2 Temmuz 2019 Salı

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 9 _ Tek Ulus Andı!

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 9 _ Tek Ulus Andı!



Tek Ulus Andı!
26 NİSAN 2017
Özgen Acar.,


Okullardan “Türk” kavramını içeren “andımızı” kaldırdı. Gerekçesini de Adana’da esip gürleyip “Biz slogan milliyetçisi değiliz. Her sabah çocukları sıraya dizip 
1933’lerden kalma, geri kalmış ülkeleri hatırlatan, soğuk savaş dönemi demirperde ülkelerini çağrıştıran sloganları attırmak değildir…” sözleri ile açıkladı.
Günümüzde ABD okullarına giderseniz sabahları çocukların “Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve o bayrağın simgelediği cumhuriyete bağlı kalacağıma, herkese özgürlük ve adaletle; tanrının gözetiminde, bölünmez, tek ulus için ant içerim…” sözlerini duyarsınız.
Arkadaşa göre demek ki neymiş? ABD “slogan milliyetçisi” imiş! Neymiş? ABD de “geri kalmış ülkelerden…” imiş! Neymiş, bu durumda “ABD de demir perde” 
oluyormuş!
“Türklük andı” yerine okullarda “zorunlu din derslerinde” neler mi öğretiliyor? Bodrum Gündem gazetesinde Serdar Anlağan’ın yazısından bir alıntı yapalım: 
“(…) Daha ilk derste başlıyor çocuklara  anlatmaya ‘cinler ateşten yaratılmıştır, korkmayın size bişey yapmaz’, ‘Azrail iyidir, melekler iyidir, korkmayın size 
bişey yapmaz’, ‘ilk insan Hazreti Âdem’dir, topraktan yaratılmıştır’, ‘evrim teorisi yalandır’ diye. Din öğretmeni ‘aman’ diyor. ‘Sakın ha! Üçgenin içine göz 
çizmeyin, kötü ruhları çağırırsınız!’ diyor. Çocuklar korkuyor, korkudan, ‘cinler var’ diye okulun tuvaletlerine gidemeyen, ‘sesler duyduğunu’ ileri sürenler var.”
Yazar, Türkiye’nin de imza koyduğu “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin 26. maddesinin 3. bendindeki şu temel kuralı anımsatıyor: 
 “Ana-babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikli hak sahibidir.”
“Üçgenin içindeki göz” bize ekteki görseli anımsattı!
‘Update Edilmeli!’
Arkadaş her şeyi o kadar iyi biliyor ki onu tanımlamak sevgili Fikret Otyam’ın deyişiyle “gayrikabilimümkinatsız”!
Yaklaşan seçimde Matruşka paketinde “anadilinde eğitim” diye bir çevreye “havuç” gösteriyor. Ama arkadaşın anadili herhalde İngilizce! Neden mi?
Çarşamba günü İstanbul’da uluslararası bir toplantıda Türkçe yaptığı konuşmada, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nun “update edilmesi lazım!” demez mi? 

Herhalde rahmetli annesinin dili İngilizce idi!

Anadilinin İngilizce olduğunu kanıtlayan ve çeşitli konuşmalarından not ettiğim sözcüklerden bazı örnekler şöyle: “İllegal, asimilasyon, provokasyon, 
jenerasyon, depresyon…” Hatta bir keresinde aynı anda “full dolu” demez mi?
Cuma namazından çıkarken herhalde anadili İngilizce olan bir çocuk (ya da) arkadaş anlasın diye “quiz (sınav) olduk” deyince “Öyle mi?” yanıtı ile birlikte 
satranç takımı vermiş. Ama yiğidin hakkını da yemeyelim! İstanbul’da bir açılış töreninde günümüzün moda deyişiyle yeni gökdelenlere “tower (kule)” 
denilmesini şiddetli eleştirmişti!

Anadilinde Eğitim!

Bakalım Milli Eğitim Bakanlığı anadili sorununun altından nasıl kalkacak? 
İnternette “ethnologue.com” adresine girerseniz Türkiye’de 35 değişik dilin kullanıldığını, 1’inin öldüğünü öğrenirsiniz. Bunların 13’ünün kurumsal, 5’inin 
gelişmekte, 6’sının canlanmakta, 10’unun sorunlu oldukları ve 1’inin de öldüğü açıklanıyor. Bu rakamların çoğu 1980-90’lar için geçerli… 
Abazaca: 10 bin kadar kişi (1995). 
Abhazca: Çoğunlukla Çoruh, Bolu ve Sakarya’da 35 bin (1993). Abhazyalının 4 bin kadarının (1980) anadili. 
Adigece (Çerkesçe): 1965 nüfus sayımına göre Kayseri, Tokat ve Kahramanmaraş’ta 71 bin kişinin anadili. 
Arapça: Mardin, Siirt ağırlıklı olmak üzere 400 bin kişi (1992). 
Arnavutça: 65 bin Arnavut’un 15 bini konuşuyor (1980). 
Azerice: Çoğu Kars’ta 530 binden fazla kişinin anadili (1996). 
Boşnakça: Batıda 20 bin kişi konuşuyor (1980). 
Bulgarca: Bulgaristan göçmenleriyle birlikte 300 bin kişi (2001). 
Çingenece: Domari ve Romani olarak ikiye ayrılıyor, 50 bin kişinin anadili. 
Ermenice: 70 bin Ermeninin 40 bini konuşuyor (1980). 
Gagavuzca: 327 bin kişi (1993). 
Gürcüce: Artvin, Ordu, Sakarya’da 40 bini aşkın kişi (1980). 
Kabartayca (Çerkesçe): Genelde Kayseri çevresinde 202 bin kişi (1993). 
Kazakça: 600 kadar kişi (1982). 
Kırgızca: Van, Kars yörelerinde binden fazla kişi konuşuyor (1982). 
Kırım Türkçesi (Balkan Tatarcası): Tam bilinmiyor, Ankara-Polatlı yöresindeki Tatar köylerinde kullanılıyor. 
Kumukça: Birkaç köyde konuşuluyor. 
Kürtçe: Zazaca, Dimlice ve Kırmançi ile Kırmançi’nin lehçeleri sayılan Şikaki ve Herki’yi ayrı diller olarak değerlendiriyor. Kürtçe ana başlığında 
toplanırsa 5 milyondan fazla kişinin anadili. 
Ladino: Çoğu İstanbul ve İzmir’de 8 bin kişi konuşuyor (1976). 
Lazca: 30 binden fazla kişinin anadili (1980). Kendini “Laz’ım” diye tanımlayanlar 220 bin kadar, çoğunlukla Rize’nin doğusu ve Artvin’de. 
Osetçe: Digor lehçesi Bitlis, Erzurum, Kars, Muğla, Antalya yörelerinde konuşuluyor (1993). 
Özbekçe: Hatay, Gaziantep, Urfa’da 2 bine yakın kişinin anadili (1982). 
Rumca: Çoğunluğu İstanbul’da 5 bine yakın kişi konuşuyor (1993). 
Süryanice: Turoyo ve Hertvince gibi lehçeleri olan Süryanice yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Hertvince lehçesini Siirt’te 1000 kişi konuşuyor (1999). 
Turoyo ise Mardin yöresinde 3 bin insanın anadili (1994). 
Tatarca: İstanbul’daki Tatarlar konuşuyor. 
Türkçe: Türkiye nüfusunun yüzde 90’ının anadili (1987). 
Uygurca: Çoğu Kayseri’de 500 kişi konuşuyor (1981). 

Anadille, etnik dillerin birbirine karıştırılmaması gerektiğine ilişkin en güzel sözleri söyleyen Çinli bilge Konfüçyüs’ü anımsayalım: 
“Bir ulusu yok etmek istiyorsanız işe önce dili ile başlayın!” 
Günümüzde ise TBMM Anayasa Komisyonunun AKP’li Başkanı Burhan Kuzu’nun“Anadilinde eğitim Türkiye’yi böler!” sözleri Konfüçyüs’ü “update (güncel)”  ediyor!




*****

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 8 _ MÜSLÜMAN,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 8 _ MÜSLÜMAN,



Akif Kökçe
26 NİSAN 2017
MÜSLÜMAN,


Başbakan dedi ki: “Bunlar tarih boyunca ‘Türküm’ dediler, Türkiye’nin itibarını yerlerde süründürdüler. ‘Doğruyum’ dediler, Türkiye’yi yolsuzluklara mahkûm 
ettiler. ‘Çalışkanım’ dediler, yıllarca yan gelip yattılar.”

CHP’li Muharrem İnce dün şu yanıtı verdi:

“Diyelim ki dedikleri doğru. Biz Türklüğümüzden vaz mı geçeceğiz?

Ben de Başbakan’a soruyorum:
‘Müslümanız’ dediler, Haçlı seferlerine destek verdiler.
‘Müslümanız’ dediler, yolsuzlukların alasını yaptılar.
‘Müslümanız’ dediler, camide içki içildi yalanını söylediler.
Böyle yaptılar diye biz dinimizden vaz mı geçeceğiz?”

http://www.gunlukkoseyazilari.com

*****

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 7 _ Hava Muhalefeti,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 7 _  Hava Muhalefeti, 


Hava Muhalefeti,
26 NİSAN 2017
Melih Aşık.,

CHP lideri Kılıçdaroğlu “CHP iyi muhalefet yapamıyor” diyenlere insaf ve sorumluluk çağrısı yapmış...

Demokrasilerde İcraatından dolayı iktidar eleştirildiği gibi..

Eğer iktidara koltuk değneği gibi çalışıyorsa muhalefet partileri de eleştirilecektir...

CHP’ye Cumhuriyet değerlerini savunması için oy veren seçmen bu ilkelerden sapıldığı için eleştiriyorsa gazeteci elbet bu seslere aracılık edecektir.
CHP lideri lakilik tehlikede değildir diyerek iktidarın laiklik karşıtı icraatını görmezden gelmiş...
Türbanın üniversitede yolunu açmış, ilkokula ve kamuya girmesine yeşil ışık yakmışsa...
Önce “Anadilde eğitim ülkeyi böler” demiş sonra iktidarın bu yöndeki adımlarına sessiz kalmışsa...
Siyasete soktuğu CHP’li olmayan kişilerin ağzından Cumhuriyet’in değerlerinin eleştirilmesine yol açmışsa...
Elbet - perde önündeki kayıkçı kavgasına rağmen - eleştirilecek...
“Birçok önemli sorunu biz dile getirdik, protesto ettik, önerge verdik” diyor, Kemal Bey.
Görev bu kadarla bitmez. Görev sorunları izlemek, kitleleri meydana dökmek dahil her türlü muhalefet imkanını kullanarak sonuç almaktır. 
İktidara gelirse sorunları çözeceği yolunda güven vermektir.
Bunun için bir siyasi çizgi ve uyumlu kadrolar oluşturmaktır.
CHP bunları yapabilseydi oyları hâlâ yüzde 25’lerde seyrediyor olmazdı...
Adımız andımızdır!
Öğrenci Andı 6 eyalet hariç tüm ABD’de 1942 yılından beri söyleniyor. Yalnızca Wyoming eyaletinde mecburi değildir. İsteyen söylemez. 

Ant şöyledir:

“Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve onun temsil ettiği cumhuriyete, Tanrı’nın himayesindeki tek ve bölünmez millete, özgürlüğe ve herkes için 
adalete sadık kalacağıma söz veririm.”
Metine “Tanrı” kavramı anda sonradan eklenmiş olup bu sözcük nedeniyle dava açılmış, mahkeme “Tanrı” sözünün dinsel değil törensel anlamı olduğunu 
belirtip şikâyeti reddetmiştir...
Geçmiş yıllarda yazılmış metinler günümüze uymayabilir... Uyması da şart değildir. Sembolik değeri vardır. 

10. Yıl Marşı gibi marşlar da böyle... 

Geçmişin heyecanlarını ve coşkularını taşır günümüze... O heyecana ortak olmamızı sağlar... Sözler günümüze tam uymasa da önemli olan temsil ettiği 
değerlerdir.
Anlaşıldığı gibi... Andımıza, Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sine, 10. Yıl Marşı’na karşı rahatsızlık duyanlar aslında o metinler ve müziklerle temsil edilen 
değerlere karşıdırlar...

AMPUL

Giresun’da paralı eğitim sistemini protesto için “Ampul Tayyip” şarkısı söyleyen Genç Umut üyesi 7 lise öğrencisine 235 gün hapis cezası verildi.
Ampul zaten AKP’nin amblemi değil mi? Bu bir aydınlatma aracı olarak kullanılmıyor mu?
Savcı iddianamesinde “ampul” sözcüğünün “bazı kesimler” tarafından “Başı bedeninden büyük, beceriksiz, ahmak, çağın gerisinde kalmış, yobaz insan” 
anlamında kullanıldığı iddiasında bulundu.
Kimmiş o bazı kesimler? Belli değil... Peki gençlerin “Ampul Tayyip” derken “ampul”ü o anlamda kullandıkları ne malum? Savcı neden Başbakan’a bu 
sıfatı yakıştırdı?
Sorulacak soru çok... Acınası olan... Sistemin lise öğrencileri karşısında bile aciz duruma düştüğüdür.
Polis “eylem
yapma olasılığı olan” vatandaşı
-savcıdan izin almadan-
48 saat gözaltına tutabilecekmiş.
Darbecilerin olağanüstü hal döneminde kullandıkları yetkileri
AKP iktidarı “demokratikleşme” döneminde kullanıyor...

https://www.istanbulgercegi.com/gazete-yazarlari/melih-asik_26/-page=110

*******

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 6 _ Türklükte hayır vardır!

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 6 _ Türklükte hayır vardır!



Türklükte hayır vardır!
26 NİSAN 2017
Hasan Demir,

Daha dün partisini eleştirenlere “Kanı bozuklar” saldırısı yapıp “Kanını tahlile yollamak gerekir” diyerek muhalefete Hitler gibi laboratuvarı adres gösteren 
Çorum eski AKP milletvekili Ahmet Aydoğmuş, tekvandocu olduğundan mıdır nedir; klavyeye her dokunuşta, ağzını her açışta kavramların kafasını yarmaya 
devam ediyor.

Erdoğan’ın “Demokratikleşme Paketi” dediği ve bize göre “mozaiklik”ten “kum” laşmaya doğru en büyük adım olan açıklamaları sonrası sayın eski vekil o 
günkü “ırkçılık” tan “İslâmcı”lığa ışık hızı bir geçiş yapmış olmalı ki...
“Andımız”ın kaldırılması konusunu eleştiren sosyal paylaşım sitesindeki takipçisine özetle, “Ben seni Müslüman olduğun için sevdim. 

Bugüne kadar Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim” deyiverdi...

İnsan “ırkçı” dâhil, ister “İslâmcı” olur, ister başka bir şey. Her ne oldu ise, olduğu şeyin bedelini her iki dünyada öder. Anlaşılması zor hatta imkânsız olan, 
o gün revaçta olan ne ise kişinin işte o olmasıdır. Buraya kadar da tahammül edilebilir, lâkin o kişi bir dönem milleti temsil etmiş ise işte o zaman söylediği 
söz ve sergilediği davranış toplum, tarih ve savunduğu inancın mihengine vurulur.
Bütün bunlara rağmen Sayın Aydoğmuş’un söyledikleri bu köşe açısından yazı konusu olmayacak bir “oldu-bitti” idi.
Fakat aynı paylaşım sitesinde 3. Boğaz Köprüsü’ne verilen Yavuz Sultan Selim adını içine sindiremeyenleri toplumun önüne atarak kendini savunmaya 
kalkışması, toplumsal sorumluluk adına, bardağa düşen son damla gibi oldu.
Son haliyle İslâm dinini referans aldığı anlaşılan, “Bugüne kadar Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim” diyen sözün sahibine, “Fetva” değil amma 
“Takva” noktasında, “Bırakın Türklüğü, Araplığı, Acemliği, koltuğunuzun altındaki kıl için bile, ‘Bugüne kadar ne faydasını gördüm ki’ dediğinizde siz,
 ‘Allah’ı abesle iştigal etmekle’ suçlamış olursunuz.” 

Allah(c.c.) bir şeyi yarattı ise mutlaka bir hikmeti, bir faydası vardır. “Türklük” de Allah’ın ayetlerinden biridir.

Nitekim Yüce Rabbim: 

“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, 
Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır. (Hucurât: 13)” buyurur.

Kaldı ki siz “Türklüğün, bizim görmediğimiz kadar faydasını görmüş, en azından Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” olarak Meclis’e girmiş yüksek maaşlar 
almış ve sosyal haklar kazanmışınız...

Gerçek bu iken Allah’ın kuluna “Türk” kimliği altında verdiği nîmetleri inkârı gerekmez. Hatta şükretmek nîmetin sahibini daha hoşnut kılar. 
Üstelik “Türk” denildiğinde dünyanın “Müslüman” bir kişi anladığını ve Haçlıların Müslüman olanlara “Türk oldu” dediğini bilmeyen mi var!
“Türklüğün” faydası vardır. “Türklük” şemsiyesi kalktığı için bugün İslâm dünyası Haçlıların şamar oğlanı haline gelmiş; “Türklük” zarardır diyenler ise 
camilerin Haçlı kışlasına çevrilmesinde koçbaşı olma görevini gururla üstlenmişlerdir.

http://www.gunlukkoseyazilari.com

************

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 5 _ Barkodlu Vatandaşlık...

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 5 _ Barkodlu Vatandaşlık...


Barkodlu Vatandaşlık...

26 NİSAN 2017
Bekir Coşkun


Maç Seyircisiz...
Başbakan’ı Dinlemek mecburi...

*
Barkodu veriyorlar eline...
Zorunlu gideceksin...
Gitmezsen yazıyor kasa...

*
Gözlerinde pirinç paketi kadarsın...
Nohut...
Makarna...
Mercimek...
Eğer bunlarla satışa geliyorsan, barkodun niye olmasın?..

*
“Dünyada ilk kez uygulandı” diyor parti önde geleni...
Doğrudur...
Git bir Almanı, Belçikalıyı, Fransızı barkodla; bak bakalım...
“Ben market hıyarı mıyım?” der mi, demez mi?..

*
Bunlar Adana’da AKP mitingine katılacakları barkodladılar...
Girerken barkodunu gösteriyorsun...
Yumurta aldığında nasıl ki okuyucu alet barkodun üzerinden geçtiğinde “bip” diyor, öyle ötüyorsa, öyle ses çıkartıyorsun...
“Bip...”
*
Memurlara barkod verip zorunlu Başbakan’ı dinlemeye gönderildi...
Okullar oraya getirildi...
Otobüs bedava...
Metro bedava...
Gelene tost, ayran, bayrak, şapka, atlet, tişört...
Giyin çık...
Bir kıçın açıkta kalıyor...

*
“Hangi ilçeden ne kadar insan geldi, öğrenelim diye yaptık” dese de arkadaş, inanma...
Barkod, öyle ileri geri bağıranları uzak tutmak için...

*
Başka türlü olmuyor...
Maça gidemiyor, tiyatroya gidemiyor, üniversiteye gidemiyor, beş bin polis olmadan sokağa çıkamıyor...
Bir kendi mitingi kaldı...
Ona da gelen sağlam olsun maksat...
Barkod iyi fikir...

*
Saklayın ayrıca barkodunuzu...
Nohut, kömür, işe giriş, terfi, pasaport yerine geçer bakarsınız...
Markettekilerle karıştırmayın ama...
Okutunca...
“Turp... Kilosu elli kuruş...” çıkmasın sonra...

http://www.gunlukkoseyazilari.com

**************

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 4 _ Ayva Ağacı.,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 4 _ Ayva Ağacı.,



Ayva Ağacı.,
27 NİSAN 2017
Yılmaz Özdil

Maltepe’deki Arkadaşlarımı ziyarete gitmiş ve yazmıştım…
*
“Ön bahçede, tel örgüyle bina arasındaki dört-beş metrekarelik boşlukta dut ağacı var. Altına bi masa, sekiz-on sandalye sığıyor. 
Gölgesine oturduk. 

Çocuklardan konuştuk. Bi kitap ayracı getirdiler. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, ayva ağacının yapraklarından hazırlamışlar. Hani, nüfus cüzdanlarını, 
ehliyetleri falan şeffaf plastikle kaplarız ya, öyle… İki yaprak, üstünde Mustafa Kemal’in imzası var, altında bir not, gölgesinde oturduğumuz ayva ağacının 
yaprakları yazıyor. İyi de bu ağaç dut değil mi? Arka bahçeye götürdüler beni. Ayva ağacı orada. Meğer, o ayva ağacını Ataol Behramoğlu dikmiş oraya 
iyi mi… Ataol ağabeyi zamanında buraya tıkmışlar, hayata küseceğine hayatı yeşertmiş, ayva fidanı dikmiş. Ve, yazmış: Maltepe askeri cezaevinin avlusunda, 
sisler içindeki Büyükada’nın karşısında, oturmuş yazarım bu şiiri/Eylül başlarında bir cumartesi sabahı, lodos titretiyor ağaçları, yağmur geceden yıkamış 
çiçekleri/Gökyüzü mavi, bulutlar beyaz, ardından baharın geçti koca bir yaz, hapisteyiz hâlâ ve güzün ilk serinlikleri/Avlunun dört yanı dikenli teller, tellerin 
gerisinde nöbetçiler bekler, kapanır uykusuzluktan gözleri/On gündür çocuk sesi duymadım, özledim ‘baba’ deyişini kızımın, özledim beni görünce ki 
sevincini/Hayatım benim, kırk yıllık hayatım, seni başarabildiğimce dürüst yaşadım, içim burada da pırıl pırıl şimdi/Geçer, güzelim, bu günler de geçer, 
sökülüp atılır dikenli teller, koparır halk bir gün zincirlerini…”

*
Ve, Ataol ağabey bu hafta sonu bir mektup yayınladı Cumhuriyet’teki köşesinde… Kadriye anne göndermiş. Maltepe’deki arkadaşlarımdan 
Ali Yasin Türker’in annesi.

*
“Merhaba Ataol Bey,

Ben 66 yaşında ilkokul mezunu bir anneyim. 16 yaşıma kadar köyde yaşadım, köy çocuğuyum, evlenince Ankara’yla tanıştım. Rabbim bize üç evlat verdi. 
Dört de torunumuz var. Benim beyim çocuklarının rızkını tırnaklarıyla kazıyarak kazandı. 20 sene seyyar satıcılık yaptı, 20 sene taksicilik yaptı. 
Tek arzumuz, muhanete muhtaç olmadan çocuklarımızı büyütüp, okutabilmekti. Bizim azmimiz, onların gayreti, kızım Ortadoğu’da iktisat okudu, 
Amerika’da master yaptı, küçük oğlum Hacettepe’de İngilizce işletme okudu, büyük oğlum asker olmayı seçti. Harp okulunu dereceyle, harp akademisini 
dereceyle bitirdi, Amerika’da master yaptı, Boğaziçi Üniversitesi’nde endüstri mühendisi olarak doktora yaptı, üç tane yabancı dili var. 

Bu çocuk bu eğitimini memleketine daha iyi hizmet vermek için yaptı, darbeye teşebbüsten 16 sene aldı. Anne olarak çok canımı yakıyor… 

Oğlum 2003-2006 arası İspanya’da Nato’da görevliydi, gelinim ücretsiz izin alıp eşinin yanına gitti, dünya tatlısı Elif orada doğdu. 

Biz oğlumun yurtdışında olduğunu hukuka inandıramadık. Oğlum gündüz İspanya’da çalışmış, gece Türkiye’de darbe planı yapmış… 

Çocuğuma atılan bu çok çirkin suçu, bizlere ve çocuğuma yaşatılan bu acıyı, rabbimin adaletine havale ediyoruz, 66 yaşında bir anne ve 
76 yaşında babası, çocuğumuzun özgür kalması için dua ediyoruz. Ben oğlumu orduya 14 yaşında verdim, birinci ailesi bendim, ikinci ailesi 
orduydu ama, ordu çocuklarımıza çok sessiz kaldı, halktan da hiç destek görmedik, sadece sizin gibi yazarlarımız bizlerin gören gözü, konuşan dili oldu, 
teşekkür ederim.
Size mektup yazmak istedim. Çünkü… Sizin dikmiş olduğunuz ayva fidanının altında, şimdi benim fidanım oturuyor. Geçen cumartesi günü açık görüş vardı. 
Torunlarım Ege ve Elif, birer ayva koparmışlar, bana da nasip oldu. Kaderin tecellisi hiç belli olmuyor. Bizleri sizler anlarsınız diye, bir anne olarak dertlerimi 
paylaşmak istedim. 

Kadriye Türker

*
İftirayla hapse tıkılmış oğlunu özleyen anne’den, iftirayla aynı hapse tıkılıp, kızını özleyen baba’ya… Dikmiş olduğunuz fidanın altında, şimdi benim 
fidanım oturuyor!

*
Yarın Yargıtay’da tarihi gün… Memlekette hukuk olmadığını biliyoruz ama, adalet var mı, öğrenmemize 24 saat kaldı.

http://www.gunlukkoseyazilari.com

*********

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 3 _ ADIMIZ ANDIMIZDIR.,

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 3 _ ADIMIZ ANDIMIZDIR.,


26 NİSAN 2017
Av.A.Erdem Akyüz.,

İlköğretim okullarında okutulan AND’ın kaldırılmasını, yalnızca belli bir söylem, şiir veya marşın kaldırılması olarak tanımlamak büyük ölçüde yanlış olacaktır.
Bu söylem kaynağını; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından, bu uğurda canlarını veren şehit ve gazilerimizin kanlarından, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgelerinden, Anayasa’dan, Yasalardan ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarından almaktadır.
Bu sayılanlar var olduğu sürece devam edecektir.
İlköğretim okullarında derse başlarken toplu olarak söylenen bu sözler; ilke, söylem ve yaş olarak Cumhuriyet ile özdeştir. 80 yıldanberi hiç değişmeyen 
tümceleri şu şekildedir :
Türküm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam; küçüklerimi korumak,
Büyüklerimi saymak,
Yurdumu milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Şimdi; “Türküm, doğruyum, çalışkanım” olarak başlayan bu andın kaldırılması için; neresine katılınmadığının, neresinin yanlış ve gereksiz olduğunun 
açıklanması gerekir.
İnternet hafızası unutmaz. Bundan iki sene önce, tam de bu günlerde “Türküm, doğruyum, çalışkanım” başlığı altında yayınlanan bir yazımda, bu and’ı 
kaldırma isteklerinden söz etmiştim. Başlık ve isim ile birlikte aranırsa bulunabilir. Demek ki iki sene gibi kısa bir süreçte bu noktaya gelinmiş.
Oysa Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan, Çinli, zenci, Japon, Meksikalı ve hatta Türk ve kürt asıllı 300 milyondan fazla insan, okullarda her güne 
iftihar ve gururla “Amerika Birleşik Devletlerinin Bayrağına ve o Bayrağın simgelediği Cumhuriyete bağlılık andı içiyorum” diyerek başlamaktadırlar. 
Değişik ırk ve dinden olan bu insanlar için, -bizdekinin bir benzeri olan- bu and bir ayrımcılık örneği değil, bir birleşme ve bütünleşme timsali olarak 
kabul edilmekte ve yaşanmaktadır.
And’ımzı en güzel ifade eden şiirlerden biri, sözlerini Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı ve Ahmet Muhtar Ataman tarafından bestelen marştır :
Adımız andımızdır, yoluna can koyarız
Türk olmayı en büyük şeref
En büyük şeref ve şan sayarız.
Türküz, Türküz dedikçe kalbimiz almakta hız
Türk olmayı en büyük şeref
En büyük şeref ve şan sayarız. 

http://www.gunlukkoseyazilari.com

***

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 2 _ Doğu Perinçek Dostumla Beyin Fırtınasına Devam.,


BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 2

Doğu Perinçek Dostumla Beyin Fırtınasına Devam.,

26 NİSAN 2017
Bedri Baykam

Ülkemizde solun en güçlü belleklerinden İP’nin değerli Başkanı Doğu Perinçek’le doğal olarak anlaştığımız onca konu dışında, fikir ayrılığımızı yazılarımızdan 
sürdürdüğümüz bir sorun var: Perinçek, seçimlerde “CHP+MHP+İP” cephesini öneriyor. Ben ise 10.09.2013 tarihli yazımda, bu dayanışmaya MHP’nin dahil 
olmasına, gerekçelerini sayarak karşı çıktım. MHP’nin, AKP ne zaman zora düşse, hep onu kurtaran can simidini yoktan var ettiğini hatırlattım 
(en son Gezi’ye katılmama çağrısı ve Suriye tezkeresine verdikleri destek gibi). Dolayısıyla bu muhalefetin güvenilmezliğini, buraya yönelen oyların 
yanlış bir kullanıma alet olabileceği riskini aktardım. Ama parantez açıyorum: MHP’ye bir eleştiri getirmiyorum. Sonuçta her parti gibi, onların da öncelik 
özgürlüğü var. Şayet laiklik ve demokrasiyi korumak yerine, ülkenin “milliyetçi-mukaddesatçı” profiline hitap edeceklerse, AKP’ye arka çıkacaklarsa, 
kimsenin onları durdurmaya ne gücü yeter ne de artık vakti. Madem MHP içkiye AKP gözüyle bakmak istiyor, Zafer Bayramı’nda Trakya’da bile 
“Bu resepsiyonda içki veriliyor” diye örgütünün üyeleri çekip gidebiliyor, o zaman da bize düşen, tespiti yapıp devekuşu sendromundan vazgeçmek. 
Perinçek bana 10 gün önce yanıt yazıp aynı konuyu tartışmaya açtı:
Bedri Baykam’a Silivri Kalesi’nden sesleniyoruz.,

“(…) Burada sevgili arkadaşım Bedri Baykam’a sesleniyorum. 10 Eylül 2013 günü Cumhuriyet’te çıkan yazısını yazdığı gün, ABD Başkonsolosu Kilner, 
‘Milliyetçiliği dışlayın’ diyor. Bedri Baykam gibi bir sağlam taşa yeterli uyarıdır sanırım.
MHP’nin vatansever tabanı, MHP yönetimine mahkûm değildir. Eğer Devlet Bahçeli, AKP-PKK ortaklığının belediyeleri elinde tutma ve Türkiye’yi bölme 
tasarımına teslim olursa, o milliyetçi tabanı arkasında göremeyecektir. Bunu bilelim.
MHP tabanının bağnaz milliyetçiliğe değil, Türkiye’nin bütünlüğünü koruyacak bir kardeşlik anlayışına yöneldiğini de görelim. Milyonlarca milliyetçinin 
bu sorumluluğu paylaşacağına güvenelim.” 
İşte bu noktada sevgili Perinçek’e “Bu konuda hiçbir itirazım zaten yok” derim! Nedir aradaki fark? “MHP’nin vatansever tabanı MHP yönetimine mahkûm 
değildir” cümlesi. Yani benim kendini milliyetçi hisseden ama bunu laik-demokrat eksende tutmaya kararlı, dinci değil, dindar insanların bu ittifaka 
destek vermelerine ne itirazım olabilir ki? Ama bu ancak MHP’yle değil, söz konusu seçmen profiliyle gerçekleştirilecek bir ittifaktır. Çünkü MHP 
yönetiminin değiştiğine dair topluma sunduğu bir özeleştiri veya bilgi akışı da yoktur. Dolayısıyla ittifak ancak MHP’nin veya eski merkez sağın laik-demokrat 
oylarına yapılacak bir çağrıyla olur.
Biliyorum, bu makalemi okuyan insanların bir kısmı şimdiden ya dudak büktüler ya da panik içinde feryat etmeye başladılar: Nasıl olur da bir solcu, 
Ulusalcılığı -yani bir önceki kelimeyle milliyetçiliği- savunabilir efendim, bu ne ilkeliliktir (!). Bunun yanıtını özellikle vermek istiyorum: Dünyada ülkesini 
sevmekten utanan, korkan, bu duyguyu saklayan solculara sahip başka gerçek ötesi bir ülke yoktur! Ne Küba’da ne Fransa’da ne de Amerika’da böyle bir
 “özel ırk” da yoktur. Aynen “Türk” kelimesinden korkan ve o zoraki “Türkiyeli” sıfatını aklıevveller gibi dayatmaya kalkan, halkına “Amerikanyalı”, 
“Fransalı”, “İngiltereli” diyen insan olmadığı gibi! Bir Türk’ün tarihini, Cumhuriyetini, vatandaşını, bayrağını sevmesinin “ayıplı ırkçılık” olduğunu sananları 
acil şekilde tedavi ettirmemiz lazım. Çünkü ülkeye has sorunları deforme ederek kendini bu kadar yobaz hale dönüştürmek, hayra alamet değildir. 
İnatla “Ne mutlu Türk’üm diyene” cümlesinde sanki “Ne mutlu Türk kanı taşıyana” denmiş gibi bir saldırı noktası oluşturanlar, kalkıp 300 ırk karması 
taşıyan ABD vatandaşlarına da aynı saçmalıkları anlatıyorlar mı? İnsan milletini, ülkesini delicesine sevip çok güzel savaş karşıtı da olur, ırkçılığın bir 
numaralı düşmanı da! Tüm yaşamını evrensel kardeşliği sağlamaya da harcayabilir! Bunların “çelişkili” olduğunu sananların acilen “Ben nerede hata 
yaptım da 2 milyon saatlik beynime kazınmış TV tartışma programları sonucunda bu gaflete düşmüştüm acaba?” diye özeleştiri yapmaları lazım. 

Aynen bu uydurma propagandalar yüzünden herkese “faşist” damgası vurmaya meraklı bahtsızlar gibi!
Sevgili Perinçek’e ileteceğim diğer mesaj şu: Solda CHP’nin ötesinde, Cumhuriyet değerlerini kabul eden diğer sosyalist-sosyal demokrat yapılarla ve 
özellikle “Gezi” birikimiyle diyalog, “güç birliği” açısından sanıldığından çok daha önemlidir!

http://www.gunlukkoseyazilari.com

****


BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 1 _ Dr. Doğu Perinçek

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 1

Beyinlerin Sulanması., Dr. Doğu Perinçek


26 NİSAN 2017.

“Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir etkide bulunmadı. Aksine, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün fevkinde kapsayıcı bir Arap milliyeti siyasetine indirgeniyordu. 

   Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu. 
Muhammedin dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimes, her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allaha kendi milli dilinde değil, Allahın Arap kavmine, gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve yakarıda bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allaha ne dediğini bilmeyecekti. 
Bu vaziyyet karşısında Türk milleti bir çok yüzyıllar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta, bir kelimesinin anlamını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemek ten beyni sulanmış, hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince, karışık, cahil hocalar ağziyle, ateş ve azap ile müdhiş bir muamma halinde kalan, dini, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa’da, Allah kelimesinin yüceltilmesi parolası altında, hıristiyan milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.”

Derin bir gaflet ve yorgunluk.,

“Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek bir kuvvetli millet yaptılar. Mısırda, belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palas pareyi, hilâfet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Gâh şarka, gâh garba veya her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini Allah için, peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allaha mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. 

Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaat ve temin eden dini akide ve dini his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mani olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin, ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi; dünyanın acısı duyulan tokatıyle derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. 

Türk vicdanı umumisi, derhal, yüzlerce asırlık kudret ve açıklıkla, büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu? Türkün milli hissi, artık ocağında ateşlen miştir. Artık Türk, cenneti değil, eski, hakiki büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının, son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. 

İşte, dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra.”

Millî Duygu ve İnsanî Duygu.,

“Türk milleti, milli hissi; dini hisle değil fakat insani hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında, milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima 
muhafaza etmekle öğünür. Çünkü, Türk milleti bilir ki, bugün medeniyetin büyük yolunda bağımsız ve fakat, kendilerine koşut yürüdüğü umum medeni  milletler ile, karşılıklı keşflerle insani ve medeni ilişkiler, elbette gelişmemize devam için lâzımdır. Ve yine bilinir ki, Türk milleti, her medeni millet gibi, mazinin bütün devirlerinde keşifleriyle, buluşlarıyla medeniyet alemine hizmet etmiş insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarını hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet aleminin, samimi bir ailesidir.”

Kaynak: Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 23, Kaynak Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2011, s.84 vd.

Atatürk Eliyle yazdı bunları.,

Atatürk, din ve millet duygusu konusunda yukarıda okuduğunuz görüşlerini 1930 yılında eliyle yazmıştır. Metin o dönem ortaokullarda okutulan " Vatandaş İçin Medenî Bilgiler" kitabında aynen yer almıştır. 1930’larda öğrenim gören kuşaklar, yurttaşlık bilgisi dersinde bu yazılanları öğrenmiştir. 

El yazılarının fotokopileri, Prof. Dr. Afetinan'ın "Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları" adlı kitabında ek olarak yayımlanmıştır. 2. basım, 
AKDTYK Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988. Atatürk’ün Bütün Eserleri ’nde el yazılarının fotokopyaları ve metinler, ders kitaplarıyla karşılaştır malı olarak aynen yer almaktadır. 

https://www.aydinlik.com.tr/arsiv/ataturkun-din-ve-millet-konusunda-yazdiklari

ÖZEL NOTUM (TÇ ) ;
 YUKARIDAKİ İFADELER AŞAGIDAKİ SAYFADAN BİREBİR ALINTIDIR..
DOĞU PERİNÇEK KENDİ FİKİR VE DÜŞÜNCELERİ DEĞİLDİR..
TAKDİRLERİNİZE

https://tr.wikiquote.org/wiki/Mustafa_Kemal_Atat%C3%BCrk/Din



***

Mustafa Kemal Atatürk-Din ve BEYİNLERİN SULANDIRILMASI..

Mustafa Kemal Atatürk-Din  ve BEYİNLERİN SULANDIRILMASI..


Alfabetik sıraya göre dizilmiştir.

Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasde ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.
...Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu.
 PDF OKUMAK İÇİN Medeni Bilgiler  

Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.
  • "Âhiren Kur'ân'ın tercüme edilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Muhammed'in hayatına âit bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim. Halk, tekerrür etmekte olan bir şeyin mevcut olduğuna ve din ricâlinin derdinin ancak kendi karınlarını doyurup başka bir işleri olmadığını bilsinler."[1]
  • "Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden; (Ikre, Bismi, Rabbi) safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır. (...) asıl kilise yakınına gelindiği zaman deveye binmek sırası köleye geldiğinden ötürü Ömer’in yürüyerek; Arap ırkından başka ve yüksek ırklardan oluşan ordunun yüksek ve muhteşem huzurunda o ordunun kumandanlarına karşı yerden taş alarak atmak suretiyle gösterdiği çıplak ve çıfıt Araplık malumunuzdur. Bunu artık Türk çocuklarına bir erdem gibi okutmakta ısrar gösteren notları göz önüne almalısınız." (Atatürk'ün 1931 yılında Türk Tarih Kurumu Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu'na yazdığı sansürlenmiş mektubundan.)[2]
  • "Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."
  • "Artık Türkiye, din ve şeri'at oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar."[3]
  • "Bâzı yerlerde kadınlar, görüyorum ki başına bir bez veya bir peştamal veya buna mümâsil bir şeyler atarak yüzünü, gözünü örter ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mânâ ve medlûlü nedir? Efendiler, medenî bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşî vaziyete girer mi? Bu hâl milleti gülünç gösteren bir manzaradır. Derhâl tashîhi lâzımdı."[4]
  • "Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.(1933, Cumhuriyet Bayramı açılış konuşmasından.)
  • "Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır." (1926-27 yılları arasında Atatürk ile röportaj yapan Grace Ellison'ın 1928 yılında yayımlanan Turkey Today adlı kitabının 24. sayfasında İngilizce olarak yazıyor.)[5][6]
  • "Benim elime büyük yetki ve güç geçerse ben sosyâl hayatımızda istenilen inkılabı bir anda bir coup ile yapacağımı zannederim. Zîrâ ben, bâzıları gibi halkı ve ulemayı yavaş yavaş benim görüşlerimin derecesinde görmeye ve düşündürmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul etmiyorum ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Ben, bu kadar yıllık yüksek öğrenim gördükten, sosyal ve uygar hayatı inceledikten sonra neden halk seviyesine ineyim? Onları kendi seviyeme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar; şu da var ki bu konuda incelemeye değer bâzı noktalar var; bunları iyice kararlaştırmadan işe başlarsak hata olur."[7]
  • "Biliriz ki Allah, Dünya üzerinde yarattığı bu kadar nîmeti, bu kadar güzellikleri insanlar istifade etsin, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve âzamî derecede faydalanabilmek için de bugün, Kâinat'tan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir."[8]
  • "Biz bir inkılap yaptık. Buna devam ediyoruz… Memleketin birçok yerleri, bilerek veya bilmeyerek isyan etti. Âsîleri cezalandırdık. Şimdiye kadar yaptıklarımız ondan sonra yerleşebilmiştir.

    Biliyorsunuz ki, Fransa Büyük İnkılâbı hemen hemen [bir] yüzyıl devam etmiştir. Üç yılda esaslı bir inkılâbın bitebileceğini fark etmek hatâ olur.

    «Hocaların memnun edelim, İslâm âlimlerini memnun edelim, herkesi memnun edelim» dersek biz, maksadı sağlamış olamayız, idare-i maslahatçılar esaslı inkılâp yapamaz. Bugünkü sefâlet ve rezâlet içinde esâsen kimseyi memnun etmeye imkân yoktur. Yurt imar edildiği gün, millet zengin olduğu zaman herkes memnun olur."[9]
  • "Biz ne Bolşevikiz, ne de komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkâr bir millettir. Bizim hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir."
  • "Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir."
  • "Bizim dinimiz en tabii ve mâkul dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dînin tabii olmasi için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lâzımdır. Bizim dînimiz bunlara tamamen uygundur."[10]
  • "Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır. İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileriye gitmişlerdir."
  • "Bizim dinimiz milletimize aşağılık, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şereflerini muhafaza etmelerini emreder." [11]
  • "Bizim kadın hayatımızda kadının tarz-ı telebbüsünde teceddüt yapmak meselesi mevzu-u bahs değildir. Milletimizde bu hasatsa yeni şeyleri bellettirmek mecburiyeti karşısında değiliz. Belki ancak dînimizde, milletimizde, tarihimizde zaten mevcut olan âdât-ı mergûbeye intizâm-ı cereyan vermek, mevzu-u bahs olabilir. Biz bağlı başımıza, kendi arzumuza, kendi terbiye ve seviyemize göre istediğiniz kıyafeti ihtiyâr eyleyebiliriz. Ancak bütün milletin şâyân-i kabul göreceği şekilleri, bütün milletin hayatında kabiliyet-i tatbîkiyesi olan kıyafetlere her hâlde temâyülât-ı umûmiyede aramak ve o şekillerin muvaffâkiyetini temâyülât-ı umûmiyeye tevâfukta görmek lâzımdır."[12]
  • "Bu devletin halife ile alaka ve münasebeti yoktur. Halkı kendi halinde terk edersek bir adım ileri atamayız. İnkılabın kanunu mevcut kanunların fevkindedir." (16 Ocak 1923)
  • "Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır."[13]
  • "Çobanlar, güneş, bulut ve yıldızlardan başka bir şey bilmezler. Yeryüzündeki köylüler de ancak bunu bilirler. Çünkü, ürün havaya bağlıdır. Türk yalnız doğayı kutsal sayar."[14]
  • "Din bakımından da bağımsız olmak zorundayız.(Nutuk, s. 1153 - Belge 220 - Başlık: "Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Ankaraya ilk gelişlerinde şehrin ileri gelen ve önemli kişilerine verdikleri nutkun örneğidir")[15]
  • "Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasde ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz."
  • "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz…" (1930)[16]
  • "Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.

    Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah’a kendi millî lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'ân'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince karışık, cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan dini hırs ve siyasetlerine âlet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa'da Allah kelimesinin îlâsı (yüceltilmesi) parolası altında Hıristiyan milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.

    Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek kuvvetli bir millet yaptılar. Mısır'da belirsiz bir adamı 'Halifedir' diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palas pâreyi hilâfet alâmeti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Gâh şarka, gâh garba veya her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini, topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Millî duyguyu boğan, fânî Dünya'ya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten sonra Âhiret'te kavuşacağını vaat ve temin eden dinî akîde ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mânî olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara kendilerinden evvel ölenlerin Ahiret'teki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek Âhiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, Dünya'nın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı. Davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk vicdan-ı umûmîsi, derhal, yüzlerce asırlık kudret ve küşayişiyle (açıklıkla, ferahlıkla), büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu? Türkün millî hissi, artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, Cennet'i değil, eski, hakîkî büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra.

    Türk milleti, millî hissi dînî hisle değil, fakat insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında millî hissin yanında insanî hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir (öğünür). Çünkü Türk milleti bilir ki bugün medeniyetin şahrahında (büyük yolunda) müstakil ve fakat kendilerine muvâzî yürüdüğü umum medenî milletlerle keşifleri mütekabil insânî ve medenî münasebet, elbette inkişafımızda devam için lazımdır. Ve yine malumdur ki Türk milleti, her medenî millet gibi mâzînin bütün devirlerinde keşifleriyle, ihtiralarıyla medeniyet âlemine hizmet etmiş insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarını hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet âleminin samimi bir ailesidir.

    Türk milleti en eski tarihlerde meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarında devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde Türklerin teşkil ettikleri devletlerde başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır.

    Kralların ve padişahların istibdadına dinler mesnet olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyetin, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah’a karşı mesuldür. Kudret ve hakimiyetin hududu din kitaplarında aranabilir. İlâhî hukuka müstenit bir mutlakıyet kaidesi önünde demokrasi prensibinin ilk aldığı vaziyet mütevâzîdir. O, evvela hükümdarı devirmeğe değil, onun yalnız kuvvetlerini tahdîde, mutlakıyeti kaldırmağa çalıştı. Bu çalışma 400-500 sene evvelinden başlar. Evvela kuvvetin milletten geldiği ve kuvvete gayrı muktedir bir ele düşerse iştirak etmesiyledir."[17][18][19]
  • "Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur –tefsirler, hurafeler– binayı daha fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır."
  • "Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz."
  • "Dînimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayatta, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız, şeriatın tavsiyesi, dînin emri mûcibince tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. Tesettür-ü şer’î kadınlar için mûcib-i müşkilat olmayacak, kadınların hayât-i mâişette ve hayât-ı içtimâîyede, hayât-ı iktisâdiyede, hayât-ı mâişette ve hayât-ı ilimde erkeklerle teşrîk-i faaliyet etmesine mânî bulunmayacak bir şekl-i basittedir. Bu şekl-i basit, heyet-i içtimâiyemizin ahlâk ve âdâbına mugayir değildir."[20]
  • "Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir fâcia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız netîcelerdir."[21][22][23][24]
  • "Efendiler, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşüncede yükselip olgunlaşması, Hıristiyanlığı, Müslümanlığı, Budizmi bir yana bırakarak basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak duruma getirilmiş saf ve lekesiz bir Dünya dininin kurulması ve insanların, şimdiye kadar kavgalar, çirkeflikler, kaba istek ve iştahlar arasında bir sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek, bütün vücutları ve zekâları zehirleyen zararlı tohumları yok etmeye karar vermesi gibi şartların gerçekleşmesini gerektiren «birleşik bir Dünya devleti» kurma hayalinin tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz. Türkiye'ye musallat olmamak şartıyla, hilâfetçileri ve Panislâmizm taraftarlarını memnun etmek için, bu tasavvur ve tahayyül bir dereceye kadar bizde de tasvir edilmişti. Ortaya atılan görüş şuydu: Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diğer kıt'alarda yaşayan Müslüman toplumları, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularını kullanacak bir güç ve özgürlüğe kavuşurlar ve o zaman lüzumlu ve yararlı görürlerse, çağın gereklerine uygun birtakım uyuşma ve birleşme noktaları bulabilirler. Şüphesiz, her devletin, her toplumun birbirinden karşılayabileceği ihtiyaçları vardır. Karşılıklı çıkarları olacaktır. Tasarlanan bu bağımsız İslâm devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve falan ve filân İslâm devletleri arasında şu veya bu ilişkiler kurulmuştur. Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği şartlar içinde birlikte hareket sağlamak için, bütün İslâm devletlerinin temsilcilerinden kurulu bir meclis oluşturulacaktır. Birleşmiş olan İslâm devletleri bu meclisin başkanı tarafından temsil edilecektir derlerse ve isterlerse, işte o zaman, o birleşik İslâm devletine hilâfet ve ortak meclisin başkanlığına seçilecek zata da halife unvanı verirler. Yoksa, herhangi bir İslâm devletinin, bir kişiye bütün İslâm dünyasının işlerini yönetme ve yürütme yetkisini vermesi akıl ve mantığın hiçbir zaman kabul edemeyeceği bir durumdur."[25]
  • "Efendiler… Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lâzım geldiğini düşünmek danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin başlı başına çalışması lâzımdır. İşte biz de burada din ve Dünya için geleceğimiz ve istiklalimiz için ve en çok millî egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlatmak istiyorum. Millî ülküler, millî irade yalnız şahsın düşmesinden değil, tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla yaratılır…"
  • "Efendiler; camiler mukaddes minberleri halkın rûhânî, ahlâkî gıdalarına en âlî, en feyyaz membâlarıdır. Binâenaleyh camilerin, mescitlerin minberlerinden tenvîr ve irşat edecek kıymetli hutbelerin muhteviyatının halka ittilâ imkânını temin, Şer'iye Vekâlet-i Celîlesi'nin mühim bir vazîfesidir.

    Minberlerden halkın anlayabileceği lisanla ruh ve dimağu hitap olunmakla Ehl-i İslâm'ın vücûdu canlanır, dimağı saflanır, îmânı kuvvetlenir; kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hutebât-ı kirâmın hâiz olmaları lâzım gelen evsâf-ı ilmiye, liyâkat-ı mahsûsa ve ahvâl-i âleme vukuf hâiz-i ehemmiyettir."[26]
  • "Efendiler, tekke ve zâviyelerle türbelerin seddi ve alelumum tarîkatlarla şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ilâh gibi birtakım unvanların men'i ve ilgâsı da Takrîr-i Sükûn Kanunu devinde yapılmıştır. Bu husustaki icraat ve tatbîkat, heyet-i içtimâîyemizin hurâfeperest iptidâî bir kavim olmadığını göstermek nokta-i nazarından ne kadar elzem idi; bu takdir olunur."[27]
  • "En son duam şudur ki, istekleri gerçekleştiren Büyük Allah, sevdiği Hz. Muhammed hürmetine bu kutsal vatanın sahibi ve savunucusu, kıyamete kadar Hz. Muhammed’in dininin en sadık koruyucusu olan necip milletimiz ile saltanat ve yüce hilâfeti korusun ve mukaddesatımızı düşünmekle sorumlu olan heyetimizi başarılı kılsın! Amin."[28]
  • "...Evet, ben bilirim ki insan dinsiz olmaz. Fakat Türk’ün dini tabiattır. Bunu size münevversiniz diye söylüyorum."[29]
  • "Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür, ilâhî âdetlerin görüşlerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki çağda incelenebilir, tik çağ insanlığın çocukluk ve gençlik çağı, ikinci çağ, insanlığın erginlik ve olgunluk çağıdır. İnsanlık birinci çağda tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle ilgilenilmeyi gerekli görür. Allah, kullarının gerekli olan olgunluk noktasına ulaşmasına kadar, içlerinden vasıtalarla, kullarıyla ilgilenmeyi ilâhî gereklilik saymıştır. Onlara Hz. Adem’den itibaren kaydedilmiş, kaydedilmemiş sonsuz denecek kadar çok peygamber ve elçi göndermiştir. Fakat peygamberimiz aracılığıyla en son dini ve medeni hakikatları verdikten sonra artık insanlıkla aracı yoluyla temasta bulunmaya gerek görmemiştir. İnsanlığın anlama derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması her kulun doğrudan doğruya ilâhî ilhamlarla temas yeteneğine ulaştığım kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en mükemmel kitaptır."[30]
  • "Ey millet, Allah birdir, şânı büyüktür. Allah'ın selâmeti, âtıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı dînîyeyi tebliğe memur ve resûl olmuştur. Kanûn-i Esâsî'si cümlemizce mâlumdur ki, Kur'ân-ı Azîmüşşan'daki husustur. İnsanlara feyz rûhu vermiş olan dînimiz, son [hak] dindir. Ekmel tevâfuk ve tetâbuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakîkate tevâfuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânîn-i ilâhiye beyninde tezat olması îcap ederdi. Çünkü bilcümle kavânîn-i kevniyeyi yapan Cenâb-ı Hak'tır."[31]
  • "Gazeteci muhatabımın sualine, 'Hükümetin dini olmaz!' diyemedim. Aksini söyledim, 'Vardır efendim, İslam dinidir' dedim." (Ocak 1923'te bir gazeteci ile din ve devlet üzerine konuşmasından 4 yıl sonra söyledikleri.)[32]
  • "Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasî bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz."
  • "Hilafetle beraber Türkiye'de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri, Patrikhaneleri ile Musevi Hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır." (4 Mayıs 1924)[33]
  • "Hukukî hükümler zaman ve mekân içinde içtimaî heyetlerin uğradıkları değişiklere göre değişegeldiğinden on dört asır evvelki zaman ve mekânın ihtiyacına göre lüzumlu ve kafi görülmüş olan esaslar yerine bugün birçok mütenevvi kanunlar ve usuller konulmak zarureti görülmüştür. Bunlar dahi ebedî olmayıp zamanla değişmeye mahkûmdurlar."[34]
  • "Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir. Bu tarif hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan, tabiatın mahlukudur. İptidai insanların, tabiatın her şeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk his ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğinin mutlak surette yapmaya kalkışmış olması düşünülemez. İptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır. Memnular ve hurafeler üzerine kurulan birçok âdetler ve an'aneler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır, o kadar ki düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak mefhum malum olmamıştır. Cemaatlerin başına geçebilen adamlar, cemaati Allah namına idare ederdi."[35]
  • "İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği üzere bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve ilâhi inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasetlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin olarak kurtarmak milletin dünyevi ve zührevi mutluluğunun emrettiği bir zarurettir. Ancak bu suretle islâm dininin yüceliği belirir."[36]
  • "İslâmiyetin ilk parlak devirlerinden mazi mahsulü olan sakim âdetler bir zaman için kendini göstermeye, nüfuz ikama muktedir olmamışsa da, biraz sonra İslâm hakâyıkına temessük, İslâm esaslarına teyfik-ı hareket etmekten ziyade, mazinin miraslarından olan âdet ve itikadları, dine karıştırmaya başlamışlardır. Bu yüzden İslâm cemiyetlerine dahil birtakım kavimler, İslâm oldukları halde sükûta, sefalete, inhitata mâruz kaldılar. Mazilerinin bâtıl itiyad ve itikadlarıyla İslâmiyeti teşvik ettikleri ve bu suretle hakikat-ı Islâmiye’den uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar."
  • "Kasaba ve şehirde ecânibin nazar-ı dikkati en çok şekl-i tesettür üzerinde tesebbüt ediyor. Buna bakanlar, kadınlarımızın hiçbir şey görmediklerini zannediyor. Mamafih, îcâb-ı dîn olan tesettür, kısaca ifâde etmek lâzım gelirse denebilir ki, kadınların külfetini mûcip ve muhâlif-i âdap olmayacak şekl-i basitte olmalıdır. Şekl-i tesettür, kadını hayatından, mevcudiyetinden tecrit edecek bir şekilde olmamalıdır. Bu sadette son söz olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi lâzım idi. Onlar edebildikleri kadar etmişlerdir. Fakat bugünkü seviyemiz, bugünkü îcâbât ve ihtiyâcât-ı esâsiyeye gayrıkâfîdir. Başka zihniyette, başka kemâlde adamlara muhtacız. Bunları yetiştirecek olan, bundan sonraki validelerdir. Bu mârûzâtımın istiklâlini, şerefini, hayat ve mevcudiyetini temin ve idame umde ittihaz eden yeni Türkiye Devleti’nin esaslarından birini teşkil etmesi lâzımdır ve inşallah edecektir."[37]
  • "Kerbelâ, hafîd-i peygamberî, imam, seyf-i mübârek, müşerref; bu gibi avampesendâne laflarla milleti iğfal mes'elesinde bulunanlar artık insaf etsinler! Millet de dikkat ve basîretini arttırsın."[38]
  • "...Mazhar-ı nübüvvet ve risalet olan Efendimiz..." (Atatürk'ün Muhammed'e yönelik övgülü ve saygılı hitabı)[39]
  • "Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin, kalp ve vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz."[40]
  • "Minberlerin halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa hitab olunmakla İslam ehlinin vücudu canlanır, iman kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hatiplerin haiz olmaları lâzım gelen özellik, yetenek ve Dünya'nın gidişini bilmeleri çok önemlidir."
  • "Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok eski rivayetler vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu malum ve belki de mazbut değildir. Kuran sureleri Muhammed’e açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdi. Muhammed’in söylediği sureler uzun bir devirde dini düşüncelerinin ürünü olmuştur. Muhammed, bu surelere birçok çalıştıktan ve incelemeler yaptıktan sonra edebi şeklini vermiştir."[41]
  • "...Müslümanları ve Türk milletini bu kerteye düşmüş sanmak ve İslâm dünyasının vicdan temizliğinden, ahlâk ve karakterindeki incelikten, alçakça ve canice maksatlar için yararlanma yolunu tutmak, artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.(Halifeliğin kaldırılması sırasında bu makamın dış güçler tarafınca Müslümanları kandırmak ve onları yönetmek için kullanılması üzerine Müslümanları savunmak için Nutuk'ta yazdıkları.)[42]
  • "Türkiye Cumhuriyeti'nde, her yetişkin dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet hürriyeti vardır. Doğal olarak ibadetler, güvenlik ve genel yaşama aykırı olamaz; siyasal gösteri biçiminde yapılamaz."[43]
Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dinî fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türk Cumhuriyeti'nin resmî dini yoktur. Türkiye'de, bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samîmî mutekitler, derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğren.
  • "Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dinî fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türk Cumhuriyeti'nin resmî dini yoktur. Türkiye'de, bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samîmî mutekitler, derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğren."[35]
  • "Türk kadını ruhuna bilmeyen sath-i nazarlar kadınlarınıza bazı isnatta bulunmaktadırlar. Kadınlarınızın hayatta âtılâne yaşadıklarını, ilim ile, irfan ile münasebetleri bulunmadığını, hayât-ı medeniye ve içtimâîye ile alâkadar olmadıklarının, kadınlarımızın her şeyden mahrum kaldıklarını; onların Türk erkekleri tarafından hayattan, Dünya’dan, insanlıktan, kârükisbden uzak tutulduğunu söyleyenler vardır. Fakat hakîkat-i hâl böyle midir? Şüphesiz ki Türk kadınını şu suretle görmek, Türk kadınını görmemektir. Ecnebîlerin ve bizi düşman nazarıyla görenlerden tarif ve tasvir ettikleri kadınlar, bu vatanın asil kadını, Anadolu’nun asil Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim kadınını yanlış görüp yanlış anlatanlar, bilhassa büyük şehirlerimizde, müterakkî, medenî zannedilen yerlerde, bazı Türk hanımlarının manzara-i hâriciyelerine bakarak aldanıyorlar. O kadınların hâricî manzaralarını aleyhimizdeki sûitefsirlere müsait bir zemin olarak alıyorlar. Milletin onların manzara-i hariciyelerinden çıkardıkları manayı bütün bütün Türk kadınlığına teşmil ediyorlar. İşte ilk tashih edilecek hata ve ilk ilan edilecek hakîkat buradadır. Manzara-i hâriciyelerinde düşmanlarımıza ve bilhassa haklı bir sermâye-i tezvir veren manzaralara hepiniz biliyorsunuz ve herkes biliyor ki en ziyade memleketimizin en büyük şehri olan, asırlarca devletin pâyitahtı ve makarr-ı hilâfeti bulunan İstanbul’da tesadüf ediliyor. Düşmanlarımız hükümler veriyor ve diyorlar ki: Türkiye mütemeddin bir millet olamaz, çünkü Türkiye halkı iki parçadan mürekkeptir. Kadın ve erkek diye iki kısma ayrılmıştır. Halbuki bir heyet-i içtimâiye, aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse, terakkî etmesine imkân-ı fennî ve ihtimâl-i ilmî yoktur."[44]
  • "Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Dînimize, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye'ye istiklâlini veren bu Türk milleti içinde daha karışık, sun'î, bâtıl îtikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bunları benimsemiş olan câhiller, âcizler, sırası gelince tenevvür edeceklerdir. Onlara ziyâya takarrüp etmezlerse kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız." (11 Şubat 1924, Tanin gazetesi)[45]
  • "Unutulmamalıdır ki milletin hâkimiyetini bir şahısta yâhut mahdut eşhâsın elinde bulundurmakta menfaat bekleyen câhil ve gâfil insanlar vardır. Hükümdarlar, kendilerini mevhum bir kuvvetin mümessili tanırlar ve bundan zevk alırlar. Fakat onların etrâfındaki menfaatperestler, bunu din kisvesine büründürerek bütün milleti iğfâle, idlâle çalışırlar. Nitekim şimdiye kadar çalışmışlardır. Nihâyet milletin kulağı bu terennümât ile dolar ve o telkînâtı îcâb-i din ve hakîkat-ı mahz telakkî eder. Bu gibilerine mürtecî ve hareketlerine de irticâderler.

    Fetvâ ile veyahut şu ve bu gibi telkînâtla milleti irticâya sevk etmek isteyenlerin yeri zindan olacaktır. Kat'îyetle ve bilâpervâ söylerim ki, hâkimiyet-i milliyemizin bir zerresini şu veya bu sûretle takyit etmek isteyenler en koyu mürtecîdir. Öylelere karşı milletin yapacağı şey, onları parçalamaktır."[46]
  • "Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."[47]
  • "Zamanında kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. “Mademki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür sırasında sevinç ve mutluluğa yer bulunmaz” diyorlardı. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: “Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, hiç olmazsa yaşadığımız sürece şen ve neşeli olalım.” Ben kendi karakterim bakımından ikinci hayat görüşünü beğeniyorum, fakat şu sınırlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar zavallıdır. Besbelli ki, o adam birey sıfatı ile yok olacaktır. Herhangi bir kişinin, yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Anlayışlı bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir..."[48]

Kaynak;

  1.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1930-03). Atatürk'ten Düşünceler (Kitap) (Türkçe), 92. sayfa. ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-24 “Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  2.  Atilla Oral, Atatürk'ün Sansürlenen Mektubu, Demkar Yayınevi, 1. Basım, 61. sayfa
  3.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1924-10). Atatürk'ten Düşünceler (Kitap) (Türkçe), 96. sayfa. ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-24 “Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  4.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1925-08). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 78. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2012-07-11 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  5.  "Modern Turkey, a delicate balance of East and West". Erişim tarihi: 23 Ekim 2011.
  6.  "Google Books üzerinden Turkey Today". Turkey Today. Erişim tarihi: 25 Mayıs 2014.
  7.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1918-07). Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 62. sayfa. ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2013-05-27 “Türk Tarih Kurumu Konferansları, 1969”
  8.  "Atatürk'ün özdeyişleri" (html). "İzmir İktisat Kongresi'ni açış söylevi"
  9.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-01). Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 62. sayfa. ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2013-05-27 “Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı, s. 55”
  10.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-01). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 90. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-24 “Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  11.  Söyler ve Demeçler, 11, 90; Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk ve Din, Millî Eğitim Ankara 1981, s. 134-135.
  12.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-03). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 77-8. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2012-07-11 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  13.  "Atatürk’ün dini görüşleri" (html). "Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II)"
  14.  Ayın Tarihi: 1930, No. 73, sayfa 6049-6055
  15.  "NUTUK" (PDF). "Atatürk Araştırma Merkezi"
  16.  Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk ve Din, Millî Eğitim Ankara 1981, s. 135
  17.  "Atatürk’ün dini görüşleri" (html). "Atatürk’ün Âfet İnan’a dikte ettirdiği “Yurttaş için Medeni Bilgiler” ders kitabında dinin rolü üzerine söylediği. Bu ifadeler, 1930'larda basılan kitabının 364-370, 402-3. sayfalarında bulunurken, sonraki senelerde yapılan baskılarda bu ifadeler çıkarılmış yani sansürlenmiş."
  18.  "Atatürk'ün sansürlenen görüşleri" (html).
  19.  Prof. Dr. A. Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, sadeleştirenler Prof. Dr. Ali Sevim, Prof. Dr. Azmi Süslü, Doç. Dr. M. Akif Tural, s. 438 vd., Başbakanlık Atatürk Araştırma Merkezi, ISBN 975-16-1276-4
  20.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-03). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 76. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2012-07-11 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  21.  "Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin V. Dönem 3. Yasama Yılını Açış Konuşmaları". tbmm.gov.tr. 13 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Temmuz 2014.
  22.  http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=SoylevDemecler&IcerikNo=352
  23.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1927-10-20). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 192. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2012-05-26 “Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (I)”
  24.  Atatürk'ün Son Meclis Konuşması
  25.  http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Nutuk&IcerikNo=334
  26.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1922-03). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 92. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-24 “Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (I)”
  27.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1927-10). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 95. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-24 “Nutuk”
  28.  Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. I., Ankara 1961, s. 13
  29.  Ali Rıza Sağman, Hatıralar, Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi içerisinde, İstanbul 1943, cilt 5, sayfa 1631, 1632.
  30.  Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, 1927, s. 418; sadeleştirilmiş metin, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, s. 106.
  31.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1922-02). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 91. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-24 “Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  32.  Dücane Cündioğlu, Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Din ve Siyaset, s. 3
  33.  Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1989, cilt 3. s. 102
  34.  Atatürk'ten Düşünceler, derleyen: Prof. Enver Ziya Karal
  35. ↑ Şuraya git:35,0 35,1 Vatandaş için Medeni Bilgiler
  36.  TBMM Zabit Ceridesi, devre II, cilt VII, s. 3.
  37.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-01). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 76. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2012-07-11 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  38.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1927-10). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 99. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-24 “Nutuk”
  39.  "M. KEMAL ATATÜRK’ÜN İSLÂM TARİHİ ANLAYIŞI ( PROF. DR. SABRİ HİZMETLİ )" (HTML). "3- M. KEMAL ATATÜRK’ÜN İSLÂM TARİHİ ANLAYIŞI ( PROF. DR. SABRİ HİZMETLİ )"
  40.  Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1959, 2. Baskı
  41.  Afet İnan, Atatürk'ün El Yazmaları, 2000'e Doğru dergisi, 8. sayı, s. 15-16.
  42.  "NUTUK" (HTML). "Atatürk Araştırma Merkezi ISBN 975-16-0401-X"
  43.  MEB, Atatürk'ün din ve laiklik hakkındaki görüşleri.
  44.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-01). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 76-7. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2012-07-11 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II)”
  45.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1924-02-11). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 92-3. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-24 “Tanin gazetesi”
  46.  KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923). Fatih ÖZDEMİR Atatürk'ten Düşünceler(kitap) (Türkçe), 203. sayfa. Ankara: ODTÜ Yayıncılık. ISBN ISBN 975-7064-12-2. URL erişim tarihi 2011-11-27 “Medeni Bilgiler, Âfet İnan”
  47.  ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip'e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi
  48.  http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/romanya-disisleri-bakani-antonescu-ile-konusma


https://tr.wikiquote.org/wiki/Mustafa_Kemal_Atat%C3%BCrk/Din

***