12 Kasım 2015 Perşembe

Türkiye’yi Batıya bağlamak isteyenler Kıbrıs’ta taviz vermeyi savunuyorlar..





Türkiye’yi Batıya bağlamak isteyenler Kıbrıs’ta taviz vermeyi savunuyorlar..



Erol Manisalı: 

Kıbrıs Türküne verilecek güvencelerin 10 yıl sonra bir anlamı kalmaz

TÜRKSOLU: BM tarafından yeni bir Kıbrıs planı gündeme getiriliyor ve Aralık ayında AB’nin Kopenhag toplantısının gerçekleşeceği bir dönemde gündeme getiriliyor. Tüm bu planların şimdi ve bu içerikle gündeme gelmesi ne anlama geliyor?

Erol Manisalı: Plan bir kaç açıdan yanlışlıklar içeriyor. Birinci yanlış şu: plan Kıbrıs’ın AB’ye girişine yönelik bir plan. Türkiye AB’ye giremediği sürece planın hiç bir anlamı olmaz.

Benim deyimime göre bu plan yürüyen bir filin üzerine ev yapmaya benziyor. Türkiye’ye ve Kıbrıs Türklerine verilecek bir güvencenin beş on yıl sonra hiçbir anlamı kalmaz. Çünkü AB, Avrupa Birleşik Devletleri’ne dönüşüp, tek vatandaşlık, tek sınır, tek ordulu bir yapıya kavuştuğu zaman, Türkiye’ye verilen güvenceler otomatik olarak ortadan kalkacaktır.

Örneğin orada bir miktar Türk askeri bulundurma hakkımız olsa, Avrupa ordusu kurulduğu zaman, Kıbrıs da Avrupa Birleşik Devletleri’nin bir parçası olacağı için, Türk askeri Kıbrıs’ta tamamen yabancı askerlere dönüşücektir.

Adanın kuzeyine şu kadar Rum yerleştirilecek, adada şu kadar Türk olacak gibi maddeler gelecekte tamamen anlamsızlaşacak çünkü Avrupa Birleşik Devletleri’nde serbest dolaşım hakkı olacak.

Türkiye garantörlük hakkını istediği kadar korusun bu da önemli değil. Çünkü Avrupa Birleşik Devletleri’nin bir parçası olan toprağa Türkiye’nin garantör olması, Türkiye’nin Teksas’a garantör olması kadar anlamsız, etkisiz ve komik bir durum yaratacaktır.

Sonuç adanın Rumlaşması olacak

Karşımızdaki gücü doğru değerlendirmeliyiz. AB statik durumda olan bir güç değil. Bir Japonya’yla anlaşma yapmıyoruz. Hareket ve değişim halinde olan bir oluşumla yani bir birlikten, birleşik devletlere evrilen bir siyasi yapıyla masaya oturuyoruz. Türkiye Avrupa Birliği’ne alınmadığı ve alınmayacağı için bu anlaşmaların hiçbir anlamı yok. Yok toprak pazarlığı yok şu hakkı gibi tartışmaların hiçbir somut değeri yok. Annan planı da uygulansa, Klerides planı da uygulansa süreç böyle devam ederse sonuç adanın Rumlaşması olacaktır.

Burada şunu görmek gerekiyor. Kıbrıs AB içinde tüm Rumlar ve Yunanistanlılıar için serbest bölge olacak. İsteyen gidip oraya yerleşebilecek. Artı eski mülkleri için dava da açacaklar. Bu davalar Avrupa mahkemelerinde görülecek. Avrupa mahkemesi karar verdiği zaman da bu karar herşeyin üstünde olacak. Avrupa hukuk sistemi içinde verilen güvencelerin anlamı kalmayacatır. Daha bugünden 1959, 1960 anlaşmalarını tanımıyoruz diyen AB, ki bu anlaşmalar ululsalararası antlaşmalardır ve bu anlaşmaların altında bugün de AB üyesi olan iki ülkenin Yunanistan ve İngiltere’nin de imzası ve ABD’nin güvencesi vardır, bugün de pekala Türkiye’yle yapılacak tüm anlaşmaları kendi işine göre çöpe atabilir.

Planlanan anlaşmaya bir madde eklenirse Türkiye için müzakere söz konusu olabilir, her hangi bir anlaşma durumunda Kıbrıs ancak Türkiye’yle birlikte AB’ye üye olabilir şeklinde bir maddeyle Kofi Annan planı tartışmaya açılabilir. Aksi takdirde bu anlaşmayı hiçbir şekilde tartışmamalıyız. Bu şuna benzer, bir orman bir taraftan yanmaktadır, diğer tarafta biz ormandaki bir ağacın kabuklarını inceleyip, tahlil etmekteyiz. Bu bu kadar anlamsız ve saçmadır.

Türkiye’yi Batıya bağlamak için vatan topraklarını vermek istiyorlar

TÜRKSOLU: Türkiye’nin “milli davası” olarak bilinen Kıbrıs’ın, egemen çevreler tarafından “ver kurtul” çerçevesinde ele alınmaya başladığını görüyoruz. Türkiye bu noktaya nasıl geldi?

Erol Manisalı: Türkiye’yi Batı’ya bağlamak için vatan topraklarından taviz verilmesini savunan çevreler dört grup altında ele alınabilir.

Birinci grup, içerideki gayri milli sermaye. Bunlar Kıbrıs meselesini Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’yi içine almayan Batı’ya bağlanabilmek için verilen bir ödün olarak ele almaktadır. Gayri milli sermaye aman bu ödünü, salamın bu dilimini Batı’ya verelim ki, 1989’dan itibaren yürütülmekte olan “sessiz darbe” devam edebilsin, aksamasın. Yazmış olduğum “Sessiz Darbe” kitabında ben Türkiye’yi Batı’ya bağlamak için başlatılan süreci ayrıntılı incelemiştim.

İsmini vermeme gerek yok bazı büyük sermaye çevrelerinin özellikle Kıbrıs konusunda ısrar etmeleri önemlidir. Bu çevreleri temsil eden bir sivil toplum kurumunun başkanı Aralık 2001 yılında “Kıbrıs önemli değildir” diyerek zaten bu çevrelerin fikrini tüm kamuoyuna duyurdu. Bugün büyük sermayeye bağlı medya organlarında Kıbrıs’ın adeta haraç mezat satılmaya çalışılması ve Türkiye’de ve Kıbrıs’taki ulusalcı tüm kişileri aşağılamaları ve karalamaları tıpkı 1919-1923 yılları arasındaki işgal dönemi İstanbul basınını çağıştırmaktadır.

Ne benzerliktir ki o dönemde de çıkarlarını Avrupa’ya bağlayan ve Batı’ya bağlı sömürge yapının bozulmamasını isteyen çevreler ve sözcüleri olan basın, Anadolu’da emperyalizme ve teslimiyetçiliğe karşı direnen halk hareketinin öncüsü olan Mustafa Kemal Atatürk’ü aynı gerekçelerle hain ve eşkiya olarak suçluyordu. Bu gayri milli sermaye çevreleriyle işgal günlerinin işbirlikçileri arasında hiçbir fark yoktur.

Bölücüler ve şeriatçılar Kıbrıs konusunda AB’yi destekliyor

Gayri milli sermayenin yanında Kıbrıs konusunda AB’yi destekleyen ikinci grup ülke içindeki bölücülerdir. Bölücüler de Kıbrıs üzerinden Avrupa’yla işbirliği yapmaktadırlar. Onlar da “Evet Türkiye’nin AB’ye bağlılığı sürekli devam etsin ve bunun sonucu olarak Kıbrıs AB’ye taviz olarak verilsin ki, biz bölücüler ileride Türkiye’de daha rahat hareket edebilelim ve Avrupa’nın desteğini daha rahat alabilelim.” diyorlar. Aksi halde ulusalcı cephe yani Türkiye’nin ulusal çıkarlarını dayatan politikalar koşulları belirlemeye başlarsa içerideki bölücüler de bundan zarar görmeye başlar ve Türkiye bu çevrelerin istediği gibi bölünemez. Bundan dolayı Kıbrıs verilsin ki biz de rahatlayalım gibi bir düşünceyle bölücü çevreler de Kıbrıs’ı kendi amaçları için bir araç olarak kullanmak istemektedir.

Batı’yla birlikte Kıbrıs’ı kendi çıkarları için kullanan üçüncü grup dini siyasallaştırmak isteyen gerici çevrelerdir. Bunlar kendi karşılarında Atatürkçü düşünceyi, ulusalcı çevreleri ve Türk ordusunu gördükleri için Avrupa’yla işbirliği yaparak Türk ordusunu, Atatürkçü düşünceyi ve ulusalcı politikaları ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu arada Batı’nın istediği Kıbrıs’ı verelim ki Avrupa’yla Atatürkçülüğe ve orduya karşı işbirliğimiz devam etsin. Onlar da bütün televizyon görüntülerinde, gazete yazılarında görüldüğü gibi Kıbrıs’ı bir araç olarak görmektedir.

Gayri milli sermaye çevreleri, bölücü terör örgütleri ve gerici çevrelerin üçü de Avrupa’yla ilişkilerin tek yanlı gelişmesi, Türkiye’ye baskı yapılması ve Avrupa’ya ödünler verilmesini kendi çıkarlarına görmektedir. Kıbrıs’ın verilmesi gerekir ki Avrupa’yla ilişkiler devam edebilsin biz de Türkiye’deki çıkarlarımızı gerçekleştirebilelim gözüyle olaylara bakmaktadırlar.

Dolayısıyla konuşulan konu Kıbrıs değildir. Konu, bu üç grubun amaçlarıyla, Avrupa’nın çıkarlarının örtüşmesi meselesidir. Bunlar örtüştüğü için AB de bu üç grubu Kıbrıs için istismar etmekte ve kullanmaktadır. Tabii bu bugün Kıbrıs olacak öbürgün güneydoğu olacak, bu şekilde AB emperyalizminin talepleri ilerletilecek.

Sömürgeleşme içinde uygarlaşma ve demokratikleşme olamaz

Bir de dördüncü grup diyemiyeceğim ama üç buçukuncu grup olarak nitelendirebileceklerim var. Bunlar konuyu bilmeyen ve iyi niyetli olduklarını varsaydığım bazı aydın çevrelerdir. Bunlar Avrupa Birliği sürecinde Türkiye’nin ilerlemesinin iyi bir şey olduğunu düşünen çevreler olarak, “Kıbrıs meselesi bu süreci engellemesin, demokrasi gelişsin” şeklinde düşünen kandırılmış çevrelerdir.

Bunların göremedikleri şu ki; sömürgeleşme içinde uygarlaşma ve demokratikleşme olamaz. Türkiye’nin verdiği ödünler ve tek yanlı sömürgeleşme ve bağlanma sürecinden halkın yararlanabileceği hiçbir kazanım ve özgürlük olamaz. Kazanım sadece kendi özgür olup toplumun tamamından kopmuş elit bir kesim için söz konusu olabilir. Aydınlarımızın tamamını eleştirmek istemiyorum ancak bu yanlış fikirli insanlar da üç buçukuncu gruba dahil edilebilir.

TÜRKSOLU: Türkiye meşrutiyet dönemlerinde olduğu gibi yeniden bir parçalanma sürecine giriyorsa, Kıbrıs vatan topraklarından koparılacak ilk parça diyebiliriz. Sizce ordu ve ulusal güçler bu sürece uzun süre tepkisiz kalabilir mi?

Erol Manisalı: Kesinlikle kalamaz. Ordu bu konuda duyarlılığını göstermelidir ve gösterecektir de. Ben ordunun bu konuda çok duyarlı olduğuna ve gereken tutumu göstereceğine inanıyorum. Çünkü Kıbrıs meselesi Türkiye üzerine yapılan planların bir parçası. Eğer bunlara tepkisiz kalacaksak, o zaman biz Sevr’i niye yırttık, Kurtuluş Savaşı’nı niye verdik, Lozan’ı niye imzaladık? Bugünkü mantığa göre bunların hiçbirine gerek yoktu, Türkiye bölünürdü, Anadolu yabancı işgali altında kalırdı. Her tarafı yabancı idaresi altına verirdik, sorun çözülürdü. Kıbrıs konusundaki dayatmaları kabullenmek demek, Sevr’i kabullenmek demektir. Ordunun böyle birşeyi kabul edebileceğine inanmıyorum.

TÜRKSOLU: Yunan tarafının, daha önce itiraz ettiği anayasal düzenlemelerin içinde yer almasına rağmen son plana son derece sıcak yaklaşması, kısa vadede AB yapısı içinde sorunun zaten kendi lehlerine çözebilmeyi ummalarından mı kaynaklanıyor?

Şu an varolan durum Türkiye’nin lehine

Erol Manisalı: Tabii. Zaten bugünkü gazetleri incelediğinizde Kofi Annan’ın talebi planı ortaya koyuyor. Bir takvim öneriyor. Taraflara önce anlaşmayı parafe edin, detayları sonra konuşursunuz diyor. Böylelikle Kıbrıs AB’ye kısa süre içinde üye olabilecek. Türkiye’nin de AB’ye girmesi şimdilik mümkün olmadığı için, bir müddet sonra Rumlar ve AB Türkiye’ye dönecek ve bu artık bizim kendi iç meselemizdir, sizin buna karışmaya hakkınız yok diyeceklerdir. Yani şu anda varolan fiili durumu ortadan kaldırıp, yeni bir anlaşmayla Türkiye’yi saf dışı edecek yeni bir uluslararası anlaşma yaratmak istiyorlar.

Şu anda varolan hem fiili durum hem hukuki durum Türkiye’nin yararına. Şu anda Kıbrıs’la ilgili uluslarası metinlerin hepsi Türkiye’nin lehine. Yapılmak istenen daha üzerinde hiçbir anlaşmaya ulaşılmadan, yeni bir metin oluşturmak ve Türkiye’nin lehine olan eski anlaşmaları saf dışı bırakmak. Türkiye’ye şimdi AB’den tarih alması adı altından bu yeni plan dayatılıyor. Eğer Türkiye bu yolda ilerlerse her koşulda kaybedecek olan Türkiye ve Kıbrıs Türkleri olacaktır. Kıbrıs Türkleri AB’ye KKTC’nin vatandaşları olarak değil, tıpkı bugün Batı Trakya’da Yunanistan idaresi altında yaşayan Türk azınlık konumunda girecektir.

TÜRKSOLU: Bu şartlar altında anlaşmanın her hangi bir yanını tartışmanın bile anlamı yoktur diyorsunuz. Yine de biz Kıbrıs yapılan yeni toprak düzenlemelerini ele alırsak, sizce Rum tarafına verilen toprakların stratejik önemi nedir? Türkler’in ekonomik ve askeri varlığını bu toprak tavizleri ne ölçüde tehlikeye atmaktadır?

Erol Manisalı: Toprak tartışmalarında şöyle bir yanıltmaca var. AB’nin amacı Kıbrıs’ın tamamına, bütününe el koymaktır. Şimdi bir takım haritalar ortaya konuluyor ki, Türk tarafı bu toprak meselesi üzerine kafa yorsun, kamuoyu bunlarla uğraşsın ve adanın tamamını AB’ye bağlama planı aksamasın. Bundan dolayı ben toprak meselesini hiçbir şekilde tartışmak istemiyorum. Bu yaratılan Kıbrıs’ın tamamının AB’ye alınması ve dolaylı yoldan Yunanistan’a ilhak edilmesine yönelik yapay bir tartışma.

TÜRKSOLU: AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, milletvekili ve başbakan olmamasına rağmen, Avrupa’da çeşitli temaslarda bulunuyor. Yakında genel başkanlığını da yitirebilir. Ancak AB, ABD ve bütün Batı kendisini muhattap kabul ediyor. Erdoğan’ın ilk açıklaması statükonun ve şahin politikalarının Türkiye’ye zararlı olduğu ve Rum tezlerinin önerdiği Belçika modelinin çözüm olabileceği yönündeydi. AKP ve Batı işbirliğini oluşturan koşullar nedir?

Avrupa Ordunun gücünü kırmak için AKP’yi kullanıyor

Erol Manisalı: Avrupa AKP’yi Türkiye’deki ulusalcı politikaların ve ordunun gücünün kırılması için bir araç olarak kullanıyor. Burada esas soru şudur; AKP kendini kullandırtacak mıdır yoksa kullandırtmayacak mıdır? AKP’nin AB dayatmalarını kendi üzerinden uygulatması, Türkiye’yi tehlikeli noktalara çekebilir. Ben buna ihtimal vermek istemiyorum ancak bu tehlikenin bulunduğunu ve Türkiye’nin bu tehlikeye karşı önlem alması gerektiğini belirtmeliyim.

Bu önlem ise ancak bütün ulusalcı güçlerin aralarındaki kırgınlıkları giderip, bir araya gelmeleri ve bir alternatif oluşturmalarıyla alınabilir. İşçisi, köylüsü, esnafı, ulusal sanayicisi, ulusal aydını ve her kesim bir araya gelmeli, orduyla birlikte Türkiye’ye yönelik tehlikelere karşı durmalıdır. Ancak bugün ulusalcı solda bölünmeler söz konusudur. Yapılması gereken bu bölünmelerin üstesinden gelinmesidir.

Gayrımilli sermayenin sözcüsü gayrımilli medya

TÜRKSOLU: Medya bu konuda AB’nin ve Yunanistan’ın sözcüsü gibi davranıyor. Rauf Denktaş’ı ve “şahinler” dedikleri ulusal kesimleri sürekli karalıyorlar. Kenan Evren’in “biz o toprakların bir kısmını vermek için almıştık” gibi açıklamaları gündeme getiriliyor. Kıbrıs Türkleri’nin Türkiye’den kopmak gibi bir isteği olduğu sürekli medyada işleniyor. Milli dava denen Kıbrıs bir vatan toprağı değil, pazarlık kozu gibi ele alınıyor.

Erol Manisalı: Medyanın bu tavrı doğrudan gayri milli sermayenin tavrının yansımasıdır. Türkiye’deki bu gayri milli medya Türkiye’nin Batı tarafına tek taraflı olarak bağlanmasına hizmet eden bir tetikçiden farklı değildir. Kıbrıs da verilsin, Ege de verilsin, diğer talepler de yerine getirilsin ki Batı’ya tek yanlı bağlanma süreci gerçekleşebilsin istiyorlar. Ben bu medyanın işgal yılları altındaki İstanbul’da İngiliz emperyalizmini tetikçiliğni yapan matbuattan farklı görmüyorum.

TÜRKSOLU: Siz bu süreç Kıbrıs Türkleri’ni Batı Trakya Türkleri gibi bir azınlık topluluğu haline getirir diyorsunuz.

Batı Trakya’dan daha kötü olur Kıbrıs

Erol Manisalı: Tabii. Batı Trakya’dan daha da kötü olur Kıbrıs. Kimse olmaz demesin. Kıbrıs Filistin’in durumuna düşebilir. İç içe geçmiş iki topluluğu yaratılması, Filistin’deki ve Ortadoğu’daki katliamları Kıbrıs’a taşır. Geçmişte Türkler’in nasıl katledildiğini gördük. Böyle bir durumda ise Türkiye hiçbir şey yapamaz çünkü, siz antlaşma yaptınız artık burası Avrupa toprağı denilerek istedikleri politikayı uygulayabilirler. Kıbrıs Filistin gibi bir kan gölüne dönüşürse oradaki Türkler’in kaçabilecekleri tek yer ise Türkiye’dir.

TÜRKSOLU: Ekonomik olarak çok daha güçlü olan Rumlar’ın mülk edinme hakkıyla beraber adaya hakim olması kaçınılmaz bir hale gelmez mi?

Erol Manisalı: Tabii ki bu gelişme engellenemez. Adanın Rumlaşması kaçınılmaz hale gelir. Zaten ada Avrupa’ya bağlanacağı için Rumların açacağı mülkiyet hakkına yönelik her türlü dava onların lehine sonuçlanacaktır. Avrupa mahkemeleri Rumlar lehine karar verecektir çünkü bu mahkemelerde Yunanistan’ın söz hakkı ve kendi hakimleri de olacaktır. Bu kararlara da itiraz edilemez çünkü AB kendi mahkemelerinden daha üst bir karar organı kabul etmez. Hiçbir anlaşma metni bunu engelleyemez. Böylelikle Türkler’in ellerinden her şeyleri alınacaktır.

TÜRKSOLU: Türkiye için en ulusalcı çözüm adanın taksimi midir?

Erol Manisalı: Taksim olarak ifade etmeyelim. Benim her zaman söylediğim birşey var. İngiltere sömürgelerinden çekildi. Kıbrıs’tan da çekildi. Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlar adanın tarihsel sahipleriydi. Türkler devletlerini kurdular. Rumlar kendi devletlerini kurdular. Bu iki devletli yapı ve şu anda varolan fiili durum adanın tarihsel gelişiminin doğal sonucudur ve korunması gereken durumdur. Böylelikle adadaki Türkiye ve Yunanistan dengesi de korunabilir. Türkiye’nin tabi burada bazı stratejik çıkarları vardır.

Güneyinde tamamen AB’ye bağlanmış, Yunanistan’ın ve AB devletlerinin üssü haline gelmiş bir Kıbrıs asla kabul edilemez. KKTC varlığını mutlaka devam ettirmelidir. Zaten AB oluşturacağı Avrupa ordusuna da Türk ordusunu almamıştır. Türkiye’yi de AB’ye almak gibi bir niyetleri olsaydı zaten bu sorunlar hiç yaşanmazdı, yarın Türkiye’yi aldıkları zaman Kıbrıs sorunu da hem Kıbrıs, hem Türkiye hem de Yunanistan AB içinde olduğu için kendiliğinden, dengeli bir şekilde çözülmüş olurdu. Bugün koparılan tantana, ver Kıbrıs’ı al takvimi dayatması, AB’nin Kıbrıs’a ve Türkiye’ye yönelik gerçek niyetlerini ortaya sermektedir.

Birleşmiş Milletler diye birşey yok

TÜRKSOLU: BM’nin planının Rumlarla birlikte Türkiye’nin inisiyatifi dışında hazırlandığı ve bugün Türkiye’ye bir dayatma olarak ortaya çıkarıldığı söyleniyor. Bu fikre katılıyor musunuz?

Erol Manisalı: Bu plan BM planı falan değildir. Annan da hazırlamamıştır. Bu Hannay’ın yıllar önce hazırladığı rapordur. Amerika o raporu aldı istediği gibi şekillendirdi. Sonra İngiltere’nin tezgahından geçti. En sonunda da Kofi Annan usulen bir iki cümle ekledi, çıkardı. Plan denilen metin böyle ortaya çıktı.

Bugün Kıbrıs’la başlayan talepler, Güneydoğu’yla devam edecek. Kıbrıs, Ege vesaire gibi konular işin bahaneleri. Mesele Türkiye Batı taleplerini karşılayacak mı yoksa karşılamayacak mı meselesidir. Zaten Birleşmiş Milletler diye birşey yoktur. Orada üç dört tane büyük gücün, Güvenlik Konseyi’nde kendi aralarında dünyayı paylaşım kavgasından başka birşey yaşanmamaktadır. Geri kalanlar figürandır.


http://www.turksolu.com.tr/18/manisali18.htm


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder