1 Aralık 2017 Cuma

Mahir Çayan ve Arkadaşları ile Rehineler Kızıldere'de nasıl öldürüldü?


Mahir Çayan ve Arkadaşları ile Rehineler Kızıldere'de nasıl öldürüldü?

Murat Bjeduğ
lennonbjedug@hotmail.com
03 Nisan 2012 

Sene 1972. 18 Mart'ta, Ertan Saruhan’ın kullanmakta olduğu kamyonla Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna Ünye'ye ulaşırlar. Ahmet Atasoy, Ünye'de aldığı grubu, abisi Mehmet Atasoy’un Fatsa'nın Yapraklı köyündeki evine götürür.



Bir parantez açmak gerekiyor, tam da bu noktada: Ertan Saruhan’ın, güzergâh boyunca yapılan kontrolleri kendi kimliği ile geçtiği, uzun yıllar evvel Uğur Mumcu tarafından işlenmiş ve kuşkulu bulunmuştu. Konspiratif yaklaşımlar, bu mevzu üzerinden Kızıldere’nin zaten devletçe planlanmış bir senaryo olduğu ve akıbetin bu şekilde organize edilmiş olduğu iddiaları zaman zaman seslendirilmişti.

“Karadeniz – DEV-GENÇ – THKP-C” denince akla gelen ilk isimlerden biri de, geçtiğimiz aylarda vefat eden “Çörtük İsmet” lakaplı İsmet Öztürk’tür. Mahir'in Karadeniz örgütlenmesi için ilk görüştüğü simalardan biri olan İsmet Öztürk, köy çalışması ya da kaçak olduğu için  Karadenize gelen militanların ilk temas kurduğu mahalli kadrolardan olduğu için ve Maltepe firarı sürecinde görev de verildiği için olayların iç yüzüne vakıf olmasının yanı sıra, Karadeniz kadrosunu, hele de THKP-C’nin Karadeniz sorumlusu Ertan Saruhan’ı hem çok iyi tanımakta, hem de sıkı ilişkisini sürdürmektedir. Ölümünden evvel yayımlanan “THKP-C’den Kurtuluş’a MÜCADELE HAYATIM” isimli siyasi anı kitabının 64. sayfasında bu mesele hakkında şunları yazıyıyor:

“Benim aranıp aranmadığım belli değildi, ama Ertan serbest dolaşıyordu. Uğur Mumcu’nun köşe yazılarına malzeme olan 'Ertan aranmasına rağmen  polis hüviyetine bakıp serbest bıraktı' safsataları boş kuruntudan başka bir şey değildir. Ertan’ın arandığına dair şüphelerin oluşması, … Mahir’leri Karadeniz'e geçirdikten sonra izini kaybettirmesinden kuşkulanan polisin izini bulmak için sürdürdüğü çabaların sonucu olmuştur.Yani Fatsa’ya geldikten sonra.’’


Kızıldere'ye gitmeye nasıl karar verildi?

Fatsa'nın Yapraklı köyünde, kararlaştırılan eylemin planı yapılır. Ünye’deki Amerikan radar üssü çalışanları, tesadüf, THKP-C sempatizanı bir avukatın bürosunun da bulunduğu apartmanın üst katında ikamet etmektedirler.

.Ahmet Atasoy, avukatın bürosuna giderek Mahir’lerin istediği istihbaratı toplayıp, gruba iletir.

Mehmet Atasoy’un evinde, tamamen yapılacak eyleme odaklanmış bulunan Çayan ve arkadaşlarının, eylemden sonra rehinelerle birlikte gidecekleri güvenilir bir yer bulunması işi de yine Ahmet Atasoy tarafından halledilir. Ne Çayan, ne de  diğerleri o sıralar ne Kızıldere, ne de kalacakları ev hakında bir bilgiye sahiptirler. Ahmet Atasoy, Alevi bir sülaleden gelmektdir. Önce, “Yüncü Hasan” diye anılan Hasan Yılmaz’ı bağ fidesi sattığını bildiği için pazar yerinde bulur. Kazandığından daha fazlasının kendisine verileceğini söyleyerek kalınacak yer bulmasını ister. Kızıldere köyü  muhtarı ve Alevi olan Emrullah Aslan’ın yakını olduğunu söyleyen Yüncü Hasan ile birlikte Emrullah Aslan’la görüşülür. Kızıldere’de öldürülen Nihat Yılmaz’ın kardeşi Abdullah Yılmaz'ın da bulunduğu görüşmede, yetenekli ve vasıflı bir insan olan Ahmet Atasoy, Emrullah Aslan’ı şu sözlerle ikna eder:

“Maltepe Cezaevi'ni yarıp geçen arkadaşlardan dört kişiyi buraya getireceğiz. Bunlar Alevidir. Bunları saklamak bizim görevimizdir. Sen de görevini yapmalısın. Bunlar yiğit insanlardır, doğru insalardır, namuslu insanlardır. Kayseri’de Hıdır diye biri var, Hüseyin İnan’ın babası.” ( THKP-C ve KIZILDERE – KORAY DÜZGÖREN SYF: 31).

Böylece kalınacak ev meselesi de hallolur. Köyün “Kızıldere” olan adı ile garip bir tesadüf eseri, olayın özü denk düşecektir!

'Ne devrimi görmesi, altı ay yaşarsak iyi!'

Eylem timi Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Cihan Alptekin, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Hüdai Arıkan olarak belirlenir. Eyleme katılmaması kararlaştırılan Saffet Alp, Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, 23 Mart günü Sabahattin Kurt’un kalmakta olduğu Fatsa, Nurettin köyündeki Hüseyin Gümüş’ün evine getirilir. Evdeki bir sohbet sırasında Hüseyin Gümüş, sorar:



“Sabahattin ne dersin, devrimi görebilecek miyiz?‘’

Sabahattin Kurt’un cevabı şimdi bile yürek sızlatıyor; “Ne devrimi görmesi, altı ay yaşarsak iyi...”

24 Mart günü, Ömer Ayna, Yüncü Hasan, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt ve Saffet Alp, şoförlüğünü Mehmet Bayrak’ın yaptığı araçla uaştıkları Niksar'ın Reis köyünde araçtan inerler.

Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt ve Saffet Alp, Yüncü Hasan tarafından Kızıldere’ye getirilir. Vakit sabaha karşı olduğundan, eve girmek mahzurlu görülür ve gün boyu köy dışında havanın kararması beklenir. Hava kararınca da muhtarın evine girilir.

'T.C Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hükümetine...'

25 Mart 1972 tarihli, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu, ve Hükümetine” başlığını taşıyan bildiri ile eylemciler isteklerini şu şekilde sıralayarak dünya ve Türkiye kamuoyuna ilan ederler:

1 – İnfazlar derhal durdurulacak,

2 – Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır.

3 – Ençok kırk sekiz saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.

Ve Ünye'de teknisyenler kaçırılıyor

26 Mart 1972 günü Ertuğrul Kürkçü, Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Hüdai Arıkan Charles Turner, Gordon Banner ve John Stuart Law’ı rehine alırlar. Grup, dışarıda İngiliz teknisyenlere ait Land-Rover'a Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz ile birlikte binerek Niksar’a doğru hareket eder. Aracı Nihat Yılmaz kullanmaktadır. Eylem başlamadan Ünye’ye gelmiş olan (Çörtük) İsmet Öztürk, ilk etapta zaman kazanılması için gerekli gördükleri kurum ve kişilerin telefon hatlarını kesmiştir.

27 Mart'ta apartmana gelen müstahdem evdeki diğer İngilizleri elleri bağlı, ağızları flasterli vaziyette bulunca olay açığa çıkar.

27 Mart saat 01:30 sıralarında Kızıldere eteklerine gelen Mahir Çayan, arkadaşları ve rehineler araçtan inerler. Ahmet Atasoy kılavuzluğunda yürüyerek Kızıldere’ye varılır, ancak günün ışımış olması nedeniyle muhtarın evine girilmez, bir ağılda akşamın olması beklenir. Gece geç saatte ekip eve girer.

Bütün bunlar olurken, istihbarat güçleri, özellikle de Mehmet Eymür ve Hiram Abas hiçbir açığı kaçırmadan iz sürerken Mahir’lerin Karadeniz'e geçtiklerini öğrenirler. Ziya Yılmaz’ın Fatsa’lı olması akıllarına gelir sorguyu yapan Eymür ve ekibinin. Fatsa’ya odaklanırlar ve sorgulamalar akabinde hemen tutuklamalar başlar.

Arkadaşlarının yanına dönüp öldüler

Mahir Çayan, Kızıldere yöresine geldiklerinde Land-Rover'dan inerken aracı kullanan Nihat Yılmaz ile yanındaki Ertan Saruhan’a aracı uzak bir yere bırakarak Ankara, İstanbul’a gitmelerini, izlerini kaybettirmelerini ve bu tarihsel eylemi gelecek kuşaklara anlatmalarını ister. Jipi en uzak noktaya götürüp terk eden Saruhan ve Yılmaz, 28 Mart 1972 günü, bugün anlaşılması, algılanması ve izahı güç bir duygudaşlık ve cesaretle son derece zor koşullarda, saatlerce yürüyerek, sora sora Kızıldere’ye dönerler. Ve iki gün sonra cenazelerinin çıkacağı o meşum evde yoldaşlarının yanına yerleşirler.

Hem ihtiyaçları karşılaması, hem de etrafı bir kolaçan etmesi için 28 Mart'ta Tokat’ın Niksar ilçesine gönderilen muhtar, askeri birliklerin ve sıkı önlemlerin boyutunu evdeki konuklarına aktarır. Mahir Çayan ve arkadaşları artık kendilerine doğru adım adım yaklaşıldığını tahmin ederler.

Peşpeşe tutuklamalar ve sorgulamalar sonucu özellikle Yüncü Hasan’dan alınan bilgilerle Kızıldere tespit edilir. 29 Mart gecesi saat 23:00 sıralarında Yüncü Hasan  güvenlik güçleriyle Kızıldere’ye getirilir. Muhtar Emrullah Aslan’ın (Koray Düzgören – THKP-C ve Kızıldere syf: 111 ) anlatımından öğreniyoruz ki, Mahir Çayan ve arkadaşları Yüncü Hasan’ın ele geçtiğini ve kendilerine doğru yaklaşıldığını ellerindeki telsizden zaten öğrenirler.

Hasan Yılmaz’ın oyalayıcı tutumu üzerine  Jandarma Teğmen Mustafa İlerisoy ile Astsubay Başçavuş İsmail Hakkı Topaloğlu 30 Mart 1972 tarihinde köyün muhtarı ile görüşmek üzere eve gelirler. Ama henüz Mahir'lerin o evde oldukları bilgisine sahip değillerdir, muhtardan bilgi almak amacıyla gelinmektedir.


Askeri Savcı'nın iddianamesinden Kızıldere

Şimdi Kızıldere trajedisinin, askeri savcı Albay Naci Gür tarafından hazırlanan iddianamedeki anlatımına bakabiliriz:

Jandarma Teğmen Mustafa İlerisoy ile Jandarma Astsubay başçavuş İsmail Hakkı Topaloğlu’nun  eve doğru yaklaştığını gören nöbetçi eylemci, durumu arkadaşlarına ve muhtara bildirmiş; eylemcilerce Emrullah Aslan, görevlilerin gelişlerinin gerçek sebebini öğrenmek ve zaman kazanmak  amacıyla onları dışarıda karşılaması için gönderilmiş; ancak durumun vehamet arz ettiğini, köyün güvenlik kuvvetlerince sarıldığını öğrenen muhtar Emrullah Aslan kendisini sorumluluktan beri kılmak için daha önce hazırladığı bir mektubu görevlilere vererek anarşistlerin ve kaçırılan üç İngiliz’in evinde bulunduğunu beyan etmiştir.Emrullah Aslan’ın güvenlik kuvvetlerince gözaltına alınmasını müteakip evdeki ailesi mensubu da dışarı çıkmıştır.

Durumun… J. Alb. Kadri Sönmez’e bildirilmesi üzerine komando taburunca köy çevrilmiş; anarşistlerle üç İngiliz’in bulunduğu ev civarı da görevli kılınan timlerce abluka altına alınmıştır.

30 Mart 1972 günü sabahı Kızıldere köyüne gelen Harekât komutanı J. Alb. Sezai Durukan (…) komutayı almış; öncelikle ev yakınına kadar emniyet müfrezelerini ve dinleme postalarını görevlendirdikten sonra Mahir Çayan ve arkadaşlarına megafonla teslim olmalarını… adalete teslim edileceklerini… İngilizlerin Türkiye’de misafir bulunduklarını, onların öldürülmemesini, bu İngilizlerin öldürülmelerinin Türk milletini güç durumda bırakacağını, İngilizleri göstermelerini birçok kerre  ihtar ve ikaz etmiştir. Buna karşılık Mahir Çayan ve arkadaşları teslim olmayacaklarını, buraya ölmek ve öldürmek için geldiklerini, bunda kararlı olduklarını, şartları yerine getirilmediği takdirde çarpışaklarını ve İngilizleri öldüreceklerini belirterek silahlı kuvvetler ve komutanlarına hakaret teşkil eden sözlerle karşılık vermeğe devam etmişlerdir.. Eylemciler evin sarılmasından sonra çatı kiremitlerini yer yer açarak dışarıyı daha iyi görebilecek bir durum sağlamışlar; dışa karşı isabetli atışı temin etmek üzere bina duvarında da mazgal delikleri açmışlar; ayrıca evin kapı ve pencereleri arkasına eşyaları yığarak tahkimat yapmışlardır.

Yapılan müteaddit ihtarlardan sonra üç İngiliz… görevlilere gösterilmiş; güvenlik kuvvetlerince, kaçırılan üç İngilizin de evde bulunduğu kesinlikle öğrenilmiştir.

Saat 12:00 sıralarında güvenlik kuvvetlerince megafonla eylemcilere hitaben: “İçinizde hiçbir eyleme katılmamış şahıslar var, teslim olmak onların menfaatleri icabıdır. Adalete teslim olun ve İngilizleri öldürmeyin’’ şeklinde ihtarda bulunulmuş; bunun üzerine Mahir Çayan arkadaşlarını toplayarak “bu olay Sibel Erkan olayının daha yüksek seviyedeki tekrarıdır. Sibel olayı sırasında Hüseyin Cevahir, çok yiğit bir arkadaşımız olmasına rağmen bu kabil ihtarlar karşısında teslim olmak istemişti. Oysa bu onun bir zayıflığının ifadesiydi” demek suretiyle arkadaşlarının hislerine hitapta bulunmuş; bunun üzerine müştereken yapılan konuşmada teslim olunmaması ve İngilizlerin öldürülmesi hususunda tekrar tam bir anlaşmaya varılmıştır.

Saat 14:00 sıralarında evde eylemcilerce güvenlik kuvvetlerine seri atışlar yapılmağa başlanmış; dıştan da görevli erlerce ev saçak kısmına 3-4 el ikaz atışı yapılması üzerine  harekât komutanı J. Alb. Sezai Durukan İngilizleri sağ olarak kurtarmak ve eylemcileri de sağ olarak ele geçirmek amacını güttüğünden derhal emrindeki birliğe ateş kesmesi emrini vermiştir.

Bu arada Mahir Çayan’ın verdiği talimat  veçhile hareket eden eylemciler, elleri arkadan bağlı vaziyette tutulan Charles Turner, Gordon Banner ve John Stuart Law’ı tabanca ile müteaddit atış yapmak suretiyle öldürmüşler; güvenlik kuvvetlerince evden boğuk silah sesleri geldiğinin duyulması üzerine dinleyici postaları çağırılıp sorulduğunda tabanca ile atış yapıldığı kesinlikle öğrenildiğinden eylemciler tarafından İngiliz teknisyenlerinin öldürüldüğü anlaşılmıştır.

Bütün buna rağmen eylemcilere saat 15:45’e kadar devamlı olarak İngilizleri göstermeleri ve teslim olmaları, aksi halde güvenlik kuvvetlerinin kanuni yetkilerini kullanacakları ve atışlarına atışla karşılık verileceği ihtar edilmesine rağmen müspet bir cevap alınamamış; aksine küfür ve silah atışı ile mukabele edilmiştir. Saat 16:00 sıralarında içerden el bombası atılmağa ve arkasından da silah atışı yapılmağa başlanmış, bu zorunlu durum karşısında güvenlik kuvvetleri de… mukabil atışta bulunmuştur. Bu müsademe sırasında evden Çayan vuruldu diye bir ses duyulmasına rağmen içeriden silah ve bomba atışına devam edilmiş; bu sırada ev içinde eylemcilere ait el bombalarının patladığı işitilmiştir.

İngiliz teknisyenlerinin öldürüldüğünün kesinlikle öğrenilmesi, müteaddit ihtarlara rağmen eylemcilerce atışa devam edilmesi karşısında harekât komutanlığınca teşkil edilen tim, göz yaşartıcı ve sis bombası kullanarak eve girmeğe muvaffak olduğunda evde bulunan Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve  Nihat Yılmaz’ın ölmüş oldukları; İngiliz teknisyeni Charles Turner, Gordon Banner, ve John Stuart Law'un ise eylemcilerce öldürüldüğü, cesetlerinin soğumuş olduğu, kolları arkadan bağlı ve sırtüstü bir şekilde ev holünde bulundukları tespit edilmiştir.

Sanık Ertuğrul Kürkçü ise arkadaşlarındaki savunma el bombalarının patlaması bu sebeple birçoğunun ölmesi ve yaralanmasından sonra beraberine Mısır yapısı 9 mm çaplı 13746 numaralı otomatik tabanca, 61 adet aynı çaplı mermi ve 1 adet fünyeyi alıp ev alt katındaki samanlığa kaçarak samanlar arasına saklanmış; ele geçirilen sanıklar arasında Eruğrul Kürkçü’nün bulunmadığı tespit edildikten sonra 31 Mart 1972 günü aynı evde arama yapıldığında adı geçen sanık gizlendiği samanlıkta taşıdığı silah, mermi ve fünye ile ele geçmiştir.”

12 Mart ve Türün kardeşlerin icraatı

Albay savcı Naci Gür’ün iddianamesinde vaka böyle anlatılıyor.

Bu noktada atlanmaması gereken önemli bir detay var. 12 Mart muhtırasından sonra Demirel hükümetinin istifasının ardından 26 Mart'ta  CHP’den bu görev için istifa etmiş bulunan Prof. Nihat Erim tarafından kurulan hükümet, 27 Nisan'da İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'na, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün’ü getirir. Faik Türün’le birlikte muazzam bir tevkifat dalgası ülkeyi ve İstanbul’u sarar.12 Mart sürecinde tüm toplantılara iştirak etmiş ve sürecin önemli isimlerinden biri olan General Celil Gürkan, Hava Kuvvetleri Komutanı ve 12 Mart'ın mimarı Muhsin Batur’un son dakika çalımıyla emekliye sevk edildikten hemen sonra, bir Faik Türün eseri olan Ziverbey Köş

kü denilen işkencehaneye getirilerek 6 gün misafir !? Edilir. Bu Ziverbey Köşkü'nden geçmeyen aydın-demokrat kalmamıştır neredeyse.

Faik Türün’ün kardeşi Tevfik Türüng de (iki kardeşin soyadları farklı geçiyor M.B) Ankara Merkez 

Komutanlığı'nda abisi ile aynı misyonu yerine getirmektedir. 1971-72 döneminin, devrimciler açısından bu denli kanlı ve ölümlerle geçmesinde bu iki isme sık raslanır.

İlk gün verdiğimiz kronolojide ismini andığımız Koray Doğan’ın babası subaydır. Tevfik Türüng'ün tanışıyor olduğu Koray Doğan'ın babası ile görüşmek için evlerine gelir ve çok açık bir şekilde 24 saatte teslim olmazsa Koray Doğan'ın başına kötü şeylerin geleceğini açıkça söyler. Aile Koray’a ulaşamadan, Koray ertesi gün vurularak öldürülür! Faik ve Tevfik Türün kardeşlerin görev ifasında benzeri olayların sık vuku bulduğu biliniyor.

İşte, THKP-C iddianamesini hazırlayan bu savcı albay Naci Gür’ün, Faik Türün’e yakın isimlerden olduğu söylenegelmiştir ki, bunda hakikat payı olduğunu tahmin etmek güç olmasa gerek.

İddianamede ve dönemin gazetelerinde “üç İngiliz” olarak geçen teknisyenlerden Charles Turner (1926) ve Gordon Banner'ın (1937) İngiliz, John Stuart Law'un (1946) ise Kanadalı olduğu notunu düşerek bugünkü bölümü noktalayalım.

YARIN: Kızıldere'den sağ kurtulabilen tek kişi olan Ertuğrul Kürkçü anlatıyor


http://t24.com.tr/yazarlar/murat-bjedug/mahir-cayan-ve-arkadaslari-ile-rehineler-kizilderede-nasil-olduruldu,4906

********

Dahili Bedhahlar, Eski Satıcı, Yeni BDP&PKK Milletvekili Ertuğrul Kürkçü!

  Eski Satıcı, Yeni BDP&PKK Milletvekili Ertuğrul Kürkçü! 


t2174a           
Ahmet Akın

'' Elimden gelse, bütün dünya okullarının programlarına; 'İNSANIN İNSANI SÖMÜRMEMESİ' adlı bir ders koyardım.''

Eski Satıcı, Yeni BDP&PKK Milletvekili Ertuğrul Kürkçü!
10 Mayıs 2014 

Dahili Bedhahlar, Hikaye şöyle:

Solun ‘Sembol’ isimlerinden Mahir Çayan, Ömer Ayna, Cihan Alptekin ve Ertuğrul Kürkçü, üç Amerikalıyı 26 Mart 1972 günü kaçırır…
Tokat‘ın köylerinden Kızıldere’de muhtarın evine saklanırlar. Güvenlik güçleri evin adresini bulur ve “teslim ol” çağrısı yapar. İçerden ateşle karşılık 
verilir. Kurşun yağmuruna tutulan evde herkes ölür. 

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ hariç..! 

Samanlıkta saklanarak kurtulduğunu anlatan Ertuğrul Kürkçü neden arkadaşları gibi çarpışmadığını şöyle anlatır:

“5-6 eri öldürerek ne harekete, ne de kendi kişilik ve ideolojime hizmet edemeyeceğimi, bir şey kazandıramayacağımı düşündüğüm için.” der.
..
Ancak sol camiada; adam kaçırma olayında arkadaşlarıyla birlikte hareket eden Kürkçü’nün çarpışma anında bu birliktelikten çark etmesi hep sorgulandı. Hafif 
eleştirenler ölüm korkusunun galip geldiğini ve Kürkçü’nün samanlığa saklandığını belirtirken; ağır eleştirenler Kürkçü’nün baskına neden olan muhbir 
olduğunu iddia ettiler.

Şimdinin BDP Milletvekili Kürkçü, PKK’lılarla sözde karşılaşma anında sarmaş dolaş olup hayran gözlerle pis pis sırıtarak bağlılıklarını bildirirken; rantı 
da cebine indiriyordu. Normal şartlarda milletvekili seçilme ihtimali sıfır olan Kürkçü, KCK’nın organizasyonu sayesinde seçildiğinin farkında çünkü.

Samanlıkta saklanıp askerlerle çatışmamasını “5-6 eri öldürerek ne harekete ne de kendi kişilik ve ideolojime hizmet edemeyecektim” diye açıklayan Kürkçü 
efendi, keşke;

“Yola mayın döşeyerek erleri, karakola bomba atarak polisleri, şantiyeleri basarak işçileri, parka bomba koyarak sivilleri öldürmekle ‘harekete, kişilik ve 
ideolojilerine’ hizmet edemeyeceklerini” söyleyebilseydi…PKK’lılar karşısında aklına gelmeyen öldürmeme gerekçeleri, samanlıkta adrenalin sayesinde gelmişse aklına bilemeyiz tabii!
Kürkçü gibilerin çıkardığı ateş yüzünden bir sürü can giderken, 12 yaşında çocuklar dağa çıkartılıyor…
12 yaşında çocuğu dağa çıkartılan anaların yüreği yanıyorken, Kürkçü’nün derdinin genç sevgilisinin yanmasın diye sırtını yağlamak olduğu görülmeli!
Üstelik, ‘ezilenler’, ‘yoksul halklar’ söylemiyle ortalığa çıkan bu madrabazlar, (Aysel Tuğluk‘un koluna) 3 bin Euro‘luk Louis Vuitton çanta takmaktan, 
sevgililer gününde otele bir geceliğine 500 tl vermekten ve kendi rantını düşünmekten başka dertleri olmadığını da ortaya koymuş oluyorlar!


Annesinin bağrından kopartılıp 3 bin Euro'ya dağa satılacak çocuk çok nasıl olsa. Aysel Tuğluk için her çocuk bir Louis Vuitton çünkü..”

Her çocuk bir Louis Vuitton

Louis Vuitton Çantanın taklit olduğu açıklamasıyla insanları kandırmaya çalışacak kadar zavallı ve halkı da aptal zannediyorlar!


“Hikayeyi biliyorsunuz...

Solun sembol isimlerinden Mahir Çayan, Ömer Ayna, Cihan Alptekin ve Ertuğrul Kürkçü, üç Amerikalıyı 26 Mart 1972 günü kaçırır.

Tokat'ın köylerinden Kızıldere'de muhtarın evine saklanırlar.

Güvenlik güçleri evin adresini bulur ve "teslim ol" çağrısı yapar.



İçerden ateşle karşılık verilir.
Kurşun yağmuruna tutulan evde herkes ölür, Ertuğrul Kürkçü hariç...
"Samanlıkta saklanarak kurtulduğunu" anlatan Ertuğrul Kürkçü neden arkadaşları gibi çarpışmadığını, "5-6 eri öldürerek ne harekete, ne de kendi kişilik ve ideolojime hizmet edemeyeceğimi, bir şey kazandıramayacağımı düşündüğüm için" cevabını verir.

Ancak sol camiada; adam kaçırma olayında arkadaşlarıyla birlikte hareket eden Kürkçü'nün çarpışma anında bu birliktelikten çark etmesi hep sorgulandı.

Hafif eleştirenler "ölüm korkusu"nun galip geldiğini ve Kürkçü'nün samanlığa saklandığını belirtirken; ağır eleştirenler Kürkçü'nün baskına neden olan muhbir olduğunu iddia ettiler.

Sol camia içinde bu tartışma süregelsin, Ertuğrul Kürkçü yine basılmış...

Bu sefer samanlıkta değil plajda.

Üstelik de yanında kendisinden 29 yaş küçük sevgilisiyle...

Türk solunda böyle ilginçlikler hayli fazla.
Kalbur nedense hep böylelerini yukarıda bıraktı ve diğerlerini eledi.
Mustafa Balbay'ın da Ruşen Çakır'ın da gençliklerinde arkadaşlarını satma üzerine benzer hikayeleri var.
Kürkçüler, Balbaylar, Çakırlar parayı bulup, plajda göbeklerini yayarken, diğerleri ölüyor.
Bugünlere geldiğimizde ise iş artık ranta dökülmüş durumda.
Şimdinin BDP Milletvekili Kürkçü, PKK'lılarla sözde karşılaşma anında sarmaş dolaş olup hayran gözlerle pis pis sırıtarak bağlılıklarını bildirirken; rantı da cebine indiriyordu.
Normal şartlarda milletvekili seçilme ihtimali sıfır olan Kürkçü, KCK'nın organizasyonu sayesinde seçildiğinin farkında çünkü.



Dağlı ağasına kıkır kıkır gülerek bağlılıklarını bildirmiş çok mu?
Samanlıkta saklanıp askerlerle çatışmamasını "5-6 eri öldürerek ne harekete ne de kendi kişilik ve ideolojime hizmet edemeyecektim" diye açıklayan Kürkçü efendi, keşke dağlı ağasına; "yola mayın döşeyerek erleri, karakola bomba atarak polisleri, şantiyeleri basarak işçileri, parka bomba koyarak sivilleri öldürmekle 'harekete, kişilik ve ideolojilerine' hizmet edemeyeceklerini" söyleyebilseydi.

PKK'lılar karşısında aklına gelmeyen "öldürmeme gerekçeleri" samanlıkta adrenalin sayesinde gelmişse aklına bilemem tabii...

Kürkçü gibilerin çıkardığı ateş yüzünden bir sürü can giderken, 12 yaşında çocuklar dağa çıkartılıyor.

12 yaşında çocuğu dağa çıkartılan anaların yüreği yanıyorken, Kürkçü'nün derdinin genç sevgilisinin "yanmasın" diye sırtını yağlamak olduğu görülmeli.

Aysel Tuğluk'un derdinin koluna 3 bin Euro'luk Louis Vuitton çanta takmaktan, kendi rantını düşünmekten başka derdi olmadığı da görülmeli.

Çantanın taklit olduğunu açıklamasıyla insanları kandırmaya çalışacak kadar zavallı ve halkı da aptal zannediyor.

Görüntüleri izleyin, çantayı öylesine önemsiyor ki insanların gözüne sokacak kadar önde tutuyor.

Sanki tek mesele çantaymış gibi.

Bir diğer BDP'li Sırrı Sakık, çanta değiştirir gibi Mercedes değiştiriyor.

Hepinizin oturduğu semtler, yaşadığı standart ortada.

"Kürt hakları" vesaire hikaye.

Tek dert rant.

BDP'li belediyelerden ihaleler, uyuşturucu ekiminden milyon dolarlar, KCK'nın vergi adı altında halktan topladığı haraçlar...

Para gani...

Kürkçü'nün çıtır sevgilisiyle tatil masraflarını karşılayacak kadar da var, Tuğluk'a Louis Vuitton alacak kadar da...

Annesinin bağrından kopartılıp 3 bin Euro'ya dağa satılacak çocuk çok nasıl olsa. Aysel Tuğluk için her çocuk bir Louis Vuitton çünkü..”

Erdoğan’ın Kıbrıs atağının arkası,

Erdoğan’ın Kıbrıs atağının arkası,  



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   
Anayasal Düzen-Hukuk-Adalet Araştırmaları Merkezi
23 Temmuz 2011 Cumartesi
Erdoğan’ın Kıbrıs atağının arkası
Sadi Somuncuoğlu tarafından yazıldı.


Başbakan Erdoğan’ın KKTC’ye giderek hepimizi heyecanlandıran hamaset yüklü konuşmasının Kıbrıs milli meselemizin özüyle ilgili ifadeleri olması gerekenden farklıydı.

Erdoğan şöyle diyor: "Şunda hiç bir tereddüt yoktur ki BM parametreleri çerçevesindeki çözüm, mevcut müzakere sürecinde liderlerin ortak 
açıklamalarındaki mutabakatlarına uygun biçimde bulunacaktır. Bu çerçevede yeni ortaklık, 'iki kesimli, iki toplumlu' ve ilgili Güvenlik Konseyi kararlarında 
tanımlandığı şekliyle siyasi eşitlik temelinde bir federasyon olacak, bu ortaklığın, tek uluslararası kimliğe sahip bir Federal Hükümetinin yanı sıra, 
eşit statüye sahip bir Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ve bir Kıbrıs Rum Kurucu Devleti bulunacaktır." 
Şimdi de 7.7.2011'de Cenevre'de toplanan BM Kıbrıs grubunun, 5 aşamalı yol haritasının ilgili cümlesine bakalım.

"1251 sayılı karar olmaya devam ettiğini yineledi. Bu Kıbrıs Rum tarafı açısından çok önemli addediliyor. Çünkü o kararda "Kıbrıs sorununda istenilen 
çözümün iki bölgeli, iki toplumlu, tek egemenliği, tek uluslararası temsiliyeti, tek vatandaşlığı, siyasi eşitliği, toprak bütünlüğü olan ve ülkenin bağımsızlığını güvence altına alacağı federasyon olacağı, ayrılmayı veya herhangi bir devletle birleşmeyi yasaklayan bir çözüm olacağı belirtiliyor." 

Annan planındaki "eyalet/vilayet" anlamına gelen "kurucu devlet" ve BM parametrelerinin Türkleri, Rum devletinin azınlığı konumuna düşüreceği açık 
değil mi?"

BM yol haritası üzerine Ortam Gazetesinin haberinden bazı bölümleri okuyalım:

"Uluslararası konferans çağrılabilir... Yol haritasına göre, görüş birlikteliği olursa uzlaşmaya varılamayan bütün konuların ele alınacağı 'Uluslararası 
Konferans' çağrılacak. Konferansın oluşumu konusunda ise Güney Lefkoşa'nın; Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temsil edilmesine ilişkin tezi anlayış buluyor. Ancak bu 
yerine getirilecek gibi görünmüyor. Uluslararası konferansta anlaşmaya varılırsa o zaman da anlaşmaya imza atılacak ve 2012'nin ilk aylarında ayrı referandum lara sunulacak.

Hedef 2012 Haziran öncesi Birleşik Kıbrıs... BM'deki projeye göre hedef, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB dönem başkanlığını devralacağı 2012'nin ikinci yarısından 
önce bir anlaşmaya varılması öngörülüyor. Bu başarılamazsa kesin çıkmaz ilan edilecek ve Barış Gücü'nün adadan çekilmesi gündeme gelecek. 

Hristofyas'ın duruşu... Kıbrıs Rum tarafı Hristofyas'ın ağzıyla, iki bölgeliliğin peşinen dayatılacağını, çünkü çoğu Rum'un Kıbrıs Türk idaresi altına geri dönmekle ilgilenmediğini, takas veya tazminatı tercih ettiğini belirtti. Bu, Kıbrıslı Türklerin Türk bölgesinde mülklerin ve nüfusun çoğunluğuna sahip olacağı anlamına geliyor. Mülkiyet toprakla birleştirilebilir, bu da Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Rum idaresi altına toprak verilmesi karşılığında mülkleri vereceği anlamına geliyor.

Kim ne kazandı...

Kathimerini gazetesi, tarafların Cenevre'deki kazanımlarını detaylandırarak özetle şunları kaydetti: Başkan Dimitris Hristofyas'ın kazanımları: Kıbrıs Rum 
tarafı uluslararası konferans, Türk tarafı dörtlü veya beşli konferans talep etti, Kıbrıs Rum tarafı istediğini aldı. Paralel Müzakere: Rum tarafı Mülkiyet ve Toprak başlıklarının paralel müzakeresini istedi ve aldı. Egemenlik: Rum tarafının ezeli tezi BM kararları temelinde çözüm ifadesi ile yeniden teyit edildi.

Türk tarafı ısrarla istedi ve takvimleri istemeyen Kıbrıs Rum tarafının aksine istediğini aldı. Türk tarafı BM'nin 'hakemlik' olmadan rolünün artırılmasını 
elde etti. Gazete, paralel müzakereler ve egemenlik konularının ise Rum tarafı için gri zaferler olduğunu belirterek özetle şunları yazdı: "Paralel Müzakereler: Genel Sekreter'in paralel müzakerelere ilişkin açıklamasında net şekilde söylenmese de önemli konuların önümüzdeki üç ay içerisinde  görüşülmesi  gerekiyor. Bu da Genel Sekreter'in Cenevre görüşmesi sırasında yaptığı paralel müzakerelere ilişkin açıklamayla birlikte okunduğunda Rum tarafının bu noktada 
kazandığı ortaya çıkar. Cenevre'de bulunan diplomatik kaynakların gazetemize söylediğine göre Genel Sekreter 'Mülkiyet'in Toprak'la birleştirilmesi müzakere lerin   doğal uzantısıdır ve iki başlığın örtüştüğü aşikârdır' dedi. Genel Sekreter görüşme sonundaki açıklamasında dile getirmediğinden bu, gri de olsa 
Rum tarafının zaferidir." 

Sadi Somuncuoğlu
Uzman Hakkında
sadisomuncuoglu@yahoo.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Yasa İle Ülkemiz Bölünemez! 
  Haçlı Projesinde Türkmenler 
  “Çözüm Süreci”nin Tılsımı 
  Hak-Hukuk Tanımayan Batı Siyaseti! 
  Suriye Türkleri Ateşe Atılmamalı 
  PKK’dan sonra AB “ev ödevleri” 
  Elimizle Gelen Çifte Bela 
  Teröristbaşı’yla “mutabakat” meselesi 
  2023 ve 2071 Vizyonu Ne Demek? 
  Bir olan millet nasıl bölünür? 
  Oslo’da “Doğrudan müzakere”nin 5’incisi öyle mi? 
  AB’nin Güneydoğu Projesi 1 : Önce azınlık, sonra ayrı bir ulus... 
  AB’nin Güneydoğu Projesi 3 : Ayrı bir halkın hukuki altyapısı 
  AB’nin Güneydoğu Projesi 1 : Önce azınlık, sonra ayrı bir ulus... 
  Ölümsüzleşen dava adamı Elçibey 
  “Demokratikleşme”nin bedeli ve ürkek MGK 
  Erdoğan’ın Kıbrıs atağının arkası 
  Silivri başka, PKK-KCK-BDP-DTK bambaşka 
  Bir Eski MİT Müsteşar Yardımcısının Güneydoğu İçin Bir Yol Haritası 

***

Elimizle Gelen Çifte Bela

Elimizle Gelen Çifte Bela 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
22 Temmuz 2013 Pazartesi
Elimizle Gelen Çifte Bela
Sadi Somuncuoğlu tarafından yazıldı.



Haberlere göre, El Kaide/Nusra ve PKK/PYD Suriye’de devlet kuracakmış. Nusra’nın Ramazan Bayramı’nda, PYD’nin ise daha önce bağımsızlığını ilan etmesi bekleniyormuş. Bu sebeple, Suriye’nin kuzeyinde 3 gündür şiddetli çatışmalar yaşanıyormuş. Rasulayn kasabası PYD’nin kontrolüne geçmiş. 900 kilometre uzunluğundaki Suriye sınırımızın önemli bir kısmı PKK/PYD hakimiyetine girmiş. Karayılan,  “Bütün gücümüzle PYD’nin yanındayız”  demiş. Bu vahim gelişmelerin Türkiye bütünlüğünü tehdit etmediğini hiç kimse iddia edemez. ABD’nin  “Büyük Kürdistan” için hazır hale getirdiği Kuzey Irak ayağına, Türkiye ve Suriye ayağını da hazırladığı açıkça görülüyor.  “Büyük Orta Doğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi” ve ellerde dolaşan haritası aynen bunu göstermiyor mu?

Dünya gerçekleri ile Türk Milletinin hak ve menfaatlerini dikkate almayan, ideolojik şartlanmalara ve ham hayallere dayanan siyasetin ülkemizi getirdiği 
yer, maalesef burasıdır. Bir şeyler elde edeceği vehmiyle, Esat yönetimini devirmek üzere emperyal güçlerle ve rejim muhalifleriyle işbirliği yapan, 
topraklarımızı dünyanın en  kanlı terör örgütlerine açan,  siyasetin  iflas hikayesi böyle.  Bu tablo her şeyden önce,  emperyalist güçlere, İsrail’e ve PKK’ya yaramaktadır. Sınırımızda  PKK  veya Nusra Özerk Yönetimi’nin kurulması bütün bölgenin ciddi bir kaosa sürüklenmesi demektir.

Peki bu vahim durum karşısında, acaba siyasi iktidar ne yapıyor? Görebildiğimiz kadarıyla hiçbir şey yapmıyor. Herhangi bir açıklaması da yok. Öyleyse 
gündeminde ne var? Bunun  cevabı da şöyle:

Birinci sırada; “Gezi Parkı”   konusu var. Sadece her gün verilen beyanatlarda değil, uygulamada da böyle. Yürüyüşe katılanlar, evlerden ve öğrenci 
yurtlarından toplanıyor. Hayatını kaybeden yurttaşlarla ilgili açıklamalar ve adli soruşturmalar ise, yürek burkan cinsinden.

İkinci sırada; Mısır, yani Mursi ve demokrasi (!) meselesi var. Bu uğurda suçlanmadık ülke ve çevre bırakılmadı. Türkiye’mize karşı öfke ve husumeti 
çekecek ve yalnızlaştıracak bir üslup tercih ediliyor.

Üçüncü sırada; Teröristbaşı ve PKK elebaşlarının küstahlıklarına ve bölgede görüntülenen  “paralel devlet”  hazırlıklarına karşı suskunluk veya eziklik 
görüntüsü içinde verilen cevaplar var. Mesela; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan’ın,  “Kürt kendini savunmayacak mı? Süreç ilerlerse Kürtler’in asayişleri de, polisleri de, savunma kuvvetleri de olacak. Bunlar sadece Türk’ün hakkı değildir” ve Sırrı Sakık’ın; “Diğer halklarla birlikte egemenliği paylaşmak 
istiyoruz. Burada tek bir halk yaşamıyor” şeklindeki devletimizi paylaşmaya yönelik meydan okuması duyulmuyor. Dayatılan PKK taleplerinin karşılanması için Adalet ve İçişleri Bakanlığında çalışmalar devam ediyor, Meclis’te bazı kanunlar ve anayasa değişikliği gibi konularda hummalı faaliyetler sürdürülüyor.

Dördüncü sırada; İktidar klasiklerinden, muhalefet partilerine ve muhalif kişi ve çevrelere on yıldır yapılan aşağılama, azarlama ve suçlamaların devam 
ettirilmesi var.

Görüldüğü gibi bu gündem maddelerinin hiçbiri, Suriye sınırımızda yaşanan tehlikeli gelişmelerle ilgili değildir. Ama bunların, ülke bütünlüğünü hedef 
alan ve bölge istikrarını kaosa sokacak olan gelişmeleri perdelemeye, Türk Milletinin dikkatlerini dağıtmaya yaradığını söyleyebiliriz. 

Bölgenin en büyük ve güçlü ülkesi Türkiye bu duruma durup dururken mi sürüklendi? Elbette hayır. 2002’de dibe vuran bölücü terör bugünlere nasıl 
geldi? Hatırlayalım. “Türkiye sadece Türklere ait değildir”  iddiasıyla, içimizden  “yeni millet” icat edecek yasalar ve düzenlemeler yapıldı. 
Üniter-milli devlet yerine ülkeyi büyütecek dedikleri  “çok ortaklı devlet” e geçişin ortamı hazırlandı. Bölünmeyi bir hak olarak gören PKK, hayasızca devlete ve millete ortak olmayı dayattı. Görüşler böylece uyuşunca, tehlike kapımıza dayandı.

PKK belası yetmiyormuş gibi, şimdi bir de El Kaide/Nusra belası getirildi. Hem de kendi elimizle.

Çaremiz ; Hükümet ve iktidar milletvekilleri harekete geçmeli, muhalefet canlanmalı, Türk Milleti uyanmalıdır.


Sadi Somuncuoğlu
Uzman Hakkında
sadisomuncuoglu@yahoo.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Yasa İle Ülkemiz Bölünemez! 
  Haçlı Projesinde Türkmenler 
  “Çözüm Süreci”nin Tılsımı 
  Hak-Hukuk Tanımayan Batı Siyaseti! 
  Suriye Türkleri Ateşe Atılmamalı 
  PKK’dan sonra AB “ev ödevleri” 
  Elimizle Gelen Çifte Bela 
  Teröristbaşı’yla “mutabakat” meselesi 
  2023 ve 2071 Vizyonu Ne Demek? 
  Bir olan millet nasıl bölünür? 
  Oslo’da “Doğrudan müzakere”nin 5’incisi öyle mi? 
  AB’nin Güneydoğu Projesi 1 : Önce azınlık, sonra ayrı bir ulus... 
  AB’nin Güneydoğu Projesi 3 : Ayrı bir halkın hukuki altyapısı 
  AB’nin Güneydoğu Projesi 1 : Önce azınlık, sonra ayrı bir ulus... 
  Ölümsüzleşen dava adamı Elçibey 
  “Demokratikleşme”nin bedeli ve ürkek MGK 
  Erdoğan’ın Kıbrıs atağının arkası 
  Silivri başka, PKK-KCK-BDP-DTK bambaşka 
  Bir Eski MİT Müsteşar Yardımcısının Güneydoğu İçin Bir Yol Haritası 

***

Yeni bir PKK mı?

Yeni bir PKK mı? 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
21 Kasım 2017 Salı
Yeni bir PKK mı?
Ünal Atabay tarafından yazıldı.


ABD’nin; Barzani ve Öcalan’ı, Mensupları Nezdinde İtibarsızlaştırması 

ABD ve küresel güç odakları, Ortadoğu bölgesinde (Türkiye-Irak-İran-Suriye) kurulmasını düşündükleri / uğraştıkları sözde Kürt devleti için; bu görevi 
kimlerle, ne zaman ve nasıl paylaşacakları, rolü kime / kimlere biçecekleri konusunda son dönemde kafalarının karışık olduğu mütalaa edilmektedir.

Söz konusu ortamda; bir taraftan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile yakın ilişkileri devam ederken, çıkarları gereği yüz üstü bırakabilmekte, bir taraftan 
terör örgütü PKK’yı açıkça desteklerken zaman zaman karşı tavır koymaktalar, buna mukabil PKK’nın Suriye kolu olan Demokratik Birlik Partisi (PYD)–Halk 
Koruma Birlikleri (YPG)[[i]] ile içli dışlı ilişkilerde bulunabilmekteler.  

ABD’nin bu ilişkilerinin esas gayesi; kendi çıkarları doğrultusunda bölgede kontrol edilebilir sözde bir Kürdistan kurmaktır. Egemen derin akıllar, bu kadar 
büyük bir coğrafyadaki enerji havzasının idaresinin akıllı bir yönetim yerine, feodal düzene dayalı aşiret kültürlü bir devlet üzerinden yürütülmesinin 
peşindedirler. Kısacası, sömürücü güçlere biat edenlerle birlikte yola devam etmek istemektedirler.

Söz konusu duruma en uygun yönetimin IKBY’nin olabileceği söylenebilirse de, Barzani Kürtleri’nin; bölgesel Kürt hareketinin motor rolünü oynayabilecek, 
diğer üç bölgedeki (Türkiye, İran, Suriye) Kürtler üzerinde birliktelik tesis edebilecek bir güce sahip olmadıkları, feodal siyasetin dışında yeni dünya 
düzeni ile uyumlu bölgesel denklemleri aidiyetine taşıyamadıkları gibi bir çok nedenlerle, son referandum sonrasında küresel güçlerin kartlarından şimdilik 
düşürüldükleri değerlendirilmektedir.[[ii]]      

Nitekim, Barzani’nin referandum sonrasında; ABD başta olmak üzere küresel odaklar tarafından yüz üstü bırakılması, bölge ülkelerinin baskısı sonucu 
emrivaki davranışlardan geri adım atması ve Irak Ordusu’nun harekâtı sonucunda kendi bölgesi dışında yasa dışı olarak kontrol altında tuttuğu topraklardan çekilmek zorunda kalması gibi ortaya çıkan sonuçlar, Barzani yönetimini hiç şüphesiz itibarsızlaştırmıştır. Artık bundan sonra IKBY’nin; bölgesindeki Kürt varlığının temsilciliğini, meşru olarak elinde bulundurma şansının kalmadığı noktasına getirmiştir.  

Barzani’ye mukabil, PKK Terör Örgütü; 2005 yılına kadar savunduğu etnik temele dayalı ulus-devlet eksenli fikirleri terk ederek; “demokratik cumhuriyet, 
demokratik ülke ve demokratik ulus” gibisöylemlerle hem reel sosyalizm savunucusu tabanlarını ikna etmişler, hem de yeni dünyanın küresel sistemine 
entegre olacak ve ABD’yi mutlu edecek özerk / federatif yönetim modelini benimseyerek “Büyük Ortadoğu Projesi” ne kökten hizmet eden bir anlayışta 
birleşmişlerdir.[[iii]]     

Tüm bu gelişmeler yaşanmışken, diğer taraftan Türkiye’nin ABD Büyükelçiliği’nce; "... PKK, yabancı terör örgütleri listesinde yer alan bir örgüttür ve Öcalan, PKK ile bağlantılı terörizm faaliyetleri yüzünden Türkiye'de hapiste bulunmaktadır. Saygı görmeye değer bir şahsiyet değildir."[[iv]]şeklinde yapılan açıklamasıyla örgüt mensuplarına ve yandaşlarına; “Terörist başı Öcalan ve Kandil yönetiminde ki kemikleşmiş kadro ile birlikteliklerini sürdürmek 
istemedikleri ve liderinizi örgütün başından sildik” mesajını vermişlerdir.

Gelinen noktada özetle, ABD tarafından; Barzani ve Öcalan’ın, örgüt mensupları ve yandaşları nezdinde küçük düşürülmesinin ve itibarsızlaştırılmasının hamlesi 
yapılırken, ABD’nin, bir taraftan da; PKK’nınSuriye’deki  kolu olan PYD-YPG ile iş birliği halinde yoluna devam ettiği müşahede edilmektedir.           

Netice itibariyle; Barzani peşmergeleri ile PKK’nın konjonktürel olarak yıprandığı, bu nedenle ABD’nin bu yapıları, yeni bir yüz ve yeni bir organizasyonla yeniden düzenleyerek bir imaj değişikliğine götüreceği gözlemlenmektedir.

 Bu gelişmeler çerçevesinde, ABD’nin sözde Kürdistan devletini hangi güçlerle ve hangi iş birliği sayesinde kuracağı sorusunu akla getirmektedir.

İşte bu olabilecek değişikliğin cevabının, ABD’nin ve küresel odakların PKK/PYD-YPGörgütü üzerindeki ilişkilerinde aramak gerektiği düşünülmektedir.

ABD’nin, PYD-YPG ile Stratejik Ortaklığı

Suriye iç savaşının yarattığı ortam, PYD-YPG gücünün 2011 yılından itibaren bölgede en önemli aktör olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Suriye’deki 
kaostan istifade ederek, başlangıçta Esat rejimiyle olan ilişkileri sonucu, bölgede yürüttükleri siyasi-askeri angajmanları sayesinde Kuzey Suriye’de 
otorite tesisi imkanı bulmuştur.

Bilahare, ABD ile yakın iş birliği içerisinde bulunması ve bu kapsamda DAİŞ ile mücadele maskesi altında ABD  tarafından silahlandırılması,[[v]] eğitilmesi, 
yeniden reorganize edilmesi ve bu fırsatlardan istifade ile küresel güç odakları ile yakın temas imkanlarına kavuşması, silahlı hareketinin yanı sıra siyasi 
olarak da bölgede etkin konuma itilmesi, örgütü şüphesiz bölgedeki stratejik planın bir parçası ve ortağı konumuna getirmiştir.

ABD ve AB ülkelerinde; PYD-YPG’nin teörör örgütü PKK’nın Suriye kolu olarak tanımlanmasına, PKK’nın da terör örgütleri listelerinde bulunmasına ve terör 
örgütü olarak kabul ettikleri beyan edilmesine rağmen, söz konusu ülkeler PYD ile siyasi ve askeri angajmana girebilmek adına bu gerçeği görmezden gelmeyi 
tercih etmişlerdir.[[vi]]            

PYD-YPG’nin; gerek Kuzey Suriye’de gösterdiği etkinliği, gerekse PKK’nın silahlı gücü olan HPG ile birlikte Suriye-Irak hattında oluşturdukları organik güç 
birliği, Barzani’nin koşullarına ve kazanımlarına mukabil ABD’nin iştahını kabartmıştır.

ABD başta olmak üzere bölgedeki Kürtlerin hamiliğine soyunan küresel güçler, PYD-YPG’ye bölgede alan açarak iş birlikçi bir Kürt özerk bölgesi yaratma 
arzusunda oldukları artık gün yüzüne çıkmıştır.

Nitekim tüm bu koşulların oluştuğu bir dönemde, Barzani’nin referandum ve bağımsızlık söylemlerine karşı, başta ABD olmak üzere batılı güçlerin duyarsız 
kalmasının arka planında; PKK/PYD-YPG’nin ulaştığı gücün ve bu örgütün söz konusu ülkelerle olan siyasi-askeri angajmanlarının yattığını söylemek yerinde 
olacaktır.

PKK’nın, Suriye Kolu PYD-YPG Üzerinden Devşirilmesi

PKK Terör Örgütü’nün Türkiye’deki silahlı kanadı olan HPG’nin % 22-25’nin Suriyeli ve yine PYD-YPG’nin de Suriyeli teröristlerden oluştuğunu birlikte 
mütalaa edersek, müstakbel bir Kürt devletinin başlangıç noktasının Kuzey Suriye’den başlatılmasının ABD’nin hesaplarına uygun düştüğü 
değerlendirilmektedir.

ABD ile YPG-PYD’nin iş birliği, bölgenin şekillendirilmesinde askeri anlamda önemli bir ittifak olmakla birlikte, örgütün ideolojisinin-felsefesinin 
Ortadoğu’da küresel güçlerin yapmak istedikleri ile uyumlu hale getirilmesi de bir zorunluluk olarak önlerinde bulunmaktadır. ABD’nin örgütle son dönemdeki 
sıkı ilişkilerine bakıldığında bu durumun aşılması yönünde önemli temaslara gidildiği kıymetlendirilmektedir.

ABD’nin bölgede arzu ettiği idari ve siyasi yapılanma, kanton tipi şehir devletçikleridir. ABD, yeni dünya düzeninde küreselleşmenin şehir devletçikleri 
ile gerçekleşebileceğini düşünmektedirler.[[vii]]  Nitekim, terör örgütünün Kuzey Suriye’de 30 Ocak 2014’de ilan ettiği kanton yapılanması[[viii]] ABD’nin 
beklentisi ile örtüşmektedir.

Böyle bir düzene geçiş; etnik, mezhepsel, dinsel, ekonomik gruplar, sermaye grupları gibi diğer küçük modelli yerel idarelerle olabilecektir. Bu tarz 
modeller, büyük sermaye gruplarının doğrudan kontrolü altına girebilecek yönetim modelleri olduğundan yeni dünya düzeni için arzu edilen bir sistem olmaktadır.

Küçük parçalara siyasi-ekonomik olarak ayrılan toplumlar, birlik ve beraberlik gibi cephe oluşturup topyekûn bir güç mücadelesi oluşturamayacaklarından ve 
başkaldırı tarzı tepkisel hareketleri gösteremez hale geleceklerinden, bu durumda sömürgeci güçlerin önünde bir engel kalmayacak ve dolayısıyla arzu 
edilen sömürü düzeni tam kontrollü kurulmuş olacaktır. Diğer bir husus; terör örgütü üst yöneticilerinin kemikleşmiş sosyalist dünya görüşleri, liderlerinin 
değişmez mücadele alışkanlıkları, esnek olmayan örgütün hiyerarşik düzeni gibi sebeplerle, ABD’nin örgüt üzerindeki hakimiyetini bu güne kadar arzu ettikleri 
seviyede derinleştiremediği değerlendirilmektedir. 

İşte bu noktada, PKK terör örgütüne; Suriye kolu üzerinden yapılacak müdahale ile gelişen koşullara uyarlanması ve ABD ile daha yakın bir evlilik oluşturması 
kapsamında düğmeye basıldığı, bu çerçevede ABD’nin örgüte binlerce silah yardımı yaptığı (bugüne kadar 3500 TIR dolusu silah ve mühimmat)[[ix]] ve birlikte çalıştıkları gözlenmektedir. Kısacası, PKK’nın Suriye kolu üzerinden yeni bir isim altında ve yeni bir düzenlemeyle ABD’nin tam kontrolüne girmesi yönünde çalıştıkları mütalaa edilmektedir.

Yukarıda ortaya konulan değerlendirmeler ışığında; mevcut PKK’nın Suriye kolu üzerinden revize edilerek ve devşirilerek oluşturulacak yeni bir PKK’nın kapıda 
olduğunu söylemek mümkündür.

Nitekim bu endişeyi, PKK’nın terörist başlarından Rıza Altun’da; “...uluslararası koalisyonun ilişkileri aracılığıyla PYD’yi sosyalist kimliğinden uzaklaştırarak emperyalist bir kimlik kazandırmak istediğini,...ABD’nin; PYD’nin özgürlük çizgisinden rahatsız olduğunu, devlet yerine öz güçlerine dayanan özerk bir yönetimi kabul etmeyeceği,...ve ABD’nin nihai hedefinin PYD’yi dönüştürmek olduğu...”[[x]] şeklinde bir beyanla dile getirmiştir.

Sonuç Olarak;

ABD’nin muhtemelen Kandil’de ki örgüt üst düzey yöneticilerini, Türkiye’den bağımsız olarak etkisiz hale getirmek isteyeceği veya başka bir yöntemle tasfiye 
edeceği, bunların yerine kendileri ile daha yakın iş birliği yapabilecek yeni bir yönetimle / liderlerle yola devam etmek isteyecekleri,

Son zamanlarda örgütün Türkiye’de yediği ağır darbeyi de dikkate alarak; gerek teröristlerin imhadan kurtarılması, gerekse yeniden teşkilatlandırılması ve 
eğitilmesi çerçevesinde, Türkiye’de bulunan terör örgütü unsurlarının geçiçi olarak ve uzun bir süre Kuzey Irak’a çekileceği ve bilahare Suriye Kuzeyi’ni 
buradan takviye edecekleri,

Yine Kuzey Irak’a çekilen bu unsurların bir kısmı ile de, İran bölgesinde PKK’nın kolu olan ve uykuda bekletilen PJAK unsurları ile birlikte İran’a karşı 
kullanmaya başlayacakları,

Son aşamada ise, PKK terör örgütünü IKBY güçleri üzerine sürmek suretiyle Türkiye’nin güneyinde hilal şeklinde bir Kürt kuşağı oluşturmayı düşündükleri 
kıymetlendirilmektedir. Elbette, bu noktada bilahare sıranın Türkiye’ye gelebileceği gerçeğini söylemeden geçmek mümkün değildir.

O halde; ABD başta olmak üzere küresel güç odaklarınca örgütün dönüştürülmesine ve uzun soluklu yeni bir tehdit yaratılmasına fırsat vermeden, PKK ele başlarına yönelik olarak İran-Irak’la da iş birliği yaparak, artık Türkiye’ nin kesin sonuçlu bir harekât yapmasının zamanı geldiği değerlendirilmektedir.  


[[i]]PYD-YPG Terör Örgütü; 2003 yılında kurulmakla birlikte, tarihçesi PKK’nın Suriye’de faaliyetlerine başladığı 1980’lerin ilk yıllarına kadar uzanmaktadır.
[[ii]]Ünal Atabay, “Şeytan Üçgeninde Kürtler Üzerinden Oyunlar”, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, www.21yyt.org/, 05.11.2017.
[[iii]]Ünal Atabay, “Ayrılıkçı Kürtlerin Musalla Taşı PKK”, Alibi Yay., Ankara, Nisan 2017, s.192,193.
[[iv]]“Türkiye’deki Diplomatik Misyonu Tarafından Yapılan Açıklama”, ABD Büyükelçiliği resmi yazısı, www.odatv.com/, 21.10.2017.
[[v]]YPG’nin 2014 yılında DAİŞ’in yoğun saldırılarıyla yüz yüze kalması üzerine, ABD ve DAİŞ ile mücadele eden uluslararası koalisyon güçlerinden silah yardımı 
talebinde bulunmasıyla birlikte, YPG’nin ABD ile temasında önemli bir dönüm noktası olmuştur. ABD bu yardım çağrısına cevap vererek derhal silah yardımına başlamış ve Suriye’de ABD’nin adeta kara gücünü oluşturmuştur.
[[vi]] Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi, PYD-YPG”, SETA Yay., İstanbul, 2016, s.8, (d.n:2).
[[vii]]Ünal Atabay, a.g.e., s.119.
[[viii]] Can Acun, Bünyamin Keskin, a.g.e., s.16.
[[ix]] “3500 TIR Dolusu Silah Gönderdiler”, www.sozcu.com.tr, 19.10.2017.
[[x]]Terörist başlarından Rıza Altun, “ABD’nin Hedefi PYD’yi Dönüştürmek”, www.krdnews.net., 12.11.2017.


Uzman Hakkında
Ünal Atabay
Terörizm ve Terörizmle Mücadele

Uzmanın Diğer Yazıları

  Yeni bir PKK mı? 
  Şeytan Üçgeninde Kürtler Üzerinden Oyunlar 
  Idlib Harekâtı ve Olası Seyri 
  Barzani’nin İhaneti ve Bölge Barışı İçin Harekât 
  Yeniden Yapılanma; TSK 
  PKK’nın Korkusu; SİHA ve İHA’lar 
  Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye) 


***

Yemen’deki Olayların Perde Arkası

Yemen’deki Olayların Perde Arkası 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
23 Ocak 2015 Cuma
Yemen’deki Olayların Perde Arkası
Dr. Dilek Yiğit tarafından yazıldı.

            Aşiretler arası mücadelelerden, mezhepler arası çatışmalardan ve El-Kaide’nin güçlenen varlığından mustarip olan Yemen, zaten “Arap Baharı”nın da 
yansımaları ışığında kargaşaya sürüklenmenin eşiğinde iken, 19 Ocak’ta bir kez daha sarsılmıştır;  zira Houthi isyancıları başkent Sana’da başkanlık sarayının 
bulunduğu çevrede güvenlik güçleri ile çatışmış, isyancıların Devlet Başkanı Hadi’nin ikametgahını işgal ettiklerine ve devlet haber ajansı ile televizyon 
istasyonunu, ayrıca başkanlık sarayını gören stratejik tepeyi ele geçirdiğine ilişkin haberler gelmiştir. Bu durum, Yemen Hükümeti’nin isyancılar karşısında 
kontrolü kaybettiği ve hatta hükümet adına “toprak kaybı”  olarak okunmuştur. İsyancıların bu girişimi, Yemen hükümeti tarafından, Enformasyon Bakanı Nadia 
Sakkaf’ın sözcülüğünde, “darbe girişimi” olarak nitelendirilmiştir.  Ancak isyancıların güç kazandığı koşullarda, İçişleri Bakanı ve Savunma Bakanını da 
içeren bir komitenin, isyancılar ile ateşkes müzakereleri yürütmesi, Yemen Hükümeti’nin kendi tanımlamaları ile “darbecileri” muhatap alması anlamına 
gelmektedir. 

            Yemen’de isyancılar ile güvenlik güçleri arasında sıcak çatışmaya varan gerginliğin, görünür nedeni yeni anayasanın hazırlanması sürecinde Houthi 
hareketine yeterli temsil imkanı verilmemesi ve taslak anayasanın Yemen’i 6 bölgeli federal devlete bölüyor olmasıdır; Houthi sözcüsü Mohammed Abdel-Salam, anayasanın bölge sayısını belirtmemesi gerektiğini, sadece Yemen’in federal bir devlet olduğunu belirtmesinin yeterli olacağını, bölge sayısına ve bölgelerin nasıl oluşturulacağına Yemen halkı içindeki akillerin karar vermesi gerektiğini ileri sürmüştür.[1] Ancak hem Yemen Hükümeti hem de Houthi isyancıları, Yemen’in federal bir devlet olması konusunda görüş birliğinde iken, federe bölgelerin sayısının ne olacağı ve bölge sayısının anayasada yer alıp almayacağı hususlarının  böyle bir çatışma ortamının nedeni olduğuna ilişkin hiçbir açıklama, doğaldır ki, tatmin edici olamaz. Bu durumda arkadaki kısa ve uzun vadeli nedenler üzerinde düşünmek gerekmektedir. İlk yakın neden, Houthi isyancılarının, kendi militanlarının Yemen Güvenlik Güçlerine entegre edilmesini 
istemesidir ki, Devlet Başkanı Hadi’nin şiddetle karşı çıktığı bu talebin, mevcut Yemen Hükümeti tarafından kabul edilme ihtimalinin mevcut olmamasıdır. 
İkinci yakın neden, Houthi isyancılarının hükümet içinde bazı bakanlıkların kendilerine verilmesini istemeleridir; Devlet Başkanı Hadi, baskılar karşısında 
2014 yılı sonlarında  Houthi içinden Saleh al-Samad’ı devlet başkanlığı danışmanı olarak atamıştır, ancak bu atama Houthi hareketinin yönetimde yer 
edinme  isteğini karşılayacak nitelikte bir girişim olmamıştır. Biraz daha geriye gittiğimizde, Houthi isyancılarını harekete geçiren bir neden “Arap 
Baharı” sonrasında gerçekleşen olaylardır; bu durum ilk bakışta Houthi isyancılarının “Arap Baharı” sürecinde dönemin Yemen yönetimini devirmeye 
çalıştığı şeklinde okunsa da, 2011 yılında Saleh’in devrilmesi sonrası, Houthi isyancıları Saleh yanlıları ile işbirliğine girmiştir; sonuçta Houthi 
isyancıları ile devrik lider Saleh yanlılarının birlikte sokaklarda devriye gezen  “Popüler Komiteler” oluşturmuş olması[2], günümüzde Houthi isyancılarının 
“Saleh yanlısı” olarak nitelendirilmesine sebep olmaktadır. Ancak Houthi isyancılarının 2004 ve 2010 yıllarında Yemen ordusu ile çatışmaları dikkate 
alınırsa, yani tarihsel bir perspektif ile bakılırsa, üstelik Hadi görevden ayrılsa ya da devrilse bile çatışmalar devam edecektir görüşündeki uzmanların 
söylemleri dikkate alınırsa, Houthi isyancılarının Yemen’de herhangi bir lider yanlısı ya da herhangi bir lider taraftarı olarak nitelendirilmesinin doğru 
olmadığı anlaşılabilir; zira günümüzde Houthi, Saleh yanlıları ile işbirliği yapıyorsa, bu işbirliği pragmatist anlayışının  bir ürünü olmalıdır; zira bazı 
yorumcular Houthi hareketinin Saleh sonrası Yemen’inde en güçlü aktör olarak sahneye çıktığına işaret etmektedir; dolayısıyla Houthi, Saleh’in hayal 
kırıklığına uğramış yandaşlarını yanına çekerek gücüne güç katmak istemektedir.

            Buraya kadar yazdıklarım, meseleye Yemen iç siyaseti açısından, dolayısıyla dar bir perspektiften yapılan değerlendirmeyi içermektedir.  Oysa 
söz konusu Yemen’deki iç karışıklıklar olunca, hem bölgesel hem de küresel aktörlerin yaklaşımını dikkate alan geniş bir perspektiften değerlendirme yapmak şarttır. Zira Yemen’deki iç sorunların değerlendirilmesi,  İran, Suudi Arabistan ve ABD’nin politikaları ve öncelikleri dikkate alınmaksızın yapılırsa eksik bir değerlendirme olur.  

            Yemen’de Houthi hareketine ilişkin meselede İran faktörü, İran’ın Houthi hareketini bölgesel çıkarları adına bir araç olarak görmesinden dolayı, 
sahneye çıkmaktadır. İran ile Houthi hareketinin görünen ortak noktası Şii mezhebidir ve İran’ın İslam coğrafyasındaki ideolojik rekabette Şii hareketini 
desteklemek ve bu suretle bölgesel etkinliğini artırmak adına Houthi hareketine silah ve para yardımında bulunduğu ve Houthi isyancılarını eğitmekte olduğu 
sıklıkla basında yer almaktadır. Suudi Arabistan başta olmak üzere Sünni Körfez ülkeleri, İran’ı Yemen’in içişlerine karışmakla eleştirmektedir. İran tarafından 
bu iddialar reddedilmekte; İran söz konusu iddiaların,  bölgede İran tehdidi algısının güçlendirilmesi için Körfez ülkeleri ve ABD tarafından uydurulmakta 
olduğunu ileri sürmektedir. Houthi hareketinin arkasında İran’ın olması, Houthi hareketinin Yemen’de güç kazanmasının, İran’ın güç kazanması anlamına geleceği açıktır ve İran’ın bölgede güç kazanması da sadece Yemen hükümeti açısından değil, başta Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkeleri ve ABD açısından tehdittir; bu tehditin/tehdit algısının başlıca iki nedeni bulunmaktadır. Birinci neden, Sünni yönetimlere sahip Körfez ülkelerinde Şii nüfusun yaşamakta olmasıdır ve dolayısıyla Yemen’de başlayacak bir mezhep savaşının –kimi yorumcular mezhep ayrımı kaynaklı iç savaşın çoktan başlamış olduğunu 
düşünmektedir- tüm bölgeye sıçraması tahmin edilemez bir durum değildir. Zira Suudi Arabistan nüfusunun %10’u, Kuveyt nüfusunun %40’a yakını, Birleşik Arap Emirlikleri nüfusunun %15’i, Bahreyn’in %70’i Şii’dir. Körfez’deki yadsınamayacak orandaki bu Şii nüfus, geçmişte olduğu gibi günümüzde de İran’ın etkisine açıktır ve İran’ın Yemen’de Houthi hareketi üzerinden kazandığı güç, İran’ın diğer Körfez ülkelerinin içişlerini de karıştırma ve daha fazla güç 
kazanma ihtimalini artırmaktadır.  İkincisi, Sünni-Şii rekabetinin ve iki mezhep arasındaki çatışmaların artmasının ulus aşan “jihadist” unsurları güçlendirmesi  dir. 

Irak’taki mezhep çatışmalarının ve “Arap Baharı” sürecinde de Suriye’deki mezhep çatışmasının,  İŞİD gibi “jihadist” unsurların güçlenmesinde 
payı olmadığı ileri sürülemez. İşte bu noktada “jihadist” unsurların küresel bir tehdit olması anlamında devreye ABD faktörü girmektedir. Zira ABD, Yemen 
Hükümetinin Yemen’de güç kazanan El-Kaide ile mücadelesine destek olurken, ülkede Şii Houthi hareketinin güçlenmesi karşısında, kendilerini Şii tehdidi 
altında gören Sünni halkın, “jihadist” örgütlere yanaşmasından, bu örgütlere kucak aşmasından, Şii yükseliş karşısında El-Kaide ile İSİD’in işbirliği 
yapmasından –kimi yorumcular bu işbirliğinin çoktan gerçekleşmiş olduğunu ifade etmektedir-[3]çekinmekte, dolayısıyla Yemen’de ve bölgenin genelinde Şii 
unsurların güçlenmesini “jihadist” unsurların da güçlenmesi olarak okumaktadır. Bölgede Şii unsurların güçlenmesinin Sünni “jihadist” unsurları da güçlendirmesi 
–tam aksi de mümkündür, yani “jihadist” unsurların güçlenmesi Şii hareketleri de güçlendirebilir- realiteyi yansıtan bir paradokstur.

            Bu paradoks  karşısında, ABD’nin “jihadist” unsurlar ile mücadele ederken statükonun aleyhine güç kazanan Şii unsurlar ile de mücadele etmesi bir 
zorunluluk haline gelmektedir. Bu zorunluluk kapsamında zaten Yemen Hükümetine özellikle El-Kaide’ye karşı mücadelesi kapsamında maddi ve insani yardım 
yapmakta olan ve son yaşanan gelişmeler ışığında, Houthi isyancılarının başkent Sana’da sebep oldukları şiddeti eleştiren ABD Houthi-karşıtı söylem 
geliştirmiştir.  El-Kaide’nin güçlü olduğu, Şii Houthi isyancılarının  statükoya bir tehdit oluşturduğu Yemen’de, Şii unsurların güç kazanmasının zaten mevcut 
olduğu iddia El-Kaide-İŞİD işbirliğini pekiştirmesinden çekinen ABD için, Yemen, ABD’nin terörizm ile mücadelesinin merkezi olmuştur[4].

            Sonuç olarak; Yemen’de yaşananlar sadece Yemen’i ilgilendiren bir iç mesele değil, bölgesel ve küresel boyutları olan bir meseledir. Bölgeseldir; 
zira bölgede Sunni-Şii çatışmasının ve özellikle Suudi Arabistan-İran rekabetinin sahnelendiği bir alandır. Küreseldir; zira Sünni-Şii çatışması, 
Sünni “jihadist”  unsurların güçlenmesi için verimli ortam oluşturmaktadır ve “jihadist” unsurlar bölgesel olma yanında küresel tehdit unsurları olarak 
algılanmaktadır.  


[1]Yemeni troops battle Shiite rebels in yemeni capital,  The New York Times, 19 Ocak 2015.
[2]The Houthis aim the sword, www.economist.com, 20 Ocak 2015
[3]How Yemen Is Making ISIS and al-Qaeda Even More Dangerous, 29 Ekim 2014, http://www.thefiscaltimes.com
[4]M. Abi-Habib ce H. Almasmari, Uprising in Yemen Fans U.S. Concern, The Wall Street Journal, 20 Ocak 2015

Dr. Dilek Yiğit
Uzman Hakkında
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları

  Husiler ve Müslüman Kardeşler: Bir Taşla İki Kuş  
  Kararlı Fırtına Operasyonu’nun İsrail’de Yankıları 
  Libya Avrupa İçin Tehdit Mi? 
  Yunan “Harry Potter” Avro Alanını Dağıtabilir mi? 
  Yemen’deki Olayların Perde Arkası 
  Katar Dış Politikasında “U Dönüşü”: Rasyonel Tercih 

***

Yine YALAN, hep YALAN! Bakın Rehineler Nasıl Serbest kalmış.

Yine YALAN, hep YALAN! Bakın Rehineler Nasıl Serbest kalmış.  


Yine YALAN, hep YALAN! Bakın Rehineler Nasıl Serbest kalmış.  

Tipik bir AKP iki yüzlülüğü; Seferberlik ilan etmişler...
Irak'ın Musul kentindeki Türkiye Başkonsolosluğu'nda IŞİD militanları tarafından rehin alındıktan sonra 101 gün sonra serbest bırakılan 49 kişiden Gaziantepli 
özel harekat polisi Veysel Can, esarette yaşadıklarının anlattı.

Veysel Can'ın DHA'ya anlattıkları anlattıkları, Davutoğlu'nun ve yandaş medyanın bütün yalanlarını da ortaya koydu.

Meğer rehinelerin bırakıldığından MİT'in haberi yokmuş ve rehineler sınırda 4 saat görevlilerin gelmesini beklemiş.

3 Çocuk babası 50 yaşındaki özel harekat polisi Veysel Can, IŞİD baskını öncesinde yaşanan skandallar zincirini şöyle anlattı:

DAVUTOĞLU İLE GÖRÜŞTÜK TESLİM OLDUK

Olayın olduğu gün yaklaşık bin IŞİD militanının başkonsolosluk binasını sardığını anlatan Veysel Can şunları söyledi: "Daha önceden bulunduğumuz yerde 
bir IŞİD komutanı öldürülmüş. IŞİD de bildiriler dağıtarak, sesli anonslarla insanların şehri terk etmesini, bunun intikamının kanlı bir şekilde alınacağını 
söylemiş. Bizim binamızın karşısındaki operasyon birliği de kentten ayrıldı. Sonra baskın günü kapıya geldiler. IŞİD militanları içindeki bir Türkmen kapıyı 
açmamızı söyledi. Biz de bunun mümkün olmadığını söyledik. Sonra tahminime göre içinde 500 kilodan fazla patlayıcı bulanan 3 kamyoneti bizim kapılarımızın önüne koydular. Kapılarımızı havaya uçuracaklardı. Yaklaşık bin kişi çevremizi sarmıştı. Çoğu ağır silahlıydı. Evlerin çatılarında roketatarlı militanlar vardı. 
Sonra Başkonsolosumuz, o zaman Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Onun talimatıyla çatışmadık ve teslim olmak durumunda kaldık" dedi.

TÜRKİYE İLE BAZI KONULARDA ANLAŞMAMIZ GEREKİYOR

Teslim olduktan sonra Azerbaycan uyruklu bir IŞİD komutanının yanlarına gelerek, "Sizi Türkiye'ye hemen göndermeyeceğiz, önce Türkiye ile bazı konularda anlaşmamız gerekiyor" dediğini anlatan Veysel Can, geçen süre içinde 8 farklı noktaya transfer edildiklerini kaydetti.

MİT'İN HABERİ BİLE YOKMUŞ!

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, rehinelerin serbest bırakılmasından sonra MİTî tebrik etmişti.

Ancak özel harekatçı Can'ın anlattıkları skandalı ortaya çıkardı. Kendilerinin sınıra bırakıldığından MİT'in haberi olmadığı için 4 saat sınırda beklediklerini 
belirten Can, "MİT'e haber vermedikleri için 4 saat sınırda bekledik. Geçen süreden sonra Türk görevliler geldi" dedi.

IŞİD komutanlarının, serbest bırakılmalarından 10 günce yanlarına gelerek, "Yarın sizi Türkiye'ye göndereceğiz" dediğini söyleyen Veysel Can, "Biz buna 
inanmadık çünkü daha önce de bırakacağız dediler, fakat bırakmadılar. Çok yalan söylüyorlardı. Zaten dedikleri gibi ertesi günde bırakmadılar. Sonra serbest bırakılacağımız gün gelerek bize hazırlanmamızı söylediler. 

Biz hazırlandık otobüse bindik. Yine başka bir yere transfer ediliyoruz diye düşünüyorduk. Sonra yanımıza onların Musul Valisi dediği kişi geldi. Anlaşmanın sağlandığını ve Türkiye'ye gönderileceğimiz söyledi. Biz yine inanamamıştık. Otobüslerle Suriye'nin içinden geçerek Rakka'ya, sonra Telabyad'a geldik. Biz burada kalacağız diye düşünüyorduk. Sonra Akçakale sınırına geldik. Burada Türkiye'ye gireceğimize inandık. MİT'e haber vermedikleri için 4 saat sınırda bekledik. Geçen süreden sonra Türk görevliler geldi, "Belgeleri imzalayıp sizi sayarak teslim alacağız" dedi. Sonra biz teslim aldılar sınırı geçerken bazı arkadaşlarımız Türk bayrağının yanından geçerken çığlıklarla ağlamaya başladı. 
Bizi MİT Bölge Müdürlüğü'ne götürdüler. Burada ailelerimizle ilk defa telefon görüşmesi yaptık."

İŞTE BUNLAR DA BÜTÜN BİR MİLLETİN, GÜVENİP SEÇTİĞİ YÖNETİCİLERİ TARAFINDAN NASIL ALDATILDIĞININ İSPATLARI:

  Sabetayist Mustafa Kemal Atatürk ile Uşakizade Vedat'ın eşcinsel ilişkisi ve  Sabetayist Latife Hanım'ın boşanma sebebi mustafa kemal atatürk 
eşcinsel gay vedat latife uşakizade Gerçek Behlül Sırlarıyla Öldü. Gerçek Behlül'ün hikayesi Atatürk'ün ai... 

   Atatürk'ün gizli duası ve Sabetayist bir Yahudi olduğunu sarhoşken ağzından kaçırması  Atatürk'ün gizli duası ve Sabetayist bir Yahudi olduğunu sarhoşken ağzından kaçırması Yahudi Bir Yazar Açıklıyor "Atatürk'... 

   Cemaat evi mi, genel ev mi? Gülen'in yurtlarında neler oluyor? Kızlar perdeleri açıp çıplak mı dolaşıyorlar?  

  Cemaat evlerinde, yurtlarında kalanların disiplin adına ne kadar baskı altında olduğunu biliyorduk, duyuyorduk ama okul hayatının çoğ... 

  Biri "Sanat Güneşi" mi dedi? Ve bunu mu kastetti? Zeki Müren gerçekte kimdir?  

  'Zeki Müren bir başbakanla birlikte oldu!' Zeki Müren'in 18 yıl boyunca en  yakınındaki dostu Göksenin Çakmak, Zeki Müren'... 

  Münevver Karabulut Yahudi ayin cinayetine kurban edildi | video  

 İki kız, iki cinayet ortak nokta: Ayin Münevver Karabulut'un vahşice öldürülmesi, 10 yıl önce "Satanist ayin kurbanı" olan ... 

   Bir Sabetayiste yapılabilecek en anlamlı mezar; ANITKABİR  

  Bir Sabetayiste yapılabilecek en anlamlı mezar; ANITKABİR Sabetayist Kamal 
 Adıtürk için yapılan Anıtkabir'de, her şey öylesine deri... 

   Yine YALAN, hep YALAN! Bakın rehineler nasıl serbest kalmış.  

  Irak'ın Musul kentindeki Türkiye Başkonsolosluğu'nda IŞİD militanları tarafından rehin alındıktan sonra 101 gün sonra serbest... 

   Mustafa Kemal Atatürk Eşcinsel GAY miydi?   Mustafa Kemal Atatürk Eşcinsel GAY miydi? Bakınız, Mustafa Kemal Atatürk'ü en  iyi tanıyanlardan biri olan 
Doktor Rıza Nur, “Hayat...

   Yahudilerin insan keserek yaptıkları ayinler: İğneli fıçı, Kanlı börek, Hamursuz bayramı  

 İĞNELİ FIÇI NEDİR? Biz susalım, tarih konuşsun: “Osmanlıların son zamanlarına  kadar, halk arasında Yahudilerle alâkalı olarak ku... 

   Cinayeti ailece işlediler. Garipoğlu ailesi Yahudi ayini yaparak Münevver'i  parçaladı. (Mayasız ayini - Kanlı Börek - İğneli Fıçı)  
 'Garipoğlu ailesi ayin yaptı' Süreyya Karabulut, kızının otopsi raporu üzerine, "Bu cinayeti Cem Garipoğlu’nun tek başı... 

  Atatürk'ün gizli duası ve Sabetayist bir Yahudi olduğunu sarhoşken ağzından  kaçırması  

  Atatürk'ün gizli duası ve Sabetayist bir Yahudi olduğunu sarhoşken ağzından kaçırması Yahudi Bir Yazar Açıklıyor "Atatürk'... 

  Bir Sabetayiste yapılabilecek en anlamlı mezar; ANITKABİR  

  Bir Sabetayiste yapılabilecek en anlamlı mezar; ANITKABİR Sabetayist Kamal  Adıtürk için yapılan Anıtkabir'de, her şey öylesine deri... 

  Biri "Sanat Güneşi" mi dedi? Ve bunu mu kastetti? Zeki Müren gerçekte kimdir?  

  'Zeki Müren bir başbakanla birlikte oldu!' Zeki Müren'in 18 yıl boyunca en  yakınındaki dostu Göksenin Çakmak, Zeki Müren'... 

  Tipik bir AKP iki yüzlülüğü; Seferberlik ilan etmişler...  

 Karay Yahudisi kökenlere sahip boşbakanımız Devitoğlu "Kadına yönelik şiddete karşı seferberlik başlatıyoruz" demiş.  ... 
Cemaat evi mi, genel ev mi? 
Gülen'in yurtlarında neler oluyor? 
Kızlar perdeleri açıp çıplak mı dolaşıyorlar?  
Cemaat evlerinde, yurtlarında kalanların disiplin adına ne kadar baskı altında olduğunu biliyorduk, duyuyorduk ama okul hayatının çoğ... 
Müslüman Türk milliyetçileri 
Ermeni ve MİT ajanı Devlet Bahçeli'yi başlarından atmalıdır  
Ermeni ve MİT ajanı Devlet Bahçeli 
DEVLET BAHÇELİ ERMENİ VE MİT AJANI MI? 
Bahçeli bu sorulara yıllardır susuyor! 
İşte rakibi Ahmet Rey... 

   Münevver Karabulut Yahudi ayin cinayetine kurban edildi | video  

  İki kız, iki cinayet ortak nokta: Ayin Münevver Karabulut'un vahşice  öldürülmesi, 10 yıl önce "Satanist ayin kurbanı" olan ... 

   Türkçülüğün başında bir Kripto Ermeni'nin ne işi var? Devlet Bahçeli'nin kütüğüne bakıldı, soyundaki Ermenilere ulaşıldı...  

  Devlet Bahçeli kripto ermeni, soyu, kütüğü Kendi milletvekilinin Cumhurbaşkanlığına aday olmasını kuvvet/şiddet kullanarak, mecliste eşk... 

   Tek eksiğimiz tesettür mü? Özgecan Aslan hadisesi hakkında gereksiz  tartışılıyor.  

  Boş boş tartışıyorlar.  Gayri islami bir yaşam nedeni ile felakete sürüklenmiş bir genç kızın vebalini bile Müslümanlara yıkma... 

  Sabetayist Mustafa Kemal Atatürk ile Uşakizade Vedat'ın eşcinsel ilişkisi ve Sabetayist Latife Hanım'ın boşanma sebebi mustafa kemal atatürk eşcinsel gay 
vedat latife uşakizade Gerçek Behlül Sırlarıyla Öldü. Gerçek Behlül'ün hikayesi Atatürk'ün ai...

  Atatürk'ün gizli duası ve Sabetayist bir Yahudi olduğunu sarhoşken ağzından kaçırması

  Atatürk'ün gizli duası ve Sabetayist bir Yahudi olduğunu sarhoşken ağzından kaçırması Yahudi Bir Yazar Açıklıyor "Atatürk'...

  Tipik bir AKP iki yüzlülüğü; Seferberlik ilan etmişler...

  Karay Yahudisi kökenlere sahip boşbakanımız Devitoğlu "Kadına yönelik şiddete karşı seferberlik başlatıyoruz" demiş.  ...

  Biri "Sanat Güneşi" mi dedi? Ve bunu mu kastetti? Zeki Müren gerçekte kimdir?

  'Zeki Müren bir başbakanla birlikte oldu!' Zeki Müren'in 18 yıl boyunca en yakınındaki dostu Göksenin Çakmak, Zeki Müren'...

  Bir Sabetayiste yapılabilecek en anlamlı mezar; ANITKABİR
  Bir Sabetayiste yapılabilecek en anlamlı mezar; ANITKABİR Sabetayist Kamal 
  Adıtürk için yapılan Anıtkabir'de, her şey öylesine deri...

  Cemaat evi mi, genel ev mi? Gülen'in yurtlarında neler oluyor? Kızlar perdeleri açıp çıplak mı dolaşıyorlar? 

  Cemaat evlerinde, yurtlarında kalanların disiplin adına ne kadar baskı altında olduğunu biliyorduk, duyuyorduk ama okul hayatının çoğ...

  Elinde sigara, dilinde küfür ile rabıtayı anlatmaya çalışan sözde sofi: Serdar  Tuncer

  Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu... Rabıtadan, feyz-i ilahiden, manevi  lezzetlerden bahsedilen bir sohbette, ihtimal hatmi hacega...

  Çanakkale Savaşında akıl almaz bir hadise; Düşmanın Goliath zırhlısı ve Hz Davud'un sapan taşları

  Çanakkale Savaşında akıl almaz bir hadise; Düşmanın Goliath zırhlısı ve Hz Davud'un sapan taşları Çanakkale savaşında bir akıl almaz...

Münevver Karabulut Yahudi ayin cinayetine kurban edildi | video

İki kız, iki cinayet ortak nokta: Ayin Münevver Karabulut'un vahşice öldürülmesi, 10 yıl önce "Satanist ayin kurbanı" olan ...

 Yahudilerin insan keserek yaptıkları ayinler: İğneli fıçı, Kanlı börek,  Hamursuz bayramı

İĞNELİ FIÇI NEDİR? 

Biz susalım, tarih konuşsun: “Osmanlıların son zamanlarına  kadar, halk arasında Yahudilerle alâkalı olarak ku...

Konu başlıkları 

  İslami mevzularda makaleler  osmanlı devleti masonluk  
  Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) 
  akp'nin gerçek yüzü  
  büyük israil projesi kripto Yahudiler 
  astronomi - uzay bilimi  
  içimizdeki israil   
  dinler arası diyalog   
  Cumhuriyet Tarihi  Osmanlı tarihi 
  Recep Tayyip Erdoğan 
  Osmanlı padişahları   
  bilim - teknoloji  
  II. Abdülhamid Han elektromanyetik savaş Adnan Menderes osmanlı devlet nizamı izdivaç ve mahremiyetleri osmanlı devlet adamları  Selefilik - Vehhabilik  misyonerlik faaliyetleri  
  Dinde Reformcular Osmanlı Yaşamı adnan oktar kripto Ermeniler Kürt Sorunu Eğitim Öğretim Sorunumuz Peygamberler Tarihi Armagedon CHP Cumhuriyet Halk Partisi ashab-ı kiram atatürk sabetayist miydi? mustafa islamoğlu sanhedrin hahamları  sultan II. abdülhamid han  3. dünya savaşı  Hilafet Meselesi  misyoner moon tarikatı   Fatih Sultan Mehmed içimizdeki ermenistan  Kurtuluş Savaşı  melhame-i kübra ikiz kuleler hadisesi kürt yahudileri  

YASAL UYARI

Sitemiz 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na uygun olarak yayın yapmaktadır. Sitemizde yayınlanan yazılı ve görsel içeriğin (metin, resim, ses ve videoların) tamamen ya da kısmen alıntılanması iznimize tabidir. İlgili durumlarda sayfamıza link vermek koşulu ile KISA alıntılar yayınlanabilir. Aksi 
durumlarda art niyetli kişi ve/veya kuruluşlar ile ilgili her türlü yasal hakkımız saklıdır. Sitedeki yazılardan ve yorumlardan, yazarları sorumludur. 

***

ISID in Elindeki Rehineler, nasil serbest kaldi, Ahmet Davudoglu, Tayyip Erdogan, MIT, yalanlari video,


https://www.youtube.com/watch?v=_mmpnZtfGNI

49 Rehine IŞİD'den nasıl kurtarıldı? İşte ilk ayrıntılar,

20/09/2014 

Operasyonda çatışma çıktı mı? Yabancı istihbarat servisleri yardım etti mi? Fidye ödendi mi? Takas yapıldı mı?
Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü tarafından 11 Haziran’da Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nun basılmasıyla esir alınan 49 rehinenin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) bir operasyonuyla kurtarıldığı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı. 
Yüz bir gün aradan sonra gelen iyi haberin ayrıntıları da belli olmaya başladı. 

Bu önemliydi, çünkü kamuoyunun zihninde rehinelerin canlı olarak kurtarılmasının yanı sıra pek çok soru vardı. 
Örneğin, operasyonda bir çatışma çıkmış mıydı? PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanmasında Amerikan istihbaratı CIA ile yapılan işbirliği gibi herhangi bir ülkenin istihbarat servisiyle işbirliği söz konusu olmuş muydu? Rehineler için fidye ödenmiş miydi? Rehinelerin kurtarılması için Türkiye’de tutuklu, ya da mahkum bulunan IŞİD teröristleri takas edilmiş miydi? 

Sabah saatlerinden itibaren konuştuğum istihbarat ve diplomasi kaynaklarından edindiğim bilgiler şöyle: 

• Operasyon yetkisi başından itibaren MİT’e verildi. MİT Müsteşarlığına Hakan Fidan’ın getirilmesi ardından kurulan Dış Operasyonlar Başkanlığı sorumluluğu üstlendi. Yetkililere göre, kurtarma operasyonunda başka hiçbir ülkenin istihbarat servisinden yardım alınmadı. 

• Kurtarma operasyonunda çevre koruma tedbirleri dışında silahlı güç kullanılmadı. Dolayısıyla bir baskın, çatışma olmadı. Bu bir istihbarat operasyonuydu. Dolaylı müzakerelerden, yanıltma ve sahte bayrak gösterme (yani kendini başkası olarak tanıtma) dâhil her yöntemle IŞİD’e yaklaşım sağlanmaya çalışıldı. 

• IŞİD’in insan kaçırmada uzmanlaşmış bir örgüt olduğu göz önünde tutularak, daha önceki kaçırma olayları analiz edildi. En kritik sürenin 2’inci ve 9’uncu aylar arası olduğu saptamasıyla “sabırlı” bir hareket tarzı izlendi. 

• Kurtarma harekâtının planlanmasında Türkiye’nin daha önce Afganistan’dan Lübnan’a dek gerçekleştirdiği rehine kurtarma operasyonlarında edindiği deneyimin faydası görüldü. Bu operasyonlarda sadece Türk vatandaşları değil Amerikalıdan İspanyol’a, Fransız’dan İngiliz’e değin pek çok yabancı rehine de terörist örgütlerin elinden MİT-Dışişleri işbirliği ile kurtarıldığına dikkat çekiliyor. 

• Bu arada IŞİD militanlarının rehineleri nereye taşıdığı elektronik izleme, sinyal istihbaratı ve sahadaki ajanlar kanalıyla üç kanaldan teyit yöntemiyle sürekli gözlendi. IŞİD bu süre zarfında rehinelerin yerini en az 7 defa değiştirdi. 

• Rehinelerin kurtarılması ihtimali ilk olarak yine IŞİD bölgesinde kaçırılan 32 Türk kamyon şoförünün 3 Temmuz’da yine bir istihbarat operasyonu sonucu kurtarılmasıyla ortaya çıktı. Ancak hemen ardından bölgede başlayan çatışmalar nedeniyle IŞİD rehineleri başka yere nakletti. Bu süreç içinde en az 5 kez rehinelerin kurtarılması ihtimali doğru ama bölgede artan çatışmalar nedeniyle plan uygulanamadı. 

• Rehinelerin kurtarılmasıyla sonuçlanan son operasyon birkaç gün önce başladı. IŞİD rehineleri Türkiye’ye vermeyi kabul etti. Resmi kaynakların verdiği cevaba göre, Türkiye rehineler için herhangi bir fidye ödemedi, herhangi bir takasta bulunmadı. Bir yetkili “Türkiye ile çatışmak istemediler” diyor. 

• Anlaşmanın sağlanmasına karşın IŞİD rehineleri hem Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) peşmergeleri, hem de PKK/PYD güçleriyle savaştıkları Kürt bölgesinde teslim etmek istemediler. Bir yetkili bunu “Kendi güvenlik kaygıları nedeniyle istemediler” şeklinde izah etti. 

• Bunun üzerine IŞİD rehineleri Suriye’deki kendi kontrolleri altındaki Suriye topraklarına geçirdiler; bu operasyon 19 Eylül öğle saatlerinde tamamlandı. (Bir yetkili rehinelerin o zamana dek hep Musul ve civarında tutulduğunu saptadıklarını söyledi.) 

• Ancak IŞİD-PYD çatışmaları nedeniyle teslimatın yapılacağı Şanlıurfa’nın Akçakale (Suriye tarafındaki adı Tel Abyad) sınır kapılarına çoğu kadın ve çocuk binlerce Kürt mülteci yığılmıştı. Bunun üzerine kapılar açıldı ve mülteciler kısa sürede kamplara yerleştirildi. Buradaki amaç son anda bir aksilik çıkıp çatışma ya da saldırı yaşanması durumunda daha fazla sivil can kaybına yol açmamak olarak açıklanıyor. 

• Rehinelerin Türkiye’ye girişi 20 Eylül’ün ilk saatlerinde, gece 01’i geçerken söz konusu oldu. Haber Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve o sırada Azerbaycan seyahati dolayısıyla Bakü’de olan, ancak iki gündür operasyona dair gelişmeleri takip eden Başbakan Ahmet Davutoğlu’na bizzat MİT Müsteşarı Hakan Fidan tarafından bildirildi. 

• Rehinelerin serbest kaldığı haberini ilk önce Başbakan Davutoğlu Bakü’de kendisini izleyen gazetecilere duyurdu. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bunun MiT tarafından yürütülen bir kurtarma operasyonu olduğu açıklaması geldi. Davutoğlu gezisini yarıda keserek Şanlıurfa’ya, oradan da rehinelerle birlikte Ankara’ya geçti. 

Dediğimiz gibi, bunlar henüz ilk ayrıntılar. Rehinelerin sağ salim Türkiye’ye getirilebilmiş olması kuşkusuz büyük bir başarı. 
Bu başarı sayesinde artık zamanında nasıl IŞİD eline düştükleri de daha rahat tartışılabilir, Türkiye’nin bundan sonra IŞİD operasyonuna dair siyasetinde değişikliğe gidip gitmeyeceği de. İlk işaretler bir değişiklik olmayacağı yönünde, ama şimdi önemli olan 49 canın kurtarılabilmiş olması. 

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/49-rehine-isidden-nasil-kurtarildi-iste-ilk-ayrintilar-1213853/

http://www.akademidergisi.com/2014/09/akademi-e-dergi-ISID-in-elindeki-rehineler-nasil-serbest-kaldi-ahmet-davudoglu-tayyip-erdogan-MIT-yalanlari-video-izle.html',   

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/49-rehine-isidden-nasil-kurtarildi-iste-ilk-ayrintilar-1213853/

***
http://www.akademidergisi.com/2014/09/akademi-e-dergi-ISID-in-elindeki-rehineler-nasil-serbest-kaldi-ahmet-davudoglu-tayyip-erdogan-MIT-yalanlari-video-izle.html',   

'Yine YALAN, hep YALAN! Bakın rehineler nasıl serbest kalmış.', 
'AkademiDergisi.com: Yine YALAN, hep YALAN! Bakın rehineler nasıl serbest kalmış.',
'Yine YALAN, hep YALAN! Bakın rehineler nasıl serbest kalmış. Rehinleri kurtarmak için eperasyon yapıldı mı? IŞİD ile gizli 
anlaşma mı yapıldı? 
Başbakan Ahmet Davudoğlu gerçekleri mi söyledi? 
Neler gizlendi? Kim teslim etti? 
IŞİD, El Kaide, Suriye Sorunu, 
3. Dünya Savaşı, 


***

Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi


  Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi  


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                           
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
17 Mart 2015 Salı
Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi
Muhittin Ziya Gözler tarafından yazıldı.


    Irak’a olan ilginin çok daha iyi anlaşılması için, MTA Dergisi’nin 1941 yılında yayınlanmış 24. sayısındaki Irak Petrolü adlı makaleden kısa bir alıntı 
yapmayı uygun gördüm.’’ Irak ve Suriyedeki siyasî tezat ve kargaşalıklar bütün dünya petrol âleminin dikkatini Yakınşark petrol sahalarına celb etmiştir. 
Akdeniz seyrüseferi ve Yakınşark müdafaası için büyük rol oynamakta olan Irak petrolünün umum rezervi 450 milyon ton tahmin edilmektedir. 1939 yılında senevi istihsal miktarı nazarı itibara alınırsa Irak'ın petrol ihtiyatı tam 100 seneye kâfi gelmektedir… 1904 senesinde Osmanlı hükümeti bir Alman grupuna Bağdat demiryolunun inşası imtiyazını vermişti. Bu imtiyazla Almanlar yaptıkları demiryolunun 20 km. sağında ve 20 km. solundaki arazide bitüm mürekkebatı 
arayabileceklerdir. Aramada şirket faaliyetinin pek mahdut kalması ile hükümet birtakım İngiliz ve Amerikan gruplarına maden tetkik ve araması için imtiyaz 
verdi. 1908 meşrutiyeti ile inkıtaa, uğrıyan jeolojik araştırmalara 1911 de bir Alman grupu ile birlikte «Royal-Dutch Shell» yeniden başlandı. 1912 de 
sermayenin %50 si İngiliz - İran petrol kumpanyasına, %25 i Royal Dutch Shell’e ve % 25 i Deutsche Banka ait olan bir Türk Petrol Şirketi tesis edildi. Mezkûr kumpanyaların ilk ikisi hisselerinden %2,5 unu şirketin tesisine iştirak eden Gulbenkian'a veriyorlardı. 1916 Sykes-Picot anlaşması ile Şam, Halep ve Musul'un - ki bunların Musul petrol noktai nazarından pek mühimdir - idaresi Fransaya tevdi edilmişti. Fakat Fransız hükümeti Musul ve havalisine lâzımgelen 
ehemmiyeti vermediğinden, burası Mondros mütarekesinden sonra İngilterenin murakabesine verildi ve harpten sonra da ismi geçen mıntıka Irak'a ilhak edildi. 
1920 San Remo muahedesi Fransaya evvelce Almanların Türk Petrol şirketindeki sermayelerinim hissesi olan %25 ini ve İngilizlere de şirketin faaliyetini daimî 
bir murakabe salâhiyetini veriyordu. Fakat bu muahede Amerikan menfaatlerine mugayir olduğundan her zorluğu halletmemişti. Amerika B. D. hükümeti, manda altında bulunan memleketlerde tatbik olunması lâzımgelen serbest liman prensibine göre müsavat istiyordu. Bu da 1923 de İngiliz - İran Petrol 
kumpanyası %10 bir (hisse) mukabili aksiyonlarının yarısını Amerikalılara devretmesi ile halletmiştir. Şirketin yeni hissedarları aşağıdaki şekli aldı: 
İngiliz - İran Petrol Kump. % 23,75 Royal Dutch Shell (Hollanda Ş.ti) %23,75 Fransız Petrol Şirketi % 23,75 Standard Oil Co. %23,75 İştirakler (Gulbenkian) % 5,00 Türk Petrol Kumpanyasının nizamnamesi 1925 de Irak hükümeti tarafından tanınmış ve bilâhare bu hükümler 1931 de tadil edilmiştir. 1929 da da şirket Irak Petrol Kumpanyası (İ. P. Co.) unvanını almıştır. Irak hükümeti imtiyaz icarı olarak aldığı hissenin %10 unu Türkiyeye vermektedir.’’ Bu makalede bölgedeki petrole olan önem ciddi şekilde dile getiriliyor ve Türkiye’nin birtakım çalışmalar yapması gerektiği vurgulanıyor. Ama aradan geçen 74 yıl 
içinde geldiğimiz duruma bir bakınız. Şu anda da Mezopotamya’nın petrollerine bırakınız el koymayı, uzaktan seyretmek bile işimize gelmiyor gibi görünüyor.  
Şimdi gerçekten Batılıların Ortadoğu’daki milletlere demokrasi, insan halkları, kardeşlik, hak ve adalet getirmek için mi bahar rüzgârları estirdiklerini, şayet 
bu değerleri istiyorsalar da ne uğruna istediklerini açıklamaya çalışalım.

  Güneydoğu Anadolu, Suriye, Irak ve Batı İran’ın bulunduğu ve Fırat ile Dicle Nehirleri’nin arasında kalan ve de Basra Körfezi’ne kadar inen, Irmaklar 
Arasındaki ülke, Bereketli Topraklar olarak da bilinen bölgenin adıdır Mezopotamya. Bu topraklara MÖ.5000’li yıllarda gelen insanoğlu tarıma burada 
başlamış, yazıyı burada bulmuş ve yerleşik düzen içinde yaşayarak şehirler kurmuşlar, tapınaklar inşa etmişler, matematik, astronomi ve tıp bilimleriyle 
ilgilenmişler, hukukun temellerini atmışlardır. Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlar, Kassitler, Medler, Persler, Araplar ve Osmanlılar bölgede medeniyetin 
gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Bu topraklarda savaşlar bu toprakların insanları arasında olmuş ve Mezopotamya topraklarının altındaki petrolün gücünü ele geçirmek için uzaklardan birileri gelerek burada savaşmamışlardır, ta ki, 19. yüzyılın ilk yarısında İngilizler’in Osmanlı toprakları olan bu bölgede 
petrol aramaya başlamalarına dek (Asurlar’ın petrolü kullandıkları bilinmektedir). İşte 19.yüzyılın başlarına kadar petrolün kanlı yüzünü bilmeyen Mezopotamya Halkı şimdilerde petrolün iktidarı karşısında acılar içinde günlerini geçirmektedir.

   Gerçek olan şu ki, Batının Türkiye üzerindeki emelleri Sevr’den (10 Ağustos 1920) bu yana hiç değişmemiştir. Aslında Türk’lerin Anadolu’ya gelmeleri sonrası İslamiyet’in hızla ve köklü bir şekilde yayılmaya başlaması Hıristiyan ’larca kutsal sayılan toprakların elden gitmesi Türk’lere olan kin ve nefretin adım adım yükselmesinin en önemli sebebidir. Zaman içinde Ortadoğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’da bulunan zengin enerji kaynakları Batının iştahını kabartmış ve fakat karşılarında yine Türk’leri bulmuşlardır. Türk’leri bu coğrafyadan gönderemeyecekleri için Sevr gibi antlaşmalarla Türk’leri Anadolu’ya hapsetmeyi düşünmüşler, ama başarılı olamamışlardır. Sevr Antlaşması’nın 62-64. maddeleri Fırat’ın doğusunda bir Kürt Devleti kurulmasını, 88-93.maddeleri ise Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis’in Ermeniler’e verilmesini öngörüyordu. Bu antlaşmayı iyiöğrenip anlamadıktan sonra Türkiye’nin niçin karıştırılmak istendiğinin pek anlaşılamayacağı gerçeği ortadadır. Kürdistan’ın kurulmasını ve Ermenistan’ın büyümesini isteyen büyük bir iştiyak ile girmek istediğimiz kapitalist AB koalisyonudur. Bilindiği gibi kapitalizm sermayenin önündeki engellerin kaldırılması ve ne kadar çok ürettiğinden ziyade ne kadar çok kazandığına dikkat eden bir iktisadi sistemdir. Bu sistem 1960’larda krize girince 1980’li yıllarda neo-liberal politikalar devreye girmiş ve kapitalizm yeniden hayat bulmuştur. ABD, AB, Dünya Bankası, IMF ve ÇUŞ’lar (çok uluslu şirketler) sistemin yayılması için Batı dünyası ve gelişmekte olan ülkeler arasında çok iyi anlaşan müttefikler bulmuşlar, iktidarları desteklemişler ve çıkarlarını korumak için ülkelerin rejimlerini değiştirme yollarına gitmişlerdir. Bu sistemin güçlü hale gelmesinde aktif rol oynayan ÇUŞ’lar ABD ve AB önderliğinde gözlerini hemen enerji, maden ve su kaynaklarına çevirmişler özellikle de Ortadoğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’da siyasi oyunları başarı ile yönetmişlerdir. Türkiye’nin de bulunduğu bölgede önce yeşil kuşak ardından BOP ve nihayet Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi ile bütün enerji kaynaklarına el koymuşlardır.

   BP Energy’nin 2013 sonu verilerine göre dünyadaki toplam petrol rezervi 238,2 milyar tondur (1687,9 milyar varil). Bu rezervin %47,9 olan 109,4 milyar tonu (808,5 milyar varil) Ortadoğu ülkelerinde bulunmaktadır. Irak’ta ise bu rezervin %8,9’u yani 20,2 milyar tonu (150 milyar varil) bulunmaktadır. Bugünün şartlarında Irak’ın petrol üretimi yıllık 153,2 milyon tondur. Günde 3 milyon varil üretim yapan Irak bu üretimini 2020’de 6, 2030’da da 8 milyon varile çıkarmayı planlamaktadır. Bu kapasiteye ulaşmak için de yaklaşık 500 milyar dolarlık bir yatırıma ihtiyaç vardır. Diğer taraftan dünya doğalgaz rezervleri 185,7 trilyon m3 (6.557,8 trilyon kübik feet) olup bu rezervin % 43,2’si olan 80,3 trilyon m3’ü (2835,4 trilyon kübik feet) Ortadoğu ülkelerinde 
bulunmaktadır. Irak’ın doğalgaz rezervleri 3,6 trilyon m3’tür. Üretimi ise 0,6 milyar m3’tür.  Kuzey Irak’ta bulunan petrol rezervleri 6 milyar ton, (40-45 
milyar varil), doğalgaz rezervleri de 2 trilyon m3 civarındadır. Bölgede bugüne dek keşfedilmiş 80 sahanın 53 adedinde ayrıntılı çalışmalar yapılmamıştır. İşte 
bir taraftan yeni petrol sahalarının keşfi diğer taraftan 2030 yılına kadar üretimin artırılması için yapılacak 500 milyar dolarlık yatırım ÇUŞ’ların bölgeye girmelerinin en önemli sebebi değil midir? Irak’ta bulunan ÇUŞ’lar kimlerdir? Bu şirketlerin Irak petrollerindeki payları nedir? 1.BP, Rumeyla Petrol yatağının %38’ine, 2.Royal Dutch Shell, Batı Kurna I Bölgesinin %30’una, 3.Exxon/Mobil, Batı Kurna I Bölgesinin %60’ına, 4.Total, Halfaya Sahası’nın %18,75’ine, 5.Statoil Batı Kurna II Sahası’nın %18,75’ine, 6.Lukoil, Batı Kurna II Sahası’nın %56,25’ine, 7.CNPC Rumeyla petrol yatağının %37’sine ortaktırlar. Bu şirketlerin dışında Chevron, G.Exploration Partners, Murphy Oil, Heritage Oil, Gazprom, Perenco ve daha birçok şirket aramadan üretime kadar her alanda 
Irak’ın içinde bulunmaktadır (21 ülkeden 44 petrol şirketi). Kuzeydoğu Irak’ın Kürt Otonom Bölgesi olarak gösterilmesi Türkmenler’inde haklarının bulunduğu 
hidrokarbon sahalarının tamamen Kürt kontrolüne geçtiğini açıkça göstermekte dir. Yaklaşık bin yıldır bu bölgede Telafer, Musul, Kerkük, Erbil, Selahattin, Diyala ve Bağdat’ta yaşayan ve Irak’ta hakkı olan üç milyon Türkmen’in göz ardı edilmesi ÇUŞ’lerin bir de onlarla uğraşmayalım demelerinin tabii neticesi olarak gündeme getirilmemektedirler. Türkmenler’e göz göre göre uygulanan soykırımdan insan hakları, demokrasi, halkların kardeşliği, hak ve adalet diye yolaçıkanların neden ses çıkarmadığı şimdilerde çok daha iyi anlaşılmaktadır. Netice itibariyle yeni Mezopotamya’da bir Türkmen Devleti’nin kurulması kesinlikle engellenecektir. Irak’ı baştan aşağı ele geçirmiş olan güçler uzun zamandır söylenen başta Irak olmak üzere Ortadoğu’nun parçalanması ve yeni devletler kurulması planını mutlaka devreye sokacaklardır.

   Irak’taki petrol yatakları üç bölgede bulunmaktadır. 1. Kuzey Irak Petrolleri: Musul ve Kerkük Bölgesi’ndeki petrol yataklarıdır. Buradaki petrol 
Eosen ve Miyosen yaşlı kireçtaşları içinde bulunmakta ve 400-1000 metre derinlikten çıkarılmaktadır. Musul’daki petrol yatakları Ayn-Zalah, Butmak, 
Kaseb, Ash-Shura, Kayyarak ve kuzeyde Türkiye sınırına yakın Muşora’da bulunmaktadır. Kerkük’teki yataklar ise, Zagros Dağları’nın batısı ile Dicle 
Vadisi doğusu arasındaki Baba Gurgur, Altınköprü, Bayhasan, Cemcemal, Çember ve Palhane’de yer almaktadır. Kerkük’teki petrollü alan doğusunda bulunan Hanikin Fayı petrollü bölgeyi petrolsüz bölgeden ayırmaktadır. Ayrıca Zap Suyu boyunca uzanan Hail Gara Fayı petrol olmayan Musul bölgesi ile Kerkük arasında yer almaktadır. Petrol yataklarının oldukça yoğun olduğu bu bölgeler Türkmenler’in yaşadıkları yerlerdir. Şimdi bu topraklar Kürt aşiretlere terk edilmekte, Türkmenler yurtlarından kovulmaktadır. Türkmenler’e ait olan Sincar havzası da yine Kürtler’e verilmektedir. 2.Orta Irak petrolleri: İran sınırına yakın yerlerdeki yataklardır. Haniki ve Neftane çevresinde bulunurlar. 3. Güney Irak Petrolleri: Basra’nın güneyindeki Ar-Rumeylah (Rumeyla) yataklarıdır. Zübeyr, Şuayba, Rumeyle ve Luhays’ta işletme yapılmaktadır. Diğer taraftan Irak-İran arasında önemli bir petrol bölgesi de Desful’dur. Tahminen yüz bin km2’lik bir alana sahip bölgedeki petrol potansiyeli ABD tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bölge şu anda İran’ın kontrolü altındadır. 
Musul-Kerkük-Erbil-Süleymaniye’nin içinde bulunduğu bu geniş alan tam anlamıyla bir petrol denizidir. Bu bölgenin %66’sının daha tam anlamıyla çalışılmadığı da bilinmektedir (Erbil’de 15 milyar, Kerkük’te 10 milyar ve Basra Körfezi’nde de 10 milyar varil yeni rezervler bulunmuştur). (Harita-1)
       

    (Harita.1 Irak’ın petrol-doğalgaz haritası)

ABD, AB ve ÇUŞ’lar W.Churchill’in 1936’da söylediği ’’ Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir’’ sözüne sadık kalarak bu ülkelerde bahar 
rüzgârları estirip, o ülkelere özgürlüklerini verip terk ederler mi? Dünya petrol tüketimi 2013 sonu itibariyle 4.185,1 milyar tondur. Bu tüketimin %19,9 
olan 831 milyon tonunu (18887 milyar varil) ABD tüketmektedir. Burada bilinmesi gereken önemli bir nokta da dünya nüfusunun %20’sinin dünya enerji kaynaklarının %80’nini tükettiği gerçeğidir. ABD ve ÇUŞ’ların hizmetine verilen bu bölgelerdeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının şimdiki rezervler dikkate 
alındığında 25-30 yıl ABD’ye yeteceği bilinmektedir. ABD ve AB kurulacak Kürdistan’ın kendilerine bu petrolden fayda temin edeceklerine inandıkları için 
Kürt silahlı güçlerine yardım etmeyi adeta vazife telakki etmektedirler. Bunun en iyi örneği Ayn Al-Arab’ta görüldü. Diğer taraftan Türkiye’nin Güney 
Doğusu’dan toprak alınarak kurulacak Kürdistan’ın hayali de Batı âlemini ziyadesiyle memnun etmektedir. Türkiye’nin bu bölgesinde 300-350 milyar dolarlık maden rezervleri, 27 milyar kWh’lik elektrik enerjisi üretiminin yapıldığı barajları, 1,8 milyon hektar alanın sulanacağı bir sistemi, Türkiye krom 
yataklarının %45’i, Sivas-Divriği Havzası ile birlikte Türkiye’nin en büyük demir yatakları ülkenin tek ve en büyük asfaltit rezervleri ve enerji santrali, 
giderek büyüyen ve güçlenen boru hatları sisteminin bulunduğu ve binlerce sanayi tesisinin bulunduğu bir bölge birileri istedi diye yeni bir devletin hizmetine terk edilebilir mi? Açılım sürecinin içinde bunlar olabilir mi? Diğer taraftan hala kimlerin desteği ile Irak ve Suriye’de güç haline gelmiş olan bir IŞİD meselesi güçlenerek gelişmektedir. Gazetelerden edindiğimiz bilgilere göre IŞİD’in petrol gelirleri günlük bir milyon dolar civarındadır. İleride kurulacak 
Irak-Suriye Sünni Arap Devleti’nin belki de omurgasını oluşturacak bu güç, petrol gelirlerinden vazgeçebilir mi? (Harita-2)



      (Harita.2 IŞİD’in işgalindeki petrol sahaları)

   IŞİD’in bütün Arap dünyasını tehdit ettiği ve Türkmenler’in soykırıma uğradığı, Süleyman Şah’ın Türbesi’nin taşındığı ve de yeni yeni petrol rezervlerinin bulunduğu Mezopotamya’da Batılı güçler, ileride enerji devletleri haritaları ile de dünyanın karşısına çıkabilirler. Zira hidrokarbon kaynakları onlar için hayati önem arz etmektedir. İşte bu kaotik ortam içinde İmralı-Ankara-Kandil arasında Türk Milleti’nin de sabırla takip ettiği görüşmeler birden İmralı’dan gelen ’’ON EMİR’’ ile yeni bir veçhe kazandı. On emrin özeti şudur: ’’ Eşit vatandaşlık haklarının yer aldığı bir anayasa, bu anayasada millet kavramının terk edilerek dini ve etnik temele dayalı vatandaşlık tanımının yer alması, üniter devlet anlayışının terk edilerek Kürdistan’ın (Irak ve Suriye’deki Kürtleri de içine alan) da ayrı bir devlet olarak kabul edileceği bir vatan tanımının yapılması ve özerklik aşaması sonrası Kürdistan’ın kurulmasıdır.’’ Temennimiz Batılıların emri ile bir terör örgütünün talimatıyla Türkiye’nin küçültüleceği bir anayasanın yazılmamasıdır. Türk toplumunun umutla ve heyecanla beklediği ise bu ’’ON EMRİN’’ Türk Devleti tarafında verilmesiydi.  ETKB’nın Kandil Dağı eteklerinde Hindırın ve Çoman’da PKK’nın baskısının kalkmasıyla birlikte petrol arayacağız sözünün gerçekleşmesini bu toplum görmek istemektedir. Bu bölgede petrol aramanın ancak Kandil Dağı’nın özgürleşmesi sonucu olacağı da bir koca hakikattir. Kandil Dağı, Siirt İlimize 28 km, Diyarbakır İlimize ise 450 km. uzaklıktadır. Türkiye bir taraftan özgürleşecek Kandil’de petrol arama planları yaparken, Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin kontrollerine aldıkları petrol bölgeleriyle ilgili görüşmelerini ciddi bir şekilde yürütmelidir. Zira bu bölgelerde keşfedilmemiş zengin rezervler bulunmaktadır. Ayrıca maliyetlerin çok düşük bir seviyede olması ve de nakliyenin Türkiye üzerinden olacağı da hesaba katıldığında Türkiye’nin bu petrol yataklarından vazgeçmemesi gerçeğini gözler önüne sermektedir. Türkiye’nin tarihi hakları ve komşuluk ilişkileri dikkate alındığında on bin km. uzaktan gelenlerden Mezopotamya’da daha çok hakkının 
olduğu doğru değil midir? 

Muhittin Ziya Gözler
Uzman Hakkında
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları

  Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi 
  AB Üyeliği Tılsımlı Değnek Değil-İşte Yunanistan 
  Türkiye'nin Enerji Politikalarına Eleştirisel Bir Bakış 
  Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar 
  Kömür Madenciliği 
  Türkiye’nin Güvenlik Sorunlarının Tartışılması 
  DERS-ULUSLARARASI İLİŞKİLER 
  Enerji Kıskacındaki Ortadoğu’da Yaşayan Kürt’ler Kimdir? 
   Nükleer Enerji Santrallerinde Yakıt ve Deprem Konusu 
  Türkiye Adalar Denizi ve Kıta Sahanlı'nda Savaş Değil Bilim ve Adalet İstiyor 
  Enerji İlişkileri 
  Jeotermal Enerji  
  Hafife Alınan Ancak Sonuçları Çok Ağır Olacak Bir Tehlike: Deprem  
  Rüzgâr Enerjisi 
  SOMA’NIN İSYANI: YETER ARTIK! 
  Şeyl Gaz Gerçeği 
  Su Yönetimi Siyasetin Değil Devletin Bir Meselesi Olmalıdır 
  Enerji Ve Boru Hatlarında Siyaset Oyunları 
  Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar 
  Çevre Enerji Ve Madencilik İlişkileri 
  Madencilikte Kökten Değişiklikler ve Yeni Politikalar 
  Maden Varlığımızın Ülkemizin Kalkınmasına Etkileri 
  Ülkemizin Enerji Kaynakları 
  Nükleer Enerjinin Önemi 
  Enerjide Milli Politikaların Zamanıdır 
  Petrol Dünyasında Türkiye’nin Yeri 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/03/17/8143/yeni-mezopotamyada-iraka-olan-alakanin-sebebi

***