikili ekonomik ilişkilerin gözden geçirilmesinin bir ihtiyaç olduğu vurgulanmalıdır. Bu vurgu, mevcut ve gelecek siyasi ve stratejik ilişkilerin daha sağlam bir zemin üzerine bina edilebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Burada Obama?nın Türkiye ile ikili ekonomik ilişkilere özel bir önem atfedeceğini beklemek elbette ki gerçekçi olmayacaktır. Küresel mali krizin etkilerini en derin bir şekilde hisseden ABD?nin doğal olarak önceliği kendi ulusal ekonomik ve finansal sistemini düzlüğe çıkarmak olacaktır. Böylesi bir ortamda Türk girişimcisi ve ürünleri için ayrıcalık anlamına gelecek ekonomik düzenlemelerin ABD?den beklenemeyeceği açıktır. Tercihli ticari ürünler sisteminin içerik ve kapsamının genişletilmesi gibi Türk ürünlerinin Amerikan pazarına girişini biraz daha kolaylaştıracak tali ve teknik konular elbette gündeme getirilebilir. Ancak bugüne kadar beklenen faydayı pek de sağlamayan ve sınırlı bir etkiye sahip olan bu tür girişimlerin çok da işe yaramadığı unutulmamalıdır.

Obama dönemi Türk-Amerikan ikili ekonomik ilişkileri açısından bir başka muhtemel önemli nokta da Obama?nın New Deal benzeri girişimler ile ulusal ekonomiyi canlandırma ve sosyal politikalara ağırlık vermesi ihtimalidir. Her ne kadar böylesi girişimler Obama?nın ABD?nin geleneksel küresel ekonomi ve serbest ticaret eksenli bakış ve politikasını değiştirme anlamına gelmeyecekse de küresel ölçekte büyük tepki çeken neoliberal politika ve uygulamalarının görece de olsa yumuşatılması eğilimini taşıyabilecektir. Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerinin halihazırda cılız seviyede olduğu dikkate alındığında bu türden değişikliklerin Türkiye açısından doğrudan bir anlamı olmayabilecektir. Ancak böylesi tercih değişikliklerinin Transatlantik ekonomik ilişkilere etkisi belirgin ve anlamlı olabilecek bu da dolaylı yollardan da olsa Türkiye?yi etkileyebilecektir.

3.4. Akut Bölgesel Ve Küresel Sorunlar İle Mücadelede Türk-Amerikan İşbirliği Potansiyeli

3.4.1. Barack Obama Yönetiminin Başlangıç Performansı

Amerikan seçimlerine ve dünya gündemine büyük bir heyecan getiren ve vaatleriyle umut dağıtan yeni Amerikan başkanı Barack Obama?nın başkanlıktaki ilk ayında kısmen de olsa başarılı bir performans sergilediğini söylemek mümkün. Göreve geldiğinde önemli krizler ve sorunlar ile mücadele etmesi gerektiğinin farkında olan yeni başkanın aldığı ilk tedbirler ve yaptığı ilk icraatlar yerindeymiş izlenimi uyandırıyor.

Başkanlık koltuğuna gelmeden önce meydana gelen ve kendini gösteren yeni krizlere ilave olarak Bushun başkanlık döneminde giderek kronikleşen ciddi problemleri önünde bulan Obama radikal adımlar atmasa da önemli hatalar yapmayarak bir yönüyle rüştünü şimdilik ispat etmiş oldu.

Afganistan da ve Irak ta giderek kötüye giden durum, ABD?nin başta Ortadoğu bölgesinde olmak üzere bütün dünyada kötüleşen imajı, Çin?in Uzak Asya?da giderek daha etkin hale gelmesi, nükleer hevesleri olan Kuzey Kore ve İran konusunda ABD ve müttefiklerinin çaresiz kalması gibi birçok sorunu adeta çözümsüz bir şekle sokan Bush yönetimi ayrıca Ağustos 2008 de Rusya?nın Gürcistan a saldırması karşısında da hiçbir şey yapamamış ve Rusya?nın Güney Kafkasya da nüfuz alanını genişletmesine adeta seyirci kalmıştır. Bunun yanı sıra ABD nin öncülüğünü yaptığı İkinci dünya Savaşı sonrası dünya düzeninde yakın işbirliği içinde bulunduğu Avrupa ülkeleri ile ilişkilerinde yine bu dönemde önemli problemler ortaya çıkmış ve transatlantik ilişkiler ilk kez ciddi yara almıştır.

Kısaca bu şekilde özetlenebilecek sorunlara ilave olarak 2008 yılının sonlarına doğru daha belirgin hale gelen ABD kaynaklı küresel ekonomik kriz de Obamanın üzerindeki yükü ve sorumluluğu daha da arttırmıştır. Geniş kitlelerin kendisi ile ilgili ciddi beklenti ve umutlar beslediği yeni başkanın bu ciddi tehdit ve krizlere nasıl karşılık vereceği ciddi bir merak konusu olmuştur zira Obama?nın bu tehdit ve problemlere karşı ne derece etkin olabileceği konusunda ciddi endişeler bulunuyordu.

Ancak şu ana kadarki performansına bakıldığında en azından şimdilik Obama ile ilgili endişelerin kısmen de olsa giderilebileceğini söylemek mümkün. Gerçi bu kadar kısa bir sürede bir değerlendirme yapmak yanıltıcı olabilir; ancak akut sayılabilecek krizlerin varlığı dikkate alındığında Amerikan yönetiminin bunlara nasıl karşılık verdiği yönetim beceri ve kapasitesini göstermesi bakımından önem taşıyor.

Afganistan konusunda yeni sayılabilecek net bir açılımı görünmese de Obama?nın Iraktaki durum ile ilgili olarak en azından belli bir plana sahip olduğu izlenimi edinilebiliyor. Birkaç eyalet dışında bu ülkede Şubat ayı içerisinde yapılan yerel seçimlerin sorunsuz geçmesi ve Amerikan askerlerinin çekilmesi ile ilgili olarak 2012 yılının zikredilmesi bu çerçevede somut gelişmelerin olabileceğine işaret ediyor.

Elbette ki Irak?ın geleceğinin nasıl şekilleneceği ile ilgili net bir şey söylemek hala mümkün görünmüyor; Irakın toprak bütünlüğünün korunacağı ?en azından belir bir süre için şimdilik kesin gibi görünse de anayasal olarak nasıl bir çerçeve ile sınırlarının çizileceği önemli bir muamma. Irakın federal bir devlet olarak uluslar arası topluma katılması en büyük ihtimal olarak gündeme gelse de federal birimler arasındaki ilişki ve yasal bağların sıkı ya da gevşek olması büyük önem taşıyor. İşte bu noktada hala ciddi belirsizlikler var. Gevşek bir federasyon İranın nüfuzunun Şii bölgesine doğru genişlemesi ile sonuçlanabileceği gibi bağımsız bir Kürdistanın yolunu açıyor izlenimi vermesi nedeniyle de bölgede gerilime neden olabilir. Öte yandan sıkı bir federasyon özellikle Kürt bölgesini hayal kırıklığına uğratabileceğinden Amerikan yönetiminin ülkeden çekilirken geriye nasıl bir siyasi yapı bırakacağı hayati derecede önem taşıyor.

Bütün bu belirsizlik ve zorluklara karşın Obama yönetiminin başlangıç performansı Irak ile ilgili olarak en azından kötümser olunmayabileceği kanaatini uyandırıyor. Her ne kadar elimizde Obamanın bu ülkede nasıl bir politika izleyeceği ile ilgili somut veriler yoksa da şiddetin giderek azalmış olması ve seçimlerin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiş olması güven ve iyimserliği arttırıyor.

İsrailin Gazze saldırıları sırasında başarısız bir performans sergileyen Obama, henüz resmen başkan olmadığı gerekçesini öne sürerek saldırılar ile ilgili yorum yapmaktan kaçınmıştı. Seçilmiş başkan sıfatı ile başka küresel sorunlarda görüş ve çözüm önerilerini açık bir şekilde dile getirmesine rağmen bu konuda sessiz kalan Obamanın bu ilk testi geçemediğini söylemek mümkün. Ancak ateşkesin ardından Obamanın Ortadoğu özel temsilcisinin aktif diplomatik girişimlerde bulunması Obama yönetiminin bu konuda bir şeyler yapmak istediğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Elbette ki Obama?dan ve özel temsilcisinden sonuç getirici hamleler beklemek fazlaca iyimserlik olacaktır; ancak Obama en azından Amerikan yönetiminin konu ile ilgilendiğini ve muhtemel krizlere karşı hazır olduğunu hissettirmiştir.

Bütün dünyayı, ama belki de daha çok ABDnin kendisini etkileyen küresel kriz konusunda güven verici adımları ile Obama başarılı sayılabilecek bir performans sergilemiştir. Kurtarma paketi ile finans aktörlerine ve piyasalara güven vermeye çalışan Obama bir yandan da krizle mücadelenin uzun vadeli bir iş olduğu mesajını vermeyi de başarmıştır. Böylelikle gereksiz beklentilerin önüne geçmiş ve halkın uzun vadeli güvenini kazanabilmiştir. Bunu yaparken de CEO?ların maaşlarını sabitleme gibi belki sembolik sayılabilecek ama geniş kitlelerin sempatisini kazanabilecek adımlara başvurması Obama?nın başarılı performanslarından biri olarak dikkat çekiyor.

3.4.2. Akut Sorunlarda Türk-Amerikan İşbirliği

Obamanın aktif sayılabilecek başlangıç performansı özellikle bölgesel konularda Türk-Amerikan işbirliği potansiyelinin var olabileceğine işaret etmektedir. Irak ve İran ile ilgili krizler başta olmak üzere İsrail-Filistin sorununun çözümüne yönelik atılacak adımların belirlenmesi ve uygulanmasında Obama yönetiminin tavrı ve politikaları bölgede Türk-Amerikan işbirliğinin yolunu yeniden açabilecektir.

Bu çerçevede Türkiyenin bir süredir bölgede çok yönlü bir dış politika izlemeye ve uygulamaya çalıştığı düşünüldüğünde muhtemel Amerikan-Türk işbirliğinin bu çizgiyle uyumlu olabileceğini söylemek de mümkündür. Özellikle İsrail-Filistin sorununda öncü ve arabulucu bir rol üstlenebileceği sıklıkla dile getirilen Türkiye bir taraftan da İsrail-Suriye görüşmelerine arabuluculuk ederek aktif bir tutum benimsemiştir. Türkiye?nin kendisi dışındaki bazı faktörlerden ötürü somut sonuçlar vermeyen bu girişimlerin yeniden canlandırılması ve etkin bir zemine oturtulması Türk-Amerikan işbirliği sayesinde mümkün olabilecektir.

Barack Obama yönetiminde aktif ve görünüşe göre yapıcı ve çözüme yönelik bir politika izleyen ABD?nin Ortadoğudaki bölgesel sorunlarda Türkiyenin muhtemel rolünü olumlu karşılayacağı beklenebilir. Bu da iki ülke arasındaki ilişkileri canlandıracağı gibi ortak hareket etme kabiliyetlerini de arttıracaktır. Bu da iki ülke ilişkilerini, her iki ülkenin kendi spesifik sorunlarının tartışıldığı kısır bir bağlamdan çıkarıp daha geniş ve zengin bir içeriğe kavuşturacaktır.

İran karşısında Bush yönetiminin takındığı katı tutumun Obama tarafından terk edileceğinin sinyalinin verilmesi bu çerçevede ayrıca dikkate alınması gereken bir konudur. Zira Türkiye, İran?a silahlı müdahalenin gündemde olduğu dönemlerde dahi İran ile diyalogu fiili olarak devam ettirmiştir; bu da bugün ABD?nin Türkiyenin çizgisine geldiğini göstermesi bakımından önemlidir. Elbette ki İranın nükleer hevesleri konusunda Türkiye ile ABD nin bir bloğun içinde imiş gibi davranmalarını beklemek doğru olmayacaktır; ancak bölgedeki diğer sorunlarda olduğu gibi bu sorunda da Türkiye diplomasinin imkanlarının kullanılabilmesinin mümkün olduğunu gösterebilecek, bu da ABD?nin diyaloga dayalı yeni yaklaşımını daha uygulanabilir kılacaktır.

3.4.3. Akut Sorunlar  ve Obama?nın Türkiye Ziyareti

Geçtiğimiz günlerde Türkiyeye resmi bir ziyaret gerçekleştiren Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, resmi temaslarından çok Başkan Obama?nın Türkiyeye yapacağı dış ziyaret gündemde yer aldı. Öyle ki Clinton?ın Türkiyede ne yaptığı ve ne tür temaslarda bulunduğu fazla konuşulmuyor ama Başkan Obama?nın Türkiye ziyaretinin ne anlama geldiği veya geleceği sıklıkla tartışma konusu oluyor.

Amerikan Başkanı Barack Obama nın Türkiye ye yüksek profilli bir ziyaret yapmaya karar vermesi gerçekten de önemli. Bu önem sembolik olmaktan daha öte bir noktayı ifade ediyor ve Bush döneminde bozulan Türk-Amerikan ilişkilerinin bambaşka bir safhaya taşınması irade ve isteğini ortaya koyuyor. Nasıl ki Bush döneminde ikili ilişkilerin kısmen de olsa zarar görmesinin asıl nedeni Amerikan tarafı idiyse şimdi de bu ilişkileri tamir etme iradesi Amerikan tarafından gösteriliyor gibidir. Belirtmek gerekir ki Bush döneminde Türkiye?nin bölgesel ve uluslararası sorunlarda dışlanması bir tercih iken yine Türkiye ile yakınlaşma Obama?nın bir tercihini göstermektedir.

Bu açıdan bakıldığında Obama?nın Türkiye ziyaretini yeni başkanın vaat ettiği dış politika stil ve dizaynının bir tezahürü olarak görmek mümkün. Sabık başkan Bush un tek taraflı dış politika tasarımında Türkiye nin ve tabi ki diğer bölge ülkelerinin fazlaca bir rolü yokken bugün Obama çok taraflı bir dış politika ve uluslararası sistemin gereğini hissetmiş bir görüntü vermektedir. Türkiye ziyareti bu yeni yönelimin izlerini taşıması açısından önem taşımaktadır.

Spesifik dış politika konuları çerçevesinde bakılacak olursa Obama nın Türkiye ziyareti şu açılardan önemli olup ikili ilişkilerde yeni işbirliği ve akut kriz ve sorunların çözümü potansiyellerini içermektedir:

Her şeyden öte ziyaretin Nisan ayında, Ermeni soykırım iddiaları açısından önemli bir tarih olan 24 Nisan dan önce gerçekleşiyor olması önemlidir; zira bu tarihte Amerikan başkanı iddiaları nasıl tanımlarsa tanımlasın, Ermeni soykırım iddialarının ikili ilişkilerin önüne, bu ilişkilere zarar verecek şekilde geçmesinin engellenmek istendiği mesajı verilmektedir. Diğer bir ifade ile ABD, Ermeni soykırım iddialarına rağmen Türkiye ye yakın durmayı tercih ettiğini böylesine mütevazi bir adımla da olsa göstermiş olmaktadır.

Belki bundan daha önemli olarak Obamanın bölgedeki ilk dış gezi için Türkiye?yi tercih etmiş olması hem Türkiye  nin bölgesel rolünün yeniden tanınması ve ABD nin bölgesel krizler ile mücadele etmesi için Türkiye?nin işbirliğinin gerekliliğinin farkına varılmasını göstermiş olmasıdır. Iraktaki durumdan İran sorununa, Filistin-İsrail anlaşmazlığından bölgedeki demokrasi sorununa kadar bir dizi sorunda Obama yönetimindeki ABD, Bush döneminden kalan enkazı ve ağır yükü dikkate almak zorundadır. Bölgedeki Amerikan imajının iyice zayıfladığı dikkate alındığında Obama açısından Türkiye ile yeniden güçlü ve işbirliğine dayalı ikili ilişkiler tesis etmek akıllıca bir seçimdir.

Irak tan çekilme bilindiği gibi Obama?nın dış politika öncelikleri arasında yer almaktadır. Çekilme ile birlikte bölgenin daha fazla istikrarsızlığa mahkum olmaması da ayrı bir önceliktir. Her iki hedefin aynı anda sağlanması Türkiye ile ABD arasında eşgüdüm ve işbirliğini kaçınılmaz ve zorunlu kılmaktadır. İşte böylesine akut ve kısa süre içinde çözülmesi gereken bir sorunun masaya yatırılması kısa vadede Türk-Amerikan ilişkilerinin ve işbirliğinin ana gündemlerinden birini oluşturmaktadır.

Obama nın Türkiye ziyareti hiç şüphesiz ABD nin İslam dünyası ile ilişkilerini düzeltmesi açısından da büyük bir önem taşıyor. Gerçi Türkiye İslam dünyasının lider ve önder bir ülkesi olma iradesi göstermiş değildir; böyle bir irade gösterse bile böylesi bir rolün ilgili aktörlerce kabul edilip edilmeyeceği de kesin değildir. Ancak vaat ettiği dış politika açısından büyük önem taşıyan İslam dünyası ile ilişkileri restore etmek açısından ABD Başkanı Obama nın Türkiye seçimi isabetlidir.

Bu ziyaret vesilesi ile İslam dünyasına açık bir çağrıda bulunup bulunmaması o kadar önemli değildir; ancak Obama nın Müslüman ve demokratik bir ülkeye ilk ziyaretini yapıyor olması İslam dünyasına ve aslında bütün Ortadoğu ya verilmiş güçlü bir işbirliği mesajıdır.

Sonuç:

ABD?de Obama döneminin ne getireceği ile ilgili tahminde bulunmak için henüz oldukça erkendir. Daha önce yapılmış planların rafa kaldırılmasına neden olacak radikal gelişmelerin meydana gelmesi her zaman muhtemeldir. Bu da eldeki verilere göre yapılmış tahminleri sıklıkla anlamsız kılabilmektedir. 11 Eylül saldırıları olmasaydı Bush dönemi belki de daha farklı olurdu; ya da Gürcü lider Saakaşvili Güney Osetya?ya saldırmasaydı bugün belki Rusya?nın genişletilmiş nüfuz alanından söz etmiyor olurduk. Bununla birlikte Obama döneminde Türk-Amerikan ilişkileri ile ilgili olarak şu genel gözlemleri yapmak mümkündür:

1- Bu dönemde ikili ilişkilerin daha eşitler arasında ?daha çok işbirliği? şeklinde gelişeceğini söylemek mümkündür. Gerek işbirliği yapılacak alanların fazla oluşu, gerekse de tarafların ilgili sorunlara örtüşen bakış açılarıyla yaklaşıyor oluşu böylesi bir ilişki şeklini mümkün kılabilecektir. Burada hiç şüphesiz Bush döneminin tek yanlı dış politikasının yerini çok taraflılığa vurgu yapan Obama stilinin alması ihtimalinin yüksek oluşunu hatırlamak gerek. Bu anlamda Amerikan dış politikasının radikal bir değişikliğe uğrayacağını söylemek ve bunun da Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olacağını tahmin etmek mümkündür. Ancak belirtmek gerekir ki bu daha çok değişen Obama yaklaşımının bir ürünü olacaktır; diğer bir ifadeyle bu sadece Türkiye ye yönelik özgün bir davranış değişikliği değil uluslararası politikaya alternatif bir yaklaşımın ifadesi olacaktır. 

Bu nedenle bu dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinin  çok özel  olacağını söylemek için henüz erkendir.

2- Obama döneminde Türk-Amerikan ikili ilişkilerinde görülmesi muhtemel yapısal iyileşmenin bazı görece olarak ikincil konuların da çözülmesini beraberinde getirebileceği düşünülmemelidir. Burada özellikle Ermeni soykırım meselesinin de Obama döneminde sorun olmaktan çıkmasını beklemek mümkün olsa da bunun nasıl gerçekleşeceği o kadar net değildir. Diğer bir deyişle Obama nın Türkiye ye yeniden önem atfetmeye başlaması ve iki ülkenin bölgesel ve bazı küresel problemlerde işbirliği yoluna gitmesi Obama nın Ermeni soykırım iddialarını tanıyacağı şeklindeki seçim vaatlerini unutabileceği anlamına gelmemektedir. Unutmamak gerekir ki Obama seçim kampanyası döneminde gerek sözlü ve gerekse de yazılı olarak Ermeni soykırım iddialarını tanıyacağını açık bir şekilde belirtmiştir. Böylesi bir noktadan geriye dönüşü ifade edebilecek bir çizgiyi benimsemesinin hiç de kolay olmayacağı hesaplanmalıdır. Bununla birlikte Obama nın resmen Ermeni soykırım iddialarını hemen tanımayabileceğini ve bunun için en uygun zamanı bekleyebileceği de ihtimal dahilindedir. ABD?nin Ermeni soykırım iddialarını tanımasının görece öneminin iyice azaldığı bir zamana kadar Obama nın verdiği sözleri tutmayı ertelemesi mümkündür. Diğer bir ifadeyle, ABD kurumlarının veya Başkanının Ermeni soykırımını tanıması ile tanımaması arasında fazla bir farkın olmadığı bir konjonktür yakalandığı takdirde Obama verdiği sözü tutma yolunu seçebilir. Böylesi bir adım hem Türk-Amerikan ilişkilerini fazlaca yaralamayacak hem de kendisi üzerindeki  soykırımı tanıma baskısını bertaraf edecektir. Böylesi bir noktaya ulaşılıp ulaşılamayacağı ayrı bir konudur; burada önemli olan nokta böylesi bir noktaya ulaşılması için ABD yönetiminin de gayret göstermesi gerektiğidir. Dolayısıyla Türkiye, kendi pozisyonuna uygun bir durumun yaratılması konusunda ABD yönetiminden ciddi beklentiler içine girme hakkını kendinde görebilecektir. Bu da aslında bir yönüyle bir avantaj gibi telakki edilebilir.

3- Obama döneminin Türk-Amerikan ilişkilerine olumlu yansımalarının olacağı güçlü bir ihtimaldir; bununla birlikte bunun sadece ikili ilişkiler ile sınırlı olmayacağı da açıktır; Amerikan yönetiminin yeni bir stil geliştirmek istediği ortadadır; bunun da sadece Türk-Amerikan ilişkilerinde değil ABD nin diğer politikalarında da önemli değişiklilere neden olacağı düşünülebilir. Özellikle AB ile ABD arasında Bush döneminde meydana gelen çatlakların Obama döneminde onarılması ile birlikte Transatlantik ilişkilerin yeniden eski canlılığına kavuşacağını söylemek mümkündür. Hatta Obama?nın çok taraflılığa ve uluslar arası hukuka yaptığı vurguya dayanarak Çin, Hindistan, Rusya ve hatta İran ın ABD?nin işbirliği yapabilecekleri listesine girebileceği bile iddia edilebilir. Bunun Türkiye açısından pratik anlamı ise Türkiye?nin dış politikasına küresel bir vizyon kazandırması gerektiğidir. Bu vizyon esasen Türkiye?nin BM Güvenlik Konseyi?ndeki etkinliği açısından da önem taşımaktadır; ama daha önemlisi küresel veya bölgesel krizlerde oynayacağı rol ve Obama?nın ABD si ile yapacağı işbirliğinin çerçevesi Türkiye?nin küresel bir vizyonu ile daha belirgin ve etkili olacaktır.


http://www.bilgesam.org/incele/1019/-obama-donemi-turkiye-abd-iliskileri/#.WOcivPmLQdU


***

İlk Obama Dönemi Türkiye – ABD İlişkileri,


MİSAFİR KALEM 
15 Kasım 2012

İlk ilişkilerin başladığı zamandan günümüze kadar bazı çalkantılı dönemler yaşanmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri ilişkileri her zaman stratejik önemini korumuştur. İki devlet arasında çok yönlü ilişkilerin olduğundan bahsetmek mümkündür. İlişkiler çoğu zaman ikili meselelerin ötesine geçerek; Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya’da yaşanan kilit bölgesel meselelerden enerji, arz güvenliği, küresel ekonomik gelişmeler, nükleer yayılmanın önlenmesine kadar uzanan alanlardadır. Yine iki devlet birçok uluslararası örgütte birlikte yer almaktadır.

Barack Obama’nın 44. ABD Başkanı olarak seçilmesinin ardından ilk denizaşırı devlet ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirmiş olması ve Türkiye – ABD ilişkilerini ‘’Model Ortaklık’’ olarak tanımlaması önem arz etmektedir. Nitekim Model Ortaklık; daha çok güvenlik alanında yoğun işbirliğini ifade eden stratejik ortaklığın bir adım ilerisidir. Yani birçok alanda ortak işbirliğini ifade etmektedir. Model Ortaklığın getirdikleri şöyle açıklanabilir;

İki taraftan toplam 4 Bakan’ın yılda iki kez toplanacak (Türkiye adına iki Bakan; Başbakan yardımcısı Ali Babacan ve Dış ticaretten sorumlu Zafer Çağlayan koordinatör olacak) Ortak bir Türk – Amerikan konseyi kurulacak, Türk – Amerikan ticaret hacmi artırılmaya çalışılacak Irak’ın kuzeyinde terör ile mücadelede ABD’den tam destek alınması

A-) Türkiye – ABD – AB

AB’ye katılım süreci Türkiye’nin gelecek perspektifinde insan haklarına ve hukuka saygılı, demokratik bir ülkeye dönüşmesine ve geniş ufuklu bir siyasi vizyonun gelişmesine katkı sağlamaktadır.

ABD, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği desteklemiştir. Bu eski bir ABD Geleneği sayılabilir. Clinton ve Bush da açıkça Türkiye’yi AB üyeliği için desteklemişlerdir. ABD’nin istediği; Türkiye AB içinde yer alarak elde edeceği diplomatik olanaklar ve koruma şemsiyesi ile Ortadoğu – Balkanlar – Kafkaslar üçgeninde ABD’nin operasyonel gücü olarak çok kıvrak manevralarda bulunabilecektir. Bunun yanı sıra Türkiye, Avrupa Birliği içinde  Amerikancı siyasetiyle tarihsel olarak yalnız kalan İngiltere’nin yanında güçlü başka bir dayanak olacaktır. Bundaki amaç ABD’nin mevcut yönelimlerini kırmaktır. Türkiye, AB üyelik hedefi sayesinde doğusuyla – batısıyla, güneyiyle – kuzeyiyle ticaretini ve siyasetini geliştirmektedir. Bu yüzden Türkiye, AB’ye tam üyelik çerçevesinde üstüne düşenleri yapmaya devam etmelidir.

B-) Türkiye – ABD – İsrail

Türkiye ile İsrail arasında iyi ilişkiler Mavi Marmara baskını, alçak koltuk krizi gibi problemler nedeniyle  büyük gerginlikler yaşamıştır. Türkiye, İsrail ile diplomatik ilişkilerini II. Katiplik seviyesine indirerek neredeyse ilişkileri kopartma noktasına gelmiştir.

Türkiye’nin İsrail’e karşı uygulamış olduğu sert tutum ABD tarafından da dikkatle takip edilmektedir. ABD’nin bölgedeki en önemli iki müttefiki arasında yaşanan sorun ABD’yi de rahatsız etmektedir. ABD’nin stratejik öncelikleri konusunda önde gelen durumlardan biriside İsrail’in bölgede güvenliğinin garanti altına alınmasıdır. Amerika’da Yahudi lobisinin desteği ile İsrail için her türlü karar Senato’dan geçirilebilmektedir. ABD, İsrail ile Türkiye arasında yaşanan krizin bir an önce çözümlenmesi gerektiğini belirtmektedir. Bir nevi ‘’Aktif Tarafsızlık’’ politikası yürüterek soruna müdahil olmayı seçmiştir.Eğer Başkanlık seçimlerinde Mitt Romney ipi göğüslerse bu durumun değişiklik göstereceği aşikardı. Romney, açıkça İsrail’e tam destek göstereceğini belirtmekteydi.

Yine son günlerde ortaya atılan bir iddiaya göre İsrail’in Türkiye’den özür dilemek için ‘’ABD’nin Pakistan’dan özür dileme’’ metodunu örnek alacağı belirtilmiştir. ABD’nin Afganistan – Pakistan sınırında insansız hava araçlarıyla ve yanlışlıkla 24 Pakistan askerini vurması İslamabad ile ilişkilerini gerginleş tirmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton: ülkesinin  Pakistan ordusunun kayıpları için üzgün olduğu ve bir daha tekrarlanmaması için çaba göstereceğini belirtmesi ortamı yumuşatmıştır. Türkiye’nin talep ettiği özre karşı olan Lieberman, Amerikan diplomasisinden faydalanarak bu tarzda bir cümleyi eğer Ankara kabul ederse  yaşanan gerginliği aşmak için söylemeye hazır olduğunu belirti. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin talep ettiği tazminat ve özür giderilmediği sürece ilişkiler normalleşmeyecektir.

C-) Türkiye – ABD – İran

Kendine özgü siyasi tarzı, tarihi ve kültürü ile Orta Doğu’da Arapça konuşmayan tek ülke olan İran, aynı zamanda dünyada ki tek Şii teokrasisidir. Hem İslamcı bir rejim hem de oldukça geleneksel muhafazakar bir topluma sabittir. İlk ilişkilerin başlamasından günümüze kadar Türkiye ile İran arasında pek sorun yaşanmamıştır. Aynı şekilde İran Devrimi öncesi ABD – İran ilişkileri üst düzeyde seyrederken; Humeyni döneminde ilişkiler gerginleşmeye başlamış ve günümüzde de karşılıklı tehdit algılamalarına dönüşmüştür.

ABD – İran arasında yaşanan ‘’Nükleer Tesis İnşası’’ tartışmaları İran’ın nükleer güç elde etmesi üzerinde yoğunlaşmıştır. ABD, İran’ı bölgesel çıkarları için büyük bir tehdit olarak görmektedir. Türkiye bu iki devlet arasında yaşanan gerginliğe ‘’Yumuşak Güç’’ olarak katılmayı seçmiş hem iki devlet için hem de dünya için çözüm önerileri sunarak görüşmemeler başlatılması taleplerinde bulunuştur.

ABD, diplomatik araçları kullanarak uluslararası alanda İran’ı yalnızlaştırmayı amaçlamakta, siyasal rejimin meşruiyetini tartışmalı hale getirerek rejimi zorda bırakmak ve ekonomik – finansal baskı yaratmak istemektedir.

ABD – İran anlaşmazlığı Türkiye açısından çeşitli güvenlik sorunları yaratacaktır. Bunlar terörizm, kitlesel göç, kaçakçılık, sınır güvenliği ile askeri konularda olabilir. Süreç ilerledikçe Türkiye, İran – ABD arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak ve büyük ihtimalle tamamen ABD yanlısı bir politika izleyecektir. Bu durumda İran, gerek Türkiye’ye gerekse ABD’ye zarar vermek için terör kartını kullanacaktır.

Yine İran’ın barışçı amaçlarla ve enerji üretimi için başlattığını iddia ettiği nükleer enerji çalışmalarından kuşkulanmak için çeşitli nedenler bulunmaktadır.

İran’ın ihtiyacından fazla uranyum zenginleştirmek istemesi Uluslararası toplumda nükleer araştırmalara karşı herhangi bir kısıtlamanın olmamasına rağmen İran’ın nükleer çalışmalarını gizli yürütmesi,Nükleer tesislerin bir askeri üs’te yer alması,Zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip İran’ın enerjisi için nükleer çalışmalara ihtiyaç duymasıSon olarak İran – ABD gerginliğinde Türkiye için sıfır maliyetli bir çözüm bulunmamaktadır. İran’ın nükleer güce sahip olmasının da, rejim bunalımına girmesinin de Türkiye’ye etkisi olacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin diplomatik açıdan bir taraf seçmesi gerekliliği yine Türkiye’yi sıkıntıya sokacaktır.

D-) Türkiye – ABD – Ermenistan

Ermeni meselesi Türk – Amerikan ilişkilerinde gerilim yaratma potansiyeline sahip konuların başında gelmektedir. Bu konuda seçilme kaygısı daha ön planda olan kongre üyeleri stratejik çıkarları ön plana çıkarma eğilimi gösteren ABD yönetimine göre farklı bir yaklaşım sergilemektedir. ABD’de ki Ermeni lobileri kongre üyeleri üzerinde ciddi bir hakimiyete sahip olarak Ermeni meselesini sürekli gündemde tutmayı başarmıştır.

Yine Türkiye’nin komşularıyla iyi ilişkiler içinde olması bir bakıma AB’ye girişinin ön koşullarından birisidir. ABD iki devlet arasında sorunun çözüme kavuşturul ması için çabalanması gerektiği tavsiye etmektedir. Ermeni lobisi 2015 yılına kadar ABD Başkanı’na sözde Ermeni soykırımını söyletmek ve kabul ettirmek için çaba sarf etmektedirler. Lobi bu meseleyi kullanarak ABD – Türkiye arasındaki ilişkilere zarar vermektedir.

Yine ABD’de yaşayan Ermeni toplumu New York’ta iddialarını gündeme taşımıştır. ‘’Kırmızı Köpek Uluyor’’ adlı tiyatro oyununda 1915 yılında Osmanlı coğrafyasında geçtiği iddia edilen olaylar konu edilmiştir.

E-) Türkiye – ABD – Irak

ABD’nin Irak’a müdahale etmesinin ardından günümüze kadar Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi üzerindeki politikası son zamanlara kadar büyük bir kararlılık ve doğrulukla sürdürülmüştür. Türk yetkililer, Amerika2nın Irak’a saldırısından günümüze kadar bazı konuları sık sık dile getirmişlerdir.

Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması,
Irak’ın kuzeyinde yeni bir devlet oluşumuna izin verilmeyeceği,
Irak Türklerinin can ve mallarıyla birlikte haklarının korunması önceliklerimiz arasındadır.
Belirtilen bu hususlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı çizgileri olarak devam etmektedir. ABD’nin bölgeden bölüm bölüm çekilmesi de Türkiye tarafından olumlu karşılanmaktadır.

F-) Türkiye – ABD – Afganistan

Türkiye’nin NATO kapsamında bölgede bulunan asker sayısı 1700’dür. Türk hükümeti, Washington’un beklediği siyasi ve ekonomik desteği sağlarken askeri anlamda bölgede Talibana karşı savaşmayı reddetmektedir.

Türkiye, Afganistan’da düzenlenen uluslararası birçok insani ve ekonomik yardım projelerine destek olmuştur. TİKA fonundan aktarılan sermaye ile eğitim, sağlık ve altyapı alanlarında Afganistan’da iyileştirme gerçekleştirilmiştir. GAP, Afganistan’ın Celelabad şehrinde sulama faaliyetlerinin nasıl gerçekleştirileceği ile ilgili proje çalışmalarına öncülük etmiştir. Yine Türkiye’nin katkılarıyla araştırma merkezi kurulmuştur.

ABD Dışişleri Bakanı Clinton resmi olarak Temmuz 2011’den itibaren Afganistan’dan çekilmeye başlayacaklarını ve bu sürecin 2014 yılına kadar tamamlanacağını duyurmuştur.

ABD’li enerji devi Allied International’dan Manisa’ya 2 milyar $’lık  yatırım yapılması (kömürden asit, amonyak gibi petro kimya ürünleri üretmek amacıyla), ABD’nin Ohio eyaletinde 500 bin $ yatırım yapan Türklere oturma izni verileceğinin belirtilmesi, Afganistan’da Amerikan askerlerinin Kur’an-ı Kerim yakması, Rusya – ABD arasında yapılan askeri işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan mutabakat, ABD’nin New York eyaletinde oldukça önemli bir noktaya yapılması planlanan camii ve bu karara tepkiler – destekler, ABD tarihinin en büyük silah satışını 60 milyar dolar ile Müslüman bir ülke olan Suudi Arabistan’a yapması, Türkiye’nin eksen kayması tartışmaları, Türkiye’de ekonomi alanındaki gelişmeler, Mavi Marmara krizi, terörizm, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Silikon Vadisi ziyaretleri gibi önemli konular da yine bu dönemde iki devleti ilgilendiren önemli gelişmelerdir.

ABD’de Başkanlık Seçimleri

Genç ve dönüşüm yanlısı bir lider olarak Obama, dünyanın dört bir yanından milyonlarca kişiye hitap etmektedir. Amerika merkezli küresel finans krizinin ortasında ilk seçimini kazanan Obama, ilk olarak dış politikadan ziyade ekonomi ağırlıklı sorunlar ile uğraşmayı planlamıştır. Obama yönetimiyle imajı zedelenmiş olan ABD’de yeni bir restorasyon döneminin başladığının sinyalleri verilmiş ve ABD’nin sadece söylemler düzeyinde kalmayacağı belirtilmiştir.

ABD’de savunma harcamaları aynı düzeyde devam ederken eğitim ve sağlık harcamaları artarak devam etmektedir. Obama’nın vaat ettiği sağlık reformunu Romney gerçekçi bulmamaktadır. Ayrıca Romney, Obama yönetiminde % 2.5 olan askeri bütçeyi % 4 olarak düzenlemeyi düşünmekteydi.

Dış politika alanında da Obama doktrini olarak anılmaya başlanan Amerikan yaklaşımı, ABD’nin dünyanın farklı bölgelerinde ki insan hakları karşısında duyarlı olmasını ancak doğrudan askeri güç kullanımı konusunda ise aşırı ihtiyatlı olmasını içermektedir. ( Savaşçı değil barışçı yöntemleri savunan dış politika anlayışı ).

Obama’nın 2008 yılında göreve başlamasıyla ABD’nin çıkarları doğrultusunda Türkiye ile ilişkilerinde olumlu bir havanın oluştuğu gerçektir. Obama dış politika kadrosunda Türkiye’yi tanıyan isimlere yer vermiştir. Bu durum ABD – Türkiye ilişkilerinin sorundan uzak ve gerçekçi yaklaşımlarla şekillenmesi olasılığını artırmaktadır. Obama’nın kadrosu içinde Türkiye’ye en olumsuz bakan Başkan yardımcısı Joe Biden olmuştur. Ermenistan, Irak, Kıbrıs gibi konularda Türkiye aleyhine bazı konuların savunuculuğunu yapmıştır. Aynı şekilde sözde Ermeni Soykırımı iddialarının Temsilciler Meclisi’ne taşınmasında çalışmalar yapmıştır.

Türkiye ile ABD’nin birçok alanda çıkarları örtüşmesine rağmen bazı konularda görüş ayrılıkları olabilmektedir. Ancak ilişkilerin model ortaklık seviyesinde her alanda sürdürülmesi gerekliliği iki devletin çıkarlarına karşılıklı olarak hizmet etmektedir.

Kaynakçalar:

1-) www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/02/120223_obama_apology.shtml

2-) www.akademikperspektif.com

3-) www.usak.org.tr

Mustafa GÜVEN

http://akademikperspektif.com/2012/11/15/ilk-obama-donemi-turkiye-abd-iliskileri/


***