fehmi koru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fehmi koru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2018 Çarşamba

Yeni Yıl Neşesi niyetine

Yeni Yıl Neşesi niyetine


Selcan Taşçı


Yılın ilk gününe -vurgunun, talanın, yalanın, dolanın, gafletin, ihanetin, dalaletin, sefaletin gölgesinde ne kadar mümkünse- neşeli başlayalım ki bütün senemiz tebessümle dolsun diye dünkü gazete köşelerinden bir seçki yaptım sizin için...
İlki Zaman’dan Abdülhamit Bilici’den. Özetle  “PKK ile bile müzakere yapılırken, camiayı Türkiye için en büyük tehdit gibi gösterme seferberliği ibretlik...” diyor.

İlahi Sayın Bilici, “PKK”  kim-ne-hani nerede? Öyle bir  “şey” var mı ki! “Süreç” kapsamında  “İmralı” diye değiştirmemiş miydiniz ismini? Ayy pardon  “İmralı” Öcalan’ın kod adıydı; PKK  “Kandil” diye anılıyordu değil mi?
Bir diğer “yüzümüzü güldüren(!)” adam İhsan Dağı. “İster cemaate mensup olsun, ister Kemalist, ülkücü veya Alevi, vatandaşların kimliklerinden dolayı ayrımcılığa uğraması kabul edilebilir değil” miş. E, kendi gazetenin referandum öncesi yargıyı hedef alır biçimde ‘Alevilerin arka bahçesi’ manşetleri atmasını niye kabul ettin o zaman? Yine kendi gazetende “Alevi subaylar”a dönük kara propaganda yapılmasını niye kabullendin? 

  1 Ocak bugün, ama belli ki sen bu satırları 1 Nisan sanıp da “şaka” niyetine yazdın!

Üçüncü  “ Gülmece-güldürmece ”  Bülent Korucu’dan.  “ Gazetecilik mesleğinin yediği darbe” den muzdarip beyefendi:

“Yalan haber diz boyu...” 

Yahu senin gazeten, hem de o darbe yemesine dertlendiğin gazetecilik mesleğini onuruyla, şerefiyle yapan insanları -alenen yalan söyleyerek- hedef gösterdi! Yalan haberlerle linç etti, itibarsızlaşmayı denedi! Daha fenası, senin gazeten, haberinin “yalan”  olduğu belgelenmesine rağmen “yalanından mağdur olan gazeteci meslektaşlarından”  bir özür dahi dilemedi. Düzeltme yapmak yerine sağıra yatmayı tercih etti! Şimdi sen böyle boğazına kadar yalana batmış sayfalardan “yalan diz boyu” diye çığlık atarken kendin karikatürize ediyorsun kendini!

Veee işte o; 007 Taha Kıvanç kod adlı Fehmi Koru;

“Paris’teki PKK bürosunda işlenen üç cinayete dahi Câmia’nın işi denmesi” ni hayretler içinde anlatıyor;
“Ergenekon” adı takılan  “torba dava”yı  “Agarta”ya dayandıran -hiç ucu Tibet’e, Mu’ya, Atlantis’e varan zırvaları anmıyorum bile- Teşkilat-ı Mahsusa eylemlerinden Dersim’e ve hatta PKK’nın kuruluşu da dahil, neredeyse esen yelin bile, Silivri’de zulüm gören milliyetperver insanlara yamanmaya çalışıldığı ülke Papua Yeni Gine değildi herhalde!

İyi ki bittin 2013...

Türkiye Cumhuriyeti’ni uçuruma sürükleyenler ve işbirlikçilerinin kendi kendilerini yalanlayacağı, birbirlerinin maskelerini düşüreceği, itirafçıya dönecekleri daha nice aylara inşallah; bu  ülkenin yeni “çağı”nın başlangıcını 31 Mart sabahı kutlamak ümidiyle...

İstihbaratçısın haberin yok!

Başbakan “12 Eylül referandumunda yanlış yaptık” dediğine göre şimdi sıra “yanlış yapanı destekleyerek”  daha büyük yanlış  yapan “yüzde 50”de!  “30 Mart” gibi bulunmaz bir “yanlıştan dönme” fırsatı var  önlerinde.
Dünkü gazetelerde, Mersin ve Gaziantep’teki “dinleme skandalları” -bu tür olaylar muhaliflere yönelikse etinden, sütünden, sesinden, görüntüsünden her türlü nemalandıktan sonra sümenaltı ediliyor da, iktidardakiler ’mağdur’olduğu vakit ’skandal’oluyor ne hikmetse- üzerine  “Dinleme işlemlerinin yapıldığı birimlere, ucunun nerede olduğu tahmin edilen, ’Paralel bir hat’çekildi mi?”   diye soruyordu AKP’nin kalemşorlarından biri.

İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın dikkat çektiği gibi bir  “paralel istihbarat”  mevcutsa “bunu yapanların yakasına yapışılıp hesap sorulmasını” istiyordu?
Böyle bir durumda -öncelikle- hesap sorulması gereken bir ülkenin istihbarat ağını bertaraf etmeyi becerebilenler midir yoksa kendi mahremini bile korumayı beceremeyen istihbarat servisi mi?

Yine yeni bir “ Bahçıvansın biberin yok ” hikayesi;

Bahçıvansın biberin yok, biricik işi  “haber almak” olan, bunun için her türlü imkan, kadro ve yetkiye sahip olan istihbarat teşkilatısın haberin yok!
Başka  “ Skandal ” arama!

***


13 Kasım 2017 Pazartesi

Terörsüz bir Döneme Doğru...


Terörsüz bir Döneme Doğru... 




YENİ ŞAFAK
Fehmi Koru

PKK'nın bayram öncesi 'ateşkes' ilân ettiğini duymuş muydunuz? O kadar yakından izlediğim halde ortalığın sütliman olmasının gerçek sebebini ben bile anlamamışım. Daha da önemlisi şu: PKK ateşkesi bayram sonrasında da sürdürüyormuş; 'barış girişimlerinin sonucunu görmek için' bahara kadar eylem yapmama kararında ısrarlıymış... 

Terör örgütü, ama sonuçta teröristlerin de vücutları üzerinde bir 'kafa' ve onun içinde de bir 'beyin' bulunuyor. Teröristin sonunda terörün çıkmaz sokak olduğunu anlaması olumlu bir gelişme. 
Dünyada teröre muhatap olan tek ülke bizim ülkemiz değil, terör yalnız belli ülkeleri de vurmuyor... Teröristler, eylemleriyle ülkelerin dengesini bozuyor, ekonomisine darbe indiriyor, sosyal hayatı rehine alabiliyor; buna karşılık terörün dize getirebildiği tek bir ülke bile yok. Hemen her ülke bir biçimde terörle baş etmenin yolunu buluyor. 

30 yıla yaklaşan PKK terörü çok canlar aldı, ocaklar söndürdü; ancak gelinen noktada 'başarı' diye övünebilecekleri bir şey yok teröristlerin... Bazıları bugün 'Kürt Sorunu' diye adlı adınca söz eder hale gelmeyi terörle irtibatlasa bile gerçek bu değil; dünyanın şartları ve toplumun zaman içinde kazandığı olgunluk, terör olmasaydı da, konunun bugünkü seviyeye gelmesini sağlayacaktı; hatta belki çok daha kolay çözülebilecekti sorun...

Terör örgütünün şu sıralarda sergilediği -'ateşkes' dahil- farklı tavır da dünyanın şartları ve Türkiye'nin edindiği yeni değerle yakından ilişkili: ABD'de yeni bir yönetim işbaşına gelmek üzere ve yeni kadrolar daha ipleri eline almadan kendi politikaları istikametinde alan düzenlemesini başlattı bile. Ortadoğu'ya öncekinden farklı bir bakış söz konusu olacak ve Türkiye yeni dönemde önem kazanacak; terörden arınmış, demokrat ve halkına refah getiren bir ülke olarak... 

Dikkatler orada fırlatılan pabuca kaydığı için pek az kişi fark etti: George W. Bush'un Bağdat'a gitmesinin sebebi, Irak yönetimiyle bundan sonra ilişkilerin nasıl yürütüleceğine dair kapsamlı bir anlaşma imzalamak içindi. İmzalanan anlaşmanın öngördüğü yol haritası, yılların umutlarını boşa çıkartacağa benziyor: ABD askerlerinin tamamını 2011 yılında Irak'tan çekecek... Kuzeydeki yerel yönetimin beklentisi kalabalık bir üssün kuzeyde süreklilik kazanmasıydı; beklentinin yerine gelemeyeceği meydanda. 
Dün ülkemize gelen Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'nin ayağının tozuyla verdiği mesajlar hiç de şaşırtıcı değil; çünkü Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani de kaç gündür Türkiye'nin gönlünü hoş tutacak açıklamalar yapıp duruyor. Geçen hafta kendisiyle görüşen DTP heyetine, Mesut Barzani de gerekli uyarılarda bulunmuştu. Irak'taki merkezî hükümet de, kuzeydeki yerel yönetim de, Washington tarafından Türkiye ile daha sıkı ve samimi ilişki kurmaya yönlendiriliyor. ABD-Irak anlaşması bunu zorluyor zaten. 
Topraklarında teröristleri barındıran bir ülkeyle Türkiye samimi ilişki kurabilir mi hiç? 

Peki de PKK ne olacak? 

Daha önce İngiltere'nin başını ağrıtan İRA ile İspanya'daki ETA ne olmuşsa, hangi yöntemlerle silâh bırakmış ve terörden vazgeçmişse, Türkiye'de de olması gereken odur. Önümüzdeki sürecin sancısız ve kolay geçmesi için en büyük rol elbette iktidara düşüyor; ama sürecin özelliğini anlamış DTP'nin tavrı da olağanüstü önemli. 

DTP yerel seçimi bile dert etmeyip bütün dikkatini yeni döneme sancısız geçişe verse iyi olur. 

***

1 Kasım 2016 Salı

Sincan Yıldız Kudüs Çadırı=28 Şubat Bölüm: 7


        


 Sincan Yıldız Kudüs Çadırı=28 Şubat   Bölüm: 7 





 Kudüs Çadırı Dosyası'nı ele alan Bekir Yalçınkaya, Kurban Seçilen(!) Bekir Yıldız ile..  


     Bekir Yıldız, 1994 yerel seçimi öncesi RPli Sincan Belediye Başkan Aday  Adayları Osman Erkmen ve Mustafa Kelebek ile  



RP Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a SİSİAD Başkanı Yavuz Öner plaket takdim ediyor

 ON YILDIR KAPANMAYAN SAYFALARIN OKUNUŞU

 Tank Hasan Hâlâ Cuntacıların Yargılanmasını Bekliyor     Üzerinden 10 yıl geçen bir 28 Şubat Postmodern Darbesi, özellikle 10. yıldönümünde sağ cenahtaki basın yayın, bürokrat ve yazar çizer takımı tarafından öylesine ele alındı ki her ne yazdılar ve çizdiler ise, o gün ve sonrası 28 Şubat'a alkış tutanlardan hiç ses çıkmadı. Sadece numune niteliğinde Ertuğrul'un arkasında imzası altında durduğu ve Çölaşan ve Alev Coşkun gibi isimlerin de desteklediği darbe ile ilgili yeni analizlere imza koyanlara baktığımızda hemen birinci sıraya Tank Hasan'ı oturtmamız gerekiyor. 



       Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Hasan Celal Güzel Uğur Böcekleri ile (Foto: Bekir Yalçınkaya Hedef Ankara Gazetesi)

     Evet.. Hasan Celal Güzel, Nam-ı Diğer Tank Hasan, TC'nin eski bakanlarından ve 28 Şubat Postmodern Darbesi'ne karşı en etkili mücadeleyi veren isim ile 10 yıldır kapanmayan sayfaların okunuşunun açılışını yapmayı uygun buldum. Güzel; Postmodern Darbe 28 Şubat'ın 10. yıldönümünde bakınız ne diyor; 

   " 28 Şubat'ın asıl hamisi, bânisi Süleyman Demirel'dir. Eğer o böyle bir role soyunmasaydı darbe bu kadar tesirli olmazdı. Demirel, 28 Şubat'ta daha önceki darbelerdeki gibi melon şapkasını alıp gitmemiş, yerineasker şapkası giyerek çavuşluğa soyunmuştur. 28 Şubat'ın Demirel'i artık bir çavuş Süleyman Demirel'dir. Benim Demirel ile her zaman iyi münasebetlerim oldu, ancak 28 Şubat'ta külâhları değiştik. Çünkü O' külâhını değiştirmiş, yerine asker şapkası giymişti.



      Demirel, yıllarca Anadolu insanının temiz duygularına hitab etmiş, demokrasi konusunda nutuklar vermiş, halk da O'na bu nedenle oy vermişti. Ancak 28 Şubat'ta bunların hepsine ihanet ederek darbecileri destekledi. Kamuoyu önünde kendisine acıyorum. Keşke direnebilseydi. Keşke antidemokratik müdahalelere bütün gövdesiyle karşı durabilseydi. Öyle olduğu takdirde bir sıcak darbe bile olsa 28 Şubat kadar tesirli olmazdı. 28 Şubat'ta demokrasi büyük ara almış, yara kangren olmuştur. Süleyman Bey'i millet affetmeyecektir. Tarihi bir hatası vardır. Türkiye'ye yaptığı bu kötülük hiçbir zaman unutulmayacaktır."    Cuntacıları açıkladığı için yargılanan Tank Hasan'ın cuntacıların yargılanmasını istediği  28 Şubat Postmodern Darbesi'nin 10. Yıldönümünde, Radikaldeki makalesi ne kadar manidar olsa da, mânâsı yerine oturtulmayı bekliyor; "28 Şubat döneminde, eski TCK'nın 136. Maddesi'ne göre 'Devlet Sırrını İfşa' suçlamasıyla 28 Şubatçılar'ı ve Batı Çalışma Grubu'nun illegal faaliyetlerini açıkladığım için, Ankara 2 Nolu DGM'de 1 yıl boyunca yargılandım. Aslında 'Devlet Sırrı'nı değil, 'Cunta Sırrı'nı ifşa etmiştim. Üstelik eski TCK'nın 151. Maddesi'ne göre suç işlendiğini ilgili makamlara bildirerek vatandaşlık görevimi yapıyordum. Sonunda beraat ettim. Lâkin, hâlâ '28 Şubat Cuntacıları'nın yargılanmasını bekliyorum."  



BÇG'Yİ PKK İLE YAKALADIK   



 (Vakit/Arşiv: 28 Şubat 2007)   Bülent ORAKOĞLU: 
    Eski Bakan Hasan Celal Güzel, Demirel'i millete şikâyetinin ardından cuntacıları ifşa ile darbenin özünde vahim gelişmeler olduğu sinyalleri verirken, dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanvekili Bülent Orakoğlu, '28 Şubat Darbesi'ni tezgâhlayan Batı Çalışma Grubu Amerikan yanlısı bin cuntadır' diyor. 'Darbecilerin gerçekte ABD'nin Ortadoğu politikaları çerçevesinde bir Kürt Devleti'ne onay verdiklerini ve bu çerçevede PKK ile görüşerek Türkiye'de federatif bir yapıya geçilmesini kabul ettikleri'ni dillendiren Orakoğlu'ndan işte o çarpıcı açıklamalar;



 "1. Ordu Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Paşa'nın Suriye sınırına giderek o açıklamayı yapmasıyla Öcalan Suriye'yi terk etmek zorunda kaldı ve plân bozuldu. Öcalan, yakalanmasının ardından mahkemede bu ilişkileri anlattı ve bir grup albayın Brüksel'de PKK temsilcileriyle görüştüğünü doğruladı. Olağanüstü Hal ve koruculuğun kaldırılması, federasyonun kabul edilmesi konusunda görüşmelerin yapıldığını açıkladı. Öcalan'ın bu iddiaları üzerine mahkemede bizim 1977'deki telefon görüşmesi tesbitlerimiz de gündeme geldi. Milli Savunma Bakanlığı söz konusu görüşmelerle ilgili olarak, Öcalan'ın yakalanması için bir tuzak kurulduğunu, Brüksel'deki görüşmelerin de bu tuzağın bir parçası olduğunu iddia etti. Fakat bu bizi tatmin etmedi. Çünkü böyle bir plânın MGK'da görüşülmüş olması gerekirdi. Ancak olaydan Genelkurmay Başkanı'nın bile haberi yoktu. Görüşmelerden biz ifşa edince herkesin haberi oldu. Bilindiği gibi daha önce Ermeni Terör Örgütü ASALA'ya karşı yapılan operasyonlar MGK'da görüşülmüş, o şekilde MİT operasyonlar gerçekleştirmiştir. Burada bir grup asker kendi başına PKK temsilcileriyle görüşme yapıyor. Oysa bu tarz bir görev askerin değil, MİT'in işidir."    Vural Savaş'ın zaafının Laiklik olduğuna dikkat çeken ve Savaş dahil, herkesin 28 Şubat sürecinde kullanıldığını ifade eden Orakoğlu; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın; 'Amerika Türkiye'de sıcak darbe yaptırmak istiyordu. Çevik Bir Amerikan çıkarlarına hizmet etmiştir. Ben ve Demirel sıcak darbeyi önledik' şeklindeki itirafının kendini aklama gayesi taşıdığını söylüyordu.,




 HANGİ YAZARLAR 28 ŞUBAT İÇİN NE DEDİLER?  



 Mihri Belli: 28 ŞUBAT İKİ UCU …..LU DEĞNEK 


 (Vakit/ 1 Mart 2007)    Evet.. BÇG'yi PKK ile yakalamanın hikâyesi de böyleydi.  
   "Egemen güçler daima iki ucu kirli değneği uzatır. Yani 28 Şubat için aman (Mehmet) Ağar bakanlıktan düştü, demokrasi elden gitti, diye yas tutmam. Onun yerine, ordu müdahalesiyle ne oldu, ona bakarım. Meselâ Susurluk olayı olmuştu. O olayda bütün pislik ortaya çıkmıştı. Temiz toplum için milyonlarca insanın katıldığı bir eylem başlamıştı. 28 Şubat hedef şaşırttı. TV ekranına Fadime (Şahin) kızı çıkardılar ve temiz toplum hedefi unutturuldu. Temel slogan: 'Türkiye Laiktir, Laik kalacak' sloganı oldu. Kısacası iki ucu kirli değnekti bize sunulan. Elbette ki biz laiklikten yanayız. Laiklik demokratik devrimin ayrılmaz parçasıdır. Bizim karşı olduğumuz şey, demokratik devrimin öteki görevlerini savsaklayarak bu ilkenin, temiz toplum için girişilen bir eylemin hedefinden saptırılması için kullanılmasıdır.    28 Şubat'la temiz toplum hareketi de yozlaştı. Anlatabildim mi? Mesele, çete ve mafyaya karşı mücadele idi. 28 Şubat müdahalesiyle 'temiz toplum'  mücadele talepleri bertaraf edildi. 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganları atıldı. Kısacası iki ucu b..lu değnekti.    Çetelere karşı başlayan temiz toplum halk hareketi 28 Şubat'la birlikte bertaraf edildi. Türkiye'de temiz toplum gibi birçok hareketler bu şekilde dışarıdan müdahaleli hareketlerle ekarte edilmiştir. Kısacası çeteleri örtbas etmek için laiklik bir araç olarak kullanıldı ve 28 Şubat'ta da bu yapıldı. Yani, iki ucu b..lu bir değnek, beğen beğendiğini al."  



 YARGITAY'DA BRİFİNGLERE   KATILMAK İÇİN BASKI YAPILMIŞ



(Vakit/ ) 28 Şubat 2005   Bilal Çetin:
     Keşke Bilal Çetin gibi diğer yazarlar da brifinglere katılmasa idi mi demeliyiz, şu alt satırlardaki Çetin'ce ifadeler nazariyesiyle.. İbret ve telkinin zamanı şayet böyle bir husus yine dillendirilirse doğar diyor ve sözü Çetin'e bırakıyoruz: "Genelkurmay'da düzenlenen brifinglere katılmak için yargı mensuplarına baskı yapıldı mı? Brifinge katılmanız için size çağrı geldi mi? Brifinglere katılmak için çeşitli yargı birimlerinde imza karşılığı 'katılıyorum-katılmıyorum' şeklinde listeler dolaştırıldı. Herkesin katılması gerektiğine dair hava yaratıldı. Bu şekilde savcı ve yargıçlar üzerinde baskı oluşturuldu. Bir kısım yargı mensubu bu iş için gönüllü oldu, bir kısmı da 'ileride bir sorunla karşılaşmamak' için kendilerini gitmek zorunda hissettiler.    Benim görev yaptığım Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda imza karşılığı benzer dosyalar dolaştırıldı. Listeyi 'katılmıyorum' diyerek imzaladım, brifinglere de katılmadım." 



POST-MODERN DARBE    


(Yeni Şafak/) 27 Şubat 2007 Mehmet Barlas: 
  28 Şubat ile siyasiden gelen ve demokratik hoşgörünün bozulduğuna dikkat çeken Barlas; 'keşke' diyor; '97'nin Şubat'ı 29 çekseydi..' 28 Şubat'ın dört yılda bir hatırlanmasına vesile olacağına işaret ediyordu. Ama işte; "POST-MODERN DARBE.. Bunun son örneklerinden biri "28 Şubat Post-modern Darbesi"ydi. 28 Şubat ile hem siyasi dengeler, hem demokratik hoşgörü ortamı bozuldu, hem de Türkiye tarihinin en dramatik ekonomik krizine sürüklendi. Medya kartelleşti ve kendi kendini yıprattı. Bankacılık sözlüğüne 'Hortumculuk' kelimesi girdi. 28 Şubat'ın en çarpıcı sonucu ise, post-modern darbenin hapse attığı Tayip Erdoğan'ın 2002 seçimleri sonunda partisi ile tek başına iktidar olması ve 28 Şubat partilerinin TBMM'ye girememeleriydi.    Dileğimiz bundan sonra Türkiye'de her çeşit bağnazlığın, marjinal eğilimler olarak kalmasıdır. 'Demokrasiye bağlıyız' diyerek her iki taraftan takiyye yapanların, ülkenin kaderini etkilememelerini diliyoruz.    Keşke 1997'nin Şubat'ı 29 çekseydi ve post-modern darbe 29 Şubat'ta yapılmış olsaydı.. O zaman böyle durumları, yılın rakamı sadece 4'e bölünebildiği zamanlarda hatırlardık." 




SAHİ İRTİCACI KEBABÇILAR  NE OLDU?    



(Sabah/28 Şubat 2007) Yaşar Süngü: 
   Refahyol'un darbeyle devrilmesiyle RPli'lerin siyasi yasaklı duruma düşmesini başörtü yasağından, ülkede kamplaşmaya kadar birçok badirenin takip ettiğini belirten Süngü'ye süreci değerlendiren MÜSİAD Genel Başkanı Dr. Ömer Bolat diyor ki: 'Bu süreç ne laiklik, ne de irticaya karşı mücadele süreciydi. Tamamen ekonomideki pasta kavgasıydı.' Peki o pastanın dilimleri nelerdi? İşte onun dilim dilim izahatı: Türkiye'nin siyasal ve ekonomik tarihine en trajikomik hadiselerden biri olarak geçen 28 Şubat sürecinin üzerinden 10 yıl geçti. O dönemi kısaca hatırlayalım; 1997 yılı Susurluk kazası ile kapanmıştı. Susurluk'ta açığa çıkan mafya, siyasetçi ve bürokrat üçgeni sivil toplum örgütlerinin ortak muhalefetini başlattı. Sistemin çürümüşlüğüne olan toplumsal muhalefet, derin bir manevra ile başka bir noktaya kanalize edildi. "1 Dakika Karanlık" eylemlerinde Refahyol hükümeti hedef gösterildi. Devletin arşivlerinde bekletilen dosyalar birer birer basına sızdırıldı. Bir taşla birçok kuş vuruldu. Hem toplumsal hareketin öfkesi başka bir mecrada boşaltıldı, hem de Refahyol hükümeti iktidardan indirildi. 28 Şubatta yayınlanan muhtıra Türkiye'deki siyasal rejimin önündeki öncelikli tehdit olarak "irticai hareketi" gösterdi.  Bir kısım medya da "İslamcı basın" ezilsin düşüncesi ile masa başı haberlerle destek verdi. Sessiz yığınlar olarak gözüken halk, bütün bu olan bitenleri izledi ve balans ayarını yaptı. O dönemde Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan irticacı şirketler listesine giren şirketler, hastaneler, kebapçılar en karlı dönemini yaşadı. Halkın sahiplenmesi, birçok şirket sahibine "Keşke biz de irticacı şirketler listesine girseydik" dedirtti. 



 KISA VE EN ŞÜMULLÜ  ŞEKİLDE 28 ŞUBAT 1997


(Yeni Şafak/28 Şubat 2007) Hasan Aksay: 
    28 Şubat'ı ilmi açıdan değerlendirenlerden biri olan Aksay, farklı bir bakış açısıyla: "28 Şubat, Willy Claes'in 'düşman' anlayışını Türkiye'de uygulamaya koymuştur. Adına 'Batı Çalışma' demiş, sermayeyi dahi 'yeşil'e boyamıştır. İktidar, İslâmi çizgisinden dolayı yıkılmış, İslâmi eğitim ve öğretim kanunla ve fiilen sınırlandırılmıştır. Baskıla ilâveten, İslâm'ı içten tahrib girişimlerinin iklimi doğrulmuştur. Amerika'da Amina Vadut adında bir kadın, Katedral'de kadın erkek karışık bir reklâm gurubunun önünde yatıp kalkmış; arkadan ikinci bir provokatör Esra Nuami, bir Yahudi üniversitesinde aynı eylemle sahne almıştır. Bu islâm'ı bozma eylemleri ruhen kopyalanarak ilki İstanbul'da, ikincisi Ankara'da Hacı Bayram Camii'nde tekrarlanmak istenmiştir" diyor ve çok yönlü içten yıkmanın öne çıkan üç cephesine dikkat çekiyor:    " BOP savaşlarıyla soykırım yapan, İslâm ülkelerini harabeden Batı; geniş bir plânlamayla da İslâm'ı içten çökertmeye çalışmaktadır. Çok yönlü olan içten yıkmada üç cephe öne çıkmıştır. 

1-Cahil bırakma 
2-İslâm'ı tahrif 
3-Müslümanları fişleyerek 'feri ambargo' oluşturmak. 

İslâm ülkelerini çökertmekte ambargo büyük rol oynadı. Hareket kabiliyetini sınırlıyor. Fertler için fişleme, aynen ülke ambargosu gibi bir çökertme kuşatmasıdır.    
28 Şubat'ı daha iyi anlayabilmek için, bir kere de Vatikan yetkilisinin bakış açısıyla bakmakta yarar vardır. Vatikan Papalık Barış ve Adalet Konseyi Başkanı Kardinal Rento Martino: ' 4. Dünya Savaşı içinde bulunuyoruz. Şimdiye kadar 1. ve 2. Dünya Savaşları'ndan bahsettik. Ancak 3. Dünya Savaşı'ndan geçtiğimizi unutuyoruz. O 'soğuk Savaş'tı. Şimdi gerçekten 4. Dünya Savaşı içerisindeyiz. "   4. Dünya Savaşı'nın iki özelliğinden biri, yalnız İslâm ülkelerini hedefleyen bombalama, işgâl ve halkı ırk, din, makam-imkân ile bölerek kendi kendiyle savaştırmak. İkincisi; İslâm'ı içten yıkmaya yönelik çok daha yaygın ve şümullü, münafıklar desteğinde yürütülen 'İslâmi değerleri yozlaştırma' savaşıdır."




28 ŞUBAT  OLDU DA NE OLDU?    


 (Vakit/ 2 Mart 2007) Abdurrahman Dilipak: 
    28 Şubat'ın onuncu yılında bile hâlâ halkın çok öfkeli olduğuna ve darbe girişimlerine yenilerinin eklenmesiyle halkın sokaklara çıkacağına vurgu yapan Dilipak: 'Darbecileri halkın elinden kurtarmak kolay olmayacak' diyor ve sonra da sorularını sıralayarak Post modern darbenin sinsi kimliğini ortaya döküyor:    "28 Şubat oldu da ne oldu?      Devletin saygınlığı mı arttı?      Ya da ordunun? Ekonomi mi rayına girdi?.. ? Uluslararası saygınlığımız mı arttı?.. Bu işi yapanların onuru mu yükseldi?.. Millet gitti, hem de anayasal çoğunlukla, 28 Şubatçıların mahkum ettiği bir zihniyeti iktidar yaptı.. Peki 28 Şubat neye maloldu? Kan, gözyaşı ve yoksulluk. Hitler Almanya’sını hatırlatan bir fişleme.. Faşizm hortlatıldı.. On binlerce kişi okulundan, işinden edildi.. Sonra 28 Şubat'ın "kahramanları" , "bizim çocuklar/our boys" gidip, batık bankalara danışman oldular.. Geriye kalan, kocaman bir utanç.. Alnımızda kara bir leke.. Ayıplı bir siyaset.. Derin devlet tartışmaları.. Darbe söylentileri.. 28 Şubat'ın iktidar yaptığı kadrolar, gırtlaklarına kadar yolsuzluğa battılar.. 28 Şubat'ın 10. Yılında halk hâlâ öfkeli. Yeni bir darbe girişimi, bu kez darbecilere pahalıya malolacak. Halk bu kez sokağa çıkacak ve onları halkın elinden kurtarmak çok da kolay olmayacak. Sayılarına değil, haklılıklarına değil, silahlarına güveniyorlar.. Halka doğrultulan silahların bir anda emir verenlere doğrultulabileceğini hesaba katmıyorlar.. 28. Şubat'ın 10. Yılında, bugün bile darbeleri konuşuyor olmak ne kötü bir şey.. Hadi 28 Şubat'ın öncüleri, çıkıp konuşun, kurtardığınız halkla kucaklasın, kucaklaşabiliyorsanız. Tıpkı 12 Eylül çetesi gibi, halktan korkuyorsunuz.. Hep bu korkuyla yaşayacaksınız.. Yasalarla korunacaksınız. Hiç düşündünüz mü, nereye kadar? Öldüğünüzde mezarınızın yerini hatırlayan olmayacak.. 27 Mayısçılar bugün neredeler.? Gürsel'i, Egesel'in mezarının yerini, hatırlayan var mı? Menderes işte orada yatıyor.. Mezar hırsızlarının / soyguncularının mezarlarının yerini kimse hatırlamayacak, ama çaldıkları mezarda yatan kişinin dostları, hep onu rahmetle anmaya devam edecekler.. Darbeciler, onlara alkış dağıtanlar, kendileri gidecek, ailelerine bir utancı miras bırakacaklar.. Halkın inancı, tarihi, kimliği, kültürü, geleneği ile alay edenler, onu aşağılayan, dışlayan, yasaklayanlar, bu değerleri irtica olarak görenler, başkalarını kendi sapkınlıklarına ikna etmek için uğraşacaklarına, başkalarının gözünde çöp aramadan önce kendi gözlerindeki mertekleri çıkartsalar.dâha çok huzur bulurlar sanırım. * 28 Şubat olduğunda 10 yaşında olan çocuklar, bugün askerlik çağına geldi. Çoğu üniversite talebesi.. 28 Şubat'ın sebeb olduğu büyük sosyal çözülmeyi en çok burada görüyorsunuz.. İşsizlik, cahillik, ahlaksızlık.. Uyuşturucu ve alkol kullanımı; fuhuş ve kimliksizlik.. 28 Şubat en çok bunu başardı.. Eğer bu başarıları ile övüneceklerse buyursun övünsünler..” 



 " BEŞLİ ÇETE "NİN SALTANATI!   



 (Vakit/1 Mart 2007)   Hasan Karakaya:
   Postmodern darbeyi gerçekleştirenlerin bugün kamuoyuna çıkıp isnadlara karşı kendilerini savunamadıklarını ifade eden Karakaya, 'foyaları ortaya çıktı! Savunamazlar!' diyor,    Sonra, hortumlanan bankaların enkazının altından, ya da trilyonluk villalardan çıkan güruhlara veryansın eden Karakaya'ya göre 28 Şubat şöyledir; " BEŞLİ ÇETE"NIN SALTANATI! Bakın, birkaç gündür "28 Şubat darbesi"ni tartışıyoruz... "Hâlâ savunanlar" olduğu gibi, "ağır eleştiriler ve suçlamalar" yöneltenler de var!.. Bazı suçlamalar o kadar ağır ki; Hani, "itin önüne atsan, yemeyeceği" cinsten!.. Peki, bu "postmodern darbe"yi gerçekleştirenler veya onlara "destek" verenler, kamuoyu önüne çıkıp da, niye savunamıyorlar kendilerini?.. Savunamazlar!.. Çünkü, "haklı bir zemin"leri yok!.. Savunamazlar!.. Çünkü, "foya"ları tek tek çıktı ortaya!.. Hem, neyi savunacaklar ki?.. "Laiklik tehlikedeydi" mi diyecekler?.. "Türkiye elden gidiyordu" mu diyecekler?.. " Rejime tehdit vardı " mı diyecekler?.. Tamam, böyle deyip de "darbe" yaptırdılar ama, "söylem"leri ve "eylem"lerinin birbirini tutmadığı çok çabuk çıktı ortaya!.. " Vatan, Millet, Sakarya " diyerek çıktıkları yolun sonunda, ya "hortumlanan bankalarım enkazları altından çıktılar, ya da " Trilyonluk villalar"da!.. İşte en basit örnek:. O günkü gazetelerin "tarihî uyan" başlığıyla verdiği " Beşli Çete " toplantısı, Türk-lş Başkanı Bayram Meral'i, DİSK Başkanı Rıdvan Budak'ı, TİSK Başkanı Refik Baydur'u, TOBB Başkanı Fuat Miras'ı ve TESK Başkanı Derviş Günday'ı bir araya getirmiş ve bu toplantı " Refah-yol'a karşı ortak bildiri" ile sonuçlanmıştı... Ortak deklarasyonu, dönemin Türk-lş Başkanı, şimdinin CHP Milletvekili Bayram Meral okumuştu!.. Deklarasyonda, "Türkiye'nin, Cumhuriyet tarihinin en büyük sorunlarıyla karşı karşıya bulunduğu,'ülkenin iç kargaşaya doğru sürüklendiği" ileri sürülmüştü... TOBB eski Başkanı Fuat Miras da, söz konusu toplantıya katılmış ve "Ülkenin geleceğinin zaafa uğradığını, ülkenin kamplara bölündüğünü" ileri sürerek, bunu hangi parti yaparsa, kendilerinin bunun karşısında olacaklarını söylemişti... Miras'ın, o toplantıdan bugüne miras kalan sözleri şöyleydi:"Bu hükümete ortak olan zihniyetle, radikal kanadına hayır diyoruz. Bu hükümet gitmelidir." Peki, bu adamlar, bu sözlerinde samimi miydi?.. Yani, gerçekten "ülke"yi ve "rejim" mi düşünüyorlardı?.. o Eğer "öyle" olsaydı, "görüşlerine katılmasam" da saygı duyardım... En azından tartışırdım!.. Ama, bizim Kenan Kıran'ın hazırladığı "Acarkent Dosyası"nı görünce, bu adamlara ne saygısı kalıyor insanın, ne de güveni!.. Şu hâle bakın;"Cumhuriyet, rejim, laiklik, ülkenin geleceği" gibi lâflarla "darbeye çanak tutan" bu adamların çocukları, şimdi ‘trilyonluk villalar’da oturuyor!..” Evet, Bayram Meral'in de, Fuat Miras'ın da çocukları, "2 trilyon 100 milyar liraya satılan Acarkent villaları ve 'Beykoz Konukları'nda oturuyorlar.  




CUMHURİYETİ KURTARMA HİKÂYELERİ




( Vakit/28 Şubat 2007) Abdurrahim KARAKOÇ: 
    Evet.. Karakoç'un sorusunu yinelersek; "Cumhuriyet düşmanı 'Morrison Süleyman'a karşı CHP'si, öğrenciler, bürokratlar az mı meydan savaşı verdiler. Ve komedinin enteresan faslı neydi?' 28 Şubat Postmodern Darbe ile Cumhuriyeti kollayanlar içinde, hem de en başta Demirel vardı. Peki diğer var olanlar kimlerdi? İşte Karakoç'un diliyle o diğerleri; "Hani az bir zaman olmadı.. Tâ çocukluğumdan beri herkes Cumhuriyet'i korur, kollar, kurtarır.. Maşallah, silahlı güçlerimiz korur.. Silahlı güçlerden emekli olanlarımız bir daha şiddetle korur.. Siyasîler zaten hep korumakla mükellef sayarlar kendilerini.. Bürokratlarımız cansiperane Cumhuriyet koruyucusudurlar.. Sermaye patronları müteyakkız vaziyette Cumhuriyet koruma nöbeti tutarlar.. Bazen de herkes birbirinden korkar ve koruma içgüdüsüyle etrafa naralar yağdırır.. Aslında korunmak istenen laikçiliktir.. Cumhuriyet herkesin ortak sevgisini taşır ya, o sevgiden dolayı ön planda anılır ve laikçilik kamufle edilir.. Kimden korunacağı da bir hayli komik.. Seçimle iktidara gelmiş hükümetlerden Cumhuriyet'i korumak akla aykırı gelse de, koruma timleri alesta beklerler.. Böyle işler cart-curt ile olmaz, işte önümüzde seçimler var.. Güç birliği yapalım ve Cumhuriyet düşmanı ülke hükümetini devirelim.. Kabul etmezler.. İlle de 27 Mayıs darbesi bir darbeyle korumayı severler.. Benim aklıma gelen, en çok sayın Demirel'den korudular Cumhuriyet'i..  Silahlı ve silahsız darbeler onun zamanında gerçekleşti en çok.. Cumhuriyet düşmanı " Morrison Süleyman "a karşı CHP'si, öğrenciler, bürokratlar az mı meydan savaşı verdiler? Ve sonra: 28 Şubat postmodern darbe ile Cumhuriyet'i kollayanlar içinde, hem de en başta Süleyman Demirel vardı.. Komedinin bu faslı enteresandır.. Medya dolmuşuna binmeyen, biraz daha demokrat, Genelkurmay eski Başkanı sayın Özkök için "suskun paşa" lâkabı icat edildi.. Özkök Paşa vurunca masayı kırmamış ya, zemini titretmemiş ya, bütün suçu bu imiş.. Kışkırtmalarına prim vermeyen bir eski Genelkurmay Başkanı'na da terbiyesizce etek giydirmişlerdi, hatırlarsınız!.. Sayın Yaşar Büyükanıt'a şimdilik yalakalık yaptıklarına bakmayın.. Yarın öbürsü gün dolmuşlarına binmek istemeyecektir, işte o zaman çok çirkin sataşmalarda bulunmazlarsa hatamı kabul eder, hepinizden özür dilerim.”




28 ŞUBAT; Emekli general ile Başsavcıya kaldı!



(Vakit: 1 Mart 2007) A. İhsan Karahasanoğlu:
    Dışındaki doluluğu, içindeki boşluk ile telafiye çalışanları 'tabiat boşluktan nefret eder' diyen Aristo'nun ifadesiyle tarif eden A. İhsan Karahasanoğlu'na göre 28 Şubat, 150 milyarla vicdani muhakemeye verilen emekli bir general ve başsavcıya kalmamalı.. Ki, 'makatına süngü takar gezdiririm' ekolünde sesi sedası çıkmayan o savcıya, Karahasanoğlu'nun diliyle soracak olursak; 'Ya savcı makat süngücüsüne sen ne yaptın?    "Adam; görev yaptığı resmi kurumdan ihale almış olan müteahhitten borç para istiyor.. Verilen 150 milyar borcun ne manâya geldiğini, savcılığa, henüz tam olarak izah edememiş! Kalkmış hâlâ konuşuyor!.. Yok "28 Şubat darbe değirmiş..." Yok " yapılan sadece iktidarın değişmesi için zemin hazırlama" imiş! Yok  " Kimseye silah dayama, zorla bir iş yaptırma" yaşanmamış! Oysa 28 Şubat'ı savunacak adam bulamadıkları için, kala kala; " Müteahhitten aldığı borç paranın hesabını veremeyen emekli generali" ile, artık " ne dediğini, neyi savunduğunu kendisi de pek algılayamayan savcıya kalanlar, onlara önce şu soruları sormalıydılar..  " Generalim; sen bu 28 Şubat sürecinde, görev yaptığın TSK'dan ihale alan bir müteahhide, 'surdan bir 150 milyar versene' diyorsun.. 0 da trink çıkartıp sana 150 milyarı veriyor. Gidip; 150 milyar ile kendine daire satın alıyorsun. Anlattığın bu hikâye ile kimi kandırıyorsun sen? Bu müteahhit mi enayi, yoksa sen mi çok akıllısın?. Yoksa.. Yoksa biz mi çok aptalız ki, bu kadar ucuz hikâyelerle bizleri kandırmaya çalışıyorsun?" Evet 150 milyar; en masum ifadesi ile "borç olarak" alınmış ama, memurun aldığı borcu da devlete beyan etmesi gerekir. Ne beyan var paşada, ne de açıklama.. Büyük vurgunlar yaptığı sonradan ortaya çıkan müteahhitten alınan paranın hesabını veremeyen Tuncer Kılınç Paşa, çıkmış şimdi 28 Şubat'ı savunuyor, takır takır! İnsaf edin... 28 Şubat gerçekten bu ülke için yapıldı ise, kala kala bu adamın savunmasına mı kaldınız siz? 28 Şubat'ı savunan piyasadaki ikinci adam ise, emekli başsavcımız! Ezberlemiş bir hikâye: "Ben davayı 22 Mayısla açtım. Genelkurmay'daki brifing 10 Haziran'da verildi. Brifing dava açılmasından sonra olduğuna göre, demek ki ben askerden emir almamışım.    Sanki emir, sadece brifing ile alınıyormuş! 0; artık izah götürmez son noktası idi işin.. Öncesinde neler olduğunu, kendin anlatıyorsun,'kanuna göre kapatma davası açmam gereken DSP hakkında dava açmadım. Şık olmazdı" diyorsun.. Ama RP için şippadanak açıyorsun davayı.. Sen bunu izah etsene bir defa.. Kaldı ki; sanki dava açmakla, dava bitmiş oluyor.. Koskoca 28 Şubat, işte böyle fasarya hikâyelerle dolu.. Şu şunu yapmış da, bu bunu yapmış.. En kabadayı söz, "rektörler selâm duracak".. Peki o malûm kişilerin sözleri neydi: "Kazığa oturturum".. "Makadına süngü takar gezdiririm."   Buyur söyle bakalım sayın Savaş, "RP'liler şunu dedi, bunu dedi" diye kapatma davası açtın. Peki "kazığa oturturum" diyen için, "makadına süngü takar gezdiririm" diyen için ne yaptın? Söyle ne yaptın?” 




28 Şubat bin yıl da sürse biz buradayız



(Vakit: 1 Mart 2007)  Demet Tezcan; 
    28 Şubat postmodern darbesinin 10. yılını mağdur ve mazlum çevreler adına tahlil ederek en isabetli ve doğru cevapları tarih önüne yerleştiren Demet Tezcan: 'millet karşı topyekûn savaş' ilân edenlerin onlara çığırtkanlık yapıp teşne olanların gerçekleştirdikleri telâfi edilemez tahribattan dolayı, millet hesap vermesi gereken bir dönemdir' dediği darbeyi elim bir dille şöyle anlatıyor: "28 Şubat 1997, tarihin utanç hanesine kaydedilecek hadiselerden biridir, Milletin inanç ve değerlerine, düşünce ve iradesine, siyasi tercihine "topyekün savaş" ilan edilen bir süreçtir. Sözüm ona sivil toplum örgütleri de bu militarist sistemin, siyasi iradeyi yönlendirmesi için elinden gelen çığırtkanlığı yapmıştır. Millete karşı "topyekün" savaş ilan edenlerin, onlara çığırtkanlık yapıp, teşne olanların gerçekleştirdikleri telafi edilemez tahribattan dolayı, millete hesap vermesi gereken bir dönemdir. İtibarı zedelenen özel ve tüzel kişiliklerin itibarının iade edilerek bir nebze olsun telafi yoluna gidilmesi gereken bir hadisedir. Bu milletin tarihinin utanç ha-nesine yazılmış unutmayacağımız, unutturmayacağımız bir kalkışmadır. On yıl dile kolay, geride on binlerce mağdur bıraktı. Binlerce asker sırf eşlerinin başı örtülü olduğu için disiplinsizlik suçlaması ile ordudan atıldı. Binlerce öğretmen mesleğinden, öğrencilerinden koparıldı. On binlerce öğrencinin eğitim hakkı gasp edildi. Evlere yapılan gece baskınları, dernek - vakıf ve siyasi partilerin kapatılması darbelerin rutin prosedürü gibi işledi. Sokakta sarıklı, cübbeli insanlar kovalandı, kılık kıyafetlerine müdahale edildi. Kur'an kurslarına jandarmalar tarafından baskınlar yapılıp çoluk çocuk karakollara çekmekten imtina edilmedi. Mütedeyyin insanların hanelerinde toplanıp Kur'an okuması suçmuş gibi lanse edilip, üzerlerine gidildi. Sözde sivil toplum örgütleri asker gibi çalıştılar. Bir samimiyet sınavıdır 28 Şubat aynı zamanda. Güce tapanları, sivil olanları, söylemlerinin arkasında duranları, çözüleni, direneni ile samimiyet sınavından geçirmiştir. Kişileri ya inandığı gibi yaşamak ya mesleğini sürdürmek, ya inandığı gibi yaşamak ya eğitimini tercih etmek ya ekmeği aşı, ya değerlerinden vazgeçmek arasında tercihe zorlayan despotik bir süreçten söz ediyoruz. Hiç şüphesiz darbecilerin kendilerini baskın ve etkin kıldıkları ve azami zarar verdikleri kesim; tercihini, dünya görüşünü, değer yargılarını her haliyle üstünde taşıyan başörtülüler oldu. Onların nazarında bu milletin değer yargıları hesaba çekildi, aşağılandı, yargılandı. Gasp edilen haklar, kişinin doğuştan Yaratan'ı tarafından donatıldığı haklardı. Öyle üzerinde tartışılacak, pazarlık yapılacak sendikal haklar değildi bunlar. Bu süreç tercihlerimizi, duruşumuzu, saflarımızı netleştirdi. Beklentilerimiz, ilkelerimiz; kendimizle yüzleştik. Yola çıktıklarımızı, bundan sonra çıkmayacaklarımızı tanıdık. Bizler böyle bir süreç bin yıl dahi sürse buradayız. Kaza ve kadere, imtihan ve sebepler halkasına inananlar olarak müsterihiz. . Darbeciler ve darbe çığırtkanları vicdanlarını, ruhlarını; şahsi hırs, heva ve hevesleri uğruna kirletenler,- başlattıkları bu sürecin, yaşattıkları bu kara dönemim ağırlığını ebedi taşıyacaklar."



On yıl geçti karanlık  Şubat'ın üzerinden



 (Vakit: 1 Mart 2007) Hüseyin Öztürk: 
    Bir çok yazarın 28 Şubat'ın zararından dem vurduğu bir 10. yıl faslında Hüseyin Öztürk, kendi kendine 'peki 28 Şubat'ın hiç mi faydası olmadı?' diye sorduktan sonra cevabını yapıştırıyor: 'Rızkın ve ömrün insanların tekelinde olduğuna iman eden, yarınından korkan, değer yargılarını bir sinyale bile satan yüzlerce insanın foyasını ortaya çıkarmak gibi önemli bir vazife yapmıştır.' Ya vazifenin diğerleri? İşte Öztürk'e göre onlar da:    "On yıl geçti "Karanlık Şubat'ın" üzerinden. Halkın tekmelediği "Karanlık Şubatçılar" on yıldır milletin huzuruna çıkıp tek kelimeyle kendilerini savunamıyorlar. Bir iki gazetenin ve birkaç yazarın "yaltaklığı" dışında kimse onlara aldırış etmiyor artık. Aileleri tarafından bile dışlandı o günün "güçlü" kişileri. Güç dediysek, yürek gücü, bilek gücü değil. Halkın bellerine taktığı silah ve otorite gücünden söz ederiz. Halktan aldıkları gücü, halka karşı kullanmışlar ve bunu başarı saymışlardı. Hani nerede o halk? Halkın gücünü arkalarına alarak yel değirmenlerine karşı savaş açan zavallılar, milletin ne demek olduğunu anlayamadılar. Kendilerinden önce toplumun milli ve manevi değerlerine savaş açanların Cumhuriyet tarihi boyunca ıskaladıklarını fark edemediler. Bugün yüz kızarıklığı ile yaşayan malum kişilerin toplumuzun hangi kesiminde yerleri yurtları var. O gün 28 Şubatçılara sponsorluk yapan, emekli olunca kendilerini, emekli olmadan bütün aile fertlerini işe alanlar bile yüz vermez oldular.   Şimdi ters yöne bir gireyim ve şu soruyu sorayım. "Peki, 28 Şubat'ın hiç mi faydası olmadı?" Elbet hiç faydası olmadı denilemez. "Yüreksiz, kalpsiz, ciğersiz, andaval, savsakçı, ikiyüzlü, riyakar, sahtekar, menfaatperest, makam ve mevki hastası, rızkın ve ömrün insanların tekelinde olduğuna iman eden, yarınından korkan, değer yargılarını küçük bir sinyale bile satan yüzlerce insanın foyasını ortaya çıkarmak gibi önemli bir vazife yapmıştır." Eğer 28 Şubat olmasaydı, belki bu sahtekarlar, nice inanmış insanın düşünce dünyasında, fikir dünyasında hırsızlık yapıp, duygularını sömürecek, emekleri üzerine kendi adına binalar kuracaktı. Nice sakallar gitti, nice başörtüler gitti, nice bıyıklar gitti, nice kravat takmayı Frenklik sayıp da kravat takanlara ateş püskürenler kravatlar takıp, karılarının başlarını açtılar. Hayatında ağzına alkol koymamış nice kişiler, rakı sofralarında fotoğraf çektirip, amirlerine ve belli merkezlere gönderip; "Bakın değiştim" mesajları verdi. Meselâ bir de herkesin kilosunun ve gramının ne kadar geldiğini öğrendik. Lafa gelince mangalda kül bırakmayanların fişlenme korkusuyla neredeyse nüfus cüzdanı bile değiştirmeye, adına ve soyadına anlamsız ilaveler yapmaya kadar işi götürdüklerini gördük. 28 Şubat korkuttu, diğer darbelere göre en korkuncu buydu."



Şimdi Yine Palazlandılar   


  (Vakit: 28 Şubat 2007)  Emin Çölaşan: 
   Çölaşan'ın kısaca notuna kısaca not buyurmak gerekirse, 'her karanlık gecenin bir sabahı olduğunu' kim daha çok anlamalı acaba?    "İslâmcı basın ve onların işbirlikçisi olan entel-aydın (!) kesim, tekerlerine çomak sokan 28 Şubat'a yazılarında ve yayınlarında sövüyorlar. itirafçılar türedi! İçlerinde emekli TSK ve yargı mensupları var. 0 dönemde nasıl baskı yaşadıklarını anlatıyorlar! İslâmcı basında isimleri bir gün olsun yer bulsun diye, bülbül gibi şakıyorlar! 0 gün suspus olmuş, hatta askerlere yağ çeken gazeteciler şimdi her biri aslan kesildi! (...) Evet, askerler devreye girdi. Hiç silah kullanılmadan bu gidişe son verildi.Çok da iyi oldu. (...) O süreç onlara "dur" demişti ve durmak zorunda kalmışlardı. Şimdi yine palazlandılar! O yüzden intikam tamtamları çalıyorlar. 28 Şubat bahanesiyle Türk ordusunu aşağılamaya kalkışıyorlar, kin ve nefretlerini kusuyorlar. Her karanlık gecenin bir sabahı olduğunu unutuyorlar." 




 '28' nedir? 



(Hürriyet: 1 Mart 2007)   Nurettin Durman: 
28  Nurettin Durman'ın vakıanın tam ortasına oturttuğu tek kelime '28' nedir? Birlikte okuduğumuzda şudur:    "Bu yirmi sekiz rakamı çok çetrefilli bir rakam olsa gerektir. Gerçi rakamın çetrefil ile ne alakası var sorusu da çıkabilir bundan ama ülkemizde, bu güzelim Türkiye'mizde bu 28 rakamı artık bir karşıtlıklar simgesi gibi bir ritüeli de yüklenmiş oldu. Yoksa durup dururken insanlar neden on yıldır habire yirmi sekiz, ha bire yirmi sekiz deyip dursunlar, acısınlar, acı çeksinler, kimisi de keyfine bu vesileyle keyifler katsın, koltuğuna kurulsun viskisini yudumlasın ve ardından da kahkahasını patlatıversin. Belki de böyle bir şeye vesile olduğu için bu adını andığımız 28 rakamı her seneyi devriyesinde üzüntülere gark olsun, kederlensin, ahu zar ile inleyip yataklara düşsün. Hani olur ya böyle şeyler dünya hayatında. Dünya hayatı derken iki ayaklı ve düşünen ve konuşan ve yazan yaratıklar olan biz insanlar yalnız kendimize yakıştırırız dünyayı. Yani biz sanki dünyanın gülleriyiz de diğer yaratıklar, diğer canlılar, hayvanat ve nebatat ve dahi seyyareler, felekler ve cümle kâinat bizim dışımızda duruyormuş gibi geliyor bize. Yalnızca dünya bize tasarruf edilmiş gibi. Evet, tabii ki şımaralım, şirazemizi kaybedelim, yolumuzu şaşıralım diye elbette şeytanında ortaya süreceği şeyleri var bu dünya hayatında.Evet sahi, gerçekten 28 Şubat cuntasının dayattığı ve ortaya koyduğu karışıklıklardan kim kârlı çıkmıştır?” 




 İmzam Hâlâ Aynı Yerde   



(Vakit: 2 Mart 2007) Ertuğrul Özkök:
     Acaba; ' Gerçekleri konuşmak ' nasıl bir resmin inhisarıdır? 28 Şubat'ın yanlışlarını dile getirmek '10. yıl intikam kutlaması' ise, 28 Şubat'ın arkasında duranların sayısı niçin yok denecek kadar azdır. O günlerde Genelkurmay piyonu olduğu ve darbe şakşakçılığına soyunduğu için sözünde durduğunu isbata çalışanları anlamak mümkün ise; 'fotoğrafı görünce o günü çok iyi hatırladı'ğı 'Köşe'sini okumak elzemdir:    " FOTOĞRAFI görünce, o günü çok iyi hatırladım.Yıl 1997. Genelkurmay'ın büyük salonundayız. Yanılmıyorsam Necmettin Erbakan'ın başbakanlıktan ayrılmasından önce Genelkurmayca verilen son brifingde çekilmiş. Üçüncü sırada biz Hürriyetçiler oturuyoruz. Soldan Sedat Ergin, Tufan Türenç, Emin Çölaşan, Oktay Ekşi ve ben. Benim solumda o gün Milliyet'te yazan Yalçın Doğan oturuyor. Başka gazetelerden başka gazetecilerde var salonda. Yine çok iyi hatırlıyorum. 0 brifingden sonra Orgeneral Çevik Birin odasına gidip bir süre sohbet etmiştik. Brifingi veren komutan o gün şu hatırlatmayı yapmıştı: "Kanunlar bize anayasal düzeni korumak için gerektiğinde silah kullanma yetkisi veriyor." Bu sözler ertesi gün Hürriyetin manşetindeydi. Bugün 28 Şubat'ın 10'uncu yıldönümü. Kendini o günlerin mağduru gören medya kuruluşlarında ağır bir "10'uncu yıl intikam kutlaması" rüzgârı esiyor. Bu arada, 28 Şubat'ta devletin çeşitli kademelerinde görev yapmış kişilerde müthiş bir "pişmanlık" havası var. Yer gök "itirafçı" dolmuş. 0 günlerde kraldan fazla kralcılık yapanlar, şimdi eski kralların üzerinde trampet çalıyor. Eğlenceli bir karakter resmi geçidi seyrediyoruz. Bu yaygaraya bakınca şöyle bir hisse kapılıyorum. Galiba 28 Şubat'ı destekleyen tek ben kaldım. Evet destekledim ve desteklemeye devam ediyorum. Hafızası zayıf kişilere de biraz o günleri hatırlatmak istiyorum. Bedevi çadırlarında, Üçüncü Dünya diktatörlerinin önünde iki büklüm eğilmiş bir Türk başbakanı. İran'da Türkiye'nin milli kurumlarını İran rejiminin mollalarına şikâyet eden siyasiler. Başbakanlık Konutu'nda sakallı, cüppeli tarikat yemekleri. "Hepimiz Hizbullahız" diye bağıran iktidar mensupları. "İmam hatipler arka bahçemizdir", "Bu ülkenin rektörleri türbanlılar önünde eğilecek, selam duracak" diyen başbakan. Yüzde 25 oyla ülkenin rejimini değiştirmeye yönelik adımlar. Ve statlarda, evlerde bu iktidara karşı yükselen sesler. Hafızası kıt bazı insanlar bunu unutabilir. Ben unutmadım... Belki onuncu kez yazıyorum. 28 Şubat sürecinde yazdığım her yazının altındaki imzam aynen duruyor. 28 Şubat, Türkiye demokrasisinin gerçek bir balans ayarıdır. Bugünün iktidar mensupları, o günlerden gereken dersi alacak kadar akıllı insanlardır. 0 nedenle rövanşist ilkelliklere cevap vermiyorlar, bildikleri makul yolda yürüyorlar. Bu ülkede bir daha yeni 28 Şubatların olmamasının garantisi de, günlerdir tamtam çalan intikam tugayları değil, gerekli dersleri çıkarmış insanlardır. Başka ülkelerde demokrasi kanlı iç savaşlarla kuruluyor. Biz de ise böyle balans ayarlarıyla. Bazen bize, bazen başkalarına. Türkiye'nin şansı da budur. Bir küçük hatırlatma daha yapayım. Hani şu cümleyi: "İktidara geleceğiz de kanlı mı olacak, kansız mı" diyen zatı. Ben o cümleyi hatırlattım. Siz kim olduğunu çıkarabildiniz mi? 0 bir 28 Şubat paşası mıydı? Yoksa bedevi çadırlarında süklüm püklüm olup da, Türkiye'de kanlı iktidar yürüyüşünden söz eden o günün başbakanı mı? Hani bugün baş mağdur sayılan zat. " Onuncu yıl intikam kutlamalarınız" geçtiğinde bunu da konuşabiliriz.” 



BU AYIP BİZE YETER 



(Hürriyet: 28 Şubat 2007) Fehmi KORU: 

“On yıl önce yaşanan yüzkarası durumun sorumlularıyla yasal açıdan hesaplaşılmadığı’nı ve “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bir kara sayfası hâlâ kapkara” duruyor olduğunu hatırlatan Koru’ya göre 28 Şubat şu demekti:    "Tarihimizin o sayfasını 'kara' yapan yalnızca halkın iradesi üzerine başka bir trajedinin geçirilmesi değildi; bunu yaparken kullanılan" yöntemler yüzünden de kapkara o sayfa... Medyanın ekranları ve manşetleri Ali Kalkancı - Fadime Şahin ikilisine teslim edilmişti ve bu ikilinin arkasında da onları 'zinde güçler adına' yönlendirme iddialı (Yıllar sonra kendisinden "28 Şubat'ın gizli kahramanıyım" diye söz edecek) bir isim bulunuyordu: Sisi...  Ülkenin bir ilinde sırtlan cüppeli elleri sopalı insanlar belirmiş, 'Türkiye' görüntüsü denilince onlar akla gelir olmuştu... Bugünden düne bakılınca insanın kanını donduruyor yaşanan süreç: Üç-beş kişinin aklına koyduğunda yönetimini ele geçirebildiği demokrasisi henüz emekleme çağında bir ülkeymiş Türkiye... 'Modernleşme' ülküsünü Benimsediği sanılan tiplerin ele-güne güldürdüğü bir ülke durumuna düşmüştük 28 Şubat sürecinde, "Süreç bitti, Türkiye artık bir daha o gülünç duruma düşmez" diyebiliyor muyuz göğsümüzü kabartarak? Hayır, diyemiyoruz. Diyemiyoruz, çünkü o süreci ülkemize yaşatanlar hesaba çekilmediler. Anayasal sistemi işlemez hale getirmenin, yargıya, bürokrasiye, medyaya, iş dünyasına yasal olmayan emirler yağdırmanın hesabını vermediler.  Anayasa suçu işlediler, fakat o suçun yasalardaki karşılığı olan cezaya çarptırılmadılar. Bulunduktarı yerlerde bugün kendilerini unutturmaya çalışıyorlar belki, ama cezaî takibata uğramayacaklarından da o kadar eminler ki..”  




 KARARGAH SUBAYLARININ ÇETESİ; 


 (Yeni Şafak/28 Şubat 2007) Mümtaz Türköne:
BÇG Türköne'ye göre BÇG bir örgüttür ve 'kelimenin en dar ve en geniş anlamları içinde bir çetedir. Fakat, daha da;   " 28 Şubat Süreci'ni plânlayıp yürüten BÇG'dir. BÇG'ye dair, TSK bünyesinde alınmış resmi bir onay veya emir yoktur. Bu örgütün kanuni bir dayanağı bulunmamaktadır. Bu birim devlet içinde oluşmuş bir çetedir. Devlet imkânlarını kullanan, devlet memuru sıfatını haiz, üstelik silâh taşıyanlardan meydana gelen bir çete toplumun önüne çıkmaktadır. 28 Şubat süreci işte bu çetenin eseridir. 28 Şubat süreci denildiği zaman aklımıza hangi isimler geliyor? İsimleri alt alta koyduğunuz zaman bu askeri müdahalenin emir-komuta zinciri içinde yapıldığı, bir cuntanın eseri olduğu ortaya çıkmaktadır.    Batı Çalışma Gurubu'nun adı ilk defa irtica brifinglerinde duyulur. Bu illegal toplumun başlangıçta Deniz Kuvvetleri'nde kurulduğu, daha sonra isim babalığını Çevik Bir'in yaptığı biliniyor. 28 Şubat'ın post-modern olaylarından biri olan 'Köstebek Olayı' gerçekte bu çetenin belgeleri ile deşifre edilmesi; mukabilinde deşifre edilenlerin yargılanması olaydır. BÇG, bir çete olarak onbaşı marifetiyle çökertilmiştir. Ancak süreç fazlasıyla dallanıp budaklandığı için bu yırtık elbirliği ile yamanacaktır. Ele geçen çete belgeleri, İçişleri Bakanlığı tarafından Başbakan Yardımcısı'na, oradan Başbakan'a, Başbakan eliyle Cumhurbaşkanı'na, oradan Genelkurmay'a, Genelkurmay'dan da ilgili birimlere ulaştırılmış ve BÇG'yi deşifre edenler hakim önüne çıkartılmıştır.    Refah-Yol Hükümeti sona erdikten sonra bir basın toplantısı ile BÇG belgelerini açıklayan ve bu örgütün illegal olduğunu söyleyen Meral Akşener'e Genelkurmay'dan tek kelimelik bir cevap bile gelmemesi durumu özetlemektedir. Aynı şekilde BÇG belgelerini açıklama suçundan yargılanan Hasan Celal Güzel, mahkemede defaatle BÇG ile Genelkurmay arasındaki ilişkinin sorulmasını istediğini kaydetmektedir.    Bu örgüt, kelimenin en dar ve en geniş anlamları içinde bir çetedir. Karargâh subaylarından oluşan bu çete, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kendisini değil, kurumsal itibarını cepheye sürmüştür."  


28 ŞUBAT'IN ONUNCU YILI 



(Zaman: 27 Şubat 2007) Alev Coşkun: 
   Sol yazarların hep tıngırdattığı tencere ve tava içinde Postmodern Darbe'nin yoğrulmasını çok iyi irdelemek(!) mi gerekiyor acaba? Hayır.. tencere ve tavaların içinden çıkan tavşanların hangi besihanelerde kelem kemirdiğine bakılmadıkça ve nice insana % 60'dan % 90 aptal dekontu veren bankaların içine akıl erdirilemedikçe Alev'li 28 Şubat'ı işte böyle yorumlarsınız; "Daha önceki 1950-60 ve 1965-70 dönemlerindeki uygulamaları izleyen ve 12 Eylül’ün açtığı yoldan ilerleyen, kutsal din duygularını politikaya alet ederek ve feodal kalıtıların destekleriyle siyasal iktidarı ele geçiren oluşumlar birbirini izledi. Sonunda 1997 yılına kadar gelindi. 28 Şubat öncesi,Tansu Çiller ile Erbakan'm kurdukları REFAHYOL koalisyon hükümeti siyasal iktidardır. Başbakan Erbakan'dır. Erbakan her vesile ile her hareketinde din motiflerini kullanıyordu. Çiller, "Siyaset dinin emrindedir" diyecek kadar aklını yitirmiş, ihtirasının emrine girmişti. Başbakanlık konutunda Erbakan'ın tarikat şeyhlerine verdiği iftar yemeği bardağı taşıran son damla olmuştur. Artık, bıçak kemiğe dayanmıştı. Siyasal iktidarın Atatürk devrimlerini hiçe sayan tutumuna karşı sivil toplum örgütleri, "Sürekli aydınlık için, bir dakika karanlık" eylemini başlattılar. Akşam belli bir saatte bütün büyük kentlerde elektrikler bir dakika kapatılıyor, özellikle kadınlar balkonlara çıkıp ellerindeki tavalara kaşıklarla vurarak iktidarın Atatürk devrimlerine karşıt politika ve davranışlarına tavır koyuyorlardı. Bu hareket çok büyük bir halk desteği toplamıştı. Harekete sivil toplum örgütleri (TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, TOBB, Esnaf ve Sanatkârlar Odası, ADD, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, kadın kuruluşları) büyük destek verdi, bir toplumsal mutabakat doğdu. Bekir Coşkun'un belirttiği gibi "28 Şubat süreci toplumun tepkisinden doğmuştur. Toplum tepkisini gösterdiği için, Erbakan'ın gidişi bir küçük formaliteye kalmıştır. Toplumun tavası tanktan daha güçlüdür.” 




 28 ŞUBAT NEYDİ?  



 (Cumhuriyet: 28 Şubat 2007)   İlhan Selçuk:
  Demek ki insanın haklı gerekçeleri yok ise dereden tepeden su getirirmiş. İlhan Selçuk bunu çok fazlasıyla yapıyor. 28 Şubat neydi? sorusuna gelince onu aşağıdaki cümleleri içinde bulmak mümkün değil. Zaten kendisi de aranıyor ve taaa.. ABDli Bush'ta var zannıyla ilim satıyor da, 28 Şubat'ı makul çerçevede bulamıyor;     "28 Şubat bugün... Herkes mezhebine meşrebine göre 28 Şubat'a ilişkin bir şeyler söyleyecektir; sivildir, askerdir, darbedir, değildir, iyidir, kötüdür gibi vesaire ki tümü fasa-fisodur... Bir soru: -İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra çok partili rejime geçtik. Dünyada 5 yıllık zorunlu öğretim -birkaç ilkel ülke dışında- tarihe gömülmüşken Türkiye'de neden 28 Şubat'a (1997) dek sürdü?.. Uygar dünyada geçerli akıl-bilim üzerine en az 8-12 yıllık öğretimi Türkiye'de çok partili rejim niçin en aşağı yarım yüzyıl dışladı?.. Yanıt açık: Kemalist Devrimin ardından gelen çok partili rejim, Türkiye'nin özel tarihsel koşullarında, sola ve ileriye açık demokrasiyi değil, daha çok sağa ve geriye açık karşıdevrimi öngören bir siyasal içerik taşıyordu... Kur’an ve hafız kurslarıyla, imam hatip okullarıyla, Öğretim Birliği'ni temelde yıkan karşıdevrim başarı kazanmıştır. Türkiye'de yaşananları anlayabilmek için uygar dünyanın tarihindeki "Aydınlanma Devrimi" ölçeğine başvurmak gerekir... Yoksa tüm olan bitenler karmakarışık, anlamsız, içeriksiz, yüzeysel bir siyasal çatışma edebiyatının gargarasında Doğulup gidecektir... Ülkemiz bugün açıkça dışarıdan destekli bir karşıdevrim sürecinde ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ne oturtulmak isteniyor... Karşıdevrimin arkasında Amerika'nın Bush yönetimi var... Sürüklenişimizi görmemek için kör olmak gerekir...” 




10 YILIN ARDINDAN 




 (Cumhuriyet: 28 Şubat 2007) Merve Kavakçı: 

Kendisi de bir kadın iken; "üç-beş kendini bilmez çirkin kadın sokaklara çıkartıldı. 'Türkiye laiktir, laik kalacak' diye çığrıdılar" diyerek 28 Şubat sürecinden nefretle bahseden Merve Kavakçı, başörtüsünden dolayı Meclis'ten dışarı çıkmaya ve daha sonra vekillikten ayrılmaya mecbur edilen bir kadındı. Cumhurbaşkanı Atatürk'ün Hanımı Lâtife'de hafıza-i nisyana uğrayan bir Türkiye'yi bakınız O' kadın nasıl tarif ediyor: “Zaman su gibi akıp gitmiş, 28 Şubat'ın onuncu senesine ulaşıvermişiz. Ümit edelim; Türkiye bu karanlık sayfaları kapatmış olsun.   Eleştirmek adına dahi olsa hatırlamak insanın vücudunun buz gibi kesilmesine yetiyor... 28 Şubat; Refah Partisi iktidarının, Türkiye'yi ekonomik bağımsızlığına kavuşturması girişimine ve bu yolda kısa zamanda sağladığı başarıya karşı yapılmış bir darbedir. 

Bunu ben söylemiyorum... 

  28 Şubat'ın mutfağında çalışmış Washingtonlu söylüyor. Soruma "Hiçbiri" diyor ve ekliyor:  "Ne Başbakan'ın İran'a gitmiş olması ne de ABD gözünde terörist devletler listesinde baş sırayı çeken Libya'ya gitmesi" diyor, "bunların hiçbiri değil, ne zaman ki bizim ekonomik çıkarlarımıza ters düşen gelişmeler oldu; işte o zaman" film Washington için kopuyor. Hayretle dinliyorum sorumun cevabını.. inanıyorum... Çünkü her ne kesimden olursa olsun, her konuda birbirini boğazlamaya hazır topluluklarda olsun, hepsi o dönemin ekonomik gelişmelerine dair aynı safta toplanıveriyor, bir ağızdan "Türkiye böyle bir dönemi görmedi, hepimizin yüzü güldü, cebimiz ısındı" diyorlar. Neden?.. 0 zamana dek kendilerine gelmesi gerekirken başka mecralara akıtılan imkânlar nihayet halktan yana bir yönetimle asıl sahibine, halka aktarıldı da ondan. Aktarıldı aktarılmasına da; olan da Refah Partisi'ne oldu... Halktan yana duruşunu hayatıyla ödedi. Tabii bütün bunlar, benim anlattığım gibi açık ve siyasete yakışır bir mertlikte gelişmedi. Üç-beş kendini bilmez çirkin kadın sokaklara çıkartıldı... Arkaları boş; ama çok gibi gösterildiler... "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye çığrıdılar, kulakları tırmaladılar... Yürüyüşlerini Türkiye'ye mal ettirmeye çalıştılar. Batı Çalışma Grubu, devlete-millete rağmen kuruldu. Militarist çete, herkesi önce bir eğitimden geçirdi, salıverdi sokağa. Olan Refah Partisi'ne ve onu seçen halka oldu... Olan millete, vatana oldu, Türkiye kimi yerde on, kimi yerde yirmi yıl geriye götürüldü...” 



****