NECMETTİN ERBAKAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NECMETTİN ERBAKAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 40

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 40


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, Tevhid-i Tedrisat Kanunu,Zaviye ve Medreseler, İmamhatip Liseleri,




Refah- Yol Hükümeti’nin düşürülmesi sonrasında, Cumhurbaşkanı Süleyman 
Demirel Hükümeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermiştir. ANAP, DSP ve DTP’ den oluşan ve CHP’nin de dışarıdan destek verdiği Anasol-D Koalisyon Hükümeti kurulmuş olması ile beraber askeri kanat MEB’in ve Diyanet İşlerinden sorumlu bakanlıkların DSP’ye verilmesi arzulamış ve bu şekilde daha doğru olacağını ifade etmiştir. Çünkü ANAP içerisinde bulunan Korkut Özal, Cemil Çiçek gibi muhafazakârların 8 yıllık eğitim konusunda ki görüşleri herkesçe biliniyordu. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in bu iki önemli bakanlığı istemesinde ki temel amacı ise “laik-anti laik” tartışmaları sırasında CHP’ye gittiği sanılan oy potansiyelinin yeniden sağlanması ve bu kurumların ANAP’lı yöneticilerin elinden alınmasının daha doğru olacağı düşüncesi idi. Netice itibariyle DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit amacına ulaştı ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesinde sıkıyönetim komutanlığı yapan MGK eski sekreteri emekli korgeneral Ragıp Uluğbay’ın kardeşi Hikmet Uluğbay Milli Eğitim Bakanlığına getirilmiştir. 

Anasol-D Hükümeti’nin koalisyon protokolüne baktığımızda; ülkeyi 54’üncü 
hükümet tarafından içine düşürüldüğü rejim ve devlet bunalımından kurtarmak, 
toplumda ki gerginliği ortadan kaldırarak uzlaşmayı sağlamak, ahlaki yozlaşmayı 
durdurmak, kamu yönetiminde ki yıpranmaya son vererek temiz toplum özlemini 
gerçekleştirmek, ülke ekonomisini tekrardan üretken hale getirmek ve devletin 
saygınlığını artırmak, laik, demokratik Cumhuriyet’i güçlendirmek amaçları ile 
kurulduklarını ifade etmişlerdir. 
Protokolde ki eğitimle ilgili maddeler ise şöyleydi; “8 yıllık zorunlu ve kesintisiz 
temel eğitim uygulamaya konulacaktır. Anayasanın 24’üncü maddesine uygun olarak, temel eğitim kurumlarında zorunlu din kültürü ve ahlak öğretimine devam edilecek; bunu dışında ki din öğretimi ve eğitimi ailelerin istemesine bağlı olarak, “devletin gözetim ve denetimi” altında verilecektir. Ülkenin geleceğinin ve çağdaşlaşmanın öncüsü olan gençlerimizin eğitim ve öğrenim sorunlarına özel bir önem verilecektir. Eğitimde sadece fırsat eşitliği değil olanak eşitliği de sağlanacak tır. Eğitimin tüm kademelerinde, Atatürk ilke ve inkılaplarını özümsemiş, milli, manevi ve ahlaki değerlerimizi benimsemiş, bilimsel düşünceye yatkın, bilgi çağının gereklerini yerine getirebilecek bilgi ve becerilerle donanmış insanlar yetiştirmek temel amaç olacaktır” (Çetinkaya, 2005, s.99-100) şeklinde ifade edilmiştir. Anasol-D Hükümeti’nin göreve başlaması üzerinden daha 1 ay bile geçmemiş iken 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi tekrardan gündeme gelmiş konu adeta kriz ve hükümet kavgasına dönüşmüştür. 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi, 22 Temmuz 1997’de yasa tasarısı olarak meclise sunulmuş ancak öncesinde ANAP’lı bazı bakanların Bakanlar Kurulunda yasayı imzalamaması tekrardan kavganın çıkmasına sebebiyet vermiştir. Sabah saat 5’e kadar süren Bakanlar Kurulu toplantısında “8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi” ele alınmış DSP’li Bakanlar yasa tasarısını imzalanmış ve Bakanlar Kurulundan ayrılması sonrasında yasa tasarısı ANAP’lı Bakanlar arasında uzun bir süre tartışılmıştır. Yaşanan bu kavga sonrasında çıkan krizin temel sebebi ise; DSP’li Bakanların Kur’an Kurslarının MEB’e bağlanması isteği üzerine çıkmış ve daha sonra DSP’li Bakanlara “Kur’an kursları Diyanet’te kalacak ama denetimin MEB’in yapacağı” bir ara formül iletilmiş ve bu konu üzerinde DSP’li Bakanlar ikna olunca konu uzlaşı ile çözümlenmiştir (23 Temmuz 1997), Milliyet, s.1. Anasol-D Hükümeti’nin 8 yıllık kesintisiz eğitim ve Kur’an kursları konusundaki tutumu hükümet içerisinde kavga ve kısa süreli bir kriz ortamının yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç’ı harekete geçirmiş ve Başbakan Mesut Yılmaz’ı ziyaret eden Org. İlhan Kılıç görüşmeden ayrılırken gazetecilerin soruları karşısında; “8 yıllık kesintisiz eğitime bu yıl geçilecek” açıklamasını yapmıştır. 

MEB Hikmet Uluğbay, 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası daha meclis gündemine 
gelmeden jet hızıyla işe koyulmuş ve illere birer genelge gönderen Bakan Uluğbay; yasanın uygulama esaslarını belirleyerek il ve ilçelerde “8 yıllık kesintisiz ilköğretimin uygulamasını izleme ve icra kurullarının” oluşturulmasını istemiştir. 
8 yıllık kesintisiz eğitim yasası mecliste görüşülürken DYP lideri Tansu Çiller 
ve eski MEB Mehmet Sağlam’ın yasa hakkındaki düşünceleri yasaya muhalefet 
olmaları bazı kesimlerin tepkisini çekmiştir. MGK’nın 31 Mayıs’ta ki toplantısının 
zabıtları kamuoyuna açıklanıyor ve o dönem içerisinde “kesintisizi” savunanların nasıl bir U dönüşü yaptıkları anlatılıyordu. Eski Bakanın yasa hakkında ret oyu kullanması ve bu durumun medyaya sızdırılması skandal haber olarak ülke gündeminde yer etmiş ve sonrasında seçim bölgesi Kahraman Maraş’ın DYP’li ilçe ve belediyelerde ki hayali kadroları sahte evraklarla bakanlığa aldığı yönündeki haberlerle eski MEB Mehmet Sağlam hakkında adeta siyasi linç girişimleri başlatılmıştı (Çetinkaya, 2005, s.101). 
28 Şubat sürecinde gerek basın ve medya organları, gerekse muhalefet 
partilerinin etkin bir konumda bulundukları bilinmekle beraber bunların üzerinde asıl önemli ve potansiyel gücün asker olduğu herkes tarafından bilinmekte idi. Bu süreç içerisinde özellikle 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi aylarca tartışılmış TBMM’de sabahlara kadar süren 37 saatlik çalışma sonrasında 277 milletvekilinin oyu ile 16 Ağustos 1997 tarihinde yasallaşmıştır. ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Süha Sevük üniversitenin açılış konuşmasında; “Hepimiz kabul etmeliyiz ki Türk silahlı 
kuvvetlerinin baskısı olmasaydı, parlamentomuz bu kanunu çıkaramazdı” (24 Eylül 1997), Hürriyet, s.1 şeklindeki açıklaması askeri baskı olmasaydı 8 yıllık kesintisiz eğitim kararı çıkmazdı şeklinde yorumlanmıştır (Çetinkaya, 2005, s.101). “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kararının tarihi MGK’da ki serüveni 
genel olarak bu şekilde gerçekleşmiş olmakla beraber sonuç olarak 8 yıllık kesintisiz eğitim ve Kur’an kursları konusunda başarıya ulaşılmıştır. Bu bağlamda İmam Hatip liselerinin orta kısımları kapatılacak, ilköğretimi bitirmeden hiç kimse Kur’an kurslarına gidemeyecekti. 

Uzun ve mücadeleli sürecin sonunda perde arkasında fırtınaların koptuğu eğitim 
meselesinde yukarıdaki kararlar alınmış (Çetinkaya, 2005, s.102) ve Türkiye’nin 
2000’li yıllarında ki eğitim sistemi ve uygulanacak olan eğitim politikalarına olan etkisi karar sonrasında da tartışılmış ve günümüzde de hala tartışılan konular arasında yerini almıştır. 

5.1.6.1. Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim tartışmaları 

Cumhuriyet dönemiyle birlikte başlayan eğitim alanında ki reform hareketleri 
daha sonraki süreçlerde de devam etmiştir. Özellikle Tevhid-i Tedrisat (Eğitim-
Öğretim Birliği) yasası, yeni Türk alfabesinin kabulü, 1961 yılında çıkarılan 222 sayılı ilköğretim kanunu ve bununla beraber 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı “Milli Eğitim Temel Kanunu” ile eğitimde önemli reform hareketleri sağlanmıştır. 
Türkiye’de 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı ile başlayan süreçte meydana 
gelen siyasal iktidar değişimi ve uygulamaları demokrasi açısından hala 
sorgulanmaktadır. “28 Şubat süreci” ile başlayan dönemde uygulamaya konulan 
zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla çıkarılmasına dair uygulamanın, İmam-Hatip Okulları’nın orta kısımlarının kapanması ve Kur’an Kursları bağlamındaki bir tartışma alanına hapsedilmiş olması uygulamanın geniş ölçekli yansımalarının görülememesi ne neden olmuştur (Şimşek, 2012, s.177). 28 Şubat sürecinde, toplumun önemli bir kesiminden tepki almasına rağmen -aslında İmam Hatip liselerinin ortaokul kısmı hedef alınarak- kesintisiz olarak uygulama konulan zorunlu eğitim, ilköğretim müfredatında ve okulların mekânsal yapısında bir değişiklik gerektirdiği için uzun süre millî eğitim planlamasını alt üst etti (Özoğlu, 2012, s.32). 
Türkiye’de zorunlu eğitim süresinin, 14.06.1973 tarihli ve 1739 sayılı “Millî 
Eğitim Temel Kanunu’nun” 24. Maddesinde değişiklik yapılarak 18.08.1997 tarih ve 23084 sayılı Resmi Gazete ’de yayınlanması sonrasında, zorunlu eğitim süresi 8 yıla çıkarılmıştır. 24. Madde ile yapılan değişiklik “Bütün İlköğretim kurumları sekiz yıllık okullardan oluşur. Bu okullarda kesintisiz eğitim yapılır ve bitirenlere ilköğretim diploması verilir” şeklinde düzenlenerek yürürlüğe girmiştir (Resmi Gazete, nr: 23084, 1997,s.3). 
1973 tarihli 1739 sayılı “Millî Eğitim Temel Kanunu’nun” 24. Maddesinde 
yapılan bu değişiklik ile beraber “Zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıl olarak 
düzenlenmesi ve İmam-Hatip Okulları da dâhil olmak üzere tüm meslek liselerinin orta kısımlarının kapatılmasına” neden olunmuştur. Bununla beraber, 22 Temmuz 1999 yılında yürürlüğe giren 633 sayılı kanunun Ek 3. maddesinde “İlk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri dışında, Kur’an-ı Kerim ve mealini öğrenmek, hafızlık yapmak ve dini bilgiler almak isteyenlerden ilköğretimi bitirenler için Diyanet İşleri Başkanlığınca Kuran Kursları açılır. Bu kurslardaki din eğitim ve öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır. Ayrıca ilköğretimin 5’inci sınıfını bitirenler için tatillerde ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetiminde yaz Kuran Kursları açılır. Kuran Kurslarının açılış, eğitim öğretim ve denetimleriyle bu kurslarda okuyan öğrencilerin barındığı yurt veya pansiyonların açılış ve çalışmalarına dair hususlar yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır (Şimşek, 2012, s.178). 
28 Şubat süreci ve sonrasında eğitim alanında yapılan uygulamalar genel olarak 
yukarıdaki kanun değişiklikleri ile sağlanmış olmakla beraber 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu “8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimi” benimsemesi, ancak geçici bir maddeyle ortaokul bu zorunluluk dışında tutulması, 1973 yılından 1997 yılına kadar Türkiye zorunlu eğitimin süresinin artırılmasına yönelik uzun vadeli ve sistemli bir çalışma yapmadan uluslararası ve iç politikalardaki gelişmeler sonucu 8 yıllık zorunlu eğitim gündeme gelmiş ve aniden plansız bir şekilde 16.08.1997 tarihinde 4306 sayılı yasayla sekiz yıllık zorunlu ilköğretim uygulamasına geçilmiştir. Oysa 8 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına geçiş çalışmaları 1973 yılında sistemli ve planlı bir şekilde başlasaydı, belki de bugün zorunlu eğitime geçiş sorunlarının birçoğunu tartışır durumda olmayacaktı (Kıran, 2000, s.1). 
Yaşanan bu gelişmeler ile beraber, zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla 
çıkarılmasından sonraki süreçte 1998 yılında MEB tarafından hazırlanan 
“Cumhuriyet’in 75. Yılında Gelişmeler ve Hedefler: Milli Eğitim” isimli yayınında 
(MEB,1998, s.9) zorunlu eğitim sürecinin örgün eğitim sınıflaması içerisinde en önemli bölümünü meydana getirdiğini ifade edilmiştir. Bununla beraber, zorunlu eğitim süreci ile öğrencilerin iyi insan, iyi yurttaş olarak yetiştirilmeleri, kendileri ve toplum yaşamları için gerekli genel bilgi, tavır, tutum ve davranışlar ile ekonomik anlamda üretkenlik kazanmalarının amaçlandığı ifade edilmiştir (Şimşek, 2012, s.179). 
Zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla çıkarılmasını destek verenler ve 
Türkiye’de 28 Şubat sürecinde 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçilmesinden dolayı İmam-Hatip Okulları’nın orta kısımlarının kapatılmasını olumlu bir gelişme olduğunu ifade etmektedir. 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle birlikte velilerin uyandığını, İmam-Hatip Okulları’na yapılan kayıtlarının %50 oranında düştüğünü ve bu okullardan mezun olanların devam edebilecekleri yükseköğretim programlarının sadece din eğitimi ile ilgili programlarla sınırlandırılmasıyla da din eğitimi konusunda olması gerekenin gerçekleşeceğini ifade etmektedir. Türkiye’de din görevlisi yetiştirilmesine yönelik kurulan İmam-Hatip Meslek Okulları’nın yerine Tevhid-i Tedrisat Kanunu delinerek kurulan ve şeriat telkini yapan din liselerinin kurulmasıyla başlayan sorunlu süreç, Türkiye’de ihtiyaç duyulan dini hizmetlere yönelik din görevlilerinin yetiştirilmesi için din meslek okullarına dönülmesiyle bu durumların son bulacağını ifade etmiştir (İlhan, 1999, s.282). 
Türkiye’de zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla çıkarılması ve eğitim 
alanında yaşanan bu tartışmalı sürecin tarihsel temelleri bulunmaktadır. 
Zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla çıkarılması tartışmaları ilk defa 12 Mart 1971 askeri muhtırası ile gündeme gelmiş olmakla beraber söz konusu bu uygulama konusunda 28 Şubat 1997 post-modern Askeri darbesiyle demokratik yollarla iktidara gelmiş bir hükümetin düşürülüp baskı ve dayatmalarla yeni bir ara rejim hükümetinin kurulmasına kadar 
herhangi bir adımın atılmadığı bilinmektedir. 
28 Şubat sürecinde çokça dile getirilen “irtica tehdidi ve şeriat” kavramının aslında o dönemde Türkiye’de siyasi düşünce ve tercihlerdeki farklılaşmaları ve pozitivist-materyalist tek parti ideolojisi olan Kemalizm’in ve ona dayalı devlet anlayışının gerilemesi içerisinde olduğunu ifade eden Dursun; irtica tehdidi ve şeriatın bedelinin İmam-Hatip Okulları’na ve Kur’an Kurslarına ödetilerek halkın arkasında durduğu bu kurumların önünün kesilmesi adına 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin araçsallaştırıldığını ifade etmesi bakımından oldukça önemlidir. 
Bununla beraber yaşanan 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim uygulaması eğitimle ilgili herhangi bir iyileştirme çabası veya eğitimle ilgili bir kaygı neticesinde  uygulamaya konulmamıştır. Bu uygulama her zaman olduğu gibi Türk siyasetine 
egemen dayatmacı ve totaliter karar alıcıların, toplumdaki siyasi değişmelerin, 
farklılaşmaların, yeni talep ve yönelişlerin önünü kesmeye yönelik bir proje olduğunu ve 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin amacının siyasi temelli olduğu ve topluma mal edilemeyen ideoloji ve değerlerin devlet eliyle yaşatılmak istenmesi çabası şeklinde yorumlamıştır (Dursun, s.1999, s.222-230). 

28 Şubat 1997’de MGK’da zorunlu eğitim-öğretim süresinin 8 yıla çıkarılması 
yönünde görüş belirtilmesinin teknik bir konu olmasına rağmen, kendisine yüklenen farklı anlamlardan dolayı konu siyasal bir olay haline gelmiştir. Bu dönemde 8 yıllık zorunlu eğitim fikrine karşı çıkanların da, uygulamaya destek olanların da aslında nesillerin nitelikli yetişmeleri kaygısından ziyade, kendi ideolojilerine göre eğitim sisteminin nasıl şekilleneceğinin kavgasını verdiklerini, ağacı yaşken kendilerine göre eğmek istediklerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bu bağlamda eğitimin devletin tekelinde olmasına karşı çıkmakla beraber 8 yıllık eğitimle öğrencilerin devletin resmi ideolojisine daha çok maruz kalarak entelektüel bir kişilik geliştiremeyecekleri öngörüsünde bulunmuştur (Erdoğan, 1999, s.55-59). 
28 Şubat sürecinde post-modern darbeyi yapanlar tarafından 8 yıllık zorunlu 
kesintisiz eğitimin olmazsa olmaz hedef haline getirildiği ve bu hedefin gerçekleşmesi adına dönemin Refah-Yol Hükümeti’nin yıkılmasının sebebinin Türkiye’nin eğitim ile ilgili ihtiyaçlarının gözetilmesinin olmadığı; bu adımın altında yatan temel sebebin ideolojik tahrikler neticesinde laikçi-sekülarist çevrelerde gelişen din sendromu olduğunu dile getirmiştir. Dönemin hükümet ortağı olan RP’nin oylarını artırmasını İmam-Hatip Okulları, İlahiyat Fakülteleri ve Kur’an Kursu mezunlarının sayısal olarak artmasına bağladığına dair iddiaların bu tür eğitim kurumlarının karşısında duran laikçi-sekülarist çevrelerde din eğitimi sendromunu meydana getirdiğini bu dönemde 2005 yılında RP tabanının desteklediği siyasal partinin %65 oyla tek başına iktidara geleceğine dair hesaplamaların yapılması da bu eğitim kurumlarının önünün kesilmesine yönelik 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçiş sürecini hızlandırmıştır. 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin ana amacı İmam-Hatip Okulları’nın ve Kur’an Kursları’nın budanmasıdır. 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim yasasının uygulanmasının 
hemen akabinde İmam-Hatip Okulları’nın orta kısımlarının kapandığını, Kur’an 
Kurslarına zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasından dolayı öğrenci alınamaz hale 
gelindiğini ve YÖK tarafından İmam-Hatip Okulu mezunlarının devam edebilecekleri yükseköğrenim alanların sınırlandırılması neticesinde 1997-1998 eğitim öğretim senesinde İmam-Hatip okullarının öğrenci kayıtlarının yarı yarıya düştüğünü ifade etmektedir (Kocabaş, 1999, s.178-179). 
1997 yılında, 2005 yılına dair seçim sonuçları üzerinden iktidar sahiplerinin 
düşünce üretmeleri her ne kadar normal kabul edilebilse de, üretilen düşüncelerin hayata geçirilmesinde eğitimin en önemli bileşen olarak ele alınması dikkat çekicidir. 1997 yılında Türkiye’de iktidarda bulunan hükümetin bir ortağının (Refah Partisi) seçim başarısını bazı eğitim kurumlarına bağladığı doğru kabul edilerek ilgili partinin eğitimi siyasetin malzemesi haline getirmesi gibi bir durum ne kadar kabul edilemezse, yine eğitim kurumları üzerinde, insan merkezli düşünceden uzaklaşılarak, sırf iktidar hesaplarına binaen bazı tasarruflarda bulunulması o kadar kabul edilemez. Bu süreçte istemediği halde devletin yasal zorunluluk olarak bireylerin önüne koyduğu ve evrensel insan hakları bakımından da izahı güç yasaklar neticesinde bireylerin yaşadıkları psikolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel çıkmazların Türkiye’ye ve Türkiye’de yaşayan insanlara zarar verdiği ise tartışılan konular arasında yerini almıştır (Şimşek, 2012, s.183). 

5.1.6.2. Zorunlu eğitimin tanımı, amacı ve nedenleri 

Zorunlu Eğitim; “Milli Eğitim Temel Kanunda ve Anayasada tüm vatandaşlara bir hak olarak verilen ilköğretimin, bireylerin kendi isteğine, keyfiyetine bırakılmaksızın herkesin kullanması gereken zorunlu bir haktır şeklinde ifade edilmiş ve bireyin bunu kullanma ve kullanmama hakkı sınırlı tutulmuştur. Bu bakımdan eğitim, özellikle ilköğretim bir hak olmaktan çok, bir zorunluluktur” (Kıran, 2000, s.1) şeklinde ifade edilimiştir. 

Zorunlu Eğitim, bireyin belli bir yaşa geldiğinde eğitime başlamasını zorunlu kılan bir kavram olmasının yanında devletin vatandaşı yükümlü kıldığı, vatandaşın da bu ödevi yerine getirme yükümlülüğü olduğu bir eğitim sistemini ifade etmektedir. Temel eğitimin zorunlu eğitimden farkı ise, zamanının ve sabit bir mekânın olmamasıdır. Yani, temel eğitim kavramı zorunlu eğitimden daha 
kapsamlı bir niteliğe sahiptir (Öztürk, 2001, s.89). Temel Eğitim, “Her yurttaşa yaşamında karşılaştığı ve karşılaşacağı kişisel ve toplumsal sorunları çözmede; toplumun değerlerine, düzenlemelerine uyum sağlamada; üretken ve tutumlu olmada temel yeterlilikleri, alışkanlıkları kazandıran bir eğitim türüdür. Temel eğitim; ülkelerin daha ileri eğitim ve öğretim düzeylerini ve türlerini, sistemlerini bir biçimde oluşturacakları, yaşam boyu sürecek bir öğrenmenin ve insan 
gelişiminin temelini teşkil etmektedir” (Kol, 2003, s.9). 

Zorunlu Eğitim, temel eğitim, ilköğretim, 8 yıllık okul adı verilen 7-14 yaş grubunda ki çocukların devam etmeleri gereken ilköğretim okullarında 
yapılan eğitimi ifade etmektedir (Taymaz,1993, s.59). 
“Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim”, 16.08.1997 tarihinde yürürlüğe giren 
4306 sayılı kanun kapsamında Türkiye’de uygulanmaya başlanan temel eğitim 
modelinin adıdır ve 6-14 yaş arasındaki öğrencilerin eğitim ve öğrenim sürecini 
kapsamaktadır. “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kavramında yer alan “sekiz yıl”-“kesintisiz” ve “zorunlu” sözcüklerinin Cumhuriyet öncesi dönemden günümüze eğitim alanındaki gelişmeleri ve eğitim politikalarını izlemeye imkân veren bir hikâyesi vardır. Bu hikâye, salt eğitim politikalarının gelişimi ile sınırlı değildir, aynı zamanda ulusal ve uluslararası ölçekte toplumsal, sosyal ve ekonomik gelişmeleri de kapsamaktadır. 

Zorunlu Eğitim; “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kavramında, her 
öğrencinin sekiz yıl eğitim almaya mecbur olduğu “zorunlu” sözcüğü ile ifade 
edilmiştir ve bu yeni bir olgu değildir, aksine 19.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanır. II. Mahmut Dönemi’nde 1824 yılında yayınlanan bir ferman ile zorunlu 
ilköğretim kavramı dile getirilmiş, kaç yıl olduğu kesin olarak belirtilmese de 
çocukların ergenlik çağına kadar eğitim almalarının zorunlu olduğu ve bu hükme 
uymayanların cezalandırılacağı bildirilmiştir 1876 Anayasası ile birlikte ilköğretimin 
“ Zorunlu ” hale getirilmesi yasallaşmıştır (Çınar, Çizmeci, Akdemir, 2007, s.190). 
Eğitimin amaçları toplumsal beklentileri karşılayacak şekilde düzenlenmelidir. 
Beş yıllık bir süreci ifade eden temel eğitim, zaman içerisinde toplumsal beklentileri karşılayamadığı için sekiz yıllık zorunlu kesintisiz eğitime geçmeyi zorunlu kılmıştır. 
Zorunlu eğitimin temelinde ise, eğitimi yaygınlaştırmak, eğitimin niteliğini yükseltmek, maliyeti azaltmak vb. nedenler etkili olmuştur (Baş, 2001, s.3). 
Zorunlu Eğitimin temel amacı; meslek becerisi kazandırmak, mesleki bilgi ve 
beceri öğretmek değil, mesleki yatkınlığı ortaya çıkarmak olmalı, seçimlilik dersler ve ders dışı etkinlikler bu anlayışla düzenlenmelidir (Baş, 2001, s.20). Sekiz yıllık zorunlu eğitim sistemi, beş yıllık eğitim sisteminin yetersiz kalması ve beklentilere cevap vermemesinden dolayı ortaya çıkan bir eğitim sistemidir. Bütün bu gelişmeler ile beraber eğitim ve öğretim faaliyetleri devlet gözetim ve denetimi altına alınmış olmakla beraber; Anayasanın 42. Maddesinde: “Kimse eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılamaz” şeklinde ifade edilmiştir. Bu yasa ile beraber, eğitim hakkı devlet ve yasa güvencesi altına alınmıştır. Zorunlu eğitim ile beş yıl olan zorunlu eğitim süresi, sekiz yıla çıkmış; aynı zamanda, pansiyonlu ve yatılı ilköğretim olmak üzere üç türlü eğitim verilmeye başlanmıştır (Yabancı, 2004, s.17). 
Zorunlu Eğitim kavramı, bazı ülkelerde sadece ilköğretimi kapsarken, bazı 
ülkelerde ise ilköğretim ile sınırlı kalmayıp, orta öğretimi ve daha uzun bir zaman 
dilimini kapsamış olmakla beraber bu durum Türkiye’de ise ortalama sekiz yıl olarak ifade edilmiş ve gelişmiş ülkelerde ise bu süre 10-12 yılı bulmaktadır (Öztürk, 2001, s.17). 

Zorunlu Eğitimin amacı genel olarak; toplumsal refahı yükseltmek, eğitimde kaliteyi sağlamak, bireyin zihinsel, psikolojik sosyal ve ekonomik yönden ileri bir 
seviyeye yükseltmektir. Bununla beraber zorunlu eğitim sosyal açıdan şu gerekçelere dayandırılabilir; 
. Bireyin meslek kazanımını daha erken bir süre içerisinde sağlayıp kalifiyeli elemanlar yetiştirmek, 
. Bireyin sosyal uyumunu sağlamak ve toplum bilinç oluşturmak, 
. İlköğretim çağındaki çocuklara toplumsal rol ve görevlerin öğretilmesini sağlamak. Bu sayede farklı ortamlara giren çocukların uyum sorunun ortadan 
kaldırmak ve sosyalleşmesini sağlamak, 
. Zorunlu eğitimin ülke genelinde uygulanması ile devletin fırsat ve imkân eşitliğini sağlamasına bağlı olarak devlete olan güvenin artması. Bu sayede 
devletin itibarını artırmak, devlete karşı işlenen suçları engellemek ve azaltmak, 
. Türkiye’nin fiziki ve coğrafi şartlarından kaynaklanan gelir düzeyi ve eğitim düzeyleri arasındaki farkı en aza indirmek. Toplumda ki eşitsizliği kaldırıp 
toplumsal barışı sağlamak, 
. Küçük yaşta evlenmelerin önüne geçmek ve erken yaşta doğuma bağlı olarak oluşan, bebek ve anne ölümlerini en az seviyeye indirmek ve nüfusun kontrol 
altına alınmasını sağlamak. 
. Küçük yaşta çocuk işçiliğinin önüne geçmek, çocuklara gereğinden fazla sorumluluk verilmesini engellemek, 
. Çocuk suçluluğunu en az seviyeye indirmek, töre suçlarında çocukların suç işlemesini engellemek. Çocukların işlediği suçların önüne geçmek. Çocuk 
işçiliğinin ve zorla yaptırılan; dilencilik, mendil satma gibi kabul edilmeyen davranışların önüne geçmek. 
Zorunlu Eğitimin tanımı ve nedenleri yukarıdaki ifade edilmiş olmakla beraber özellikle “İlköğretim Kurumları Yönetmeliği” incelendiği zaman 
ilköğretimin amaçları, Türk Milli Eğitimin genel amaçları ve temel ilkeleri doğrultusunda baktığımızda; 
. Öğrencileri ilgi, istidat ve kabiliyetleri istikametinde yetiştirerek hayata ve üst öğrenim kurumlarına hazırlamak, 
. Öğrenciye, Atatürk ilkelerine ve inkılaplarına Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve demokrasinin ilkelerine uygun olarak haklarını kullanabilme, 
görevlerini yapabilme ve sorumluluklarını yüklenebilme bilincini kazandırmak, 
. Öğrencinin milli kültür değerlerini tanımasını, takdir etmesini, çevrede benimsemesini ve kazanmasını sağlamak. 
. Öğrenciyi toplum içindeki rollerini yapan, başkaları ile iyi ilişkiler kuran, iş birliği içinde çalışabilen, uyum sağlayabilen iyi ve mutlu bir vatandaş 
olarak yetiştirmek, 
. Bulundukları çevrede yapacakları eğitim, kültür ve sosyal etkinliklerde milli kültürün benimsenmesine ve yayılmasına yardımcı olmak, 
. Öğrenciye fert ve toplum meselelerini tanıma, çözüm arama alışkanlığı kazandırma, 
. Öğrenciye sağlıklı yaşamak, ailesinin ve toplumun sağlığı ile çevreyi korumak için gereken bilgi ve alışkanlıkları kazandırmak, 
. Öğrencinin el becerisi ile zihni çalışmasını birleştirerek çok yönlü çalışmasını sağlamak, 
. Öğrencilerin araç ve gereç kullanmasını sağlama yoluyla sistemli düşünmesini, çalışma alışkanlığı kazanmasını, estetik duyguların gelişmesini, 
hayal ve yaratıcılık gücünün artmasını sağlamak, 
. Öğrencinin mesleki ve ilgi yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlayarak gelecekteki mesleğini seçmesini kolaylaştırmak, 
. Öğrenciye üretici olarak geçimini sağlaması ve ekonomik kalkınmaya katkıda bulunması için bir mesleğin ön hazırlığını yaptıracak, mesleğe girişini 
kolaylaştıracak ve uyumunu sağlayacak davranışları kazandırmak (Yabancı, 2004, s.18-20). 

Yukarıda izah edilen açıklamalar ile beraber ilköğretim temel amacı bireyin sosyal yaşamında başarılı olmasını sağlamak, içinde bulunduğu topluma uyumunu 
sağlamakla beraber, kültürel yönden gelişmesini sağlamak, sosyal, psikolojik ve ekonomik olarak gelişmesini sağlayıp topluma sağlıklı bireyler kazandırmaktır. 

41. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 36

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 36


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, Tevhid-i Tedrisat Kanunu,



    5.1.4.2.4. XV. Milli Eğitim Şurası’nın sonuç ve uygulamaları: 

1. XV. Milli Eğitim Şûrası ile oluşturulmak istenen Türk Eğitim sistemi çağdaşlarından belki ileriydi ama geri değildi. Türkiye’nin eğitim yapısı için 
çağdaş çözümler üretmişti. Üstelik demokratik ve eğitimle ilgili kesimlerin, öğretmen sendikalarının katılımıyla kararlara ulaşılmıştı. 
   Şûrada alınan en önemli karar olan “8 yıllık temel eğitime geçilmesi” kararı 4306 sayılı yasa ile 1997’de uygulamaya konulmuş olması, XV. Milli Eğitim Şurası’nda hem alınan kararlar olarak hem de alınan kararların yaşama geçirilmesi bakımından en önemli başarısıydı. Öğrencilerden “eğitime katkı payı alınması” kararı dışında toplumun hemen hemen bütün kesimlerince alınan kararlar olumlu bulunuyordu. Yalnız, 8 yıllık temel eğitim kararı konusunda toplumun önemli bir bölümü uygulamanın 5 + 3 biçiminde olmasından yana idi. Karar ve uygulamanın kesintisiz 8 yıl olarak gerçekleşmesi toplumun bazı kesimlerince olumlu karşılanmadı. Yalnız, -diğer şûralarda olduğu gibi- önemli bir sorun vardı. Kararların alınıp alınmaması, şöyle ya da böyle alınmasının da üstünde olan sorun, uygulamada idi, yani alınan kararların uygulamaya aktarılmasında idi. 
2. Önceki Şûralarda da yer alan Milli Eğitim Akademisi’nin kurulması kararı yine XV. Milli Eğitim Şurasında ’da karardan uygulamaya geçememiştir. 
3. Yeni Milli Eğitim Personel Kanunu, Öğretmen Personel Kanunu çıkarılmamıştır. 
4. Yukarıda ifade edilen olumsuz çıkarımlarının yanında, Şura süreci bakımından olumlu yönde kararların alındığında göz ardı edilmemelidir. Bu çıkarımlarda, 
dönemin Milli Eğitim Bakanı Turhan Tayan’ın şûra açılış konuşmasındaki sözlerine baktığımızda; 

“Şûraya, Milli Eğitim Şûrası Yönetmeliği gereğince, TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı ve üyeleri, Milli Eğitim eski bakanları, Müsteşarları, Talim ve 
Terbiye Kurulu eski başkanları, her bölgeden seçilmiş vali, il ve ilçe belediye başkanı, il ve ilçe belediye encümeni üyeleri, muhtarlar, milli eğitim müdürleri, ilköğretim müfettişleri, okul yönetici ve öğretmenleri, YÖK Başkanı ve vekilleri, çeşitli üniversiteden bilim adamları, olan uzmanları, Bakanlığımız üst düzey yöneticileri ve Bakanlık müfettişleri, diğer bakanlıkların, sendikaların, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcileri katılmaktadır. Bu ifadelere göre toplanan Milli Eğitim Şûrasına 1000’e yakın üye ve gözlemci (müşahit) katılmaktadır. 
Bu şûra, toplumumuzun barış ve hoşgörü anlayış ve duygularının yansıtılacağı, eğitimdeki ihtiyaç ve beklentilerin dile getirileceği, görüş, öneri ve çözümlerin sunulacağı bir demokrasi platformu olacaktır.” Yine burada göz ardı edilemeyecek bir olgu, olumsuz, bir olgu olarak, ya da çelişki olarak şu söylenebilir. Yukarıda geçen demokratik platform ’un ne kadar demokratik yöntemle seçilip şûraya katıldığı ile ilgilidir. Şûraya seçilen Milli Eğitim Bakanlığı yönetici ve diğer personeli kendi meslek gurubu ya da öğretmen ve diğer eğitim çalışanlarının seçimi ile değil, bakanlığın kendi seçimi, kendi tasarrufu ile olmasıdır. 
5. Anadolu öğretmen liselerinin bünyesindeki döner sermaye işletmelerinin kaldırılması hakkında şûranın aldığı karar öğretmen okullarının geleneksel 
yapısından uzaklaşmasını sağlamak çabası olarak değerlendirilebilir. Bu değerlendirmenin bir başka yönü de; uygulamada, döner sermayelerin çoğu 
yıllardır zarar etmekte ve bu yönüyle de eğitim sistemine yük olmaktaydı. 
6. Şûra kararlarından genel ve mesleki liselerin bünyesinde bulunan ortaokulların ayrılması ve şûranın yapıldığı yılı izleyen yıl, 16.08.1997 tarihli ve 4306 sayılı 
yasanın yürürlüğe girmesi ile uygulamada ki yerini aldı. 
7. Şûra kararlarından; ilke olarak alanında yetişmemiş olan üniversite mezunları, ilköğretim okullarına (sınıf veya dal öğretmeni olarak) atanmamalıdır, kararına 
karşın, diğer kararlarda bu ilkeye aykırı, hatta tam tersi kararlar vardır. 
Yukarıdaki ilkenin yer aldığı paragraf “ancak” diyerek devam etmekte ve yukarıdaki ilkeyi etkisizleştirmektedir. Şöyle ki; “Ancak; son yıllarda MEB’de ki 
sınıf öğretmeni açığının çok büyük olması ve bunun gelecek birkaç yıl içinde daha da artmasının beklenmesi nedeniyle; Eğitim Fakültelerinin farklı bölümlerinden mezun olanların istihdamını mümkün kılmak üzere sınıf öğretmenliği alanında en az bir yıl süreli “Öğretmenlik Meslek Eğitimi Programları düzenlenmelidir” demektedir. 
Bu şekilde çözüm yerine, “sınıf öğretmenliği” ile ilgili kontenjanların daha önceden planlanarak kontenjanlarını artırılması kararı verilerek ve bu karar uygulanarak 
daha sağlıklı çözüme gidilebilirdi. 
8. Yine bu çelişkili kararlarla beraber kendi içinde 7. Maddedeki çelişkiyi taşıyan bir karar ise; “Öğretmenin vekili olmaz” ilkesinden hareketle, vekil öğretmen 
kadroları kaldırılmalıdır. Böylece, eğitim-öğretimin asil öğretmenler tarafından verilmesi sağlanmalıdır. Raporlu ve asker öğretmenlerin yerine 3/2 maaşla 
görevlendirilenler olabilir. Ancak bunların da yüksek öğrenimli olmasına titizlik gösterilmeli, sözleşmeli olmaları sağlanmalıdır. 
9. Bu Şûrada yönlendirmeye önem verilmesine ve bakanlığın bu yöndeki çabalarına karşın uygulamada kendini hissettirememiştir. Etkin bir yönlendirme 
sistemi kurulamamıştır. 
10. Daha ilk adımında eğitimde niteliği düşürmeye getirecek bir karar ve daha da olumsuz yanı bu kararın uygulamada yerini almış olmasıdır: 

Yüksek öğretimde kapasiteyi artırmak için; 

. İhtiyaç duyulan alanlarda ikinci öğretim teşvik edilmelidir. 
. Çok kampüslü büyük üniversitelerin daha küçük üniversitelere bölünmesi ve bölünen üniversitelere de yeni birimler eklenerek kapasite artırımına 
gidilmelidir. 
. Gelişmekte olan üniversitelere daha fazla olanak verilerek kapasite artırımı sağlanmalıdır. 
Yukarıdaki üç maddenin hepsinde görülen olgu nitelikten ödün verilerek nice gelişme sağlamayı amaçlamaktadır. 
11. Eğitim sisteminin finansmanı konusunda alınan; siyasal erk kamu kaynaklarının tahsisinde eğitime öncelik verilmelidir, yatırım programlarının uygulanmasında politik etkiler kaldırılmalıdır, kaynakların yerinde kullanılması açısından eğitimde yerel yapılanmaya geçilmeli, yönetici, öğretmen, öğrenci, veli, sendika ve meslek kuruluşlarının eğitim yönetimlerine katılmaları sağlanmalıdır. Ancak bu kararlarından hiç biri uygulamaya konamamıştır. 
12. Şûrada eğitime kaynak sağlama çabasında, sağlanacak kaynak dağınıklık ve çok fazla çeşitlilik göze çarpmaktadır. Karmaşayı getireceği gözlenmektedir. 
Eğitime finansman sağlanmak istenirse ülkenin başka bir alanda yapılanması için aktarılan kaynaklara da göz dikildiği ve böyle olunca da karmaşaya, 
kurumlar arasında gerginliğe yol açacağı ve daha baştan uygulanmayacağı kestirilebilir. Örnek; THK’nin (Türk Hava Kurumu) gelirinin bir bölümünün 
MEB’e aktarılması, KOSGEB gelirlerinin en az % 5’inin MEB’e aktarılması. 
13. MEB’e kaynak bulmak için yapılan bu çabalara karşın bir taraftan da eldeki mevcut kaynakların özel okullara teşvik niteliğinde sübvanse edilmesini ve özel 
okulların öğrenci başına harcamalarının (kamu okullarında birim öğrenci başına harcanan) % 50 sini aktarmasını getiriyordu ve bakanlık kendi 
finansmanı için aldığı kararları uygulamazken, kendi okullarına kaynak aktarmazken (İlköğretim Okullarına MEB hiç ödenek ayırmamakta, ortaöğretim 
kurumlarına ise ihtiyaçlarının yarısı kadar bile ödenek ayırmamaktadır. Bu durum 21. yüzyıla girdiğimiz 2000 yılında da aynıdır), kendinize bağlı okullar 
kaynak yokluğundan bocalarken, eğitimin niteliğini düşürürken -anlaşılmaz bir anlayışla- özel okullara kaynak aktarılması kararını alıyor ve uygulamaya da 
hemen geçiyordu. Bu durum, doğadaki, toplumdaki her organizmanın genel işleyiş, yaşama, varlığını sürdürme ilkelerine ters bir tutumdu. 
14. Eğitime yapılan bağışların vergi matrahından düşülmesi kararı uygulamaya konulamadı. 
15. Kararlardan, “Açık Öğretim Lisesi ve Açık Yükseköğretim etkinleştirilip yaygınlaştırılacak” kararları uygulandığı gibi bir adım daha atılarak Açık 
İlköğretim uygulamasına ve Açık Öğretim Lisesi bünyesinde Mesleki Açık Öğretim uygulamasına da geçildi. 
16. Yerel yönetimlere yetki verilmesi ve kaynakların yerel olarak kullanılmasını destekleyen; 222 sayılı kanunun daha önce iptal edilen 76-C maddesi yeniden 
konularak, Belediye gelirlerinin % 5 i (ile) emlak vergisi ile çevre ve temizlik vergisinden pay ayrılmalıdır kararı uygulanamadı. 
17. Milli Eğitim sistemindeki sorunların büyük bölümünü çözecek güce sahip olabilecek ve hiç uygulanamayan ve yakın gelecekte de uygulanması 
beklenmeyen karar şöyledir: “Kamu eğitim bütçesinin konsolide bütçe içindeki payı en az % 20, GSMH içindeki payı en az % 8 düzeyine yükseltilmelidir. 
18. Bu Şûrada yeni bir yapılanma olarak her ilde ön komisyon raporları hazırlandı. Sonra bu raporlar 13 il merkezinde birleştirilerek 13 bölge raporu halinde Şûra 
Sekreterliğine sunuldu. Katılımcılık ve sinerji açısından uygulama şûra için olumlu bir adım olmuştur. (Bu konuda ilk uygulama Dokuzuncu Şûrada 
gerçekleşmiş, fakat sürekliliği sağlanamamıştı.) (Deniz, 2001, s.92-95). 

5.1.4.3. Bilgi, eğitim ve iktidar ilişkisi üzerine genel bir değerlendirme 

“Siyasetin tamamı devlet olmasa da, devlet etkinliğinin tamamı siyasettir.” 
Bir ülkenin kalkınmasında eğitimin ne denli önemli olduğu tartışılmaz bir 
gerçekliktir. Halkın eğitim seviyesi, o ülkenin gelişmişlik düzeyiyle paralellik gösterir. 
Bu nedenle ülkede kalkınma hamlesinin istenilen hızda gerçekleşebilmesi için öncelikle eğitilmiş ve eğitimin önemine inanmış yurttaş sayısını artırmak gerekir. Çünkü eğitim seviyesi yüksek olan toplumlarda daha istikrarlı ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir gelişme görülür. Sadece gücü elinde bulunduranların değil, tüm vatandaşların daha iyi bir yaşam sürdüğü, eşitlikçi, özgürlükçü bir çoğulcu demokrasi anlayışının daha iyi yerleştiği, insanlara daha fazla hak ve özgürlüklerin tanındığı, barış ve huzur ortamının sağlandığı, refah düzeyi daha yüksek bir toplum söz konusudur (Tok, 2012, s.280). 
Bilgi, düşünsel düzeyde girdi ve çıktı olma özelliğine sahip olan anlamlı bir 
birikim olarak tanımlanabilir. Bilgi ile doğrudan bağlantılı bir süreç olarak 
gerçekleştirilen eğitim ise, sistemli veya sistemsiz olarak muhataplarında gözlenebilir düşünce ve eylem farklılıklarının temelini oluşturan ve altyapılarını kuran bilgi hareketliliğidir (Şimşek, 2012, s.1). Bilgi anlamlı birikim olarak tanımlanabilirken eğitim ise sistemli veya sistemsiz olarak gerçekleşen bilgi hareketliliğidir. Bilgi sahiplerinin doğrudan elde ettiği iktidar kavramı ise, bilgiyi ve eğitimi kendi duygu ve düşüncelerine göre şekillendiren, bilgi ve eğitim kavramları üzerinde doğrudan etki ve müdahalesi olan bir alanı ifade etmektedir. Bilginin anlamlı birikim olarak ilerlemesi ve eğitim ile çok yakından ilişkisi olması ve bunun yanında bilgi hareketliliğinin eğitime yansıması doğrudan eğitim-iktidar ilişkisinin boyutlarını ortaya çıkarması açısından oldukça önemlidir. 
Eğitim, devletin varlığını, gücünü ve temel ilkelerini topluma kabul ettirebilmek 
için kullandığı en önemli ideolojik araçlardan birisidir. Devlet, toplumsal düzenlemeyi belirlediği ideolojik amaçlar ve ilkeler çerçevesinde yeniden kurmak için eğitimi kullanmaktadır (Çetin, 2001, s.206). 

Devlet, elinde bulundurduğu tüm imkânlarla topluma, kendi ideolojik ilkelerini 
öğreten, toplumu bu ilkelere göre terbiye eden bir kurumu temsil etmektedir. Eğitim aracılığıyla devlet, tüm halkın düşünce ve değer yargılarının bir “eritme potası” içinde kaynaştırılıp bütünleştirilmesini gerçekleştirme amacına yönelmiştir (Black, 1989, s.114). 

Eğitim ile siyasal sistem arasında sıkı bir etkileşim vardır. Eğitim; devletin 
varlığını, gücünü ve temel ilkelerini topluma kabul ettirebilmek için kullandığı önemli ideolojik araçlardan biridir. Devlet, toplumsal düzenlemeyi, belirlediği ideolojik amaçlar ve ilkeler çerçevesinde yeniden kurmak için eğitim sistemini ve eğitim kurumlarını kullanır. Bir yandan toplumun ve bireylerin eğitim alanındaki 
gereksinimlerini karşılarken, diğer taraftan devletin ve ideolojik sistemin geleceğini güvence altına alacak uygun biçimde eğitilmiş bireyleri, grupları yetiştirir (Tok, 2012, s.280). 

Türkiye’de iktidarda bulunan siyasal partiler, parti programlarında belirttikleri 
eğitim siyasalarını MEB aracılığı ile ülke genelinde hayata geçirirler. Eğitim sistemi 
üzerinde bütün bunları gerçekleştirebilmek için öncelikle gerekli yasal düzenlemeler yapılır, sonrasında gerekli alt yapılar istenilen amaca uygun hale getirilir (Tok, 2012, s.281). 

Devlet, eğitim kurumları aracılığıyla tüm toplumu kendi ideolojik ilkeleri 
doğrultusunda kodlamakta, eğitmekte ve kendi ideolojik formlarından kaynaklanan sembolleri, simgeleri ve dili topluma yaymaktadır. Eğitim, bir toplumsal ve siyasal kontrol mekanizması olarak modern devletle beraber çok yoğun ve etkin bir alana hâkim olmuştur. Modern devletin öngördüğü egemenlik, ulus yaratma ve merkezi güçlü iktidar ilkeleri eğitimi bu ilkelerin gerçekleştirme alanı olarak görmüştür. Bu yüzden eğitim; siyasal ve toplumsal kabulün, statülerin, kişilik gelişiminin ve birey olmanın bir yolu olarak siyasal iktidarlar tarafından toplumsal alana dayatılan zorunlulukların başında gelmektedir. 
Eğitimin gücü, bilgi ve bilim tekelinin siyasal iktidar tarafından üretilip 
kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bilgi ve bilim üretme tekelinin siyasal iktidarın kontrolünde olması, toplumu bu güce bağlı ve bağımlı kılmaktadır. Toplumsal itaatin siyasal iktidara bağlı ve bağımlı olma derecesi, ona muhtaç olma derecesi ne kadar artarsa siyasal iktidarın meşruluğu da o kadar artacaktır. 

Eğitim ve dolayısıyla bilgi işte bu bağımlılığın en güçlü alanlarından biri olarak siyasal iktidarın meşruiyetine hizmet eden araçların başında gelmektedir (Çetin, 2001, s.207-208). 

Modern dönemde eğitimin bireysel ve toplumsal süreç içerisindeki öneminin 
artması sonucunda, bilgi ve eğitimle ilgili değerlendirmeler de çeşitlilik arz ederek 
süreklilik kazanmıştır. Bilgi ve eğitim hep birlikte bir süreklilik kazanarak gelişme 
göstermiş olmakla beraber, aralarındaki bu ilişki sarmalı günümüz modern toplumların ve sanayi devrimlerinin de temellerini oluşturmuştur. Bununla beraber modern ve gelişmiş toplumlarda bireyler eğitimlerine daha çok önem vermesinin yanında devletin ise eğitim alanında yapmış olduğu yatırımların her geçen gün arttığı bilinmektedir. 

Bireylerin kendi eğitimlerine özen göstermesinin yanında, devletin eğitime olan 
yatırımları ve eğitim politikalarına doğrudan müdahale etmesi ise oldukça anlamlı ve üzerinde düşünülmeye değer konular arasındadır. 
Bir iktidar sahibi olarak devletlerin, tarihsel süreç içerisinde eğitimle ilişkilerinin 
hep aynı nicelik ve niteliğe sahip olmadığı görülmektedir (Şimşek, 2012, s.2). Bu 
anlamda özellikle 18.yüzyıl sonlarında, 19.ve 20.yüzyıllar içerisinde yeni devletlerin ve toplumların ortaya çıkması ile yeni bir dünya görüşün oluşması, yeni felsefi akımlar ve toplumsal olayların başlaması, yeni bir nesil ve modern bir oluşumun başlaması gibi gelişmeler ister istemez bilgi ve eğitim kavramlarını da etkisi altına almıştır. Bütün bu yaşanan gelişmeler ile beraber; idari ve yönetim yapısında da büyük değişiklikler meydana gelmiş, monarşilerin halkın cahil bırakılarak yönetilmesi esasına dayalı eğitim politikalarının yerine “milli, kitlesel” ve devletin denetimindeki okullar aracılığıyla yürütülen “resmi eğitim anlayışı” egemen olmuştur. “Modern yönetim biçimi, toplumsal hiyerarşide yer edinmenin vasıtasının eğitim olduğu paradigmasını yücelterek milli ve kitlesel bir eğitimin gerekli olduğunu ifade etmiştir” (Toku, 1996, s.26-27). Yeni toplumlar ve devletlerin oluşmaya başlaması, yeni yönetim biçimlerini meydana getirmiş, modern devlet yönetimlerinin oluşmasını sağlamış bütün bu yaşanan  gelişmelerinin temelinde ise bilgi ve eğitim kavramlarına verilen önemin her geçen gün arttığı ve resmi eğitim politikalarının yürürlüğe konulmasının etkisi olduğu 
bilinmektedir. 

Yeni toplumların ve devletlerin ortaya çıkması sürecinde, Avrupa’da bilim, 
sanayi, teknoloji, eğitim, sanat, kültür ve din alanında yaşanan önemli gelişmelerin meydana gelmesi bunun sonucunda Reform ve Rönesans hareketlerinin ortaya çıkması sonucunda yeni bir dünya görüşünün yanında, siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerinin artmasının yanında yeni bir dönemi de beraberinde getirmiştir. Bu yeni dönem “modern” kelimesiyle ifade edilmiştir. 

Bu yeni dönemde hâkim olan modernizmin, meşruiyetini sağlama adına bir takım kurumların meydana getirildiği bilinmektedir. Bu kurumlar içerisinde modern eğitim kurumları en önemli yeri işgal etmiştir. Eğitim sistemi ve kurumları yeni oluşan yaşam algısı ve tarzının sağlamlaşması ve devamı adına en temel yardımcı faktör olarak görüldüğünden devletler önceki zamanlarda hiç olmadığı kadar bu dönemde eğitim kurumları ile ilgilenmişlerdir (Gündüz, Doğan, 2011, s. 20). 

Avrupa’da 15. yüzyıldan itibaren bu gelişmeler yaşanırken, Avrupa ile paralel 
bir şekilde olmasa da, Osmanlı Devleti’nde de klasik dönemden ayrılan uygulamalar göze çarpar. Avrupa’daki gelişmeleri takip etme ve uygulama konusunda geç kalındığı iddia edilse de, Osmanlı Devleti de zamanın ruhuna uygun olarak eğitim konusunda özellikle Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra, önceki dönemlerden farklı tutumlar geliştirmiştir. 
18 ve 19. yüzyılda Batı’nın ekonomik ve mekanik üstünlüğe bağlı olarak, 
Osmanlı Devleti’nde de gelişmenin ve ilerlemenin sağlanması noktasında Batılılaşma ideali benimsenmiştir. Bu ideale ulaşma adına idari, toplumsal ve ekonomik hareketlilikler yaşanmıştır. Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma ideali yönündeki değişim bu zaman dilimleri ile sınırlı kalmamış ve 20. yüzyılda da devam etmiştir. 20. yüzyılda, devletlerin niteliksel dönüşümü ve ulus devlet yapısının idari yapılarda yaygınlaşmasının neticesinde insanların iktisadi yaşantılarından eğitim ile ilgili aktivitelerine kadar birçok alanda köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Aslında dönemin koşulları gereği bir süreç içerisinde gerçekleşmesi beklenen ulus devlet olma aşaması, birçok devlet tarafından halkın biçimlendirilmesi yoluyla bir ulus meydana getirilmesi şeklinde oluşturulmaya çalışılmıştır. Türkiye’de de Cumhuriyet’in ilanından sonra ulus devlet olma amacını gerçekleştirmek için ve dünya konjektürüne bağlı olarak Osmanlı Devleti’nin hemen hemen bütün izleri silinmeye çalışılmıştır. Ayrıca kültürel hayatın içindeki birçok pratik uygulamanın yok sayılması beklenmiş ve 20. yüzyıl itibariyle, teknolojik ve ekonomik olarak ileri bir seviyeyi yakalamış olan Batı’nın tüm 
standartları yakalanmaya çalışılmış; milli bir ülkü olarak Batılılaşma hedeflenmiş tir. Bu süreçte birçok kurumda, zor kullanma söz konusu olsa bile, değişme, eskiyi terk etme ve Batı’nın kurum ve değerlerinin ülke insanı tarafından benimsenilmesi amaçlanmıştır. 

Bu amaçların gerçekleşmesinin sağlanması adına yürütülen çalışmalardan, diğer 
toplumsal kurumlar kadar, eğitim kurumu da kendi payına düşeni almıştır (Şimşek, 2012, s.2-4). 

Özellikle Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadelenin başarı ile sonuçlanmasının 
ardından ulus devleti olma yolunda önemli adımlar atılmış, yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmış Cumhuriyet ilan edilmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise her alanda yapılan inkılaplar ve köklü değişimler ister istemez sancılı olmuş bir kısım sorunlarında ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu sorunların çoğu günümüze kadar uzanmakla beraber Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi bugün de hala tartışılmakta ve çözüm yolu aranmaktadır. Cumhuriyet’in ilanından sonra her alanda köklü değişiklikler ve yeniliklerin yapılmaya başlanması ile beraber eğitim alanında da köklü değişimler meydana gelmiştir. Özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra Tekke, Zaviye ve Medreselerin kapatılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim-öğretimim alanında birliğin sağlanması, Harf Devrimi ile Latin Harflerinin kabul edilmesi, Halk Evleri’nin açılması ve Köy Enstitüleri’nin de içinde bulunduğu eğitim alanındaki 
uygulamalar Cumhuriyet’in ilk yıllarında ki eğitim politikalarını şekillendirmiş olmakla beraber yeni kurulan ulus devletinin de her alanda olduğu gibi eğitim alanında da ilerlemesini sağlamıştır. 


37. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 35

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 35


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, Tevhid-i Tedrisat Kanunu,


5.1.4.2. XV. Milli Eğitim Şurası (1996) 

XV. Milli Eğitim Şurası, gündemdeki konuları görüşmek üzere 13-17 Mayıs 1996 
tarihleri arasında Milli Eğitim Bakanı Turhan Tayan başkanlığında Ankara’da toplanmıştır. 

5.1.4.2.1. XV. Milli Eğitim Şurası’nın toplanma amacı: 

1. 2000’li yıllarda Türk Milli Eğitim sisteminin hedef, ilke ve politikalarını 
belirlemek, özellikle yönlendirme ve yeniden yapılanmayı tartışmak, yeni 
yüzyılın gereklerine uygun, çağdaş eğitim sistemi kurabilmek, 
2. Bütün toplumu sürekli olarak öğrenen, kendini yenileyen, değişen koşullara 
uygun bilgi ve beceri kazanabilen bir yapıya kavuşturmak, 
3. İlköğretimde 8 yıllık zorunlu temel eğitime geçmek, 
4. Ortaöğretimi yükseköğretim önüne öğrenci yığan bir basamak olmaktan 
kurtarıp bu basamakta, ağırlıklı olarak mesleki ve teknik beceri kazandırmak, 
5. Yükseköğretime geçişte, sadece Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) ve Öğrenci 
Yerleştirme Sınavında (ÖYS) aldığı sonuca göre değil, bununla birlikte okul 
eğitiminde gösterdiği başarı ve sonucu da değerlendirmek, 
6. Örgün ve yaygın eğitim programları arasında geçiş ve tamamlama ilkesine 
dayalı, yılın her günü ve her saati hizmet verecek okul yapısı oluşturmak, 
7. Eğitimin Parasal sorunlarını çözmek için yeni ve sürekli kaynaklar sağlamak, 
8. Ortaöğretim ve yükseköğretimde katkı payı uygulamasını, Yedinci Beş Yıllık 
Kalkınma Planında da öngörüldüğü gibi kurumsallaştırmak, ancak; maddi 
durumları yetersiz öğrenciler için burs ve kredi uygulamalarını yaygınlaştırmak. 

5.1.4.2.2. XV. Milli Eğitim Şurası gündemi: 

1. İlköğretim ve Yönlendirme 
a. İlköğretim 
b. İlköğretimde Yönlendirme 
2. Ortaöğretimde Yeniden Yapılandırma 
a. Ortaöğretimde Yapılanma 
b. Ortaöğretimde Yönlendirme 
c. Ortaöğretimde Meslek kazanma 
3. Yüksek Öğretime Geçisin Yeniden Düzenlenmesi 
4. Toplumun Eğitim ihtiyacının Sürekli karşılanması 
5. Eğitim sisteminin Finansmanı 

Dönemin Millî Eğitim Bakanı: Turhan Tayan 
Şura Genel Sekreterliği: Nazım İrfan Tanrıkulu, Güngör Kılınç, Hayri Terzioğlu, 
Necmettin Ertürk (MEB XV. Milli Eğitim Şurası, 1996, s.49). 

5.1.4.2.3. XV. Milli Eğitim Şurası’nda alınan kararlar:

1. Temel eğitim kavramı yerine “İlköğretim” kavramı kullanılmalıdır ve yakın bir 
gelecekte 5-6 yaş okulöncesi eğitim, ilköğretim bünyesine alınmalı, ilköğretim 
kesintisiz 8 yıllık zorunlu eğitim olarak uygulanmalı, 8 yıl sonunda tek tip 
diploma verilmeli, 9. sınıf liseye ya da mesleki eğitime yönlendirme yılı olmalı, 
böylece ilköğretimde zorunlu 2+8+1 sistemi oluşturulmalıdır. Çocukluğun tam 
yaşandığı, çocukların kendilerini, ailelerin de çocuklarını tanıdığı bu dönemde 
bulunanlar çırak yapılmamalıdır. Uzun vadede zorunlu eğitim 18 yaşını 
kapsayacak şekilde düzenlenmelidir. 
2. Yoğun göç alan illerde eğitim yatırımlarına öncelik verilerek derslik ihtiyacı karşılanmalıdır. 
3. Bahçe, salon, sahne, işlik, kitaplık, laboratuvar, spor salonları ve yüzme havuzu gibi ek ünitelerle birlikte her okul, bulunduğu çevrenin de yararlanabileceği 
tesisler olarak düşünülmelidir. 
4. Çevredeki eğitim kapasitelerinden de yararlanılarak eğitim kaynakları verimli ve etkili kullanılmalıdır. 
5. Okul bina ve tesisleri tatil dönemlerinde ihtiyaçlar doğrultusunda gelir getirecek şekilde de değerlendirilmelidir. (Çay bahçesi, otopark vb.gibi). 
6. Küçük yerleşim birimlerindeki öğrencilerin 8 yıllık zorunlu ilköğretimden yararlanabilmeleri için taşımalı, YİBO (Yatılı İlköğretim Bölge Okulu) 
ve pansiyonlu okul sistemlerinden yararlanılmalıdır. 
7. “8 yıllık zorunlu ilköğretim uygulamasına geçilmeden önce ilköğretimin amaçları ve ders programları bütünlük ilkesine uygun olarak yeniden 
düzenlenmelidir. 
8. Her öğretmenin aynı zamanda bir Türkçe öğretmeni olduğu da dikkate alınarak, eğitimin her alanında ve her düzeyinde Türkçe’nin, doğru ve eksiksiz olarak 
öğretilmesi ve kullanılması sağlanmalıdır. 
9. Eğitime ayrılmış olan TRT ve uydu kanallarından ilköğretimde yararlanma yoluna gidilmelidir. 
10. 7.ve 8. sınıflarda seçmeli derslere işlerlik kazandırılmalıdır. Spor ve sanat eğitimine önem verilmeli, bu eğitime ders dışı etkinliklerle de ağırlık 
kazandırılmalıdır. 
11. Müzik, Resim, Beden Eğitimi ve Din kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin notla değerlendirilmesine devam edilmelidir. 
12. Eğitim-öğretim iş günü süresi artırılmalıdır. 
13. İlköğretim okullarının programlarında, meslekleri tanıtıcı bilgilere yer verilmelidir. Teknoloji ve tasarım konuları da bunların arasında yer almalıdır. 
14. Yeniden yapılanma VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda öngörüldüğü şekilde hızlandırılmalı, il düzeyinde eğitim planlamaları yapılmalıdır. 
15. Eğitim ortamında; sorumluluk paylaşmak, takım çalışması olan önderliği üstlenen, özeleştiri, kurumun eleştirisi, adaylık-seçim-oylama ile görev 
bölüşümü ve takibi gibi demokratik davranışları pekiştirici yaklaşım ve uygulamalar özendirilmeli. 
16. Bireyi tanıma ve yöneltmeye ilişkin rehberlik hizmetleri dördüncü sınıftan başlatılmakla birlikte, ilköğretimde gerçek yöneltme dokuzuncu sınıftan itibaren 
ele alınmalıdır. 
17. Her okulda bir rehberlik servisi kurmak ve uzman bulundurmak güç olabilir. Bu nedenle, rehberlik ve araştırma merkezlerinin sayısı çoğaltılmalı. 
18. Okul öncesinden itibaren ailenin eğitimi, önemli bir boyut olarak ele alınmalıdır. “Aile Katılım Programları” ve “Ana Baba Okulları” 
yaygınlaştırılmalıdır. 
19. Özel eğitim alnında gerekli alt yapı sağlanarak kaynaştırma, özel eğitim sınıfları vb. seçenekler düşünülmelidir. 
20. Öğretmenler, öğretmen üniversitelerinde yetiştirilmelidir. Öğretmen yetiştiren fakülteler, gelişmiş çevrelerde açılmalıdır. 
21. Öğretmenlik mesleği ekonomik ve sosyal yönden iyileştirilmelidir. Öğretmen adayları burs, kredi yurt ve benzeri özendirici tedbirlerle desteklenmelidir. 
Öğretmen olmak isteyen adaylar, öğretmenlik mesleğine uygun olanlar arasından titizlikle seçilmelidir. 
22. Üniversitelerde farklı branşlardaki yüksek öğretim mezunları için düzenlenen pedagojik formasyon kurslarına mutlaka son verilmelidir. 
23. İlke olarak alanda yetişmemiş olan üniversite mezunları, ilköğretim okullarına (sınıf ve dal öğretmeni olarak) atanmamalıdır. Ancak, son yıllarda Milli Eğitim 
Bakanlığındaki sınıf öğretmeni açığının çok büyük olması ve bunun gelecek birkaç yıl içinde daha da artmasının beklenmesi nedeniyle; Eğitim 
Fakültelerinin farklı bölümlerinden mezun olanların istihdamını mümkün kılmak üzere, sınıf öğretmenliği alanında en az bir yıl süreli “Öğretmenlik Meslek 
Eğitimi Programları” düzenlenmelidir. 
24. Anadolu Öğretmen ve Öğretmen Liseleri, Eğitim Fakültelerinin esas kaynağını oluşturmalıdır. 
25. İvedilikle “Öğretmen Personel Kanunu” çıkarılmalıdır. 
26. Değişik eğitim ve öğretim etkinlikleri, alandaki yenilikleri ve öğretmenlerin uygulamadaki görüş ve düşüncelerini yansıtan yayınlar yapılmalı, birim ve 
bireylere ulaştırılmalı. 
27. Okulların, standart kadroları her yıl mayıs ayı içinde gözden geçirilmeli, standart kadro dışı öğretmen atanmamalıdır. 
28. “Öğretmenin vekili olmaz” ilkesinden hareketle, vekil öğretmen kadroları kaldırılmalıdır. Böylece, eğitim-öğretim asil öğretmenler tarafından verilmesi 
sağlanmalıdır. (Raporlu ve asker öğretmenlerin yerine üçte iki maaşla görevlendirilenler olabilir) Ancak bunların da yüksek öğrenimli olmasına titizlik 
gösterilmeli, sözleşmeli olmaları sağlanmalıdır. 
29. Zorunluluklar dışında, öğretmenlerin emeklilik ve tayin işleri yaz döneminde yapılmalıdır. Atanan öğretmenlerin de en geç 15 Ağustosta görev başında 
olmaları sağlanmalıdır. 
30. Öğretmenliğe geçişte, seçme ve yeterlilik sınavı yapılmalıdır. (Dil, fiziki bozukluk vb.) etmenler de ölçüt olmalıdır. Öğretmenliğe hak kazananlar illerde 
boş bulunan öğretmen kadrosu için müracaat etmeli, o il tarafından görevlendirme yapılmalı ve üç yıl mecburi hizmet getirilmelidir. 
31. Eğitim, politikadan arındırılmalıdır. Devletin eğitim politikası uzun vadeli olmalıdır. Öğretmenlik, günlük siyaset içine çekilmemeli, tayinler, nakiller 
atamalar belli bir düzen içinde ve bir sisteme göre yapılmalıdır. 
32. Yönetici atamalarında kariyer, liyakat, başarı aranmalı, üst kademeye geçişler başarılar ölçüsünde, belli bir sisteme göre olmalıdır. Eğitim yönetiminin bir 
bilim olarak algılanması, yöneticinin, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesini sağlayan bir eğitim lideri olarak kabul edilmesi, bu alanın uzmanlık 
gerektirdiğinin bilinmesi, eğitim yöneticiliğinin meslek haline getirilmesi gerekmektedir. Eğitim yöneticiliği bilfiil öğretmenlik tecrübesine dayanmalıdır. 
33. Öğretmen adaylarının belirlenmesinde, ülkenin ihtiyaçları ve mesleğin özellikleri dikkate alınmalı, ülke genelinde dengeli dağılım mutlaka 
sağlanmalıdır. Dalında ihtiyaç kalmayan ve ihtiyaç duyulan farklı bir dalda kendisini yetiştirmek isteyen öğretmenlere gereken eğitim imkânı sağlanmalıdır. 
34. Eğitim yöneticisi lisansüstü eğitimle yetiştirilmeli, yönetici adayları objektif ölçülerle seçilmeli ve özlük hakları, yaptıkları, iş ve eğitim düzeyine göre 
düzenlenmelidir. 
35. Belirli alanlarda (il- ilçe-semt) kurulmuş olan eğitim kurumlarının, madde ve insan kaynaklarından tam kapasite ile yararlanabilecekleri bir yönetim sistemi 
oluşturulmalıdır. 
36. Denetimde rehberlik ön plana çıkarılmalı ve ilköğretimde, eğitim yılı başında rehberlik ve seviye tespiti, öğretim yılı sonunda ise başarı tesbiti yapılmalıdır. 
Denetim elemanlarının, alanlarında uzman, deneyimli, lisans üstü eğitimlerini tamamlamış olmaları, teftiş sistemi yeniden ele alınarak, Bakanlık ve ilköğretim 
müfettişliği bir çatı altında birleştirilmelidir. 
37. Milli Eğitim Temel Kanunu Amaç ve ilkelerine göre, genel öğretim ile mesleki ve teknik öğretimin amaçları ve yetiştireceği öğrenci tipi yeniden tanımlanmalı; 
ortaöğretim kurumları öğrencilerin % 65’ ini mesleki teknik eğitime, % 35’ ini genel öğretime yöneltecek ve bu yönde öğretim görmelerini sağlayacak şekilde 
yeni bir yapıya kavuşturulmalı; insan gücü-eğitim-istihdam dengesi kurulmalıdır. 
38. Öğretimde yabancı dille eğitim yerine, yabancı dil öğretimi yapılmalı ve yabancı dil öğretimine önem verilmeli, zorunlu yabancı dil öğretimi, isteğe dönük hale getirilmelidir. 
39. Mesleki ve teknik eğitimde sistem bütünlüğü esasına dayalı eklemli (modüler) eğitim programları uygulanmalı, alan ve dal eğitimine önem verilmelidir. 
40. Ortaöğretim kurumları en az 8 yıllık temel eğitim üzerine, ortaöğretime devam etmek isteyen öğrencilere bir yıllık hazırlık ve yönelme eğitiminden sonra iki tür 
eğitim veren; 
a. Mesleki ve teknik eğitim, 
b. Genel eğitim, olmak üzere, en az üç yıl süreli olmalıdır ve yatay ve dikey geçişler sağlanmalıdır. 
41. Türk Milli Eğitim Sistemi, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim olmak üzere üç kademeden oluşmalıdır. 
42. Mesleki ve teknik alanlarda ortaöğrenimini bitiren öğrenciler, kendi alanlarında yüksek öğretime devam edebilmeli, diğer alanlara yönelmek isteyenler de gerekli 
tamamlama eğitimlerini alarak yüksek öğretimin istedikleri alnına gidebilmelidir. Aynı ilke, meslek yüksek okullarına gitmek isteyen genel eğitim mezunları için geçerli olmalıdır. 
43. Bu yapı içerisinde, mesleki ve teknik eğitim sistemi; 
a. Meslek eğitimi sistemi, en az 8 yıllık ilköğretime dayanmalıdır. 
b. Örgün mesleki ve teknik eğitimine, hazırlık ve yönlendirme sınıfından sonra girilebilmelidir. 
c. Yaygın ve çıraklık eğitimine, ilköğretimini tamamlayan herkes girebilmelidir. 
d. Meslek eğitimi sistemi, örgün ve yaygın meslek eğitimi uygulamalarını yapacak, 
e. Mesleki ve teknik ortaöğretim okullarını, 
f. Yaygın meslek eğitimi ise yaygın mesleki eğitim ve çıraklık eğitimini kapsamalıdır. 
g. Örgün ve yaygın mesleki ve teknik eğitim programları arasında yatay ve dikey geçişler yapılabilmelidir. 
h. Örgün ve yaygın meslek eğitimi programları, geniş tabanlı alan eğitimiyle başlayıp öğrenciyi uzlaşmaya doğru götürmelidir. 
i. Örgün ve yaygın uygulamalarla, mesleki ve teknik ortaöğretimlerini bitirenler, gerekli tamamlama eğitimlerini de alarak, mesleki veya genel yüksek öğretim alanlarına girebilmelidir. 
j. Bölgelerin ihtiyaçlarına göre, halıcılık, arıcılık, dokuma vb. uğraşlar meslek eğitim merkezlerinin programlarına konulmalıdır. 
44. Milli Eğitim Bakanlığı Merkez Teşkilatı, eğitim sisteminde düşünülen yeniden yapılanma hayata geçirildikten ve sonuçları alındıktan sonra bütün birimleriyle 
yeniden yapılandırılmalıdır. 
45. Orta öğretimde istenilen yapısal değişim öncelikle tabandan başlatılmalı, merkez teşkilatındaki yapılanmanın tabandaki değişime bağlı olarak bir süreç içinde planlanması düşünülmelidir. Merkezi yönetimin kapsam ve büyüklüğünün azaltılması, yerel yönetimlerin katılım ve katkılarının sağlanması için, yasal 
düzenlemeler yapılmalıdır. 
46. Öğretmenler yüksek lisans ve doktoraya yönlendirilmeli; hizmet içi eğitimi düzenleyip örgütleyebilmesi ve öğretmenlikle ilgili araştırma ve geliştirmeleri 
destekleyebilmesi için Milli Eğitim Akademisi hayata geçirilmelidir. 
47. Program türlerine göre öğretmen açığı hızla giderilerek, dengeli öğretmen dağılımı gerçekleştirilmeli; Avrupa Birliği’ne girişle daha önemli hale gelecek 
olan ticaret ve turizm sektörlerinin ihtiyaç duyduğu orta kademe iş gücünün yetiştirilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır. 
48. Öğretmenlerin sözleşmeli konuma geçirilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 
49. Anadolu öğretmen liselerinin bünyesindeki döner sermaye işletmelerinin faaliyetlerine son verilmelidir. 
50. Diğer bakanlıklara bağlı lise ve dengi okulların (Askeri liseler hariç) yönetici atamaları Milli Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama Yönetmeliği’ne tabi olmalıdır. 
51. Orta öğretimin yeniden yapılanmasında fiziki mekânların en verimli bir biçimde kullanımına çözüm olmak üzere, yeni yapılanmalarda ve imkânlar ölçüsünde 
eğitim siteleri esas alınmaları ve bunların gerçekleştirilebilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. 
52. Pansiyonlu okullar yerine, okulların ortak kullanabileceği yurtların açılması sağlanmalıdır. 
53. Belediyelerde, okul yerleri belirlenirken il milli eğitim müdürlüğünün görüşü de dikkate alınmalıdır. Okul planları, tek tip proje yerine, bölgenin şartlarına göre 
il milli eğitim müdürlüğü veya il bayındırlık müdürlüğünce yapılmalıdır. 
54. Büyük yerleşim birimlerinde, birbirine yakın olan okulların fiziki imkânların ortak kullanılması “Benim okulum” anlayışı yerine “Bizim Okulumuz” anlayışı 
geliştirilmelidir. 
55. Genel ve mesleki liselerin bünyelerinde bulunan ilköğretim kapsamındaki ortaokullar ayrılmalıdır. 
56. Küçük yerleşim birimlerinde, Bakanlıkça belirlenen esaslar dâhilinde başlatılan çok programlı lise uygulamasına devam edilerek, bunların eğitim sitelerine 
dönüşecek şekilde geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması sağlanmalıdır. 
57. Öğrencilerin yönelmelerine yardım edilirken, rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri insan gücü planlamasının temel aracı olarak görülmemeli; söz 
konusu hizmetler, bu planlamanın ortaya koyduğu gerçek içinde bireyin kendi yetenek, ilgi ve diğer özelliklerine göre kendisine uygun fırsatlar ve imkânlar 
dâhilinde uygun seçimler yapması ve bunları gerçekleştirmesinde bireye sunulan hizmetler olarak değerlendirilmeli, uygulamalarda bu ilke göz önüne 
alınmalı, rehberlik ve psikolojik danışmayı yönelme ile eş anlamlı sayan ve hizmetlerin ağırlığını bireysel gelişim’in dışına kaydırma riski taşıyan eğilimler 
bırakılmalı, yönelme, zorlayıcı değil özendirici olmalıdır. 
58. Yönelme çalışmaları ilköğretimin altıncı yılından itibaren başlatılmalı, orta öğretim ve yüksek öğretime doğru sürdürülmeli, ÖSS ve ÖYS yerine 
öğrencilerin eğitim öz geçmişlerini ve top yekûn gelişimlerini dikkate alan bir değerlendirme sistemi geliştirilmelidir. 
59. Yönlenmede; ilköğretim ve orta öğretim arasında devamlılığın sağlanması için öğrencilere ilişkin kayıt ve bilgilerin sağlıklı bir şekilde tutulması ve kademeler 
arasında aktarılması özellikle önemlidir. Bu nedenle, öğrenci toplu dosyaları, rehberlik ve psikolojik danışma kayıtları ve ilgili diğer tüm kayıtlar yönelmeye 
yardımcı olacak şekilde bilimsel standartlara uygun olarak yeniden ele alınıp düzenlenmelidir. 
60. Hazırlık ve yönlendirme eğitimi aşamasında, meslek liselerinde okutulan dersler seçmeli olarak okutulmalıdır. Seçmeli ders çeşitliliği ve bu derslere uygun 
program ve öğretmen sağlanması, yönelme için önemlidir. 
61. Okul yöneticilerine yönelme çalışmalarında, okul içi iş birliği, katılım ve eşgüdümü sağlayabilme, okul dışındaki birimlerle işbirliği yapabilme, okul 
birimlerini bu yönde örgütleyebilme, eğitimciyi hedefler doğrultusunda güdüleyebilme ve amaçlar doğrultusunda çalışmaları sistem bütünlüğü içinde 
yürütebilme yeti ve becerileri ile yönelmenin dayandığı eğitsel anlayış mutlaka kazandırılmalı; böylece, yönetimin yönelmedeki etkinliği artırılmalıdır. 
62. Yönelme, her kademede öğretmen, yönetici ve denetici ile diğer görevlilerin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerinde yeni anlayışları ve yeni düzenlemeleri 
gerekli kılmaktadır. Bu amaçla, öğretmen adaylarına hizmet öncesinde rehberlik ve psikolojik danışma ile diğer ilgili temel derslerin yanı sıra bireyi tanıma 
teknikleri ve iletişim becerileri konularında bilgi ve yeterlilik kazandırılmalı, halen görevde olan öğretmenler için de bu amaçla hizmet içi eğitim 
yapılmalıdır. 
63. Yönelmede ailenin işbirliği sağlanmalı; okulların amaç, hedef ve faaliyetleri konusunda aileler bilgilendirilmeli; ailenin sisteme katılımları ve katkılarını 
sağlayıcı tedbirler alınmalı; tanıtım faaliyetlerinde kullanılmak üzere daha fazla tanıtım kitapçığı, video, radyo ve TV programlarına yer verilmeli; ayrıca, 
meslek kuruluşlarının da yönelme çalışmalarına katılım ve yardımları sağlanmalıdır. 
64. En az 8 yıllık ilköğretimi bitiren öğrencilerden ortaöğretime devam etmek isteyenler hazırlık ve yönlendirme eğitimi aldıktan sonra orta öğretim 
kurumlarında uygulanan programlara yönlenmeli “Meslek Eğitimi Merkezi” bünyesinde uygulanacak geniş tabanlı alan bilgisi ve dal eğitimine imkân veren 
meslek ve teknik eğitimi programlarına devam eden öğrenciler 10. sınıfın sonunda da isterlerse, genel eğitim programlarına geçebilmeli; genel eğitim 
programına yönelen öğrenciler de bu programlarla birlikte teknoloji eğitimi almalı; genel eğitim alan öğrenciler de istemeleri halinde, 10. sınıf sonunda 
meslek eğitimine geçebilmeli; meslek eğitimi süresince işletmelerde uygulamalı eğitime devam etmelidir. 
65. Ülkemizde büyük eksikliği bulunan orta kademe işgücünün en önemli kesimi olan teknisyenlik eğitimi yeniden düzenlenmeli, teknisyenlik eğitimi, önerilen 
aynı düzen çerçevesinde, daha yoğunlaştırılmış, ilk yıldan son yıla kadar geniş alan bilgisi üzerine teorinin, teknolojinin ve uygulamanın tüm gerekliliklerini 
kapsayan bir özel yetiştirme programı şeklinde ele alınmalıdır. 
Bir yıllık hazırlık eğitiminden sonra, ortaöğretimin süresi, programın özelliklerine göre 3 yıldan fazla olabilmeli, meslek eğitimi merkezlerinden lise diploması almadan 
ayrılmak isteyen öğrencilerin, meslek eğitimlerinin ziyan olmaması için, eğitimi bıraktıkları seviyenin meslek belgesini alabilmeleri için düzenleme yapılmalıdır. 
66. Zorunlu eğitimini bitirmiş olup da, ortaöğretime devam etmek isteyen öğrenciler, meslek eğitimi merkezlerinde okul-işyeri bütünlüğü içinde eklemli 
(modüler) meslek eğitimi programları ile ustalık seviyesine kadar meslek eğitimi alabilmeli, bunlardan, gerekli tamamlama eğitimini arzu edip başaranlar, 
alanlarında veya alanları dışında yükseköğrenime de geçebilmelidir. Merkezlerde, öğrencilere iş ve meslek hayatı ile ilgili bilgiler verilmeli; meslek 
eğitiminde başarılı olmuş, alanında gelişmiş mezunlara düşük faizli krediler müteşebbisliğin artırılması yolu ile her bireyin işsizliğe kendi çapında çözüm 
bulması düşünülmelidir. 
67. Zorunlu eğitim bitirildikten sonra doğrudan iş hayatına geçen bireylerin, iş yerlerinde geçirmiş oldukları süre ve becerileri kredilendirilerek bu krediler 
ortaöğretimin meslek eğitimi bölümünde veya yükseköğretimde değerlendirilmelidir. 
68. Toplumun meslek eğitimi ihtiyaçlarının sürekli karşılanabilmesi için, meslek kazandırmada, devlet-işçi-işveren kesimlerinin daha sağlıklı iş birliği ve 
koordinasyonun sağlanması kurumsallaştırılmalı, meslek eğitiminin geliştirilmesi, denetlenmesi, değerlendirilmesi ve finansmanı konularında iş 
hayatı ve meslek kuruluşlarının etkin katılımını sağlayacak bir yapı esas alınmalıdır. 
69. Aşağıda belirtilen amaçları gerçekleştirmek üzere meslek eğitimi merkezleri kurulmalı, bu merkezlerde: 
a. Ülke meslek standartlarına uygun geliştirilmiş meslek eğitimi programları uygulanmalıdır. 
b. Bölgesel düzeyde meslek eğitimi ihtiyaçları belirlenmeli ve gerekli dalların eğitimi yapılabilmelidir. 
c. İhtiyaçları karşılayacak ilave eğitim programları hazırlanmalı, bunlar, ülke genelinde programlar ile bütünleştirilmelidir. 
d. Örgün ve yaygın eğitim görmüş, gerekli programları tamamlayan herkese meslek eğitimi diploma veya meslek belgesi verilebilmelidir. 
e. Öğrenciler, iş hayatı ve teknolojiyi tanıyan, girişimci, kendi işini kurabilen ve istediğinde yükseköğrenime devam edebilen bireyler olarak yetiştirebilmelidir. 
f. Öğrencilerin işletmelerde uygulamalı meslek eğitimi imkânları düzenlenmeli ve denetlenmelidir. 
g. Sektör ve iş kolları için vasıflı iş gücü, yükseköğrenim için ise alanında uzmanlaşmaya başlamış öğrenci yetiştirilmelidir. 
h. Yaygın ve örgün meslek eğitimi programları arasında yatay ve dikey geçişler, genel örgün eğitimini tamamlayan veya herhangi bir 
kademesinden ayrılanlara istihdam imkânı olan dallarda eklemli (modüler) meslek eğitimi programlarına dayalı ve bir mesleği ifade eden meslek 
belgesi kazandırmaya yönelik çalışmalar yapılmalıdır. 
70. Öğrenciler mezun oldukları öğretim programı doğrultusunda bir yükseköğretim programını tercih ettiklerinde ek puan uygulaması ile desteklenmelidir. 
71. Öğretmen adayı seçimine özel önem verilmelidir. Bunun için öğretmen lisesi mezunlarının, öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarına girişleri ek puan 
uygulamasına ilave olarak burs ve diğer imkânlarla teşvik edilmelidir. 
72. Fen ve Anadolu Lisesi gibi seçkin okullara devam eden öğrencilerin ortaöğretim başarı puanı ile mağdur edilmeleri önlenmelidir. Ortaöğretim başarı puanının, 
başarı ve adaleti sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. 
73. Yükseköğretimde kapasite artırımı için; 
a. Vakıf üniversiteleri dışında, özel yükseköğrenim kurumlarının açılmasına yasal olanak sağlanmalıdır. Bu kurumlar Yüksek Öğretim Kurulu 
denetiminde olmalıdır. 
b. İhtiyaç duyulan alanlarda ikinci öğretim teşvik edilmelidir. 
c. Çok kampüslü büyük üniversitelerin daha küçük üniversitelere bölünmesi ve bölünen üniversitelere de yeni birimleri eklenmek suretiyle kapasite 
artırılması yoluna gidilmelidir. 
d. Gelişmekte olan üniversitelere daha fazla imkân verilmek suretiyle kapasite artırımı sağlanmalıdır. 
74. Taşra örgütüne daha çok yetki ve sorumluluk verilmeli, karar oluşumuna eğitimcilerin, taşra yöneticileri ve halkın katılımı sağlanmalıdır. Bakanlık ile 
taşra birimleri arasında teknolojideki gelişim de dikkate alınarak EYES (Eğitim, Yönetim, Enformasyon Sistemi) amaca hizmet edecek şekilde oluşturulmalıdır. 
75. Yaygın Eğitim Enstitüsü, yaygın eğitim alanında araştırma ve geliştirme çalışmalarını etkili bir biçimde yapabilecek hale getirilmeli, illerde araştırma-
geliştirme birimleri oluşturmalı, buralarda uzman kişiler görevlendirmeli, bu birimlerde eğitim ihtiyacının tespiti dâhil, her türlü çalışmalar yapılmalıdır. 
76. Yaygın eğitim kurumlarının fiziki yapıları yeterli hale getirilmeli, gerektiğinde o mahalledeki diğer okullar da “Mahallenin Okulu” anlayışı içinde bu 
hizmetlerde kullanılmalı, diğer kurum ve kuruluşların, uygun eğitim ortamları da yaygın eğitime tahsis edilmelidir. 
77. Döner sermayelerin işleyişini kolaylaştıracak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 
78. İş ve İşçi Bulma Kurumu koordinatörlüğünde yürütülmekte olan iş analizlerine dayalı “Meslek Tanımları” ve “Meslek Standartları” çalışmaları 
hızlandırılmalı, “Meslek Standartları Oluşturma Kurumu’nun teşkili ile bu konudaki çalışmalara hız verilmelidir. 
79. Ülke genelinde ve Avrupa Birliği’nde geçerli olabilecek yeni bir “Sertifikasyon” sistemi oluşturulmalıdır. 
80. Radyo, TV, vb. kitle iletişim araçları ve açık öğretim yöntemleri, yetişkin eğitiminde daha etkin kullanılmalı ve yetişkin eğitimi televizyonu faaliyete 
geçirilmeli, bu yolla bireylerin kendilerini eğitme, geliştirme bilinç ve sorumluluğunun kazandırılması yanında ailenin eğitimine önem verilmelidir. 
81. Etkileşimli (interactive) Eğitim teknolojileri teknikleri kullanılarak amaca yönelik eğitimlerin CD-ROM, video ve internet gibi ortamlarda kullanılmak 
üzere eğitimin geliştirilmesini teminen birim kurulması (varsa geliştirilerek hızlandırılması) ve ürünlerinin kullanımının teşvik edilmesi; halka açık okuma 
merkezleri, kütüphaneler ve benzeri ortamlarda bu eğitim araçlarının kullanımına imkân veren ortamların hazırlanması sağlanmalıdır. 
82. Okuma- yazma gibi temel eğitim niteliği taşıyan kurslar dışındaki yaygın eğitim faaliyetlerine katılan kursiyerlerden belirlenecek miktarda “katkı payı” 
alınmalıdır. 
83. Ülkesi ve milletini seven, iyi insan, iyi vatandaş yetiştirilmesi konusunda yaygın eğitimden yararlanılmalı, böylece kişisel ve toplumsal motivasyon 
sağlanmalıdır. 
84. Üniversitelerin yaygın eğitime çok daha etkili biçimde katılımı sağlanmalıdır. 
85. Yaygın eğitimde gerektiğinde mobil birimler yardımıyla gezici eğitim ve taşımalı eğitim yapılabilmelidir. 
86. Öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarının eğitim programlarına yaygın eğitimle ilgili dersler konulmalıdır. 
87. Türk Cumhuriyetlerinde halen yürütülmekte olan yaygın eğitim faaliyetlerinin desteklenmesine devam edilmeli, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın da 
eğitim ve uyum problemleri çözülmelidir. 
88. Küçük, orta ve büyük ölçekli işletmelerin, çalıştırdıkları elemanlara, her yıl, belirli bir süre uyum ve geliştirme eğitimi düzenleme mecburiyeti getirilmelidir. 
89. Yaygın eğitim kurumlarına öğretmen olarak atanacaklarda yetişkin eğitimi alanında öğretmenlik formasyonu alma şartı aranmalı, halen çalışmakta 
olanlara da üniversitelerin halk eğitimi bölümlerince formasyon kursları açılmalıdır. 
90. İlgili bakanlıklarla işbirliği yapılarak Türkiye’deki kahvehanelere gazete, kitap ve dergi gibi yayınların konulması mecburiyeti getirilmeli, kahvehaneler 
kıraathaneler haline dönüştürülmelidir. 
91. Meslek eğitimi verilirken bir insanın birden fazla mesleği yapacak şekilde yetiştirilmeleri düşünülmelidir. 
92. Mesleki yaygın eğitimin geliştirilmesinde METARGEM (Mesleki ve Teknik Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Merkezi) ile Yaygın Eğitim Enstitüsü arasında 
etkili bir iş birliğine gidilmelidir. 
93. Kamu görevlilerinden yaygın eğitime katılanların belgeleri, özlük haklarına yansıtılmalıdır. 
94. Siyasal erk, makro kamu kaynaklarının tahsisinde eğitime öncelik verilmelidir. 
95. Eğitim sektörüne kamu kaynaklarının tahsisi, proje bazında değil, makro düzeyde ele alınmalı ve eğitim kademelerine göre ödenekler toplu olarak tahsis 
edilmelidir. 
96. Yatırım teklifleri gerçekçi ve yerel ihtiyaçlarla tutarlı programlara bağlanmalı ve bu programların uygulanmasında politik etkiler kaldırılmalıdır. 
97. Yerel yönetimlere yetki devri çerçevesinde, yerel birimlerin öğretmen dağılımı ve yatırımların planlanmasında söz sahibi olmaları sağlanmalıdır. 
Kaynakların yerinde kullanımı açısından, eğitimde yerel yapılanmaya geçilmeli, yönetici, öğretmen, öğrenci, veli, sendika ve meslek kuruluşlarının 
eğitim yönetimine katılımları sağlanmalıdır. 
98. Kamu eğitim harcamaları, tasarruf tedbirleri ve bütçe kesintileri dışında tutulmalıdır. Belediye Gelirleri Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılarak 
resmi ve özel okullar her türlü harç ve vergiden muaf tutulmalıdır. 
99. Kaynak israfını önlemek ve rasyonel kaynak kullanımını sağlamak için eğitim sistemi, tür ve kademelerine göre; 
a. İlköğretim, 
b. Genel ortaöğretim, 
c. Mesleki teknik öğretim, 
d. Yaygın eğitim, olmak üzere dört ana çatıda yeniden yapılandırılmalıdır. 
100. Dağınık yerleşim birimlerinde ve önerilen eğitim kampüslerinde taşımalı eğitim uygulanmalı ve yaygınlaştırılmalı. 
101. Yurtdışında eğitim gören yüksek nitelikli insan gücünün yurdumuza çekilmesi için gerekli teşvik önlemleri alınmalı ve beyin göçünün önlenmesi konusunda 
Milli Eğitim Bakanlığı çalışmalar başlatmalıdır. 
102. Dış kaynaklı kredilerle ilgili projelerin seçimi ve kullanımında, getirileri ve götürüleri iyi hesaplanmalı, ekonomik ve üretime yönelik olmayan krediler 
kullanılmamalıdır. 
103. Eğitim politikalarında süreklilik ilkesi hayata geçirilmeli, hükümetten veya kişiden kişiye değişen politikalardan vazgeçilmeli ve kaynak israfı 
önlenmelidir. 
104. İlköğretimde sınıfı olmayan öğretmenlerin ve ortaöğretimde ders yükü az olan öğretmenlerin nasıl değerlendirileceği araştırılmalıdır. 
105. Döner sermaye sistemi gözden geçirilmeli, döner sermaye işletmeleri iyileştirilmeli, atıl durumdaki döner sermayeler diğerlerine aktarılmalı ve 
döner sermaye karları özel bir fonda toplanarak eğitim mahallinde doğrudan kullanılır hale getirilmelidir. 
106. Kaynak kullanımında etkinliği artırmak bakımından Mesleki Teknik Ortaöğretim Kurumları ile Meslek Yüksek Okulları arasında bağlantı 
kurularak, bu okulların tesis ve personelinin ortak kullanımları sağlanmalıdır. 
107. Kamu eğitim bütçesinin, konsolide bütçe içindeki payı en az % 20, GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) içindeki payı en az % 8 düzeyine yükseltilmelidir. 
108. 222 sayılı yasanın daha önce iptal edilen 76-c Maddesi yeniden konularak, Belediye gelirlerinin % 5’i emlak vergisi ile çevre ve temizlik vergisinden pay 
ayrılmalıdır. 
109. Yeni kaynak yaratmak amacına yönelik olarak Milli Piyango İdaresi, şans oyunları gelirleri ile Türk Hava Kurumu ve Türkiye Diyanet Vakfı 
gelirlerinden bir bölümünün Milli Eğitim Bakanlığı’na aktarılması sağlanmalıdır. 
110. Özelleştirme gelirlerinin en az % 3’ü eğitim yatırımlarında kullanılmak üzere, 
eğitim payı olarak ayrılmalı ve bu amaçla ayrı bir fon oluşturulmalıdır. 
111. KOSGEB (Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi 
Başkanlığı) gelirlerinin en az % 5’ i mesleki eğitimi geliştirmek amacı ile Milli 
Eğitim Bakanlığı Bütçesi’ne aktarılmalıdır 
112. Sürücü kurslarıyla ilgili her tülü evrak Milli Eğitim Vakfı tarafından 
bastırılmalı ve gelirinin bir bölümü Milli Eğitim Müdürlüklerine 
bırakılmalıdır. 
113. Milli Eğitim Bakanlığı’nın taşınmazları değerlendirilmeli ve böylece daha 
geniş hizmet verecek gelir kaynakları sağlanmalıdır. 
114. Özel okullar ve yaygın mesleki ve teknik kurslara vergi destekleri (Gelir ve 
kurumlar vergisi muafiyeti, düşük oranda KDV uygulaması, eğitim araçlarının 
AB ülkeleri dışında kalan ülkelerden gümrüksüz ithali) sağlanmalıdır. Özel 
okullar ve yaygın mesleki ve teknik kursların işletme giderlerinin azaltılmasına 
yönelik kamu teşvik tedbirleri alınmalıdır. 
115. Özel okullara kamu sübvansiyonu sağlanmalıdır. Ancak, bu sübvansiyon kamu 
okullarındaki birim öğrenci harcamalarının % 50’ sini aşmamalıdır. 
116. Kaynakların etkin kullanımı ve kamu eğitim bütçesinin artırılmasına karşın, 
kaynakların eğitim gereksinimini karşılayamaması durumunda ailelerin eğitim 
giderlerine katılımı (zorunlu eğitimin dışında) gündeme getirilmeli ve 
maliyetlere katılım payı; ailelerin gelir düzeyi, eğitim kademeleri, okul türleri 
ve bilim alanlarına göre farklı olmalıdır. Eğitim maliyetlerine katılımın 
düzenlenmesiyle eş zamanlı olarak, tüm eğitim kademelerinde fırsat eşitliğini 
sağlayıcı düzeyde etkin bir burs ve kredi sistemi oluşturulmalı, parasız yatılılık 
sistemi yaygınlaştırılmalı. 
117. Okullara gelir elde etmek amacıyla yapılan dergi, yardımcı kitap ve diğer 
araçların alımı-satımı vb. işlemlerde öğretmen ve yöneticilerin aracılık 
etmesine son verilmelidir. 
118. Eğitime yapılan bağışların vergi matrahından düşülmesi sağlanmalıdır. 
119. Maliyetleri düşürücü, geniş kitlelere ulaşma özelliği ve öğretim 
yöntemlerindeki etkililiği göz önüne alınarak, Açık Lise ve Açık Yüksek 
Öğretim uygulamaları gerekli koşullar sağlanarak etkinleştirilmelidir. 
120. Gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinden en az % 2 oranında ek eğitim 
vergisi alınması hususu değerlendirilmelidir. 
121. Eğitim ve öğretimini yabancı dille yapan okullarda okutulan yabancı dil ders 
kitaplarının ilgili ülkelerden ithal edilmesi yerine, müelliflerce üretilmesi teşvik 
edilmelidir. 
122. Genel ortaöğretimde, ikili öğretimin ve kalabalık sınıf mevcutlarının 
bulunduğu şehirleşme hızının yüksek olduğu yerleşim birimlerinde, eğitim 
altyapısının öncelikle tamamlanması ve iyileştirilmesi için bu yörelerdeki 
yatırımlara öncelik verilmeli, inşaatların kısa sürede bitirilmesini sağlayıcı 
önlemler alınmalıdır. 
123. Ders kitaplarının, yeniden kullanılmasına olanak sağlayıcı bir sistem geliştirilmelidir. 
124. Eğitim giderleri vergiden düşürülmelidir 6 (MEB, XV. Milli Eğitim Şûrası, 1996).  6   MEB, XV. Milli Eğitim Şûrası, İstanbul 1996. 

36. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***