Abdullah Harun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Harun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2021 Salı

İşte Çılgınlıklarının Nedeni., 15 TEMMUZ SENARYOSU

 İşte Çılgınlıklarının Nedeni., 
15 TEMMUZ SENARYOSU

Çılgınlıklarının Nedeni,MOSSAD, CIA, FTÖ,Paralel yapı,yüksek yargı,amir, memur, hakim, savcı, asker, general, vali, müsteşar, esnaf, talebe, Mavi Marmara,Fetullah Gülen,Abdullah Harun,

Abdullah Harun,
kontrgerilla.com
17.07.2016 14:13 

TSK'daki Fetö'cülerin darbe girişimi 'Çılgınca' ve 'Gözü dönmüş' olarak değerlendiriliyor. Bir çok detay bu değerlendirmeye yol açıyor. 
Örneğin Meclis'in bombalanması.. 
Örneğin TRT'yi ele geçirirken diğer kanallara ise saatler sonra el koymaya çalışmaları.. 
Herkesin ayakta olduğu bir saatte harekete geçmeleri.. 
Bunun bir nedeni olarak, deşifre olduklarını düşünen darbecilerin paniğe kapılarak gece yarısı yerine daha erken saatte harekete geçmek zorunda kalmış 
olmaları dile getiriliyor. Ancak bunların hiçbiri Meclis'in bombalanmasını açıklayamıyor. Oysa bu çılgınlığı açıklayan bir kaç somut bulgu çok önce ortaya 
çıkmıştı. 
15 Şubat 2014 tarihinde haberleştirdiğimiz bir ses kaydında şok ifadeler yer alıyordu.
TSK'daki Fetö'cülerin darbe girişimi "çılgınca" ve "gözü dönmüş" olarak değerlendiriliyor. Bir çok detay bu değerlendirmeye yol açıyor. 
Örneğin Meclis'in bombalanması.. 
Örneğin TRT'yi ele geçirirken canlı yayında darbenin dakika dakika tüm gelişmelerini canlı yayında veren diğer kanallara ki - onlardan da bazılarına - saatler sonra el koymaya çalışmaları.. Örneğin herkesin ayakta olduğu bir saatte harekete geçmeleri..
Acemi, tuhaf ve çılgınca bu girişimlerin bir nedeni olarak, deşifre olduklarını düşünen darbecilerin paniğe kapılarak gece yarısı yerine daha erken saatte 
harekete geçmek zorunda kalmış olmaları dile getiriliyor.

Ancak bu ya da benzer değerlendirmelerin hiçbiri Meclis'in bombalanmasını açıklayamıyor. Oysa, tüm parti mensuplarının içinde bulunduğu sırada yapılan 
bu çılgınlığı açıklayan bir kaç somut bulgu çok önce ortaya çıkmıştı. 

15 Şubat 2014 tarihinde haberleştirdiğimiz bir ses kaydında şok ifadeler yer alıyordu.

ŞOK SES KAYDI: TÜRKİYE FEDA EDİLEBİLİR, GÜÇLÜ OLAN ABD'NİN YANINDA YER ALINMALI!

Paralel yapının yüksek yargı üyesi hakim ve savcılara yönelik talimatlarını içerdiği öne sürülen ve Ankara'daki hakim ve savcılara dinletildiği ileri sürülen 
kayıtta şu ifadeler yer alıyordu:

"150 devlet içinde hizmet hareketimiz ve müesseselerimiz var. MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun'u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranışları yüzünden 
'159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE'yi götürürsünüz' diyorlar. Hizmetimizin selameti için 1 kişi veya ülke gitse ne olur. 
Bu hizmetin bekası için gerekirse Türkiye feda edilir. 
Türkiye'deki mücadelede ABD'nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız. Ok yaydan çıktı bir kere. 
Bu safhadan sonra geri dönüş 'yok olmamız' anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. 
Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı 'buyrun siz giyin' diyecek değiliz. 
Büyük bir fayda için küçük kötülük yapılabilir."

Seçimlerden galip çıksa bile,

Kayıtta, AK Parti’nin seçimlerden galip gelmesi halinde yargı darbeleriyle götürülmesinin hedeflendiği şöyle dile getiriliyor: “Ok yaydan çıktı bir kere. 
Bu safhadan sonra geri dönüş ‘yok olmamız’ anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. 
Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı ‘buyrun siz giyin’ diyecek değiliz.” Kayıtta, istenilen 
sonucun alınması için “Komünist, faşist, Alevi ve CHP’li farketmez herkesle ittifak edin” talimatı veriliyor.

Gerekirse Türkiye feda edilir,

Yüksek yargı mensuplarına yağdırılan telkinler bunlarla sınır değil. ‘Hayrı kesir için şerri galil irtikap edilir’ (Büyük bir fayda için küçük kötülük yapılabilir) 
denilerek örgütün çalışma prensipleri belirtililiyor. “150 devlet içinde hizmet hareketimiz ve müesseselerimiz var” ifadesiyle başlayan kayıtta 

“Bu hizmetin bekaası için gerekirse Türkiye feda edilir. 5 bin savcı o kadar hakim, onbinlerce polis ve asker şehit olmaya hazır. 
Kayıplar önemli değil. Türkiye’deki mücadelede ABD’nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız” ifadeleri yer alıyor.

Yıpratmak için her yolu kullan,

Şok kayıtta, hükümeti yıpratmak için her türlü yolun kullanılması gerektiği dile getirilerek şu talimatlar veriliyor: “Tedbir, inkar ve takiyye ile her yolu 
kullanarak mücadele edeceksiniz. 93’ten sonra mütevelli olanlara yetki verilecek. 93’lü yıllarda hizmete girenler bugün yapılıp söylenenleri geçmişle 
mukayese edip sorguluyorlar. Bunlarla bir sonuca varmamız mümkün değil. İstişareye tabi olunacak. Orada tebliğ edilenlere mutlak itaat edilecek. 
Başbakan bu gücü tahmin edemediği için baş edeceğini düşünüyor.”
Herkesi zaaflarıyla baskı altına alın Fişlemelerle birçok kişinin bilgilerinin ellerinde olduğunu ve gerekirse bunların kullanılacağının belirtildiği kayıtta şöyle deniliyor: “Bütün bilgiler her alanda amir, memur, hakim, savcı, asker, general, vali, müsteşar, esnaf ve talebe sayı ve özellikleriyle masamızda. Herkesi her an ‘hain ilan ediliriz’ endişe ve baskısı altında tutun. Gerekirse zaaflarını açıklamakla tehdit edin. Hizmetimizi muhafaza için güçlü olandan yana olmak esas düsturumuz olmalı. 
Türkiye’deki mücadelede ABD’nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız.”
Uzun’un gitmesi için halisane dua edin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan kayıtta, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın da açıkladığı “Uzun adamın ölmesini bekliyorlar” sözünü doğrular ifadeler yer aldı. Kaydın o bölümü ise şu ifadeleri içeriyor: “ Üç yıldır Uzun’un ölümü için dua ediliyor. Hala ayakta. Demek ki halisane dua etmiyorsunuz. 
MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun’u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranış ları yüzünden ‘159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE’yi götürüsünüz’  diyorlar. Hizmetimizin selameti için 1 kişi veya ülke gitse ne olur.”

DİĞER BULGULAR

İşte ses kaydında da görüldüğü gibi, ifadeler ne kadar açık. O tarihten bugüne kadar yaşananlar ses kaydındaki ifadelerle örtüşüyor. 
Başka bulgular da bu ses kaydının ve içindeki ifadelerin doğru olduğunu gösteriyor.
Türkiye'de açılan Fetullah Gülen davasından kısa süre önce 1999'da tedavi olmak bahanesiyle ABD'ye kaçan Fetullah Gülen'in ABD ile yakınlığı daha 
önce de hep gündeme gelmişti. Irak Körfez savaşında Irak toprakları bombalanıp, Iraklı çocuklar bombardımanda hayatını kaybederken ses çıkarmayan 
Gülen'in Irak, Suudi Arabistan'daki ABD üsleri ile İsrail'e füzeler fırlattığında "ölen masum İsrailli çocuklar için üzüldüğünü" dile getirdiği sohbeti kamuoyunu 
sarsmıştı. Yine Gülen, İsrail'in Gazze'deki Ambargosunu kırmaya giden Mavi Marmara gemisine baskın yapılıp 9 Türk vatandaşı öldürüldüğünde şaşırtıcı 
şekilde gemidekileri suçlamış, "Hata ettiler, İsrailli otoritelerden izin almalıydılar" demiş, kamuoyundan büyük tepki görmüştü.
ABD'ye sığınması ve vaazlarında kullandığı ifadelerin doğurduğu ABD ile derin bağlantı şüphesi son bir kaç yılda şüphe olmaktan çıktı. Bunu gösteren 
somut gelişmeler yaşandı.
Örneğin konuyla ilgili bir FBI görevlisi çarpıcı açıklamalar yaptı. Örgüt lideri Fetullah Gülen'in 1999'da kaçtığı ABD'den sürekli oturum almasında, araya 
giren ABD istihbarat teşkilatı CIA mensubu bazı görevlilerinin etkili olduğu, Gülen'e ret kararı vermek üzere olan mahkemenin bu müdahale sonrası 
"Gülen ABD menfaatlerine faydalıdır" hükmüne vararak oturum hakkı verdiği açığa çıktı.
Rusya ve Özbekistan'daki Gülen cemaatine mensup okullar ABD istihbaratıyla bağlantı şüphesiyle kapatıldı. Hatta Özbekistan'da gözaltılar yaşandı. 
Özbekistan, ABD istihbaratçılarının Gülen okullarında öğretmen kılıfı altında çalıştırıldığı suçlamasıyla tutuklamalar yaptı.
Bir başka bulgu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın defalarca açıkça talepte bulunmasına karşın ABD yetkililerinin Gülen'i iade etmeyi kabul etmemesi gösteriliyor.
Paralel yapı davalarında sanık durumunda olan onlarca şüphelinin ABD'ye kaçmış olduğu da bir başka bulgu olarak hatırlatılıyor.
Geçtiğimiz günlerde örgüte yönelik en büyük soruşturmayı tamamlayan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da iddianamesinde bu ilişkiyi açıkça dile getirdi. 
Gülen'in ABD ajanı olduğunun çok açık olduğunu belirtti.
Sonuç olarak; bu adamlar Türkiye'yi değil ABD'yi kendilerine ana vatan seçmiş. Bu çok açık. Liderleri yıllar önce oraya zaten kaçmış. Bir çok üst düzey örgüt 
liderinin de oraya kaçtığı biliniyor. Öyleyse Meclis'i bombalamalarının başka bir anlamı var mı. Çünkü bu ülke anavatanları değil. Seçimlerden fayda da 
ummuyorlar. Hatta bu ülkeden nefret ettikleri bile söylenebilir. Hiç bir zaman delikanlı olmadılar. Hep sinsice hareket ettiler. Kendilerini gizlemek için 
sürekli yöntemler geliştirdiler. O kadar ki adeta bir istihbarat teşkilatı gibi, yani bir ajan gibi çalıştılar. Şimdi ise bu ajanlıklarını açığa vurdular. 
"Son umutları darbe" demiştik 6 Mart'taki haberimizde. Somut bulguları da sıralamıştık. 
Bazılarının abartı ve paranoya diyerek geçiştirdiği bu son umudun, örgüt tarafından şimdi nasıl devreye sokulduğunu hayret ve dehşetle izliyoruz. 
(Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
Paralel Yapı-15 Temmuz (2016) 'TSK'daki Fetö'cülerin askeri darbe girişimi' soruşturması manşetlerimiz Paralel yargıdan şok ses kaydı: Direneceğiz!
(17 Temmuz 2016, 14:13)

http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=8218

http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=8218#.X-8Sy2NxcdU


***

3 Kasım 2018 Cumartesi

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 12

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 12




27.03.2012: DELİLLER SAHTE TARTIŞMASI İLE DAVALAR KARALANMAK İSTENİYOR:

 Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın getirdiği delillerden bazılarının sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini iddia ediyorlar. Kritik delillerin hiçbirisini kabul etmiyorlar. Örneğin bir sanıktan elde edilen cd'lerden bazılarını kabul ederken içerisinde kritik bilgiler olduğunu iddia ettikleri bazılarını ise kabul etmiyorlar. Bu konuda oldukça komik gerekçeler de ileri sürülebiliyor. Örneğin Ergenekon sanığı Levent Bektaş'ın, "Aramaya gelen polislere çay söylemek için bürodan çıktığımda onlar tarafından yerleştirilmiş" demesi gibi. Diğer bir Ergenekon sanığı Mustafa Dönmez, evinden çıkan silahları arama esnasında polislerin yerleştirdiğini iddia etti. Aramaya katılan askeri yetkililer ise böyle bir şey olmadığını belirttiler. Ergenekon sanığı Dursun Çiçek'in hazırladığı ıslak imzalı belgenin fotokopisi için "Kağıt parçası bu, hukuki değeri yok. Aslını bulun yoksa dünyayı başınıza yıkarız" denildi. Aslı çıkınca da bu kez "ıslak imza sahte" denildi. "Üzerinde parmak izi var mı bakılsın. Kağıt o dönem genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı bakılsın. Mürekkep de aynı şekilde kontrol edilsin. Herşey uygun olsa bile, imza ıslak imza makinesi ile atılmış olmalı. Ayrıca yazışma formatı resmi bir belgeye uymuyor.." gibi sürekli yeni bahaneler ileri sürüldü. Ergenekon davalarında olduğu gibi Balyoz davasında da sanıklar delillerin sahte olduğunu iddia ediyorlar. Sanıklar ve avukatları, "Balyoz'da delil cd'leri sahte. 2003'teki balyoz planına ait olduğu ileri sürülen cd'lerinde sonraki yıllara ait bilgiler var. Bu da o cd'lerin sahteliğini ispatlıyor" diyorlar. Tartışma konusu olan deliller ile bu delillere karşı ileri sürülen itirazlar http://www.kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp adresinde bir araya toplanmış. Sanıkları delillere itiraz ettikçe o deliller tartışılıyor, araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam oldukları, aslında iddiaların kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik olduğu görülüyor. Kamuoyu bu tartışmalar sayesinde davaya müdahil oluyor. 

 05.04.2012: Balyoz sanıklarından şaşkın yanıltma girişimi:

Balyoz davasının Hasdal Cezaevi'nde bulunan muvazzaf sanıklarından 46'sı, ortak bir mektup hazırlayarak basın mensuplarına gönderdi. Delillerin sahte olduğunu iddia eden sanıklar mektupta iddialarını sıralıyor ve hukuksuz şekilde içeride tutulduklarını savunuyor. Ancak iddialar incelendiğinde sanık ve avukatların kamuoyunu yanıltma çabasından vazgeçmedikleri görülüyor. Çarşaf planında yer alan sokak ve cadde isimlerinin sonradan verildiğini dolayısıyla sahte olduğunu iddia eden sanıklar bilmiyorlar mı ki Çetin Doğan'ın kızı ve damadı dahi bu iddianın çürüklüğünün farkına varmış.

06.04.2012: İstanbul Barosu Balyoz davasını bastı:

Balyoz davasında 90. duruşma sürerken İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal'ın da aralarında bulunduğu baro yönetiminden 11 avukat duruşma salonuna girerek, avukatların bulunduğu bölüme oturdu. Ardından mahkeme başkanı ile aralarında başlayan diyalogda baro avukatları mahkemenin yargılama şeklini eleştirdiler. Ardından da görevimiz bitti diyerek salonu terkettiler. Savcı, Kocasakal'ın açıklamalarının davanın esasına yönelik olduğunu belirterek, 'Baro taraf olduğunu açıkça ortaya koymuştur' dedi. Geçtimiz yıl 163 tutuklamanın yaşandığı duruşmaya katılan Kocasakal'ın tutuklama kararı üzerine üzüntüden titrediği görülmüştü.

 10.04.2012: Gelin-Damat'tan manipülasyon:

Taraf yazarı Mehmet Baransu, yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Çetin Doğan'ın damat ve kızının http://balyozdavasivegercekler.com/ adresindeki web sitelerinde Balyoz davası delillerini şüpheli göstermek için kamuoyunu nasıl yanılttıklarını örneklerle açıklıyor.

 17.04.2012: Bir darbe hazırlığı da Baro'dan:

İstanbul Barosu Balyoz davasını engellemek için şok bir girişim hazırlığında.. Baro, Balyoz davasına avukat atamayarak yargılamayı durdurmaya hazırlanıyor. Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde gösterdiği tavırlarla kamuoyunda 'darbeci baro' adını alan İstanbul Barosu'nun, bu davaların sanıklarına sempatinin ötesine geçerek davaları fiilen engellemeye hazırlanması, hukuka darbe girişimi ve yargılanan örgütlere açık bir destek olarak nitelendiriliyor. Aslında Baro'nun bu planı geçtiğimiz yıl deşifre olmuştu. Baro Başkanı Ümit Kocasakal, 1.07.2011 tarihinde yaptığı açıklamada, zamanı gelince Ergenekon ve Balyoz gibi davalara avukat atamamayı düşündüklerini açıklamıştı. Ve Baro'nun planı uygulamaya geçirildi. Balyoz davasının 19.04.2012'deki 89. duruşmasına, 'Deliller değerlendirilmeden, savcının esas hakkındaki görüşünü açıkladığı ve tanık dinleme taleplerinin kabul edilmediği' gerekçesiyle mahkemeyi protesto eden sanık avukatları katılmadı. Duruşmada sanıklardan bazılarının mahkeme heyetinin uyarılarına rağmen inanılmaz küstah tavırlarını sürdürmeleri de dikkat çekti. Sanık ve avukatların tavırlarının, yargılamayı her yönden sabote etmeye ve engellemeye yönelik olduğu değerlendiriliyor.

 19.04.2012: Ilıcak: 28 Şubat operasyonları medya ve siyasete uzanmasın!:

 Bazı gazeteciler 28 Şubat soruşturmasını eleştiriyor, gözaltıların genişletilmeyerek birkaç komutanla sınırlı kalmasını istiyor ve cadı avı yapılmasın diyorlar. Sabah yazarı Nazlı Ilıcak da bunlardan birisi. Ilıcak, savcılara talimat niteliğinde bir açıklama yaparak şaşırttı. 28 Şubat operasyonunun askerlerle sınırlı tutulması, medya ve siyasete ulaşmaması gerektiğini savunan Ilıcak, bu yönde ilerleyecek operasyonun güvenirliğini kaybedeceği düşüncesinde. Tecrübeli bir gazeteciye yakışmayacak şekilde soruşturmaların belli kesimlere dokunmaması gerektiğini ileri sürebilen Ilıcak, savcıların somut delillere ulaşmış olabileceği ihtimalini ise dile bile getirmiyor. Bu görüşlerini ilk dalga operasyonların yapıldığı son bir haftadır medyada her vesileyle ve ısrarla dile getiriyor. Medya ve siyaset mensuplarının gözaltına alınıp alınmayacağı, alınacaksa da hangilerinin hangi gerekçeyle gözaltına alınacağı henüz belli değil. Buna karşın tecrübeli gazeteci Ilıcak'ın savcılara talimat verircesine ve bazı kişilere dokunulamaz mantığıyla açıklamalarda bulunması şaşırtıcı bulunuyor. Benzer bir kampanya Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün Odatv soruşturması kapsamında bazı gazetecileri gözaltına alması esnasında da yaşanmıştı. Birçok medya mensubu, iddianamenin içeriğini bile görmeden 'Ben o gazetecileri tanıyorum, iyi çocuklardır, böyle şeyler yapmazlar' mantığıyla gözaltına alınan gazetecilere sahip çıkmış, Savcı Öz'ü yerden yere vurmuştu. Bu baskıların etkisinde kalan hükümet de HSYK eliyle şaşırtıcı bir müdahaleyle Savcı Zekeriya Öz'ü görevden aldırmıştı.

28.04.2012: Ergenekon kışkırtıcılarına darbe:

Ergenekon Terör Örgütü'nün İzmir ayağına yönelik operasyonda çarpıcı bilgilere ulaşıldı. Gözaltıların yaşandığı geçen haftaki operasyonlarda, Türk İntikam Birliği (TİT) örgütünün, Ergenekon adına halkı hükümete ve Ergenekon davasına karşı kışkırttığı, şehit cenazelerini provoke ettiği belirlendi. Çete liderinin telefon görüşmesine de yansıyan provokasyon merakı dudak uçuklattı: 'Halk anlamıyor. Tepeden inme yöneteceğiz. Silahlanmamız lazım. Bu Kürtler çok iyi yapıyor her gün beş on kişiyi öldürsünler. Fırsat varken ortalığı karıştıralım. Şer...z medya, hemen provokasyona.. Provokasyona gel ki ülke elden gitmesin.'

 02.05.2012: Ergenekon tiyatrosu rahatsız:

Devlet tiyatroları tartışması giderek büyürken, tiyatroda da Ergenekon benzeri bir örgütlenme var olduğu iddia ediliyor. Tiyatrocu Ahmet Yenilmez, tiyatrolarda var olan örgütsel yapılaşmanın tiyatroya istediği kişileri alabilmek için sınavları gece yarısı yaptığını ileri sürdü. Askeriyede ve siyasette olduğu gibi süregelen bir statükonun artık yıkılmak üzere olduğunu söyleyen Yenilmez, gösterilerde ön plana çıkan tiyatrocuların Cumhuriyet mitinglerinde önde olan insanlarla aynı olduğunu söyledi. Gerçekten de Tarık Akan, Müjde Ar, Müjdat Gezen, Bedri Baykam, Rutkay Aziz ve Levent Kırca gibi sanatçılara bakıldığında sadece Cumhuriyet mitingleri ve benzer gösterilerde ön planda yer almakla kalmadıkları, Ergenekon davaları aleyhindeki her girişimde sanatçılar adına birlikte hareket ettikleri, açık bir tutum takındıkları görülebilir.

 09.05.2012: Akşener'e 28 Şubat kurşunu:

28 Şubat darbesine yönelik soruşturmayı yürüten savcıyı 'bilgilendirmesinden' iki gün önce Meral Akşener'in aracına uyarı mermisi sıkıldığı ortaya çıktı. Olayın duyulmasını istemeyen Akşener, konuyu sadece çevresine anlattı, ertesi gün de Ankara'ya gidip 28 Şubat ile ilgili olarak savcıya ifadesini verdi. Akşener'in otomobilinin kurşunlandığı, dün bazı bakanların TBMM Genel Kurulu'nda yanına gidip üzüntülerini iletmeleri üzerine ortaya çıktı.

15.05.2012: Başbakan'a Peker tehdidi:

Ergenekon davasının gizli tanığı Poyraz ile sanık Bedirhan Şinal'in ifadelerini değiştirmeleri için tehdit edildikleri gerekçesiyle yürütülen soruşturma kapsamında, Ergenekon davasının tutuklu sanığı Sedat Peker şüpheli sıfatıyla ifade verdi. Tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkedilen Peker'le bağlantılı bir başka gelişme de aynı saatlerde yaşandı. Kadıköy'de, çalışır halde terk edilen şüpheli aracın içinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a tehdit notu çıktı.

25.05.2012: Barodan direniş açıklaması:

Balyoz davasında avukat görevlendirmediği gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatılan İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve 10 yönetici, soruşturmayı kanuna aykırı diye nitelendirdi ve ifade vermeye gitmeyeceklerini açıkladı.

26.05.2012: Ergenekon tanığına tehdit:

Ergenekon hakkında çarpıcı bilgiler veren Semih Köken’in, sanıklar tarafından tehdit edildiği ortaya çıktı. Osman Gürbüz’ün adamlarının, kolon kanseri olan Köken’e hastaneden ulaştığı ve konuşmaması konusunda baskıda bulunduğu öğrenildi.

 01.06.2012: Erdoğan'a suikast davası (Atabeyler) kapatılıyor:

Kamuoyunda 'Atabeyler Davası' olarak bilinen Başbakan Erdoğan'a yönelik 2006 yılındaki suikast hazırlığına yönelik dava, önemli iddialar aydınlatılamadan kapanmak üzere. 'Atabeyler suikast davası'nda 'suikast' tabiri ortadan kaldırıldı, suçlama sadece 'patlayıcı madde bulundurmak'la sınırlı kaldı. Eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer bu olay için 'Başbakana dört dörtlük suikasttı' açıklaması yapmıştı. Ankara'da görülen davanın Ankara'da görülen Danıştay davası gibi kapatılacağı ileri sürülüyor.

 28.06.2012: Özel Yetkili Mahkemeleri kısıtlama hazırlığı endişeye neden oluyor:

 MİT krizi üzerinden hükümete yönelik sivil darbe girişimini gören Başbakan ısrarından vazgeçmiyor. Cemaat komplosu denilen MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Başbakan'ı hedef alma girişimi, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ya da kısıtlanması sonucunu getirmek üzere. Haftalardır konuşulan yasa değişikliği tasarısının hazırlanmakta olduğu ve tüm partilerin katılımıyla bir kaç gün içinde Meclis'ten geçirileceği konuşuluyor. Bu girişim hukukçuların tepkisini çekerken kamuoyunda da endişeye neden oldu. Darbe tehlikesi henüz geçmiş değil diyen kamuoyu, bir tehlikeden kaçarken diğerine yakalanmak istemiyor. Hazırlığı yapılan özel yetki kısıtlaması ya da özel yetki iptalinin Ergenekon ve Balyoz gibi kritik önemde davaları olumsuz etkilemesinden korkuluyor.

 03.07.2012: Ses kaydı haberlerine hapis cezası geldi:

Meclis'te kabul edilen yasa ile ses kayıtlarını haberleştirmeye 5 yıl hapis cezası getirildi. Kamu yararının olup olmamasına bakılmaksızın çıkarılan bu yasanın, şaşkın ve kabul edilemez bu girişimin haberciliği kısıtlamayı ve darbecileri rahatlatmayı beraberinde getireceği de açık. Kamuoyuna yönelik bir darbe tehlikesinin ortaya çıkarılması için gizli darbe hazırlığı ve girişimlerine ait ortaya çıkan ses kayıtlarının haberleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bu gibi haberler tüm Batı dünyasında değerli bir habercilik olarak kabul edilirken ülkemizde tuhaf bir tavır değişikliği yaşanmaya başlandı. Kamuoyu diğer haberler yanında ses kayıtları haberleriyle de darbecilerin girişimlerinden haberdar oldu. Gidilen seçimlerde, özellikle de referandumda karanlık girişimlerden haberdar olmanın sonuçları sandıklara yansıdı. Eğer medya ve kamuoyu bu olayları bu kadar yakından takip etmeseydi, haber yapmasaydı, Ergenekon soruşturma sürecinin bu kadar başarıya ulaşması mümkün olmazdı. Ses kayıtları hükümeti devirmeye yani onu seçen halka yönelik tehditleri deşifre ediyor.

 12.07.2012: Ergenekon'u sağcılara yakıştırdı!:

Ergenekon davasında tanık olarak ifade veren gazeteci Can Dündar, Ergenekon yapılanmasını sadece sağcılara yakıştırdı!. İki duruşmadır ifade veren Dündar, Ergenekon isimli bir gladyo yapılanmasının varlığına ilişkin daha önce de duyumları olduğunu belirtti. Ancak Ergenekon soruşturmasında solcuların gözaltına alındığını, oysa bildiği gladyo yapılanmasında ise sağcıların yer aldığını ima eden Dündar, bu gerekçeyle de bildiği Ergenekon yapılanmasının şu an yargılanan yapılanmadan farklı bir yapılanma olduğunu savundu. Solcu görüşleriyle tanınan Can Dündar'ın, özellikle 1996 yılında patlayan Susurluk skandalında Abdullah Çatlı gibi ülkücülerin teşkil ettiği kontrgerillanın sağ kesimdeki uzantısının üzerine hararetle gittiği biliniyor. Ancak Dündar, 2007'de başlatılan Ergenekon soruşturmasında örgütün sol kesimdeki uzantısının da üzerine gidilmesine ise soğuk bakmaya başladı. Dündar'ın ortaya çıkan somut delillere, belge ve silahlara rağmen davada sadece sağcılar değil çok sayıda solcu da yargılandığı gerekçesiyle Ergenekon davasına soğuk baktığı açık. Dündar, Ergenekon soruşturmasında İbrahim Şahin gibi sağ görüşlü sanıklar tutuklandıkça heyecanlanan ve yazılar yazan, sol görüşlüler tutuklandığında ise morali bozulan, çok tarafsız(!) bir gazeteci. Oysa kontrgerillanın sağ ve sol kesimde uzantılarının bulunduğu bizzat Ecevit tarafından da dile getirilmişti. Ayrıca İtalya'daki gladio skandalında da bu durum ortaya çıkmıştı. Aslında 70'li yıllardan beri süren kontrgerilla tartışmalarında da örgütün sağ ve sol içinde uzantılarının olduğu hep dile getirildi. Ancak ne zaman ki sol uzantıya dokunuldu işte o zaman birileri buna soğuk bakmaya başladı.

13.07.2012: Sanıklara Ergenepol koruması:

Ergenekon davasının 4 firari sanığı hakkında Interpol bir türlü harekete geçmiyor. Ergenekon'un uluslararası bağlantıları olduğu iddiası çeşitli delillerle kanıtlandı. Firari sanık Bedrettin Dalan'a Alman istihbarat teşkilatınca sahte pasaport verildiği ortaya çıktı. Almanya'dan Ergenekon sanıklarına yapılan para yardımları kanıtlandı. Ardından Alman vakıflarının Türkiye'deki derin faaliyetleri bizzat Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirildi. Interpol'de Alman polisi ciddi lobi gücüne sahip. Muhtemelen bu nedenle firari sanıklar için tüm resmi başvuruların yapılmasına karşın Interpol harekete geçmiyor. Konu hakkında değerlendirmelerde bulunan Emekli Askeri Hakim Faik Tarımcıoğlu, “Derin bir koruma ile karşı karşıyayız. Interpol, olaya siyasi yaklaşarak Ergenekonculara koruma zırhı oluyor. Ergenekon’un gizli istihbaratlar ile ilişkisi de gündem de… Bir başka zırh da derin istihbarat örgütleri tarafından giydiriliyor. Interpol’de bundan etkileniyor. Batı, Ergenekon dosyasının derinleşmesini dolaylı yollarla engelliyor. Batı Türkiye’nin tam anlamıyla demokratikleşmesinden de korkuyor” diye konuştu.

 18.07.2012: Atabeyler'de skandal beraat:

Başbakan Erdoğan'a yönelik 2006 yılındaki suikast hazırlığını yapan Atabeyler çetesi üyeleri şok bir kararla beraat etti. Dava, önemli iddialar aydınlatılamadan kapatıldı. Yargılamada yaşanan bulgular, skandal kararın çıkacağını aylar öncesinden belli etmişti. 2006 yılındaki Danıştay'a saldırısı davasını dinci kalkışma diyerek örtbas eden de aynı mahkeme, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi idi. O dönem Ergenekon soruşturmasına bakan Savcı Zekeriya Öz, saldırının Ergenekon örgütüyle bağlantısına dair 9 adet delili içeren bir mektubu mahkemeye göndermiş ancak heyet bunu dikkate almayarak aceleyle davayı bitirmişti. İşte bu şekilde Danıştay davasında acele eden mahkeme, benzer bir acelecilik ve soruşturmayı derinleştirmeme durumunu Atabeyler davasında da gösterdi. Sonuçta Başbakan'a yönelik dört dörtlük suikast hazırlığı da örtbas edilmiş oldu. Çete üyelerinin Özel Harp Dairesi mensupları olduğu ortaya çıkmıştı. Beraat kararı, Özel Harp talimnamelerinde, mensupları için ileri sürülen 'kanunlardan korundukları ve kollandıkları' iddialarını da güçlendirdi. 'Atabeyler suikast davası'nda 'suikast' tabiri ortadan kaldırıldı, suçlama sadece 'patlayıcı madde bulundurmak'la sınırlı kaldı. İstanbul Emniyet eski Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, verdiği bir demeçte Atabeyler “çetesinin” hedefinin Başbakan Erdoğan olduğunu ileri sürmüştü. Yılmazer, “Atabeyler operasyonu var ya, o olay Başbakan’a yönelik dört dörtlük bir suikast girişimi. Öyle ordudan dışarıya silah çıkarma, bunları gizleme, saklama işi falan değil. Ele geçirdiğimiz mühimmat ve planlar, Başbakan’a nerede nasıl saldırılacağını gösteriyordu. Çok netti. Bunun dört dörtlük bir suikast girişimi olduğunu Başbakan’a dahi anlatamadılar” demişti.

 20.07.2012: İsmailağa dosyaları kayıp:

Ergenekon örgütünce öldürüldüğü ileri sürülen Fatih İsmailağa Cami imamı Bayram Ali Öztürk cinayeti dosyasından iki klasör kayboldu. Aydınlatılması için adeta hiçbir gayretin gösterilmediği soruşturmada 3 savcı değişmiş, cinayeti işleyen katilin telefon kayıtları ile civardaki güvenlik kamera kayıtları incelenmemiş, katilini eşinin ifadesi dahi alınmamıştı. Cinayet ile ilgili soruşturmayı yürüten savcılığa teknik takip kayıtlarının ve belgelerin de eksik iletildiği ortaya çıkmıştı.

20.07.2012: TSK, Balyoz'a delil bulamamış:

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi bir buçuk yıldır devam eden ve 250 askerin tutuklu yargılandığı Balyoz davasındaki 'SUGA' ile 'ORAJ' planları için kuvvet komutanlıklarına herhangi bir hukuka işlem yapılıp yapılmadığını sormuştu. Gelen cevabi yazıda 'askeri savcılığın delil bulamadığı' karşılığının verildiği öğrenildi.B alyoz darbe planına dair Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın kovuşturmaya gerek görmediği, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın ise hiç soruşturma yapmadığı ortaya çıktı. Balyoz darbe planının orjinal belge ve ses kayıtları ismi belirlenemeyen bir kişi tarafından Taraf muhabiri Mehmet Baransu'ya oradan da savcılığa ulaşmıştı. Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, geçtiğimiz yıl internete düşen ses kaydında belgelerin bu şekilde mahkemenin eline geçmesine tepki göstermekte, 'Ne var ne yok çaldırmışız, namerdin eline malzeme vermişiz' diyerek Balyoz planından haberdar olduklarını en üst makam olarak itiraf etmekteydi.

 01.08.2012: El yazısı ve kroki Dönmez'in:

Adli Tıp Kurumu, Sapanca ve Ankara Zir Vadisi'nde bulunan silahlara ait krokilerin Mustafa Dönmez'in bizzat kendi el yazısıyla hazırlandığını bildirdi. Bu sonuç daha önce Emniyet ve Jandarma Kriminal tarafından da tespit edilmişti. Yarbay Mustafa Dönmez, Ergenekon davasının en önemli sanıklarından birisi. Ajandasındaki krokilerden yola çıkılarak yapılan kazılarda Ankara'daki evinin yanındaki Zir Vadisi'nde büyük bir cephanelik ortaya çıkarılmıştı. Dönmez, el yazısı ve krokinin kendisine ait olmadığını, silahların polislerce yerleştirildiğini iddiasını sürekli dile getirdi. Ele geçen cephaneden dolayı yargılandığı askeri mahkemede suçu sabit görülerek 4 yıl ceza aldı ve TSK'dan çıkarıldı. Askeri mahkemedeki duruşmalarda sürekli kendisinin suçsuz olduğunu, delillerin polis tarafından yerleştirildiğini iddia eden Dönmez'in talepleri üzerine gömülü silahlar, ajandasındaki kroki ve notlar gibi suç delilleri için defalarca bilirkişi incelemesi yaptırıldı. Sonuçta suç delillerinin polis tarafından yerleştirilmediği iyice anlaşıldı. Hatta polis aramalarına katılan çok sayıdaki askeri görevliler de mahkemede bu konuda polisi savundular. Aramalara katılan askeri personelin de aleyhine şahitlik etmesi üzerine Yarbay Dönmez ilerleyen duruşmalarda askerleri de polisle işbirliği içinde komploya katılmakla suçlamaya başladı. Dönmez duruşmalarda sürekli Atatürk'ten bahsetmekte, kendisinin Mustafa Kemal'in askeri olduğunu iddia etmekte ve polisin silahları yerleştirerek suçu kendi üzerine attığını iddia etmekteydi. Hatta bu konuda ileri giderek Atatürk'e suikast düzenleyen kişinin bir polis olduğunu, askerlerin böyle şeyler yapmayacak kadar şerefli olduğunu söyleyebilmişti.

 03.08.2012: Yavuz hırsız durumu:

Fuhuş, şantaj ve askeri casusluk davası dün sonuçlandı. 56 sanık, şikayetçi bulunmaması gerekçesiyle 'fuhuş' ve 'askeri casusluk' suçlamalarından beraat etti. Mahkeme TSK belgelerini gizlice elde eden bir örgütün varlığını ise kabul etti ve cezalar verdi. Ancak işin bu kısmını göstermeyen bazı medya organlarının olayı sanıklar sanki beraat etmiş gibi vermesi, üstelik de, 'iki yıl içeride boşu boşuna yatmışlar' diyerek olayı tamamen çarpıtarak vermesi, Ergenekon ve Balyoz gibi davalardaki sanıkların da benzer durumda olduğunu iddia etmesi dikkati çekti.

 04.08.2012: Kılıçdaroğlu yine ters merdivene bindi:

Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün Ergenekon davasında iki gündür verdiği ve komutanların hükümete muhtıra verme isteğini doğrulayan ifadeleri gündem oldu. Ancak CHP lideri Kılıçdaroğlu, bu ifadelerle davanın çöktüğünü ileri sürdü. Bu şaşırtıcı iddia, Ergenekon davası aleyhine yayın yapan medyada dahi alay konusu oldu. Kılıçdaroğlu'na tepki gösteren Radikal yazarı Eyüp Can'a göre, Özkök'ün ifadesinden sonra Ergenekon davası bırakın çökmeyi, Çetin Doğan'dan Şener Eruygur'a birçok sanık aleyhine daha da güçlendi.


31.08.2012: Odatv virüs tahliyesi istedi:

 Odatv davasında Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, TÜBİTAK'ın hazırladığı rapordaki; 'bilgisayarlarda virüs var' kısmını gerekçe göstererek tahliye talebinde bulundular. Oysa raporun diğer kısımlarındaki ifadeler sanıkların gerekçesini tamamen çürütüyor. Sanıkların raporun sadece bir kısmını göstererek tahliye talep etmeleri, Bektaşilerin 'namaza yaklaşmayın, sarhoşken' ayetini çarpıtarak, 'namaza yaklaşmayın deniliyor, onun için namaz kılmıyoruz' savunmalarını hatırlattı. 

Raporun sanıkları tarafından görülmeyen kısımlarında ilginç ayrıntılar yer alıyor. TÜBİTAK tarafından hazırlanan raporda belgelerin 2010 yılında oluşturulduğu, virüslerin ise 2011 tarihli olduğu belirtildi. Raporda sanıkların mahkemeye sunduğu diğer raporlar da eleştirildi. Örneğin, sanık avukatları tarafından mahkemeye sunulan Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) kaynaklı rapordaki yanlışlıklara da dikkat çekilerek, YTÜ'nün 'bulamadık' dediği belgelerin silinmiş olsa da, hard disklerden çıkarıldığı kaydedildi. Sanıkların 'polis aramaları esnasında bilgisayarlara delil konuldu' iddiaları ise bu aramalardaki imaj alma işlemlerinin uluslararası geçerliliğe sahip teknik donanımla, usulüne uygun gerçekleştirildiği tespitiyle çürütüldü. Suçlamalara sebep olan delillerin birer birer ayrıntılı şekilde incelendiği raporda, hiçbir dosyanın zararlı bir yazılım tarafından gönderildiğine veya değiştirildiğine dair bir bulguya rastlanmadığı vurgulandı. Bilirkişi raporunda, Oda TV'den, Barış Pehlivan'dan ve Müyesser Uğur Yıldız'dan ele geçirilen bilgisayarlarda çok sayıda 'trojan' türü, 'truva atı' olarak tabir edilen ve her bilgisayarda bulunabilecek virüslerin bulunduğu, bunların uzaktan dosya gönderme özelliğine sahip olmadığı bilgisi verildi.

İddianamede yer alan dosyaların 2010 tarihinde oluşturulduğu verisinin yer aldığı bilirkişi raporunda, bilgisayarlara bulaşan ve etkin olamayan zararlı yazılımların ise 31 Ocak 2011 - 5 Şubat 2011 arasındaki tarihlerde hard disklere girdiği belirtildi.

 Raporda sanıklardan sadece birinin (Müyesser Uğur) bilgisayarında, özel hedefli sosyal mühendislik saldırıları ile gönderilen, uzaktan dosya atma özelliği bulunan zararlı yazılımların çalışmış olduğu tespit edildiği, dosyalar üzerinde ilgili bilgisayar kullanıcıları tarafından bir işlem gerçekleştirildiğine dair tatmin edici izlere rastlanmadığı belirtiliyordu. Sanıklardan sadece birinin savunmasını güçlendiren bu bulgu ise, o kritik belgelerin diğer sanıkların bilgisayarlarında bulunmasıyla zaten çürümüş oluyor.

 Araştırılan bilgisayarda virüslerin varlığının belirlenmesi belgeleri onların getirdiğini göstermez. Çünkü virüs bulunmayan hiçbir bilgisayar yoktur. Onlarca virüsten binlercesine kadar her bilgisayarda mutlaka virüs bulunur. Eğer bunların varlığı tek başına dışarıdan dosya getirmeye dayanak olursa hiçbir dijital veri mahkemelerde delil olarak kabul edilemez. Çünkü her bilgisayarda mutlaka virüsler bulunur. Bu tartışılmaz bir bilgisayar gerçeğidir. Bu rapora aslında gerek yoktu. Sanıkların dikkatleri dağıtmak için ileri sürdükleri bu gerekçe daha baştan sağlam gerekçelerle eleştirilmişti. Ancak hukuksal prosedür gereği bu raporun alınması gerekli olmuştu.

 Ayrıca bu TÜBİTAK raporu olmasa bile, olayın başından beri çok önemli bir gerekçe, virüs iddiasını zaten inandırıcı olmaktan çıkarıyordu. 'Ulusal Medya 2010' belgesinde talimatı verilen örgütsel faaliyetler, Odatv'nin zaten sürekli yapmakta olduğu bir iş idi. O dokümanda geçen, Ergenekon ve benzer davaların hakimlerini itibarsızlaştırma faaliyetleri aslında Odatv'nin sürekli yaptığı iş. Özellikle 2009 yılı ramazan iftarına katılan hakim ve savcılarla ilgili haberi, bunlar arasında en fazla ses getireni oldu. Odatv'nin yayınları incelendiğinde o belgelerdeki talimatların nasıl uygulandığı, Odatv'nin Ergenekon savcı ve hakimlerini karalama amaçlı 'iftarı yemeği' haberinde çok iyi görüldü. Dolayısıyla odatv'nin zaten sürekli yapmakta olduğu faaliyetlere dair bilgisayarda bulunan bir belgenin virüs yoluyla başkaları tarafından komplo amacıyla yerleştirildiği savunmasının inandırıcılığı olmamıştı. Ayrıca, belgenin bir değil bir çok sanığın bilgisayarlarında da ele geçirilmiş olduğu tekrar hatırlanmalı. Odatv davasının en önemli delilleri arasında yer alan 'Ulusal Medya 2010' belgesinin sadece Oda TV'de değil, davanın sanıklarından Müyesser Uğur ve Barış Pehlivan'a ait 3 farklı bilgisayarda, 6 ayrı dosyada bulunduğu tespit edilmişti.

 11.09.2012 Komutan eşlerine yol kesme davası:

Balyoz davasının tutuklu sanıkları emekli Org. Çetin Doğan ile emekli Tümamiral Ali Deniz Kutluk'un eşlerine dava açıldı. İddianameye konu olan 5 Mayıs 2011 günü Nilgün Doğan ve İrem Kutluk'un da aralarında bulunduğu bazı Balyoz davası sanık eşleri, yargılamanın yapıldığı duruşma salonunun önünden geçen yolu araç trafiğine kapatmışlar ve eylem düzenlemişlerdi. Bu eylem sırasında Nilgün Doğan'ın jandarma görevlilerine "Burada su içiyorsanız eşlerimizin sayesinde içiyorsunuz. Sizler burada rahat yaşayabilesiniz diye onlar orada mücadele ediyor." şeklinde sarf ettiği sözleri, özellikle jandarma personeli arasında tepkiye neden olmuştu.

 15.09.2012: Gizli Tanık: Devlet korumuyor:

 Birinci Ergenekon davasının gizli tanığı X, 'Tehdit ediliyorum. Tanık Koruma Kurulu taleplerimi umursamıyor' diyerek gizli tanıklık müessesindeki sıkıntıları anlattı. Adeta 'ölüme terkedildiğini' söyleyen Gizli Tanık, " Hastaneye bile gidemiyorum. Sanki tanıklık yapmamam için yıldırmaya çalışıyorlar" dedi. "Beni ölüme ve çaresizliğe terk ettiler" derken Ergenekon'dan tehditler aldığını savundu. Başka bir ülkeye gönderilme talebinin 11 kişilik Tanık Koruma Kurulu tarafından reddedildiğini aktaran tanık, "Bakmak zorunda olduğum bir ailem yok, en önemli delilleri de ben verdim. Ama beni koruyamıyorlar" ifadesini kullandı. Kendi güvenliğini sağlamak için 'gizli tanık evi'nde cephanelik kurduğunu anlattı. Bu durum, tanığın kasten korunmayarak ölüme terk edilmiş olabileceği şüphesine yol açtı.

22.09.2012: Bazı medyada Balyoz hapis cezalarına tepki

 Balyoz davasının darbe girişiminin sabit görülerek sanıkların cezalandırılmalarıyla sonuçlanması bazı medya organlarını şok etti. Taraflı yayın yaparak darbecileri masum melekler gibi göstermeye çalışan bu medya organları kamuoyu önünde ne kadar deşifre olduklarının farkında olmadan taraflı yayınlarını günlerce sürdürdü. Yargılan konunun bir askeri darbe olmasına rağmen işin bu yönüyle hiç ilgilenilmeyen haberlerde sanıklar masum gösterilmeye çalışıldı, aksi ihtimale hiç yer verilmedi. Bu yönüyle de bu haberleri yapan medya organları ve gazetecilerin, Balyoz darbesi gerçekleştiğinde 'kendisinden yararlanılacak gazeteciler' olarak adları darbe planlarında açıkça geçen gazeteciler olup olmadığı tartışması başladı.

09.10.2012: Ergenekon sanığından sanık avukatlarına tepki:

 Ergenekon davasında tutuksuz olarak yargılanmakta olan Mahir Akkar, yargılamayı engellemeye çalışan sanıklar ile avukatlarına tepki gösterdi. "Avukatlar, sanıkları mağdur etti.. Avukatlar tribüne oynadı, sanıklar haftalarca hayat hikayelerini de anlatarak savunma yaptı.. CHP ve İstanbul Barosu, Silivri'yi adeta siyaset arenasına çevirdi" diyen ve CHP ile İstanbul Barosu'na da eleştirilerde bulunan sanık Akar, sanık avukatlarını eleştirdi.

 Abdullah Harun

  (12.09.2008), son güncel.: (09.10.2012) 

http://www.kontrgerilla.com/yazilar/ergedavaengelleme.asp


***

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 11

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 11




 08.12.2011: Aselsan belleği jandarmada kayboldu:

Aselsan’da milli tank, F-16 ile suikast silahı Kanas projesi üzerinde çalışırken intihar ettiği öne sürülen Hüseyin Başbilen’e ait flash bellek jandarmada kayboldu. Çok önemli bir delil olan bellekte, Başbilen'in intihar ettiğine delil olarak gösterilen mektubun yer aldığı iddia ediliyordu. Bu mektubun varlığına dair iddia, olay yerinde ilk soruşturmayı yapan jandarma tarafından ileri sürülmüştü. Önce bilgisayarda var denildi ama. Savcılık Başbilen soruşturmasında iki şok delil karartmayı tespit etti. Buna göre, Jandarma, intihar mektubunun Başbilen’in Aselsan’daki bilgisayarında bulunduğunun belirlendiğini söyledi. Savcılık, Jandarma’nın cevabını yeterli görmeyerek bilgisayarı incelettirdi, ancak söz konusu mektubun izine rastlamadı. Sonra bellekte var denildi ama o da kayıp. Bunun üzerine Jandarma’ya mektubun bilgisayarda bulunamadığı bildirildi ve konuyla ilgili cevap istendi. Jandarma ise mektubun Başbilen’in öldüğü esnada aracındaki harici bir bellekte kayıtlı olduğunu bildirdi. Harici belleğin kendilerine teslim edilmesini talep eden savcılığa jandarmadan gelen yanıtta belleğin kayıp olduğu yönünde ifadeler yer aldı.

09.12.2011: Sicilleri hatalı bildirdi, savcılık polisleri koruyor dedi:

 Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından avukat Serdar Öztürk'ün 'gerçeğe aykırı tutanak hazırlamakla' suçladığı polislerin savcılık tarafından korunduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığı ortaya çıktı. Edinilen bilgilere göre Serdar Öztürk, suçladığı polislerin sicil numaralarını savcılığa yanlış bildirmiş. Dolayısıyla Öztürk'ün verdiği sicil numaralarını araştıran savcılık, söz konusu polislere ulaşamıyor.

 12.12.2011: Dava klasörlerini incelemeye vakti yok, tazminat davası açmaya var:

 Birinci "Ergenekon" davasının tutuklu sanıklarından Sevgi Erenerol'un avukatı Vural Ergül tarafından hazırlanarak mahkemeye sunulan çalışmaya göre, 25'i tutuklu 108 sanığın yargılandığı davada 4 bin 300'ü aşkın klasör yer alıyor. Avukat Ergül, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verdiği dilekçede kendi yaptığı çalışmanın sonuçlarına yer verirken, fiili olarak yargılama yapılamaz bir hale gelen dosya içeriğiyle ne sanık vekili olarak müdafilik görevini yerine getirebilmesine imkan bırakıldığını, ne de müvekkilinin kendisini savunabilme imkanı olduğunu öne sürdü. Ergül, bu nedenle heyete karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde adil yargılama hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle tazminat davası açacağını kaydetti. Ancak bu garip durum klasörleri incelemek için vakit bulmayan avukatın tazminat davasına hazırlanma ve davayı açmak için nasıl vakit bulacağı sorusuna yol açtı. Avukat Ergül, hukuk çevrelerinde 1 bardak suda fırtına çıkarmaya alışkın kışkırtıcı bir avukat olarak nitelendiriliyor. Bir avukatın davada yalan söyleyebileceğini iddia eden Avukat Ergül Ergenekon davasının hakimleri tarafından şaşkınlıkla izlenmişti. Avukat Vural Ergül, Ergenekon duruşmalarında medyatik girişimleriyle tanınıyor. Ergül, birinci Ergenekon iddianamesi ek klasörlerinin savcılar tarafından gazetecilere servis edildiğini öne sürmüş, ancak daha sonra belgelerin, canlı yayına çıkarak savcıları suçlayan Ergül tarafından gazetecilere verildiği ortaya çıkmıştı. Vural Ergül Ergenekon duruşmalarında ilginç bir olayla daha medyada yeralmıştı. Sanık avukatları, sanık Sevgi Erenerol'un avukatı Vural Ergül hakkında bir televizyon kanalında yayınlanan "Ergenekon avukatına soruşturma, savcılara hakaret etmişti" başlıklı haberin görüntüsünün, fotoğraf halinde Ergül'ün bilgisayar ekranına masaüstü görüntüsü olarak kaydedilmesini 'kendilerine yönelik baskı' şeklinde değerlendirmiş; "Savcılık makamında aba altından sopa mı göstermek isteniyor?" şeklinde yorumlar yapılmış, CHP milletvekilleri de olaya ilişkin tutanak tutarak konuyu HSYK'ya şikayet etmişlerdi. Oysa resmi ekrana koyan kişinin bizzat Ergül olduğu ertesi gün ortaya çıktı. Ergül ıslak imzalı Albay Çiçek'e ait belgenin ilk olarak fotokopisi ortaya çıktığında bunun sahte olduğunu iddia etmiş ve bu iddiasını doğrulamak için de bir belgenin altına Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün imzasını dijital ortamda taşıyarak daha sonra fotokopisini çekmiş ve bu belgenin sahteliği gibi Çiçek'in imzasını taşıyan belgenin de sahte olduğunu iddia etmişti. Ergül, yaptığı son şovda Danıştay kamera skandalını sulandırmaya çalışmış ve TÜBİTAK'ın incelediği harddiskin ve bu diskten kurtardığı kamera kayıtlarının Danıştay binasına değil 'İstanbul Modern' müzesine ait olduğunu iddia etmişti. Ergül, bu aşamada akla 'Danıştay binasına ait orijinal hard disk nerede' sorusunun geldiğini belirterek "Güvenlik firmasının kadar soruşturmayı yürüten Ankara terörle mücadele şubesinin de sorumluluğu vardır bu göz ardı edilmemelidir" diyerek kafa karışıklığı oluşturmaya çalışmıştı. Beşiktaş Adliyesi'ne gelen Vural Ergül, Danıştay kayıtlarının sahte olduğu iddiasını ortaya atmasının ardından konuyla ilgili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne beyanda bulunacağını söylemiş, fakat mahkeme, Avukat Ergül'ün başvuruda bulunduğunu doğrulamamıştı. Polisin saldırıda ihmali olduğunu iddia eden ve bu yönde adliye muhabirlerine de mail atan Ergül yaydığı maille ilgili konuşmaktan kaçınmıştı. Konuya ilişkin görüşü sorulan Ergül, Ergenekon sanığı avukatı olarak neden böyle bir maili yaymaya çalıştığına yönelik sorulara yanıt vermemişti. Vural Ergül ayrıca duruşmalarda dinlenen gizli tanıkların kimliğini ısrarla açıklamaya çalışması ve mahkeme heyetine hakaretleri, tutum ve davranışları nedeniyle uzun süre duruşmalardan men edilmişti. Yine Ergül, Ergenekon savcılarına yönelik hakaretleri nedeniyle yargılandığı davada 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezasına çarptırılmıştı.

15.12.2011: Odatv'nin ODTÜ raporu da çürük:

Odatv davası sanıklarının bilgisayarlarında bulunan örgütsel dökümanlar için ortaya attıkları 'virüs getirdi' iddiasından sonra 'imaj alma sırasında polis tarafından yüklendi' savunması da çöktü. ODTÜ'lü bir profesör ve araştırma görevlisine hazırlatılan raporun bilimsel dayanak ve gerçeklere aykırı olduğu tespit edildi. CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk'ün konuyla ilgili soru önergesine İçişleri Bakanlığı'nın verdiği cevap, bütün işlemlerin avukatlar huzurunda gerçekleştirildiğini, imaj alma programına dışarıdan ekleme yapılmasının imkânsız olduğunu ortaya koydu. Bakanlık raporunda, İçişleri Bakanlığı'nın raporunda, iddianamenin en önemli delilleri arasında yer alan 'Ulusal Medya 2010', 'Yalçın Hoca' ve 'Hanefi.doc' belgelerinin Müyesser Yıldız Uğur'un bilgisayarında imaj alma işleminden önce birçok kez açılıp okunduğu belirtildi. Raporda ayrıca imaj alma işlemlerinin avukatlar huzurunda yapıldığı ve imaj alma programına dışarıdan yükleme yapılmasının imkânsız olduğu ifade edildi. Raporda ayrıca ODTÜ tarafından hazırlanan raporun hiçbir somut delile dayanmadığı da belirtilerek herhangi bir geçerliliğinin olmayacağı vurgulandı. Ayrıca imaj alma işlemlerinin tüm dünya ülke polislerince kullanılan bir programla yapıldığı ve bu programa müdahale etme imkânının olmadığı belirtilerek, imaj alma esnasında hard diske ayrı bir dosya eklenmesi yönündeki iddianın herhangi bir dayanaktan yoksun olduğu anlatıldı.

15.12.2011: Almanya Dalan'ı iade etmiyor:

Adalet Bakanlığı bir açıklama yaparak, Almanya'nın Ergenekon davasının firari sanığı Bedrettin Dalan'ı iade etmeyeceğini bildirdi. Almanya, karara gerekçe olarak Dalan hakkındaki ceza talebinin 'müebbet hapis' olmasını gösterdi. Oysa Almanya, daha önce müebbet hapis istemiyle yargılanan Metin Kaplan'ı Türkiye'ye iade etmişti. Almanya ve diğer batılı devletlerin Türkiye'deki demokrasinin yerleşmesinden hoşnut olmadığı, bu devletlerin Ergenekon örgütünü kolladığı, Ergenekon'un uluslararası bağlantıları olduğu iddiası çeşitli delillerle kanıtlandı. Firari sanık Dalan'a Alman istihbarat teşkilatınca sahte pasaport verildiği ortaya çıktı. Almanya'dan Ergenekon sanıklarına yapılan para yardımları kanıtlandı. Ardından Alman vakıflarının Türkiye'deki derin faaliyetleri bizzat Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirildi. Ergenekon sanığı MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu'nun ortaya çıkan mektubunda Deniz Feneri davasının Türkiye'yi zor durumda bırakmak için Alman istihbaratınca tezgahlandığı ileri sürülmekteydi.

 28.12.2011: Paşaların Balyoz davasına baskı ziyaretine soruşturma:

Balyoz davasında tutuklu yargılanan ve Hasdal Cezaevi'nde yatan muvazzaf askerleri ziyaret eden 4 komutan hakkında soruşturma açıldı. Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in de aralarında bulunduğu komutanların ziyaretini özel yetkili savcılık, 'terör örgütüne yardım yataklık ve görevini kötüye kullanma' suçu kapsamında soruşturuyor.

 02.01.2012: Haberal için şok taziye planı:

Ergenekon tutuklusu ve CHP milletvekili Haberal'la ilgili şok bir iddia ileri sürüldü:

CHP, 'Haberal yasası' ile annesinin cenaze töreni ve taziye için cezaevinden çıkacak Haberal'ı taziye sonrası Meclis'e getirip yemin ettirecek, ardından Silivri'ye geri dönmesi engellenecek. Sonrasında ise Türkiye’nin muhalefeti kapsayan büyük bir siyasi krize sokulması gündeme gelecek. Güvenlik güçleri, geçmişte DEP milletvekilleri olayında olduğu gibi Meclis’ten vekil almaya zorlanacak. Haberal'ı cezaevinden kurtarmak için daha önce yaşanmış olaylar bu iddianın gerçekliğini arttırıyor.

 03.01.2012: Oyak'a delil karartma operasyonu: 9 gözaltı:

OYAK Güvenlik'in, Ergenekon davası kapsamına alınan Danıştay saldırısının aydınlatılmasını sağlayacak delilleri kararttığı iddiasıyla operasyon başlatıldı. İki OYAK çalışanının 'Veri diskleriyle oynayalım, uçuralım, eskilere sabit kalmayalım, yeni loglar yarattıralım' şeklindeki telefon görüşmesinin dinlemeye takıldığı ortaya çıktı. TÜBİTAK raporunda bilirkişi, Alparslan Arslan'ın saldırı öncesindeki 13 görüntüsünün silindiğini tespit etmişti. OYAK Savunma ve Güvenlik Sistemleri A.Ş çalışanları arasındaki telefon görüşmesi, kayıtların nasıl değiştirildiğini ve yeni log kayıtlarının (bilgisayardaki işlem kayıtlarının tutulduğu alan) meydana getirildiğini gösteriyor. Tutuklanan zanlı Akyıldız'ın çevresindekilere 'Ben yanarsam onları da yakarım' dediği belirlendi. OYAK yöneticilerinin de çalışanlara kimseyle konuşmayın talimatı verdikleri ortaya çıktı. Oyak'ta ele geçen bir bilgi notunda da, bilirkişi raporlarının ardından gözaltına alınması beklenen kişilere yönelik olarak sorguda söylenmesi gerekenler ve bu raporları çürütme taktikleri yer alıyordu. Danıştay suikastıyla ilgili şifreli kasada saklanan 4 bin görüntünün tek tek silindiği tespit edildi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne 1.05.2010’da gönderilen bir ihbar mektubunda, OYAK Grubunun Genel Merkezi, OYAK Savunma ve Güvenlik Sistemleri ve OYAK Renault otomobil fabrikasında, grubun Ergenekon ile bağlantılarını gösteren belge ve CD’lerin üç gün süren bir imha operasyonundan geçtiği iddia edildi. İhbarda ayrıca “OYAK grubunun suçları ve delilleri karatılıncaya kadar bütün yöneticilerin kesinlikle suskun kalması tüm Ergenekon bağlantılı yöneticilere gizlice emredildi” iddiası dikkat çekti

 09.01.2012: Başbuğ'a şok suçlama:

Ergenekon soruşturmasında tutuklanan Genelkurmay eski Başkanı Başbuğ hakkında savcılığın mütalaa hazırladığı ortaya çıktı. Başbuğ’a ‘Ergenekon’un amaçları doğrultusunda faaliyet yürütme’ suçlaması yöneltildi. Savcılık mütalaasında Başbuğ’a Ergenekon soruşturmasını engelleyecek, zaafa uğratacak, delillerin yok edilmesine neden olacak faaliyetlerde bulunduğu suçlaması yöneltildi. Başbuğ’un İrticayla Mücadele Eylem Planı için ‘kağıt parçası’, Poyrazköy’de ele geçirilen LAW silahları için de ‘boru’ nitelemesi yapması bu kapsamda değerlendirildi. Ayrıca Başbuğ’un sık sık kamuoyu önüne çıkarak tehdit dolu mesajlar vermesinin ve İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın Taraf gazetesinde yayımlanmasının ardından Genelkurmay Karargâhı’nda delillerin yok edilmesine zemin hazırlamasının örgütsel faaliyet olduğu vurgulandı.

11.01.2012: Aydınlık'tan Kozinoğlu'na sansür:

Odatv sanığı MİT'çi Kaşif Kozinoğlu'nu kahraman ilan eden Aydınlık, mektuplarına ise sansür uygulamış. Aydınlık'ın yayınlamadığı satırlarda Kozinoğlu, Deniz Feneri davasının, Alman İstihbaratı’nın AK Parti’yi zor durumda bırakmak için uydurduğu bir dava olduğunu belirtiyor. Mektupta ayrıca Kozinoğlu, o dönem CHP milletvekili olan ‘Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat Alman İstihbarat Teşkilatı (BND) görüştüğü ve BND’nin Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığını desteklediği’ şeklindeki ifadelere de yer veriyor.

 11.01.2012: CHP'nin 12 Eylül soruşturmasını engelleme çabaları işe yaramadı: Hani 12 Eylül yargılanamazdı?:

12 Eylül askeri darbesine ilişkin davanın resmen açılması, 12 Eylül'ün 30. yıl yıldönümü olan 12.09.2010'da buna izin veren yasal değişikliklerin referandumda halkın onayına sunulmasına karşı çıkanların maskelerini düşürdü. CHP'li yetkililer açıkça 12 Eylül'cülerin yargılanamayacağını, hükümetin göz boyamaya çalıştığını iddia etmişlerdi. Ancak halk onlara itibar etmeyerek referandumda darbecilerin yargılanmasına karar verdi. Bu süreçte yaşanan gelişmeler ve darbecilerin resmen yargılanmaya başlaması, CHP'lilerin halktan ne kadar kopuk olduğunu ibret verici şekilde bir kez daha ortaya koydu.

 12.01.2012: Şener, Dink'i aydınlatmadı kararttı:

Ergenekon örgütü üyesi suçlamasıyla Odatv davasında tutuklu olarak yargılanan Nedim Şener'in Dink cinayeti aydınlatılsın diye yoğun gayret sarf ettiği, genel geçer bir doğru olarak kabul görüyor. Oysa kitaplarını okuduğunuzda, Hanefi Avcı ile birlikte, Emniyet'teki iç çekişmenin bir tarafı olarak pozisyon aldığını fark ediyorsunuz. Nedim Şener ile Hanefi Avcı, Odatv davasının sanıkları. Her taşın altında Fethullah cemaatini arayan bu ikili, Ergenekon soruşturmasını baltalamak ve o örgüte giden izleri karartmaya çalışmakla suçlanıyorlar. Nazlı Ilıcak, yazılarında Dink cinayetinden somut örnekler vererek Şener'in aslında Dink olayında karartma yaptığını iddia ediyor.

 13.01.2012 - İlker Başbuğ'un oğlu şok etti, basın görmezden geldi:

İlker Başbuğ'un oğlunun bir PKK'lı ile çekilmiş fotoğrafı geçen sene gündem olmuş, Başbuğ, fotoğrafın bir arkadaş ortamında tesadüfen çekildiğini savunmuştu. Geçtiğimiz günlerde Başbuğ'un tutuklanması üzerine oğlu, babasını 'teröristlere karşı aslandı' diye savunmuş, bir gazete ise Ergenekon üyeliğinden tutuklanan Başbuğ'un aslında Ergenekon tarafından İzmir'de bombalı bir saldırıda öldürülmek istendiğini iddia etmişti. Ancak bu haberin tüm ayrıntılarının asılsız olduğu ortaya çıktı. Ardından Başbuğ'un oğlunun da o PKK'lı arkadaşıyla farklı zamanlarda çekilmiş 7 fotoğrafının daha olduğu, dolayısıyla bir arkadaş ortamında tesadüfen yaşanan birliktelik iddiasının doğru olmadığı ortaya çıktı. Olayla ilgili dikkati çeken bir diğer ayrıntı ise Hürriyet ve Akşam gazetelerinin, fotoğrafı keserek sadece Murat Başbuğ'un portresini kullanması oldu. Oysa fotoğrafta, halen terör örgütü PKK üyesi olmakla yargılanan ve KCK'nın eski İstanbul sorumlusu olduğu iddia edilen Hasan Lala da vardı. 

27.01.2012: Baykal'ın kasedi Kılıçaroğlu'nu gerdi:

CHP'yi yeniden dizayn etmek için piyasaya sürülen skandal kasedin örgütlü suç kapsamında incelemeye alınması, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nu rahatsız etti. Eski lider Baykal'a ait kaset soruşturmasını değerlendiren Kılıçdaroğlu, 'Önümüzdeki günlerde göreceksiniz, özel yetkili savcı, CHP ile ilgili bir dosya çıkaracaktır. İsimsiz ihbar mektuplarını koyacaktır herhalde' dedi. Diğer taraftan olayın arkasındaki örgütün ortaya çıkarılmaması için CHP'deki Brütüs'ler ne gerekiyorsa yapmış. Baykal'ın o dönemdeki avukatı Şahin Mengü'nün, soruşturmanın kadük kalmasına yol açacak şekilde başvuru yaptığı anlaşıldı. Soruşturmayı savsaklayan savcı ise Ülker Tarhan döneminde YARSAV'a girdi ve daha sonra başkan yardımcılığına getirildi.

 03.02.2012: Balyoz sanıktan sanığa baskı:

Balyoz davasının 71. duruşmasında söz alan tutuklu sanık eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, savunmasını yapan tutuksuz sanıklardan emekli Tümgeneral Abdülkadir Eryılmaz’a dolaylı suçlamada bulundu ve onun gizli tanık ya da muhbir olduğunu ima etti. Herkesin tutuklanmasına karşın Eryılmaz'ın tutuklanmadığını, üstelik de Balyoz seminerinde sunum yapmış olması ses kayıtlarıyla da ortaya çıktığı halde tutuklanmadığını belirterek 'açıkça siz kayrılmışsınız' dedi.

 04.02.2012: Balbay gazeteci değil darbeci:

Ergenekon davalarında tutuklu yargılanan gazeteciler bazı çevrelerce basın kahramanı olarak yansıtılıyor, sadece gazetecilik faaliyetinden dolayı hapiste tutuldukları iddia ediliyor. Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk ise köşe yazısında, bunun böyle olmadığını, örneğin Ergenekon tutuklusu gazeteci Mustafa Balbay'ın darbecilere nasıl akıl verdiğini ve yol gösterdiğini somut örneklerle açıkladı. Odatv davasından da örnekler veren Göktürk, darbecilerin Ergenekon soruşturmasını etkisiz kılmak için şimdiye kadar çeşitli yöntemler denediklerini, son olarak da basının susturulmak istendiği yalanını dillendirdiklerini belirtti.

 08.02.2012: Özal ailesinden soruşturmaya engel:

Turgut Özal'ın ölümüyle ilgili soruşturma Özal ailesinin tutumu nedeniyle tıkanma noktasına geldi. Özal'ın saç tellerinin incelenmesini isteyen aile, Başsavcılığın, "Teslim edin, inceleteceğiz" uyarısı yapan Başsavcılık, Özallar'dan gelen cevapla şoke oldu. Daha önce Başsavcılık'ın delilleri teslim edin uyarısına cevap vermeyen Özallar bu kez de Başsavcılık'a, "Bakıyoruz" yanıtını verdi. Saç telleri' için Semra Özal daha önce, "Masraflı iş, biliyorsunuz büyük külfetleri var. Soruşturma dahilinde devlet incelesin" demişti. Bir diğer olumsuz gelişme de ses kayıtlarıyla ilgili oldu. "Babama ait çok özel ses kayıtlarını açıklayacağım. Hazırlık aşamasında, deşifre edip hazırlanıyor" diyen Ahmet Özal'ın "Ses kayıtlarını bulamıyorum" dediği bildiriliyor. 

 08.02.2012: Haberal doktor ve hastanelere dava açtı, tehdit etti:

 Ergenekon davasının tutuklu sanığı Mehmet Haberal, istediği bir hastaneye sevk olabilmek için her yolu deniyor. Hakimlerden sonra Adli Tıp doktorlarına da dava açan Haberal'ın, sevki muhtemel hastaneleri de unutmadığı ortaya çıktı. Avukatları, üç hastaneye dava açarak, yetkilileri tehdit etmiş: 'Sizinle davalıyız. Müvekkilimiz hastanenizde tedavi olmayı kesinlikle kabul etmiyor.'

 08.02.2012: Ergenekon sanığının 'ABD'ye Ergenekon brifingi' iddiasını Emniyet yalanladı:

Wikileaks belgelerine göre bazı emniyet görevlileri tarafından ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde Ergenekon soruşturmasına dair brifing verildiği iddiası üzerine yapılan suç duyurusu işleme konulmadı. Emniyet Genel Müdürlüğü ‘İddialar gerçeğe aykırıdır’ diye açıklama yaptı. İddianın kaynağı tutuklu Ergenekon sanığı avukat Serdar Öztürk. Dursun Çiçek'e ait ıslak imzalı andıç belgesi ilk olarak onun ofisinde fotokopi şeklinde ortaya çıkmıştı. Ergenekon davasını sarsan bu ve diğer çok sayıda belgenin ofisinde ortaya çıkması üzerine o andan itibaren Ergenekon soruşturma ve davası sürecinde çok sayıda iddiada bulunan Öztürk'ün iddialarının tümü asılsız çıktı. Bazıları çok ilginç olan iddiaları peşpeşe ileri sürmesi nedeniyle şov yapmakla suçlanıyor.

 05.03.2012: Almanya Bakıcı'yı da vermiyor:

İnternet andıcı davasında yakalama kararı çıkartılmasına karşın bazı askeri yetkililerin göz yummasıyla yurtdışına kaçan Tümgeneral Mustafa Bakıcı’nın firarını Bedrettin Dalan’ın organize ettiği iddia edildi. Önce Belarus’a giden Bakıcı’nın buradan Almanya’ya geçerek Dalan’ın himayesine girdiği ihbar edildi. Almanya, Dalan’dan sonra Bakıcı’yı da Türkiye’ye vermiyor. Türkiye’nin Interpol Dairesi, firari olarak aranan Mustafa Bakıcı’nın Almanya’da kaldığı adresi Alman İnterpolü’ne bildirerek iade amacıyla yakalanmasını istedi. Alman İnterpolü ise Bakıcı hakkında “kırmızı bülten”le uluslararası düzeyde arama kararı bulunmadığı için hiçbir girişimde bulunmayarak yanıt vermedi. 

 05.03.2012: Genelkurmay andıcı soruşturmamış:

Mahkemenin sorusuna cevap veren Genelkurmay, andıç davasının açılmasına temel olan 'hayhay' adlı belgeyle ilgili hiçbir soruşturma açılmadığını bildirdi. Bu yanıtın ardından, dönemin Genelkurmay yöneticileri hakkında, konuya ilişkin soruşturma açılmayarak Andıç davasının ortaya çıkmasının engellenmesi, suçun gizlenmesi iddiasıyla da işlem yapılabileceği bildirildi.

 06.03.2012: Savcı: Kara Kuvvetleri delil gizliyor:

Balyoz davasının 82. duruşmasında tanıkların her soruyu 'Hatırlamıyorum' şeklinde cevaplamasına sinirlenen Savcı, 'Kara Kuvvetleri'nde rapor bulunamıyor. Bir kısım şeyler gizleniyor. Gözlemciler hiçbir şey hatırlamıyor' şeklinde konuştu. Savcının ithamını haklı çıkaracak çok sayıda bulgu sayılabilir. Ama en çarpıcı iki tanesi herhalde eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile bir grup askeri hukukçunun konuşmalarının yer aldığı ses kayıtları olmalı. Ses kayıtlarında Koşaner, mahkemenin eline geçen Balyoz belgelerine dair, 'Herşeyimizi çaldırmışız, maalesef namerdin eline malzeme verdik' derken, askeri hukukçular ise '1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler, darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar' diyordu.

 08.03.2012: Jandarmadan sahte Çillioğlu belgesi:

Tunceli Jandarma Alay Komutanlığı görevini yürüttüğü sırada 1994 yılında lojmanında intihar ettiği iddia edilen Albay Kazım Çillioğlu'na ait silahların ölümünden 3 yıl sonra ailesinden teslim alınmasına ilişkin Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı adına düzenlenen belgenin sahte olduğu belirlendi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı. Savcı, silahları teslim alan iki askerin şüpheli sıfatıyla ifadesine başvurdu. Söz konusu askerlerin, ifadelerinde kendilerine verilen emirleri yerine getirdiklerini söyledikleri öğrenildi. 

 16.03.2012: Ergenekon medyasında intikam çığlıkları: Dava düştü mü, dağılalım mı?:

OdaTv davası sanığı gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener tahliye edildikten sonra intikam alacaklarına, sürecin tersine döneceğine, Silivri'ye Ergenekoncular yerine kendilerini içeri tıkanların doldurulacağına ant içtiler. Ergenekon medyasında da inanılmaz bir intikam havası var. Hedef gazetecilerin isimleri açıkça belirtilmekten çekinilmiyor. Tahliye değil beraat kararı verilmiş gibi davranılıyor. Şener Eruygur ve Hurşit Tolon gibi tahliye edilen pek çok Ergenekon sanığının yapmadığını bu gazeteciler yapıyor. Savcı ve hakimlere 'komplocu' diyerek hakaret ve tehdit yöneltiyorlar. Eruygur ve Tolon tahliye edilince düşmeyen Ergenekon davası şimdi düşmüş sayılıyor. Taraf'tan Melih Altınok, Bugün'den Gültekin Avcı, Radikal'den Orhan Kemal Cengiz ve Sabah'tan Nazlı Ilıcak yazılarında, dava düştü mü dağılalım mı diye soruyorlar, intikam çığlıklarını eleştiriyorlar.

 18.03.2012: Yargıtay: Aramada delil şekilden önemli:

Ergenekon ve benzer soruşturmalarda sanıkların polis aramalarına ve bulunan delillere sık sık itiraz etmelerine neden olan bir konuda Yargıtay önemli bir karar verdi. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, polisin yaptığı aramada şekil şartları yerine getirilmemiş olsa da, elde edilen delillerin mahkûmiyette kullanılabileceğine karar verdi. Yasadışı delil toplanması tartışmalarında dönüm noktası olan bu karar Şanlıurfa'nın Birecik ilçesindeki dava sonucu alındı. Birecik Emniyet Müdürlüğü, Kaleşnikof silah bulundurduğu ihbarı gelen M.D.'nin evinin aranması için Birecik Sulh Ceza Mahkemesi'nden karar çıkarttı. Savcı ya da başka tanığın katılmadığı aramada polis, evde silah bulunca M.D. hakkında Birecik Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Sanığın, "Arama yasaya aykırı yapıldı. Savcı yoksa iki komşu, olay köyde ise köy ihtiyar heyetinden birinin aramada bulunması gerekir" şeklindeki itirazlarını reddeden Mahkeme, "evinde vahim nitelikte ruhsatsız silah bulundurmak" suçundan M.D.'ye 5 yıl hapis v 450 TL para cezası verdi. Sanığın temyiz başvurusunu görüşen Yargıtay 8'inci Ceza Dairesi "Tanık bulunmadan yapılan arama yasadışı delil toplamak anlamına gelir" diyerek kararı bozdu. Ancak Yargıtay Başsavcılığının 8'inci Ceza Daire kararına itirazını görüşen Yargıtay Ceza Genel Kurulu "Sırf arama sırasında şekle ilişkin bir koşul ihlal edildi diye arama mutlaka hukuka aykırı sayılamaz" diyerek yerel mahkeme kararını onayladı.

20.03.2012: Ergenekon medyası davaya baştan beri karşıydı:

Taraf'tan Alper Görmüş, medyanın Ergenekon Davası'na bakışını değerlendirdiği yazısında ulusalcı-laik kesimin yanısıra 'Merkez medya' ve kimi sol-sosyalist çevrelerin tutumlarını değerlendirdi ve çarpıcı tespitlerde bulundu. Bu kesimin Ergenekon davalarına baştan beri karşı olduğunu iddia eden Görmüş, çok sayıda delille de bu iddiasını destekliyor. 'Bakmayın siz Hürriyet ve benzeri yayınların başlangıçta Ergenekon sürecini destekledikleri, fakat Türkan Saylan’ın evinde arama yapılmasından itibaren bu desteği 'sürdüremedikleri' yolundaki iddialarına. Bunlar tümüyle gerçek dışı. Merkez medya gazeteleri daha iddianame bile ortaya çıkmamışken, ilk gözaltıların üzerinden sadece iki ay geçmişken Ergenekon sürecini itibarsızlaştırmak için dalgalarını geçmeye başlamışlardı.'

21.03.2012: Oktay'ın görevsizlik talebine ret:

Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın da aralarında bulunduğu 11 sanığın 'Ergenekon davası ve soruşturmasını etkilemeye teşebbüs ettikleri' iddiasıyla yargılanmasına itirazlarla başlandı. Avukatların görevsizlik ve bazı sanıklar yönünden yargılamanın durdurulması talepleri reddedildi.

 24.03.2012: Ergenekon'a zorla bağışa inceleme:

Erzurum'daki özel yetkili savcılık, Ergenekon ve Balyoz sanıkları için zorla yardım toplandığı iddialarını takibe aldı. Ardahan Jandarma Komutanlığı'nda görevli personelin şikayeti üzerine soruşturma başlatan savcılık, ildeki askerlerin ifadelerini almaya başladı. Sürecin davaya dönüşüp dönüşmeyeceği önümüzdeki günlerde netleşecek.

 26.03.2012: Tanıkları tehdide 9 gözaltı:

Ergenekon davasının gizli tanığı Poyraz ile Cumhuriyet Gazetesi'ne molotof kokteyli atmak suçlamasıyla Ergenekon davasında tutuklu sanık olarak yargılanan Bedirhan Şinal'i ifadelerini değiştirmeleri için tehdit ettiği gerekçesiyle geçtiğimiz Cuma günü 9 kişi gözaltına alındı.

26.03.2012: Balyoz davasında mahkeme heyetine baskı ve hakaret:

Balyoz davasında sanık avukatı Hüseyin Ülgen söz alarak konuşma yapmak istedi. Mahkeme Başkanı ise usülde olmadığı gerekçesiyle söz vermedi. Ancak Ülgen talebinde ısrar etmeye devam edince salondan çıkartıldı. Verilen arada bazı sanıkların, 'Mahkeme mahkeme değil, yazıklar olsun' diye bağırması üzerine Başkan Diken, 'Bunu söyleyen sanıklar, kameralardan tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulacaktır' şeklinde konuştu. Sanık Çetin Doğan, 'Bunca sahte delillere rağmen mahkeme davayı sürdürme gücünü nereden alıyor' diye sordu. Mahkeme Başkanı, 'Türk milletinden ve yasalardan' diye cevap verdi.

 26.03.2012: HSYK'dan Çillioğlu savcısına inceleme:

HSYK, Tunceli Jandarma Alay Komutanlığı görevini yürütürken 1994'te lojmanında ölü bulunduktan sonra dış otopsisi yapılarak 'intihar ettiği' kanısına varılan Albay Kazım Çillioğlu davasında üstünkörü bir inceleme yaparak delilleri toplamadığı ve 1 gün içinde görevsizlik kararı verdiği şikayeti üzerine dönemin savcısı Mehmet Taşhan hakkında inceleme başlattı.


12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 10

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 10





 21.08.2011: Jandarmadan bir delil imhası daha:

Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Ocak-Mayıs 2004 yıllarında jandarma bölge komutanlıkları bünyesinde yapılan seminerlerle ilgili bilgi talebine, 12 jandarma bölge komutanlığından, seminer bilgilerinin arşivlerinde bulunmadığı cevabı geldi. Ergenekon soruşturma ve davası kapsamında yıllardır Genelkurmay açısından çok dikkat çekici bir durum yaşanıyor. Mahkeme ya da savcılık, araştırma yaptığı konuda belge ya da bilgi istediğinde, 'TSK arşiv yönergesine göre imha edildi.' cevabı veriliyor. En son 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı ve internet andıcı' davalarındaki hukuki boyutu tartışmalı belge imha konusu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Ocak-Mayıs 2004 yıllarında jandarma bölge komutanlıkları bünyesinde yapılan seminerleri öğrenmek istemesiyle bir kez daha gündeme geldi. İstanbul, Ankara, Tokat ve Kayseri'nin içinde bulunduğu 12 jandarma bölge komutanlıkları seminer bilgilerinin arşivlerinde bulunmadığını bildirdi. Ankara Jandarma Komutanlığı evrakların 5 yıl sonunda imha edildiğini ifade ederken, Kayseri Jandarma Komutanlığı'nın ise TSK Arşiv Yönergesi'ne göre her yılın sonunda imha işleminin gerçekleştiğini açıklaması çelişki oluşturdu. Daha önce Ergenekon kapsamında Şener Eruygur'un başında olduğu Cumhuriyet Çalışma Grubu faaliyetleriyle ilgili yapılan harcamalar ve örtülü ödenek giderlerine ilişkin de evrakların imha edilmesi gerekçe gösterilerek belge sunulmamıştı. Hemen her soruşturmada 'imha ettik' gerekçesiyle hukuka teslim edilmeyen belgeler ile ilgili birçok örnek yer alıyor. 

 22.08.2011: Karargah'tan Balyoz kurtarma harekatı:

Yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hayri Kıvrıkoğlu'nun ilk işi Genelkurmay Adli Müşavirliği'nde Balyoz sanıklarını kurtarmak için gizli zirve gerçekleştirmek oldu. CMK'da yapılacak değişikliklerle ilgili 9 Ağustos tarihinde gerçekleştirilen gizli zirvede benimsenen formül YARSAV ve CHP'nin formülüyle bire bir aynı çıktı. Formül, PKK, KCK, Ergenekon, DHKP-C tutuklularını da kurtarıyor. İlerleyen saatlerde Genelkurmay Başkanlığı'ndan bir açıklama geldi. TSK sitesinde yayınlanan basın açıklamasında; o toplantının Genelkurmay Başkanı'nın talimatıyla, yasa değişikliği için hükümete kurumsal görüş bildirmeye hazırlık amaçlı, teknik seviyede bir toplantı olduğu ifade edildi.

 22.08.2011: Balyoz davasında sanıktan mahkemeye tehdit ve ağır hakaret:

 Balyoz davasının bugünkü 40. duruşmasında tutuklu sanık Tuğamiral Cem Aziz Çakmak savunmasını yapmaya başladı. Çakmak, davanın çöktüğü değerlendirmesini yapıp, 'Sahte dijital verilere dayalı bu dava bence çökmüştür. Bizleri bir süre daha çöken bu sahte davanın enkazında tutabilirsiniz. Ancak asıl soru, bu davanın sonunda enkazın altında kimlerin kalacağıdır. Hainlik ve ihanetin odağı olan, dış mihraklara uşaklık eden şerefsizlere sesleniyorum. Bu salondaki koltuklara oturacaksınız ve vatana ihanet ile yargılanacaksınız. Bundan kaçışınız asla mümkün değildir.' dedi. 

 23.08.2011: Gölcük davası reddi hakimle başladı:

Balyoz ve Poyrazköy davalarının sanığı Koramiral Kadir Sağdıç'ın da sanıkları arasında bulunduğu, 5'i tutuklu 10 sanığın yargılandığı Gölcük belgeleri davasının ilk duruşması başladı. İlk olarak söz alan Koramiral Kadir Sağdıç'ın avukatı, reddi hakim talebinde bulundu. Duruşmaya verilen aranın ardından reddi hakim talebinin, değerlendirilmek üzere İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesine karar verildi. Bu talep nedeniyle davanın Cuma günkü duruşması da iptal edildi. Sanıklar, bir taraftan davanın uzamasıyla mağdur olduklarından şikayet ederken diğer taraftan dava daha başlar başlamaz reddihakim talebinde bulunarak davayı yavaşlatması bir çelişki olarak değerlendiriliyor.

 25.08.2011: Şok ses kaydı: Genelkurmay Başkanı Koşaner'den Balyoz ve Ergenekon davalarına ağır eleştiriler:

Eski Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner'e ait olduğu iddia edilen ses kaydının ikinci bölümü bugün ortaya çıktı. Bugünkü bölümde Balyoz ve benzer davalarla ilgili çarpıcı itiraflar da yer alıyor. Koşaner, darbe içerikli, suç unsuru taşıyan belgeleri değil de o belgelerin dışarıya sızdırılmış olmasını eleştiriyor. Koşaner, hükümete tepki için emekliliğine iki yıl kala diğer kuvvet komutanlarıyla birlikte istifa etmiş, istifa gerekçesinde Balyoz ve benzer davalarda subayların tutuklu yargılanmasını eleştirmişti. Ses kaydında Balyoz darbe planına dair ilginç itiraflarda bulunan Koşaner, darbe planını değil onu yayınlayan ve savcılara ulaştıran Taraf muhabirini eleştiriyor. Diğer taraftan, Koşaner'in 'Balyoz' itirafları, davanın sanıklarını da rahatsız etti. Emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın avukatı Hüseyin Ersöz, "Gerçekten Koşaner, Balyoz belgelerinin 1. Ordu'dan çıktığını mı düşünüyor? Bu yayınları yapanı insafa davet ediyorum." dedi. Ersöz, ses kayıtlarıyla ilgili bir tedbire başvurulmasını istedi. Oysa Koşaner ses kayıtlarının kendisine ait olduğunu kabul etti.

 25.08.2011: Mahkemelere direnen TİB neyi karartıyor?:

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), Hrant Dink'in öldürüldüğü bölgedeki telefon görüşmelerini isteyen mahkemelere direniyor. Mahkemenin ikinci kez aynı talebi üzerine cevap yazısı gönderen TİB, istenilen bilgileri yine göndermedi. Dink davasında mahkemeye dilekçe veren Dink ailesi avukatları, cinayet günü olay yeri fotoğraflarının ve cinayet öncesi ile cinayet sırasındaki kayıtlar incelendiğinde, bir kişinin iki ayrı görüntüde telefonla görüştüğünün anlaşıldığını bildirmişti. Mahkeme de cinayetle bağlantılı olabilecek bu görüşmenin ve olası diğer görüşmelerin tespit edilmesi için TİB'den kayıtları istemişti. TİB ilk başlarda 'o bölgede görüşme yok' diyerek bir cevap verdiyse de bunun doğru olmadığı ortaya çıkmış, bu durum TİB'in birşeyleri karartmaya çalıştığı şüphesine yol açmıştı. Direnişin sürmesi şüpheyi derinleştiriyor.

 26.08.2011: Sanık, Genelkurmay Başkanı Koşaner'in sözleriyle mahkemeyi eleştirdi, hem sanık hem Koşaner tepki gördü:

Balyoz davası duruşmasında savunmasını yapan tutuklu sanık Cem Gürdeniz, Koşaner'in de istifasında eleştirdiği Balyoz tutuklamalarının yabancı ülkelere yarar sağladığını iddia etti. Bu sözlere sert tepki gösteren mahkeme başkanı, asıl müdahalenin protokoldeki birisinin mahkeme kararlarına karşı söylediği sözler olduğunu belirtti ve şöyle devam etti: 'Devlet protokolündeki birinin tahliye kararı çıkmamasının ardından 'Anlayamıyoruz, olmuyor, gitmiyor, yürümüyor' tarzındaki açıklamaları adil yargılamayı etkileme çabasıdır. Bu açıklama bizi etkilemeye yöneliktir. Biz dosyada ne varsa ona bakarız. Protokoldeki birinin değil. Türkiye Cumhuriyetinde kim ne açıklama yaparsa yapsın bizi ilgilendirmez. Mahkeme heyetinde herkesin bir oyu var. Hakimler, kanunlara ve vicdanlarına göre karar verir.'

 27.08.2011: Arınç suikastı örtbas mı ediliyor?:

2009 sonunda Başbakan yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla başlatılan ve Özel Harp Dairesi'nde bir aya yakın aramalar yapılmasına neden olan soruşturmada iki yıldır bir gelişme olmaması MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural'ı harekete geçirdi. Yazılı önerge ile TBMM'ye başvuran Vural soruşturmanın hangi aşamada olduğunun belirtilmesini talep etti. Geçen 2 yıl içerisinde herhangi bir ses çıkmaması üzerine soruşturmanın örtüleceği iddiası dile getirilmeye başlanmıştı.

02.09.2011: Balyoz sanığı, akıl sağlığının yerinde olmadığını ispatlamak için şaşırtıcı gerekçeler sıraladı:

Balyoz sanığı Albay Mehmet Yoleri, 25.02.2010’da mahkemeye verdiği savunmasında, “Küçükken tacize uğradım. İki kez bypass oldum. Hafıza kaybı yaşıyorum. Seminere katılıp katılmadığımı hatırlamıyorum” demişti. Rapor almak için Adli Tıp yetkililerine 15 sorun sayan Yoleri, birçok rahatsızlığı ve psikolojik sorunları olduğunu iddia etti. Yoleri’nin rahatsızlıkları arasında “alkol bağımlılığı, anti-depresan ilacı kullanmak, çocukken tacize uğramak, intihar düşüncesi ve rüyada et ve kan görmek de vardı.

04.09.2011: Balyoz sanıklarının 'yurtdışındaydık' yalanı çıktı:

Balyoz Darbe Planı davasında yargılanan bazı sanıkların Balyoz darbe semineri döneminde yurt dışında oldukları iddiasının doğru olmadığı mahkemenin araştırmasıyla ortaya çıktı.

07.09.2011: Zekeriya Öz'e alkış, Deniz Feneri'ne yuh:

Deniz Feneri davasında üç savcının HSK tarafından görevden alınması, CHP ve Doğan medyasında büyük tepki topladı. Bu çevreler evrakta tahrifat iddialarını hem doğruluyor hem de çarpık bir mantıkla savunuyor. Bu işlemlerin rutin olduğunu, bu tür işlemleri Ergenekon savcılarının da gerçekleştirdiğini iddia ederek deniz feneri savcılarını masum göstermeye çalışıyor, Ergenekon savcılarına gösterilen toleransın burada niçin gösterilmediğini soruyor. Çok büyük bir gürültüyle dillendirilen bu görüşlerde, kasıtlı olmadığı düşünülemeyecek büyük bir çarpıtma var. Deniz feneri soruşturmasında evrakta tahrifat olarak nitelendirilen işlem, mahkemenin verdiği arama el koyma karar belgesinde savcıların mahkemece reddedilen bazı taleplerinin üzerinin örtülerek uygulanması. Yani mahkemenin reddettiği el koyma kararı, üzeri örtülerek gerekli makamlara fakslanıyor ve hukuk dışı şekilde el koyma gerçekleşiyor. Yani savcılar gasp işlemi yapıyor. Böyle savcılar nasıl görevde kalabilir?. Savcıların evrakta tahrif yaptığını kabul eden bazı çevreler, yapılan işlemlerin rutin olduğunu, bu tür işlemleri Ergenekon savcılarının da gerçekleştirdiğini iddia ederek onları masum göstermeye çalışılıyor. Ergenekon savcılarına gösterilen toleransın burada niçin gösterilmediğini de soruyorlar. Ancak iki tasarrufun birbirinden çok farklı olduğu ortaya çıktı. Ergenekon savcısı Zekeriya Öz şok bir kararla Ergenekon ve benzer kritik dosyalardan özel yetkisi kaldırılarak el çektirilmişti. Oysa Zekeriya öz evrak tahrifatı yapmış değil. Onun görevden alınması çok farklı. Odatv operasyonunda bazı gazetecilerin gözaltına alınması karşısında yaklaşan seçimler öncesi bu çevrelerdeki tepkileri dindirmeye çalışan hükümetin, HSYK'ya siyasi bir karar aldırdığı kamuoyunda tartışıldı. Öz'ün görevden alınması kararını alkışlayan bu çevrelerin deniz feneri savcılarının görevden alınmasını ise yuhladıkları görülüyor. Şaşırtıcı bir tavır değil. Hukuku da insan haklarını da standartları da bunlar belirlemeye alışmış ne de olsa önceki devirlerde. Ergenekon operasyon dalgalarında bazı kişilere dokunulmasına karşı bu kesimlerin nasıl tepki gösterdiği hep gözlendi. ÇYDD yöneticisi Türkan Saylan'ın, Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın, gazeteciler Mustafa Balbay Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın adı Ergenekon'a karışınca, generaller peşpeşe tutuklanınca hep aynı tepki gösterildi: 'Ergenekon davası iktidarın muhaliflerini sindirdiği siyasi bir davadır.' Bu iddiayı dile getiren ve başını CHP ile Doğan medyasının çektiği bu çevrelere göre; 'ortaya çıkan belgeler sahte, polisin düzmecesi ve bulundukları yerlere polisçe yerleştirilip bulundu. Ortaya çıkan silahlar da yine polis tarafından yerleştirilip bulundu. Dijital verilere zaten güvenilmez delil olarak kabul edilmemeli.' Bu çevreler Gölcük Donanma'da ortaya çıkan belgeler için bile kulp bulmaya çalıştılar. Odatv'de ulusal medya diye bir belge çıktı. Bunun virüs yoluyla dışarıdan yüklendiğini iddia ettiler. Oysa Odatv'nin yayınları bu belgeyle uyumlu. Ramazan iftarında hakim ve savcılar haberini inceleyince o belgenin nasıl da uygulandığı çok iyi anlaşılıyor. Ama işin bu kısmını görmek istemiyorlar. Dursun Çiçek imzalı belge için yaşanan tartışmalar ibret verici. Bin dereden su getirdiler o belgenin sahte olduğunu göstermek için. Kamuoyu ıslak imza makinesini ilk defa öğrendi sayelerinde. Ama jandarma kriminal de dahil tüm laboratuvarlar onayladı belgenin doğruluğunu. Geriye sadece oluşturulan kuru gürültü ve zihin kirliliği kaldı. Şimdi aynı zihin kirliliğini Deniz Feneri davasında oluşturmaya çalışıyorlar. Bu dava aslında yeni bir dava değil. Üç yıldır sürüyor. Dava hükümet yıpratmak için kullanılıyor. Başbakanın; 'Nereye kadar gidiyorsa götürün' açıklaması bu sesleri biraz kısmıştı. Ancak savcıların görevden alınması tartışmaları tekrar alevlendirdi. Savcıların yaptığı açık evrak sahtekarlığı herhalde görmezden gelinemez. 'Ne yapılırsa yapılsın nasıl olsa hükümet karşı duramaz durursa da kullanacağımız argüman belli; Hükümet davayı engellemek istiyor' diye düşünüyorlar. Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün görevden alınması büyük bir hata idi. Yeniçerileri susturmak için verilen bir kelle, siyasi bir karar idi. O, suçu ortaya çıkarmak için suç işlemedi, evrak tahrifatı yapmadı. Deniz Feneri savcılarının evrak tahrifatı suçunun kesinleşmesi sonrası görevden alınması ise çok doğru. Suç, suç işleyerek ortaya çıkarılamaz. Deniz Feneri'nde insanların fakirlere yardım için verdiği paralar dernek yöneticileri ve diğer kişiler tarafından amaçları dışında kullanıldıysa öncelikle yazıklar olsun, sorumluları ortaya çıkarılsın. Ama olayla ilgisiz masum kişilerin mahkeme kararları tahrif edilerek işin içine çekilme çabasına da göz yumulmasın. Birilerinin siyasi davalarla hükümeti zor durumda bırakmaya çalışması, darbe planlarıyla, seçimlerle başaramadığını bu tür kışkırtmalarla başarmaya çalışması yeni değil. Şu an CHP milletvekili olan dönemin Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in, cemaatler davası üzerinden bunu denediği ileri sürülmüştü. Ergenekon soruşturmasının başlamasından sadece dört ay sonra Cihaner tarafından başlatılan cemaatler soruşturmasıyla Ergenekon soruşturmasının baltalanması amaçlandı. Bu girişim ters tepince şimdi Deniz Feneri davası üzerinden Ergenekon davası baltalanmaya çalışılıyor.

 09.09.2011: Sanıktan Mahkemeye lağımlı hakaret:

Birinci 'Ergenekon' davasının 196. duruşmasında söz alan tutuklu sanık Muzaffer Tekin, mahkeme heyetine ağır suçlama ve hakaretlerde bulundu. 'Bizleri lağımda bulunan delillerle içeride tutuyorsunuz. Lağımdan gelecek delillerden medet umuyorsunuz' diyen Tekin'e Mahkeme Başkanı tepki gösterdi. Bunun üzerine önce üslubunu düzelten Tekin'in hakaret etmeye devam etmesi ve bunun seyirciler tarafından alkışlanması üzerine duruşmaya ara verildi.

 10.09.2011: OdaTV iddianamesi kabul edildi: Ergenekon soruşturma ve davası itibarsızlaştırılmak istendi:

Kabul edilen iddianamede Oda TV, 'Ergenekon'un internet medyası' olarak nitelendiriliyor. Ergenekon'un güncel medya stratejisini ortaya koyan 'Ulusal Medya 2010' isimli dokümana göre; Oda TV, Halk TV, Ulusal TV, Avrasya TV, Kanal B ve Sözcü gibi yayın organları tarafından Ergenekon ve benzeri davaların aleyhine yayın yapılması, kamuoyunun Ergenekon'un çıkarları doğrultusunda yönlendirme amaçlı haberlerle şekillendirilmesi öngörülüyor. Örgütsel faaliyetler arasında sayılan Ahmet Şık'ın 'İMAMIN ORDUSU' isimli kitabının, Ergenekon soruşturma ve davasının itibarsızlaştırılması amacıyla hazırlandığı, bu kitabın sadece Şık tarafından oluşturulmadığı, Ergenekon talimatları doğrultusunda diğer şüphelilerle birlikte hazırlandığı iddianamede delilleriyle ortaya konuluyor.

 13.09.2011: Andıç davasının askeri mahkemede görülmesi istendi:

Andıç davasında söz alan sanıklar, kara propaganda amaçlı internet andıcı belgesinin asker kişiler tarafından askeri görevleri nedeniyle hazırlandığını, yargılamanın bu nedenle askeri mahkemede yapılması gerektiğini, Genelkurmay karargahında hazırlanmış olması nedeniyle de yargılamanın Ankara'da yapılması gerektiğini iddia etti. Savcı ise darbenin askeri bir suç olmadığını bu nedenle talebin reddedilmesini istedi. Mahkeme, sanıkların askeri mahkeme ve davaların ayrılması taleplerini reddetti.

 14.09.2011: Üçok'a ret: İşkence görev suçu değil:

Ergenekon ve Balyoz davalarında da sanık olan Askeri Hakim Albay Zeki Üçok'un, sorguladığı subaylara işkence uyguladığı konulu dava Askeri Yargıtay'da görülsün talebi reddedildi. İşkence yapmak suçundan yargılanan Hava Kuvvetleri eski Askeri Savcısı Albay Zeki Üçok'un avukatları, Üçok'un suçun işlendiği tarihte birinci sınıf askeri hakim olduğunu ve askeri hakimlerin Anayasa'ya göre Askeri Yargıtay'da yargılanması gerektiği yönünde itirazları oldu. Cumhuriyet Savcısı ise kamu çalışanlarının görevinin işkence yapmak olmadığını, işkence davalarına sivil mahkemelerini bakacağını, sadece görev suçlarında Askeri Yargıtay'ın yargılama yapabileceği yönünde görüş belirtti. Üçok'un talebi mahkeme tarafından reddedildi.

 14.09.2011: Cihaner'in vekilliği karanlık odada belirlendi:

Odatv iddianamesine giren yasal dinleme kayıtları, bazı Ergenekon sanıklarının milletvekili yapılarak yargıdan kurtarılmasının planlandığı iddialarını doğrular nitelikte. CHP’nin Ergenekon sanığı İlhan Cihaner’i Ergenekon baskısı ile milletvekili adayı yaptığı iddiaları kayıtlarla doğrulandı. 20.01.2011 tarihli ses kaydında, Soner Yalçın ile A.A. isimli bir şahıs arasında, Cihaner’in vekil yapılması için bir konuşma geçiyor. Ardından Odatv’de, 'Cihaner simgedir, vekil yapılmalıdır' şeklinde bir yayın yapılıyor. Bu yayından 4 saat 32 dakika sonra ise, daha önce vekil adayı yapılmayan Cihaner, Kılıçdaroğlu tarafından apar-topar Denizli 2. sırada aday gösteriliyor.

 16.09.2011: Temizöz'ün yalanı çıktı: Cizre'deymiş:

Diyarbakır'da görülen faili meçhuller davasında tutuklu sanık emekli albay Cemal Temizöz'ün ısrarla reddettiği Ramazan Elçi cinayeti tarihlerinde yurtdışında görevli olduğu iddiası, iki yıl sonra Genelkurmay'dan mahkemeye gelen cevapla yalanlandı. İddiasının önce Emniyet tarafından yalanlanması üzerine yurtdışında NATO görevinde olduğu ısrarını sürdüren ve bu görev için yurtdışına çıkışının emniyet kaynaklarında görünmemesinin normal olduğunu savunan Temizöz'ün yalanı bu kez Genelkurmayca ortaya çıkarıldı.

19.09.2011: Avcı ve Şener'in Dink yalanları:

Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Ergenekon-Odatv davası tutuklusu gazeteci Nedim Şener'in 'Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları' kitabındaki bazı çarpıtmaları tespit etmiş. Ilıcak'a göre, Nedim Şener'in Hanefi Avcı'nın yardımıyla kitabına koyduğu bu çarpıtmalardaki amaç, Dink cinayetindeki gerçek sorumluları ortaya çıkarmak değil, üzerlerine 'cemaatçi' yaftası yapıştırılan bazı polis müdürlerini kusurlu göstererek tasfiye etmeye çalışmak.

 27.09.2011: Genelkurmay ciddi iddiaları soruşturmamış:

İkinci Ergenekon davasının 136. duruşmasında bir gerçek ortaya çıktı. Tutuklu sanık İbrahim Şahin'in evinde ele geçirilen Alevi Bektaşi Federasyonu yöneticileri Ali Balkız ve Kazım Genç ile Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan'a yapılması planlanan suikast planlarının sorgulandığı duruşmada, tedhiş planında geçen ciddi suikast iddialarının 2009 yılında Genelkurmay Başkanlığı'na sorulduğu, gelen cevabi yazıda bu konunun asılsız olduğu ve ismi geçen asker şahıslarla Fatma Cengiz hakkında herhangi bir yasal takibat yapılmadığı açıklandı.

28.09.2011: Karanlık Oda'nın virüs iddiası çöktü:

Ergenekon terör örgütü bağlantılı OdaTV davasının sanıklarının bilgisayarlarında bulunan örgütsel dokümanlarla ilgili yaptıkları 'virüs getirdi' savunması çöktü. İddianamenin en önemli delilleri arasında yer alan 'Ulusal Medya 2010' belgesinin sadece Oda TV'de değil, davanın sanıklarından Müyesser Uğur ve Barış Pehlivan'a ait 3 farklı bilgisayarda, 6 ayrı dosyada bulunduğu tespit edildi. Sanıkların savunduğu, 'virüs getirdi' tezini dayandırdıkları teknik raporun yazarı da, raporun sanıkların teziyle bir ilgisinin olmadığını açıkladı. Ergenekon sanıklarından Soner Yalçın'ın avukatı Feza Yalçın'ın başvurusu üzerine hazırlanan raporun yazarı Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Ufuk Çağlayan, "Onlara, 'böyle rapor olmaz' dedim. Ancak yazdığımız raporları kendi internet sitelerine filan koymuşlar. O amaç için yazılmamıştı." diyor. Oda TV avukatının talebi üzerine Prof. Dr. Ufuk Çağlayan tarafından hazırlanan rapor, dava süresince sanıkların 'hard disk'teki belgeleri virüs getirdi' gerekçelerine temel olmuştu.

 30.09.2011: Balyoz haberlerine açılan dava beraatle sonuçlandı:

Zaman gazetesinde Balyoz soruşturmasıyla ilgili yayınlanan 2 haber analiz nedeniyle haklarında 'Hakimleri terör örgütlerine hedef gösterme' iddiasıyla dava açılan Zaman gazetesi yargı muhabirleri Hanım Büşra Erdal ve Metin Arslan ile Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Hayri Beşer beraat etti. 2.04.2010 tarihli ve Büşra Erdal imzasıyla Zaman Gazetesi'nin birinci sayfasında yayınlanan "HSYK krizi atananlar devrede, Balyoz örtbas ediliyor" başlıklı haber-analiz ve 3.04.2010 tarihli ve Metin Arslan imzalı "Toplu tahliyelerin temeli 'korsan' kararname ile atıldı" başlıklı haber-analizler dava konusu yapılmıştı. Haberlerde Ergenekon ve Balyoz şüphelilerini tahliye kararları eleştirilen hakimler Yılmaz Alp ve Tuncay Aslan'ın şikayeti üzerine özel yetkili savcı Hakan Karaali tarafından Terörle Mücadele Kanunu'nun 6'ıncı maddesine göre "kişileri terör örgütlerine hedef göstermek" suçundan iddianame hazırlanmıştı.

01.10.2011: Odatv'den sanık kurtarma planı:

Odatv davasının ek klasörlerinde yer alan bir belge, Balyoz ve Ergenekon davalarının nasıl karartılarak manipüle edileceğine dair notlar içeriyor. Belgede, operasyonlarda delillerin polisten ve savcılardan nasıl gizleneceği ve karartılacağına dair tavsiyeler yer alıyor. Belge, Balyoz sanıklarının avukatlığını yapan Şule Erol adına hazırlanmış.

05.10.2011: Odatv medyası davayı çarpıtıyor:

İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 22.11.2011'de yargılanmasına başlanacak olan Oda TV davası, yeni bir tartışmayla gündemde. İddianamede asıl suçlama olan 'Ergenekon terör örgütü' faaliyetlerine ilişkin iddialar görmezden gelinerek, dava dosyasındaki telefon konuşmaları tartışma konusu yapılıyor. Konu özünden uzaklaştırılıyor, çarpıtılıyor.

 06.10.2011: Balyoz'da yıkıcı muhalefet:

Balyoz sanıklarının tutukluluğuna muhalefet şerhi yazan ve sürpriz şekilde emekli olan mahkeme Başkanı Hakim Akçay, sanıkları savunurken, reddedilen planı da kayda geçirdi: 'Darbe fiilleri yok, sadece darbe toplantısı yapıp liste hazırladılar..' Kendilerine yakın gördükleri Hakim Akçay'ın emekli olmasıyla şok olan Balyoz sanıkları, onun muhalefet şerhi ile de adeta yıkıldı. Çünkü sanıklar Akçay'ın o şerhteki suçlamalarını da kabul etmiyor.

 10.10.2011: Balyoz sanığı 23 amiral, Aydınlık gazetesinin kışkırtma amaçlı haberini yalanladı:

Balyoz davası kapsamında yargılanan 23 Amiral, Aydınlık gazetesinde çıkan 'İşte tutuklu Amirallerin mektubu' üst başlığı ve 'Deniz Kuvvetleri Komutanı'na' başlığıyla verilen haberi yalanladı. Emekli Orgeneral Çetin Doğan ile emekli Albay Dursun Çiçek'in avukatlarından Hüseyin Ersöz tarafından yapılan yazılı açıklamada tutuklu Amiraller, habere konu edilen ve kendilerine ait olduğu iddia edilen mektup ile bir ilgilerinin bulunmadığını iddia etti. Amirallerin açıklamasında, "Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel'e, sözkonusu haberden duyduğumuz üzüntüyü belirten bir mektup gönderilmiş." denildi.

 11.10.2011: İlginç ifade Balyoz'a ışık tutacak:

Balyoz davasında savunma yapan tutuksuz sanık Embiya Şen bazı açıklamaları nedeniyle diğer sanık yakınları tarafından akarete uğradı. Savunmasında, seçimlerde AK Partiye oy verdiğini söyleyen Şen'e sanık yakınları hakaret etti. Bu sataşmaların duruşma arasında da sürdüğünü iddia eden Embiya Şen, Çetin Doğan'ın eşini ve bazı sanık yakınlarını mahkemeye şikayet etti. Şen, şikayetinin sonunda çok ilginç bir cümle kullandı: 'Kimse kusura bakmasın. Bu tahammülsüzlüğü anlamak güç. Aylardır burada bir oluşum iddiası yargılanıyor. Bu tahammülsüzlük, bu iddialara bir nebze ışık tutacaktır.'

 15.10.2011: Levent Ersöz'e ikinci suikast şüphesi:

Ergenekon davasının tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'e dün ikinci bir suikast girişimi daha yapıldığı iddia edildi. Daha önce Çapa Hastanesi'nde silahlı saldırıdan kurtulan Ersöz'ün yaklaşık iki aydır yattığı Silivri Devlet Hastanesi'nin yoğun bakım servisinde, gardiyan kıyafetli bir kişi, jandarma tarafından yakalandı. Şahsın üzerinden kimlik çıkmayınca jandarmalar durumu polise haber verdi. Şahsı gözaltına alan polisin yaptığı incelemede şüphelinin ne Silivri'de ne de herhangi bir cezaevinde çalıştığı ortaya çıktı.

17.10.2011: Sanıklardan kurnazlık: Andıç davasının başlamasına yaptığı suç duyurusuyla yol açan Başbakan andıç emrini vermekle suçlandı:

İnternet Andıcı davasının bugünkü duruşmasında ilginç bir gelişme yaşandı. Milli Güvenlik Kurulu sekreterliğince mahkemeye gönderilen 2006 tarihli bir evraka göre andıç siteleri kurulması talimatının altında Başbakan Erdoğan'ın imzası var. Sanıklar da bu belgeye dayanarak, diğer bir deyişle de Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiyeleri doğrultusunda Başbakan Erdoğan'ın aldığı bir karara dayanarak andıç sitelerinin kurulduğunu, dolayısıyla da davanın düşmesi gerektiğini iddia ettiler. Ancak bu belgenin davaya da konu olan yasadışı internet siteleri kurulması için değil, tersine yasal yollarla propaganda yapılmasını amaçlayan bir direktif olduğu ve sanıkların iddia ettiği gibi dava konusu internet andıcına yasal zemin sağlamayacağı iddia ediliyor. Buna delil olarak da bizzat Başbakan Erdoğan'ın internet andıçlarına itiraz etmesi ve suç duyurusu yaparak soruşturmanın başlatılmasına neden olması gösteriliyor. İki gün sonra olayla  ilgili bir açıklama yapan Başbakan Erdoğan a iddiayı bizzat yalanladı: "Başbakan olarak hakkımda çıkarılan internet andıcı yalanını yargı açıkladı. Hiçbir zaman o imza olmadı. O imza bölücü terörle mücadele için atılmış bir imza."

 20.10.2011: Hakimden Genelkurmaya imha tepkisi:

'Islak imza ve internet andıcı' davasının son duruşmasına Hakim Hüsnü Çalmuk'un sözleri damga vurdu. Çalmuk, Genelkurmay tarafından silinerek imha edilen imzalı belgeyle ilgili, '80'e yakın hard disk silinmiş. Genelkurmay, bize 'Talimat verin, araştıralım' diyor. Şimdi talimat versek neyi bulacaklar.' ifadelerini kullandı.

28.10.2011: CHP'nin Odatv ve Ergenekon davasını tek taraflı sahiplenmesi tepki görüyor:

CHP'nin Odatv ve Ergenekon davalarına olan ilgisini anlayamadığını ifade eden Ahmet Kekeç, Kılıçdaroğlu ve CHP'lilere davalar ile ilgili çarpıcı sorular yöneltti.

 31.10.2011: Balyoz, Ergenekon ve Odatv'den Arınç referanslı tahliye talebi:

 Deniz Feneri soruşturması ve Hizbullah davasındaki tahliye kararlarını örnek gösteren Balyoz, Odatv ve Poyrazköy davalarının 14 sanığı, tahliye talebinde bulundu. Dilekçede, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın ifadelerine de yer verildi. Balyoz sanıklarına tahliye istedi diye Genelkurmay eski Başkanı Işık Koşaner yargı muhtırası vermekle suçlanmış, kamuoyundan büyük tepki almıştı. Bu davalarda hakimlere baskı yapılmasına ve yargıya karışılmasına karşı olduğu bilinen Bülent Arınç'ın geçtiğimiz günlerde Balyoz ve Ergenekon sanıklarına tahliye için hakimlere baskı yapması kamuoyunda şaşkınlıkla karşılanmıştı. Arınç'ın yargıya müdahale şeklinde algılanabilecek sözleri kamuoyunda büyük bir tartışma başlattı. Ergenekon, Balyoz ve KCK sanığı tutuklu milletvekillerinin tahliye edilmemesini eleştiren, millet iradesinin tecelli etmesinin engellendiğini ileri süren Arınç'a yönelik kamuoyu tepkisi giderek artıyor. Başbakan Erdoğan'ın hem seçimlerden önce hem de seçimlerden sonra Silivri'den Meclis'e tünel kazdırılmasına müsaade etmeyeceğine ilişkin sözleri ise hala hafızalarda. Başbakan Erdoğan seçimlerden önce CHP, MHP ve BDP'nin tutuklu sanıkları aday göstermesini eleştirmiş, bunun milli irade ile ilişkisi yok demişti.

 31.10.2011: Avukatların mahkemeye zorluk çıkarma özgürlüğü reddedildi:

 Birinci 'Ergenekon' davasının 197. duruşmasında, tutuklu sanıklardan İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek'in avukatı Hasan Basri Özbey'in 16 celse duruşmalardan men edilmesini ve taleplerin 15 dakikayla sınırlandırılmasına karşı çıkan bazı sanık avukatları duruşma salonunda zorluk çıkaranların salondan çıkarılması uygulamasını düzenleyen yasaya avukatların dahil olmadığını iddia etti ve kararın değiştirilmesini istediler. Mahkeme heyeti, avukatların duruşmada zorluk çıkarma ve davayı engelleme özgürlüğü olduğuna dair sanık avukatlarının talebini görüşerek reddetti. Durumu protesto eden 11 avukat duruşma salonunu terk etti.

 11.11.2011: Yargıtay'ın Tekin skandalı büyüyor:

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’i cezaevine göndereceği ve ömür boyu siyaset yasağı getireceği öne sürülen belgelerin Yargıtay'dan çalındığı ortaya çıkmıştı. Soruşturmayı yürüten savcılık kamera kayıtlarının da tutulmadığını ortaya çıkardı. Danıştay saldırısındaki kamera skandalını hatırlatan bu durum, CHP'li Tekin'in göstere göstere beraate götürüldüğü iddialarını da doğruluyor. Çalınan belgeler 2 yıldır davanın durmasına neden oldu. Bu durumdan yararlanan Tekin 2011 seçimlerinde CHP'den milletvekili seçildi. Ergenekon sanığı Cihaner'i kurtarmak için kurye ile Erzurum'dan belge getirtecek kadar hızlanabilen Yargıtay'ın, Tekin'in hapis cezasını onamamak için 2 yıldır oyalanması ve milletvekili seçilmesine göz yumması yüksek yargıdaki CHP etkinliğini açık şekilde ispatlıyor.

 18.11.2011: Andıç şüphelisi tümgeneral Rusya'ya kaçtı!:

İnternet Andıcı davasından hakkında yakalama kararı olan Tümgeneral Mustafa Bakıcı'nın Kuzey Irak üzerinden Rusya'ya kaçtığı belirlendi. Bir diğer gelişme de vekaletle başvuran Bakıcı'nın emekli olması oldu. Ailesi oldukça zengin olan Bakıcı'nın kaçmadan önce hesaplarını boşalttığı ve yanına yüklü miktarda para aldığı belirlendi. Firar olayı yakalama kararının yerine getirilmemesi ihmalini de gündeme getirdi. Hakkında yakalama kararı bulunan Bakıcı'nın göreve başladığında askeri yetkililerce yakalanıp teslim edilmemesi, kendisine izin verilmesi ve emeklilik dilekçesinin kabul edilip hemen işleme konulmasının ayrı ayrı suç oluşturduğu ve işlemleri gerçekleştirenlerin yargılanmasının gerektiği belirtiliyor. Bu kaçış, Ergenekon karşıtlarınca dile getirilen muvazzaf generallerin ve diğer saygın kişilerin delil karartma ve kaçma ihtimallerinin olmadığı iddialarını bir kez daha yalanlamış oldu. Daha önce de, milletvekili Turan Çömez, eski İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan ile emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, Ergenekon operasyonlarından kaçarak yurtdışına firar etmişlerdi. Diğer taraftan Bakıcı'nın kaçışı, Ergenekon örgütünün çökmediğini, varlığını dipdiri sürdürdüğünü de gösteriyor.

 21.11.2011: Odatv'den Haberal usulü reddihakim:

Odatv Davası’nın tutuklu sanıkları Soner Yalçın ve Barış Terkoğlu’nun da bulunduğu bazı sanıkların avukatları yarın görülmeye başlanacak dava öncesinde üye hakim Resul Çakır’ın tarafsızlığını yitirdiği gerekçesiyle reddi hakim talebinde bulundu. Odatv sanıkları taleplerine gerekçe olarak, geçtiğimiz yıllarda bir geleneksel ramazan iftarında çekilen yemek resminde hakim Resul'ün de bulunmasını gösterdi. Oysa o fotoğrafta sadece Çakır değil çok sayıda hakim ve savcı da yer alıyordu. İşin ilginç tarafı fotoğrafı haber yapan da Odatv idi. Yani hem hakimleri haber yapıp onları karalıyorlar, hem de kendi davalarına bakmamalarını istiyorlar. Bu durum, Ergenekon tutuklusu Mehmet Haberal'ın icat ettiği yönteme benziyor.

 22.11.2011: Odatv davası reddihakim talebi ile başladı:

Ergenekon soruşturması kapsamında açılan Odatv davasında ilk duruşma reddi hakim talebi nedeniyle 1 ay sonraya, 26 Aralık'a ertelendi. Sanıklar, bir taraftan davanın uzamasıyla mağdur olduklarından şikayet ederken diğer taraftan dava daha başlar başlamaz reddihakim talebinde bulunarak davayı yavaşlatması bir çelişki olarak değerlendiriliyor.

 28.11.2011: Dava uzuyor diyen sanıkları diğer sanık eleştirdi:

Ergenekon davasının mahkeme tarafından yavaş yürütüldüğüne yönelik sanıkların tepkilerine bir başka sanıktan itiraz geldi. İkinci Ergenekon davasında tutuksuz yargılanan Fatma Sibel Yüksek, Odatv davasının başlar başlamaz reddi hakimle ertelenmesini eleştirerek, Ergenekon davalarında sanıklar ve avukatlarının kendilerini savunma yapmanın şehvetine kaptırdıklarını belirtti. 'Avukat Kemal Kerinçsiz ve İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun savunmaları tarihe geçecek hacimdedir' diyerek başka örnekler de veren sanık Yüksek, sanık ve avukatlarına ağır eleştiriler getirdi.

 28.11.2011: Deliller sahte diyen sanıklara bir darbe de sanıktan:

Balyoz davasında sanıklar CD’lerdeki fişleme listelerindeki zaman çelişkisinden bahsettiler ve belgeler sahte dediler. 2003 yılında planlanan Balyoz darbe planında sonraki yıllara ait bilgiler bulunmasını örnek gösteren sanıklar, delillerin kurgulandığını, sahte delillerle kendilerinin yargılandığını, balyoz davasının da çöktüğünü iddia ettiler ve bu konuda adeta bir fırtına kopardılar. Ancak Gölcük Donanma komutanlığında ele geçirilen çuvallarca belge bu iddiaları çürüttü. Buna bile bir kulp bulmaya çalışan ve delil değerini küçümseyen sanıklara bir darbe de sanık albaydan geldi. 3'ncü Balyoz davası sanığı Albay Kubilay Aktaş Balyoz kapsamındaki fişleme belgelerinin her üç ayda bir düzenlenerek, merkeze gönderildiğini açıkladı.

29.11.2011: Balyoz davasında flash bellek tartışması:

Balyoz davasının dünkü duruşmasında Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen flash bellekle ilgili tartışma yaşandı. Hazırlattıkları bilirkişi raporunu mahkemeye sunan Büyük’ün avukatları Hüseyin Ersöz ve Celal Ülgen, dijital verilere elle müdahalede bulunulmuş olduğu sonucuna ulaşıldığını vurgulayarak Büyük'ün tahliye edilmesini talep etti. Oysa avukatların sunduğu bilirkişi raporu ciddiye alınmayacak şekilde bilimsellikten uzak. Akit gazetesi yazarı Avukat Ali İhsan Karahasanoğlu, mahkemeye sunduğu bilirkişi raporunu hukuki ve bilimsel açıdan eleştiriyor. Karahasanoğlu, mahkemece hukuken dikkate alınması mümkün olmayan tartışmalı bu raporu öne çıkaran çevrelerin gürültü kopararak bazı gerçekleri örtmeye çalışmalarına ise tepki gösteriyor. Karahasanoğlu, Balyoz'da ele geçen tüm çarpıcı delilleri, balyoz toplantılarının ve balyozu itiraf eden askeri savcıların ses kayıtlarını, hatta Gölcük'te Donanma zeminine gizlenmiş bulunan çuvallarca belgeyi dahi görmemezlikten gelen bu çevrelerin, tartışmalı bir bilirkişi raporunu ve bir flash belleği öne çıkararak kafa karışıklığı oluşturmaya çalıştığını belirtiyor.

 03.12.2011: CHP'nin tutuklu milletvekilleri takıntısı tepki çekiyor:

 CHP'nin Ergenekon davasında tutuklu yargılanan bazı CHP'li milletvekillerini tahliye ettirme ve dokunulmazlık gerekçesiyle yargılama dışına çıkarma çabalarında ısrar etmesine, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'dan sert tepki geldi: “CHP'nin gündeme getirdiği konu varsa yoksa Silivri. Silivri'dekilerin derdi tutmuş bunları, varsa yoksa oradaki vekiller, varsa yoksa orası. Bir genel başkanları gidiyor, bir vekiller gidiyor, bir başka insanlar gidiyor. Bütün gece ve gündüzlerini Silivri kaplamış, Ergenekon kaplamış. Be kardeşim ben soruyorum. Yerköy'de, Yozgat'ta, Sivas'ta niye yoksun, başka yerlerde niye yoksun? Onların derdi yok mu? Onların sıkıntısı yok mu? Sadece Silivri'de olanların mı derdi var? Bu ülkede tutuklu olanlar sadece Silivri'de olanlar mı? Kader mahkumları sadece Silivri'de yatanlardan mı ibaret? Onlar, tutuklu deyince sadece Silivri'de olanları görüyorlar, mahkum deyince sadece kendisi gibi düşünenleri görüyorlar. Halbuki bu ülkede başka tutuklularda, başka sıkıntı içerisinde olan kesimler de var, onları gözleri görmüyor. Varsa Silivri, yoksa Silivri, ben anlamakta zorlanıyorum. Bir izah etseler, bu kadar ilgi ve alakalarının nedenini Türk milleti de anlasa biz de anlasak memnun oluruz.”

07.12.2011: Ergenekon medyasından Ergenekon soruşturmasını baltalamak amaçlı karanlık mail tuzağı:

Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında dün düzenlenen operasyonlarda Aydınlık Gazetesi sahibi Mehmet Sabuncu ile birlikte iki emekli askerî personel gözaltına alındı. Sabuncu'nun dairesinde yapılan aramalarda Başbakan Erdoğan, soruşturma savcısı Cihan Kansız ve Taraf Gazetesi yazarı Yasemin Çongar adına alınmış sahte mail adresleri bulunduğu ileri sürüldü. Şüpheliler, söz konusu adreslerden attıkları maillerle Ergenekon sürecini manipüle etmekle suçlanıyor. Başbakan Erdoğan adına brte@akparti.org.tr, Cihan Kansız adına ckansiz@hotmail.com ve Yasemin Çongar adına yasemin_congar@taraf.com.tr şeklinde mail adresleri oluşturulduğu belirtiliyor. Bu adreslerden atılan maillerle, Ergenekon terör örgütüne yönelik operasyonların AK Parti'nin muhaliflerini sindirmek üzere yaptığı izlenimini vermeyi amaçladıkları iddia ediliyor. Aydınlık gazetesi, Ulusal Kanal ve İşçi Partisi Ankara bürosuna yönelik 19.08.2011 tarihinde de operasyonlar yapılmış, gözaltı ve tutuklamaların yaşandığı operasyonlarda çok önemli belgelerin ele geçirildiği ileri sürülmüştü. Dünkü operasyonlara bu belgelerin neden olduğu belirtiliyor.


11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***