3 Temmuz 2017 Pazartesi

ABD KÜRDİSTAN TOPRAK TALEBİ


ABD KÜRDİSTAN TOPRAK TALEBİ

Amerika, Kürdistan’ı kurarsa Türkiye’den toprak talep edecek!

Sözcü gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk'ün haberine göre, Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, " Güneydoğu sınırında Irak ve Suriye'deki gelişmelerin Türkiye için kaygı verici olduğunu" savundu.

Pamukoğlu, "Bazı adımları atmak için geç kalınıyor. Türkiye'deki NATO ve ABD üsleriyle ilgili yeni düzenlemeler ve güvenlik unsurlarımızın öne alındığı konular 
görüşülmeli. Yeni anlaşmalar yapılmalı" dedi.




Irak ve Suriye’de kurulacak Kürdistan’ın Türkiye’yi de etkileyeceğini ve Türkiye’de otonomi, özerk bölge gibi taleplerin gündeme geleceğini savunan Pamukoğlu “Irak'ın kuzeyinde Barzani üzerinden Kürdistan'ın kuruluşu tamamlandı. Şimdi Suriye Kürdistanı'nın ağır silahlarla, tanksavarlar takviye ederek, sınır boyundaki yaklaşık bin 100 kilometrelik alanda Kürdistan kuruluyor. Kürdistan kurulmasıyla ilgili zamanı ABD, siyasi ve askeri koşullar nedeniyle erteliyor.” dedi.




Osman Pamukoğlu, ABD Başkanı Donald Trump'ın YPG'ye ağır silah verilmesine dair kararı imzalamasıyla ilgili olarak "ABD'nin Suriye’de yaptığı oradaki Kürtleri 
gerilla tarzından ordulaşmaya geçirmek. Bunun adı devlettir. Komşumuz Irak ve Suriye'de kurulacak Kürdistan, hemen arkasından bize de sirayet eder. 

Ülkemizde de devleti zorlayacak otonomi, özerk bölge gibi talepler gündeme gelecektir. Kürdistan kurulmasıyla ilgili zamanı ABD, siyasi ve askeri koşullar 
nedeniyle erteliyor. Akıllarında İskenderun Limanı bulunuyor. Bunun anlamı, ileride Türkiye'den de toprak alınacağıdır" görüşünü dile getirdi.

ABD’nin Suriye Kürdistan’ı için Türkiye’yi uzak tuttuğunu öne süren Pamukoğlu, Suriye Kürdistanı'yla ilgili çalışmalarda hep ABD’nin konuşulduğunu lakin 
planın içinde İngiltere, Fransa ve Rusya’nın da olduğunu savundu.

Afrin üzerinden enerji naklinin yapılmasıyla ilgili akıllarda İskenderun Limanı’nın bulunduğunu belirtern Pamukoğlu, “bunun anlamı, ileride Türkiye'den de 
toprak alınacağıdır. Amanos Dağları'nı PKK'nın terk etmemesi ve sürekli o bölgede dolaşması da İskenderun hesabının bir parçasıdır." İfadelerini kullandı.

Kaynak Sözcü

http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/amerika-kurdistani-kurarsa-turkiyeden-toprak-talep-edecek-1849811/




*********




ABD, Türkiye’ye Rağmen Suriye’de bir Kürt yönetimi oluşturur mu?


Yurdagül Şimşek, 
Hikmet Durgun, 
Elif Örnek
17:31 24.03.2017




Suriye’deki terör ve iç karışıklık devam ederken, ABD destekli grupların başarıya ulaşamayacağı netlik kazandı. ABD'nin ülkeyi üçe bölme planını gündemine 
alıp almayacağı belirsizliğini korurken, Türkiye’ye rağmen Kürt güçleriyle yakın işbirliği içinde kuzeyde ABD destekli bir yapı kurulması olasılığını uzmanlar ve 
aktörler Sputnik’e değerlendirdi.

Sergey Lavrov
SPUTNİK

Lavrov: Rusya, Türkiye ve İran'ın üçlü mekanizması yürürlükte,

Suriye’yi üç bölgeye ayırma planı 2013 yılında önce Türkiye, hemen ardından İsrail ve ABD tarafından gündeme getirilmişti. Washington’ın tasarrufunda ülkenin kuzeyinde Türkiye ve Irak’taki gruplarla bağlantılı Kürtlerin; sahil şeridinde Suriye hükümetinin; ülkenin doğu ve kuzey kesimlerinde radikal İslamcıların yönetimi alması vardı. Bu plan zamanla daha ‘yumuşak’ bir şekilde ‘Alevi, Sünni ve Kürt bölgeleri’ olarak ifade edilmeye başlandı. Moskova ile yaşadığı krizi geride bırakarak sahada daha fazla ortak hareket etmeye başlayan Ankara, Astana sürecinde Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulduğuna ilişkin deklarasyonların altına imza attı.

ABD son dönemde Suriye’nin kuzeyindeki Kürt gruplarla işbirliğini Türkiye’nin sert ikazlarına rağmen giderek artırıyor. ABD Başkanı Donald Trump, seçimler 
öncesinde New York Times’a verdiği demeçte ‘Kürtlerin hayranı’ olduğunu ifade ederek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Kürtleri yan yana 
getirebileceğini ileri sürmüştü. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’daki koltuğa oturmasından bu yana Washington ile Ankara arasındaki açı, Suriye’deki Kürt 
gruplara yönelik farklı tutumlar nedeniyle daha da artmışa benziyor.

Suriye’de ABD operasyonlarının önemli kara güçlerinden birini oluşturan Kürtleri, bu ortaklığın sonunda bağımsız bir devlet olma ihtimali mi bekliyor? 
ABD Türkiye’ye rağmen Suriye’nin kuzeyinde bağımsız ya da özerk bir Kürt bölgesi yaratabilir mi?

Rusya'nın Suriye'de hava operasyonu,

© SPUTNİK/ DMİTRİY VİNOGRADOV

‘Türkiye ve Rusya’nın sürekli koordinasyonu, Suriye’nin geleceği için anahtar’


PEKİN: TÜRKİYE’NİN İKNA KARTI RUSYA, SURİYE VE İRAN


CANLI TELEFON BAGLANTISI;
 < https://soundcloud.com/sputnik-tr/ismailhakkipekin-online-audio-convertercom-1  >

Konuyu Sputnik’e değerlendiren emekli Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Türkiye’nin doğru adımları atması durumunda Suriye’nin 
kuzeyinde bağımsız ya da özerk bir Kürt yönetimi kurulmasının zor olduğunu savundu. Pekin’e göre Türkiye bunun için Suriye, Rusya, İran, hatta Irak’la ortak hareket etmeli:

“Eğer kartlarını iyi oynarsa, Türkiye’ye rağmen o bölgede bağımsız ya da özerk bir Kürt yönetimi oluşturulamaz. ABD’nin planı açık; Suriye’yi bir federasyon 
haline getirmek ve Kürtleri de bu federasyonun bir parçası yapmak. Rusya da şu anda Afrin bölgesine ateşkesi gözetim adı altında bir birlik yerleştirdi. 
Onlar da Afrin’i bir bütün olarak Suriye’nin içinde tutmaya çalışıyorlar. Bütün sorun Türkiye’nin Suriye ile işbirliğinde yatıyor. Eğer Türkiye Suriye ile işbirliği 
yapıp ABD ve Rusya’yla denge politikasını tutturabilirse, Suriye’nin kuzeyinde özerk bir Kürt bölgesi oluşturulması çok zor.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

© AA/ ONUR ÇOBAN

Kılıçdaroğlu: Suriye ile işbirliği yapılmalı,

‘BU ŞEKİLDE DEVAM EDERSE TÜRKİYE KAYBEDER’

İsrail ile ABD’nin politikaları ve Kürt güçlerinin sahadaki işbirliğine rağmen, Türkiye’nin özerk ya da bağımsız bir yönetim kurulmasını engelleyecek kadar 
güçlü bir kartı olup olmadığı sorusunu yanıtlayan Pekin, şunları söyledi:

“Bence güçlü kartı Türkiye’nin; Rusya, Suriye ve İran’la işbirliği var. Türkiye ideolojik körlükten kurtulup da bunları kullanabilirse emin olun  ABD’ye yaptırmaz bunu. En azından kısa vadede yaptırmaz, zaman kazanır. Daha basit, mahalli idarelere verilen özerklik gibi konularla ancak bu işi halledebilirler. Ancak bu şekilde devam ederse Türkiye kaybeder. Türkiye’nin İran, Rusya, Suriye hatta Irak’la işbirliği yapması gerekiyor.”

ÇONKAR: NATO MÜTTEFİKİMİZ ABD’YLE GÖRÜŞ AYRILIĞIMIZ VAR,

Sputnik'e değerlendirmede bulunan Türkiye — Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı ve AK Parti İstanbul milletvekili Ahmet Berat Çonkar ise 
şunları söyledi:


CANLI TELEFON BAGLANTISI;
< https://soundcloud.com/sputnik-tr/berat-conkar-4 >

“Bizim NATO içerisinde müttefikimiz olan Amerika ile YPG-PKK ile ilişkileri konusunda bir görüş ayrılığımız var. PKK-YPG-PYD bunların hepsi aynı çatı altında farklı odalar olarak değerlendirilebilir. Bu açıdan hiçbir NATO üyesi ülkenin kendilerinin de terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgüte böyle bir özerklik, devletleşme tarzı bir şey sağlaması düşünülemez.”


Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Hüseyin Diriöz

© AA/ SEFA KARACAN

Büyükelçi Diriöz: Trump'ın Suriye'de güvenli bölge planının detaylarını bilmiyoruz

‘TÜRKİYE’NİN TEPKİSİNİ YUMUŞATMAYA ÇALIŞIYORLAR’

ABD’nin, ‘IŞİD’e karşı savaşta YPG’ye ihtiyacımız var’ gerekçesinin, Türkiye’nin tepkisini yumuşatmaya yönelik olduğunu kaydeden Çonkar, şöyle devam etti:

“Amerika’nın başından beri söylediği, ‘Bizim onlara IŞİD ile savaşmak için sahada ihtiyacımız var. Bu yüzden işbirliği yapıyoruz. Onu da SDG adı altında 
içine başka unsurlarda katarak yapıyoruz’ bir anlamda Türkiye’nin tepkisini yumuşatmaya çalışan söylemler. Yalnız şunu görmek lazım. Biz bin yıldan fazladır bu topraklarda olan ve daha önceden de o toprakları yönetmiş kadim bir ülkeyiz, kadim bir milletiz. Bizim isteğimizin muhalifinde bir terör örgütünün buralarda devletleşmesi mümkün olmaz. Türkiye bunu her şekilde engeller. Bunu ne Amerika ne bir başkası hiç kimse başaramaz. Burası bizim hinterlandımız, bizim sınırımızdır.”

Numan Kurtulmuş

© FOTOĞRAF: DHA

'ABD ve Rusya 3-5 bin PYD militanını mı tercih edecek, Türkiye'yi mi?'

‘PYD ETNİK TEMİZLİK YAPIYOR’

Koridor olarak adlandırılan bölgenin Kürt bölgesi olmadığının ifade eden Çonkar, “PKK ve PYD’nin büyük ölçüde Menbiç’e doğru ilerleyerek Türkmenleri, 
Arapları etnik bir temizlikle arındırdığı ve işgal altına aldığı birtakım yerler var. Ne coğrafya olarak ne sosyolojik olarak Kürt koridoru diye bir şey yok. 
Fakat Suriye’de yaşayan Kürtlerin oluşacak çözüm sonrasında Suriye içerisindeki yapıda nasıl yer alacakları, ortaya çıkacak yeni yönetimle birlikte anayasal 
sistem içerisinde bir karara bağlanacaktır” diye konuştu.

Menbiç'te konuşlanan ABD askerlerinin görüntüleri yayınlandı.

© AFP 2017/ DELIL SOULEIMAN

ABD, Menbiç'e 200 asker ve zırhlı araç daha gönderdi

‘TÜRKİYE MÜSAADE ETMEYECEK’

Çonkar, Suriye’nin kuzeyinde PYD öncülüğündeki bir girişime  Türkiye’nin, kesinlikle müsaade etmeyeceğini de ekledi:

“Bu Türkiye’yi açıktan tehdit eden, 40 yıldır askerimizi, polisimizi, insanımızı şehit eden, Türkiye’ye çok büyük zararlar veren eli kanlı bir örgüttür. 
Bu anlamda oradaki Kürtlerle, terör örgütünü ayırt ediyoruz. Terör örgütünü Türkiye’nin düşmanı görüyoruz. Ama orada yaşayan farklı siyasi partilerden, 
farklı görüşlerden, farklı inançlardan oluşan grupları da Türkiye Suriye’nin içerisinde hak ve özgürlüklerine sahip olarak yer almalarını destekleyecektir. 
Bu konuda Türkiye çözüm noktasında herkesle işbirliği yapacak durumdadır.”

DSG Güçleri

© AFP 2017/ DELIL SOULEIMAN

DSG: Rakka operasyonunda Türkiye’nin rolü olmamalı

SURİYE TÜRKMEN MECLİSİ: ABD, ‘PYD KORİDORU’ OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYOR

Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli bir Kürt yönetimi olasılığını Sputnik’e değerlendiren Suriye Türkmen Meclisi yetkilisi Abdurrahman Mustafa ise ABD'nin bir PYD koridoru kurmak ve Suriye'yi bölmek istediğini savundu.

CANLI TELEFON BAGLANTISI;
< https://soundcloud.com/sputnik-tr/abdulrahman-mustafamp3 >

“ABD'nin Suriye'de bir Kürdistan devleti kurma amacının olduğunu söylemeyelim” diyen Mustafa, şöyle devam etti: “ABD'nin amacı PYD — PKK işbirliği yaparak orada bir PYD terör örgütü koridoru yapmaktır. Ancak Fırat Kalkanı’yla birlikte bunun yapılmasına bir set çekildi. Türkiye milli güvenliği konusunda diretecektir, bir oluşuma izin vermeyecektir. Türkiye’nin buna engel olması gerekiyor hem kendi milli güvenliği açısından hem Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından; hem de o bölgede bir Türkmen varlığı var.”

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov

HOST PHOTO AGENCY

Peskov, Suriye'de özerk Kürt bölgesi kurulmasına ilişkin soruyu yanıtladı

‘SURİYE TÜRKMENLERİ, BÖLÜNMEYE KARŞI’

Suriye’nin kuzeyinde Türkmenlerin de yaşadığını belirten Mustafa, ABD’nin baştan beri Suriye’yi bölme amacı güttüğünü ifade etti:

“Azez — Cerablus arası bir Türkmen bölgesidir, Kürt toprağı değildir. Orada yüzde 2 veya 3 civarında Kürt vatandaşlar da olabilir. Amerika baştan beri Suriye'yi bölmeye çalışıyor. Amerika'nın projesi budur. (eski ABD Dışişleri Bakanı John) Kerry, döneminden beri. ABD'nin bu projesi su yüzüne çıkmıştır;  somut bir şekilde Suriye'yi bölmeye çalıştığını görüyoruz.  Ama biz Suriye Türkmenleri olarak karşıyız. Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması gerekiyor. 
Ayrıca Suriye'nin yönetim şekline Suriyelilerin karar vermesi gerekiyor, dış güçlerin değil. Nasıl bir yönetim şekli federatif mi yoksa daha 
değişik bir şey mi buna Suriye halkının karar vermesi lazım.”

Musul'da cephedeki Peşmerge güçleri

© SPUTNİK/ HİKMET DURGUN

ENKS: Rojava Peşmergeleri’ni NATO eğitiyor

ENKS: ABD, TÜRKİYE’DEN VAZGEÇEMEZ

Sputnik'e konuşan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) yöneticisi Enter Nehsan ise Kürtlerin özerklik kazanmasının ABD’nin çıkarlarıyla ilgili olduğunu belirtti. 
Nehsan şunları söyledi:

“Bu konu ABD’nin çıkarlarına bağlı.  Eğer Amerikalılar isterlerse bir özerklik kurdurabilirler. ABD her şeyden önce çıkarına bakıyor. Fakat ben Türkiye’nin 
tutumundan dolayı, böyle bir özerkliğin kurulabileceğini sanmıyorum. Çünkü ABD'nin Türkiye ile ilişkileri çok eskilere dayanıyor. Çıkarları vardır. 
İncirlik üssünü kullanıyor. ABD’nin Türkiye'den vazgeçebileceğini sanmıyorum.”

Rojava
© SPUTNİK/ HİKMET DURGUN

ENKS, Suriye’nin kuzeyi için federalizm talebiyle ‘anayasa’ hazırlıyor

‘KÜRTLER BİRLEŞİK FEDERAL BİR SURİYE İSTİYOR’

ABD’nin bağımsız bir Kürdistan yapılanmasını hedeflemediğini savunan Nehsan, Suriye’deki Kürtlerin de böyle bir bağımsızlık talebi olmadığını kaydetti:

“Şimdiye kadar ABD'nin bağımsız bir Kürdistan amacı yoktur. ABD bu konuda şimdiye kadar hiçbir şey söylememiştir. Türkiye yönetimi, Kürtlerin karşısında 
olmadığını belirterek, ‘biz PKK'ya karşıyız ve YPG ve PKK birdir’ diyor. Hiç kimse Suriye toprağında bir Kürdistan istemiyor. Kürtler dahi istemiyor. 
Kürtler en çok Suriye'de bir federalizm istiyorlar. Birleşik, federal bir Suriye istiyorlar. Bütün halkların haklarının içerisinde yer aldığı bir Suriye istiyorlar. 
Suriye'de Çerkesler, Süryaniler de vardır. Kürt haklarının da korunduğu bir Suriye istiyorlar.”


https://tr.sputniknews.com/columnists/201703241027789459-abd-turkiye-suriye-kurt-bolgesi/


Konjonktüre Göre Değişen Sorun; “Kürt Sorunu”


Konjonktüre Göre Değişen Sorun; “Kürt Sorunu”

Yazar:

PKK ve sözcüleri tarafından dayatılan ve bazı kesimlerce de kabul görerek adı konulan "Kürt Sorunu" ile ilgili olarak biraz geriye gidelim ve tarihi bir perspektif içerisinde günümüze değin gelişmeleri yeniden gözden geçirelim.
PKK'nın kuruluşundaki amacı ve hedefi; "Marksist-Leninist ideolojiyle yönetilen, özgür ve bağımsız bir Kürdistan" idi ve bu, kongre ve konferanslarında da açıkça belirtilmişti. Yani PKK, bugün DTP'lilerin ifade ettiği gibi, "Kürtlerin ezilmişliğinden, inkâr edilmişliğinden, haklarının verilmeyişinden" gibi benzer iddialardan kaynaklanarak doğmadı. Kuruluş amacı nettir ve belgeli olarak ortadadır; "Marksist-Leninist Kürdistan".
PKK, ağırlıklı olarak o dönemin SSCB'si başta olmak üzere, Yunanistan ve Ermeni terör örgütü ASALA tarafından desteklenip, eğitildi. Bu dönemde PKK, terör anlamında kendini tam olarak kanıtlayamadığından, diğer Batılı ülkeler nezdinde pek ciddiye alınmamış ve yeterince de ilgi görmemişti.
Sovyetler Birliği'nin 1991'de dağılması ile birlikte PKK'nın başlangıç ideolojisi olan "Komünizm" sevdası, böylece bitmiş oldu. Artık PKK, hiçbir söyleminde Marksizm'den ve Leninizm'den bahsetmedi. Çünkü, bahsetmesi için sebep kalmamış, sosyalist blok dağılmıştı.
Bu nedenle, M-L ideolojisini hafızalardan silmeye çalışan PKK, bu yeni dönemde kendini, Batı dünyası nezdinde kanıtlamak ihtiyacı duydu ve hatırlarsanız 1990-1994 yılları arasında eylemlerini en üst seviyelere çıkarttı ve tavan yaptı. Eylemleriyle Batı'nın dikkatini çekmeyi başaran PKK, aynı zamanda ciddiye alınmasını ve bu sayede de belli güçler tarafından desteklenmesini sağladı.
Tek süper güç kalan ABD, SSCB'nin dağılması ile birlikte, çok daha önce planlamış olduğu projesi olan BOP'u, vaktinin geldiğini düşünerek, bu dönemde yürürlüğe koymaya başladı. Çünkü, zengin yeraltı kaynaklarına sahip Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya, ABD ve Batının öteden beri cazibe merkezi durumundaydı ve daha fazla beklemenin de bir manası yoktu.
Biraz geriye gidelim ve döneme ilişkin önemli olayları yeniden hatırlayalım…
1996 yılı sonlarında ABD, Irak'ta kendisine yardımcı olan, hizmet eden 5 bin Peşmerge'yi K.Irak'tan çıkartarak, uçaklarla Amerika'ya, Guam Adası'na götürdü. Anti parantez, götürülen bu peşmergeler şu an için nerede ve ne yapıyorlar? Merak konusu!!!
1999'da Apo, Suriye'den çıkartılarak, götürüldüğü Kenya'da yakalandı.
2003 yılında ABD, kimyasal silah bulundurduğu ve dünyaya tehdit oluşturduğu gerekçelerinin yanı sıra, Irak halkına demokrasi vaadiyle Irak'a girdi.
Aynı yılın Nisan ayında Bağdat düştü, Aralık ayında da Irak lideri Saddam Hüseyin idam edildi.
Irak Yönetimi'nin başına IKYB lideri Talabani getirilirken, K.Irak Kürt Yönetimi'nin başına da KDP lideri Barzani getirilerek, "Kürdistan Özerk Yönetimi" böylece kurulmuş oldu.
Bu durum, yani "Kürdistan" durumu, PKK'yı ve yandaşlarını oldukça heyecanlandırdı. Çünkü, hayallerindeki Kürdistan kapısı nihayet aralanmış, dörtte biri açılmıştı. Üstelik bu kapıyı, süper güç ABD açmıştı ve bunu da, değil Türkiye, hiçbir güç engelleyemezdi, onlara göre. Bu da heveslenmeye ve heyecanlanmaya yeter de artardı bile.

Derken ABD, İran ile ilgili politikasını, Irak benzeri iddialarda bulunarak gündeme getirdi. Sıranın, İran'da olduğu ve peşinden Suriye'nin geleceği tartışılmaya başlandı.

K.Irak Kürt Yönetimi'nin oluşumu sonrasında, sıranın İran'a geleceğinin beklentisi, İran'daki PKK uzantısı PJAK'ı hareketlendirdi. Bu nedenledir ki, İran güvenlik güçleri ile PJAK arasında çatışmalar giderek arttı. Hatta İran ordusu, bırakın sınırları içerisindeki PJAK'ı, Kandil'deki PKK'lıları dahi bombalamaya başladı. Düne kadar PKK'yı besleyen İran, gelinen veya gelinecek olan noktayı hissetmiş veya anlamış olmalı ki, besledikleri tarafından "gözünün oyulmasına" müsaade etmeye niyeti olmadığını herkese, başta ABD'ye gösterdi.
Son dönemde, ABD, Türkiye, Irak ve K.Irak Bölgesel Yönetimi arasında gerçekleşen ikili ve üçlü diplomatik görüşmeler, gelişen sıcak ilişkiler PKK'yı oldukça rahatsız etti. Çünkü, Barzani ve Talabani, PKK'nın Irak'ta işlerine karışmasına, ortak olmasına, söz sahibi olma niyetlerine, hatta ön plana geçme arayışlarına, çok açıkça olmasa da karşı çıktı, en azından bunu hissettirdi. Üstelik PKK'nın K.Irak'taki varlığı, Türkiye ile Irak arasındaki ilişkileri de olumsuz etkiliyordu. Irak'ın, Türkiye'yi karşısına alması, asla işlerine gelmezdi. Gelişmeler sonrasında PKK, bölgede hiç kimse tarafından istenmediği düşüncesine kapıldı, ister istemez.

PKK yönetiminin, Barzani ve Talabani'yi açıkça ve son derece sert bir biçimde eleştirmeleri, Öcalan'ın, ABD ve İngiltere'ye ilişkin, "güvenilmez oldukları"na dair son dönemdeki keskin söylemleri, PKK'nın içinde bulundukları ruh halini tam olarak yansıtıyordu. Ve PKK, şiddetle yeni bir açılım yaratma ihtiyacını duydu, gerekli gördü.

Neydi bu açılım?

Bakın, PKK, dört parçada (Türkiye-Irak-Suriye-İran) "M-L bir Kürdistan" idealiyle 1978'de kuruldu. 13 yıl sonra, yani 1991'de SSCB'nin dağılmasıyla birlikte "Bağımsız bir Kürdistan" idealine yöneldi. Bundan 17 yıl sonra da, yani 2008'de, bölgede istenmediği kanaatine varan PKK, 30 yıldır sürdürdüğü toprak talebini "Türkiye'den ayrılmayı düşünmüyoruz. Sorunu içimizde çözelim" diyerek, yeni bir açılım anlamında "Demokratik Cumhuriyet" talebine çeviriverdi. 30 yıl toprak talep eden, bu nedenle ayrılıkçı-bölücü olarak değerlendirilen, bu uğurda kan döken, yuvalar yıkan PKK, nasıl oldu da birden bire yeni bir açılımla ayrılma hedefi olmadığını açıklayıverdi!!!
Peki, adını, önce APOCULAR, daha sonra sırasıyla PKK, KADEK ve son olarak KONGRA-GEL olarak koyan, idealini, önce "M-L bir Kürdistan", daha sonra sırasıyla "Bağımsız bir Kürdistan" ve son olarak "Demokratik Cumhuriyet" olarak açıklayan, 30 yıl toprak talep etmesine rağmen birden bire ayrılmayı düşünmediğini ifade eden, özetle; rüzgâragöre yönlenen ve özellikle altını çizerek belirtmek gerekir ki,seçimlerden de anlaşıldığı üzere, 10-12 milyon Kürt vatandaş arasında en fazla 2 ila 2.5 milyon kişilik bir taraftar kitlesi bulunan bir örgütün sebep olduğu bu soruna, maalesef ki bazılarımız, nasıl oluyor da halâ "Kürt Sorunu" diyebiliyoruz!!!
_______________________________________________________________________________
http://www.21yyte.org/ sitesinden 03.07.2017 tarihinde yazdırılmıştır

Ak Para - Kara Para; Dünyayı Kim Yönetiyor? Paramız Nasıl Çalınıyor?


Ak Para - Kara Para; Dünyayı Kim Yönetiyor? Paramız Nasıl Çalınıyor?

Yazar: Sait Yılmaz


En azından 19. yüzyılın ikinci yarısından beri dünyayı şekillendiren esas itibariyle uluslar üstü sermayenin kontrolünü elinde bulunduran perde arkası güçlerdir. Uluslararası sermayenin mensupları sadece şirket sahiplerinden oluşmamakta; üst düzey yöneticiler, akademisyenler, siyaset adamları gibiseçkinler de bu güce katılabilmektedir. Küresel elit tabakanın izleri bu yapı içinde birbiri ile ilişkili üç temel örgüt içinde bulunabilir; 
CFR[1], 
Bildelberg ve Tri Lateral Komisyon[2]. 

İkisi de Yahudi kökenli olan İsviçre-Basel’deki Rothschild ailesi ile ABD’deki Rockefeller ailesi küresel sermayenin iki ana koludur. Bu sistem, İsviçre Basel’deki BIS[3] (Uluslararası Ödemeler Bankası[4]) tarafından yönetilir. Bu ana kolun Avrupa ayağında 12. yüzyıldan beri kıtada feodal yapıları ele geçiren soylu aileler grubu bulunmaktadır. Bugün Windsor hanedanından İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth’in liderliğinde;küresel ekonomiyi, bankalar, sigorta, ilaç, ham madde, ulaştırma, fabrikalar, ana perakende grupları, borsa ve ticari pazarı her yönüyle kontrol etmektedirler. Bunlara siyasiler, hükümetler, medya, istihbarat servisleri, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suç örgütlerini de eklemeliyiz[5]. Avrupa’nın asil hanedan aileleri arasında şunlar sayılmaktadır[6]; İngiltere’de Guelp ve Windsor, Belçika’dan Wettin, İsveç’ten Bernadotte, Liechtenstein’dan Liechtenstein, Danimarka’dan Oldenburg, Almanya’dan Hohenzollern, Hannover, Wittelsbach ve Württemberg, Fransa’dan Bourbon, Hollanda’dan Orange, Monaco’dan Grimaldi, Portekiz’den Braganza, Lüksemburg’dan Nassau, Avusturya’dan Habsburg, İtalya’dan Savoy, Sırbistan’dan Karacorceviç, Arnavutluk’tan Zogu.

Sekiz dev Amerikan finans şirketi (JP Morgan, Wells Fargo, Bank of America, Citigroup, Goldman Sachs, U.S. Bancorp, Bank of New York Mellon ve Morgan Stanley) %100 oranda 10 hissedar aile tarafından kontrol edilmektedir. Dört büyük (BlackRock, State Street, Vanguard ve Fidelity)şirket bütün kararlarda daima yer almaktadır. Federal Rezerv Bankası bu dört büyük özel şirket tarafından kontrol edilmekte ve bu şirketler aynı zamanda ABD ve dolayısıyla dünya para politikalarını da belirlemektedir[7].Rothschild’in başında olduğu BIS, IMF ve Dünya Bankası’ndan para beklemekte olan ülke merkez bankalarına “köprü borçları” verir[8]. Merkez bankaları diğer ülkelerin hükümetlerini bir daha kurtulamayacak şekilde borçlandırırlar. Bu borç o ülkenin parasına ve varlıklarına el koymak için meşruiyet sağlar. Neo-feodal düzende, geri kalan halk ve hatta hükümetler borçların esiridir. Herkes borç içinde boğulurken, borçlar bu kişileri daha da zengin yapar. Aynı kişiler parayı kasada tutmaz, dünya olaylarını yönetmek için kullanır, gezegendeki her şirketin ve her bankanın gerçek sahibi onlardır. Bu amaçla, gizli topluluklar, think-tank merkezleri ve gönüllü yardım kuruluşlarından oluşan geniş bir ağ kullanarak, tüm üyelerini bir safta tutarlar. Türkiye’deki zenginler onların franschising (bayi) uzantılardır. Birlikte hayırseverlik ödülleri düzenlerler. Sanırsınız ki hayatlarını insanlığa adamışlardır. Hâlbuki hedefleri kendilerine hizmet eden tek bir dünya devleti kurmak ve dünya nüfusunu azaltarak, ırkları ayıklamaktır. Bu yüzden moleküler biyoloji, nano-teknoloji, gen bilimleri, klonlama, genleri değiştirilmiş yiyecekler (GMO[9]), yeni aşılar; onların marifetleri, kurdukları vakıf ve araştırma merkezlerinin ana çalışma alanlarıdır.

Medya ve eğitim yolu ile dünyaya nasıl bakmamız gerektiğini kontrol ederler. Çoğu politikacıların seçim kampanyalarına fon sağlar ve BM, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşların içinde etkin olurlar. Ama bütün bu gerçekleri itiraf edecek ya da fark edecek pek az kişi vardır. Rothschild’e ait olan İsviçre bankaları Vatikan’ın ve Avrupa’nın diğer asillerinin kirli servetini saklar. Birleşmiş Milletler’in New York City’de kurulduğu yer John D. Rockefeller tarafından inşa edilmiştir. Arkasında birkaç aile hanedanının olduğu bir avuç yatırım bankası küresel ekonomiyi; üçüncü dünya ülkelerini borçlandırmak, şirketleri birleştirmek ya da parçalamak, ekonomideki boşluklara göre yeni şirketler kurmak, stokları ve değerli kâğıtları sigortalamak, özelleştirme ve küreselleşmeyi desteklemek sureti ile kontrol ederler[10]. Bu düzende kara para ile ak parayı ayırmak oldukça güçtür. Türkiye de bu kara para ağının içindedir. 17 Aralık 2003 sonrası iyice belirginleştiği gibi ülke yozlaşmasının geldiği hal, Türkiye’yi yönetenlerin kalibresi bakımından acıklı ve kabul edilemez bir durumdadır. Çok övündüğü ekonomimiz yabancıların kara parası ile ayaktadır. Bu makalede üzerinde duracağımız konu, dünyadaki kara para işleri ve bu çarkın Türkiye ile ilgisidir. Böylece gerçekte dünyanın dizginlerini elinde tutan uluslar üstü sistemin nasıl çalıştığını ve Türkiye’nin iç dinamikleri ile neden oynandığını, sadece AKP değil, Türkiye’deki diğer düzen partilerinin de neden çare olamayacağını daha iyi anlayacağız.

Uluslararası Parasal Sistemin Arka Yüzü

Ultra-zengin uluslararası bankerler, küresel bir finans sistemi içinde dünya genelinde hâkimiyet ve kontrol kurmuşlardır[11]. Bunun için temel olarak iki yöntem kullanılır[12]; (1) Küresel olarak para tüm para akışını kontrol altına almak ve borçları az bulunan bir meta (genellikle altın) üzerinden ödetmek. (2) Hükümetin ve siyasi otoritenin kontrolünden tüm mali vasıtaları almak, özel bankacılığı çıkarları için kullanmak. Finansal kapitalizmin iki temel direği olan’ Wall Street’ ve ‘Londra City (City of London)’ arasındaki ilişkiyi anlamadan cebimizden paranın nasıl çekildiğini anlamamız mümkün değildir[13]. Küresel sermayenin para planlama ve aklama merkezi Londra City’dedir. Aksiyon merkezleri ise Wall Street, Belçika-Brüksel ve Singapur’dadır. Bu sistemin tamamı BIS tarafından 600 bin terminal ile kontrol edilir. Dünyanın en güçlü uluslar üstü bankası olmasına rağmen BIS, her zaman düşük profilde kalmayı başarmıştır. BIS, sadece ABD ve Avrupa’nın değil dünyanın tüm ülkelerinin merkez bankalarının merkez bankasıdır. Savaş zamanında Vatikan, City of London veya İsviçre’ye saldırılamaz çünkü büyük satrançta bu bölgenin tarafsız olmasına karar verilmiştir. Yoksa para akamaz ve parasız savaş olmaz. City of London, İngiltere’nin bir parçası değil, egemen bir finansal devlettir. Yerel yetkili, City of London Şirketi’dir. Bu bölgede 225 yabancı banka bulunduğundan dünyadaki en zengin alan olarak kabul edilmektedir. Vatican City gibi City of London da kendi anayasası ve bayrağı olan, kanunlardan muaf bir bölgedir. Böylece uluslararası bankacılar için kendi oyunlarını (dünya hükümeti) oynayacak özel bir kartel alanı oluşturulmuştur[14]. Londra’da (Royal Bank of Scotland içinde) bir banka paneli tarafından açıklanan günlük faiz oranı (libor), küresel temel faiz oranıdır ve uluslararası finans piyasaları için çok önemlidir. Bu faiz oranına göre diğer bankaları kendi para politikalarını belirler.

Zürih’teki İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü tarafından dünyadaki 37 milyon şirket içindeki ulus aşan 43.060 şirket üzerinde yapılan bir çalışma sonucunda, çok küçük bir çekirdek şirket grubunun küresel ekonomi üzerinde orantısız bir güç sahibi olduğu ortaya çıkmıştır[15].  Bu dev, avcı çekirdek grup birbirine sıkı sıkıya bağlı 147 şirketten oluşmaktadır. Bu ultra-zengin grup arkasında katma katman birbirine geçmiş pek çok şirketi saklamakta ve en zengin 500 şirketi kontrol etmektedir. Bu zengin tabaka ABD Merkez Bankası (FED) sistemini kontrol eden Wall Street bankaları ve Avrupa’daki uzantılarından oluşmaktadır. Küresel ekonominin merkezinde olan 10 şirket şunlardır; Barclay’s (İngiltere), Capital Group Companies (ABD), Fidelity Investments (ABD), AXA (Fransa), State Street Corporation (ABD), JP Morgan & Chase (ABD), Legal & General Group (İngiltere), Vanguard Group (ABD), UBS (İsviçre), Merrill Lynch (ABD). Bu 10 şirket küresel finansal ağın %19.45’ini kontrol ederken, ilk 50 şirket ele alındığında yaklaşık %40’ını kontrol etmektedir[16]. Rockefeller’ın bankaları ABD’deki en büyük 50 ticari bankanın varlıklarının %25’ini, 50 büyük sigorta şirketinin varlıklarının %30’unu kontrol eder. Rockefeller ailesi iki ana bankanın sahibidir; J.P. Morgan Chase ve Citigroup. Rothschild ailesi de iki ana bankayı kontrol etmektedir;  Barclay Bank ve State Street Bank. Bu iki aile ana bankaları kontrol ederek FED’i, FED ise ABD ekonomisini kontrol etmektedir[17]. Rothschild ailesi; Bank of England, Federal Rezerv Bankası, Avrupa Merkez Bankası, IMF, Dünya Bankasıve BIS’i kontrol etmektedir. Londra Altın Borsası’na ilave olarak dünyadaki altının çoğuna sahiptir. Altının günlük değerini belirleyen ailenin dünyadaki gelirin yarısı olarak görülen 231 trilyon dolar serveti olduğu hesaplanmaktadır[18].

1990’ların başında Jacob Rothschild’in himayesinde Küresel Güvenlik Fonu oluşturuldu. Bu fon istihbarat servisleri tarafından jeopolitik mühendislik amaçları için kullanılmaktadır. AB Parlamentosu İngiliz üyesi Ashley Mote, istihbarat servislerinin bu fona katılımı ile ilgili bir soru önergesi verdi ama cevap alamadı[19]. Bu dev ve kanunsuz tröst fonu, örtülü şekilde 65 trilyon doların rüşvet, suikast, terörist faaliyetleri destekleme gibi amaçlar için bir finansör mekanizmanın mali kaynağıdır. Rothschild ailesi üyeleri, 1998-1999 yılları arasında Tayland, Endonezya ve Rusya parasını çökerten George Soros’un Quantum Fonu’nuna sermaye sağlayan Club of the Isles’in üyeleridir[20]. George Soros, sadece dünyanın önde gelen spekülatörü değil aynı zamanda Anglo-Amerikan mali yapısının ayak işleri memurudur. Ülkelerin yağmalanması için egemenliklerine el konulması işlerine yoğunlaşmıştır. Komünizm çökmeden çok önce Açık Toplum Vakfı ile mevzilenen Soros, Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomik ve siyasi dönüşümünün aktörü oldu[21]. Soros, Mossad ve Jacob Lord Rothschild ailesinin de içinde olduğu bir zincirin halkasıdır. ABD’deki CFR, Rockefeller ailesi başta olmak üzere çokuluslu şirketler ve finans odaklarının sahipleri ve üst düzey yöneticileri ile vakıf temsilcilerini, kapalı-gizli oda (think-tank) üyelerini, ClA’ye hizmet verenleri, CIA’ye eleman yetiştiren devlet üniversitelerinin elemanlarını, muhafazakâr (demokrat ve cumhuriyetçi muhafazakâr) siyasetçileri, devletin dışişlerinde ile dış misyonlarda görev yapanları, George Soros ve adamları gibi para piyasası oyuncularını buluşturmaktadır. Soros aslında Hedge fon sihirbazı ve Soğuk Savaş’ın finansörüdür. Küreselleşme, NATO, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, serbest pazar ekonomisi, çok partili demokrasi ve savaşlar bu ailelere hizmet etmektedir.

Dünyayı Yöneten Elit Tabaka Nelerle Uğraşır?

Süper zenginlerin tüm dizginleri elinde tuttuğu neo-feodal bir dünyada yaşıyoruz. Daha çok kıyı bankacılığı (off-shore) ile ülke dışında sağlanan fonları kullanan ve her türlü yasadan muaf, uluslararası mali merkezlerin (vergi cennetleri) aktörleri olan bu kişiler ülkenizde üretilen her malı ve hizmeti alır ama vergi ödemez. 2012 yılı raporlarına göre sadece kıyı bankacılığında küresel elit 32 trilyon doları elinde tutmakta idi[22]. Hâlbuki 2011 rakamlarına göre ABD’nin GDP’si 15 trilyon, borcu ise 16 milyon dolardır. Bu elit kesimin kıyı bankacılığı dışında pek çok gayrimenkul, değerli metal ve diğer finansal olmayan varlıkların toplamı da 21-32 trilyon dolar arasında hesaplanmaktadır[23]. Sahip oldukları güç ve kontrolün sınırlarını çizmek kolay değildir. Bilinen aynı kişilerin uzun zamandır değişmediği, siyasi partilerin kontrol ettiği, liderlerini seçtiği ve politikalarını dikte ettiği, devlet içindeki önemli mevkilere tayinlere etkili oldukları ve bu kişileri usulsüz büyük iş bağlantıları için kullandıklarıdır. Bu elit tabaka, pek çok ülkedeki politikacıları ağına düşürmüştür. ABD Başkanını seçen Kongre üyelerinin belirlenmesi bu elit tabakanın işidir. Bu mutlu ve zengin kesimin gücü ülkenin şirketleri, bankaları, medyası, hukuk sistemi, üniversiteleri, yardım örgütleri, siyaset belirleme kurumları, gazinoları, spor alanları arasına dağılmıştır. Dünya para piyasasının denetimini sağlamak üzere ‘Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) yasal ve teknik çalışmaları CFR tarafından yapılmıştır. Böylece Rockefeller, Mellon, DuPont, Rothschild vb. bankacıların oluşturduğu özel bankalar karteli; Federal Reserve System (Federal Merkez Bankası) vasıtası ile hükümete para akışını, para değerini ve faiz oranlarını dikte etmektedir[24].

Bu aileler sadece siyaseti ve ekonomiyi kontrol etmiyor, dünyanın sosyal güçlerine de hâkim olmak için think-tank’ler, NGO’lar, vakıflar kuruyor, hayırseverlik işlerine el atıyorlar. Böylece toplumu ve modern insan tarihini değiştirmeyi ve yeniden şekillendirmeyi hedefliyorlar.ABD eğitim sistemine hâkim olan Rockefeller Vakfı ve diğer elit örgütler Ivy Ligi Okulları’na yıllardır büyük miktarda para aktardılar. Bugün bu okullar Amerikan kolej ve üniversitelerinin standart okuludur ve son dört ABD başkanı Ivy Ligi Okulları’nda yetişmiştir. Bu elit aynı zamanda gizli topluluklar (Skull and Bones[25], Mason vb.), güçlü think-tank merkezleri (CFR, Trilateral Komisyonu, Bildelberg, Bohemian Grove, Chatham House vb.), büyük bir gönüllü yardım ağı ve NGO’lar (Rockefeller Vakfı, Ford Vakfı, World Wildlife Fonu vb.) yolu ile büyük bir güç kullanmaktadır. Medya boyutunda ise altı büyük dev şirket tekeli televizyonlarımıza, müzik kanallarımıza ve web sitelerimize karar vermektedir. Rothschild ailesi Reuters ve Associated Press haber ajansları yanında ABC, CBS & NBC gibi televizyon kanallarının sahibidir. 1600 CFR üyesinin 120’si kendi gazete, dergi radyo ve tv ağını yönetmekte ve akademik dünya ile iç içedir.  CFR üyeleri dünyanın en önemi vakıflarını yönetir ve kurulduğu günden beri CIA onların kontrolü altındadır. 90 üyesi Wall Street’in ana uluslararası bankacılık kuruluşlarına sahiptir. Başkanlar, Başkan Yardımcıları ve dev şirketlerin yönetim kurulu başkanları CFR üyesidir.

Uluslararası finansörler vergiden muaf olan vakıfları eğitim, bilimsel ve diğer kamusal amaçlar için kullanır. Vakıflar; özel servetlerin hâkim olduğu Wall Street ile Harvard, Yale, Columbia ve Princeton gibi Ivy Ligi kolejleri ile bağ kurmak için gereklidir[26]. Hayırseverlik kurumları gibi hareket eden bu vakıfların verdiği bağış ve burslar ile aslında kurucularının çıkarlarına katkıda bulunulur. Moleküler biyoloji ve genler ile ilgili çalışmalar Rockefeller Vakfının yarattığı bir alandır. Nüfus azaltması ve GMO’lar büyük bir stratejinin parçasıdır ve dünya nüfusunda önemli bir azaltmayı hedeflemektedir. Bill ve Melinda Gates Vakfı, Sahra Altı Afrika’da kullanılacak GMO ürünlerinin geliştirilmesi 10 milyon dolar bağışladı. Vakıfların el attığı diğer bir alan aşılardır. Bill Gates’e göre; “Dünyanın nüfusu bugün 6.8 milyardır ve 9 milyar civarına ulaşacaktır. Eğer yeni aşılar üretir, yeniden üretim sağlık hizmetleri ile birlikte bu nüfusu %10-15 azaltabiliriz[27].” Rockefeller Vakfı, Nüfus Konseyi, Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı (UNDP), Ford Vakfı ve diğerleri Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte 20 yıl boyunca, tetanoz ve diğer aşıları kullanarak üremeyi önleyici aşı üzerinde çalıştılar[28]. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), BM Çevre Dairesi, BM Nüfus Fonu, Bill ve Melinda Gates Vakfı bütün insanlar üzerinde kullanılacak kitlesel aşı programları ve GMO ürünleri üzerindeki çalışmalarda işbirliği yapmaktadır. Rockefeller kurumları sosyal kontrol ve sosyal mühendisliği (soy arıtımı) en önemli vasıtalardan biri olarak görmektedir. Rockefeller Vakfı, Carnegie Şirketi (New York) ve Carnegie Endowment for International Peace dış politika, propaganda ve hükümetlere sızma konularında büyük fonlar kullanmaktadır[29]. Ford, Rockefeller ve Carnegie gibi vakıflar CIA’nın örtülü faaliyetleri için örtü sağlamakta, özel fonlardan gelen cömert paralarla CIA sınırsız bir şekilde gençlere, sendikalara, üniversitelere, yayın organlarına ve diğer özel kurumlara ilişkin örtülü programlar uygulamaktadır[30].

Kara Para Dünyası

Zbigniew Brzezinski’ye göre[31]; “Bütün ülkelerin insanları, hükümetleri ve ekonomileri çok uluslu bankaların ve şirketlerin ihtiyaçlarına hizmet eder.” Aldığımız her şeyin %35-40’ı bankacıların, finansçıların ve hissedarların faizlerine gider[32]. Bu da paramızın başta Wall Street olmak üzere küresel sermayenin cebine gittiğini gösterir. Bu acımasız özel bankacılık sistematiği zengini daha zengin fakiri daha fakir yapar. Eğer kredi kartı borçlarınızı zamanında ödüyorsanız bu saklı haracın sizi ilgilendirmediğini düşünebilirsiniz ama gerçek öyle değildir. Tüccar, tedarikçi, toptancı ve perakendeci gibi bu zincirde yer alan herkes faturalarını ödemek için kredi kullanmaktadır. Bir ürün tüketici tarafından satın alınana kadar malı üretmek için işçilik ve malzemeye para ödemelidir. Bu yüzden zincirdeki her aktör üretim masraflarına faiz ekler ve son tüketiciye kadar eklenerek gelir. Bu faiz ürünün özelliğine göre %10-80 arasında olabilir ama bankacılık faaliyetleri bu faizleri etkiler. Sonuçta en alttaki %80 bu faizleri öderken, en üstteki %10 fakirlerin vergisini toplar. Aşağıdan yukarıya doğru bu çığ etkisi durdurulamaz. Bu bileşik faiz toplumu yiyip bitiren parazitler ve kanserdir. Kredi kartınızı zamanında ödemediğinizde faiz oranları bileşik olarak her gün artmaktadır. Minimum ödemeyi yapsanız bile faiz ödemekten kurtulamazsınız. Bu faiz ödemelerinin son durağı olan Visa-MasterCard ve bankalar her işlemde 4 sent masraf yapmasına rağmen 44 sent ücret almaktadır. Her üründe %35 paranız uçmakta yani üç ödeyip iki almaktasınız.

Federal Rezerv Bankası sistemi içinde gizlice uygulanan mafya tipi bir bankacılık süreci gizli hesaplarda bu işlemleri yürütmektedir. Trilyonlarca dolar kara para uluslararası bankacılık sisteminin kontrol etiği kıyı bankacılığı denilen İsviçre, Lüksemburg, İngiliz Kanal Adaları, Cayman Adaları ve dünyanın 50 diğer yerindeki bankalarda tutulmaktadır[33]. 15 sanayileşmiş ülkenin 8’inde kara para trafiği suç olarak bile görülmez ve kimse bununla suçlanmaz. İsviçre, dünyanın en büyük kara para ülkesidir. 2009 yılında 2.1 trilyon dolar bankalarındaki kara para miktarı 2008 krizi öncesi 2007 yılında 3.1 trilyon dolar idi[34]. Büyük Batılı bankalar ve finansal kurumlar uyuşturucudan gelen paraları bu hesaplarda saklamaktadır[35]. İngiliz HSBC[36], uyuşturucu parası trafiğine liderlik etmektedir. HSBC, uyuşturucu trafiği içinde Asya’da diğer yasal olmayan altın, elmas ve diğer değerli maden trafiğini de yönetmektedir[37]. Uyuşturucu parası çökmekte olan bankalar için en iyi likit yatırım sermayesidir. 2008 krizinde de bankalar sisteminin likidite sorunu büyük ölçüde uyuşturucu ve diğer illegal faaliyetlerden sağlanan para ile karşılandı[38]. İllegal yollardan kazanılan paranın sonunda gittiği yer New York ve London City’deki merkezleridir[39]. Uyuşturucu trafiğinde yer alma ve kara para temizleme konusunda adı çıkmış büyük bankalar şunlardır; Bank of England, Federal Rezerve Bankaları, BIS, Dünya Bankası, HSBC, American Express. American Express Bankası’nın Seyahat Çekleri, uyuşturucu dolarlarının taşınmasında kullanılan bir yöntemdir. Yukarıdaki bankaların altında ve kontrolünde dünya genelinde binlerce büyük ve küçük banka da kara para trafiğinin içindedir.

Dünyada uyuşturucu ticareti tek bir şebekenin kontrolü altındadır ve bu dünyadaki en büyük iş alanıdır. Uyuşturucu trafiği, tarladaki afyondan caddenin köşesindeki eroin satıcısına dünyada tek bir entegre operasyon ağı ile çalışır[40]. İngiliz monarşisi 200 yıllık tecrübesi ile Uzak Doğu’ya yönelik uyuşturucu trafiğini yönetmektedir. Anglo-Dutch (İngiliz-Hollanda) kıyı bankacılığı sistemi ve ilgili değerli metal ve mücevher ticareti kara para üzerine dizayn edilmişken, dünya uyuşturucu trafiği baştan aşağıya İngiliz ve müttefiki monarşilerin kontrolü altında çalışır[41].İngiltere’de Mİ 6, dünya uyuşturucu trafiğinin Lordu olarak bilinir[42]. Hong Kong, İngiliz uyuşturucu trafiğinin merkezi idi[43]. Kokain dünyanın en karlı ticaret maddesidir[44]. 1951 yılında Mİ 6’dan Sir William Stephenson tarafından kurulan Mossad’a aynı zamanda bu tür görevleri yapma yeteneği kazandırılmıştı[45]. BCCI[46], İran Körfezi’nin petro-dolarlarını uyuşturucu parası ile karıştırıp finans dünyasına örtülü şekilde süren CIA, MOSSAD ve Mİ6 ağının kasası idi[47]. ABD’nin 1950’de Güney Asya’ya, 1959’dan sonra Hindiçini’ne, 2001’de Afganistan’a müdahaleleri bir yandan dünya uyuşturucu pazarının da restorasyonunu getirdi[48]. ABD Uyuşturucu Mücadele İdaresi (DEA[49]) ve ilgili teşkillerinin hedefi olan kişiler sorgulamalar sonrası CIA adına çalışmaya başladılar. CIA, Meksika’dan Honduras, Panama ve Peru’ya kadar ülke istihbarat servisleri uyuşturucu işlerinde işbirliği ağı kurdu[50]. 1980’lerde BirleşikArap Emirlikleri’nin Dubai’si serbest liman ve kara para aklama merkezi haline getirildi[51]. CIA artık Hong Kong yerine Dubai’den afyon ve gizli silah satışını yürütmeye başladı. Yaratılan bu Altın Hilal’de İran, Afganistan ve Pakistan bulunmaktadır.

Uyuşturucu ve Kara Para Trafiği

Uluslararası uyuşturucu ticareti yukarıdan aşağıya dünya siyasi yapılanması içinde en iyi organize olmuş, İngiltere’nin koruması altında ve ABD’nin büyük görünmez gelirler elde ettiği bir iş alanı olmaya devam etmektedir[52]. Uyuşturucu geliri Amerikan ve dünya ekonomisinin ayrılmaz bir parçasıdır. ABD’nin yıllık 700 milyar dolarlık illegal uyuşturucu geliri büyük ölçüde Wall Street’deki finans kurumları tarafından yutulur[53]. Halkının büyük çoğunluğunun fakir olduğu ve 56 milyon kişinin yiyecek kuponu ile beslendiği ABD’de sosyal çalkantıların önüne geçmek için ‘din’ dışında iki şeyin ucu açılmıştır; seks ve uyuşturucu. ABD, hem uyuşturucudan para kazanmakta hem de ülkeye giren uyuşturucuyu kontrol altına almaktadır. ABD’ye yıllık 400 ton uyuşturucu girmesine müsaade edilmektedir. ABD’nin uluslararası uyuşturucu trafiğini kontrol sistemi Meksika’dan Kolombiya ve pek çok ülkeye Pentagon, CIA ve ülke liderlerinin yer aldığı bir sistemle yürütülmektedir. Latin Amerika’da uyuşturucu trafiğini kontrol etmek; ABD’ye aynı zamanda siyasi baskı ağı sağlamakta, bu alış verişte ABD şirketleri mağdur ülkelerin kamu teşebbüslerini skandal denecek ucuz fiyatlara satın almakta ve pazarlarına girmektedirler[54]. Bu sistemin bir aracı olan Panama diktatörü Noriega, izin verilenden fazla uyuşturucu satınca, demokrasi adına bir askeri harekâtı müteakip ABD’ye getirildi, yargılandı ve hapse konuldu. ABD dünya genelinde uyuşturucu (narkotik) ile mücadele görüntüsü altında silahlı kuvvetleri ve istihbarat örgütleri ile birlikte operasyonlar yaparak, bu trafiği kontrolü altında tutmaya ve para kazanmaya devam etmektedir.

ABD tarafından işgalini müteakip ABD-NATO kontrolü altındaki Afganistan’da eroin üretimi ve satışı patlama yaptı. Azerbaycan, en stratejik eroin geçiş merkezi oldu. ABD hava üslerinin olduğu Kırgızistan, Azerbaycan ve Türkiye bu geçiş güzergâhının üzerindeki ülkelerdir. Bu güzergâh Türkiye’den sonra Bulgaristan, Kosova, Bosna istikametini izlemektedir. Deniz güzergâhı ise Korsika adasına uğramaktadır. Afganistan harekâtı başladığından beri 10 yılda Akdeniz’de bir gram bile uyuşturucu yakalanmadı[55]. Afganistan’da Batılılar bir yandan uyuşturucu üretimi, ulaşımı ve dağıtımını kontrol altına aldı. Petrol ve enerji hatlarının jeopolitik ve askeri kontrolü kadar uyuşturucu rotalarının da kontrolü stratejik bakımdan önemlidir. İstihbarat servisleri, iş dünyasının güçlü merkezleri, uyuşturucu ticareti yapanlar ve organize suç örgütleri bu rotaların stratejik kontrolü için rekabet halindedir[56]. Amerikan uyuşturucu trafiği ve ilgili suç faaliyetleri için Bahama önemli bir merkezdir. Küresel uyuşturucu ticareti, istihbarat servisleri tarafından yönetilir ve bu işe İngiliz istihbaratı liderlik eder. Mİ 6’nin edindiği uyuşturucu parası Bank of England, Barclays Bank ve diğer bağlı bankalara aktarılır. Bu para orijini kaybolana kadar büyük bir işlem trafiği içinde hesaptan hesaba aktarılır. Para ne kadar temizlense de tamamen temizlenemez. Bu para ile illegal değerli taş trafiğini yöneten Oppenheimers gibi iş dünyası ailelerinden elmas satın alınır. Elmaslar uyuşturucu parası temizlenene kadar satılır[57]. ABD bir yandan ülkeleri uyuşturucu ile mücadelede yetersiz kalmakla suçlarken, CIA elemanları dünya genelinde uyuşturucu gelirlerinden yolsuzluk cennetleri yaratır. Uyuşturucular, petrol ve silahtan sonra dünyanın en değerli üçüncü ticari metasıdır[58].

Ortadoğu’yu İngilizlerden devralan ABD, 1950’lerden beri bir Arap aristokrat tabakası yetiştirdi; bir şah (İran), sultanlar (Abu Dabi, Umman), emirler (Bahreyn, Kuveyt, Katar, Dubai) ve krallar (Suudi Arabistan, Ürdün, Fas). Fas’tan İran’a bu istikrarsız bölgede Amerikan silahlarına bağımlı askeri ittifaklarla kendine sadık rejimler oluşturdu. Bu ülkelerin iç güvenliğini, Amerikan sermayesinin ve ülke elitlerinin özel beklentilerini karşılamak için CIA sağladı[59]. 1974 yılında petrol fiyatları aniden artınca ABD ile Suudi Arabistan arasında yapılan gizli anlaşma ile petro-dolarların Amerikan ekonomisine dönüşü garanti altına alındı[60]. Bu anlaşmaya göre Suudi Arabistan’ın petrol gelirleri ABD’ye yatırım olarak giderek, ülke borçlarının kapatılmasında kullanılacaktı[61]. Genç bir Wall Street yatırım bankacısı Suudi Arabistan’a gönderildi ve Suudi Petro-dolarlarının Londra ve New York’da hangi bankalara yatırılacağına karar verildi. 1974’den itibaren OPEC gelirlerinin üçte biri olan 60 milyar dolar en büyük üç Amerikan bankasına gitmeye başladı[62]; JP Morgan Chase, Citigroup ve Bank of America. Körfez İşbirliği Konseyi Ülkeleri (Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Umman ve BAE) Batılı bankalara ve şirketlere 1 trilyon doların üzerinde yatırım yaptı. Bu yatırım uzun dönemli ABD ve Japon hükümet tahvilleri ile gerçekleşmektedir. Körfez şeyhlerinin bu garanti parası ABD borçlarının satın alınması demektir. Arap emirleri ve onların elit dostları aynı zamanda CIA’nın örtülü operasyonlarını finanse eder, fazla paraları ile ABD silahı da alarak böylece ülke içinde kendi hanedanlıklarının ayakta kalmasını sigorta altına alırlar[63]. 1973 yılından beri ABD silah satışlarının %65’i Ortadoğu’ya gitmiştir.

Sonuç; Türkiye’de Kara Para Trafiği ve Yolsuzluk Batağı

Özetle ABD, İngiliz ve İsrail istihbaratı uyuşturucuyu örtülü bir şekilde taşımakta ve satmaktadır. Para, Batılı bankalar vasıtası ile terör örgütlerine silah alınmasında ve diğer örtülü operasyonların desteklenmesinde kullanılmaktadır. ABD ve Avrupa silah üreticileri gelirlerinin önemli bir bölümünü silah için küresel uyuşturucu trafiğinden sağlamaktadır. Türkiye’deki hükümetler de bu çanaktan izin verildiği ölçüde yalanmakta ama başlarına örülen terör belası nedeni ile büyük ölçüde mağdur konumundadırlar. AKP ile birlikte işler değişti, kendini sınırsız ve karşı konulmaz bir güçte gören Erdoğan, kendi özel para trafiğinin başına geçti. AKP hükümeti 11 Eylül 2001’den sonra Batı’dan kaçan Arap sermayesini Türkiye’ye çekmeyi ve bu para ile rejimin dönüşümü projesinin finansman sorununu aşmayı planladı. ABD’nin önde gelen stratejistlerinden Michael Rubin, AKP hükümetinin Arap sermayesini illegal yollardan Türkiye’ye getirdiğini açıkça yazıyordu. Bu paraların Suudi Arabistan kaynaklı olduğunu belirtiyordu[64]. Buna karşılık İstanbul, Arap sermayesine peşkeş çekiliyordu.Taksim Gezi Parkı’ndaki paylaşım İstanbul rant pazarı haline gelmesinin bir yansımasıdır. Küresel sermayenin yeni bir finans merkezi ve para ekonomilerini canlı tutacak, sıcak geçişleri sağlayacak, bir mekân olarak ülkemizde İstanbul seçilmiş ve bunun alt yapısı hazırlanmıştır. İstanbul, yeşil sermayeye peşkeş çekilirken, her yeri saran AVM ve site inşaatları hükümete yakın olanlara ihale edildi.[65]. 28 Şubat süreci bağlamında Refah Partisi'ne karşı topluca isyan eden büyük gruplar, birkaç yıl sonra, bu partinin içinden çıkan AKP'yi benimsemekte tereddüt etmemiştir. Türkiye'nin büyük burjuva­zisi, AKP'nin birinci döneminde herhangi bir 'çatlak ses' çıkarmamaya özen gös­termiştir. Birçok büyük sermaye grubu, birinci AKP iktidarı döne­minde varlıklarını birkaç kat arttırdı.

ABD’nin ılımlı İslam projesi için üretilen ve her seçim öncesi yelkenleri şişirilen AKP, küresel sermayenin de desteğini hemen arkasında bulmuştu. Verilen krediler 2007’deki genel seçimler için kurtarıcı oldu. Bu destek sonraki seçimler için de devam etti ve AKP hükümetinin iyice pervasızlaşmasına uygun bir zemin hazırladı. Bütün bu kredilerin nedeni küresel sermayenin neo-liberal politikalarına harfiyen uymak yani yabancı sermayeyi ülkeye açmak ve özelleştirme önündeki engelleri kaldırmaktı. Halka yansımayan ama yaratılan refah yanılsamasının üzerine “demokratikleşme” oyunu içinde Kürt açılımı ve Ergenekon komploları sahnelendi. Batı zamanla AKP’nin başka yönlerini görmeye başladı. AKP de Ortadoğu’da ılımlı İslam diye getirilen diğer rejimler gibi radikal ve otoriter hale geldi. Dayatılan Kürt politikasına rağmen kendi İslamcı tezleri için ABD ve AB çıpasından kurtulmaya çalıştı, bağımsız bir mezhep politikası izlemeye başladı. Hükümet, Ortadoğu’da terör bataklığına bulaşırken, kara para trafiğine de daldı. İran ile altın-gaz alışverişi, Suriye’deki cihatçılar, Yasin el Kadı, Saleh al Aruri, Hamas bağlantıları, İnsani Yardım Vakfı (İHH) ile bağlantıları bu trafiğin ifşa olmuş kanallarıdır. Uçak ve TIR’lar ile para, altın ve silah taşıma işlerine başlayan MİT, kargo şirketine döndü. El Kaide finansörü Yasin El Kadı'nın kara parasını Türkiye'de akladığını ortaya koyan görüşme kayıtları rüşvet ve yolsuzluk soruşturması dosyasına girdi[66]. Başta ATV-Sabah medya grubu ve BMC gibi TMSF tarafından el konulan kuruluşların el değiştirmesinde kayıt dışı paraların sisteme sokulduğu söylenmektedir.Başbakan Erdoğan’ın bizzat telefonla iş adamlarını arayarak, para topladığına ilişkin ses kayıtları medyada yayınlanmaya başladı ve bu tür ifşaatların devam edeceği anlaşılmaktadır. Nitekim Erdoğan para sıfırlamaya çalıştığı evde bulunan 1 milyar dolardan fazla paranın 400 milyon avro kadar bölümü, ATV-Sabah medya grubunun satın alınması için toplanan paralardan arta kalanlardı.

Türkiye’nin 2013’ün altı ayında Esad karşıtlarına 47 ton silah yolladığı ifade ediliyor. Hamas’ın önde gelen liderlerinden Saleh al Aruri de dışardaki faaliyetlerini Türkiye üzerinden yürütüyor. Aruri, Türkiye toprakları üzerinde finansal kaynak sağlayıp bunu terör gruplarına aktarıyor. Türkiye, Gazze’deki Hamas yönetimine finansal ve materyal destek sağlıyor. İnsani Yardım Vakfı’nın El Kaide’ye destek sağladığı iddia ediliyor. Türkiye’ye kayıt dışı olarak giren ve kaynağı belli olmayan yüklü miktarda altın ve dövizin, aklanarak sisteme sokulduğu iddia edilmektedir[67]. Kara para trafiğinin en ilginç boyutu Halkbank’ın marifetleri oldu. Halkbank, üçüncü kişilere sattığı ürünlerin ödemelerini tahsil edebilmek için İran’ın çalıştığı bankalardan sadece biridir. Büyük kısmı İran’dan olmak üzere 87 milyar Avro’yu transfer eden Reza Zerrab, son 1-1.5 yılda yaklaşık 1 metrik ton altını her gün İran’a taşıdı. Zerrab’ın bunun karşılığında bakanlara ve bakan ailelerine milyonlarca dolarlık nakit ve hediye verdiği iddia ediliyor[68]. Zerrab’ın ilk başta Rusya odaklı bir sistemle kara para akladığı, bu yöntemin deşifre edilmesinin üzerine Halk Bankası üzerinden yeni bir kara para aklama yöntemi geliştirildiğini belirlendi. Toplanan külçe altın ve nakit paraları kuryeler aracılığıyla havalimanından İran’a veya İran’a göndermek üzere Dubai’ye fiziki olarak yollandı. Halk Bankası’nı kullandıkları işlemlerde de Dubai-İran-Türkiye üçgeninde gerçekte olmayan gıda gibi ihracat belgelerini kullandılar[69]. Son olarak, ABD merkezli Demokrasileri Koruma Vakfı’nın (FDD[70]) 21 Şubat 2014 günü yayımladığı raporda; Türkiye, uluslararası terörü finansa etmekle ve yasa dışı faaliyetlerin aktarım merkezi olmakla suçlandı. Ne demeli? Dinime küfreden Müslüman olsa… Dünyada hiçbir gücün bu para, uyuşturucu ve altın vb. değerli metal trafiği bozmasına müsaade edilmez. Kendi geleceklerini bu sisteme bağlamış ne AKP, ne de diğer düzen partileri bu güce karşı koyamaz.

 DİPNOTLAR;

[1]ABD Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Relations)

[2]Sr. Robert Gaylon Ross: The Elite Don’t Dare Let Us Tell the People, Ross International Enterprises, (San Marcos, 2004), p.3-26.

[3]Bank for International Settlements

[4]BIS, 17 Mayıs 1930’da 1. Dünya Savaşı sonrası Versay Anlaşması ile Almanya’dan istenen borçların ödenmesini yönetmek üzere kuruldu. Bu banka dünyadaki en gizli ve güçlü küresel finans kurumu oldu.

[5]İngiliz Kraliyet Ailesinin kurduğu dünya genelindeki kartel için bakınız; Richard Freeman: The Windsors' Global Food Cartel: Instrument for Starvation,Executive Intelligence Review, (December 8, 1995). www.larouchepub.com/other/1995/2249_windsor_food.html

[6]Bu ailelerin kontrol ettiği kontrol ettiği banka ve şirketler arasında ise şunlar bulunmaktadır; Bank of England, Anglo-American Corp of South Africa, Rio Tinto, De Beers Consolidated Mines and De Beers Centenary AG, N.M. Rothchild Bank, Barclays Bank, Lloyds Bank, Midland Bank, National Westminster Bank, Barings Bank, Schroders Bank, Standard Chartered Bank, Hambros Bank, S. G. Warburg, Toronto Dominion Bank, Lazard Brothers, Lonrho, J. P. Morgan and Co, British Petroleum, Shell and Royal Dutch Petroleum, General Electric, HSBS Holdings (Hong Kong and Shanghai Bank), Imperial Chemical Industries, ING Group, Jardine Matheson, Peninsular and Oriental Steam Navigation Co, Reuters, GlaxoSmithKline, Unilever, Vickers.

[7]Lisa Karpova:The LargeFamilies that Rule the World,Pravda.Ru,(November 18, 2011).

http://english.pravda.ru/business/finance/18-10-2011/119355The_Large_Families_that_rule_the_ world 0/

[8]Frank de Varona:The Bank for International Settlements Who Rules the World, Enviado por ei en, (Septiembre 17, 2013).

http://eichikawa.com/2013/09/the-bank-for-international-settlements-who-rules-the-world.html

[9]Genetically Modified Organisms

[10]Dean Henderson: Big Oil &Their Bankers in the Persian Gulf, CreateSpace Independent Publishing Platform, (2010), p.47.

[11]Carroll Quigley: Tragedy & Hope: A History of the World in Our Time, GSG and Associates, (1975), p.321. 

[12]Des Griffin: Fourth Reich of the Rich, Emissary Publications, (1994), p.78.

[13]Michael A. Peters: The Crisis of Finance Capitalism and the Exhaustion of Neoliberalism, Truthout, (21 July, 2013).

http://truth-out.org/opinion/item/17536-the-crisis-of-finance-capitalism-and-the-exhaustion-of-neoliberalism

[14]Nicholas Shaxson: Treasure Islands: Tax Havens and the Men Who Stole the World, Vintage, (2012), p.156.

[15]New Scientist: The Capitalist Network that Runs the World, (October 2011). Forbes: The 147 Companies that Control Everything, (22 November, 2011). http://www.forbes.com/sites/bruceupbin/2011/10/22/the-147-companies-that-control-everything/

[16]Washinton Post: 10 Firms that Rule the World, (07 Nov, 2012). http://www.washingtonpost.com/ blogs/wonkblog/post/the-10-firms-that-rule-the-world/2011/11/07/gIQAqR3KvM_blog.html

[17]Antony C. Sutton: Wall Street and the Rise of Hitler, G S G & Associates Pub, (1976), p.119.

[18]Henderson: ibid, (2010), p.127.

[19]Finance, Geopolitical Warfare, Politics: Ashley Mote Raises an Issue in EU Parliament, (Feb 7, 2010).http://www.indybay.org/newsitems/2007/12/02/18464823.php 

[20]Des Griffin: Descent Into Slavery?,Emissary Publications, (2008), p.57.

[21]Executive Intelligence Review: The True Story of Soros the Golem, (April 1997) in Peter Mayers: Soros As Rothschild Agent, (July 31, 2001). http://www.bibliotecapleyades.net/sociopolitica/esp_sociopol_rothschild06.htm

[22]Michael Snyder: Who Runs The World? Solid Proof That A Core Group Of Wealthy Elitists Is Pulling The Strings, Economic Collapse, (Jan 30, 2013).

[23]James S. Henry: Pirate Bankers, Thunder's Mouth Press, (2006), p.156.

[24]Turgut Gürsan: Yeraltındaki Gizli Dünyalar, Delis Kitaplar, (İstanbul 2003), s.194.

[25]1832 yılında Alman İllüminati topluluğunun, ABD ayağı olarak kurulduğu öne sürülen Skull and Bones (Kafatası ve Kemikler) bir öğrenci topluluğu kulübüdür. Masonik ve İllüminist görüşlerden oldukça etkilenerek kurulmuş ve çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmüştür.

[26]Quigley: ibid, (1975), p.284.

[27]Bill Gates: Meeting the Millennium Development Goals, at the World Economic Forum in Davos, Switzerland Friday, (Jan. 29, 2010.)

[28]Gary Allen: None Dare Call It Conspiracy, Gsg & Associations, (1971), p.211.

[29]F. William Engdahl: Seeds of Destuction: Hidden Agenda of Genetic Manipulation,Global Research, (2007), p.257.

[30]Frances Stoner Saunders: The Cultural Cold War: The CIA and the World of Arts and Letters, New Press, (2001), p.133.

[31]Zbigniew Brzezinski: Between Two Ages: America's Role in the Technetronic Era, Praeger, (1982), p.211.

[32]Margrit Kennedy: Occupy Money. Creating an Economy Where Everybody Wins, New Society Publishers, (2012), p.88.

[33]John le Carre: Our Kind of Traitor, Viking Books, (2010), p.43.

[34]Nicholas Shaxson: Treasure Islands: Tax Havens and the Men Who Stole the World, Vintage, (2012), p.321.

[35]Michel Chossudovsky: America's War on Terrorism, Global Research, (2005), p.141.

[36]Hong Kong and Shanghai Bank

[37]Catherine Austin Fitts: Narco-Dollars For Beginners, Narco News, (October 24, 2001). http://www.narconews.com/narcodollars1.html

[38]The Guardian: Drug Money Saved Banks in Global Crisis, Claims UN Advisor, (December 13, 2009). http://www.theguardian.com/global/2009/dec/13/drug-money-banks-saved-un-cfief-claims

[39]Ed Vulliamy: How a Big US Bank Laundered Billions from Mexico's Murderous Drug Gangs, Observer, (April 3, 2011).

[40]Michael C. Ruppert: The Bush-Cheney Drug Empire, Nexus Magazine, Vol.8, Nu.2 February-March 2001. http://www.bibliotecapleyades.net/sociopolitica/esp_sociopol_bush11.htm

[41]Konstandinos Kalimtgis, David Goldman, Jeffrey Steinberg:Dope Inc. Britain’s Opium War Againts the U.S.,  Part II: How the Drug Empire Works, (April 24, 2008). www.bibliotecapleyades.net "How the Drug Empire Works"

[42]James Casbolt: MI-6 Are The Lords of the Global Drug Trade, The Truth Seeker, (May 29, 2006). http://www.thetruthseeker.co.uk/?p=4640

[43]Executive Intelligence Review:DOPE, INC.: The International Drug Cartel, Money-Laundering, and State Power, 1992. http://www.thirdworldtraveler.com/Drug_War/DOPE_INC_part2.html

[44]Economist: Link in the Cocain Chain, (August 1989).

[45]Chossudovsky: ibid, (2005), p.232.

[46]Bank of Credit and Commerce International.

[47]Henderson: ibid, (2007), p.122.

[48]Peter Dale Scott: American War Machine: Deep Politics, the CIA Global Drug Connection, and the Road to Afghanistan,Rowman & Littlefield Publishers, (2010), p.310.

[49]Drug Enforcement Agency

[50]Peter Dale Scott and Jonathan Marshall: Cocaine Politics,University of California Press, (1998), p.69.

[51]Henderson: ibid, (2007), p.178.

[52]Daniel Estulin: Shadow Masters, Time Day, (2010), p.231.

[53]Estulin: ibid, (2010), p.234.

[54]James Petras and Henry Veltmeyer: Globalization Unmasked, Zed Books, (2001), p.146.

[55]Sibel Edmonds:NATO, Terrorism, 9/11 and Drug Running, (Jan 30, 2013). http://www.boilingfrogspost.com/2013/01/30/sibel-edmonds-on-nato-terrorism-911-and-drug-running/

[56]Michel Chossudovsky: The Global Economic Crisis: The Great Depression of the XXI Century,Global Research Publishers, (2010), p.223.

[57]Casbolt: ibid, (2006).

[58]Jesse Ventura: American Conspiracies: Lies, Lies, and More Dirty Lies that the Government Tells Us, Skyhorse Publishing, (2011), p.233.

[59]Henderson: ibid, (2007), p.145.

[60]Scott: ibid, (2010), p.97.

[61]John Perkins: Confessions of an Economic Hitman, Plume Publications, (2005), p.177.

[62]Alfred W. McCoy and Brett Reilly: Washingtonon theRocksAnEmpireofAutocrats, Aristocrats, andUniformed Thugs BeginstoTotter, (April 25, 2011). http://futurefastforward.com/images/stories/geopolitical/WashingtonOnTheRocks.pdf

[63]Henderson: ibid, (2007), p.167.

[64]Michael Rubin: Green Money/Islamist Politics in Turkey, The Middle East Quarterly, Winter 2005, p.13-23.

[65]Nusret Kebapçı: Küresel Sermaye Kazandı, Milliyet, (04 Ekim 2010).

[66]Özer Sürmeli: El Kadı, Erdoğan'ın Yardımı ile Türkiye'de Kara Para mı Aklıyor? (02 Mart 2014).

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/el-kadi-erdoganin-yardimi-ile-turkiyede-kara-para-mi-akliyor-h20376.html

[67]Sol Gazetesi: CHP'liErdoğdu Erdoğan'a Kara Para Trafiğini Sordu, (21 Ocak 2014). http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/chpli-erdogdu-erdogana-kara-para-trafigini-sordu-haberi-86185

[68]Cumhuriyet: Cihat'ın Finansörü, (02 Mart 2014).

[69]Zaman: Halk Bankası Üzerinden Kara Para Aklama, (21 Aralık 2013). http://www.zaman.com.tr/gundem_halkbank-uzerinden-karapara-aklama_2186648.html

[70]Foundation of Defense for Democracies


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/ekonomik-arastirmalari-merkezi/2014/03/06/7476/ak-para-kara-para-dunyayi-kim-yonetiyor-paramiz-nasil-caliniyor

***

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Bölgesel İç Savaşa Bir Adım Daha




Bölgesel İç Savaşa Bir Adım Daha


Ümit Özdağ 

18 temmuz 2012’de Şam’da Esad Yönetiminin en önemli isimleri bir bombalı saldırı ile öldürüldüler.
Bu eylemden sonra Suriye iç savaşa bir adım daha yaklaştı. Bombalamayı selefi bir örgüt ve Özgür Suriye Ordusu üstlendi. Bu üstlenmelere rağmen Suriye'de son bir ayda yabancı istihbarat servisleri ve askeri kuruluşların olayların tırmanmasının arkasındaki ana dinamik olduğu bir süre sonra ortaya çıkacaktır.

AKP Hükümetinin Esad'ı devirme politikasının Suriye'de bir kapsamlı iç savaşı başlatıyor ve bu iç savaş Irak ile Lübnan'ı da kapsayarak bölgesel bir iç savaşa dönüştürüyor. Üstelik ne Suriye iç savaşı ne de Irak ve Lübnan'ı kapsayacak bölgesel iç savaş anılan ülkelere demokrasi getirecek.

Suriye-Irak ve Lübnan'da çıkacak bölgesel iç savaştan en fazla yararlanacak olan Barzani-Talabani-PKK üçlüsü olacaktır. K. Irak Kuzey Suriye'ye genişleyecek, "Kürdistan" büyüyecektir. PKK'da bunu gördüğü için Oslo'da uzlaşılanlardan daha fazlasını almak umudu ile seçimlerden sonra AKP ile kurulan diplomasi masasını devirmiştir. PKK, K. Suriye'de halk zemininde K. Irak'ta olduğundan etkin çok daha etkin olduğu bilincinde olarak, K. Suriye-K. Irak birleşmesinin ve K. Suriye'deki PKK etkinliğinin Türkiye'ye yoğun bir güç projeksiyonu yansıtacağını hesaplamaktadır.

Bölgesel iç savaş konusu Batı dünyasında da tartışılıyor. 8 Temmuz 2012'de The Washington Times'da Susan Crabtree "İstikrarsız Irak'ta İç Savaştan Korkuluyor" başlıklı yazısında şöyle demektedir: "Amerikan ordusunun Irak'tan çekilmesinden altı ay sonra savaş ile parçalanmış ülke etnik ve mezhepsel parçalar arasındaki güç mücadelesini kullanan isyancıların yaydığı şiddet ile kaplanmış durumda….Haziran 2012 Amerikan ordusunun çekilmesinden sonra geçen en ölümcül aydı ve her hafta en az iki bomba patladı. Suriye'de sunileri Esad rejimine yönelik saldırıları Irak'ta da sunnileri aynı şeyi Maliki rejimine karşı yapma konusunda teşvik ediyor."

Brookings Enstitüsü Ortadoğu Araştırmalarından Ken Pollack ise Suriye iç savaşının yayılma etkisinden çok Irak iç savaşının yayılma etkisinden bahsediyor ve petrol bölgesinin ortasındaki Irak'ta çıkacak bir iç savaşında İran, Kuveyt ve S. Arabistan'ı etkileyeceğini ileri sürüyor. ABD'nin önde gelen Ortadoğu araştırma kuruluşlarından Washington Enstitüsünden Michael Knights ise "Suriye'nin Doğu Cephesi:Irak Faktörü" yazısında Suriye'deki iş savaşın Irak'a yansımalarından endişe duyarak ABD'nin Irak'ta, Suriye sınırındaki ABD dostu sunni Arap kabilelerini değerlendirerek Suriye iç savaşının Irak'a sıçramasını engellemesi gerektiğini savunuyor.

Gelelim bölgesel iç savaşın Lübnan ayağına. Hizbullah hem İsrail ile hem de selefiler ve El Kaide yakını unsurlar ile savaşa hazırlanıyor. Peki, 2005'den beri Lübnan'da ABD-Suudi ittifakı tarafından desteklenen selefiler ne yapıyorlar. 6Temmuz 2012 'de Jerusalem Post'ta Jonathan Spyer, "Lübnan'da Sunni İslam Canlanıyor" başlıklı makalesinde Kuzey Lübnan'daki Triplo kentinin hem Suriye'de muhalefete yardımın hem de Lübnan'da sunni dirilişin merkezi olduğunu kaydediyor.

Spyer'e göre, Triplo aynı zamanda Esad ile savaşmak isteyen yabancı cihat savaşçılarının merkezi haline gelmiş.Lübnan sunnileriEasd'a karşı başlayan ayaklanmayı Lübnan'da Hizbullah'ın etkinliğini sona erdirmek amacı iledeğerlendirmek istiyorlar. Ancak suniler Lübnan'da hala Hizbullah ile baş edebilecek güçlü bir örgütlenmeye sahip değildir. Son aylarda Güney Lübnan'daSidon kentinde selefi lider şeyh Ahmed El Assır Hizbullah'a karşı bir sunni ayaklanmanın önderliğini yapacak şekilde ortaya çıkmış.

Sonuç olarak Ortadoğu bölgesel bir iç savaşa doğru sürükleniyor. Türkiye'nin menfaati ise Ortadoğu'da bölgesel iç savaş değil barış. Oysa Suriye'de iç savaşın temel dinamiklerinden birisi olan Özgür Suriye Ordusu Türkiye'nin politik, askeri ve lojistik desteği olmadan bu savaşı sürdüremez. Eğer Ankara Suriye muhalefetine baskı uygulayarak Şam ile bir uzlaşma ve kontrollü demokratikleşme uygulaması sağlayabilir. Ankara bunu tercih etmiyor.


http://www.yenicaggazetesi.com.tr/bolgesel-ic-savasa-bir-adim-daha-23440yy.htm

***