15 Temmuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 Temmuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2021 Salı

KABUS BİTTİ Mİ.?

 KABUS BİTTİ Mİ.?

Kâbus Bitti mi?

Kaybetmeyi ahlaksız bin kazanca tercih et !
İlkinin acisi bir an, Ötekinin vicdan azabi bir ömür boyu sürer.
Anonim Nasihat >




Darbe girişimi Erdoğan yönetimine nefis bir araç sundu; 15 Temmuz sayesinde bugün uçan kuşu ‘paralel’ diye içeri atsanız kimsenin gıkı çıkmaz. 
Çıkmıyor da! Herkesin ağzı bir karış açık, buna ben de dâhil.
15 Temmuz darbe girişimi ülkeyi öylesine şoke etti ki önümüzdeki birkaç hafta içinde yargıdan bakanlıklara, üniversitelerden ana okullarına kadar on binlerce, belki yüz binlerce insan tasfiye edilecek, mahkemeler giyotin makinası gibi çalışacak. Belki idam gelecek, belki başkanlık... 

Türkiye şoku atlattığında yepyeni bir gerçeğe uyanacak.

Yetkililer “kurunun yanında yaş da yansın, yaş olma ihtimali olan da” havasında. Bu da demek oluyor ki bir iki ay içerisinde devlette FETÖ’nün, paralelin ya da Cemaat’in izi bile kalmayacak.
Peki, böylece her şey bitecek mi?
Kâbus sona erecek, Türkiye huzurlu ve mutlu günlere bayrak mı açacak?
Başbakan Yıldırım’ın söylediği gibi tankların önüne yatan halk ülkemize demokrasiyi mi getirecek?

***
Tekrar etmekten dilimde tüy bitse de yine söyleyeceğim; bu ülkenin temel sorunu PKK, IŞİD, darbe veya Cemaat değildir. Ülkemizin yapısal sorunları var ve bunlar hukukun üstünlüğü yani adalet,  demokrasi, liyakate dayalı bir kamu idaresi, üretken bir ekonomi ve eğitimde nitelik sorununun aşılmasıdır.
Siz bunlardan hiçbirine eğilmediyseniz, değil Cemaat’i tüm cemaatleri bitirseniz, bir değil binlerce darbe girişimini önleseniz, halkın % 100’ünün oyunu alsanız da boştur.

Evet, 15 Temmuz gecesi halkın sivil iradeye sahip çıkması hoş bir manzaraydı. Ben de ziyadesiyle takdir ettim. Ancak işi abartmamak gerekir. 

Hatırlayacaksınız, 1991 yılında Rusya’da (Sovyetler) Ağustos Darbesi adıyla bir darbe girişimi oldu ve o darbeyi tankların üzerine çıkan Yeltsin ve arkadaşları durdur du. Peki, ne oldu, Rusya’ya demokrasi mi geldi? Hayır, askeri darbe durduruldu ama yerine demokrasi değil, sivil idare geldi. Demek istediğim darbeyi durdurmak Türkiye’yi yeni sorunlardan kurtarmış olabilir ama mevcut sorunlarımız da ortadan kalkmış değil.

DÜNYADAN KOPUŞ

Hepimizin malumu, Türkiye son birkaç yıldır dünyadan uzaklaşıyor. İlk başlarda yöneticilerimiz bu durumu “değerli yalnızlık” olarak açıkladılar, ancak o yalnızlığın pek de değerli olmadığını kendileri de gördüler. Çöken turizm ve ihracat, inişe çeken ekonomi yalnızlığımızın acı sonuçlarından sadece birkaçı oldu. 

Son 6 aydır İsrail ve Rusya ile yakınlaşmak için verdiğimiz tavizler yalnızlığın ne kadar derin boyutlarda olduğunu kanıtlıyor.

15 Temmuz darbe girişiminin engellenmesi Türkiye’nin yalnızlığına da bir son verebilirdi. Türk toplumunun sivil idareye sahip çıkması Avrupa, ABD ve tüm dünyaya daha sevimli ve demokrasi aşığı bir Türkiye imajı verebilir ve buradan yeni bir dış politika üretilebilirdi. Ancak, darbecilere ve darbeyle ilgisi olmayan askerlere dönük linç girişimleri sadece içeride değil, dışarıda da büyük korkulara neden oldu. Kemerle kırbaçlanan askerler, çırılçıplak soyulup spor salonlarında eziyet edilen şüpheliler, defalarca tekmelenen askerler ve yakalanan kişilerin yüz ve bedenlerinde kolayca görülebilen kötü muamele izleri tüm dünyayı dehşete düşürdü. Ve yine gösterilerdeki IŞİD-vari görüntüler sivil direnişin sevimli yönlerini aldı götürdü.

Batı’nın Erdoğan’a sempatiyle bakmadığı bir sır değil. Ancak 15 Temmuz, Hükümet için de büyük bir fırsattı. Eğer Hükümet yetkilileri hukuka ve adalete dayalı açıklamaları ön plana çıkarabilselerdi, Türkiye’nin dış ilişkilerini tamir yönünde altın kıymetinde bir adım atmış olacaklardı. Oysa ki darbe girişimi sonrasında yetkililer intikam, tasfiye ve linç kokan açıklamalar yaptılar, hatta darbe konusunda ABD’yi doğrudan suçladılar. Eğer bir bildikleri varsa diyeceğim bir şey yok. Yani darbenin arkasında ABD’nin olduğunu biliyorlarsa elbette yaptıklarını anlamak mümkündür. Ama ortada somut bir delil yok da sırf Gülen ABD’de kalıyor diye Amerika’ya karşı açıklamalar yapılıyorsa, yani ABD sözle köşeye sıkıştırılıp Gülen’i iadeye zorlanmaya çalışılıyorsa bu doğru bir strateji değildir. ABD gibi devletler bu tür sıkıştırmalar ile karar vermezler. Onlar için çıkarları ve politikaları önemlidir.
Hukuk kısmına dönecek olur isek, gözaltılar ve tutuklamalar 10 bine yaklaştı. Üstelik sadece askerler değil, yargıç ve savcılar da gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. 

İş Anayasa Mahkemesi’ne HSYK’ya, Danıştay’a ve Yargıtay’a kadar uzandı. Yüksek mahkeme üyelerinin kamuoyuna somut deliller sunulmadan bu kadar kolay görevden alınabilmeleri ve hapsedilebilmeleri dünyaya izah edilebilecek bir olay değildir. Bunu Pakistan veya Mısır da yapsa dünya buna tepki gösterir. 

Bu nedenle Türkiye bu tür adımları daha ustaca yapabilmeliydi.

En son haberlere göre görevden alınan devlet memurlarının sayısı da 10 bine yaklaşmış. Gözaltı ve görevden almalar dalga dalga ilerliyor. 
Daha önce bazı grupların 400 bin civarında kişiyi gözaltına alma hayalleri kurduğunu yazmıştım. Bu hızla gidilirse 400 bin rakamı bile mütevazı kalabilir. 
Çünkü gözaltına alınan her bir kişi çevresindekileri de şüpheli hale getiriyor. Halka açık ihbar hatlarına gelen bilgiler ile yapılan göz altılarsa işi daha vahim 
bir hale getiriyor.
Söylemek istediğim, sayı büyüdükçe olayın özü kaçıyor ve Türkiye kendi kendisiyle kavgasını şiddetlendiriyor.

Dikkat ettiniz mi, ABD Dışişleri Bakanı Kerry Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanabileceğin den bahsediyor. NATO için demokrasinin hayati bir kriter olduğunu söyleyen Kerry, bu kriterin her üye için geçerli olduğunu hatırlatıyor.

Avrupa Birliği (AB) Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, ise 15 Temmuz sonrasında gündeme gelen idam taleplerine takılmış durumda. Mogherini diyor ki “Hiçbir ülke, eğer idam cezasını geri getirirse, AB üyesi olamaz”. Şimdi diyeceksiniz ki “almazlarsa almasınlar. 
Sanki yarın AB’ye giriyoruz”. 

Doğru söylüyorsunuz, Türkiye için AB tam üyeliği kısa vadede mümkün görünmüyor. Türkiye şu haliyle AB kriterlerini karşılamanın yakınından bile geçmiyor. Diğer taraftan Türkiye AB ülkelerinde 6 milyondan fazla soydaşıyla zaten AB’nin içinde bir ülke. Ticaretimizin yarısı AB ile. Kısacası AB’ye resmi olarak girmemiş olsak da AB ile köprüleri atmanın hiçbir şekilde bize faydası yok. 
Türkiye’den Avrupa başkentlerine yayılan tekmelenen, eziyet edilen, çıplak asker fotoğrafları işimizi hiç de kolaylaştırmıyor. En yüksek makamlardan yapılan tasfiye ve temizlik açıklamaları da hukuk-devletlerinde olumlu yankı bulmuyor.

***
Darbeciler bu ülkede işlenebilecek en büyük suçlardan birini işlediler, bunda hiçbir şüphe yok. Darbe ekonomiden siyasete her alanda telafisi güç 
tahribatlar yaptı, bunda da bir şüphe yok. Ancak suçu ne olursa olsun herkes hukuk içinde muamele görme hakkına sahiptir. 

Hukukta İntikam, Linç, Temizlik gibi kavramlar yoktur.

Darbeye karşı gösterilen tepki takdire şayandır. Ancak halkın her gün ger gece sokaklarda tutulması aynı zamanda tehlikeli de bir iştir. 
Çünkü tıpkı ordular gibi halkların da yeri evleridir. Sokakta fazla kalan halk çok tehlikeli bir bomba gibidir. Sokaktaki enerjiyi yükseltmeye devam 
ederseniz o enerjiyi kontrol etmek her geçen gün zorlaşır. Özellikle bu ülke Türkiye gibi kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir ülke ise.
Sonuç olarak, darbeyi başarılı bir şekilde durdurmayı başardık. Ancak darbeyi durdurmak eski sorunlarımızı halletmiyor, sorunlar yumağı olduğu yerde duruyor. 
‘Paralel yapı’yı, ‘Fethullahçılar’ı dağıtmak Hükümet için bir zafer olabilir, pek çok sorunlarını halletmiş de olabilir, ancak herşey cemaat değil ki!
Darbeyi aşmak güzel ama sevinci abartmanın ve faturayı konuyla ilgisiz kitlelere yaymanın bir anlamı yok... Türkiye, yüzlerce yıllık bir devlet geleneğiyle 
intikam modundan bir an önce çıkmak ve zaten sınırlı olan enerjisini sorunlarına odaklamak zorundadır.
Baştaki soruya dönecek olur isek, kâbus sona ermedi. 15 Temmuz maalesef bir son değildi. Oyun içinde oyun, tuzak içinde tuzaklar var.

18 Temmuz 2016
-----------------------
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER: Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik alanında öğretim üyesi. Lisans (Ankara Üniversitesi SBF), MA (University of Sheffield), 
PhD (King's College London)
e-posta: slaciner@gmail.com
***

5 Ocak 2021 Salı

İşte Çılgınlıklarının Nedeni., 15 TEMMUZ SENARYOSU

 İşte Çılgınlıklarının Nedeni., 
15 TEMMUZ SENARYOSU

Çılgınlıklarının Nedeni,MOSSAD, CIA, FTÖ,Paralel yapı,yüksek yargı,amir, memur, hakim, savcı, asker, general, vali, müsteşar, esnaf, talebe, Mavi Marmara,Fetullah Gülen,Abdullah Harun,

Abdullah Harun,
kontrgerilla.com
17.07.2016 14:13 

TSK'daki Fetö'cülerin darbe girişimi 'Çılgınca' ve 'Gözü dönmüş' olarak değerlendiriliyor. Bir çok detay bu değerlendirmeye yol açıyor. 
Örneğin Meclis'in bombalanması.. 
Örneğin TRT'yi ele geçirirken diğer kanallara ise saatler sonra el koymaya çalışmaları.. 
Herkesin ayakta olduğu bir saatte harekete geçmeleri.. 
Bunun bir nedeni olarak, deşifre olduklarını düşünen darbecilerin paniğe kapılarak gece yarısı yerine daha erken saatte harekete geçmek zorunda kalmış 
olmaları dile getiriliyor. Ancak bunların hiçbiri Meclis'in bombalanmasını açıklayamıyor. Oysa bu çılgınlığı açıklayan bir kaç somut bulgu çok önce ortaya 
çıkmıştı. 
15 Şubat 2014 tarihinde haberleştirdiğimiz bir ses kaydında şok ifadeler yer alıyordu.
TSK'daki Fetö'cülerin darbe girişimi "çılgınca" ve "gözü dönmüş" olarak değerlendiriliyor. Bir çok detay bu değerlendirmeye yol açıyor. 
Örneğin Meclis'in bombalanması.. 
Örneğin TRT'yi ele geçirirken canlı yayında darbenin dakika dakika tüm gelişmelerini canlı yayında veren diğer kanallara ki - onlardan da bazılarına - saatler sonra el koymaya çalışmaları.. Örneğin herkesin ayakta olduğu bir saatte harekete geçmeleri..
Acemi, tuhaf ve çılgınca bu girişimlerin bir nedeni olarak, deşifre olduklarını düşünen darbecilerin paniğe kapılarak gece yarısı yerine daha erken saatte 
harekete geçmek zorunda kalmış olmaları dile getiriliyor.

Ancak bu ya da benzer değerlendirmelerin hiçbiri Meclis'in bombalanmasını açıklayamıyor. Oysa, tüm parti mensuplarının içinde bulunduğu sırada yapılan 
bu çılgınlığı açıklayan bir kaç somut bulgu çok önce ortaya çıkmıştı. 

15 Şubat 2014 tarihinde haberleştirdiğimiz bir ses kaydında şok ifadeler yer alıyordu.

ŞOK SES KAYDI: TÜRKİYE FEDA EDİLEBİLİR, GÜÇLÜ OLAN ABD'NİN YANINDA YER ALINMALI!

Paralel yapının yüksek yargı üyesi hakim ve savcılara yönelik talimatlarını içerdiği öne sürülen ve Ankara'daki hakim ve savcılara dinletildiği ileri sürülen 
kayıtta şu ifadeler yer alıyordu:

"150 devlet içinde hizmet hareketimiz ve müesseselerimiz var. MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun'u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranışları yüzünden 
'159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE'yi götürürsünüz' diyorlar. Hizmetimizin selameti için 1 kişi veya ülke gitse ne olur. 
Bu hizmetin bekası için gerekirse Türkiye feda edilir. 
Türkiye'deki mücadelede ABD'nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız. Ok yaydan çıktı bir kere. 
Bu safhadan sonra geri dönüş 'yok olmamız' anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. 
Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı 'buyrun siz giyin' diyecek değiliz. 
Büyük bir fayda için küçük kötülük yapılabilir."

Seçimlerden galip çıksa bile,

Kayıtta, AK Parti’nin seçimlerden galip gelmesi halinde yargı darbeleriyle götürülmesinin hedeflendiği şöyle dile getiriliyor: “Ok yaydan çıktı bir kere. 
Bu safhadan sonra geri dönüş ‘yok olmamız’ anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. 
Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı ‘buyrun siz giyin’ diyecek değiliz.” Kayıtta, istenilen 
sonucun alınması için “Komünist, faşist, Alevi ve CHP’li farketmez herkesle ittifak edin” talimatı veriliyor.

Gerekirse Türkiye feda edilir,

Yüksek yargı mensuplarına yağdırılan telkinler bunlarla sınır değil. ‘Hayrı kesir için şerri galil irtikap edilir’ (Büyük bir fayda için küçük kötülük yapılabilir) 
denilerek örgütün çalışma prensipleri belirtililiyor. “150 devlet içinde hizmet hareketimiz ve müesseselerimiz var” ifadesiyle başlayan kayıtta 

“Bu hizmetin bekaası için gerekirse Türkiye feda edilir. 5 bin savcı o kadar hakim, onbinlerce polis ve asker şehit olmaya hazır. 
Kayıplar önemli değil. Türkiye’deki mücadelede ABD’nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız” ifadeleri yer alıyor.

Yıpratmak için her yolu kullan,

Şok kayıtta, hükümeti yıpratmak için her türlü yolun kullanılması gerektiği dile getirilerek şu talimatlar veriliyor: “Tedbir, inkar ve takiyye ile her yolu 
kullanarak mücadele edeceksiniz. 93’ten sonra mütevelli olanlara yetki verilecek. 93’lü yıllarda hizmete girenler bugün yapılıp söylenenleri geçmişle 
mukayese edip sorguluyorlar. Bunlarla bir sonuca varmamız mümkün değil. İstişareye tabi olunacak. Orada tebliğ edilenlere mutlak itaat edilecek. 
Başbakan bu gücü tahmin edemediği için baş edeceğini düşünüyor.”
Herkesi zaaflarıyla baskı altına alın Fişlemelerle birçok kişinin bilgilerinin ellerinde olduğunu ve gerekirse bunların kullanılacağının belirtildiği kayıtta şöyle deniliyor: “Bütün bilgiler her alanda amir, memur, hakim, savcı, asker, general, vali, müsteşar, esnaf ve talebe sayı ve özellikleriyle masamızda. Herkesi her an ‘hain ilan ediliriz’ endişe ve baskısı altında tutun. Gerekirse zaaflarını açıklamakla tehdit edin. Hizmetimizi muhafaza için güçlü olandan yana olmak esas düsturumuz olmalı. 
Türkiye’deki mücadelede ABD’nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız.”
Uzun’un gitmesi için halisane dua edin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan kayıtta, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın da açıkladığı “Uzun adamın ölmesini bekliyorlar” sözünü doğrular ifadeler yer aldı. Kaydın o bölümü ise şu ifadeleri içeriyor: “ Üç yıldır Uzun’un ölümü için dua ediliyor. Hala ayakta. Demek ki halisane dua etmiyorsunuz. 
MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun’u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranış ları yüzünden ‘159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE’yi götürüsünüz’  diyorlar. Hizmetimizin selameti için 1 kişi veya ülke gitse ne olur.”

DİĞER BULGULAR

İşte ses kaydında da görüldüğü gibi, ifadeler ne kadar açık. O tarihten bugüne kadar yaşananlar ses kaydındaki ifadelerle örtüşüyor. 
Başka bulgular da bu ses kaydının ve içindeki ifadelerin doğru olduğunu gösteriyor.
Türkiye'de açılan Fetullah Gülen davasından kısa süre önce 1999'da tedavi olmak bahanesiyle ABD'ye kaçan Fetullah Gülen'in ABD ile yakınlığı daha 
önce de hep gündeme gelmişti. Irak Körfez savaşında Irak toprakları bombalanıp, Iraklı çocuklar bombardımanda hayatını kaybederken ses çıkarmayan 
Gülen'in Irak, Suudi Arabistan'daki ABD üsleri ile İsrail'e füzeler fırlattığında "ölen masum İsrailli çocuklar için üzüldüğünü" dile getirdiği sohbeti kamuoyunu 
sarsmıştı. Yine Gülen, İsrail'in Gazze'deki Ambargosunu kırmaya giden Mavi Marmara gemisine baskın yapılıp 9 Türk vatandaşı öldürüldüğünde şaşırtıcı 
şekilde gemidekileri suçlamış, "Hata ettiler, İsrailli otoritelerden izin almalıydılar" demiş, kamuoyundan büyük tepki görmüştü.
ABD'ye sığınması ve vaazlarında kullandığı ifadelerin doğurduğu ABD ile derin bağlantı şüphesi son bir kaç yılda şüphe olmaktan çıktı. Bunu gösteren 
somut gelişmeler yaşandı.
Örneğin konuyla ilgili bir FBI görevlisi çarpıcı açıklamalar yaptı. Örgüt lideri Fetullah Gülen'in 1999'da kaçtığı ABD'den sürekli oturum almasında, araya 
giren ABD istihbarat teşkilatı CIA mensubu bazı görevlilerinin etkili olduğu, Gülen'e ret kararı vermek üzere olan mahkemenin bu müdahale sonrası 
"Gülen ABD menfaatlerine faydalıdır" hükmüne vararak oturum hakkı verdiği açığa çıktı.
Rusya ve Özbekistan'daki Gülen cemaatine mensup okullar ABD istihbaratıyla bağlantı şüphesiyle kapatıldı. Hatta Özbekistan'da gözaltılar yaşandı. 
Özbekistan, ABD istihbaratçılarının Gülen okullarında öğretmen kılıfı altında çalıştırıldığı suçlamasıyla tutuklamalar yaptı.
Bir başka bulgu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın defalarca açıkça talepte bulunmasına karşın ABD yetkililerinin Gülen'i iade etmeyi kabul etmemesi gösteriliyor.
Paralel yapı davalarında sanık durumunda olan onlarca şüphelinin ABD'ye kaçmış olduğu da bir başka bulgu olarak hatırlatılıyor.
Geçtiğimiz günlerde örgüte yönelik en büyük soruşturmayı tamamlayan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da iddianamesinde bu ilişkiyi açıkça dile getirdi. 
Gülen'in ABD ajanı olduğunun çok açık olduğunu belirtti.
Sonuç olarak; bu adamlar Türkiye'yi değil ABD'yi kendilerine ana vatan seçmiş. Bu çok açık. Liderleri yıllar önce oraya zaten kaçmış. Bir çok üst düzey örgüt 
liderinin de oraya kaçtığı biliniyor. Öyleyse Meclis'i bombalamalarının başka bir anlamı var mı. Çünkü bu ülke anavatanları değil. Seçimlerden fayda da 
ummuyorlar. Hatta bu ülkeden nefret ettikleri bile söylenebilir. Hiç bir zaman delikanlı olmadılar. Hep sinsice hareket ettiler. Kendilerini gizlemek için 
sürekli yöntemler geliştirdiler. O kadar ki adeta bir istihbarat teşkilatı gibi, yani bir ajan gibi çalıştılar. Şimdi ise bu ajanlıklarını açığa vurdular. 
"Son umutları darbe" demiştik 6 Mart'taki haberimizde. Somut bulguları da sıralamıştık. 
Bazılarının abartı ve paranoya diyerek geçiştirdiği bu son umudun, örgüt tarafından şimdi nasıl devreye sokulduğunu hayret ve dehşetle izliyoruz. 
(Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
Paralel Yapı-15 Temmuz (2016) 'TSK'daki Fetö'cülerin askeri darbe girişimi' soruşturması manşetlerimiz Paralel yargıdan şok ses kaydı: Direneceğiz!
(17 Temmuz 2016, 14:13)

http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=8218

http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=8218#.X-8Sy2NxcdU


***

2 Aralık 2020 Çarşamba

15 TEMMUZ İÇ SAVAŞ PROVASI

15 TEMMUZ İÇ SAVAŞ PROVASI



15 Temmuz İç Savaş Provası: 
Kaan Turhan 
kaanturhana@gmail.com
Uyuyan Hücrelerin Postal Sesleri.,


    Türkiye’deki kadroları ve devletin her kademesini ele geçirmiş olan fetullahçılar maşasıyla Amerika, Türkiye’de bir iç savaşın provasını gerçekleştirmiştir. 
Gelecekte de daha büyük bir hamleyle, Türkiye’yi zapturapt altına almayı amaçlıyorlar. 
Amerika’nın bölgedeki gücü zayıfladıkça ve hedeflediklerinde karmaşa arttıkça Türkiye’yi kullanma stratejisi devam ediyor. 
    15 Temmuz’daki askeri hareket de Türkiye’yi yeniden hizaya sokma ve operasyonlarda kendine bağımlı kadrolar oluşturma stratejisinin bir parçasıydı. 
Yukarıda medyadan derlediğim haberler dikkatle incelenirse; devlet bu operasyonda sınıfta kalmıştır. Böylesi kirli bir yapılanmayı takip edebilmeyi, 
istihbari çalışmayı net bir biçimde yapamamış, özel iletişim kanallarına günümüz teknolojisinde ulaşamamıştır. 
MİT, Genelkurmay, Emniyet, Devlet kurumları sınıfta kalmıştır. Fetullah Gülen ve yandaşları hem Türkiye’yi ele geçirmiş hem de dünya egemenliğinde CIA kontrolünde faaliyetleriyle tüm mütedeyyin insanları “himmet” adında “hizmet”e vakfettirmiştir. 
    Nurettin Veren’in ifadeleriyle yurt dışına yönelik uyarılar önemlidir: “FETÖ’ye arka çıkan devletler, başta ABD şunu iyi bilmeli ki, FETÖ’nün çılgın projesi ve ütopyası, sadece Türkiye’ye darbe yapmak ve Türkiye’de hakimiyet kurmak, halife olmak değildir. 
    Bilerek kendini 5 defa kullandırıp, ortağını 100 defa kullanma stratejisini hayata geçirerek, kendi hayalinde kurguladığı, bütün dinleri harmanlayıp ve bütün dünya siyasal yönetim sistemine de hâkim olacak, tek merkezden yönetecek, dünya vatikan’ını inşa etme projesidir. 
    Bu Dünya Vatikan’ının Komuta Merkezi, Güney Afrika’daki Johannesburg kentinde 2007 yılında Gülen’in talimatıyla Ali Katırcıoğlu’na kurdurulan, 
1 milyar dolara yakın harcamayla tamamlanmış olan, NİZAMİYE KÜLLİYESİDİR. 
15 Temmuz’da yapmış olduğu darbe hareketi, herkesi bela ve musibete sürükleyen macerası, sadece Türkiye’deki vatandaşlarımıza ve kuruluşlarımıza 
ve devletimize mahsus bir saldırı değildir.[1]

” Tüm dünya üzerindeki okullarla, batı kontrolünde adam devşirme ve yetiştirme eğitimleriyle dünya ülkelerini ve halkları da tehdit etmekte olan fetullahçılarla, Nurettin Veren’in saptamalarına göre, batının hesabı bitmemiştir. 

Belki de Veren’in yanıldığı nokta, fetullahçıların Amerika’dan bağımsız hareket serbestîsi içinde olma olgusudur. Nizamiye Külliyesi bilgisiyse; fetullahçılara merkez üs olarak Afrika’yı verip, koruma altına alma stratejisi olabilir. Lâkin fetullahçılara, Amerika’nın ılımlı İslam ve İslamiyet’in İsevileştirilmesi projelerinde ihtiyacı vardır ve proje devam etmektedir.
 
            Tek Adam: Recep Tayyip Erdoğan
 
            15 Temmuz Gecesi ve sonrasında, Tayyip Erdoğan’ın heyecanını, ciddiyetini ve de dik duruşunu sahiplenen kimse olmadı. Adeta tek başına kaldı. 
Hâlihazırdaki hükümet kadrolarının, sessizce, olan bitene zayıf tutumlarla sarılmaları dikkatten kaçmamaktadır. Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbe girişimini 
Eniştem ”den öğrendim açıklaması: her şeyden önce, yalnız kaldığına işaret etmektir.




   MİT, Genelkurmay, Emniyet, Jandarma fetullahçıların elinde hareket etmekteyken; Erdoğan’ın yalnızlığı gün yüzüne 15 Temmuz’la birlikte çıkmıştır. 
MİT’in böyle kanlı bir darbe girişiminden, hava üslerindeki hareketlilikten ya da askerlerin birbirleriyle haberleşmelerinden habersiz olduğu gerçeği şunu 
da göstermektedir ki, fetullahçılar MİT’te ve diğer istihbarat kurumlarında kalkan görevi görerek gerçeği gizlemişlerdir.

 Başka bir açıklaması da Hakan Fidan’ın her şeyden haberi olduğu, darbe gecesi öncesinde Genelkurmay’a giderek, bir hareketliliğin olduğunu bildirmesi 
haberlerine dayanarak, Hakan Fidan’ın da darbecilere kalkan olduğudur. İstihbarat zafiyetinin bilmediğimiz başka teknik hatalar da olabilir belki ancak bu 
ne Hakan Fidan’ı ve Genelkurmay’ı aklar!
 Erdoğan’ın darbe girişimi sonrası açıklamalarında yer alan bir konu daha yalnızlığının tescili niteliğindeydi. Devlet kadrolarında, 20 bin kişinin açığa 
alınmasını eleştirenlere, "100 bin, 200 bin ucu nereye giderse gitsin bu temizliği yapacağız" demesiydi. TSK’da, Emniyet’te, Yargı’da, Eğitim’de yapılan 
operasyonlarla birlikte, bu kadar büyük rakamlara ancak siyasi alandaki, medya alanındaki operasyonlarla ulaşılabilecektir. Bu da siyasal olarak, Erdoğan’ın 
yalnızlığının delili olarak yorumlanmalıdır.
 Nitekim, darbe girişiminde MİT’in zafiyetine ilişkin, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in 15 Temmuz günü yaşananlarla ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan ve 
Başbakan Binali Yıldırım'ın açıklamaları ile ilgili soru önergesinde şunları ifade etmişti:
 
“MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, darbe girişimi gecesi MİT olarak neler yaptıklarına ilişkin basına yansıyan değerlendirmeler de şaşkınlık vericidir. 
TSK’da bazı askerlerin darbe girişiminde bulunacağını, darbe girişiminin başladığı saatten yaklaşık 5 saat önce yani 15 Temmuz 2016 Cuma saat 16.00 sıralarında öğrendiği ifade edilen Hakan Fidan, bu bilgiyi ancak 4 saat sonra yani darbenin girişiminin başlamasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’a söylemiş. Hakan Fidan'ın darbe girişimine ilişkin, söz konusu gün 16.00'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ı telefonla bilgilendirdiği, 16.30'da MİT Müsteşar Yardımcısı'nın Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'le karargâhta görüştüğü, 18.00'de Fidan'ın karargâha giderek Akar'la bizzat görüştüğü 
de bilinen bilgiler arasındayken, Fidan’ın, darbenin asıl hedefi konumundaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bilgilendirmemesi ciddi kuşkular yaratmıştır.”
 
     CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in soru önergesi şu maddelerden oluşuyordu:
-Sivil, Polis ve Asker 246 kişinin hayatını kaybettiği, darbecilerden de 24’ünün ölü ele geçirildiği darbe girişiminden MİT’in son saatlerde haberinin olması, 
MİT yetkilileri açısından görev kusuru mudur?
 
-MİT Müsteşarı Hakan Fidan, darbe girişiminde bulunulacağını öğrenilmesinin ardından, sırasıyla hangi birimlere haber verilmiştir? Cumhurbaşkanı ve 
Başbakan’a haber verilmediği iddiası doğru mudur?
 
-Hakan Fidan, darbe girişiminden sonra, Cumhurbaşkanı ile birebir yaptığı görüşmede istifasını sunmuş mudur?
 
-Cumhurbaşkanı ve devlet yetkililerinin darbe girişimindeki istihbarat zafiyeti söylemlerinde; Genelkurmay Başkanlığı’nın elinde bulunan Genelkurmay 
Elektronik Sistemler’in (GES)  sivilleştirilme iddiasıyla MİT’e bağlanmasının payı var mıdır?
 
-MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın bu darbe girişiminden önceki süreçte, 15 darbe girişimini, belli komutada kademesindeki askerleri ikna ederek durdurduğu 
dile getirilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Doğruysa, Hakan Fidan’ın görevi istihbarat toplamak mıdır, darbecileri ikna etmek midir? Dile getirilen bu 
iddialar; Genelkurmay, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı tarafından bilinmekte midir? 
 
-Hakan Fidan, 15 Temmuz 2016’da “bu sefer de darbecileri ikna ettim” şeklinde söylemde bulunmuş mudur? Üst kademelere haber verilmemesinin nedeni 
bu mudur?
 
-Hakan Fidan, bu durumda darbe girişimi yapacak komutanların kim olduğunu önceden biliyor muydu? 
 
-Cumhuriyet Gazetesi’nin 27 Haziran 2016 tarihli sayısında “MİT’te neler oluyor?” başlığıyla çıkan haberde, Arapça monitörlerin (telefon dinleyen kişi), Arapça görüşmelerin neredeyse tamamını İstihbarat Değeri Yoktur (İDY) yaptığı, yönetimin de bu duruma göz yumduğu belirtilmiştir. IŞİD militanlarının 
ağırlıklı Arapça konuştuğu ve IŞİD’in Türkiye’deki bombalı saldırıları dikkate alındığında, haberde konu yapılan iddiaların vahimliği tartışmasız önemdedir. 
Bu iddialar doğru mudur? Doğruysa, dinlemeleri İDY yapan monitörler hakkında herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Açılmışsa nasıl sonuçlanmıştır?
 
-Hakan Fidan hakkında, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne ilişkin görevi ihmal ya da başka bir iddia üzerinden herhangi bir soruşturma açılmış mıdır?[2]

            Devletin istihbaratı darbe girişiminde sınıfta kalmış ve Cumhurbaşkanı’nın ‘sır küpüm’ dediği Hakan Fidan, bu kanlı senaryoda Erdoğan’ın yalnızlığının nirengi noktasını oluşturmuştur.
Erdoğan bu yalnızlıkta, sadece Türkiye içinde muhatap olmadı. Batıdaki müttefiklere sürekli göndermelerde bulunarak, bizi yalnız bırakmayın, “ya FETÖ ya Türkiye” mesajını açık açık dillendirdi. Rusya’yla tekrar ilişkileri iyileştirme çabaları, Suriye’yle tekrar iyi ilişki hesapları yaparken, NATO ve Amerika’yla 
ilişkiler sorgulanmaya başlandı. Gerilimli bir atmosfer yaşandı. Amerika da Fetullah Gülen’in iadesi konusunda Türkiye’ye karşı tutumunu sürdürüyor. 
Lâkin dünya üzerinde fetullahçı yapılanmaya ihtiyaçları var. Ayrıca Nurettin Veren’in açıklamaları da gösteriyor ki, üst akıl noktasında sosyal medya 
uygulamaları ve sitelerinin (facebook, twitter vb.) üst yönetimlerinde, NASA’ya, Petrol Şirketlerine varıncaya kadar fetullahçı kadrolar kritik üs kurmuş 
durumdadırlar.
 
      Türkiye Her Koşulda Çöküş İçinde

            Türkiye öylesine ilginç ve ilginç olduğu kadar da yabancı servislerin operasyonel gücünün net biçimde ortada olduğu bir darbe girişimi gerçeğini 
yaşadı ki kimse bu ortamda ne olacağını, nasıl davranacağını, net bir biçimde salt gerçeği göremez oldu. At izi it izine iyice karışmış durumdadır.

            Hanefi Avcı örneğin, “Haliçte Yaşayan Simonlar” kitabı çıktığında okumuş ve yeni bir şeyin olmadığını görmüştük. Bu denli gündeme taşınıp da 
içi kof bir kitabı bu denli pohpohlamak önemliydi. Emniyet Müdürlüğü ve görevleri sırasında net olamayanlar, emekliliklerinde itirafçı olmuşlardı.
 
      Orhan Gökdemir’in bu konudaki saptamları da değerli:
 
“Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren, yazar Latif Erdoğan, cemaatin ilk polis imamı olduğu söylenen Kemalettin Özdemir, Gülen'in eski sağ kolu Nurettin Veren hava bulanır bulanmaz itirafçı oldu. 17-25 Aralık girişiminden sonra baş gösteren devletin tokat atma ihtimali karşısında öyle bir korktular ki o gün bugündür kesintisiz konuşuyorlar. Sonra mehdinin bütün adamları arasında bir salgın hastalık gibi yayıldı bu hal.
 
Gülen’in sağ kolu itirafçı, en önemli gazetecisi itirafçı, ilk polis imamı itirafçı, gazeteci ve yazar örgütünün başkanı itirafçı, jandarma imamı itirafçı, genç 
subayları itirafçı, generalleri itirafçı, polisleri itirafçı, yargıçları, savcıları itirafçı…Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü 
acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.
 
Onur yok bu oyunda, insan yok, vicdan yok. İtaat etmeyi alışkanlık edinmiş olanların zalim karşısında boyun eğip diz çökerek küçülüşünü izlemekteyiz. 
Her oyuncu “pişmanım” diye inleyerek rolünü tamamlayıp çekiliyor sahneden.
 
Zaman gazetesinin “Gözü kara” kalemşoru Mümtazer Türköne, “O Camiayla olduğum için pişmanım. Darbeciler idam edilsin” dedi. 

İdam edilmesini istediği darbeciler yoldaşlarıydı. Ergenekon-Balyoz operasyonunun cemaatin talimatı üzerine başlama vuruşunu yapan Ankara Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya, “Gülen cemaatini dini bir cemaat sanmıştım, pişmanlığın zirvesindeyim” dedi. Oysa tutup içeri tıktıklarından hiçbiri böyle bir pişmanlık beyanında bulunmamıştı.
 
Darbe girişiminin ardından tutuklanan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan ifadesinde suçlamaları kabul etti, itiraflarda bulundu ve pişmanım dedi. Cemaat'e yakın Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak gözaltına alınıp serbest bırakıldı. 

İçeride pişmanım demeyi unuttu. O da yazılı bir açıklama yaptı, "FETÖ örgütüne, geçmişte iyi niyet ve sadece vatanseverlik duygusuyla yaptığımız yardımları düşününce bugün kahroluyoruz" dedi. Cemaatin amansız savunucusu gazeteci Nazlı Ilıcak, "Yanıldığımı, bu yapılanmanın bir örgüt olduğunu 15 Temmuz sonrasında gördüm. Daha önce bilseydim karşısında yer alırdım" dedi.
 
Öte dünyaya inan, mehdiye inan, kutsal kitaba inanan, şehitliğe inanan, mehdinin ağzını sildiği peçeteye inan, mehdinin kirli donuna, kılına, tüyüne inanan, bilemediğimiz bilcümle saçma sapan şeye inanan ve ömrü boyunca Allah yolunda ölmeye hazırlanan bu insanlar arasında bir tek kişi çıkıp “bu dava benim davam, geri adım atmam, haklıyım” demedi, diyemedi. Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.[3]
           
Bu itirafçılık olayı da dikkatle izlenmeli ve tehlikenin önemli bir parçası olarak kayda geçirilmelidir. 

Zira  itirafın isnat edilen olayın vukuu hakkında kesin bilgi içerdiği anlamına gelmez. Çünkü şahitlik gibi itiraf da ihbar grubunda yer alan bir tasarruf 
olduğundan kural olarak doğrulanması ya da yalanlanması mümkündür ve kesin bilgi kaynağı görülmez. Bundan dolayı itirafın herhangi bir baskı ya da 
yanılmadan kaynaklandığının anlaşılması, halin delâletinin ve vâkıanın itirafın doğruluğuna imkân vermemesi gibi durumlarda itirafa itibar edilmez[4].”
           
İtirafçılar kadar, medyada yeni iklimi yönlendiren kimselere de dikkat etmek gerekmektedir. Kripto fetullahçıların yönlendirmelerine karşı, sadece ve 
sadece Türkiye’nin çıkarları öne çıkarılarak hareket edilmelidir.
           
   15 Temmuz darbesinin Türk Milleti üzerindeki biyo psiko sosyal etkisi uzmanlarca incelenmeli ve dikkatle sağaltım yayınları yapılmalıdır. 
Halkın orduya olan güvensizlik çıtasının yükseltilmesi, ordu millet birlikteliğinin tesisi için çalışmalar yapılmaktadır. 
Lakin Türk askeri, sokaklarda üniformayla, kamufulajla dolaşamaz duruma gelmiştir. 
   15 Temmuz’a ilişkin halkın kahramanca, darbecilerin önüne çıkıp savaş vermesi, birçok şehit vermemiz ağır bir toplumsal travmanın da yaşandığını göstermekte dir. Askeri kurumların bu süreçle budanması, işlevsiz hâle getirilmesi noktasında da dikkatli davranılmalı ve ülkenin tepesinde hâlâ Atatürk düşmanları nın, Cumhuriyet düşmanlarının olduğu unutulmamalıdır.
           
İstanbul'da darbe girişimi soruşturmasında emniyette gözaltına tutulduğu 13’üncü gün fenalaşan ve kaldırıldığı hastanede can veren tarih öğretmeni 42 yaşındaki Gökhan Açıkkollu’nun cenazesi, İstanbul’da izin verilmediği için eşinin memleketi Konya’nın Ahırlı İlçesi’ne bağlı Büyüköz Mahallesi’nde toprağa verildi. Öğretmen Açıkkollu’nun cenaze namazını cami imamı kıldırmayınca, mahalle halkından bir kişi kıldırdı. Öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun başına gelenler, toplumsal kesimlerce infiale yol açabilecek niteliktedir. Bu tür provokasyonel yöntemler, Türkiye’deki ayrılığı keskinleştirir ve Türkiye’nin üstünde durduğu bıçağı biler.
             
Askeri okulların kapatılması olayıysa; TSK’nın AB raporlarında vurguladığı ‘profesyonel ordu’ için tırpan niteliği taşımaktadır. Askeri okulların kapatılması, Fetullahçıların askeri okullara sızması nedeniyle değil; AKP’nin varoluş ve kuruluş felsefesi gereğidir. Aynı zamanda niyetin Kemalist kurum ve kuruluşlar olduğu, OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname’lerle birçok kurumun özelleştirileceği gerçeğidir.
 
12 Ağustos 2016’da kabul edilen Kanun Hükmünde Kararname’yle, Varlık Fonu Yasa Tasarısı'yla Devlet Kurumlarına ait kamusal varlıkların özelleştirilerek satılabilecek:
 
Atatürk Orman Çiftliği Genel Müdürlüğü, Atatürk Kültür Merkezi, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü, Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı, TRT, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü, Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu, GAP Başkanlığı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, PTT, TRT, İller Bankası, TÜBİTAK, Milli Piyango, TPAO, DSİ, GAP Başkanlığı, DHMİ, YURTKUR, Karayolları Genel Müdürlüğü, Türkiye Bilimler Akademisi, Türkiye Adalet Akademisi, Spor Genel Müdürlüğü gibi stratejik tüm kurumlar özelleştirilebilecek tir.
 
AKP’nin bu tasarısına muhalefet karşı çıktı da ‘şimdilik’ belki de bu tasarı iptal edildi.
Sonuç: Türkiye’de İç Savaş Koşulları Oluşturuluyor!
       
15 Temmuz kanlı kalkışma aynı zamanda, Türkiye’de bir iç savaş çıkma olasılığının test edildiği alan yarattı ve başarılı oldu.
 
Türkiye, bölgesinde güçsüz bir ordu ve moralsiz, kırılgan, dayanıksız, personeli birbirine güvenmeyen bir yapıya hapsedilmiştir. 
Ortadoğu’da, Kafkaslarda, Güneydoğu’da en çok gereksinim duyacağımız noktada askerimiz ve kurumsal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’miz görev yapamayacak noktaya getirilmiştir.
 
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı’na getirilen, Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (SADAT) Yönetim Kurulu Başkanı emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, özel harp yöntemleriyle Türkiye’de iç savaş koşullarının yaratılmasında kilit rol oynayabilecektir. 

   SADAT ile gayri nizâmi harp çerçevesinde şehirlerde halkı kışkırtıp, birbirine düşürebilecek suikastlar, halkı bölebilecek dezenformasyonlar ve manipulasyonların yapılabileceği açık bir tehdit olarak dikkat çekmektedir.
 
15 Temmuz’da “hazır kıt’a” olarak ülküsel duyguları aşındırılan halk, tankların önüne sürülmüş, birçok cân yanmış, insanlar darbe girişimindeki askerlerle meydan muharebesi kurgusunda karşı karşıya getirilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Yenikapı mitinginin ertesinde de demokrasi nöbetlerine “ara veriyoruz” (son değil!) demesi de çözümlemede dikkat edilmesi gereken konulardandır.
 
Yani bu halk yapay, zorla varsayılan farklılılar (Kürt, Alevi gibi) üzerinden meydanları kuşattığında, iş çoktan bitmiş olacak, iç savaş yaratılarak ülke 
çökertilecektir. Kilis’ten, Artvin’e kadar olan kuşakta komutanlıklar büyük sıkıntılar içindedir ve moral motivasyon olarak tutuklanan komutanlarından ötürü birlikler ‘başsız’ kalmıştır. 
Kilis Artvin kuşağından doğuda tasarlanan bir kukla Kürt devleti, iç savaşla birlikte kaçınılmaz hâle gelecektir.
 
 
[1] Nurettin Veren, Karanlık konseyin ve Fetö’nün Yeni Dünya Düzeni ortak projesi, Yeni Akit, 16.08.2016
[2] 15 Temmuz’un yanıt bekleyen soruları Meclis gündeminde, 28.07.2016
[3] Orhan Gökdemir, Mehdinin Bütün Adamları, SOL, 16.08.2016
[4] İslam Ansiklopedisi, Cilt: 23, Sayfa: 461
http://acikistihbarat.com/HaberGoruntule.aspx?id=10607


***

15 Mart 2019 Cuma

Oramiral Bostanoğlu darbe gecesi yaşananları anlattı

  1. Oramiral Bostanoğlu darbe gecesi yaşananları anlattı.
Oramiral Bostanoğlu darbe gecesi yaşananları anlattı

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu, 15 Temmuz darbe gecesi yaşadıklarını anlattı.


16 Ağustos 2016 Salı 09:32
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili Ankara Cumhuriyet Savcısı Ahmet Adil Kubat'a müşteki sıfatıyla ifade verdi. Bostanoğlu o geceyi anlatırken 9 saat boyunca aracında kaldığını ve toplam 140 telefon görüşmesi yaparak krizi yönettiğini söyledi.
Oramiral Bostanoğlu'nun ifade tutanağına göre, 15 Temmuz 2016'da Heybeliada'da Deniz Lisesi Mezuniyet Töreni ile ertesi gün saat 11.00'de Tuzla'da Sancaktar Amfibi Gemisi'nin denize indiriliş töreni olduğunu belirtti.

Bu törenlere katılmak üzere, 15 Temmuz sabah 09.30'da askeri uçakla İstanbul'a hareket ettiğini anlatan Bostanoğlu, önce Haydarpaşa GATA Hastanesi'nde tedavi gören emekli Oramiral Murat Bilgel'e ziyarette bulunduğunu, öğle yemeğinden sonra, Kalamış Marina üzerinden Sahil Güvenlik Botu TCSG-19 ile Heybeliada Deniz Lisesi'ne geçtiğini bildirdi.
Heybeliada'daki diploma töreninin ardından saat 18.15 civarında Ataköy Marina'ya vardıklarını, daha sonra beraberinde eşi, emir subayı Binbaşı Özkan Gülömür ve araç sürücüsü Uzman Çavuş Nurhan Öztürk ile annesinin Ataköy'deki evine geçtiğini aktaran Bostanoğlu, saat 19.30 sıralarında düğün için Çınar Otel'e gittiğini, burada araç sürücüsünü ve emir subayını gönderdiğini belirtti.
Bundan sonra düğün sahipleriyle beraber olduğunu kaydeden Bostanoğlu, şunları söyledi:
"TSK'nın bazı birliklerinde olağandışı bir hareketlilik olduğundan, saat 22.23'te gelen telefonla ilk defa haberdar oldum. Telefonla görüştüğüm Ankara'da bulunan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkan Vekili Tümamiral Macit Arslan (Personel Başkanı) 'Karargahta olağandışı hareketlenmeler olduğunu, gelişmeler hakkında bilgi vereceğini' söyledi. Daha sonra emir subayım Binbaşı Gülömür'ü cep telefonundan arayıp, 'Ankara'da bir şeyler oluyor. Haberin var mı' diye sordum. Cevaben 'Ben de bir şeyler duydum' dedi. Derhal otele gelmesi talimatını verdim. Ayrıca sahil güvenlik botunu aramasını ve Ataköy Marina'ya intikal etmesini söyledim.
RİSK ALMAMAK İÇİN BOTA BİNMEDİ
Yaklaşık 10 dakika sonra emir subayım otele geldi. Bu görüşmenin hemen ardından, güvenli bir bölgeye intikal etmek maksadıyla, düğün töreninin yapıldığı mekânı eşim, oğlum ve gelinimle birlikte saat 22.35 sıralarında terk ettim. Ayrılmadan bir dakika önce İzmir Özdere'de bulunan Kurmay Başkanım Koramiral Serdar Dülger, Ankara'da olağandışı gelişmeler olduğunu, oturduğu lojmanda ikamet eden Genelkurmay Lojistik Başkanı Hava Korgeneral Fikret Erbilgin'in derdest edilerek, götürüldüğünü eşinden öğrendiğini söyledi. Önce Sahil Güvenlik Komutanlığı'na âit bot ile Ataköy Marina'dan Fenerbahçe Orduevi'ne intikal etmeyi planlıyordum. Ancak emir subayımın, ulaşımı koordine etmek maksadıyla, TCSG-19 bot komutanıyla yaptığı telefon görüşmesinde, bot komutanının 'Bir misafirin emrine girdim' diye söylemesi, 'Neredesin' diye sorulduğunda 'Kalamış Marina'dan çıkış yaptığını' ifade etmesi ve ayrıca özel sekreter İstihbarat Kurmay Albay Mahmut Arduç'un 'Komutanın emniyetini sağlamak üzere, TCSG-19 botuyla geliyorum' telefon görüşmesini bana aktarması üzerine, şüphe uyandıran bir durum sezdik. Bunun üzerine risk almamak için Sahil Güvenlik botuyla denizden intikal düşüncesinden vazgeçtim."

FOÇA'DAKİ GENERALLERİN DERDEST EDİLMESİ
Bostanoğlu, şunları aktardı: "Yaptığım görüşmelerden edindiğim kanaate göre, Tuğamiral İrfan Arabacı, Tuğamiral Murat Şirzai, Tuğamiral Muhittin Elgin, Tuğamiral İhsan Bakar, Tuğamiral Hasan Kulaç'ın, Deniz Kuvvetleri Karargahı'nı ve harekât merkezini, darbe teşebbüsü kapsamında kontrol altına aldığını öğrendim."
Ayrıca Foça'daki özel eğitim merkezinde tatilde olan emekli Koramiral Atilla Kezek'in saat 22.55'te arayarak, kampta bulunan Tümamiral Aydın Şirin ve Tümamiral Hasan Nihat Doğan'ın, Amfibi Deniz Piyade Tugay Komutanı Tuğamiral Halil İbrahim Yıldız ve personelince derdest edilerek, Foça dışına götürüldüğünü söylediğini vurgulayan Bostanoğlu, "Bu andan itibaren amacım, Deniz Kuvvetleri'nin İstanbul'da konuşlu bir birliğine intikal etmek, iletişim imkânının daha güvenli olduğu, güvenli bir ortamda, Deniz Kuvvetlerine bağlı birliklerdeki duruma ilişkin bilgi temin ederek, emir komuta hiyerarşisi dışındaki illegal girişimleri kontrol altına almaktı"ifadesini kullandı.

Bostanoğlu, bu amaçla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın ana ast komutanları olan Donanma Komutanı Oramiral Veysel Kösele, Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Hasan Uşaklıoğlu, Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Şükrü Korlu, Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanı Koramiral Adnan Özbal, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı vekili Tümamiral Macit Arslan, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargah Komutan Vekili Deniz Yarbay Aşkın Öge ile görüşmeler yaptığını bildirdi.

Bu sırada araç radyosundan ve cep telefonundan olanları anlamaya çalıştıklarına işaret eden Bostanoğlu, yaklaşık bir saat, Florya'da, havaalanı yakınındaki İSPARK otoparkında beklediklerini anlattı.

Oramiral Bostanoğlu, sözlerine şöyle devam etti: "Özellikle bu bölgede araç yoğunluğu olduğu için yerimizi tespit etmesinler diye otoparkta kaldık. Ancak daha sonra diğer araçların otoparktan ayrılması üzerine Yeşilyurt/Yeşilköy bölgesindeki sokaklarda kendimizi takipten kurtarmaya çalıştık. Aracın radyosundan darbe girişimine ilişkin haberlerin öğrenilmesi, ayrıca gelen telefon raporları ve medya yayınlarıyla darbenin netleşmeye başlaması üzerine, uzun mesafeli araç intikalinin riskli olacağını değerlendirdim. Bu sırada İstanbul bölgesindeki Deniz Kuvvetleri bağlısı birliklerin komutanı olan Koramiral Korlu ile görüştüm. Beni, güvenliğim için birliğine davet etti. Korlu'ya itimat etmeme rağmen, bende birliğin güvenliğine ilişkin tereddütler olduğundan ve Yeşilköy'den Kasımpaşa'ya intikal esnasında darbeciler tarafından alıkonabileceğim ihtimalini dikkate alarak, bu hareket tarzından vazgeçtim."
MOBİL TELEFON ARACILIĞIYLA KRİZ YÖNETİMİ
Oramiral Bostanoğlu, saat 01.00'de Poyrazköy'de konuşlu SAT Komutanı Deniz Albay Turan Ecevit'in kendisini arayarak, "Emniyetini sağlamak üzere bölgeye bot intikal ettirebileceğini, bu maksatla güvendiği iki personeli göndereceğini söylediğini" aktardı.

Kendisinin de Yeşilköy'de uygun iskeleye bot göndermesini istediğini anlatan Bostanoğlu, ancak bir süre sonra Ecevit'in "Kendi birliğinde de bazı darbeci personelin olduğunu, bazı mühimmat ve silahın birlik dışına çıkarıldığını ve Poyrazköy bölgesinin emniyetli olmadığını söylediğini"kaydetti.

Ecevit'in, kendisini başka askeri birliğe veya emniyetli sivil bölgeye denizden intikal ettirebileceğini bildirdiğini ifade eden Bostanoğlu, yaklaşık bir buçuk iki saat sonra iki personeli bulunan atak botunun Yeşilköy'de iskeleye geldiğini ancak bunu da emniyetli görmediğinden, iskeleye gece süresince intikal etmediğini vurguladı.

Bostanoğlu, gece boyunca Yeşilköy bölgesinde araç içinde kalıp, sık sık yer değiştirerek, kendisinin ve ailesinin güvenliğini sağlamanın ve mobil telefon aracılığıyla kriz yönetiminin uygun olacağına karar verdiğini ifade etti.
Yer değiştirme sürecinde kendisine ve ailesine ulaşılmasına mâni olmak, rehin alınmamak ve darbecilerin elektronik olarak mevkilerini belirlemesini engellemek amacıyla mobil telefonunu saat 23.11-01.11 arasında kapattığını bildiren Bostanoğlu, "Bu tedbir tamamen mevki tespitini önlemek ve kişisel güvenliğimizi tesis etmek için uygulanmıştır. Bununla birlikte üst düzey yetkili merciler tarafından bilinen, emir subayımın cep telefonu sürekli açık tutuldu. Bu telefon üzerinden iletişim sağlamaya devam ettik. Ast birliklerden raporlar aldık ve gerekli görüşmeleri yaptık"diye konuştu.

Tümamiral Arslan ve Deniz Yarbay Öge'den Ankara, Koramiral Korlu, Koramiral Özbal ve Deniz Albay Ecevit'ten İstanbul bölgesi, Koramiral Uşaklıoğlu'ndan İzmir bölgesi, Oramiral Kösele'den ise Gölcük bölgesi ve gemilerin durumuyla ilgili görüşmeler yaptığını aktaran Bostanoğlu, "Görüşmeler sırasında seyre kaldırılan gemilerin üslerine dönmesi ve darbecilerden kurtarılması talimatı verilmiştir. Ayrıca Deniz Kurmay Albay Bülent Olcay ve Deniz Albay Oğuz Kaan Yavuz ile Sahil Güvenlik Komutanlığının emir dışında giden gemilerin geri dönmesi ve komutanlığın emniyete alınması, yani darbecilerden kurtarılması talimatı verilmiştir" dedi.

Oramiral Bostanoğlu, Deniz Harp Okulu Komutanı Tümamiral Mesut Özel'in darbeciler tarafından Maltepe Askeri Cezaevinde enterne edildiğini öğrendikten sonra doğrudan kendisiyle temas kurduğunu bildirdi.

Özel ile konuşmasını, Maltepe askeri Cezaevi Komutan Vekili Yarbay'ın sağladığını anlatan Bostanoğlu, yarbaya, "Yaptığı işin kanunsuz olduğunu ve amirali derhal serbest bırakmasını söylediğini" belirtti.
Yarbayın ise, "Birinci Ordu'dan emir aldığını" ifade ettiğini aktaran Bostanoğlu, "Bir süre sonra Tümamiral Özel'in, taksiyle cezaevinden ayrıldığını öğrendim. Emniyetli olması nedeniyle Deniz Harp Okulu yerine, İstanbul Tersanesi'ne gitmesini söyledim" dedi.
KUVVET KOMUTANI OLARAK CNN TÜRK'E ÇIKAN TEK KUVVET KOMUTANI OLDUM

Genelkurmay Başkanı ve diğer kuvvet komutanlarından haber alınamaması üzerine saat 01.17'de Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ile telefon irtibat sağladığını belirten Bostanoğlu, şöyle konuştu: "Sayın Bakan'a, 'Komuta kademesi olarak darbe girişimine karşı olduğumuzu, bu girişimin FETÖ cuntası tarafından yapıldığını değerlendirdiğimi ve güvenli bir bölgede bulunduğumu' ifade ettim. Sayın Bakan ile daha müteaddit defalar telefonla görüşerek, sürekli irtibatta kaldık. Gelişmelere yönelik olarak kendisine bilgi sundum.
Daha önceden, Deniz Kuvvetlerinin basın faaliyetlerinden tanıştığım CNN Türk muhabiri Kenan Şener ile saat 01.24'te irtibat kurdum. Ona da benzer açıklamalarda bulundum. 'Komuta kademesi olarak bu girişimi kesinlikle kabul etmiyoruz' şeklindeki ifadem CNN Türk'te yayınlandıktan sonra diğer televizyon ekranlarında ve internette son dakika gelişmesi olarak kamuoyuna duyuruldu. Olay gecesi tek kuvvet komutanı açıklaması olarak bu ifadelerimin darbe endişesi yaşayan kamuoyunu ve darbe karşıtı olan TSK personelini ferahlatan önemli bir referans teşkil ettiğini düşünüyorum. Bu açıklamadan sonra 02.30'da Genelkurmay İstihbarat Başkanı Mustafa Özsoy (tutuklu), emir subayımı arayarak nerede olduğumu öğrenmeye çalıştı. Kendisine herhangi bir cevap vermedik."

TOPLAM 140 TELEFON GÖRÜŞMESİ
Bostanoğlu, darbe girişimi gecesi kendi telefonundan 80 dakika süren 62, emir subayının telefonundan 77 dakika süren 78 telefon görüşmesi yaptığını daha sonra öğrendiğini belirterek, "Toplamda 9 saat süreyle mobil halde ya da belirli yerlerde duraklayarak, aracımızda bekamızı sağladık. Darbecileri etkisiz hâle getirmek için telefon iletişimiyle süreci yönettim." diye konuştu.

'EN UYGUN ŞEKİLDE KRİZİ YÖNETTİM'


Bostanoğlu, "Karanlık olayların yaşandığı bu süreçte darbeciler tarafından ulaşılamamış ve rehin alınamamış olmam sayesinde, Deniz Kuvvetleri bağlısı birlikler ile iletişim kurabildiğimizi, CNN Türk ile kurduğumuz irtibatın ve yaptığımız açıklamanın tüm Türkiye'de kamuoyunu rahatlatan bir beyanat olduğunu ve Deniz Kuvvetleri çapında krizi mümkün olan en uygun şekilde yönetebildiğimizi değerlendiriyorum" dedi.


31 Ocak 2018 Çarşamba

28 Şubatın Hesabı Sorulmadan, 15 Temmuzun Hesabı Sorulamaz,

28 Şubatın Hesabı Sorulmadan, 15 Temmuzun Hesabı Sorulamaz,


 Fahrettin Altun
 Ocak 2018
 Çerçeve
  

Fahrettin Altun

faltun@setav.org



Topyekun Savaş” “Ordudan son uyarı” “Gerekirse silah kullanılacak” “İç ve dış destek sağlanırsa darbe olabilir” “Her an her şey olabilir” “Ya uy ya çekil” “MGK’ya uyulacak” “ Muhtıra gibi brifing ” Bu manşetler 1997 Türkiye’sine ait. Askerin güdümündeki Türk basınının emirle attığı başlıklar bunlar. 1990’ların kapkaranlık Türkiye’sini simgeleyen kirli sloganlar.

Bu sloganlar eşliğinde ordu dışarıdan aldığı emirle kendi halkına savaş açtı. Sadece halkın siyasi iradesini gasp etmedi. Sadece milletin seçilmiş temsilcilerini alaşağı etmedi. Aynı zamanda bu halkın değerlerine de meydan okudu. Dindar toplum kesimleri kriminalize edildi. 28 Şubat darbesi ordu-yargı-medya üç- geninde vücut buldu. 
Bugün 28 Şubat’ın yargılanması gündemde. Bu her şeyden önce Türkiye’nin geldiği demokrasi düzeyi ile ilgili. Siyasette yaşanan normalleşmenin bir tezahürü. 
28 Şubat’ın kirli mirasıyla hesaplaşmak sadece o darbede rol alan askerlerin yargılanmasından ibaret olamaz. Bu hesaplaşma her şeyden önce o darbede parmağı olan bütün aktörlerle hesaplaşmak anlamına gelmeli.

FETÖ’yü 28 Şubat Büyüttü

28 Şubat darbesiyle hesaplaşılmadan 15 Temmuz işgal girişimiyle hesaplaşılamaz. FETÖ’yü FETÖ yapan başlıca gelişmelerden biri 28 Şubat müdahalesidir. 
28 Şubat FETÖ’yü iki şekilde beslemiş ve büyütmüştür. Birincisi FETÖ 28 Şubat kadrolarının ve zihniyetinin bütün dindar toplum kesimlerini hedef alması dolayısıyla kendisine konforlu bir toplumsal örgütlenme alanı bulmuştur. FETÖ bu alanda “devletin dindarlara zulmettiği” söylemini kullanarak mahrem faaliyetleri için insan kaynağı toplamaya başlamıştır. Bir başka deyişle 28 Şubat dindar toplum kesimlerini FETÖ’nün istismarına açmıştır. Dindar toplum kesimleri içinde Milli Görüş geleneği başta olmak üzere siyasi aklı olan yapılar dışında birçok unsur bu kirli örgütün hedefi haline gelmiştir.

İkincisi 28 Şubat cuntası FETÖ’nün önünü bilerek açmış, Milli Görüş geleneği tarafından temsil edildiği düşünülen “siyasal İslam” çizgisinin FETÖ tarafından dengelenmesi istenmiştir. 1960’ların sonlarından itibaren devletin kritik kademelerine sızan, heretik bir dini retorik kullanan, terörize yöntemler uygulayan ve 1990’lardan itibaren ABD’nin himayesinde uluslararasılaşarak enformel bir istihbarat teşkilatı gibi çalışan bir yapıdan bahsediyoruz. Bu örgütün ortaya çıkışını “irticanın hortlaması”, onunla mücadeleyi de “irticayla mücadele” olarak görmek büyük bir yanlış. Sormamız gereken soru şudur: 15 Temmuz’da gerçek yüzünü bütün Türkiye’nin gördüğü FETÖ nasıl oldu da “irticayla mücadele şampiyonu” Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bu denli örgütlenebildi? Hadi devletin diğer istihbarat yapılanmaları ordunun içindeki bu örgütü tespit edemedi. Peki ya askeri istihbarat dairesi bu yapıyı nasıl ortaya çıkaramadı? 28 Şubat döneminde tek bir FETÖ mensubu dahi ordudan atılmadı. Bakınız altı ayda bir YAŞ toplantılarının yapılıp binlerce dindar insanın ordudan atıldığı dönemlerden söz ediyoruz. 

Yine 15 Temmuz sonrasında öğreniyoruz ki FETÖ 1994 yılından itibaren 28 Şubat müdahalesine hazırlanmış. 28 Şubatçılar ikna odaları kurup başörtülü kızların başını açtırmaya kalkmadan tam üç yıl önce örgütün o dönemki üst düzey yöneticileri ikna odaları kurup “başını açmakta tereddüt eden subay eşleri”ne “psikolojik destek” seansları yapmışlar. FETÖ, TSK içinde sorumlu ve yetkili pek çok kişi tarafından korunmuş kollanmış. Örgüt mensupları irticayla mücadele şampiyonu komutanlar tarafından Genelkurmay karargahında ağırlanmış. Bugünlerde özellikle sol Kemalist çizgide yer alan ve kendilerini ulusalcı olarak adlandıran bazı kesimlerin 28 Şubat darbesine açık açık sahip çıktıklarını görüyoruz. Nitekim Aydınlık gazetesi 25 Aralık tarihli nüshasında “28 Şubat’ın 1000 yıllık meydan okuması” başlıklı bir manşet attı. Gazeteye göre 28 Şubat 1000 yıl sürmesi gereken bir mücadeledir. Zira 28 Şubat müdahalesi ABD, FETÖ ve PKK’ya karşı yapılmıştır!

Ulusalcılar Kendilerini Aklamaya Çalışıyor


Ulusalcılar aynı çizgiden giderek 28 Şubat davalarının da tıpkı Balyoz ve Ergenekon davaları gibi bir FETÖ operasyonu olduğunu iddia ediyorlar. Bu basit bir yanılgı mı? 
Hayır, bu bir aklanma çabasıdır. Bugün 28 Şubat darbesini alenen savunanlar kendi cürümlerini unutturmaya çalışıyorlar. Peki bu kadar kolay mı? Vesayetçi sol Kemalistlerin, Darbeci ulusalcıların cürümleri unutulacak mı? Sırf kendi Darbeleri değil diye destek vermedikleri bir darbe dolayısıyla daha önceki darbelerdeki rolleri unutulacak mı? Bakınız, 28 Şubat’ı ondan önceki darbelerden ayıran en önemli husus toplumun değerlerine, halkın çok büyük bir kesiminin kutsallarına sistematik bir biçimde saldırılmış olmasıdır. 28 Şubat cuntası gerçekten top yekûn bir savaş başlatmış ve bu savaşta başarısızlığa uğramıştır. Bu cuntayı da FETÖ’yü de tasfiye eden 
aynı aktördür. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2002’den bu yana verdiği demokratikleşme ve özgürleşme mücadelesi içeride ve dışarıdaki vesayet odaklarını darmadağın etmiştir. 28 Şubat darbesinin uzun vadede Türkiye ekonomisine, toplumsal barışına, dış politikasına ve siyasal hayatına verdiği zararın çok net olarak ortaya konulması ve bu süreçte rol alan aktörlerin gerçek anlamda hesap vermesinin temin edilmesi gerekir. Türkiye’de ideolojik beslenme kaynağı ne olursa olsun vesayetçi yapıların ve halkın iradesine ipotek koymaya çalışan bütün örgütlenmelerin tasfiyesi şarttır. Bugün FETÖ’den boşalan yerin birtakım dini gruplar tarafından  doldurulma ihtimalinden bahsedildiğini çokça duyuyoruz. 
Ancak bana soracak olursanız en büyük tehlike devlette geçmişten bu yana yapılanan Sol Kemalist Örgütlenmelerin FETÖ’den boşalan yerleri doldurma ihtimalidir. 
Demokratik siyasal rekabete inanmayan şeffaflıktan yoksun örgütlenmelerin devlete sızarak iktidar ilişkilerini şekillendirmeye çalışması asla kabul edilemez. 
Bu yapılarla da herhangi bir milli ve yerli koalisyon kurulamaz. 
Kurulduğu da yok zaten…

http://kriterdergi.com/28-subatin-hesabi-sorulmadan-15-temmuzun-hesabi-sorulamaz/


***

7 Ocak 2017 Cumartesi

15 Temmuz Darbe Girişi ve Türkiye


15 Temmuz Darbe Girişi ve Türkiye


Ali Kaçar



Ali Kaçar 
21 Ağustos 2016






15 Temmuz darbe girişimi, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisinde ABD/CIA destekli Fethullah Gülen ile bağlantılı bir cunta tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu girişimin neticesinde yüzlerce insan katledilmiş, binlercesi ise yaralanmıştır. Halkın kahramanca direnişi, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın halkı sokaklara daveti darbecilerin planlarını kısa sürede akamete uğratmıştır. Bu darbe girişimi Türkiye’de bir ilk değildir, bu gidişle son olmayacağa da benzemektedir. Yaşıtlarımız ve bizden daha yaşlı olanlar birçok darbeye ve darbe girişimine muhatap olmuş, kimileri de bu darbelerden dolayı mutazarrır olmuştur. Türkiye’de 1950’li yıllardan bu yana gerçekleşeni ve gerçekleşmeyeni ile birlikte darbe sayısı 15’i[1] geçmiştir. Bu ise neredeyse 4 senede bire tekabül etmektedir. Bir de duyulmadan bastırılan ya da vaz geçilenleri hesap edersek Türkiye’nin darbesiz geçen senesi yoktur denebilir. Bu ülkede, her darbe döneminden sonra çokbilmiş kimi uzmanlar tarafından artık darbe dönemi bitmiştir diye çokça yazılmış ve konuşulmuştur. Ancak her defasında da bu yazılanların ve konuşulanların üzerinden çok zaman geçmeden Türkiye yeni bir darbe süreci ile karşı karşıya kalmıştır. Nitekim bu yazılan ve konuşulanlardan sonra 28 Şubat post modern darbesinden sonra 27 Nisan e-muhtırası, bundan sonra da 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşmiştir. Bu son darbe girişimi, öncekilere göre daha kanlı ve vahşi bir şekilde gerçekleşmiştir. Askeri vesayetin kalktığının iddia edildiği bir dönemde, bu darbe girişimi birçok kimseyi hayal kırıklığına uğratmıştır. Ancak ne yazık ki gözü dönmüş eli kanlı katiller ve destekçileri bu ülkeyi tekrar en vahşi bir şekilde kana bulamışlardır.
15 Temmuz darbe girişimi, diğer darbelerden en önemli farkı halka/sivillere dönük daha kanlı ve daha vahşi olmasıdır. Çünkü bu darbeciler, tıpkı Esad gibi, Sisi gibi kendi halkına acımadan tankları sivillerin üzerine sürmüş, F-16 uçaklarıyla sivilleri, TBMM’yi, TÜRKSAT’ı, Genel Kurmay Başkanlığını, Emniyet Sarayını, Külliyeyi, Boğaz Köprüsünü vb. birçok yeri bombalamış, yüzlerce sivil insanı katletmiş, binlercesini ise yaralamıştır.  Bu eli katillerin işlediği katliamların benzerini, Siyonistler Filistin’de, ABD’li coniler Afganistan ve Irak’ta, Ruslar Çeçenistan ve Kafkaslarda, Çinliler ise Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Fransa, İngiltere vb. diğer ülkeler de başta Afrika olmak üzere birçok yerde işlemişlerdir. İnsanlığa karşı işlenen vahşette birbirlerini aratmamışlardır.
Aslında bu darbe, bağıra bağıra geliyorum diyen bir darbe girişimi idi. Çünkü aylar öncesinde batı basınında ve ABD’deki neoconların yönetimindeki düşünce kuruluşlarında darbe oldu-olacak haberleri yapılmakta ve üst üste raporlar yayınlamaktaydı. Ayrıca 7 Şubat 2012 MİT Müsteşarı’na yönelik kalkışma ile 17, 25 Aralık 2013 kalkışmaları da birer darbe girişimi idi. Bu girişimlerden başarılı olamayan darbecilerin yeni ve daha güçlü bir şekilde darbe girişiminde bulunacakları tahmin edilmeliydi. Aslında önceki darbe girişimleri de çok ciddi girişimlerdi. Ancak mevcut yönetim, bu girişimlerden gerekli dersi çıkarmamış ve bazı darbe şüphelilerini görevden almanın dışında çok ciddi tedbir almamıştır. TSK’da ve sivil bürokraside darbe hazırlığı için köşe başlarını tutan ve ciddi hazırlık yapanlara yönelik ciddi hiçbir adım atılmamıştır. Üstelik yönetim tarafından istihbarat örgütlerinin zaman zaman bu örgüte yönelik hazırladıkları raporlar da ciddiye alınarak üzerine gidilmemiş, normal sürecine -YAŞ gibi- bırakılmıştır. FETÖ örgütü bu süreci çok iyi değerlendirmiş ve önceki darbelerden de gerekli dersleri çıkararak adım adım hazırlığını yapmıştır. İşte 15 Temmuz darbe girişimi böylesine bir hazırlık ve tecrübeden sonra gerçekleştirilmiştir.
Dolayısıyla bu darbeciler ve destekçileri, bu darbeye akşamdan sabaha karar vermiş ve hazırlanmış değillerdir. Bu darbe için de, aylar hatta yıllar öncesinden başlanan bir hazırlık söz konusudur. 15 Temmuz akşamı darbecilerin yaptıkları, darbecilerin her şeyi inceden inceye hesapladıklarını göstermektedir. Ama hesapları, planları tutmamıştır; yanıldıkları, hesaba katmadıkları bazı gelişmeler meydana gelmiştir. Darbe tarihinin iki defa değişmesi, darbe saatinin ilk akşama alınması ve benzeri başka nedenler, darbecilerin hesaplayamadıkları olumsuzluklardı.




İLK DARBE TARİHİ 4 MAYISTI!

Darbeciler, darbenin asıl tarihini 4 Mayıs 2016 olarak belirlemişti. Ancak o gün Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse’nin görevden alınması darbecilerin yeni plan yapmalarını gerektirmiştir. Çünkü Muharrem Köse, darbenin organizesinde çok önemli bir fonksiyona sahip bir komutandı. Onun beklenmedik bir zamanda görevden alınması darbe tarihini de değiştirmeyi zorunlu kılmıştır. Muharrem Köse’nin bulunduğu görev, darbenin organizesinde ve başarısında çok önemli bir görev idi. Hatta Muharrem Köse, daha üst görev olan Askeri Yargıtay üyeliğine terfi ettirilmiş, ancak bu göreve gitmeyerek yerinde kalmayı tercih etmiştir. Bunun nedeni, Muharrem Köse’nin bulunduğu görev yerinin darbenin hazırlığındaki rolü ve etkisidir. 4 Mayıs tarihi olmayınca, darbe için belirlenen yeni tarih, 25 Temmuz 2016 olmuştur. Ancak bu tarihten önce Ankara’da KPSS’deki usulsüzlük davası ve özellikle de İzmir’deki[2] casusluk kumpası davası nedeniyle TSK’daki bulunan bütün FETÖ mensuplarının deşifre edilerek tutuklanma ve geriye kalanların ise Ağustos ayındaki Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) atılma ihtimalinin belirmesi, darbecilerin darbe tarihini öne alma zorunluluğunu gündeme getirmiştir. Çünkü bu davaların neticelenmesi, daha sonra yapılacak bir darbenin başarılı olmasını imkânsız hale getirecekti. Bu nedenle 25 Temmuz tarihi daha öne çekilerek 15 Temmuz 2016 olarak yeniden değiştirilmiştir. Bu değişiklikle birlikte darbenin, 15 Temmuz gecesi Ankara’da saat 02.00’de; İstanbul’da ise 03.00’de başlaması kararlaştırılmıştır. Hazırlıklar da buna göre yapılmış, darbe sonrasında kimlerin hangi görevlere getirilecekleri belirlenmiş ve kendilerine bu yeni görevleri tevdi edilmiştir. Bu şekilde görevlendirilenlerin sayısının 400 civarında olduğu iddia edilmiştir.

DARBE GÜNÜ

C. Başkanı Tayyip Erdoğan tatile çıkmadan önce Marmaris’te Gökova Körfezi’ndeki Okluk Devlet Konukevi’nin etrafındaki tekneler Jandarma ve Sahil Güvenlik tarafından uzaklaştırılınca dikkatler buraya çevrilmişti. Erdoğan’ın Okluk Koyu’na tatile gideceği sanılmıştı. Ancak Erdoğan bu Koy’daki Konukevine gelmemiş, Serkan Yazıcı’ya ait bir villada kalmıştı. Erdoğan, hiçbir zaman yanından ayırmadığı yaverlerini, bu defa yanında götürmemişti. Bunun nedeni olarak da, Erdoğan’ın belirli bir süreden beri yaverlerden şüphelenmekte olduğu iddia edilmiştir.[3] Hatta Erdoğan, Külliye’de verilen bir iftarda FETÖ grubundan bahsederken, ‘burada bile onlardan birilerinin var olduğunu’ söylerken bununla yaverleri kast ettiği de söylenmiştir. Erdoğan’ın kalacağı yeri yaverlerinden bile gizlemesi, şüphesinden mi, yoksa başka nedenden dolayı mı bu, belli değil.
C.Başkanı Erdoğan da, Başbakan Bin Ali Yıldırım da, darbe günü MİT’ten haber alamadığını söylemiş ve bunun bir istihbarat zaafı olduğu belirtmişlerdir. Oysa MİT’e o gün (15 Temmuz günü) saat 14.45’de (Başbakan 15.00 civarında olduğunu söyledi) Akıncı (Mürted) Hava Üssü’nde bir subay darbe haberini vermiştir. Başbakan da bunu teyiden bir Binbaşının MİT’e gelerek darbe haberini verdiğini söylemiştir. MİT Müsteşarı Hakan Fidan da önce telefonla, sonra yardımcısını Genelkurmay Başkanlığı’na göndererek Genelkurmay İkinci Başkanı ile görüştürmüştür. Bu arada Hakan Fidan, C. Başkanı Tayyip Erdoğan’ın koruma müdürü Muhsin Köse’yi arayarak darbe girişiminden bahsetmeden “deniz, hava ve kara tedbirlerinizi aldınız mı?” diye sormuş, koruma müdürü de cevap olarak gerekli tedbirlerin alındığını söylemiştir. Daha sonra Hakan Fidan saat 18.00’de (bir bilgiye göre de 17.45’de) Genelkurmay Başkanlığına giderek Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar, İkinci Başkanı Org. Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Salih Zeki Çolak ile darbeye karşı alınması gereken tedbirler ile ilgili toplantıya katılmıştır[4]. Bu toplantıda darbenin engellenmesi için askeri birliklere bildirilmek üzere 5 karar alınmıştır. Bu kararlar;
1- Tüm ülke hava sahasının uçuşlara kapatılması,
2- Askeri uçakların hiçbir şekilde havalanmaması,
3- Birlik hareketliliğinin yasaklanması,
4- Tank hareketliliğinin yasaklanması,
5- Kara Havacılık Okulu’ndaki faaliyetleri denetlemesi için Kara Kuvvetleri Komutanı’nın buraya gönderilmesi.[5]
Bazı bilgilere göre bu kararlar FETÖ’cü emir subayları tarafından askeri birliklere bildirilmeyerek sumen altı edilmiştir. Darbenin bu şekilde deşifre olmuş olması, darbecileri tedirgin etmiş ve Ankara’da 02.00’de başlaması gereken darbe girişim saatini 21.00’e aldırmıştır.
Genelkurmay Başkanı, en geç saat 16.00’da darbe girişiminden haberdar olmuş olmasına rağmen saat 21.00’e kadar geçen süre içerisinde ciddi bir tedbir almadığı, hatta Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı birliklerde hareketliliğin başladığı bir zamanda bile Kuvvet Komutanlarını haberdar etmediği anlaşılmaktadır. Nitekim bu hareketlilikten kısa bir süre sonra da Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal ve diğer üst düzey 10 komutanın İstanbul’da; Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi’nin ise Ankara Gazi Orduevi’nde bir düğünde derdest edilmeleri düşündürücüdür. Genelkurmay Başkanlığı’ndaki toplantının üzerinden çok zaman geçmeden Genelkurmay’da bir hareketlilik başlamış ve dışarıdan gelen bordo bereliler tarafından genelkurmay adeta teslim alınmıştır. Org. Hulusi Akar Savcılıktaki ifadesinde; saat 21.00’e doğru Proje Yönetim Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli’nin “Komutanım operasyon başlıyor, herkesi alacağız, taburlar, tugaylar yola çıktı. Biraz sonra göreceksiniz” gibi şeyler söylediğini belirterek, “Ben ilk önce anlamlandıramadım. Cümle içinde belki uçaklar demiş olabilir. Ancak bunun bir kalkışma olarak ifade edebileceğim bir operasyon olduğunu anladım ve hiddetle ‘Ne diyorsun ulan sen, ne operasyonu, sen manyak mısın, sakın ha’ şeklinde bağırdım” demiştir.
Org. Akar ifadesinde kapıda emir subayı Yarbay Levent Türkkan’ın, emir subay yardımcısı Yüzbaşı Serdar’ın, koruma timinde görevli Astsubay Abdullah’ın ve tam teçhizatlı, eğitim kıyafeti giymiş, silahlı, miğferli Özel Kuvvetler personelini gördüğünü belirterek, “Odanın içerisine hızla ve aniden girmeye kalkıştıklarını fark edince ayağa kalktım ve o esnada Levent Türkkan, ‘Komutanım otur, kalkma, sakin olun, zorluk çıkartmayın’ şeklinde bağırdı. Beni birisi iterek sandalyeye oturmamı sağladı ve o esnada arkadan bir başkası, elinde el havlusu tarzında bir şeyle hem ağzımı hem burnumu kapatarak, nefes almamı engelledi. Bu esnada kolunu boğazıma doladı, sıktı, askeri kıyafete ait ip türü bir cismin boğazıma sürtünmesiyle o anda nefes almakta güçlük çektiğim için debelenirken ve ellerimle burnumu açmaya çalışırken, bir başkası plastik kelepçeyi bileklerime taktı. Benim bu şekilde direnmem üzerine burnumu açacak şekilde ağzımı kapattılar. Bağırmamı engellemek istedikleri açıktı. Nefes alma düzenim yerine gelince birazcık sakinleştiğimi gördüler ve ağzımı kapattıkları havlu benzeri kumaşı çektiler. Bu mücadele sırasında kelepçenin bileklerime verdiği acı nedeniyle yeniden bağırmaya başladım. Çıkartmalarını söyledim ve hatta ayağa kalktım. O esnada Levent Türkkan’ın elinde tabanca ile ‘Komutanım sakin olun, vururum, sıkarım’ gibi şeyler söylediğini işittim. Hatta ben bir iki adım daha atıp, kendisine ‘Sık ulan’ diye bağırdım. Bu arada elimi sıkan kelepçeleri açmalarını istedim ve tahminen Mehmet Dişli’nin onayıyla bir komando bıçağı çıkarttılar. Kör bir bıçaktı ve askerlerden biri kelepçeyi kesmeye çalıştı. Fakat bir süre daha açamadılar. Hatta ben yine hiddetlendim, bağırdım. Tekrar ikinci kez uğraşıp, kelepçeyi kestiler. Bu şekilde beni, arkamda biri olacak şekilde oturtarak, etkisiz hale getirdiler. (…)
Akıncı (Mürted) üssünde İstanbul Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Ömer Faruk Harmancık elinde iki yapraktan oluşan bir metni imzalamamı ve okumamı istedi, ancak ben bildiriye elimi bile sürmedim, okumadım, hatta bana okuduklarında önemsiz ve alaycı bir şekilde dinledim, Akıncı 4. Ana Jet Üssü Komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim de beni Fethullah Gülen ile görüştürmek istedi, ancak kabul etmedim” demiştir.
Org. Hulusi Akar ifadesinde Saat 08.30–09.00 civarında Başbakan ve MİT Müsteşarı ile görüştüğünü, 10.30-11.00 sıralarında da bir helikopter ile Başbakanlık Çankaya köşküne Tümgeneral Mehmet Dişli ile beraber götürüldüğünü ve orada Dişli’nin gözaltına alındığını belirtmiştir.”[6]
ERDOĞAN, DARBE HABERİNİ ENİŞTESİNDEN ALIYOR
C. Başkanı Erdoğan, Serkan Yazıcı’ya ait villada iken 15 Temmuz günü eniştesi Ziya İlgen‘in darbe haberini verdiği zaman önce ciddiye almadığını, bu haberi doğrulatmak için MİT Müsteşarını ve Genelkurmay Başkanı’nı aradığını ancak ulaşamadığını belirtmiştir. Daha sonra da eniştenin verdiği haberin doğruluğu, istihbarat ve çeşitli kanallardan da teyid edilince, Erdoğan villadan ayrılmaya karar vermiştir. Takip edilme ve havadan vurulma risklerini en aza indirmek için çeşitli yollar denenmiştir. Nitekim Erdoğan’ın Dalaman havaalanına gidişi, oradan darbecileri şaşırtmak amacıyla üç uçak hazırlatarak havalandığı, pilotun dahi Ankara’ya mı, İstanbul’a mı gideceğini bilmeden uçtuğu ve daha sonra İstanbul’a sıkıntılı bir şekilde indiğine dair çok çeşitli bilgiler vardır. Darbenin seyrini değiştiren en önemli şey halkın sokağa inmesi ise, bunu daha güçlendiren ve cesaretlendiren ise gerek C. Başkanı Erdoğan’ın ve gerekse Başbakan Bin Ali Yıldırım’ın bazı tv kanallarına bağlanarak bu kalkışmanın bir darbe olduğu, darbeye kalkışanların vatana ihanetle yargılanacaklarını, halkın sokağa çıkmalarını, kendilerinin darbecilere karşı halkla birlikte olacağına dair açıklamaları olmuştur. Gerçi bu çağrıdan önce halk sokağa dökülmüş ve direnişini ölümüne devam ettirmekte idi. Bu arada Ömer Halisdemir’in, Özel Kuvvetleri teslim almaya gelen Tuğgeneral Semih Terzi’yi alnından vurmasını da unutmamak lazımdır.
Başbakan’ın İstanbul’dan Ankara’ya gelişi de çok sıkıntılı olmuştur. Dolmabahçe’deki toplantıdan sonra Tuzla’daki evine giderken C. Başkanı ile yaptığı telefon konuşması üzerine eve gitmeyerek Bolu yolunun riskli olduğundan Samsun-Çankırı yolundan Ankara’ya gitmeye karar verdiği, ancak yolda darbeci jandarmalarla karşılaşınca arabasına ateş edildiği, darbecilerden Ilgaz tüneline girerek kurtuldukları, akşamı ise Ilgaz Kaymakamı’nın evinde geçirdiği[7], sabahleyin de yola çıkarak Ankara’ya vardıkları basına yansımıştır.
Gerek C. Başkanı ve gerekse Başbakan, aramalarına rağmen MİT Müsteşarına ulaşamadıklarını, bunun ise istihbarattaki zaaftan kaynaklandığını belirtmişlerdir. 12 Eylül darbesinden sonra Süleyman Demirel bir konuşmasında Uganda’da bir darbe olsa, MİT onu bana haber verir, ama Türkiye’deki darbeden ise haber vermiyor demişti. Belki Hakan Fidan dönemi ile birlikte MİT’te durum Demirel’in dediği zaman gibi olmasa da ama bu son darbe ile ilgili ve Güneydoğu’daki PKK olaylarında MİT, gerekli istihbaratı verememiştir.




DARBENİN BAŞARISIZ OLMA NEDENLERİ

Darbenin başarısızlığıyla ilgili çok şey söylenmiştir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
1- Darbe saatinin erken, herkesin ayakta ve sokaklarda olduğu bir zamanda başlatılmış olması. Bu, halkın sokağa dökülerek darbecilere karşı direnmesini ve yollara barikat kurmasını kolaylaştırmıştır. Halk, özellikle de gençler, darbenin gerçekleşmesi halinde ülkenin Suriyeleşerek iç savaşa sürükleneceği, bundan da herkesin, ama en çok da kendilerinin zarar göreceği düşüncesiyle ölümüne direnerek darbeyi akamete uğratmıştır.
2- Halka yönelik vahşi saldırılarla Ankara’da Kızılay Meydanında, Genelkurmay’ın yanında, Külliyenin önünde, Akıncı Üssünde, Emniyet Sarayı’nın yanında katliam gerçekleştirmeleri halkın yoğun tepkisine neden olmuştur. Diyarbakır’da PKK’ya karşı hazırlanmış ve özel donanıma sahip F-16’ların ara vermeden bombalamaları, helikopterde ve tanklarda halka sıkılan kurşunlar halkı daha da öfkelendirmiş ve tanklara, ölüm kusan uçaklara rağmen direnmeye devam etmiştir.
3- C. Başkanı Erdoğan ve Başbakan Bin Ali Yıldırım’ın halkı sokağa çıkma çağrıları ve kendilerinin de darbecilere karşı direneceklerini söylemeleri.
4- Emir-Komuta zinciri içerisinde bir darbenin yapılmamış olması.
5- Darbecilerin koordineli hareket edecek tarzda öne çıkan, sahiplenen bir komuta merkezinin olmayışı ve darbeyi koordine edememesi.
6- Hepsinden önemlisi de Allah’ın takdiri, Allah’ın bu millete acımasıdır.
Bu darbe sürecinde genellikle MİT’in haber vermemesi gündeme getirildi ve haklı olarak eleştirildi ve halen de eleştirilmektedir. Oysa MİT’in dışında Genelkurmay’ın, Emniyetin de istihbaratı bulunmaktadır. Peki, bunlar ne yaptılar, bu süreçte ve daha öncesinde? NATO’ya üye devletler içerisinde Türkiye, en çok ordu besleyen ikinci ülkedir, bununla da övünülmektedir. Askeri Savcı Ahmet Zeki Üçok’un deyimiyle, 40-50 tane dandik asker çıkmış, koca köprüyü kapamış. Uçaklar cayır cayır Meclis’i bombalıyor, Saray’ı, şurayı, burayı bombalıyor. Genelkurmay, Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Karargâhları işgal edilmiş… Sokakta bir tane asker yok. Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en güçlü ordularının ilk 5’inde herhalde. Darbeyi engellemek için bir tane asker yok. Kimse yok ortada.”
Genelkurmay Başkanı ve diğer ordu komutanları yere yatırılıyor, elleri arkadan bağlanıyor, ağzı bir bezle kapatılıyor, kafasına tabanca dayatılıyor. Saat 16.00’da Genelkurmay’ın darbeden haberinin olmasına rağmen, bunlar olabiliyor. Bu kadar güçlü olduğu söylenen ordunun başında bulunan bir komutan kendisini ve Genelkurmay’ı koruyacak tedbirleri neden al(a)mıyor?
Genelkurmay’ın Özel Kalem Müdürü, emir subayı ve emir subay yardımcısı, koruma ekibi ihanetin içerisinde olmasına rağmen, Genelkurmay Başkanı’nın kendisi ve askeri istihbarat nasıl önceden bunların farkına varıp gerekli tedbirleri al(a)mıyor? FETÖ’cü ekip nasıl böylesine sinsice TSK’nın en gizli/en mahrem yerlerinde bir şebeke oluşturmayı becerebilmiş ve hiç kimse bunun farkına varamamıştır? Bunların sonucunda 15 Temmuz’da etrafı tamamen sarılmış bir Genelkurmay Başkanlığı… Her şeyi kontrol altında. Tüm hareketleri.. Yazışmaları.. Planları, programları… Emirleri, talimatları. Ve hayatı! Bunu düşünmek bile korkunç; ama ne yazık ki, bu bir gerçek!
Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar, Akıncı (Mürted) Üssüne götürüldüğünde sabaha kadar bekletildiği, bu süre içerisinde ne konuşuldu, ne teklifler yapıldı ve sabahleyin nasıl bırakıldı? Bazı haberlerde operasyon yapıldığı söyleniyor, bu operasyon nasıl ve kim tarafından yapıldı, bu, belli değil? Operasyon yapılmış olsaydı, Org. Hulusi Akar’ı tutuklayıp götüren Tümgeneral Mehmet Dişli, nasıl olur da kendisiyle birlikte Çankaya Köşküne kadar gelebiliyor? Bazı haberlere göre ise operasyon yapılmadan bırakıldığı söylenmektedir. O zaman da neyin karşılığında ve niçin serbest bırakıldı? Mehmet Dişli’ye tutuklanmayacağına dair bir güvence mi verilmişti, yoksa kuzu kuzu niçin gelsin teslim olsun ki? Bu ve benzer sorular cevaplanmadan Akıncı (Mürted) Üssündeki Org. Akar ile ilgili durum aydınlanmış olmaz.
Peki, bütün bu olup bitenlerden sadece darbeciler mi suçlu? Elbette darbeciler suçludur, ama ya buna engel ol(a)mayan, zamanında gerekli tedbirleri al(a)mayan komutanlar da suçlu değil mi? Ülkenin güvenliğini sağlamakla görevli olanların kendi güvenliklerini bile sağlayamamaları nasıl ve ne ile izah edilebilir? Bütün bu olup bitenlerin karşısında ben de suçluyum, çünkü zamanında darbecileri engelleyemedim diyerek istifa eden ya da bunlar da suçludur diye hiçbir savcının harekete geçmemesi ilginç değil mi?
Ayrıca FETÖ grubunun büyümesine gelişmesine, beslenmesine ve kadrolaşmasına yardım eden, imkân hazırlayan; arsa, bina veren siyasi ve diğer görevliler de suçlu değil mi? Sadece biz yanıldık, millet bizi affetsin, hata yaptık, bir tiyatro izlemiş diyerek günah çıkarmak, bunları suçlu olmaktan kurtarır mı? Bunlara bir şey olmuyor ve kimse tutuklanmıyor. Ama bilmem hangi tarihte dershanelerine ya da okullarına gidenler veyahut onlarla bir şekilde ticaret yapmış olanlar bir bir tutuklanmakta: adeta cadı avı başlatılmıştır! Oysa o dönemlerde FETÖ grubuyla ilişkiye geçmeyenler, işe giremezlerdi, okul kazanamazlardı, doğru dürüst ticaret de yapamazlardı. Dolayısıyla işe girmek, iş kurmak, ticaret yapmak, bir üst makama terfi etmek, köşeyi dönmek, mahkemelerde, emniyet müdürlüklerinde işini halletmek isteyenler -haklı oldukları konularda bile- bunlara başvurmadan işlerini halletmeleri mümkün değildi. Hangi bakanın, hangi milletvekilinin, hangi bürokratın çocuğu bunların okullarına, dershanelerine gitmemiştir ki? Çünkü FETÖ grubu, o dönemlerde yükselen değerdi. Bunlara yaklaşan, bunların yanında gözükenlerin işleri bir şekilde halloluyordu. Ben, bu nedenlerle hiçbir bakanın, milletvekilinin, bürokratın çocuklarının gözaltına alındığını ve devlet kesesinden bina, arsa ve maddi yardımda bulunan hiçbir yetkilinin de gözaltına alındığını duymadım. 

Niçin?




C. Başkanı Erdoğan, istihbaratta zaaf var diyor, ama gereğinin yapılması için talimat da vermiyor. Niçin? Dereden geçerken at değiştirilmez, diyor. Bu söz, at varsa, dereyi geçebilecekse doğrudur? Ya derenin ortasında, seni dereye atacaksa? İşin üzücü tarafı, ülkeyi yöneten ekip, 21. yüzyılda halka bu korkuyu, bu endişeyi ve bu kadar katliamı yaşatmış olmasıdır. Buna kimin hakkı vardır? Zaten ülkenin bir bölgesi, 20 Temmuz 2015’den beri tam anlamıyla bir iç savaş yaşamaktadır, her gün şu kadar insan katledilmektedir; bunun suçunu sadece PKK’ya yüklemek, sivrisinekle uğraşmak gibidir. Elbette PKK, suçludur ve kanlı bir terör örgütüdür. Marmaris’e baskına giden komutan Gökhan Şahin Sönmezateş’in PKK’yla işbirliği yaptığı, PKK liderlerine yönelik operasyonlardan önce onlara ya haber gönderdiği ya da operasyon koordinatlarında sapma yaparak PKK liderlerinin kurtulmasını sağladığı, şimdilerde ortaya çıkıyor. Peki bu, neden daha önce anlaşılmadı, bunu anlayacak, ortaya çıkaracak istihbarat yoksa neden bu kadar istihbarat elemanı beslenmektedir?

Bu ülkede aynı kadrolar tarafından daha önce birkaç kez darbe girişiminde bulunulduğu herkes tarafından ama özellikle de C. Başkanı Erdoğan tarafından çok iyi bilinmektedir. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı üzerinden yapılan ve bundan daha da önemlisi 17, 25 Aralık 2013’deki darbe girişimleri, aslında 15 Temmuz darbe girişimini haber vermekte idi. Ancak yetkililer bu konuda pansuman tedbirler dışında ciddi hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Bütün bunlara rağmen Erdoğan, ‘yanılmışız, Rabbim ve Halkım bizi affetsin’, Mehmet Ali Şahin’in ve Melih Gökçek’in günah çıkarmaları, bu tür girişimlerin ve dolayısıyla gelecekte benzer girişimlerin tedbirlerini alamayacaklarını göstermektedir.[8] Yöneticiler sadece yol, köprü ve benzeri yatırımları yapmakla görevli değildirler. Elbette bunlar da gerekir, ama içeriden ve dışarıdan gelecek bu tür tehlikelere karşı da önleyici tedbirler almaları gerekmez miydi? Alındı denebilir mi, bu nasıl alınma ki, en yakınında bulunan insanlar darbe hazırlığı yaparken bunların haberi olmamıştır? Benzeri bir açıklamayı Çözüm Süreci ile ilgili olarak PKK için de söylenmişti. Devlet ile halk ile ilgili konularda bir yönetim bu kadar yanılma hakkına sahip olabilir mi? Üstelik bu yanılmada hata payı olanlardan hiç kimse ne istifa etmiştir, ne görevden alınmıştır ve ne de sorgulanmıştır? AKP Hükümeti ve yöneticileri bu konuda kendilerini sorgulamalı değil mi? Olup bitenlerin birinci derecede sorumlusu kendileri değil mi? FETÖ’yü suçlamak kolaydır, FETÖ’yü bu kadar güçlendiren, arsa veren, para veren, devletin bütün kadrolarını bunlara tahsis edenlerin sadece biz yanıldık, hata yaptık, bir tiyatro gibi izlemişiz demeleri kendilerini kurtarır mı? 240 civarında katledilen ve binlerce yaralanan ve tüyü bitmedik insanların geleceğini karartan, ekonomisini alt üst edenlerin vebalini, sadece FETÖ’ya yüklemek kendilerini kurtarır mı? FETÖ suçludur, tamam da FETÖ’nün ekonomik olarak ve kadrolaşma olarak bu kadar güçlenmesine devletin, tüyü bitmemiş çocukların imkânlarını seferber edenlerin hiç mi suçu ve günahı yoktur?





Bunca imkânlarla beslenen, yetiştirilen bu kadrolar nasıl oluyor da yıllardır böyle bir hazırlığın içinde olmalarına rağmen hiç kimsenin haberi olmamıştır? MİT, Emniyet ve askeri istihbaratlar ne yapmışlar, bunlar darbe hazırlığı yaparken! Sadece birlikte yatağa girmenin dışında sürekli bir arada olan başyaver ve diğer yaverler, emir subayları, özel kalem müdürleri nasıl olur da yıllarca kendilerini gizlemişler de bunlardan hiç kimsenin haber olmamıştır? C. Başkanı Erdoğan’ın Başyaveri Ali Yazıcı başta olmak üzere, diğer yaverleri, Muhafız Alayı’nın alayı, bu kadar dakik olan Erdoğan’ın gözünden nasıl kaçmış? Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın Özel Kalem Müdürü Mehmet Dişli, emir subayı, Milli Savunma Bakanın özel kalem müdürü, bunların hepsi ve uzun zamandan beri talimatı FETÖ’den almasına rağmen nasıl olur da bunların haberi ya da bir şüphesi olmamıştır?

NOT: Suriye’de, bölgesel ve küresel işgalci güçler tarafından ümmetin yiğit evlatlarından onlarcası her gün katledilmektedir. Umuyor ve temenni ediyoruz ki, bu yiğitlerin akan kanları ümmetin uyanışına vesile olsun. Ankaralı Müslümanlardan Selman Gaffaroğlu bu yiğitlerdendi. Rabbim şehadetini kabul etsin.
Ayrıca 15 Temmuz’da, darbeye direnirken yüzlerce sivil insan katledilmiştir. CIA destekli darbeciler tarafından katledilen bütün Müslümanlara Allah’tan rahmet ve ailelerine baş sağlığı diliyorum

[1] 27 Mayıs 1960; Talat Aydemir ve arkadaşları 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963; dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural’ın 1969; Cemal Madanoğlu, Doğan Avcıoğlu ekibinin 9 Mart 1971; Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve ordu komutanlarının 12 Mart 1971; dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun’un 1977; Genelkurmay Başkanı Kenan Evren komuta kademesinin 12 Eylül 1980; Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve Komuta kademesinin 28 Şubat 1997;  2004 yılındaki Yakamoz, Ayışığı, Sarıkız, Eldiven; Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın 27 Nisan 2007’deki e-Muhtırası ve 15 Temmuz 2016 FETÖ darbesi olmak üzere 15 darbe ve darbe girişimi yapılmıştır.

[2] TSK’daki FETÖ yapılanmasına yönelik ilk operasyonu İzmir’de 7 Temmuz’da yapan ve hainlere korku salan savcı Okan Bato, 37 günde 300 kişinin tutuklanmasını sağladı. Örgütün asker, yargı, adliye, finans, iş dünyası, eğitim ve emniyet yapılanmasına yönelik operasyonlar sonucunda bin 240 kişi gözaltına alındı, 300 örgüt üyesi tutuklandı. 7 Temmuz’da FETÖ/PDY’nin TSK içindeki yapılanmasına yönelik soruşturma kapsamında aralarında Fetullah Gülen, gazeteci Tarık Toros ve FETÖ/PDY’nin üst düzey yöneticilerinin de yer aldığı 24 kişi hakkında gözaltı kararı verildi. Bato, Genelkurmay Başkanlığı’nın eski Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse, Albay Mehmet Oğuz Akkuş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başyaveri Albay Ali Yazıcı, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı komutanı Muhsin Kutsi Barış’ın da içinde yer aldığı çok sayıda subayla ilgili 16 Temmuz Cumartesi günü gözaltı işlemi yapmaya hazırlanırken, 15 Temmuz Cuma akşamı darbe girişimi gerçekleşti. İkinci dalga hazırlığını haber alan FETÖ’cülerin darbe girişimini bu nedenle erken tarihe çektikleri öğrenildi. Bkz; http://www.haber7.com/guncel/haber/2074320-ters-hilalli-bayrakla-fetoye-savas-acti

[3] Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç, Başyaver Kurmay Albay Ali Yazıcı’ya güvenmediğini belirterek, “Son üç aydır mecbur kalmadıkça yanında tutmuyordu. Marmaris’e giderken yanına almadı” dedi. Bkz; http://www.diken.com.tr/basdanisman-malkoc-erdogan-yaverine-guvenmiyordu-marmarise-goturmedi/
[4] Org. Hulusi Akar, savcılığa verdiği ifadesinde Hakan Fidan’ın toplantıya katıldığından bahsetmiyor. Bkz; http://bianet.org/bianet/kriz/177204-hakan-fidan-darbe-girisimini-org-akar-a-haber-verdi-mi-vermedi-mi
[5] http://www.timeturk.com/mit-darbeden-saatler-once-uyardi/haber-206891
[6]http://www.ahaber.com.tr/gundem/2016/07/25/genelkurmay-baskani-hulusi-akarin-15-temmuz-gunu-ile-ilgili-savciya-verdigi-ifade; http://bianet.org/bianet/kriz/177204-hakan-fidan-darbe-girisimini-org-akar-a-haber-verdi-mi-vermedi-mi
[7] http://www.cankiribulteni.com/haber/4016/basbakanin-o-gece-cankiridaki-goruntuleri-kameralara-yansidi.html
[8] Yetkililerin benzeri açıklamalarını Çözüm Süreci dolayısıyla PKK ile ilgili olarak da söylenmişti. Bizler yanılabiliriz ama devleti yönetenler özellikle de devleti, halkı ilgilendiren konularda üstelik ‘ölüm-kalım’ gibi konularda bu boyutta yanılmaları affedilmez. 

Çünkü FETÖ grubunun bu kadar güçlenmesi bu iktidar döneminde olmuştur.

http://www.gencbirikim.net/15-temmuz-darbe-girisi-ve-turkiye/