6 Ocak 2015 Salı

.. Elde var sıfır.




.. ELDE VAR SIFIR..,







Yekta Güngör Özden
Yekta Güngör Özden


Başbakan olmadan önce de ABD’ne gidip gelen Recep Tayyip Erdoğan her seferinde görüşmelerin olumlu geçtiğini, başarıyla döndüğünü ileri sürer, şakşakçılarının yazıları ve konuşmalarıyla okşandıkça kendisini gerçek bir devlet adamı sayarak şişinirdi. 5 Kasım 2007 görüşmeleri de böyle olmuştur. Anamuhalefetle yavrumuhalefetin eleştirilerinin ortasında bir çizgide bulunulduğu anlaşılmaktadır. Yanında iki Bakan ile Genelkurmay İkinci Başkanı’nın bulunmasından başka hiçbir değişiklik olmayan Bush’la yaptığı görüşmenin “Tarihî” olarak nitelendirilmesi, devlet medyası durumuna gelen kanal ve basının zorlama bir nitelendirmesidir.
İleri görüşlü bir yönetim, teröre karşı tüm önlemleri alır, operasyon için TBMM kararını çıkartır ve hemen gereğini yapardı. O zaman ABD’nden ya da başka yerlerden olur almaya da gerek kalmazdı. Meclis kararı öncesi yürütülen diplomatik çabalar olumsuzsa karar alıp yerine getirememektense karar almama yolu yeğlenir, temaslar olumlu sonuçlanırsa karar alınıp hemen yerine getirilerek TBMM’nin ve Devletin saygınlığı korunurdu. Şimdi TBMM kararının yerine getirilmesi Bush’un iki dudağının arasına bırakıldı. Bu durum, bir anlamda TBMM kararının Bush’un onayına bağlı tutulması demektir.
Elbet operasyon çocuk oyunu değildir. Yapılmasının yararı-zararı çok iyi düşünülecektir. Koşullar, zaman, dış destek vd. Ancak yapılamayacak şeyi hiç söylememek gerekir. RTE’ın Bush’la görüşmesinden sonra mutlu olduğunu söyleyip Ulusal Basın Kulubü’nde operasyon aşamasında olunduğunu açıklaması hiçbiriyle uyuşmamaktadır. Çünkü Bush, operasyondan hep uzak durmuştur. Üçlü mekanizma, operasyonun buzdolabına konulmasıdır. Ayrıca “Güneydoğu’da operasyonların hızla sürdüğü” açıklaması sonuçlarına ilişkin doyurucu ve mutluluk verici bilgileri gerekli kılmaktadır. Ülkemiz içinden sürdürülen saldırılar (6 Kasım Tunceli olayı) yuvalanmayı, “gece silâhlı, gündüz külahlı” deyişini doğrulayan hainliği, amacın demokrasi, eşitlik vs. olmayıp toprak almak, ayrı devlet kurmak olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bush-Erdoğan zirvesinden çok önemli kararlar çıktığını söyleyerek halkı aldatmanın hiçbir anlamı yoktur. “Stratejik ortak” sakızının hiçbir yararı görülmemiştir. İstihbarat katkısı, PKK kamplarının üzerinde ABD keşif uçaklarının dolaşması, PKK bürolarının kapatılması, göstermelik “Dostlar alışverişte görsün” türü davranışlardır. ABD, Irak’taki varlığının güvencesi saydığı kürt gruplarla Türkiye’ye karşı koz olarak koruyup desteklediği PKK’dan vazgeçmemektedir. BOP açılımını bu kollarla yürütmeyi düşünmektedir. “Ortak mücadele” lâfta kalmaktadır.

Sekiz askerin geri dönüşü elbet mutluluk vericidir. Ancak, PKK’nın götürmesi ya da kimilerinin danışıklı dövüş biçiminde gitmesi ve özellikle dönüş biçimleri üzücüdür. PKK’yla ilişki, Apo resmi asılı sehpada tutanak imzalanması, DTP’li üç milletvekiliyle ABD’li ve Irak’lı yetkililerin bulunması düşündürücüdür. Hükûmetin açıklamalarıyla yalanladığı DTP’lilerin “PKK’lı ve yandaşı değiliz, temsilcisi hiç değiliz” açıklaması yapmaları gerekmiyor mu? DTP’li bir milletvekili bayanın eşinin PKK saflarında bulunduğu savı Meclis’teki varlıklarına ilişkin kuşkuları ve eleştirileri doğrulamıyor mu? Önerileri ve konuşmalarıyla anayasal aykırılıkları her kez daha iyi anlaşılan DTP’lileri yeni kürtçü ve ayrılıkçı kuruluşların izleyecek olması da ilginçtir. Türk, Çerkez, Kürt, Laz, Arnavut, Boşnak, Gürcü, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi vs. partisi olamayacağına, resmî dil Türkçe olduğuna, “Çoğunluğun adı adımız, dili dilimiz” ilkesi ve inanç-soy ayrımı gözetmeksizin ulusal yapı öngörüldüğüne göre terörü haklı gösterecek tüm çıkışlar, eylem ve söylemler yanlıştır, sakıncalıdır. İktidarın anlamsız hoşgörüsü, seçim desteği beklentileri karşıtlarımızı şımartmaktadır. Silâhlı Kuvvetlere “Zaptiye” diyenler, orgenerallere ders vermeye kalkışan yedeksubaylık yaptıkları kuşkulu siyaset devşirmeleri toplumsal duyarlılığı yadsıyan ahmaklıklarını açıklamaktadırlar. DTP’nin Silopi Mitingi tam bir PKK şovudur. Türkiye sınırları içinde PKK-Apo övgüsü, aykırı-sakıncalı sloganlar, üç renkli flamalar, devlet ve kolluk güçleri karşıtlığı, milletvekillerinin içtikleri andla bağdaşmayan söylem ve girişimleri yetkili organların tutumunu tartışma konusu yaptırmaktadır.

Yalnız bu kadar mı?

“Özgür, eşitlikçi, demokratik Anayasa” adlı mitingi düzenleyenlerle söylemlerine ve önerilerine bakmak yeter. Haklı sınırötesi operasyonu ne olursa olsun engellemeye yönelik çabalar, lâik Atatürk Cumhuriyeti karşıtlığıyla birleştirilerek sürdürülmektedir. PKK’ya, yandaşlarına, destekçilerine, iç ve dış döneklerle sapkınlara yönelik tek uyarı yoktur. Kışkırtıcı medyada sergilenen karşıtlıklar, kimi emekli komutanların eleştirilere elverişli pişmanlık ve görüşleri, kimi aymazca yazılarda açıklanan “herkese tuzak operasyon” savları, Barzani, Talabani propagandası, onları muhatap alma önerileri birbirlerine eklenmektedir. Kürt sorunu kürtlerin sorunu nedir? “Kürdüm, kürt asıllıyım” demeyi kimse engellemiyor. Devlet yöneticilerinin Türk olduklarını söyleyemedikleri gözetilirse, her Türk yurttaşının öncelikle Türkçe bilmesi için güneydoğuya kürt olmayan öğretmenler gönderilmesi gereğinin savsaklandığı saptanırsa, alt-üst kimlik tartışmalarının gereksizliği ve sakıncaları düşünülürse, ülkede hemen hemen herkesin sorun ya da sorunları olduğu unutulmazsa asıl amacı izleyen “kürt sorunu”nun yapaylığı daha iyi anlaşılır. Ayrı toprak, ayrı ulus, ayrı devlet, ayrı anayasa ya da Anayasa’da ayrıca sayılma önerileri geçersiz ve benimsenmeleri olanaksızdır. Uğraşlar boşunadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Ulusu’nun sonu sayılacak hiçbir öneri ve dayatma yaşama geçirilemez.

Başbakan’ın yargıya sataşması sürmektedir. Hukuk devletinde varlıklarını hukuka bağlı tutması gerekenlerin hukukla kavgası asla bağışlanamaz. Başbakanın Irak olayları nedeniyle medyaya konulan sansürü kaldırıp iktidarın itirazını da geri çeviren Danıştay için söylediklerinin hukukta yeri yoktur. Gerçek bir demokraside böyle davranan kişi yerinde bir dakika bile kalamaz. Ayrıca, Anayasa taslağında Danıştay üyelerinin seçiminin Hükûmete verilmesi ve bu bozulmanın Fransa uygulaması ile örneklenmesi de savunulamaz. Hükûmet, yönetim işlemlerini denetleyecek yönetim mahkemeleriyle bu mahkemelerin kararlarını denetleyen, kimi durumlarda ilk derece yönetim mahkemesi gibi çalışan Danıştay’ın üyelerini Hükûmetin seçmesi-ataması ülkemiz ortam ve koşullarında asla yarar getirmez. Siyasal, kültürel, toplumsal düzeyimizi gözardı ederek yılların uygulamasını kaldırıp Fransa’yı örnek göstermek, yargıya elatmaktan başka bir anlam taşımaz. Tutumuyla aykırılık sergileyen iktidarın niyeti giderek daha iyi açığa çıkmaktadır. Ilımlı islâm devletinde göstermelik yargı, ulema düzeni, fetva-ferman rejimi.
Sıkmabaş devlet protokuluna iyice girdi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan yurtdışı görüşmelerinde de bu yolu izlediler. Ama ülkemizde görünme, gösteri meraklısı, resepsiyon heveslisi ne kadar insan varmış. Cumhurbaşkanı’nın düzenlediği ikinci resepsiyonu sıkmabaşlılarla destekçileri süsledi. Her kesimden insanın katıldığı resepsiyonu sırıtarak el sıkanlar yanında Cumhurbaşkanı’nın eşiyle karşılaşmasında kuyruğa girenler doldurdu. Katılmayarak, kınayarak, bozulan devlet görünümünü, istenmeyen modernliği savunarak ilkeleri, kişiliği üstün tutan kaç kişi çıktı bilinmez. Adından söz ettirmek, medyada görünmek, köşke çıkmayı özellik saymak bu kadar önemli mi? Sanatın soyluluğuna ters sanatçı akımı da üzücü.

Ölümler ve tepkiler

Ölenlerin ışıklar içinde ve Tanrı’nın engin rahmetinde yatmalarını dilemek, ölenleri iyilikle ve iyilikleriyle anmak güzel geleneklerimizdendir. Ancak, ölenlerin efsaneleştiğini söylemek abartısı içtenlikten uzak yanlış kanılardır ve gelecek kuşaklara örnek olacak yanları yerine kişisel bağları öne çıkaran bir yaklaşımdır. Bunu avukatlığını da yaptığım, iki yıl aynı kurulda çalıştığım Ecevit’in ölümünde yaşadığımız gibi hem Rektörlük Hukuk Danışmanlığımda hem de avukatlığında yakından tanıdığım Erdal İnönü’nün ölümünde izledim. Akılcı ve gerçekçi tutumla bağdaşmayan, çoğu duygusallık ve özellikle pişmanlık ürünü görüşler. Yanlışları ve doğruları ile vermek varken amaçlı karalamalar, abartılı övgüler aramızdan ayrılanlara da saygısızlıktır, topluma da. Unutulmamalıdır ki ölüler biz andıkça yaşar. Yaşatmak için gerçekçi ve yansız olmak gerekir.

Çankaya Köşkü’nün dinsel çizgiler, renkler ve görünümler kazanması çalışmalarına bütçe desteği ve olanağı getiriliyor. Kimi kurumlarda, asker-sivil kimi birimlerde, özellikle dıştemsilciliklerde bilinen yenileme, süsleme, gelenlere göre döşeme uygulaması nice gereksiz gidere neden olmaktadır. Bu tutumun Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne uzaması iyi olmamıştır.
Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sıkmabaşlıların yarattığı görünüm bozukluğu ve kimi burukluklarla geçti. Atatürk’ümüzün aramızdan ayrılışının 69. yılında sözde ve yapay Atatürkçülerin biçimsel anışları, döneklik ve sapkınlıklar dışında kimi yararlı etkinlikler düzenlendi. Özlemimiz her gün artmaktadır. Saltanatın kaldırılmasının 85. yıldönümü 1 Kasım’dı. Ankara Ü. Hukuk Fakültesi’nin açılışının 82. yıldönümü de 5 Kasım. Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu düzeyli ve anlamlı bir konuşma yaptı.

Önemli yineleme ;

Büyük Atatürk’ün “En büyük övünç kaynağım Türk olmaktır” sözü benim tüm duygu ve düşüncelerimi özetleyerek yansıtmaktadır. Türk olmakla onurlu, gururlu ve kıvançlıyım. Başka bir soy-boy savım yoktur. Nerden gelmiş olursak olalım, büyüklerimle bir bağa dayanarak değil, ulus bağına dayanarak yalnızca Türk olduğumu yineliyorum. Alt-üst kimlik tartışmalarına, soy kökeki tutkusuna karşıyım. Ne mutlu Türk’üm diyene!


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder