SADAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SADAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2020 Çarşamba

15 TEMMUZ İÇ SAVAŞ PROVASI

15 TEMMUZ İÇ SAVAŞ PROVASI



15 Temmuz İç Savaş Provası: 
Kaan Turhan 
kaanturhana@gmail.com
Uyuyan Hücrelerin Postal Sesleri.,


    Türkiye’deki kadroları ve devletin her kademesini ele geçirmiş olan fetullahçılar maşasıyla Amerika, Türkiye’de bir iç savaşın provasını gerçekleştirmiştir. 
Gelecekte de daha büyük bir hamleyle, Türkiye’yi zapturapt altına almayı amaçlıyorlar. 
Amerika’nın bölgedeki gücü zayıfladıkça ve hedeflediklerinde karmaşa arttıkça Türkiye’yi kullanma stratejisi devam ediyor. 
    15 Temmuz’daki askeri hareket de Türkiye’yi yeniden hizaya sokma ve operasyonlarda kendine bağımlı kadrolar oluşturma stratejisinin bir parçasıydı. 
Yukarıda medyadan derlediğim haberler dikkatle incelenirse; devlet bu operasyonda sınıfta kalmıştır. Böylesi kirli bir yapılanmayı takip edebilmeyi, 
istihbari çalışmayı net bir biçimde yapamamış, özel iletişim kanallarına günümüz teknolojisinde ulaşamamıştır. 
MİT, Genelkurmay, Emniyet, Devlet kurumları sınıfta kalmıştır. Fetullah Gülen ve yandaşları hem Türkiye’yi ele geçirmiş hem de dünya egemenliğinde CIA kontrolünde faaliyetleriyle tüm mütedeyyin insanları “himmet” adında “hizmet”e vakfettirmiştir. 
    Nurettin Veren’in ifadeleriyle yurt dışına yönelik uyarılar önemlidir: “FETÖ’ye arka çıkan devletler, başta ABD şunu iyi bilmeli ki, FETÖ’nün çılgın projesi ve ütopyası, sadece Türkiye’ye darbe yapmak ve Türkiye’de hakimiyet kurmak, halife olmak değildir. 
    Bilerek kendini 5 defa kullandırıp, ortağını 100 defa kullanma stratejisini hayata geçirerek, kendi hayalinde kurguladığı, bütün dinleri harmanlayıp ve bütün dünya siyasal yönetim sistemine de hâkim olacak, tek merkezden yönetecek, dünya vatikan’ını inşa etme projesidir. 
    Bu Dünya Vatikan’ının Komuta Merkezi, Güney Afrika’daki Johannesburg kentinde 2007 yılında Gülen’in talimatıyla Ali Katırcıoğlu’na kurdurulan, 
1 milyar dolara yakın harcamayla tamamlanmış olan, NİZAMİYE KÜLLİYESİDİR. 
15 Temmuz’da yapmış olduğu darbe hareketi, herkesi bela ve musibete sürükleyen macerası, sadece Türkiye’deki vatandaşlarımıza ve kuruluşlarımıza 
ve devletimize mahsus bir saldırı değildir.[1]

” Tüm dünya üzerindeki okullarla, batı kontrolünde adam devşirme ve yetiştirme eğitimleriyle dünya ülkelerini ve halkları da tehdit etmekte olan fetullahçılarla, Nurettin Veren’in saptamalarına göre, batının hesabı bitmemiştir. 

Belki de Veren’in yanıldığı nokta, fetullahçıların Amerika’dan bağımsız hareket serbestîsi içinde olma olgusudur. Nizamiye Külliyesi bilgisiyse; fetullahçılara merkez üs olarak Afrika’yı verip, koruma altına alma stratejisi olabilir. Lâkin fetullahçılara, Amerika’nın ılımlı İslam ve İslamiyet’in İsevileştirilmesi projelerinde ihtiyacı vardır ve proje devam etmektedir.
 
            Tek Adam: Recep Tayyip Erdoğan
 
            15 Temmuz Gecesi ve sonrasında, Tayyip Erdoğan’ın heyecanını, ciddiyetini ve de dik duruşunu sahiplenen kimse olmadı. Adeta tek başına kaldı. 
Hâlihazırdaki hükümet kadrolarının, sessizce, olan bitene zayıf tutumlarla sarılmaları dikkatten kaçmamaktadır. Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbe girişimini 
Eniştem ”den öğrendim açıklaması: her şeyden önce, yalnız kaldığına işaret etmektir.




   MİT, Genelkurmay, Emniyet, Jandarma fetullahçıların elinde hareket etmekteyken; Erdoğan’ın yalnızlığı gün yüzüne 15 Temmuz’la birlikte çıkmıştır. 
MİT’in böyle kanlı bir darbe girişiminden, hava üslerindeki hareketlilikten ya da askerlerin birbirleriyle haberleşmelerinden habersiz olduğu gerçeği şunu 
da göstermektedir ki, fetullahçılar MİT’te ve diğer istihbarat kurumlarında kalkan görevi görerek gerçeği gizlemişlerdir.

 Başka bir açıklaması da Hakan Fidan’ın her şeyden haberi olduğu, darbe gecesi öncesinde Genelkurmay’a giderek, bir hareketliliğin olduğunu bildirmesi 
haberlerine dayanarak, Hakan Fidan’ın da darbecilere kalkan olduğudur. İstihbarat zafiyetinin bilmediğimiz başka teknik hatalar da olabilir belki ancak bu 
ne Hakan Fidan’ı ve Genelkurmay’ı aklar!
 Erdoğan’ın darbe girişimi sonrası açıklamalarında yer alan bir konu daha yalnızlığının tescili niteliğindeydi. Devlet kadrolarında, 20 bin kişinin açığa 
alınmasını eleştirenlere, "100 bin, 200 bin ucu nereye giderse gitsin bu temizliği yapacağız" demesiydi. TSK’da, Emniyet’te, Yargı’da, Eğitim’de yapılan 
operasyonlarla birlikte, bu kadar büyük rakamlara ancak siyasi alandaki, medya alanındaki operasyonlarla ulaşılabilecektir. Bu da siyasal olarak, Erdoğan’ın 
yalnızlığının delili olarak yorumlanmalıdır.
 Nitekim, darbe girişiminde MİT’in zafiyetine ilişkin, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in 15 Temmuz günü yaşananlarla ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan ve 
Başbakan Binali Yıldırım'ın açıklamaları ile ilgili soru önergesinde şunları ifade etmişti:
 
“MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, darbe girişimi gecesi MİT olarak neler yaptıklarına ilişkin basına yansıyan değerlendirmeler de şaşkınlık vericidir. 
TSK’da bazı askerlerin darbe girişiminde bulunacağını, darbe girişiminin başladığı saatten yaklaşık 5 saat önce yani 15 Temmuz 2016 Cuma saat 16.00 sıralarında öğrendiği ifade edilen Hakan Fidan, bu bilgiyi ancak 4 saat sonra yani darbenin girişiminin başlamasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’a söylemiş. Hakan Fidan'ın darbe girişimine ilişkin, söz konusu gün 16.00'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ı telefonla bilgilendirdiği, 16.30'da MİT Müsteşar Yardımcısı'nın Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'le karargâhta görüştüğü, 18.00'de Fidan'ın karargâha giderek Akar'la bizzat görüştüğü 
de bilinen bilgiler arasındayken, Fidan’ın, darbenin asıl hedefi konumundaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bilgilendirmemesi ciddi kuşkular yaratmıştır.”
 
     CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in soru önergesi şu maddelerden oluşuyordu:
-Sivil, Polis ve Asker 246 kişinin hayatını kaybettiği, darbecilerden de 24’ünün ölü ele geçirildiği darbe girişiminden MİT’in son saatlerde haberinin olması, 
MİT yetkilileri açısından görev kusuru mudur?
 
-MİT Müsteşarı Hakan Fidan, darbe girişiminde bulunulacağını öğrenilmesinin ardından, sırasıyla hangi birimlere haber verilmiştir? Cumhurbaşkanı ve 
Başbakan’a haber verilmediği iddiası doğru mudur?
 
-Hakan Fidan, darbe girişiminden sonra, Cumhurbaşkanı ile birebir yaptığı görüşmede istifasını sunmuş mudur?
 
-Cumhurbaşkanı ve devlet yetkililerinin darbe girişimindeki istihbarat zafiyeti söylemlerinde; Genelkurmay Başkanlığı’nın elinde bulunan Genelkurmay 
Elektronik Sistemler’in (GES)  sivilleştirilme iddiasıyla MİT’e bağlanmasının payı var mıdır?
 
-MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın bu darbe girişiminden önceki süreçte, 15 darbe girişimini, belli komutada kademesindeki askerleri ikna ederek durdurduğu 
dile getirilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Doğruysa, Hakan Fidan’ın görevi istihbarat toplamak mıdır, darbecileri ikna etmek midir? Dile getirilen bu 
iddialar; Genelkurmay, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı tarafından bilinmekte midir? 
 
-Hakan Fidan, 15 Temmuz 2016’da “bu sefer de darbecileri ikna ettim” şeklinde söylemde bulunmuş mudur? Üst kademelere haber verilmemesinin nedeni 
bu mudur?
 
-Hakan Fidan, bu durumda darbe girişimi yapacak komutanların kim olduğunu önceden biliyor muydu? 
 
-Cumhuriyet Gazetesi’nin 27 Haziran 2016 tarihli sayısında “MİT’te neler oluyor?” başlığıyla çıkan haberde, Arapça monitörlerin (telefon dinleyen kişi), Arapça görüşmelerin neredeyse tamamını İstihbarat Değeri Yoktur (İDY) yaptığı, yönetimin de bu duruma göz yumduğu belirtilmiştir. IŞİD militanlarının 
ağırlıklı Arapça konuştuğu ve IŞİD’in Türkiye’deki bombalı saldırıları dikkate alındığında, haberde konu yapılan iddiaların vahimliği tartışmasız önemdedir. 
Bu iddialar doğru mudur? Doğruysa, dinlemeleri İDY yapan monitörler hakkında herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Açılmışsa nasıl sonuçlanmıştır?
 
-Hakan Fidan hakkında, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne ilişkin görevi ihmal ya da başka bir iddia üzerinden herhangi bir soruşturma açılmış mıdır?[2]

            Devletin istihbaratı darbe girişiminde sınıfta kalmış ve Cumhurbaşkanı’nın ‘sır küpüm’ dediği Hakan Fidan, bu kanlı senaryoda Erdoğan’ın yalnızlığının nirengi noktasını oluşturmuştur.
Erdoğan bu yalnızlıkta, sadece Türkiye içinde muhatap olmadı. Batıdaki müttefiklere sürekli göndermelerde bulunarak, bizi yalnız bırakmayın, “ya FETÖ ya Türkiye” mesajını açık açık dillendirdi. Rusya’yla tekrar ilişkileri iyileştirme çabaları, Suriye’yle tekrar iyi ilişki hesapları yaparken, NATO ve Amerika’yla 
ilişkiler sorgulanmaya başlandı. Gerilimli bir atmosfer yaşandı. Amerika da Fetullah Gülen’in iadesi konusunda Türkiye’ye karşı tutumunu sürdürüyor. 
Lâkin dünya üzerinde fetullahçı yapılanmaya ihtiyaçları var. Ayrıca Nurettin Veren’in açıklamaları da gösteriyor ki, üst akıl noktasında sosyal medya 
uygulamaları ve sitelerinin (facebook, twitter vb.) üst yönetimlerinde, NASA’ya, Petrol Şirketlerine varıncaya kadar fetullahçı kadrolar kritik üs kurmuş 
durumdadırlar.
 
      Türkiye Her Koşulda Çöküş İçinde

            Türkiye öylesine ilginç ve ilginç olduğu kadar da yabancı servislerin operasyonel gücünün net biçimde ortada olduğu bir darbe girişimi gerçeğini 
yaşadı ki kimse bu ortamda ne olacağını, nasıl davranacağını, net bir biçimde salt gerçeği göremez oldu. At izi it izine iyice karışmış durumdadır.

            Hanefi Avcı örneğin, “Haliçte Yaşayan Simonlar” kitabı çıktığında okumuş ve yeni bir şeyin olmadığını görmüştük. Bu denli gündeme taşınıp da 
içi kof bir kitabı bu denli pohpohlamak önemliydi. Emniyet Müdürlüğü ve görevleri sırasında net olamayanlar, emekliliklerinde itirafçı olmuşlardı.
 
      Orhan Gökdemir’in bu konudaki saptamları da değerli:
 
“Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren, yazar Latif Erdoğan, cemaatin ilk polis imamı olduğu söylenen Kemalettin Özdemir, Gülen'in eski sağ kolu Nurettin Veren hava bulanır bulanmaz itirafçı oldu. 17-25 Aralık girişiminden sonra baş gösteren devletin tokat atma ihtimali karşısında öyle bir korktular ki o gün bugündür kesintisiz konuşuyorlar. Sonra mehdinin bütün adamları arasında bir salgın hastalık gibi yayıldı bu hal.
 
Gülen’in sağ kolu itirafçı, en önemli gazetecisi itirafçı, ilk polis imamı itirafçı, gazeteci ve yazar örgütünün başkanı itirafçı, jandarma imamı itirafçı, genç 
subayları itirafçı, generalleri itirafçı, polisleri itirafçı, yargıçları, savcıları itirafçı…Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü 
acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.
 
Onur yok bu oyunda, insan yok, vicdan yok. İtaat etmeyi alışkanlık edinmiş olanların zalim karşısında boyun eğip diz çökerek küçülüşünü izlemekteyiz. 
Her oyuncu “pişmanım” diye inleyerek rolünü tamamlayıp çekiliyor sahneden.
 
Zaman gazetesinin “Gözü kara” kalemşoru Mümtazer Türköne, “O Camiayla olduğum için pişmanım. Darbeciler idam edilsin” dedi. 

İdam edilmesini istediği darbeciler yoldaşlarıydı. Ergenekon-Balyoz operasyonunun cemaatin talimatı üzerine başlama vuruşunu yapan Ankara Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya, “Gülen cemaatini dini bir cemaat sanmıştım, pişmanlığın zirvesindeyim” dedi. Oysa tutup içeri tıktıklarından hiçbiri böyle bir pişmanlık beyanında bulunmamıştı.
 
Darbe girişiminin ardından tutuklanan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan ifadesinde suçlamaları kabul etti, itiraflarda bulundu ve pişmanım dedi. Cemaat'e yakın Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak gözaltına alınıp serbest bırakıldı. 

İçeride pişmanım demeyi unuttu. O da yazılı bir açıklama yaptı, "FETÖ örgütüne, geçmişte iyi niyet ve sadece vatanseverlik duygusuyla yaptığımız yardımları düşününce bugün kahroluyoruz" dedi. Cemaatin amansız savunucusu gazeteci Nazlı Ilıcak, "Yanıldığımı, bu yapılanmanın bir örgüt olduğunu 15 Temmuz sonrasında gördüm. Daha önce bilseydim karşısında yer alırdım" dedi.
 
Öte dünyaya inan, mehdiye inan, kutsal kitaba inanan, şehitliğe inanan, mehdinin ağzını sildiği peçeteye inan, mehdinin kirli donuna, kılına, tüyüne inanan, bilemediğimiz bilcümle saçma sapan şeye inanan ve ömrü boyunca Allah yolunda ölmeye hazırlanan bu insanlar arasında bir tek kişi çıkıp “bu dava benim davam, geri adım atmam, haklıyım” demedi, diyemedi. Aklını, vicdanını yarım akıllı ağlak bir vaize ipotek etmiş sefiller sürüsü acıklı bir müsamere sahneye koyuyor sanki.[3]
           
Bu itirafçılık olayı da dikkatle izlenmeli ve tehlikenin önemli bir parçası olarak kayda geçirilmelidir. 

Zira  itirafın isnat edilen olayın vukuu hakkında kesin bilgi içerdiği anlamına gelmez. Çünkü şahitlik gibi itiraf da ihbar grubunda yer alan bir tasarruf 
olduğundan kural olarak doğrulanması ya da yalanlanması mümkündür ve kesin bilgi kaynağı görülmez. Bundan dolayı itirafın herhangi bir baskı ya da 
yanılmadan kaynaklandığının anlaşılması, halin delâletinin ve vâkıanın itirafın doğruluğuna imkân vermemesi gibi durumlarda itirafa itibar edilmez[4].”
           
İtirafçılar kadar, medyada yeni iklimi yönlendiren kimselere de dikkat etmek gerekmektedir. Kripto fetullahçıların yönlendirmelerine karşı, sadece ve 
sadece Türkiye’nin çıkarları öne çıkarılarak hareket edilmelidir.
           
   15 Temmuz darbesinin Türk Milleti üzerindeki biyo psiko sosyal etkisi uzmanlarca incelenmeli ve dikkatle sağaltım yayınları yapılmalıdır. 
Halkın orduya olan güvensizlik çıtasının yükseltilmesi, ordu millet birlikteliğinin tesisi için çalışmalar yapılmaktadır. 
Lakin Türk askeri, sokaklarda üniformayla, kamufulajla dolaşamaz duruma gelmiştir. 
   15 Temmuz’a ilişkin halkın kahramanca, darbecilerin önüne çıkıp savaş vermesi, birçok şehit vermemiz ağır bir toplumsal travmanın da yaşandığını göstermekte dir. Askeri kurumların bu süreçle budanması, işlevsiz hâle getirilmesi noktasında da dikkatli davranılmalı ve ülkenin tepesinde hâlâ Atatürk düşmanları nın, Cumhuriyet düşmanlarının olduğu unutulmamalıdır.
           
İstanbul'da darbe girişimi soruşturmasında emniyette gözaltına tutulduğu 13’üncü gün fenalaşan ve kaldırıldığı hastanede can veren tarih öğretmeni 42 yaşındaki Gökhan Açıkkollu’nun cenazesi, İstanbul’da izin verilmediği için eşinin memleketi Konya’nın Ahırlı İlçesi’ne bağlı Büyüköz Mahallesi’nde toprağa verildi. Öğretmen Açıkkollu’nun cenaze namazını cami imamı kıldırmayınca, mahalle halkından bir kişi kıldırdı. Öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun başına gelenler, toplumsal kesimlerce infiale yol açabilecek niteliktedir. Bu tür provokasyonel yöntemler, Türkiye’deki ayrılığı keskinleştirir ve Türkiye’nin üstünde durduğu bıçağı biler.
             
Askeri okulların kapatılması olayıysa; TSK’nın AB raporlarında vurguladığı ‘profesyonel ordu’ için tırpan niteliği taşımaktadır. Askeri okulların kapatılması, Fetullahçıların askeri okullara sızması nedeniyle değil; AKP’nin varoluş ve kuruluş felsefesi gereğidir. Aynı zamanda niyetin Kemalist kurum ve kuruluşlar olduğu, OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname’lerle birçok kurumun özelleştirileceği gerçeğidir.
 
12 Ağustos 2016’da kabul edilen Kanun Hükmünde Kararname’yle, Varlık Fonu Yasa Tasarısı'yla Devlet Kurumlarına ait kamusal varlıkların özelleştirilerek satılabilecek:
 
Atatürk Orman Çiftliği Genel Müdürlüğü, Atatürk Kültür Merkezi, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü, Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı, TRT, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü, Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu, GAP Başkanlığı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, PTT, TRT, İller Bankası, TÜBİTAK, Milli Piyango, TPAO, DSİ, GAP Başkanlığı, DHMİ, YURTKUR, Karayolları Genel Müdürlüğü, Türkiye Bilimler Akademisi, Türkiye Adalet Akademisi, Spor Genel Müdürlüğü gibi stratejik tüm kurumlar özelleştirilebilecek tir.
 
AKP’nin bu tasarısına muhalefet karşı çıktı da ‘şimdilik’ belki de bu tasarı iptal edildi.
Sonuç: Türkiye’de İç Savaş Koşulları Oluşturuluyor!
       
15 Temmuz kanlı kalkışma aynı zamanda, Türkiye’de bir iç savaş çıkma olasılığının test edildiği alan yarattı ve başarılı oldu.
 
Türkiye, bölgesinde güçsüz bir ordu ve moralsiz, kırılgan, dayanıksız, personeli birbirine güvenmeyen bir yapıya hapsedilmiştir. 
Ortadoğu’da, Kafkaslarda, Güneydoğu’da en çok gereksinim duyacağımız noktada askerimiz ve kurumsal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’miz görev yapamayacak noktaya getirilmiştir.
 
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı’na getirilen, Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (SADAT) Yönetim Kurulu Başkanı emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, özel harp yöntemleriyle Türkiye’de iç savaş koşullarının yaratılmasında kilit rol oynayabilecektir. 

   SADAT ile gayri nizâmi harp çerçevesinde şehirlerde halkı kışkırtıp, birbirine düşürebilecek suikastlar, halkı bölebilecek dezenformasyonlar ve manipulasyonların yapılabileceği açık bir tehdit olarak dikkat çekmektedir.
 
15 Temmuz’da “hazır kıt’a” olarak ülküsel duyguları aşındırılan halk, tankların önüne sürülmüş, birçok cân yanmış, insanlar darbe girişimindeki askerlerle meydan muharebesi kurgusunda karşı karşıya getirilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Yenikapı mitinginin ertesinde de demokrasi nöbetlerine “ara veriyoruz” (son değil!) demesi de çözümlemede dikkat edilmesi gereken konulardandır.
 
Yani bu halk yapay, zorla varsayılan farklılılar (Kürt, Alevi gibi) üzerinden meydanları kuşattığında, iş çoktan bitmiş olacak, iç savaş yaratılarak ülke 
çökertilecektir. Kilis’ten, Artvin’e kadar olan kuşakta komutanlıklar büyük sıkıntılar içindedir ve moral motivasyon olarak tutuklanan komutanlarından ötürü birlikler ‘başsız’ kalmıştır. 
Kilis Artvin kuşağından doğuda tasarlanan bir kukla Kürt devleti, iç savaşla birlikte kaçınılmaz hâle gelecektir.
 
 
[1] Nurettin Veren, Karanlık konseyin ve Fetö’nün Yeni Dünya Düzeni ortak projesi, Yeni Akit, 16.08.2016
[2] 15 Temmuz’un yanıt bekleyen soruları Meclis gündeminde, 28.07.2016
[3] Orhan Gökdemir, Mehdinin Bütün Adamları, SOL, 16.08.2016
[4] İslam Ansiklopedisi, Cilt: 23, Sayfa: 461
http://acikistihbarat.com/HaberGoruntule.aspx?id=10607


***

28 Kasım 2018 Çarşamba

AKP’nin PARTİ ORDUSU GİRİŞİMİ

AKP’nin PARTİ ORDUSU GİRİŞİMİ



Prof. Dr. Ümit Özdağ

Prof. Dr. Ümit Özdağ  
03 Temmuz 2017


Türk Milletinin  ikinci anayurdu olan Anadolu coğrafyası, üç kıtanın birleştiği bir noktada tarih boyunca dünyanın en önemli jeopolitik kavşağı olmuştur.

Anadolu bu jeopolitik kavşak niteliğinden dolayı devletler ve milletler arasında sürekli bir hakimiyet kavgasının hedefi olmuştur. Anadolu’da  zaman zaman hakimiyet kuran bir çok imparatorluk ve millet zayıfladıkları anda tarihe gömülmüştür.  Diğer bir ifade ile Anadolu, milletleri ve devletleri yutan bir Bermuda Şeytan üçgenidir. Bu coğrafyada var olmanın ön şartı güçlü bir orduya sahip olmaktır.

AKP iktidara geldiğinden buyana Türk  Silahlı Kuvvetleri’ne zarar vermektedir. AKP önce FETÖ ile işbirliği yaparak “askeri vesayeti” tasfiye yalanı ile Türk Ordusuna karşı Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlar ile ağır darbeler indirmiştir. Subaylık yeminine sadık olan, FETÖ’ye boyun eğmeyen general-amiral ve subayları tasfiye etmiştir. Damadı FETÖ’den gözaltına alınan Bülent  Arınç’ın sevinç çığlıkları attığını unutmadık. TSK’daki FETÖ’cü yapılanmanın önünü açmıştır. Türk Milletinin son savunma hattı olan Seferberlik Tetkik Kurulu’nu dağıtmış, Seferberlik Tetkik Kurulu’nun 1953’den beri mensubu olan gizli kadroların isimlerinin yabancı servislerin eline geçmesini sağlamıştır.

AKP’nin örgütlenmesini teşvik ettiği TSK içindeki FETÖ 15 Temmuz 2016’da alçakça bir darbe ile iktidarı ele geçirmeyi hedeflemiştir. FETÖ’cü çetenin bu girişimini engelleyenler yine AKP’nin yıllarca zarar verdiği, bazıları emekli olan subaylık yeminine sadık subaylar olmuştur. 15 Temmuz’dan ders almayan AKP iktidarı, 15 Temmuz sonrasında aldığı kararlar ile Türk Ordusu’nu zayıflatmaya devam etmiştir. Ordunun kurumsal yapısını dağıtmıştır. Emir-komuta birliğini ortadan kaldırmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri, Eskişehir-Kütahya muharebelerinden buyana geçtikleri en büyük kriz döneminden geçmektedir. Bunun sonucu işler iyi gitmemektedir. Erdoğan’ı ve Hükümeti uyarıyorum. Fırat Kalkanı bölgesinde dahi işler, politik bir hedefi olmamasından dolayı iyi gitmiyor. Fırat Kalkanı bölgesinde El Nusra başta olmak üzere selefi cihatçı güçler gittikçe güç kazanmaktadırlar. 

15 Temmuz sonrasında Erdoğan’ın açık hedefi Türk Ordusu’nun parti ordusu haline getirmektedir.  Bunun ilk hamlesi Tarım Bakanlığı Personel  Genel Müdürü Nizamettin Ekinci’nin Milli Savunma Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğüne Eylül 2016 tarihinde atanması olmuştur. Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanlıklarında bütün atama, yükseltme, emeklilik, sicil ve  özlük işlemlerinden sorumludur. Nizamettin Ekinci, AKP’den 2007 ve 2011 seçimlerinde Diyarbakır aday adayı olmuştur. Milletvekili aday adaylığı sırasında yeşil-sarı-kırmızı renkte Türkçe-Kürtçe-Zazaca seçim propagandası broşürü bastırdığı ifade edilmektedir.  Göreve geldiği günden bu yana asker personeli aşağılayan bir tarzı da ısrarla sürdürmektedir.

Nizamettin Ekinci döneminde Tarım bakanlığındaki FETÖ’cü örgütlenme çok etkili olmuştur. 2 Eylül 2016’da Tarım Bakanlığından yapılan FETÖ’cü tasfiyesinde 733 kişi atılmıştır. 22 kasım 2016’da 172 FETÖ’cü atılmıştır. 6 Ocak 2017’de 93 kişi atılmıştır. 29 Nisan 2017’de 66 kişi atılmıştır. FETÖ açısından stratejik öneme sahip olmayan bir bakanlıkta dahi 1064 FETÖ’cünün örgütlenmesine izin veren, yardımcı olan bir Personel Genel Müdürü’nün Milli Savunma Bakanlığı’nda benzer bir göreve getirilmesi ancak AKP stratejik zekasının ürünü olabilir.

AKP ordusu kurmanın önemli bir adımı da 15 Haziran 2017’de Subay terfi yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle terfi işlemlerinin Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınarak Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasıdır. Artık terfiler MSB’nın sivil Müsteşarı eşgüdümünde olacak ve Yüksek Askeri Şuraya bu şekilde sunulacaktır. Kuvvet  Komutanlıkları sadece terfi sırasında gelen personelin sicil dosyalarını  YAŞ sekreteryasına ileteceklerdir. Böylece terfilerde/ görevlendirmelerde TSK Komuta heyetinin yeteneğini, kapasitesini, öncesinde yaptığı görevlerinin niteliğini bildiği subaylara ilişkin kanaat ve önerileri değil terfi sırasındaki subayların/generallerle   hiçbir müşterek çalışma ortamı olmamış, yaptıkları ve yapacakları görevlerin niteliğini bilmeyen sivil idarecilerin söz hakkı olacaktır. Bu durum subay/generallerin ister istemez iktidar partisine yakın olma, siyasetçilerden torpil arama sürecini başlatacak Orduyu siyasetin içine çekecek, siyasilerin aracı haline getirecektir. 

Erdoğan’ın bir parti ordusu, Saddam benzeri Devrim Muhafızları ordusu kurma çabalarında bir başka boyutu kurulan personel temin komisyonları oluşturmaktadır. Olağanüstü hal kapsamında 22 kasım 2016’da Resmi Gazete’de yayınlanan 678 sayılı kararname ile emekli subay ve  astsubaylara TSK’da görev verilmesi kararlaştırıldı. Bununla ilgili esaslar da Milli Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan “Emekli Subay ve Astsubayların Milli Savunma bakanlığında Personel ve Askeri Öğrenci Temin Faaliyetlerine Yönelik Hizmetlerde Görevlendirilmesine Dair Yönetmelik”le yürürlüğe girdi. Böylece Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri’nde komisyonlar kuruldu. Ancak bu komisyonlarda bir çoğu 28 Şubat sürecinde irticai faaliyetten TSK’dan uzaklaştırılan ve daha sonra SADAT ve ASDER bünyesinde aktif siyaset yapan emekli subaylar görevlendirilmiştir. Bu kişiler sınavların kayıt altına alınması için konulan kameraları kaldırtmışlardır. Komisyonda görevli bir Deniz Öğretmen Albay Atatürk ilkeleri ile ilgili soru sorması üzerine komisyondan çıkarılmıştır. Bu açık bir şekilde Türk Ordusu’nun  akplileştirilmesi projesidir. ASDER bir hak arama teşkilatı değil, radikal ideolojik duruşu olan bir parti yan kuruluşudur. İsteyen ASDER’in internet sitesine girerek bu duruşunu görebilir. SADAT ise Arap Baharı’ndan sonra Müslüman Kardeşlerin iktidara geldiği ülkelerde, orduları eğitmek amacı da dahil, askeri şirket olarak kurulmuştur. Suriye’deki değişik grupların eğitimini de üstlenmiştir. Libya’da küçük işler gerçekleştirmiştir.

Ancak SADAT artık bu amaçların ötesine geçmiş, bir paramiliter iktidar partisi örgütlenmesinin çekirdeğini oluşturmaya başlamıştır. SADAT başkanı aynı zamanda  Cumhurbaşkanının askeri danışmanı olan emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi milli ve üniter devlet karşıtı bir duruşu temsil etmektedir.  Erdoğan “neden tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” derken, askeri danışmanı kendisi ile aynı görüşte olmayan birisidir.

Bir yandan FETÖ’cü unsurların hala görevde bulunduğunu öte yandan TSK’nın partileştirilmeye çalışıldığını görev subaylar arasında erken emekliye ayrılma eğiliminin arttığı görülmektedir. Bunun ilk sonucunu Ağustos 2017’de göreceğiz. Bu erken emekliliklerin özellikle albay rütbesinde bulunan personelin “sıralı hizmet garnizonu” yani şark görevinde bu rütbe için ciddi olmayan emniyet, kaza önleme subaylığı gibi görevlere atanmaları gibi politikalar ile hızlandırıldığı ifade edilmektedir.  

Bir partinin yan kuruluşunun yetkilerine Türk Ordusu’nun subay kadrolarının seçtirilmesi Türk Devletine ve Milletine karşı işlenecek en büyük cinayettir. Türkiye’yi bir parti ordusu ile savunmak mümkün değildir. Türkiye ancak bir milli ordu tarafından savunulabilir. Türk ordusunu Erdoğanokrasinin rejim muhafızları yapma projesi gaflet, delalet ve hatta hıyanet projesidir. 

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni akplileştirmenin en alt halkasını ise İmam Hatip okullarımızı istismar ederek AKP’nin arka bahçesi-gençlik kolları gibi gören zihniyet oluşturmaktadır. Hoca Ahmet Yesevi Anadolu İmam Hatip Lisesi tarafından hazırlanan broşürde İmam-Hatip Lisesine kaydoluşun askeri yüksek okullar ve polis okullarına girişte tercih nedeni olacağının ifade edilmesi AKP’nin çarpık devlet zihniyetini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Bütün bunlar  olurken, Viyana önlerine yüzbinlerce askeri götürüp, doyurup, savaştırıp geri getiren bir gelenekten gelen Türk Ordusu’nda ile kez AKP iktidarının döneminde toplu gıda zehirlenmeleri gerçekleşmektedir. Üstelik yapılan anlaşmalarda yandaş olduğu anlaşılan yemek şirketlerine Mehmetçiği 5 kez zehirleme hakkı tanınmakta ancak altıncı zehirlenme sonrasında sözleşmesi lağvedilebilmektedir. 

Liyakat ilkesini uymak devlet yönetmenin temel şartlarından birisidir. Liyakat işin ehline verilmesidir. AKP devletin temel, taşıyıcı kurumlarının sarsılmasına neden olacak ölçüde devlete zarar vermiştir. Ne yazık ki en fazla zarar gören kurumlarımızın başında ülkemizin bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve milli birliğinin asıl güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri gelmektedir.  AKP’nin kurucularından Ayşe Böhürler şöyle diyor: “cv’sinde imam hatip mezunu olduğunu gördüğümüz için birini bir göreve getirdiğimiz  zaman kaybetmeye başladık.”   

Erdoğan’ın Türk ordusunu parti ordusu haline getirme isteği ordumuzu Balkan Savaşı öncesinde olduğu gibi içten çökerten bir ortamı doğuracaktır. Çok açık bir şekilde altını çizerek ifade ediyorum. Parti ordusu kurma girişimi Türk Milleti ve Türk devletine karşı işlenen bir suçtur. Bu yanlıştan hızla geri dönüşmeli ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tekrar bütün milletin ordusu, milli ordu olması sağlanmalıdır.  

https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/akpnin-parti-ordusu-girisimi


***

22 Aralık 2016 Perşembe

ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER,



ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER,




PRİVATE MİLİTARY COMPANY = ÖZEL ASKERİ ŞİRKETLER

ONUR DİKMECİ, 


Paralı asker kavramı Ortaçağ Avrupası'nın uzak olmadığı bir olgudur.  Krallıklar egemenliklerini asil seçilmişler olan aristokrasi ile paylaşırken, aristokratların ortak noktası üst rütbeli asker olmalarıdır. Rütbenin liyakat yerine kan bağı ile kazanıldığı toplumsal ortamda sıradan askerler ise soyluların soyluluk derecesine göre istihdam edilirdi. 

Burada derecesi büyük olan, daha fazla askere sahip olandı. Bu nedenle asker, Kral hatta Devletten evvel egemenliğini kabul ettiği asilzadeye bağlılık göstermekle mükellefti. Birkaç dalga halinde tekrarlanan Haçlı Seferlerinin belki de en temel başarısızlık sebebi kutsal emanetler uğruna fetih kardeşliği değil, altın, ganimet, şarap arzusuyla tutuşmalarıdır. Sosyal sebeplerden patlak veren Orta Sınıf isyanı olarak adlandırabileceğimiz Fransız İhtilali Liberalizm ile Ulusal duygularıda beraberinde getirdi. Zira o dönemde liberal demek Milliyetçi demekten başka birşey değildi. Milliyetçilik ortak değerlerin yoğurduğu bir Millete hizmet ediyorsa bu kavramın somut temsilciside ancak maneviyattan beslenecek olan Yurttaş Orduları olacaktı. Para değil mecburiyetin esas olduğu bu sistemin ilk meyvesi şaşırtıcı biçimde 1792 Valmey muharebesinde alındı. 
Fransızlar yeni ordularıyla İngilizleri mağlup ettiğinde yeni ordu model oldu. Zaten Napolyon'un vereceği son şekil ile yazılı kaidelere bağlanan askerlik sistemi artık gözdeydi. O tarihte doğaldır ki Devletin en büyük geliri fütuhattır. İşgal, yeni vergisel gelirleri ve çeşitli zenginlikleri içerdiğinden savaş meydanı azami derecede mühimdir. 

Ordunun çokluğu ile övünmek parolası gayet doğaldır. Sanayileşme döneminde kalabalık ordu ne kadar mühimse 20.yüzyılda da aynı ehemmiyettedir. 
Çünkü cihan harpleri cephe ve gerisinde talimli ve kalabalık asker grupları bulundurmayı gerektirir. İkinci Cihan harbinden sonra silahlanmanın ve askerin önemi azalmaz. Ordular modern toplumun gereğine uygun olarak eskinin temel sınıfı olmaktan çıkarak sivil idarenin hakimiyetini kabul etmiştir fakat güvenlik politikalarında sivillerle mutabakat hususunda rakipsizdirler. 

Ne Polis ne İstihbaratçı ne başka bir Odak, Asker ve Askeri İstihbaratçı kadar önemli ve muhattap kabul edilir olamaz. 

Silah üreticileri sivil firmalar, lojistik ve tedarik hizmetlerinden memnundurlar ve muharebe sahalarında aktif güç olarak yer alabilmek gibi bir çabaları bulunmaz. İngiltere Ordusuna yardımcı, özellikle Ortadoğu ve Afrikada özel askeri gruplar görülsede 1960'lardan itibaren Amerikan menşeili şirketler özellikle Orta Amerika'da faaliyet göstermeye başlar. Fakat nicelik ve nitelik olarak bu şirketler çok cılızdır henüz önemleri kavranamamıştır. Özel Askeri şirketlerin güvenlik politikalarında temel aktörlerden bir tanesi haline gelmesi özellikle 1990lı yıllardır. Bu durumun gerekçeleri şu şekilde sıralanabilir; 

1) 1970lerde başlayan Neoliberal dalga Latin Amerika'dan Avrupa'ya pekçok yere yayıldı. 1989 Berlin Duvarının yıkılması ve kısa bir süre sonra Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla tek hakim kalan Kapitalizm iyiden iyiye kendini gösterdi. Özelleştirme Devletin küçülmesiydi ve Devlet, Güvenlik dahil çoğu alandan kısmen çekiliyordu. 

2) Kitlesel mukabele süreci yoğun askeri çabayı gerektirsede , yumuşama ve akabinde dağılma ile tek kutuplu dünya düzenine geçilmişti. Böylelikle 6 milyon asker işsiz kaldı. Abd ordusunun mevcudu iki milyon yüz binden, bir milyon dört yüz bine indi. Tek uğraşları askerlik olan askeri personelden hiç değilse başarılı olanlar kendi alanlarında bir şekilde istihdam edilmeliydi. 

3) Teknolojik gereçlerde ilerlemelerde büyük ordular dönemini kapatmıştı. Yeni dönemin yeni savaş konseptine uygun küçük fakat düşük yoğunlu harpte uzmanlaşmış birlikler tesis ediliyordu. Asimetrik savaş tam da Özel Şirketlere uygundu. 

1994 Ruanda soykırımı yaşanırken dünyanın bu faciaya müdahalede isteksiz tavrı Özel Ordulara duyulan önemi artırıyordu. 1996 yılında Siera Leonede yaşanan iç savaş ülkede seçim yapılmasını engelledi. Kanlı savaşta her gün onlarca kişi hayatını kaybetti. Siera Leone elmas madenleri sebebiyle komşusu Nijerya ise petrol rezervleri için mühim ülkelerdi. Bu coğrafyadaki istikrarsızlık zengin kaynaklarına sebebiyet verebilirdi. Siera Leone'ye müdahale önemli bir durumdu ve bunu Dünya Jandarması Abd yapabilirdi. 

Fakat Abd'de çoğu kişinin yerini bile bilemediği Siera Leone'ye asker gönderebilmek için öncelikle Kongre ondan da önemlisi iç kamuoyu ikna edilmeliydi ve bu açıkçası mümkün değildi. İşte Özel Askeri Şirketler bu durumlarda devreye girerler. Çünkü bu kuruluşlar şirkettirler ve talebi olan devlet ne zaman kendilerine sözleşme teklif ederse görevleri başlamaktadır. Anayasa, Kongre, Mahkemeler gibi kavramlar Askeri şirketler için geçerli olmadığından özellikle devlet mekanizması yerle bir olmuş Ülkelerin en çok tercih ettikleri "kurtarıcılardır" .
Nitekim Exotv Outcomes, Siera Leonede 36 Milyon dolar karşılığında, Birleşik Devrimci Cephe'nin ana karargahını tahrip ettiği gibi ülkede seçimlerin düzenlenmesine zemin hazırlayarak kendisinden istenileni yerine getirmiştir. Görevli diğer şirket CIC ise Siera Leone'de ki Nijerya birliklerinin ülkelerine dönmeleri için gerekli tedbirleri alarak hadiselerin Nijerya'ya sıçrama ihtimalini ortadan kaldırmıştır. 

Siera Leone örneğinde olduğu gibi bu şirketler özellikle Irak ve Afganistan'da Ulus inşaası projesinin temel argümanlarıdır. Suudi Arabistan, Hırvatistan, Kosova, Bosna Hersek gibi ülkeler ÖAŞ'lerden en çok istifade etmiş olanlardır.  Bu şirketler tabiki yalnızca sahada yardımcı birlikler veya harp elemanları olarak görev yapmazlar. Lojistik, bakım ve onarım, psikolojik destek, askeri üslerin bakımı, siber savunma siber güvenlik hizmetlerinin kurulumu yönetimi eğitimi, askeri ve polisi modernizasyon, silahların kullanılması, uçuş liderlik yöneticilik emir komuta dersleri, istihbarat ve istihbarat yönetimi, istihbarat modernizasyonu, mayın temizleme, sabotaj pusu sorgulama teknikleri eğitimleri, psikolojik harp ve eğitimleri, askeri personel sağlık hizmetleri, uydu radar füze gibi son teknoloji cihazların üretim faaliyetlerinin yönetilmesi ve yönlendirilmesi eğitimleri, diplomasi gibi pek çok alanda hizmet verebilmektedirler. ÖAŞ'ler ile alakalı sınıflandırmalar olmakla beraber bu alanda çalışmalarıyla ünlü Peter Singer bu şirketleri; 

Harp hizmeti veren ÖAŞ'ler
Askeri Danışmanlık şirketleri

Askeri destek şirketleri olarak tasnif eder. Tabi bu sıralamada ilk dikkat çeken Özel Güvenliğin dahil edilmemesidir. Zira bazı tasniflerde Özel Güvenlikte yer alabilir. Eğitimleri, görev sahaları ve görev içerikleriyle birlikte Özel Güvenliğin, ÖAŞ kapsamında değerlendirilmesi bizce de uygun değildir. Güvenlik firmaları genelde yerel mahiyetteyken silahlı olanları eğitimleri itibariyle şahıs ve bina korumasından mütevellittir. ÖAŞ'lerde koruma hizmeti verdiğinden Devletler genelde Özel Güvenlik firmalarıyla çalışmazlar. 

Tabi bütün bunların yanında ÖAŞ'lerin dezavantajlarıda mevcuttur. 

1) Sanılanın aksine dış kaynak kullanımı olan ÖAŞ'ler, maliyeti düşük değil bilhakis oldukça yüksektir. Irak'ta görev yapan bir ÖAŞ mensubunun maliyeti aylık en az 15.000 dolardır. Bu rakam aylık 45.000 dolara kadar çıkabilmektedir. 

2) ÖAŞ'lerin hukuki tanımlarının belirsiz olması pek çok gayrı meşru hadiseyi de beraberinde getirmiştir. 

3) ÖAŞ'ler neticede kâr odaklı müesseseler olduğundan kendilerini mevcut potansiyellerinden büyük lanse ederek müşterilerinin tercihlerini yanıltabilirler. 

4) Kaostan beslenen bu şirketlerin yegane unsuru düzensiz, istikrarsız, düşük yoğunluklu harbin yaşandığı coğrafyalardır. Bu sebeble küresel sermayenin isteği her daim kaotik ortamların yaratılmasıdır. Bu durum da küresel barış tezinin en sert muhalifidir. 

5) ÖAŞ'lerin işlevsel belirsizliği başka bir dezavantajdır. Bir hükümet ÖAŞ ile anlaşırken, hükümetin tehdid olarak tanımladığı paramiliter gruplarda ÖAŞ'leri kiralayanilir. Bu durumda ÖAŞ'ler personeli birbirleri ile mi çarpışacaktır? 


ÖAŞler çağımızın mühim realitesidir. Neoliberal politikaların hakimiyetini arttırması ve liberal anayasalı devletlerin kamuoyu baskısından çekinmeleri ÖAŞ'lere duyulacak ihtiyacı ilerleyen yıllarda daha da artıracaktır. 
Pekiyi, ÖAŞ'lerin Türkiye'de ki vaziyeti ne durumdadır? 

Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi'nin hayata geçirdiği SADAT, ilk özel savunma ve askeri danışmanlık şirketidir. Asker ve polislere eğitim hizmeti veren şirket dünyadaki muadilleri ile karşılaştırıldığında daha çok yol kat etmesi gerekmektedir. Zaten Türkiye bu tip oluşumlara henüz hazır değildir. ÖAŞ'ler herşeyden evvel işsiz gençlerin umudu eğreti bir yapı olamaz. 

Bünyesinde görev yapacaklar eski asker, polis ve koruma memurlarından seçilmelidir. 

Türkiye bünyesinde yaratılacak bu şirketlerin Batılı rakiplerine paralel imkanlar sunulması sağlanmalıdır. Türkiye'de faaliyete geçecek bu şirketler ekseriyetle Asya ve Ortadoğu coğrafyasında faaliyet gösterecektir. ÖAŞ'lerin varlığı aynı zamanda güvenlik toplumunun doğmasına sebebiyet verecektir. ÖAŞ'lerin kurulmasıyla personel fazlalığından şişen güvenlik bürokrasisi kadrolarındaki kişiler istediklerinde tercihlerini şirketlerden yana kullanabilecekler ilk başta makul olabilecek bu gelişme sonralarında kamu güvenlik kadroları ile Özel şirket kadrolarının birbirlerini çekememe, sürtüşme, teknik ve fiziki takip gibi uygulamalara sebebiyet verebilecek tehlikeli vaziyetlere yol açabilir. Bu sebeble fikren ve sosyal zemin olarak Ülkemizde belki on belki de on beş yıl kadar süreyle ÖAŞ'lerin faaliyetlerini görebileceğimiz olasılığı çokta mümkün görülmemektedir. 


http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2015/05/private-military-company-ozel-askeri.html

..