6 Ocak 2015 Salı

GAF




GAF


Yekta Güngör Özden

Yekta Güngör Özden

Bilgi çağı, uzay çağı nitelemeleriyle aydınlanmanın ufkunu aşma çabaları televizyonların çamaşır makinalarında kirlileri yıkarcasına yaygınlaşan dedikodu izlenceleri, büyü (sihir), fal tartışmaları, metafizik savıyla kimi saçmalıklara bilimsellik kazandırma girişimleriyle sürerken nasıl çağdaş olunabilir? Feodal yapı, ağalık, reislik, şeyhlik sürerken, aşiret çatısı altında buyrukla oy kullanılırken, siyasal partiler inanç sömürüsüyle yol almaya çalışırken teknolojinin aşamalarına nasıl kavuşulabilir? Gençlik ulusal değerleri korumakta yeterli özeni gösteremezken, kadınlar arasında çok evliliğe, dördüncü eş olmaya katlanmayı olağan bulanlar giderek artarken, siyaset, ekonomi, kültür, sanat ve spor alanında gölgeler koyulaşırken karanlıktan nasıl çıkılabilir? Lâik Atatürk cumhuriyeti karşıtları, devşirme yazarlar ve sözde bilim adamları Atatürk’ün Büyük Söylevi’ni hafife alarak değersiz, yanlı, yanlış, gerçekdışı anlatım olduğu savıyla zikzaklar çizerek bilimin onurunu çiğnerken, olumsuzluklar birbirine eklenirken nasıl rahat olunabilir? Yılgınlık, yorulmak, dönmek elbet yok. Umut yürek gücünün tomurcuğudur. Ama her şeyi yolunda sanıp kendi akışına bırakmak aymazlık olur. Tehlikenin ayırdında olarak çalışmak gereği açıktır. İşte 22 Temmuz milletvekili seçimleri, işte 21 Ekim halkoylaması sonuçları, işte sonrası.
Türkiye’nin fotoğrafı
Cumhuriyetin 84. yılında fotoğrafımız böyle mi olmalıydı? Büyük Atatürk’ün İsviçre’den 40 yıl önce seçme-seçilme hakkı sağladığı Türk kadınları Cumhurbaşkanı’nın sıkmabaşlı eşinin elini sırıtarak sıkmalı, sıraya girmekte yarışmalı mı idi? Görünmek bu kadar önemli mi? Davranışlarımızdaki ölçüsüzlükle sakıncaları nasıl geçerli kıldığımızın ayırdında olmalıyız. Türkiye’nin aydınlık-modern yapısının vitrini sayılacak Cumhurbaşkanlığı köşkü artık tutuculuğun ve dinciliğin ortamı durumuna getirildi. Yalnız bu kadar mı? Türk Ulusu’nun en acı gücü olan 10 Kasım’da Türklük düşmanı dinci kralın ayağına gidilerek ulusal onur çiğnendi. ABD korumalı kralın ulusal varlığımızı hiçe sayan sakıncalı tutumuna ortak olundu. İngiltere kraliçesinin, Başbakanının, bir belediye başkanının ayağına giden kral ulusal simgemiz Atatürk’ün anıt-kabrini ziyaret etmekten kaçındı. Yabancı ülkelerde nasıl davranılacağını bilmemesi düşünülemez. Papa’yla görüşen, hıristiyanların ziyaretlerinden kaçınmayan kral, şehitlere çelengi bile esirgedi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan aracılığıyla Türk Ulusu’na saygısızlık eden krala devlet şeref madalyası verilmesi büsbütün gaf olmuştur. 24.1.1983 günlü, 2933 no.lu Madalya ve Nişanlar Yasası’nın 2. maddesinin (a) bendi gereğince Bakanlar Kurulunun önerisiyle Cumhurbaşkanın vereceği şeref madalyası için “Türkiye Cumhuriyetinin bekası, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, toplumun huzuru, birlik ve beraberliği için yurt içinde veya yurt dışında üstün feragat, fedakârlık, başarı ve yararlık göstermek..” koşulu aranır. Suudi Arabistan kralı bunlardan hangisini yapmıştır? Hac kotası yasada belirtilen gereklerden sayılabilir mi, kral bunu bu kez iktidarın ricâsiyle kotarmış mıdır? Olsa olsa sözü edilen yasanın 3. maddesinin (a) bendine göre, o da zorlamayla, devlet nişanı verilebilirdi. Yurt içinde birine verilseydi ulusumuz gerekçesini bilirdi. Yabancıya verilmesinin gerekçesi Türk Ulusu’na açıklanmalıdır.
Arabistan’da kurduğu vehhabilik tarikatını yaymak için Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanarak Hazreti Hüseyin Türbesi’ni yağmalayan, binlerce insanı kılıçtan geçirip Taif Kalesi’ni alan, Hazreti Muhammet dışında din büyüklerinin ve sahabenin mezarlarını yıktıran Abdullah bin Suud ve adamları, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yakalanıp gönderildikleri İstanbul’da 1818’de asılmışlardır. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin kışkırtmasıyla Türklere kötülük yapmışlardır. Türkler 1. Dünya Savaşı sonrasında Arabistan’dan çekilince Vehhabi Emiri Abdülaziz, Mekke, Medine ve Cidde’yi almış, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i Kıbrıs’a sürmüş, yine İngilizlerin yardımıyla 1923’de krallığını kurmuştur. Bilinmesinde yarar var. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’a armağan ettiği kılıcı Faysal, arapları Osmanlı Devleti’ne karşı savaşa kışkırtan İngiliz casusu Lawrence’e vermiştir.
Suudi Arabistan Kralı’na ortak ziyarete ilişkin resmî açıklamalar doyurucu değildir, olamaz da. Hangi nedenle olursa olsun böyle bir otel ziyareti yapılmamalıydı. Kral gezgin tahtında, sağında ve solunda uslu birer öğrenci ya da buyruk bekleyen görevliler gibi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı. İnsanın yüreği kanıyor. Hiçbir gerekçe ve özür bu durumu geçerli kılamaz. Suudi Arabistan bayrağı gölgesinde dincilere selâm amaçlanmışsa daha kötü. Abdullah Gül için kendisinin kutlanması Türkiye Cumhuriyeti’ne saygıdan daha önemli olamaz. Abdullah Gül, yalnız iktidarın Cumhurbaşkanı değildir. Adayı kralı ziyareti cumhurbaşkanı sıfatını taşıdığı sürece böyle yapamaz. Evinde konuk ağırlaması başka şeydir. Bu gafı, bu garabeti örtecek hiçbir neden olamaz. Kral dinci olmasa bunu yapmazlardı. Dincilikle cumhuriyeti bağdaştırmak olanaksızdır. 10 Kasım’ın özellikle seçildiği izlenimini veren olaylar nereden bakılırsa bakılsın sakıncalıdır. Bağışlanamaz bir aykırılıktır. Aralarında din ve siyaset konusunda görüş birliği olmasa, inanç sömürüsünde, dinin siyasallaşmasında, siyasete âlet edilmesinde, din devleti amacında birleşme olmasa böyle bir durum yaşanmaz, yaşatılamazdı.
Dinciler ne yaparsa uygun sayılır, ses çıkarılmaz. Anayasa’ya, yasalara, diplomatik gereklere ve geleneklere aykırı olsa da bir yapay gerekçesi, bir bahanesi açıklanır. Devletin onuru, saygınlığı, ulusun duyarlığı iç önemsenmez. Kimlerin destek verdiğine bakılınca durum daha iyi anlaşılıyor. Dinsel hiçbir zorunluluğu olmayan, islâmın değil siyasal-radikal islâmın simgesi olan sıkmabaşı bayrakla bir tutan şaibeliler yine çığırtkanlığa başladı. Sıkmabaşı, bayraktan, bağımsızlıktan, özgürlükten, ulusal egemenlikten, Türkiye’den önemli sayan sömürücüler ulusal onuru savunamayacak düşüklükleriyle kendi niteliklerini açıklıyorlar.
Cumhurbaşkanı istediği gibi davranamaz. O’nun tercihleri her zaman ve her konuda geçerli olamaz. Kendi özel ilişkileri için devletin saygınlığına gölge düşüremez, ulusal ilkeleri savsaklayamaz, devlet geleneklerini gözardı edemez. Çankaya köşkü özel konutu-evi değildir. Çiftliği hiç değildir. Görevine uygun kullanım için ayrılmıştır. Eşini sıkmabaşıyla resepsiyonlarda görüşmelerde yanına alması, yabancı kralların ayağına gitmesi ve Devlet Şeref Madalyası verilmesi vatana ihanet suçunun tartışılmasını gündeme getirecek davranışlardır. Suudi kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud’a ayrıcalıklı davranılıp devlet uygulamaları dışına çıkıldığı yadsınmaz bir gerçektir. Tören ve resepsiyon giysilerine ilişkin gelenek de yıkıldı. Yalnız sıkmabaşla yetinilmedi. Bu gidişle Yunanistan, Ermenistan cumhurbaşkanları dikkat çeker ama belki öbür arap ülkeleri liderlerine, Bush’a da madalya verilir. Kimbilir, son saldırılar olmasaydı Talabani ve Barzani de düşünülürdü. Yazık. İyi çırak ustasından belli olur. Kaddafi’nin çadırında azar işiten kimin ustasıdır? Hikmetyar’ın dizinin dibine çömelip fotoğraf çektiren kimdir? Alışkanlıklardan ve koşullanmışlıktan kurtulmak sanıldığı kadar kolay değildir.
Kendi kişisel tercihleri sıkmabaşa saygı bekleyenler, Bayrağa, devlete, ulusal ilkelere saygı göstermezler. Beni anlamayanlar, olayların ayırdında olmayıp eleştirenler şimdi özür diliyor, pişmanlıklarını açıklayan yazılar döktürüyorlar. Tehlike artarak sürüyor. Kimi belediyeler cadde, sokak, park adlarını değiştirmiyor mu? Dinci açılım için Millî Eğitim Bakanlığı boş duruyor mu? Diyanet Bütçesi nasıl? Sıkmabaş için Anayasa doğru mu?
Başka neler
Görüyorsunuz ya sayın okuyucular, nelerle sayfalar doluyor, zaman ve emek yitiriliyor. Buruklukla kutlanan cumhuriyetin 84. yılını Atatürk’ün sonsuza göçüşünün 69. yılı etkinlikleri izledi. Çelişkilere, aykırılıklara, sakıncalara değinildi, yapılması gerekenler anlatıldı. Yeterli mi? Asla değil. Törenlere, toplantılara katılan, konuşmalar yapıp iletiler yayımlayanlardan kaçı içtenlikli? Kaçına inanılıyor?
Sekiz askerin yurda dönüşü, yasal işlemler zamansız eleştiri ve açıklamaları getirdi. Yasalara saygı unutuldu.
Türkiye’yi istihbaratla avutup aldığı zamanla PKK’yı kaçırdığı, sakladığı ve koruduğu kuşkularına neden olan ABD ikilemlerini sürdürüyor. Van Başkale’de ikisi korucu, yedi yurttaşı PKK kaçırdı. Gabar’da dört şehit daha verildi. İki askerimiz yıldırım düşmesi sonucu şehit oldu. Trafik kazalarında şehit olanlar da var. Acılarımız artıyor. Her türlü hazırlığını yapıp önlemini alan PKK ve yandaşlarına karşı hâlâ operasyon düşünülüyor, kimi uçuşlarla avunuluyor.
Mardin-Nusaybin’de, Diyarbakır’da (Hak-Par, Kader) mitinglerde Apo’nun posteriyle yürüyüşler yapılıyor, PKK’yı ve Apo’yu övücü sloganlar atılıyor. Bunlar isyan kalkışması değil midir? Kanımca ayaklanma denemeleridir. İçerdekilerin giriştikleri mayın döşeme ve öbür saldırılar içsavaş belirtileridir. Gerçekler inkâr edilmekle yok olmazlar. Tersine daha ağır biçimde kendilerini duyururlar. Dağdan inip Meclis’e girenler, dağdakilerin en yakınları içimizdedir. Gerekli ve yeterli önlemlerin alınması için onlarca yaralı ve ölü mü bekleniyor?
Barış en güzel iklimdir. Ama tek yanlı olmaz. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Irak’la ilgili önerileri iyi düşünülmemiş, dünya ve yurt gerçekleriyle birlikte değerlendirilmemiş kişisel görüşlerdir. Kimlerin desteklediği, kimlerin karşı çıktığı izlenirse gecikmiş çıkışın içeriği ve amacı daha iyi saptanır. Sosyalistler toplantısında Baykal kürt liderlerle birlikte değil mi?
Ankara Forumu için Türkiye’ye gelip TBMM’nde konuşma yapan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın buluşmaları, anlaşmaya çalışmaları, çatışmaları durdurma çabaları ve Türkiye’nin arabuluculuğu olumlu gelişmelerdir. Ancak, Hamas varlığını sürdürüp amacından vazgeçmedikçe, İsrail BOP’daki yerini korudukça barış güçtür. Bölge barışı, dünya barışının temelidir.
Milliyet Gazetesinde Fikret Bilâ’nın önceki komutanlarla konuşmalarını değerlendiren çoğu karşıt yazarı mutlu kılan pişmanlıklar haklı ve haksız yanlarıyla kişilere bağlı görüşler olarak kalacaktır.
Camide Lozan ve lâiklik karşıtı konuşmalara değinen Ege Cansen’in yazıları yaklaşan tehlikeyi doğruluyor. Cumhuriyet süresince lâikliği ve Atatürk’ü tanıtamamanın anlatamamanın sorumlusu hepimiz değil miyiz? Öğrencilere terörü kınama yürüyüşlerine katılmamaları için baskı yapıldığı söyleniyor.

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder