26 Şubat 2021 Cuma

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN KÜRT SORUNUNDAKİ KAMU DİPLOMASİSİ BÖLÜM 3

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN KÜRT SORUNUNDAKİ KAMU DİPLOMASİSİ BÖLÜM 3


Avrupa Birliği, Kürt Sorunu, Avrupa Parlamentosu, Kamu Diplomasisi, Stratejik İletişim, Yumuşak Güç, Kara Propaganda, TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI, Yrd. Doç. Dr. Emel POYRAZ, Uluslararası, Hakemli,Sosyal Bilimler, Türk Dünyası, Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Turan YAZGAN,Yrd. Doç. Dr. Emel POYRAZ,


Nitekim, İngiltere başbakanı Lloyd George 1919’da şunları söylemişti: 
“Türkler ulus olmak bir yana bir sürüdür. Devlet kurmalarının ihtimali bile yoktur... Yağmacı bir topluluk olan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır... Türkler, yüzyıllarca Avrupa’da kalmışlar ve Avrupa’nın başına daima dert açmışlardır. 
Hiçbir zaman Avrupalı olamamışlar, Avrupa uygarlığını benimsememişlerdir.” 22 
19 Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye danışmanı, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği Alman Doğu Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach, daha önce Almanya’nın Paris’teki büyükelçiliğinde askeri ataşe olarak görev yapmıştı. 1971-1975 yıllarında “Ortadoğu Masası” şefi olduğu Ebenhausen Vakfı’nın Alman dış istihbarat örgütü BND’ye yakınlığı da bilinmektedir. 

Bugün Avrupa’da sözü dinlenen ve televizyon programlarına katılarak fikri sorulan bir Türkiye uzmanıdır. Bkz: Taner Bacinoğlu, “Türkiye’de Alman Vakıflarının Marifetleri”, Cumhuriyet, 06.07.1999. 
Fransız başbakanı Clemenceau’da aynı tarihlerde Türklerin yönetimde kabiliyetsiz bir millet olduğunu söylüyor; “Hıristiyanları asıp kesmiş, hâkim olduğu hiçbir yerde medeniyetin yeşermesine izin vermemiş bir ırktır” diyordu.23 Bu tarz düşünce ve zihniyetin bugün modern Avrupa’da hala devam ediyor olması düşündürücü ve ibret vericidir. Çünkü Türkiye’ye ağırlıklı olarak bu tarz algılamalarla bakan ve esasında Türklerin tarihi kimliğinden korkan AB ülkeleri için Türkiye aralarına hiçbir zaman al(a)mayacakları bir yabancı unsur ve güçlenmesi halinde de bir tehdit merkezidir. 

Burada üzerinde durulması gereken temel husus; senaryodaki nihai amacın, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel ilkelerin öne sürülerek süreç içerisinde egemenliğin Kürtlerle daha doğrusu PKK ile paylaşılmasının hedefleniyor olması şüphesidir. Bu noktada; bugün Türkiye başlıca sorun ithal eden bir ülke konumundadır ve sorunların çözümü de dışarıdan dayatılmakta dır.24 
Aslında Kürt Sorunu demek başlı başına bir sorun iken Türkiye’ye dışarıdan dayatılan ve içeride de uzantıları olan ABD ve AB destekli fonlarla da eş zamanlı işleyen, Kürt Sorunu, Ermeni Meselesi ve Ekümeniklik gibi temel saç ayakları olan süreçlerle yıpratılmaya çalışılıyor olmasıdır. 

Yani bu konu da; batılıların tarihi bir alışkanlığı olan önce bir sorun yaratmak, arkasından taviz alarak çözdürmeye çalışmak stratejisinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. 

Kürt-Ermeni-Rum İşbirliği 

Tarihsel süreç içinde Türkiye, özellikle terör olaylarının sistematik olarak başlatıldığı 1984 yılından itibaren demokrasi ve insan hakları bağlamında da, uluslararası platformlarda haklı haksız ağır eleştirilere uğramış ve uluslararası ilişkileri olumsuz bir şekilde etkilenmişti.25 Diğer taraftan, Kürtçü gruplar ile Türkiye karşıtı Ermeni gruplar arasındaki işbirliği de 1980’lerin başında kuvvetlenmiş ve takip eden yıllarda gelişerek devam etmişti. Lübnan ve Batı başkentlerinde yapılan ortak toplantılar, ortak hareket tarzını şekillendirmişti. PKK terörü yükselirken Ermeni terörünün ‘uyku dönemi’ne girmesi de bu bağlamda tesadüf değildir.26 Nitekim, ASALA ve PKK temsilcileri 8 Nisan 1980 günü, Lübnan’ın Sayda (Sidon) kentinde, Filistin Kurtuluş Örgütü liderlerinden George Habbaş’a bağlı silahlı gerillaların koruması altında bir araya gelerek Türkiye’ye karşı Ortak Eylem Deklarasyonu yayımladılar27 ve bu doğrultuda hareket ettiler. 
Esasında stratejik açıdan, ASALA ile PKK arasında Marksist-Leninist yapıları, aynı gerekçelerle, aynı amacı paylaşıyor olmaları ve eş söylemler kullanmalarına ilaveten pek çok örtüşen yönleri de bulunmaktadır. Her iki örgüt de aynı yılda ve aynı yerde (1975, Lübnan) kurulmuş, kuruluş yılları ve sonraki aşamalarda aynı ülkelerde üslenmiş (Lübnan, Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Suriye, Fransa) ve aynı ülkelerin örtülü ya da açık desteğini almışlardı. Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat’ın güdümündeki El Saika gerillaları, Abu Nidal ve George Habbaş üzerinden ASALA’ya aktarılan eğitim, istihbarat ve lojistik desteklerle barınma olanakları, ASALA’nın misyonunu yerine getirerek sahneden çekilmesi üzerine 
Suriye tarafından PKK’ya aktarılmış, bölücü örgütün lideri Öcalan, Şam’da güvence ve koruma altına alınmıştı. Öcalan ve PKK’nın, Lübnan’da Bekaa Vadisi’nde üslendiği yerler daha önce ASALA militanlarının eğitimlerinde kullanılan kamplardı. Bekaa Vadisi’ndeki ASALA kampları, PKK’nın sözde akademilerine dönüşürken, Suriye’de Hamuriah ve Kamışlı kampları da ASALA’dan sonra PKK’ya devredilmiş, Kıbrıs Rum Kesimi’nde Lisarides, Kipriyanu ve son olarak Papadopulas’un koruması altında Trodos Dağlarında eğitimlerini rahatlıkla sürdüren ASALA’nın yerini PKK almış ve nihayet Yunanistan’daki Larissa Kampı, PKK teröristlerinin Avrupa’ya sıçrama tahtası olarak kullanılmıştı.28 
Aralarındaki Türkiye karşıtı bu organik işbirliği, yardımlaşma ve dayanışmanın sayısız örnekleri mevcuttur. 
1990’lı yıllarda ise bu işbirliği ağırlıklı olarak kamuoyunu ve karar mekanizmalarını etkilemeye yönelik olarak çalışacaktır. Ortaklaşa düzenlenen protesto gösterileri, Avrupalı parlamenterlere gönderilen Türkiye karşıtı mektuplar ve diğer lobi faaliyetlerinde Rum-Ermeni-Kürt troykası ekseninde Türkiye karşıtı bloklaşma güçlenmiştir. 
Bu noktada, 1990’ların sonunda ayrılıkçı Kürtçü gruplar ile Türkiye karşıtı Ermeni gruplar arasındaki işbirliğinin en açık dışa vurumu, 1999 yılı yazında Londra’da düzenlenen Kürt ve Ermeni Soykırımı Konferansı olmuştur. Seminer Londra merkezli iki Kürtçü dernek olan Kürdistan’da Barış Kampanyası (Peace in Kurdistan Campaign), Birleşik Kürt Komitesi (United Kurdish Committee) ile British Committee for the Recognition of the Ar-menian Genocide (Ermeni Soykırımının Tanınması İçin İngiliz Komitesi) tarafından finanse edilmiş ve ortaklaşa olarak düzenlenmişti. Seminerin temel amacı, Osmanlı döneminde Ermeniler üzerinde etkisini gösteren sözde ‘soykırım’ politikalarının Cumhuriyet döneminde de devam ettiği ve bunun en son kurbanlarının Kürtler olduğu yönündeki iddialarıdır. 

Seminerde, sözde Ermeni soykırımını, Amerikan Michigan Üniversitesi’nden bir Ermeni akademisyen Ara Sarafian anlatmış, Cumhuriyet döneminde Osmanlı’nın sözde baskıcı, katliam yapıcı politikalarının Kemalist rejim tarafından Kürtlere karşı devam ettirildiği iddia edilmişti. Bunu savunan kişi Bedford’da bulunan bir İngiliz üniversitesi olan De Montford Üniversitesi’nden Desmond Fernandes’ti. Fernandes konuşmasında; ısrarla ‘Türkiye’de Kürt soykırımı’ (The Kurdish Genocide in Turkey) kavramını kullanıyordu.29 

Seminerin daha sonra yazılı hale getirilmiş metinlerinde bu kavramın semineri düzenleyenler tarafından daha sıklıkla kullanıldığı, altı çizilerek vurgulandığı ve bu seminerin bir kampanyanın parçası olarak düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Seminerin katılımcı konumundaki diğer konuklarından ERNK’nın Avrupa Sözcüsü Mizgin Şen, seminer yöneticileri tarafından ‘Kürt Özgürlük Savaşçılarının Avrupa Temsilcisi’ olarak takdim edilmişti. 
Ayrıca, burada Türkiye karşıtı davaları alması ile tanınan İngiliz avukat Gareth Peirce ve diğer Kürtçü ve Türkiye karşıtı grupların temsilcilerinin olması da oldukça dikkat çekicidir. Aslında kamu diplomasisi yöntemlerinin kullanıldığı bu tür girişimlerdeki amacın bir boyutu da; Türkiye karşıtı Ermeni lobisinin iddialarında kendilerinin yalnız olmadığı, diğer halkları katletmenin Türklerin eski ve değişmez bir geleneği olduğunu kanıtlamaya çalışmalarıdır. 

Diğer bir deyişle, sözde Ermeni soykırımı iddialarına, bir de sözde Kürt soykırımı iddiasını ekleyip bu konuda uluslararası kamuoyunda propaganda yapma ve destek bulma gayreti içinde oldukları görülmektedir.30 

Parlamento Kararları Günümüzde Yaşananları Talep Ediyordu AB üyesi ülkelerde yürütülen bu tür faaliyetlerin yanı sıra Türkiye’nin üyesi olmaya çalıştığı AB’nin Parlamentosu ise, insan hakları ve demokrasi konusunu adeta Güneydoğu sorunu ile sınırlandırarak ısrarla Kürt vatandaşlarını, azınlık görmeye ve göstermeye çalışmaktadır. Tümüyle siyasi bir organ olan AP’nin herhangi bir ülkenin insan hakları alanındaki düzenleme ve uygulamalarına ilişkin değerlendirmelerinin hukuki değerinin olmadığı ve sübjektif nitelik taşıdığı iddia edilebilir. 

Ancak bağlayıcılığı olsun olmasın AP, hazırladığı raporlar, düzenlediği toplantılar, oturumlar ve aldığı kararlarla, Türkiye’yi devamlı suretle uluslararası platformlar da sabıkalı göstermeye çalışmakta, Kürtçülerin propagandalarını yapmakta ve diğer kurumları da benzer kararlar almaya zorlamaktadır. 

Burada sadece birkaçına değinilen kararlarda da görüleceği üzere PKK’nın ve onun siyasi uzantılarının AB’nin parlamentosu tarafından nasıl en üst düzeyde ve yasal kılıflarla koruma altına alındığı, binlerce insanın ölümünden sorumlu bir terör örgütünün taleplerinin, siyasi ve sosyal haklar olarak kabul gördüğü ve Türkiye’ye karşı dayatıldığı ele alınacaktır. Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı, millî kimliğini, bütünlük ve beraberliğini tehdit eden yaklaşımıyla31 aşağıdaki bazı kararlar konumuz açısından dikkat çekici ve günümüzde yaşananlar açısından anlamlıdır. 
AP’nin “Türk Hükümetine, PKK’ya ve diğer Kürt örgütlerine, Kürt konusuna şiddete dayanmayan ve siyasi bir çözüm bulmaları için ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri için çağrıda bulunur; PKK’ya şiddetten kaçınması çağrısını yapar; Türk Hükümetine ve Büyük Millet Meclisine, Güneydoğusundaki sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve Kürt kökenli vatandaşlarının, Türkiye’nin toprak bütünlüğünün garanti edildiği, buna saygı gösterildiği güvencesiyle, kendi kültürel kimliklerini açıklamalarına izin verecek yol ve araçları düşünmesi çağrısını yapar” (13.12.1995).32 
Bu karardan sonra devam eden yıllarda alınan kararlarda kullanılan dilin ve isteklerin aşamalı olarak sertleştiği görülecektir. Daha sonraki yıllarda AP’nin bu husustaki bazı kararları kronolojik olarak şöyle sıralanabilir: 
Avrupa Parlamentosu, “Türk vatandaşlarının Türkiye içinde bir tür kültürel özerklik için barışçıl yollardan çaba gösterme haklarını tanır... PKK Başkanı tarafından tek taraflı olarak ateşkes ilan edilmesini memnuniyetle karşılar ve bunu 13 Aralık 1995 tarihli çağrısına ilk olumlu adım olarak değerlendirir; Türk Hükümetinin bu davranışı soruna barışçıl bir çözüm bulma doğrultusunda olumlu bir katkı olarak göreceğini umut ettiğini açıklar ve Türkiye’de tüm ilgililere, bu fırsattan yararlanarak Güneydoğu bölgesindeki sorunların şiddete dayanmayan ve siyasal bir çözüm bulma amacıyla ulusal düzeyde bir diyalogu başlatmanın yol ve araçlarını düşünmeleri için çağrıda bulunur” (18.01.1996).33 

Avrupa Parlamentosu bir başka kararında, 

“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türkiye’nin Doğusunda son zamanlarda gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan ve PKK tarafından 15 Aralık 1995 tarihinde ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen, barışçıl bir çözüm sağlama çabalarını reddetmesinden büyük kaygı duymakta-dır... ...çıkmazı aşmak ve sorunun barışçıl biçimde siyasi bir çözüme doğru gidebilmesi için, ülkenin güneydoğusundaki askeri operasyon ları durdurması ve tüm Kürt örgütlerle görüşmelere başlaması için Türk Hükümeti ne çağrıda bulunur... Yeni hükümetten, düşüncelerini özgürce açıklama ve insan hakları ihlalleri ile çelişen yasalara göre suç işledikleri için hüküm giymiş olan mahkûmların serbest bırakılmalarını sağlayacak biçimde düzenlenmiş bir genel af ilan etmesini ve halen yargılanmakta olanlar aleyhindeki davaların sona erdirilmesi talebini ve özellikle Bayan Leyla Zana ile DEP’in diğer üç üyesinin derhal serbest bırakılması çağrısını yineler... Türk yetkililerinden, Türkiye’deki tüm Kürtlerin haklarını tanımalarını ve yerleri değiştirilen tüm Kürtlerin evlerine dönmelerinin kolaylaştırılmasını ister” (20.06.1996).34 

Avrupa Parlamentosu, 

“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türkiye’nin doğusunda kısa bir süre önce sürdürdüğü askeri operasyonlardan ve Kürdistan’daki anlaşmazlığa barışçıl bir çözüm bulma yollarını aramayı reddetmesinden büyük kaygı duymaktadır... Türkiye’nin kuzey Irak’ta bir güvenlik bölgesi yaratma niyetini mümkün olan en sert terimlerle reddeder ve bu girişimi ciddi bir uluslararası hukuk ihlali olarak değerlendirir ve Türkiye’yi bu plandan vazgeçmeye ikna etmesi için AB Konseyi’ne çağrıda bulunur” (19.09.1996).35 

Avrupa Parlamentosu, 

“Kuzey Irak’ın işgalini lanetler ve PKK terörizmiyle baş etme ihtiyacının uluslararası sınırların ihlal edilmesini haklı kılmadığını düşünür... Güneydoğu’daki çelişkinin çözümünün yalnızca siyasal olarak sağlanabileceği görüşünü yeniden vurgular ve Kürt kimliğinin yasal olarak tanınmasını sağlamayı amaçlayan önerileri ve taraflar arasında diyalogu ve görüşmeleri teşvik edecek ulusal ve uluslararası 
girişimleri destekler; ateşkese duyulan ihtiyaca işaret eder ve Türk yetkililerinin, Kürt sorununa görüşmeler yoluyla sağlanacak barışçıl bir çözüm aramaları için çağrıda bulunur” (17.09.1998).36 

Avrupa Parlamentosu, 

“(1) Bay Öcalan’a verilen cezayı lanetler ve ölüm cezasının kullanılmasına kesin muhalefetini tekrarlar;...(8) 
Türkiye’ye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Bay Öcalan hakkında verilen karar konusunda alacağı herhangi bir karara uyması çağrısında bulunur; (9) 
Bay Öcalan’ın idam edilmesinin Avrupa’da güvenlik ve istikrar açısından önemli etkilerinin olacağına ve Türkiye’nin AB’ne bütünleşme sürecine zarar vereceğine inanır; (10) Kürt halkının siyasal, sosyal ve kültürel haklarını tanıyan bir çözüm bularak Türkiye’deki anlaşmazlığın nedenlerine çözüm bulması konusunda Türk Hükümeti’ne çağrıda bulunur ve bu bağlamda gerekli demokratik reformların 
uygulanması gerektiği görüşünü benimser;...(12) Konsey’e ve üye devletlere, Türkiye’de Kürt sorununa siyasi bir çözümün uygulanabilmesinde yardımcı olmak için gerekli tüm önlemleri almaları çağrısını yineler” (22.7.1999).37 

Avrupa Parlamentosu, 

“(9) Türkiye’deki Kürt sorununa bir çözüm bulma konusunda Türk Hükümeti’nin çabalarının Türkiye’de demokrasi, insan hakları ve azınlık hakları için önemli sonuçları olacağına ve Türkiye’yi Kopenhag kriterlerini yerine getirmeye önemli ölçüde yakınlaştıracağına inanmaktadır ve Kürt toplumuna da davasını barışçıl araçlarla sürdürmesi çağrısını yapar. (10) Bu çerçevede Türk yetkililerine bir kez 
daha Bay Öcalan hakkında verilen ölüm cezasını yerine getirmeme çağrısını yapar ve ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden idam cezaları konusunda mevcut fiili uygulamayı yapmama durumunu Türkiye’de ölüm cezasının resmen kaldırılmasına dönüştürülmesini ister” (6.10.1999). 38 

Avrupa Parlamentosu Genişleme Grubu tarafından 2000 yılı başlarında hazırlanan 
“Türkiye ve Avrupa ile İlişkiler” raporunda şöyle denilmektedir: 
“1998 yılının başında Kürt sığınmacıların bazı AB ülkelerine gelmesi sonrasında, AB Kurumları Türk Hükümetinden Kürt halkına uyguladığı baskılara siyasi bir çözüm bulmasını istedi; Türkiye’den, Kuzey Irak’taki askeri operasyonlarını durdurması istendi. Avrupa Parlamentosu, 15 Ocak 1998 tarihli kararıyla, bu sorunun çözümü için uluslararası düzeyde girişimde bulunması için Avrupa Birliği’ne çağrıda bulundu ve Konsey’e ve üye devletlere de Kürtlere karşı insan hakları ihlalleri sorununu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nda gündeme getirmeleri çağrısını yaptı” (10.02.2000).39 

Bu kararda da görüldüğü gibi Avrupa Parlamentosu, adeta siyasi itici bir güç gibi AB’nin diğer organlarını harekete geçirmek için Konseye ve üye devletlere Kürtlere karşı insan hakları ihlalleri olduğunu iddia etmekte ve bu sorunun başta BM İnsan Hakları Komisyonu’nda gündeme getirme çağrısını yapmaktadır. Böylece olaya uluslararası siyasi boyut kazandırma çabası içindedir. Hâlbuki azınlıklar konusunda bugüne kadar en kapsamlı çalışmaları yaptıran Birleşmiş Milletlere göre, ülkelerin toprak bütünlüğü ve egemenlikleri esas alınmalıdır. Gerek insan hakları, gerekse de azınlıklar konuları bu temel üzerine inşa edilmelidir. Kaldı ki, AGİK Helsinki Sonuç Belgesi’ndeki “Kimlerin azınlık sayılacağına, belgeyi imzalayan devletin kendisi karar verecektir” ilkesi ve egemen devletlerin ülke bütünlüğünü açıkça güvence altına alan yasalar varken; değil sanal azınlıkları yaratılması, millî azınlıklara dahi ülkenin bir bölümünde bağımsız bir devlet kurma hakkı tanınması, egemen devletlerin toprak bütünlüğüne saygı ilkesiyle bağdaşmamaktadır.40 Yani, başta AP olmak üzere insan hakları ve azınlıklar bağlamında AB’nin Türkiye’ye yönelik tutumu ve aldığı kararlar BM’nin temel ilkesi ile de çelişki içindedir. 
Bir başka AP kararında sözde Kürt sorununun demokrasi ve insan hakları bağlamında Kopenhag Kriterleri’yle ilişkilendirilerek bu zemine kaydırıldığı görülmektedir: “Türkiye’nin AB’ne üyeliği görüşüyle bir plan doğrultusunda Kopenhag kriterlerini yerine getirecekse, Kürt sorununun çözüme kavuşturulması  nın hayati önemde olduğunu vurgular” (10.02.2000).41 

Artık teröristleri koruyup kollamaya kadar uzanan tutumuyla42 terör örgütü PKK üyelerinin de katılımıyla Avrupa Parlamentosu çatısı altında düzenlenen toplantıların birinde, yine sözde Kürt sorunu ele alınarak propagandası yapıldı. PKK adına Avrupa sözcüsü Cevdet Ahmet’in, hami rolünde Madam Mitterand ve Yeşiller Milletvekili Ozan Ceyhun’unda katıldığı, AP içinde temsil edilen hemen her gruptan bir temsilcinin bulunduğu toplantıda AB’den dört istekte bulunuldu: “Abdullah Öcalan’ın tutukluluk şartlarının normalleştirilmesi ve iyileştirilmesi; İdam cezasının kaldırılması için Türkiye’ye baskı yapılması; Kürt sorununun bir an önce siyasi çözüme kavuşturulması; Kürt sorununun Türkiye’nin AB’ye katılımı açısından ön koşul olarak gösterilmesi.”43 

Nitekim bu isteklerin tümü bir şekilde işleyen kamu diplomasisi mekanizmaları sonucunda Türkiye tarafından karşılanmaya çalıştırılmaktadır. 
Yine bir başka AP kararında, sanki Türkiye’nin sınırları dışında yaşayan yabancı bir yermiş gibi, resmen ayrımcılık yapılarak şu ilginç ve düşündürücü karar alınmıştır: “Türk yetkililerine, Kürt toplumunun siyasi temsilcileriyle, özellikle de ülkenin Güneydoğusundaki kentlerin belediye başkanlarıyla, diyaloga girmeleri çağrısında bulunur” (15.10.2000).44 
Bu gelişmelere bağlı olarak, AP Parlamenterlerinden Matti Wuori tarafından kaleme alınan ve Genel Kurul tarafından kabul edilen “Dünyada İnsan Hakları 2000 Raporu ve buna bağlı Tavsiye Kararı”nda Türkiye’nin AB üyelik kriterlerini yerine getirilebilmesi için ülkenin güneydoğusunda yaşayan Kürt toplumunu ve azınlıkların siyasi sorunlarına çözüm bulması gerektiği belirtilmiştir.45 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder