Süleymaniye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleymaniye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2020 Salı

KÜRT HALKIN BİRLİĞİ PARTİSİNİN ESKİ LİDERİ VE ÖNDE GELEN SURİYELİ KÜRT SİYASETÇİ SALAH BEDRETTİN İLE SÖYLEŞİ

KÜRT HALKIN BİRLİĞİ PARTİSİNİN ESKİ LİDERİ VE ÖNDE GELEN SURİYELİ KÜRT SİYASETÇİ SALAH BEDRETTİN İLE SÖYLEŞİ 


Suriye Kürt hareketinin önde gelen isimlerinden biri olan Salah Bedrettin uzun yıllar aktif siyasetin içinde yer almıştır. Bedrettin son dönemde Suriye Kürt bölgelerinde yaşanan devrim hareketinin gerçek sahibinin siyasal partiler değil sokaktaki gençler olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle de aktif siyasetin içinde yer almamakla birlikte devrimin gerçek sahipleri olarak gördüğü Kürt gençlik hareketleri ile ilişkisini ve desteğini sürdürmektedir. Salah Bedrettin ile halen yaşamakta olduğu Irak’ın Erbil şehrinde görüşme imkanı elde ettik. Bedrettin Suriye’nin geleceği, Kürtlerin beklentileri ve Türkiye ile ilişkiler konusundaki görüşlerini bizlerle paylaştı. 



SALAH BEDREDDİN: “SURİYE REJİMİ DÜŞTÜĞÜ ANDA GENÇLERİN OLUŞTURACAĞI BAŞKA BİR PARTİ ORTAYA ÇIKACAK. ESKİ PARTİLERİN HİÇBİRİ KALMAYACAK.” 

Söyleşi; 

ORSAM: Öncelikle kısaca kendinizi tanıtabilirmisiniz?  

Salah Bedrettin: 40 yıldır Suriye’de muhalefetin içindeyim. Şu an tek başıma çalışıyorum. Yazılarım var. Tüm muhalefeti yakından tanıyorum.  Onlar da beni tanırlar ancak hiçbir partiye üye değilim. 

ORSAM: Suriye Ulusal Konseyi ile bir ilişki Suriye’nin özgürleşmesi adına çalışmalarım, yaniz var mı? 

ORSAM Konuk Salah Bedrettin: Hayır. Hiçbir partiyle ilişkim yok. Gelecekte de olacağını sanmıyorum. 

ORSAM: Suriye’de mevcut çatışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz, bu çatışma sizce nasıl sonuçlanacak? 

Salah Bedrettin: Suriye’de 16 Kürt partisi KürtUlusal Konseyi’ni kurdu. 
Bu partiler Suriye Kürtmuhalefetini temsil etmemektedir. Kuruldukları 
zaman hiçbir tarafa yakın olmadıklarını ilan ettiler; ne rejimin yanındalar ne de muhalefetin. PYD rejimin bir parçasıdır. Suriye muhalefeti Kürtlerin parti kurmasına izin vermiyor. Gençler caddelerde gösteri yapıyorlar. Kürtler parti 
programlarında ne rejime ne de muhalefete taraf olmuşlardır. Ama bugün rejim çok zayıflamıştır. Düşme ihtimali vardır. İki seneden sonra Kürt partiler “Biz de rejimin yıkılmasından yanayız” diyorlar. Suriye’de şu an bulunan muhalefet klasik muhalefet değildir. Bu savaş sadece caddede gösteri yapan gençlerin savaşıdır. Biz, rejimin düşmesini ve özgür olmayı istiyoruz. Ben caddelerde 
kendilerini gösteren gençlerin yanındayım. İnanıyorum ki zafer, gelecekte gençlerin ve eziyet çekenlerin olur. 

ORSAM: Her ne kadar gençler sahada olsa daPYD’nin silahlı kanadı olduğunu biliyoruz. Sizce devrimi PYD mi kontrol edip yönlendirecek yoksa sokaktaki gençler mi? 

Salah Bedrettin: PYD, rejimin projesiydi. PYD, gösteriler başladıktan sonraki ilk 8 ay yoktu. 8 aydan sonra PKK ve Esad arasında Süleymaniye’de bir görüşme oldu. Beşar Esad’ın kız kardeşi ile evli ve askeri istihbarat başkanı Asıf Şevket geldi ve o anlaşmayı yaptı. Esad ve PKK, Süleymaniye’de düşmanlarının Türkiye olduğu konusunda anlaştılar. Esad rejimi onlara silah ve ülkeye girme izni verdi. Birinin elinde silah varsa kendini ispat etmeye çalışır. PKK’nın Suriye’de kaç grubu var bilmiyorum ama hepsi Kürt meselesi için çalışmıyor. Bazıları rejiminin çıkarları için çalışıyor. Aslında açık bir şekilde Hafız Esad’la birlikteydiler. Onların programları Suriye’ye yönelik değil Türkiye’ye yöneliktir. 

ORSAM: Suriye Kürtleri’nin federalizm talepleri var. Bu talebin gerçekleşeceğini düşünüyor musunuz? 

Salah Bedrettin: Savaş iki aşamadır. Biz şu an birinci aşamadayız. Birinci aşama rejimin yıkılmasıdır. İkinci aşamada ise birçok adım var. Kürtler de bu adımlar dan biridir. Ben Kürtlerin federalizm isteğiyle Araplarla savaşacaklarını düşünmüyorum. Çünkü bunun için uygun zaman şu an değil. Bu istek Kürtlerin hakkıdır. İnşallah gelecekte bu haklarını elde ederler. Kürtlerin dışında sorun yaşayan başka gruplar da vardır; Hıristiyanlar, Türkmenler. Din ve mezhep sorunları da var. Ancak tüm bu sorunlar ikinci aşamanın konularıdır. Şu an Kürtlerin “federalizm istiyoruz” demeleri siyasi amaçlıdır. Gerçeklik payı şu 
an için yoktur. Biz Hafız Esad zamanında “federalizm istiyoruz” derken, şu an konuşanlar “biz istemiyoruz” diyorlardı. 

ORSAM: Suriye Kürtleri arasında en güçlü siyasal hareketlerin hangileri olduğunu düşünüyorsunuz? Yoksa az önce bahsettiğiniz hiçbir hareketi desteklemeyen gençler mi daha kuvvetli? 

Salah Bedrettin: Suriye rejimi düştüğü anda gençlerin oluşturacağı başka bir parti ortaya çıkacak. Eski partilerin hiçbiri kalmayacak. Hatta bu sadece Kürtler için değil Araplar için de geçerli. Araplar içinde de çok parti var. Bu partilerin 
de bir anlamı yok. Kimse ne olduklarını bilmiyor. Toplumun %60’ı gençtir. Demek ki geleceğin %60’ı gençlerindir. 

ORSAM: En güçlü gençlik hareketleri hangileridir? 

Salah Bedrettin: Yerel Koordinasyon Komiteleri, Özgür Suriye Ordusu gibi yapıların gençler içinde koordinatörleri vardır. Özellikle Haseke vilayetinde. Afrin’de Özgür Kürt Ordusu var. Bunlar Özgür Suriye Ordusu’nun bir parçasıdır. 
Bu grubun ismi El Meclisi Askeri Kürdi Hur’dur. 4 birlikten (ketibe) oluşur: Selahattin Eyyübi, Yusuf Azmi, Kaval Hattat, El Bab (Kürtler ve Türkmenler birlikte). Bunların hepsi bir meclistir. Başında Suriye ordusundan ayrılmış bir albaybulunmaktadır. Şu an Suriye’deki savaş budur. Genç Koordinatörler ve Özgür Ordu’nun birlikteliği. Dışarıdan insanlar onlara destek veriyor. 
Bunların içinde bazı insanlar var. Hangisi yenerse onun tarafında yer alacaklar. Bazılarına ise Şebiha diyoruz. PKK da Esad’ın Şebihası sayılmaktadır. Öcalan ve Türkiye arasındaki görüşmeler sonuç verirse Suriye’nin durum çok değişecektir. 

ORSAM: Nasıl bir değişim olur? 

Salah Bedrettin: Şu an PKK’nın Esad’la aralarında bir bağ var. Ama Türkiye ve Öcalan anlaşırsa hiçbir bağ kalmaz. Mantık böyle olacağını göstermektedir. Türkiye ve Suriye milleti dosttur. Öcalan Kandil’e bir mektup göndermiş. Buna 
göre Öcalan ilişkilerin düzeleceğini söylemiştir. Öcalan çok kuvvetli bir liderdir. 

ORSAM: Irak Kürt Bölgesi’nde peşmergelerin eğittiği Suriyeli peşmergeler var. Bu peşmergelerin Suriye’ye dönmesi olasılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Salah Bedrettin: Bana göre bunun zamanı geçmiştir. 

Suriye’de iki senedir savaş vardır. Irak’a1000 kişi geldi ve eğitim gördü. Ancak Suriye’ye dönmedi. Dönmeleri de gerekmiyor. Bugün görülmekteki rejim ve muhalefet arasında diyalog gereklidir. Bu konu siyasidir. Eğer bu peşmergeler 
dönerse PKK ile çatışma yaşanır. 

ORSAM: En güçlü gençlik örgütleri hangileridir? 


Salah Bedrettin: Hepsinin başkanlığını yapacak tek bir isim yok. Bunlar 4-5 gruptur. Bazen birleşir bazen ayrılırlar. Bir ay başka bir şey olur diğer ay başka bir şey. Mesela bir grup var. Başkanını hapse attılar ve o grup dağıldı. Sonra başka bir grup oluştu. Bunlar ne partidirler ne de askeri örgüttürler. Suriye’deki savaşın bir özelliği var. Kürtler nerede gösteri yaparsa bu gençler onların 
peşinden gider. Ama bir sorun çıkarsa hepsi dağılırlar. 

ORSAM: Serikaniye olayları hakkında ne düşünüyorsunuz? 


Salah Bedrettin: Rakka’dan bazı Arap aşiretler Kamışlı’dan da PYD grupları Serikaniye gitmiştir. Bu aşiretler Serikaniye’de fitne oluşmasına sebep olmuş ve karışıklık yaratmıştır. Ben bu işin içinde rejimin elinin olduğunu düşünüyorum. 
Fitne Müslümanlar için çok kötüdür. Serikaniye’de her türlü insan var; Arap, Çeçen, Çerkes. Özgür Ordu’nun Suriye’nin her yerini kontrol etme hakkı vardır. Bunlar savaşın önemli bir parçasıdırlar. Araplar oraya geldiklerinde PYD’liler “Bunların hepsi Erdoğancı” diyordu. Ancak bildiğiniz gibi yakın zaman önce PYD ile bu gruplar anlaştı. Şimdi hepsi dostlar. Ortayaçıktı ki bunlar Erdoğancı değil Esatçıdırlar. PKK Serikaniye’ye El Kaide’nin Türkiye’den geldiğini iddia ediyor. 
Bu işin aslı yoktur. Türkiye bugüne kadar orada problem yaratmayı istememiştir. Türkiye’nin istediği tüm grupların birbirleriyle değil rejimle savaşmaları. Gelecekte belki bu isteği değişebilir ama şimdiye kadar böyle bir tavrı olmamıştır. 

ORSAM: Türkiye’nin Suriye Kürtleri’ne yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Salah Bedrettin: Şubat 2012’de Dışişleri Bakanlığı’nın davetlisi olarak Türkiye’deydim. Müsteşar Feridun Sinirlioğlu ve Yardımcısı Halit Çevik’le görüştüm. Onlara; “Biz Türkiye’yle komşuyuz. 900 km sınırımız var. Her iki ülkede Kürtler vardır. Bu durumda iki ülkenin birlikte çalışması gereklidir.” dedim. Ben üç ayaklı bir komite kurulmasını önerdim; Türkiye, Irak Kürdistan’ıve Suriye. Bu üç taraf anlaşmalıdır. Esad’ın gitmesi hepsinin çıkarınadır. 

Ortadoğu’da Kürt ve Türk birbirlerini anlamalı ve anlaşmalıdır. İnanıyorum ki Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden bu meselenin sonu gelmeyecektir. Ben Öcalan ve Türkiye arasında yapılan görüşmelerden çok umutluyum. İnşallah bir sonuca ulaşır. 

ORSAM: Suriye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Esad rejimi çökecek mi? 

Salah Bedrettin: Esad rejimi yıkılacaktır ve Suriye parçalanmayacak tır. Yeni bir anayasa yürürlüğe girecektir. Bu anayasada Suriye milletinin sadece Araplardan oluşmadığı, çeşitli milletlerin de var olduğu yazacaktır. Her millet Suriye’nin bütünlüğü içinde hakkını alacaktır. Esad, Suriye’nin parçalanmasını istiyor. Ayrışma Esad’ın planıdır. Suriye’nin %50’si ya Arap değildir ya da Sünni 
değildir. Radikal İslam gruplarının Suriye’de geleceği yoktur. Suriye milleti laiktir. 

Teşekkür ederiz. 

* Bu söyleşi ORSAM Uzmanları tarafından 26 Şubat 2013 tarihinde Irak’ın Erbil şehrinde gerçekleştirilmiştir. 

***




10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 6




TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 6


3.3 PKK, Irak Kürtleri ve Türkiye 


KDP 1987’de KYB de Körfez Savaşı ile birlikte PKK’ya verdikleri desteği çekmiş ve Türkiye’nin yanında yeni bir politik çizgi izlemeye başlamışlardı. 1992’ye gelindiğinde ise Kuzey Irak’taki Kürt örgütlerinin PKK ile arası bir hayli açılırken, bu örgütler Ankara ile gelişen ilişkilerini derinleştirme yoluna gitmiştir. Bu doğrultuda 9 Ocak 1992 tarihinde KDP’nin özel temsilcisi Sefin Dizayi Ankara’ya gelerek Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ile görüşmüştür. Dizayi, bu görüşme sırasında yeni Türk hükümeti ile ilişki içinde bulunmak istediklerini, PKK’ya karşı olduklarını ve topraklarında bu örgüte yer vermeyeceklerini belirtmiştir. 
Öte yandan Demirel’le görüşen Barzani ve Talabani de PKK’dan Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’ndeki eylemlerine son vermesini aksi takdirde Kuzey Irak’tan çıkarılacağı uyarısında bulunmuştur (Özdağ, 2008: 95). Bu gelişmelerin devamındaysa Ocak 1992’de Irak Kürt Cephesi’nin yayımladığı bir uyarıda PKK’nın “Türkiye’ye karşı eylemlerini durdurmaması halinde, bölgeden çıkarılacağını” ilan etmesi PKK ile Kuzey Irak’taki iki Kürt grup arasındaki ilişkileri bütünüyle sona erdirmiştir (Gunter, 1993: 306). 

Bunun üzerine PKK Kuzey Irak’ta Kürdistan Özgürlük Partisi’ni (Partiya Azadiya Kurdistan, PAK) kardeş örgüt ilan etmiş ve bu örgüt üzerinden KDP ve KYB’ye karşı mücadeleye başlamıştır. KDP’den ayrılan Sadık Ömer PAK’ın saflarına katılınca 1992 yazında Dohuk’ta bir suikast sonucu öldürülmüş ve suikastın faili olarak KDP’yi suçlayan PKK, 

Sami Kohen, “Sözler Şimdi Açık”, Milliyet, 11 Kasım 1998, s. 20 

Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

KDP’den Mehmet Şefik ve 3 arkadaşını bir roket saldırısıyla öldürmüştür. 1992’nin Haziran ve Temmuz ayları boyunca KDP güçleri PKK’nın kuzeydeki kamplarını bombalamanın yanı sıra PAK’ın üst düzey isimlerini de tutuklamıştır. KDP’nin saldırılarına askeri temelde cevap veremeyen PKK, 24 Temmuz 1992’de Irak’ın Türkiye sınırında ticari geçişlere sınırlandırma getirerek Kuzey Irak üzerinde ekonomik bir ambargo uygulamaya başlamış ve bu ambargo Mesut Barzani’nin ifadeleriyle Kürdistan’daki mevcut durumu ve deneyimi tehlikeye atmaya başlamıştır (Gunter, 1993: 307). 
Bunun üzerine 4 Ekim 1992’de Irak Kürdistan’ına bağlı 6,000 peşmerge yaklaşık 5,000 civarındaki PKK militanlarına yönelik kapsamlı bir saldırı başlatmıştır. Türkiye’nin de kısa süre sonra çatışmaya dâhil olmasıyla PKK ağır kayıplar vermeye başlamış ve Irak Kürtlerine teslim olmuştur. Iraklı Kürtler kendilerine teslim olan PKK’lıları Türkiye’ye teslim etmeseler de PKK’nın Kuzey Irak’ı kendilerinin rızası dışında kullanması konusuna önemli sınırlandırmalar getirmiştir (Gunter, 1993: 308). 

Öte yandan aynı dönem Kuzey Irak’ta operasyonlar yapan Çekiç Güç’ün PKK ile iletişime geçmesi ve Irak’taki kargaşanın devam etmesi, Barzani’yi ve Talabani’yi Türkiye’ye yakınlaşmaya itmiştir. Talabani 8 Mart 1991’de MİT Müsteşarı Orgeneral Teoman Koman ve Dışişleri Müsteşarı Tugay Özçeri ile görüşmüştür. Bu görüşmeye paralel olarak Barzani ve Talabani, PKK’yı git gide daha sert bir dille eleştirmeye başlamışlardır. Talabani, Turgut 
Özal ile görüş ayrılıkları bulunmadığını, Özal’ın federatif yapıdan yana olduğunu ve bunun da Kürdistan’ın özerkliği anlamına geldiğini söylemiştir. Öte yandan 8 Haziran’daki Türkiye ziyaretinde de KDP’nin ve KYB’nin Türkiye’de temsilcilik açmak istediğini belirtmiştir (Özdağ, 2008: 87-88). 

Bölgede otonom bir yapı oluşturmak isteyen KDP ve KYB’nin Türkiye ile yakın ilişki kurması, Türkiye’yi bölgede önemli bir güç olarak gördükleri ve PKK’nın eylemlerini sınırlandırarak bu gücü arkalarına almak istedikleri şeklinde yorumlanmıştır (Oran, 2005: 554-558). 

Kürdistani Cephe’nin Türkiye ile yakın ilişki içinde olması 

Kürt Federe Devleti içinde kendine ait bir alan oluşturmaya çalışan PKK’yı rahatsız etmiş ve PKK, KDP’yi Türkiye ile işbirliği yaparak Büyük Kürdistan idealine ihanet etmekle suçlamıştır. Bu süreçte PKK lideri Abdullah Öcalan, KDP’yi Türkiye’nin çıkarları için çalışmakta olan bir örgüt ve yok edilmesi gereken bir iç sorun olarak tanımlamıştır (Gunter, 1996: 56). 

KDP’nin ve KYB’nin bu çabası Türkiye için de elverişliydi. Zira aynı dönemde PKK’nın sınır karakollarına yaptığı saldırılar ve asker ölümleri artmış ve Ankara, bir yandan Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon yaparken diğer yandan da Kuzey Irak’taki diğer Kürt gruplarıyla birlikte hareket edecek bir istihbarat şebekesi kurmuştur. Bu dönemde KYB-KDP-Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesinin en önemli göstergesi Ankara’nın, Kürdistani Cephe’nin kontrolüne giren Süleymaniye ve Erbil’e yönelik Saddam’ın uyguladığı ambargoyu desteklememesi olmuştur. Ankara’nın bu tavrı Kürdistani Cephe ile siyasi ve askeri ilişkilerini geliştirmesini sağlamıştır. Bunun neticesinde de Kürdistani Cephe, 7 Ekim 1991’de, PKK’ya karşı silahlı bir mücadele başlatma niyetini açıkça dile getirmeye başlamıştır (Özdağ, 2008: 92-93). 

1992 yılına gelindiğinde ise PKK gerek kuzeyden gerekse güneyden ciddi bir kuşatma altında kalmış ve bir yandan Türk ordusunun operasyonları bir yandan da KDP ve bölge aşiretleri ile yaşadığı sorunlar PKK’yı zor durumda bırakmıştır. KDP ile PKK arasında uzun süredir devam eden propaganda savaşı 1992 yazında yerini gerçek bir çatışmaya bırakmıştır. İki örgüt birbirlerinin kamplarına saldırırken KDP’nin, PKK’nın Kuzey Irak kolu olarak bilinen PAK’ın bir merkezi üyesini tutuklaması gerilimi doruğa çıkartmıştır. Bu arada Türkiye’ye gelen Talabani, Orgeneral Eşref Bitlis ile görüşmüş ve bu görüşmeden KDP, 
KYB ve Türk ordusu işbirliğiyle PKK’ya karşı operasyon kararı çıkmıştır (Özdağ, 2008: 105). 
Buna karşılık PKK da 17 Temmuz’da Kuzey Irak’a yönelik bir ticaret ambargosu 
uygulayacağını açıklamış ve köy basma eylemlerini arttırmıştır (Özdağ, 2007: 83). 
Bu dönemde KDP, KYB ve Ankara arasındaki ilişkiler o kadar düzelmiştir ki Talabani Türkiye’ye yaptığı ziyarette “Bizim için en iyi seçenek Türkiye’ye katılmaktır”7 diyecek kadar ileri gitmiştir. Talabani’nin bu sözlerine ise Demirel “Her zaman Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olacağız” diyerek yanıt vermiştir.8 

Kuzey Irak’ta adım adım devlet olmaya doğru giden Kürdistani Cephe, PKK’nın kendi hukuki durumlarını tehdit edeceğini düşünüyordu. Bu doğrultuda PKK’nın başına buyruk davranması gerekçesiyle KYB ve KDP peşmergeleri birleşerek PKK kamplarına saldırmış ve bu saldırılarda cephe savaşı veren PKK ağır kayıplar vermiştir. Fakat söz konusu çatışmalar sırasında Barzani ve Talabani Türkiye’nin bölgeye operasyon düzenlemesine taraftar olmadıklarını açıklasalar da Türk ordusu 2 Ekim 1992’de sınırı geçerek karadan bir harekat düzenlemiştir. İki gün sonra 4 Ekim’de ise Erbil’de toplanan Kuzey Irak yönetimi, Kuzey Irak’ta federe bir devletin kurulması kararı almışlardır. Aynı toplantıda Barzani bir açıklama 
yaparak PKK’ya karşı olmadıklarını ancak PKK’nın kendi bölgesine çekilmesi gerektiğini söylemiştir (Özdağ, 2008: 110-111). 

Bu çatışmalar sırasında iyice yıpranan PKK, Kürdistani Cephe’den ateşkes istemiş ve 30 Ekim’de Kuzey Irak hükümeti ile PKK arasında anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşma kapsamında PKK, Kuzey Irak’taki tüm elemanlarının Kuzey Irak hükümetine bağlı olduğunu 
kabul etmiştir. Anlaşma ile birlikte Kuzey Irak’taki PKK militanlarının kamplarına giriş çıkışları Kuzey Iraklı peşmerge güçleri tarafından denetlenir olmuştur (Özdağ, 2008: 114115). 
Fakat bu anlaşma çok uzun sürmemiş Kuzey Irak’taki Kürt gruplar arasındaki anlaşmazlık Kürdistani Cephe’yi zayıflatınca Ağustos 1995’te PKK Kuzey Irak’taki manevra alanını daralttığını düşündüğü KDP’ye yönelik bir saldırı gerçekleştirmiş ve bu saldırı Suriye ve İran’ın yanı sıra KYB tarafından da desteklenmiştir. Talabani’ye göre, Türkiye KDP’yi silahlandırmaktaydı ve bu nedenle PKK Türkiye’nin Barzani’ye yönelik desteğini engelleyebilecek önemli bir araçtı (Gunter, 1996: 239). KDP ve KYB arasındaki iç savaşın bölgede yol açtığı güç boşluğunun PKK’ya yarayacağını düşünen Ankara ise, yukarıda da değinildiği 
gibi KDP ve KYB arasında anlaşmaya varılması için diplomatik çabalarını hızlandırmıştır. 

Türkiye’nin KDP ve KYB arasında anlaşmaya varılmasına yönelik diplomatik girişimleri devam ederken, KDP ile savaşında ağır kayıplar veren PKK 1996 yılına KDP ile ateşkes imzalamış bir şekilde girmiştir. KDP açısından böyle bir anlaşmayı imzalamasının en önemli sebebi Türkiye’den istediği ağır silahları alamamasıydı. Üstelik KDP de tıpkı PKK gibi bu çatışmalarda çok ağır kayıplar vermiş ve neticesinde 10 Aralık 1995’te taraflar arasında ateşkes imzalanmıştır (Özdağ, 2008: 177-178). KDP’nin güç kaybetmesini gerekçe göstererek 1995 yılında bölgeye yönelik askeri bir müdahalede bulunması (Charountaki, 2012: 188-9) 

7 Rafet Ballı, “Kardeşliğimizin İlerlemesini İstiyoruz”, Milliyet, 11 Haziran 1991, s. 14. 
8 Rafet Ballı, “Kardeşliğimizin İlerlemesini İstiyoruz”, Milliyet, 11 Haziran 1991, s. 14. 

Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 



2003 IRAK İşgalinin Ardından Kürdistan Bölgesel Yönetimi






Kuzey Irak’taki PKK Kampları 




PKK açısından iki cephede birden savaşmak anlamına geliyordu. Bunun yanı 
sıra Türkiye’nin diplomatik görüşmeler yoluyla KYB’yi ikna etme çabaları kısmi bir sonuç vermiş ve Kuzey Irak’ta kendi tabanının yavaş yavaş PKK’ya kaymaya başladığını fark eden KYB, PKK’ya mesafe koymaya başlamıştı (Özdağ, 2008: 218). Bu gelişmeler de PKK’yı KDP ile ateşkese götüren temel motivasyonlar olmuştur. 

3.4 Türkiye ve Sınır Ötesi Operasyonlar 

ABD’nin Körfez Savaşı hazırlıkları yaptığı tarihlerde Türkiye’de de PKK’nın bölgede güçlenmesine engel olabilmek için Kuzey Irak’ın işgal edilmesinin tartışılması Ankara ve Kuzey Irak arasında önemli bir gerginlik nedeni olmuştur. Bu tartışmaya Kuzey Irak’taki Kürt örgütlerin tepkisi sert olmuş ve Talabani, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girdiği takdirde büyük bir Kürt direnişi ile karşılaşacağını açıklamıştır (Özdağ, 2008: 75-76). Fakat Mart 1991’de 
dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın inisiyatifinde Celal Talabani ve Mesut Barzani’yi temsilen bir kişinin Ankara’ya gizli bir ziyaret gerçekleştirmesi Türkiye’nin o güne kadar izlediği Kuzey Irak Kürtleri ile bağlantı kurmama politikasını sona erdirmiştir. Mahmut Bali Aykan’a göre bu davetin arkasında yatan düşünce şu motivasyonlara dayanıyordu: 
Kuzey Irak’taki gelişmelere ilişkin ilk elden bilgi edinmek, bağımsız bir Kürt devleti kurulmaması için Kürtleri bir nevi ikna edecek şekilde buradaki gelişmelerde söz sahibi olmak ve Kuzey Irak’taki PKK üslerine düzenlenen operasyonları normalleştirmek için PKK’yı diğer Kürt guruplardan izole etmek (Aykan, 1996: 347). 
Körfez Savaşı sonrası koşulların şekillendirdiği Kuzey Irak’a yönelik bu yeni yaklaşım en açık ifadesini Turgut Özal’ın açıklamalarında bulmuştur: “Açıkça ortaya konulmalıdır ki, Irak’ın Kürt bölgesinde yaşayanlar Türk vatandaşları nın akrabalarıdır. Bu yüzden sınırlar bir ölçüde yapay olan sınırlar aynı halkı iki kesime bölmüştür” (Gunter, 1993: 302). 

Özal bu ifadeleri Aralık 1991’de kullanmıştı ve bu yaklaşım Özal’ın ölümüne kadar geçen dönemde Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını belirleyen 
temel dili oluşturmuştur. Özal cumhurbaşkanı olup başbakanlığa Süleyman Demirel geldiğinde de bu politika değişmemiş ve Demirel Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılması tartışmaları sırasında Saddam Hüseyin’e karşı kuzeydeki Kürtleri korumanın Türkiye’nin sorumluluğunda olduğunu belirttikten sonra “Yeni bir Halepçe’yi göz yumamayız” ifadelerini kullanmıştır (Gunter, 1993: 303). 

Kuzey Irak’ta Kürt örgütlerin kendi arasında mücadelesi devam ederken Türkiye, 1988’de durdurduğu askeri operasyonlarına tekrar başlamış, Nisan 1991’de bir kere daha havadan ve karadan Kuzey Irak’a girmiş ve buradaki PKK kamplarını hedef almıştır. Bu operasyon Türk ordusunun Kuzey Irak’taki iktidar mücadelesinde kendini hatırlatması şeklinde yorumlanmıştır. Zira Kuzey Irak’ta iktidar boşluğu yaşanmaya başladığı andan itibaren Türkiye hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde Kuzey Irak’ta kurulması muhtemel bir Kürt devletine ya da Kürt örgütlerinin petrol bölgelerinde hakim konuma geçmelerine hiçbir şekilde müsamaha göstermeyeceğini ifade etmiştir (Özdağ, 2008: 77-79). 
Irak yönetimi ise Kürt Devleti iddialarını elçilikler aracılığıyla yalanlayarak Kuzey Irak’taki hareketlenmeyi, devlete karşı ayaklanma olarak nitelemiş ve ordu güçlerinin en kısa sürede ayaklanmayı bastıracağını belirtmiştir.9 

Körfez Savaşı ve ardından 36’ncı enlemin kuzeyindeki Kuzey Irak topraklarının uçuşa yasak bölge ilan edilmesi gibi gelişmeler bölgede ciddi bir güç boşluğu doğurmuşve bu güç boşluğundan yararlanan PKK’ya manevra kabiliyetini güçlendirmiştir. PKK yine Körfez Savaşı’ndan kalan ağır silahlarla elde ettiği silah gücünden de yararlanarak Türkiye-Irak sınırındaki Türk Jandarma karakollarına sayıları 500’e kadar yükselen gruplarla etkin saldırılar düzenlemeye başlamıştır. PKK’nın amacı, Türkiye sınırında kurtarılmış bölgeler oluşturmak için sınır karakollarındaki Türk askeri varlığını zayıf düşürmekti. 1930’larda inşa edilmiş ve daha çok vadi yolunu izleyerek kaçakçılık yapanları düzenli olarak gözetleme amacı taşıyan bu karakollarda ağır kayıplar verilmiştir. PKK’nın sınır karakollarına yaptığı saldırılardan en fazla ses getireni Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde bulunan Samanlı karakoluna yapılan ve 9 erin öldürüldüğü, 7 erin de PKK tarafından kaçırıldığı saldırı olmuştur. Saldırının ardından 5 Ağustos 1991’de Batman, Diyarbakır ve Malatya’dan havalanan savaş uçakları Durji Vadisi ve Hakurk kampını bombalamıştır. Bu operasyona paralel olarak karadan da 
komandolar Kuzey Irak’a girerek 14 gün süren bir operasyon yapmışlardır (Özdağ, 2008: 90). 
Bu operasyonlarda 24 PKK kampı hedef alınmış ve genelkurmay Başkanlığı’nın resmi açıklamasına göre operasyon derinliğinin 8-10 km olduğu belirtilmiştir (Kısacık, 2007: 57). 

1992’ye gelindiğinde PKK gerek Türkiye içlerinde gerekse de Kuzey Irak’ta ayaklanma hazırlığına başlamıştır. Öcalan’ın çerçevesini belirlediği ayaklanma stratejisine göre Türkiye içinde ve sınırda yoğun silahlı eylemler başlayacak, bir yandan da halk ayaklanması sağlanacak ve böylelikle de Türkiye içlerinde kurtarılmış bölgeler oluşturulacaktır (Öcalan, 2010). PKK’nın ayaklanma hazırlığında olduğu istihbaratını alan Türk ordusu 1 Mart 1992’de Kuzey Irak’ı bombalamıştır. 


2003 İŞGAL SONRASI Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar



 2010 SONRASI Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar



Nur Batur, “Ankara-Bağdat İlişkileri Gergin, Jetlerimiz Emir Bekliyor”, Milliyet, 5 Nisan 1991, s.17. 

Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

Bu operasyonu 10 Mart’ta ikincisi 25 Mart’ta da üçüncüsü izlemiştir. Bu operasyonlardan etkin bir sonuç alamayan Ankara, özellikle Şam yönetimi ile diplomatik görüşmelere başlayarak Suriye’yi PKK’nın en büyük kamplarının yer aldığı Bekaa Vadisi’ndeki kamplarını boşaltması açıklamasını yapmaya ikna etmiştir (Oran, 2005: 556). 
Bu diplomatik hamlelerin ardından Türk ordusu 6 Mayıs 1992’de kapsamlı bir kara operasyonu başlatmıştır. Türk birliklerinin bir kısmı Metina ve Zap bölgelerine saldırırken diğer birlikler de Şemdinli’den Kuzey Irak’a girmişlerdir. PKK, bu operasyona 15 Mayıs’ta Taşdelen sınır karakoluna yaptığı saldırı ile yanıt vermiştir. Buradaki çatışmalara da kobra helikopterleri ile müdahale edilmiş ve 50 PKK’lı militan öldürülmüştür.10 

Öcalan’ın 1992 yılını isyan yılına çevirme politikası bu operasyonlara rağmen kaldığı yerden devam etmiştir. Bu amaçla Öcalan, Türk askeri varlığının daha az olduğunu düşündüğü Şırnak’ı işgal edip kurtarılmış bölge oluşturmayı hedeflemiştir (Öcalan, 2010). Bu amaçla 18 Ağustos’ta 1500 militanı ile Şırnak’ı ele geçirmeye çalışan örgüt iki gün süren çatışmaların ardından geri çekilmek zorunda kalmıştır. Şırnak baskınından hemen sonra Türk Ordusu Cudi ve Gabar’a karadan ve havadan operasyon düzenlemiştir.11 Türkiye-İran 
sınırını geçerek geldiği tespit edilen militanlarla ilgili olarak İran’a nota verilmiştir. İki ülke arasında karşılıklı sert açıklamaların ardından İçişleri Bakanı İsmet Sezgin İran’ı ziyaret etmiş ve iki ülke arasında 19 Eylül 1992’de Güvenlik ve İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. Öte yandan Şırnak’ta ağır bir darbe alan PKK sınır karakollarına saldırılarına devam etmiş ve Alan karakoluna yapılan saldırı sonucunda 20 asker yaşamını yitirmiştir. Bu baskına cevap olarak Türk ordusu 1 Eylül’de Kuzey Irak’a Deştan’dan girmiş ve 10 km ilerleyerek PKK kamplarını bombalamıştır. Aynı gün Ankara da Barzani ve Talabani’den PKK’nın Kuzey Irak’ı üs olarak kullanmayacağına dair taahhüt almıştır (Özdağ, 2008: 108). 

Türkiye’nin gerek İran ve Suriye düzleminde yürüttüğü diplomatik girişimler gerekse KDP ve KYB’nin PKK’ya mesafe almaları ve gerekse Kuzey Irak’a yönelik düzenlenen küçük çaplı sınır ötesi operasyonlar PKK’nın Kuzey Irak’ta ciddi bir güç olmasının önüne geçememiştir. Bu durum daha sonra Emekli Korgeneral Hasan Kundakçı tarafından şu ifadelerle ortaya konmuştur: “Türk-Irak sınırının güneyinde, müthiş geniş, mükemmel bir kurtarılmış bölge yarattılar. İçinde rahat rahat eğitim yapma olanağı buldular, içinde rahat rahat lojistik tesislerini geliştirme olanağı buldular, içinde rahat rahat çalışma olanağı buldular. 
Her yönden çalışma olanağı buldular” (Bila, 2007: 134). Bu açmazdan çıkmak isteyen ve PKK’nın isyan politikası karşısında ciddi kayıplar veren Ankara çareyi kapsamlı bir sınır ötesi operasyon gerçekleştirmekte bulmuştur. Bu bağlamda PKK’nın Kürdistani Cephe ile savaş yürüttüğü bir sırada Türk ordusu 12 Ekim 1992’de ağır hava koşullarına rağmen 50 bin kişilik bir güçle Kuzey Irak’a girmiştir (Bila, 2007: 69). 
Bu operasyon sonucunda 1551 PKK militanı ölürken 1232 militan da yaralanmıştır. Türkiye tarafındaysa 1 subay, 3 astsubay, 22 erbaş ve er, 2 köy korucusu hayatını kaybetmiştir (Özdağ, 2008: 114-115). 

PKK’nın aldığı bu ağır yenilgiyi bir ileri aşamaya taşımak isteyen Ankara, Kürdistani Cephe ile görüşmelere başlamıştır. Bu çerçevede 12 Kasım 1992’de Jandarma Genel Komutanı, Barzani ve Talabani bir araya gelmiş ve sınır güvenliğinin sağlanması için ortak sınır karakolları oluşturulması kararı alarak Şemdinli Mutabakatları’nı imzalamışlardır. Buna göre 

10 “TSK Başıbozuk Müessese Değildir”, Milliyet, 24 Eylül 1992, s. 20. 
11 “Şırnak’ta Gece Baskını”, Milliyet, 20 Ağustos 1992, s. 17. 

Türkiye karakollar inşa edecek peşmergeler de bu karakollara yerleşecektir (Bila, 2007: 92). Bunun üzerine Abdullah Öcalan 20 Mart 1993’te bir basın toplantısı yaparak tek taraflı ateşkes ilan etmiş ancak bu ateşkesin siyasi değil taktik gereği olduğu iki ay sonra Bingöl’de 35 askerin öldürüldüğü saldırıyla anlaşılmıştır (Özdağ, 2008: 122-125). 

Kuzey Irak’taki manevra kabiliyetini yeniden restore etmek isteyen PKK, Kürdistani Cephe içinde yaşanan ayrışmayı fırsat olarak değerlendirmiştir. PKK’nın Kuzey Irak’a yerleşme çabalarını engellemek isteyen Türk Ordusu, Kuzey Irak’a 8 Haziran 1993’te küçük bir operasyon düzenlemiştir. PKK’nın sınır karakollarına yaptığı saldırıların artmasıyla operasyonun kapsamı genişletilmiş, karadan ve havadan operasyon yapılmıştır. Bu operasyonlarda 250 PKK militanı öldürülmüştür. Yaz ayları boyunca başka operasyon olmazken sırasıyla 
1-8 Ekim’de, Kasım ayında ve 13 Aralık’ta PKK’nın Türkiye içindeki saldırılarına karşılık olarak çeşitli sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirilmiştir (Özdağ, 2008: 128-131). Fakat bu operasyonlar 1992’deki operasyon kadar etkili olmamış ve PKK Kuzey Irak’taki etkinliğini artırmaya devam etmiştir. Bu nedenle sınır ötesi operasyonlar 1994 yılında dasık aralıklarla devam etmiştir. İlk sınır ötesi operasyon 28 Ocak’ta gerçekleştirilmiş ve 3 PKK’lı öldürülmüştür. 
Bu operasyondan yaklaşık bir ay sonra 27-28 Ocak-3 Şubat 1994 tarihlerinde de Kuzey Irak’ın Alandüzü bölgesinde PKK kamplarına yönelik operasyon düzenlenmiştir. Bu operasyondan üç gün sonra 6 Şubat’ta ve 21 Mart’ta Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik hava operasyonları devam etmiş, bu operasyonlarda 31 PKK’lı öldürülmüş 38 PKK’lı de yaralı olarak ele geçirilmiştir (Özdağ, 2008: 145-146). 

Türk ordusunun Kuzey Irak’ta PKK kamplarına yönelik Mart ayında başlayan operasyonları Temmuz ayına kadar devam etmiş ve kapsamı da git gide genişlemiştir. Kaynaklara Çelik 1 Harekatı olarak geçen operasyonun sonucunda PKK “girilmez” ilan ettiği eylem alanlarını terk etmek zorunda kalmıştır (Özdağ, 2008: 148). 


Belli Başlı PKK Kampları 



7 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK