7 Eylül 2016 Çarşamba

Sol ve Atatürkçülük ABD planı çerçevesinde tasfiye edildi



Sol ve Atatürkçülük ABD planı çerçevesinde  tasfiye edildi,




 Talat Turhan

06.09.2004
Sayı:64

27 Mayıs Halkın Desteğini almış bir Hareketti

TÜRKSOLU: 27 Mayıs 1960’tan bugüne Türkiye’de Sol ve Atatürkçü saflar açısından yakın tarihe tanıklık etmiş bulunuyorsunuz. Günümüze bu yakın tarih açısından 
baktığımızda, Türk solunun ve Atatürkçülüğün durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
TALAT TURHAN: Bu kadar kapsamlı bir konuya, bir röportaj çerçevesinde tam bir yanıt vermek olanaksızdır. Ancak bazı noktaları aydınlatabiliriz.
Aslında ilk olarak 27 Mayıs 1960 öncesine bir bakmak gereklidir. 27 Mayıs’tan önce, 1950 ile 1960 arasında, Amerikan yanlısı ve liberal olduğunu iddia eden bir parti 
iktidardaydı. Demokrat Parti döneminde CHP’nin başında bulunan İsmet İnönü çok sert bir muhalefet uyguluyordu. Bu muhalefetin geldiği son nokta “Sizi ben bile 
kurtaramam” diyerek, ordu içinde Demokrat Parti’yi devirmek için hazırlık yapan güçlere yeşil ışık yakmak olmuştu. Sonucunda da DP dönemi 27 Mayıs’la noktalanmış oldu.
Bugüne bakarak dünü eleştiren insanlar yanılırlar. 27 Mayıs’a özellikle Yassıada konusunda bir çok eleştiri getirilmiştir ancak bu eleştirileri yapanların Yassıada 
duruşmalarının tutanaklarının tamamını okuduklarını sanmıyorum. Daha önce yapıtlarımda da bahsettiğim bir durum da Celal Bayar’ın Üniversite’yi ve Harp Okulu’nu 
tenkilden bahsetmesidir. “Tenkil” yok etmek demektir. Hem Cumhurbaşkanı olacaksınız, hem de kendi insanlarınızı yok etmeyi göze alacaksınız. DP’nin geldiği noktayı 
açıklayan başka örnekler de vardır; kişilerin bakan yapılırken ABD’den izin alınması o dönemde uygulanmış ve daha sonra da devam etmiştir. Bu onursuz politikalar 
ulusal güçlerin tepkisini çekmişti ve bu tepkiler Ordu içindeki örgütlenmeler şeklinde kendini gösterdi. Bunların sonucunda da 27 Mayıs ile karşı karşıya geldik.

TÜRKSOLU: 27 Mayıs hareketi ülke içinde halk tarafından nasıl karşılanmıştı?

TALAT TURHAN: 27 Mayıs çok yoğun bir tasvip görmüştü. Ben olayı içinde yaşadığım için aksini iddia edenlerin yalan söylediklerini rahatlıkla ifade edebilirim. 
Silifke’den, Fırat Nehri’nin bulunduğu yere kadar olan alan, yani Torosların güneyinde bulunan tüm bu bölge benim harekat saham içindeydi. Çukurova, Gaziantep, 
Maraş, Mersin görev yaptığım 36. tümenin alanına dahildi. Bölgede telefon olan 300 civarında yerleşim yeri vardı ve 27-28 Mayıs gecesi ben tüm bu bölgeyle 
irtibat halindeydim. Tek bir karşı duruş olmamıştı ve tüm Türkiye çapında da durum farksızdı. Bunu da halkın desteği olarak değerlendirmek gerekir.

Adnan Menderes’in asıldığı gün İstanbul polis zabıtlarında tek bir adli vaka bile yoktur. Bir vatandaş, Milli Birlik Komitesi üyesi bir kaç kişiye Adnan Menderes’i 
niye astıklarını sorduğunda, bunlardan biri; “Tabii, çok büyük kabahatimiz var, biz onları 27 Mayıs sabahı halka teslim etseydik orada bu iş biterdi.” demiştir. 
27 Mayıs böyle şartlar altında gerçekleşerek bir dönemi kapatmıştır.

27 Mayıs’ın talihsizliği İsmet Paşa’dır

27 Mayıs’ta ön plana çıkan kişilerin ne yapacaklarına dair çok kesin planları yoktu. Dolayısıyla 27 Mayıs zaman içinde etkinliğini yitirmişti. Ancak 1961 Anayasası gibi 
bazı temel eserler bırakabilmiştir.
Bence 27 Mayıs’ın talihsizliği İsmet Paşa’nın kendisidir. Sanıyorum ki İsmet Paşa darbe olur olmaz, Ordu’nun ertesi gün iktidarı kendisine vereceğini düşünmekteydi. 
Nitekim 27 Mayıs’ın lideri Org. Cemal Gürsel, İsmet Paşa’yla görüşmesinin ardından onun, “gerdeğe girecek bir delikanlı gibi iktidara hazır” olduğunu belirtmişti. 
İktidarı ele geçiremeyince de yavaş yavaş karşı tavır almıştır. Ordu içindeki çalkalanmalar, bölünmeler ve dalgalanmalar süreci de böyle başlamıştır.
Gerçekten de Silahlı Kuvvetler içinde çok büyük bir İsmet Paşa hayranlığı vardı. İsmet Paşa’nın arkasında bugün de yaşatılan bir Garp Cephesi Kumandanlığı efsanesi 
vardı. Bunun yanı sıra Lozan kahramanı ve demokrasiyi getiren kişi olarak sunulduğu için önemli bir gücü vardı. Bu güç de Silahlı Kuvvetleri yanına almak anlamına 
geliyordu. Ancak İsmet Paşa’nın Silahlı Kuvvetler’e egemen olmadığı, 22 Şubat ve 21 Mayıs olaylarıyla ortaya çıkmıştı. Silahlı Kuvvetler’in onun iktidarı döneminde 
başkaldırması bu efsanenin yıkılması anlamına geliyordu. İsmet Paşa bunun intikamını 21 Mayıs’ta alacaktı.

21 Mayıs kullanılarak ilerici genç subaylar tasfiye edildi

21 Mayıs Milli Emniyet’e bir ay öncesinden ihbar edilmişti. Yasalarımızda ihtilâlle, ihtilâl teşebbüsü aynı cezaya çarptırılır. Yani Aydemir ve arkadaşları bir ay önce 
ihtilâl teşebbüsünden yakalansalardı yine aynı cezayı alacaklardı. İsmet Paşa başarılı olunmayacağını bildiği için bilerek göz yummuştur ve bir tasfiye operasyonunun 
önünü açmıştır. Kara Kuvvetleri’ndeki tasfiye bu şekilde başlamıştır. İsmet Paşa’nın kendi ocağında yetişen genç subayları ekarte etmek için böyle yöntemlere 
başvurması büyük bir tepki oluşturmuştu. Sonuç olarak da İsmet Paşa ve CHP tarafından 27 Mayıs rayından çıkarılmıştı. Bu durum 27 Mayıs’ın beklenenleri 
vermemesine neden olmuştur.
İsmet Paşa “Ortanın Solu” söylemiyle Ordu’nun sola kayışını frenlemek istiyor. Burada esas olarak söylemek istediğim şudur: 

Biz her gece Silanlı Kuvvetler Birliği Örgütü olarak sabahlara kadar toplantı yapmaktaydık ve ülkeyi yönetmek için kararlar bu toplantılarda alıyorduk. İçimizde 
İsmet Paşa’nın casusları da vardı ve olanları aktarıyorlardı. Ordu içinde öne çıkan devingen, ilerici subay kesimin ideolojisinin solda olduğunu tespit etmişlerdi.
Gerçekten de biz Atatürkçü, devrimci bir sol çizgideydik. Atatürkçülüğü o günün koşulları içinde biraz daha sol bir yorumla tanımlamıştık. Toprak reformu, 
sosyal güvenceler isteklerimizdi. İsmet Paşa tam da bu dönemde sol bir çıkış yapacaktı. Bana göre “ortanın solu” söylemi bu şekilde ortaya çıkmıştır. 
Esas “ortanın solu”nda olan Ordu içinde örgütlenmiş güç olarak bulunan Silahlı Kuvvetler Birliği’ydi. İsmet Paşa, SKB’nin bu tavrını elinden alarak SKB’yi fikir tabanında 
mesnetsiz bırakmaya çalışmıştı.

TÜRKSOLU: Bu çıkışı Ordu içindeki sola kayışı engellemek için yapılan bir manevra olarak mı değerlendirmemiz gerekir?

TALAT TURHAN: Evet bu gerçekten de fren amacı güden bir tavırdı. İsmet Paşa, bu açıklamayı yaptığı zaman CHP bu söylemin altını doldurmamıştı. Zaman içinde 
Ordu’da tasfiyenin gelişmesine paralel olarak “ortanın solu” söyleminin altı İsmet Paşa ekibi tarafından doldurulmuştur. İlk önce slogan ortaya atılmış daha sonra 
da bu sloganın altı doldurulmuştur. Ardından, Ecevit bu söyleme sahip çıkarak bu söyleme uygun kitaplar da yazmıştır.
27 Mayıs’a en çok ABD karşı çıkmıştır. Kendi yandaşı olan DP’nin alaşağı edilmesine yardım ettiği için CHP’ye de karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkışa baktığımız zaman 
Said-i Nursi’ye kadar geriye gitmek gerekir. Nur Risaleleri’nde Nursi Osmanlı’dan beri her kötülüğün İttihat Terakki ve onun uzantısı saydığı CHP’den geldiğini yazmıştır. 
Nur tarikatı da otomatik olarak CHP’ye karşı DP’ye oy vermiştir. Bu sayede Amerikancı partiye blok oylar gitmiştir. ABD de o günden bu yana Nur tarikatının en büyük 
destekçisidir. Nur Tarikatı kim olursa olsun ABD yandaşı parti kimse ona destek olmuştur. Bugün de lideri ABD’de yaşamaktadır. Said-i Nursi’nin bir diğer söylemi 
“müslümanların en büyük düşmanı komünizmdir” çıkışıdır.
Dolayısıyla ABD de komünizmin en büyük düşmanı olduğu için, Müslümanların dostu ilan ediliyordu. ABD de Türkiye’deki Amerikancı yapılanmaları yaşatmak için bu 
yapılara destek olmuştur.

Solun önüne masonlardan oluşan bir baraj kuruldu
Bunların yanı sıra masonik yapılar da devreye sokulmuştur. Tüm bu yapılar kullanılarak solun önüne akıl almaz bir baraj kurulmuştur. Sol da özellikle komünizmin 
yıkılmasından sonra ideolojisini oturtamadığı için, amip gibi bölünerek iddiasına devam etmiştir ama her bölünme de o iddiayı zayıflatmıştır. Doktriner sol partiler 
tamamen dağınık durumdadır.
Parlamenter sistem içine girerek oy almaya çalışmaktadırlar ancak başarılı olamamaktadırlar. Bir kısım partiler ve örgütler de sol anlamda Atatürkçülük iddiasındadır 
ancak ben o noktada da çok iyimser değilim.

TÜRKSOLU: Türkiye’de solun bugün yaşadığı kısırlığı nasıl açıklayabiliriz?

TALAT TURHAN: Bugün dünya halkları küresel bir tehdit yaşamaktadır. ABD, Avrupa ve Japonya’dan oluşan Trilateral coğrafyanın dışında kalan tüm dünya bu 
Trilateral coğrafyanın uydusu konumundadır. Burası tüm imkanları ve kaynakları sömürülecek, bir saldırı ve operasyon alanı halindedir.

Aralarındaki ufak tefek çatışmalara karşın diğerleri de ABD liderliğindeki bu soygundan paylarını almaktadırlar. Arta kalan dünyayı da kendi seçtiği adamları iktidar 
yapmak yoluyla yönetmek istemektedirler. Buna da global elit ya da küresel seçkinler adı verilmektedir. Küresel sisteme hizmet edecek işbirlikçiler seçiliyor, onları 
kendi elleriyle parlattıktan sonra kendi adamlarını seçtirmektedirler. Bu dünya halklarına kurulmuş tuzaktır.
Bu noktadan bakıldığında solun parlamanter sistem dahilinde iktidar olma şansı da yoktur. Türkiye’de yaşanan kısırdöngü de böyle açıklanabilir. Atatürkçülük de 
Atatürk’ün öldüğü günden beri ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bu çabaların başında da ABD vardır. Kurtuluş Savaşı dönemindeki ABD basınına bakarsak ABD 
Başkanı Wilson’ın Türkiye’yi parça parça etmekten bahsettiğini görürüz. Bugün de bu anlayış devam etmektedir.

Türkiye’de ise hâlâ ABD stratejik mütttefik olarak gösterilmek istenmektedir. Trilateral coğrafyanın dışında kalan alanda emperyalizmin en çok etkin olmaya çalıştığı 
alan Ortadoğu coğrafyasıdır. Bölgenin petrol kaynakları dünya egemenliğini kurmak isteyen ABD’yi işe buradan başlamak durumunda bırakmaktadır. Bize dün hasım 
olan ABD bugün de hasımdır. PKK’ya yardım ettiğini bilmeyen kalmamıştır. Ama bizi seçtiği küreseleseçkinler aracılığıyla kullanmak istemektedir. Türkiye’de demokratik, 
sol, ulusal güçler ilk olarak kürsel seçkinlerin iktidarını kırmalıdır. Bunların adamlarını deşifre etmelidir.
Atatürk’ü tasfiye etmenin bir diğer yolunu da ABD’de yetişen kişilerin Atatürkçü geçinen parti ve kurumlara sızmalarıdır. Bunlar tarafından Atarükçülük ulusal boyuttan 
çıkarılmakta ve uluslararası örgüt üyeleri tarafından yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Halkımız bunun bilincine varıp enternasyonal insanları ayıkladığı zaman ulus devlet 
ve ulus bilincinin gereği olan Atatürkçülük gündeme oturacaktır ve Türkiye’nin de başka kurtuluş yolu yoktur diye düşünüyorum.

TÜRKSOLU: Atatürkçülüğün tasfiye edilişinden bahsettiniz. Burada bilinçli bir operasyonun varlığı görülüyor. Bu tasfiyenin hangi plan dahilinde gerçekleştirildiğini 
düşünüyorsunuz?

Sol ve Atatürkçülük belli bir plan içerisinde tasfiye edildi

TALAT TURHAN: Atatürk’ün ve Atatürkçülük’ün tasfiyesi için Atatürk’ün kurduğu siyasi partinin de ortadan kaldırılması gerekmekteydi. Ben, 1971-1974 arasında Selimiye 
Askeri Ceza ve Tutukevi’nde yataraken bunu sezinledim. Savunma 1 adlı kitabımda da bu süreci anlatan yorumsal bir şema çizmiştim.

O şemada Türkiye’nin gelecekte alacağı şekli ifade etmeye çalıştım. 1975 yılından 1980’i gören yorumsal bir şemaydı bu ve büyük bir iddiaydı. Ben ilerde CHP’nin 
kapatılacağını iddia ediyordum ama CHP o sırada iktidar partisiydi. Ancak zaman beni doğruladı. Şemanın ikinci bölümünde yer verdiğim tüm maddeler; Ordu’nun 
tasfiyesi, 27 Mayıs’ın tasfiyesi, CHP’nin kapatılması, yeni bir anayasanın yapılması, faşist bir düzen kurulması, gerçekleşti. Bu bir kehanet değildi. 
Bir siyaset yorumcusu olarak okuduğum 10 binlerce sayfalık belgelerden çıkardığım sonuç buydu ve o sonuç da doğru çıktı. Atarükçü olduklarını iddia eden 
12 Eylül darbecileri CHP’yi kapatarak aslında ABD’nin ve Nur tarikatının özlemlerini karşılamış oluyorlardı.

Atatürk’ün partisini kapatmak yoluyla da Atatürk’ü ortadan kaldırdılar, daha da ileri giderek Atatürk’ün vasiyetini hiçe saydılar ve Türk Dil Kurumu ve 
Türk Tarih Kurumu’nun yapısını bozdular.

Cumhuriyet tarihi içinde Atatürk’ün tasfiyesinin en çok hız kazandığı dönem 12 Eylül olmuştur. 12 Eylül heykel Atatürkçülüğüdür. ABD’ninTürkiye’de kendine göre ayrık 
otu saydığı malzemenin temizlenme işlerine 12 Eylül yapmıştır. Halkın, aydınların, solun, hatta sağın üzerinden silindir gibi geçmiştir. “Ayaklanma ve Bastırma Harekatı” 
adlı kitabı 1975 yılında savunmama ek olarak mahkemeye vermiştim. Burada prosedür anlatılmaktadır.

Darbenin ardından seçimlere gidilir, seçimlerden sonra darbecilere yakın bir parti gelir, eğer gelmezse seçime hile katılır. 12 Eylül ABD’nin isteklerini yerine getirmiştir.

Enternasyonal kapitazim tehlikesi

Bir zamanlar enternasyonal komünizm diye suçlanan bir yapı vardı. Bana göre bu ne kadar tehlikeliyse, ki ABD’nin yaydığı antikomünizm histerisiyle bu tehlike abartılmıştır, 
enternasyonal kapitalizm bunun yüz misli tehlikelidir. Bu şekilde ulus devletlerin içine girerek ulus devletleri yönlendirmektedirler. Lions bu örgütlerden biridir. 
“Lions” kelimesinin “aslanlar” anlamına geldiği sanılmaktadır ancak bu “Liberty, Indepence of Nations Securitiy” kelimelerinin açılımıdır. Yani “ulusların güvenliğinin 
özgürlük ve bağımsızlığı”, bu da ABD’nin özgürleştirme, demokrasi götürme söylemiyle uyumludur. Bu tip örgütlere üye olanlar küresel kapitalizme hizmet eder kendi 
konumunu ve çıkarını garantiye alan kişilerden oluşmaktadır. Kurtuluş Savaşı döneminde İngiliz Muhipleri Cemiyeti ve Kürt Teali Cemiyeti gibi bir kaç dernek varsa 
şimdi bu tip 500 tane örgüt vardır ve küresel kapitalizme hizmet etmektedir. Atatürçü, solcu, demokrat güçler bu örgütlerle mücadele etmezlerse ulusal hiç bir yapımız 
sağlam kalmayacaktır. Bu kapitalizimin ülkenin en ücra köşelerine kadar kılcal damarlar halinde yayılması demektir. O kılcal damarmar atardamarlarda toplanır ve 
hepsi sömürülerek ekonomik açıdan Amerikan hegemonyasına kaynak sağlar. Ülkedeki küresel seçkinler de kendi çıkarları uğruna buna ortak olurlar. 1980’li yıllarda 
12 Eylülcüler bir çok kurum kapatırken, Lions uyanık davranarak bir tüzük değişikliği yaparak Atatürkçü olmayanların Lions olamayacağı ilkesini getirmiştir. 
Bu dünyanın en büyük takiyyesidir. Bu oyunların ayırdına varmak zorundayız.

Türkiye taşeron olarak kullanılmak isteniyor

TÜRKSOLU: Son olarak, ABD’nin Ortadoğu merkezli sömürgeci saldırısında Türkiye sizce nerye konulmaktadır? Buna karşı Atatürkçüler, solcular nasıl bir yol izlemelidir?

TALAT TURHAN: Bir dünya haritasını önümüze alıp Fethullah okullarını noktalarsak karşımıza bir tablo çıkar. Bu ABD’nin müdahale ettiği bölgenin görüntüsüdür. 
O zaman “ne yapmak istiyorlar?” sorusunu sormak gerekir.
İsrail’de 1918’de Üniversite, 1948’de devlet kurulmuştur. 30 yıl bir jenerasyonun eğitimden geçmesi demektir. Benim kanımca Fethullah okullarında bu ılımlı İslam 
dünyasının kadroları yetiştirilmektedir. Bu kadrolar, çok iyi koşullar altında ABD’ye boyun eğecek kişiler olarak yetiştirilmektedir.

Temel felsefeleri budur. Bu ülke boyun eğecek insanlarla kurtarılmadı, başkaldıran insanlarla kurtarıldı. Bunun da en somut kahraman örneği Mustafa Kemal’dir. 
Boyun eğecek insanların tasfiyesi gereklidir.
Hatırlanırsa Clinton Osmanlı tarihi okumaktaydı. ABD, bölgede uluslardan, ulusal devletlerden uzak böyle bir yapı beklemektedir. Böylece sömürü daha kolay olacaktır. 
Bu yapılanmanın alt yapısı da Büyük Ortadoğu Projesi’yle kurulmaktadır. Benim kanımca Türkiye’ye atfedilen model devlet tanımı da buradan kaynaklanmaktadır. 
Ilımlı İslam; ABD yanlısı, itaat eden İslam demektir. Bunun alt yapısı ortaya konmuştur. Bugünkü iktidar kadar ABD’ye yakın olan bir iktidar görülmemiştir. 
Ilımlı İslam altyapısı, Türkiye’nin de bir çekirdek ülke olarak öne sürüldüğü bir Osmanlı modeline dönüştürülmek istenmektedir. Burada Türkiye taşeron olarak 
kullanılmak istenmektedir.

Atatürkçü ve solcu güçler açısından hem masonik yapılanmaları hem de Ilımlı İslamcı Amerikancılığı teşhir etmek halkımızı bilinçlendirmek, birleştirmek ve dağınık 
yapıyı ortadan kaldırmak zorunluluktur. Kısacası ulusumuzu kendi öz çıkarlarını ön plana alan bir bilince ulaştırmak zorundayız. Kendi öz değerlerimize sahip çıkan 
ve bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal’in önümüze koyduğu ideolojiyli bütünleşmek zorundayız. Tüm dünya halklarının saldırı altında tutulduğu bu dönemde Türk 
halkının işinin de çok zor olduğunu düşünüyorum. Herkesi bu uğurda daha fazla çalışmaya, düşünmeye davet ediyorum.


http://www.turksolu.com.tr/64/dura64.htm



“TÜRKİYE Savaşa İtiliyor”




“TÜRKİYE Savaşa İtiliyor”


Yeni Asya: 20 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN

TÜRKİYE'nin sıcak savaşa girmemesi için her kesimin elinden geleni yapması gerektiğini kaydeden TURHAN, "TÜRKİYE'nin bu günkü ısmarlama savaşta akıtılacak kanı yoktur, çıkan yoktur. Bazı kişiler kendi reklâmı için bütün ülkenin imkânlarım kullanamazlar" diye konuştu.
Körfez krizinin ekonomik yönünden ziyade ideolojik ve siyasi yönünün ehemmiyetli olduğunu söyleyen Talat TURHAN "Bugüne kadar Batı kendisine ideolojik düşman olarak komünizmi seçti. Şimdi bundan vazgeçildi. Yeni bir düşmana ihtiyaç var. Bu düşman da İslâm radikalizmidir" diye konuştu.
—Tahir AKA: Teslim olmaktan başka çare kalmıyor mu?
Talat TURHAN: Bu güç karşısında haklılığını nasıl ispat edebilirsiniz? Mümkün değil. Çok zor bir iş... Dolayısıyla bir kaynakta ABD'nin dünyayı nasıl kontrol ettiği belirtilirken, şehirdeki silahlı ve boş kalan evler bile tespit edilecek diye bir kayıt var… Ajanlar, ülke polisine dahi güvenmeyecekler. Ajanların aldığı bilgilerin ne yapacağını ABD karar verir. Ajanların verdiği bilgileri bir Kurmay Subay değerlendirir. Ajanlar bir ülkenin bütün iç işlerine karışmakla mükelleftir. Ajanlar ülkenin bütün özelliklerini bilmek sorundadır. Bu talimatlar ve ajanların faaliyetleri sıralanabilir. Netice itibariyle Bülent ECEVİT'in dediği doğrudur, endişesinde haklıdır. TÜRKİYE'nin en büyük muhtemel tehlikesi de, bazı mihrakların ülkemizi sıcak savaşın içinde görmek istemeleridir. Bu mihraklar aşırı bir çaba içinde gözüküyor. Bu çaba, TÜRKİYE için çok büyük bir tehlike. Asırlarca bu vebalin vs bu yükün altından kalkılamayacak bir ateşin içine TÜRKİYE itilmektedir. Bazı kişi ve bazı mihraklar tarafından bu baskı yapılmaktadır. Dolayısıyla demokrasinin henüz tam manasıyla oturmamış olmasından kaynaklanan bir davranış bulunmaktadır. Bunu önlemek belki zaman içerisinde mümkün olabilir. Fakat gidişin TÜRKİYE için çok tehlikeli olduğu bilinmelidir. Bu gidişin önlenmesi için herkes, her güç elinden ne geliyorsa çaba sarf etmelidir. Hem bugünkü ısmarlama savaşlarda TÜRKİYE'nin akıtılacak kanı yoktur. Menfaati yoktur, çıkarı yoktur. 

Şimdi bazı kişiler kendi reklâmı için bütün ülkenin İmkânlarını kullanamazlar ve kullanılmaması lazımdır. Şimdi bunun tarihte çok müşahhas bir misali var. Yaşar KUTLUAY diye bir zatın "Sevr ve TÜRKİYE” adlı kitabı var. O kitapta enteresan bir pasaj var. 1905 yılında bugünkü İSRAİL'in kurucusu Thedor HERZL İSTANBUL'a geliyor ve o zamanki Osmanlı Padişahı ABDÜLHAMİT'le bir görüşme yapıyor. ABDÜLHAMİT'le görüşmesi esnasında, padişahtan FİLİSTİN'in para karşılığı Yahudilere satılmasını teklif ediyor. Bütün bunlar Yaşar KUTLUAY'ın ifadesi. ABDÜLHAMİT bu teklifi kabul etmiyor. Vatan toprağı satılmaz di­yor. Benim anlatmak istediğim bu değil. Ben ikinci bölümü anlatacağım… 

Bu defa Thedor HERZL ikinci teklifini yapıyor, “bir yıl dünya basınında size destek verelim” diyor. Yani demek ki bir asır evvel, 88 yıl evvel Thedor HERZL, ABDÜLHAMİT'e bütün dünya ba­sınında bir yıl destek verecek kadar basına hakim. Şimdi aradan 85 yıl geçmiş dünya basını o mihrakların 10 misli daha kontrolüne girmiş vaziyette... Basın imparatorlarının menşelerine baktığımız vakit bu olgunun çok büyük ölçüde egemen olduğunu görüyoruz. 

Şimdi, biz eğer burada iktidarın üst kademesinde kişiler dünya basınından destek görüyorsa, bundan İftihar etmek yerine, kuşku duymak gerektiğine İnanıyorum. Oysaki bir tiyatro sahnesi gibi TÜRKİYE'de halkına çorap örüldüğü görülüyor ve buna seyirci kalınıyor. 

Meselenin bir başka boyutu daha var. Acaba milliyetçi, mukaddesatçı olduğunu iddia eden bir iktidar bir Haçlı seferi zihniyetine hizmet etmek gibi bir çaba içinde midir, değil midir? Buna da bakmak lazım. 

Yunan Dışişleri Bakanı SAMARAS'ın ilginç bir beyanatı var: Kriz sırasında Avrupalılar gemilerini ABD ile savaş uçaklarını, GİRİT Adasında gösterilen kulakları sayesinde Doğu Akdeniz'e gönderebilmişlerdir. Yunanistan bu şekilde Batı savunmasına önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca İslâmiyet politik güç olarak faaliyeti artırdıkça YUNANİSTAN'ın stratejik önemi de o kadar değer kazanmaktadır. 

Demek ki YUNANİSTAN İslamiyet’e karşı açılan bir cephede kendisinin yer aldığını İddia ediyor. Eğer bu anlayış diğer ülkeler İçin de yaygınsa hadise daha vahimdir. Herkes Körfez krizinin ekonomik yönünü görüyor. Hâlbuki Körfez krizinin İdeolojik yönü daha önemlidir. Bugüne kadar Batı kendisine İdeolojik düşman olarak Komünizmi seçmişti. Bundan vazgeçildi. Şimdi bir düşmana ihtiyaç var. Bu düşman benimde kanaatim bu istikamette İslâm radikalizmidir. İslâm radikalizmi neyi tehdit ediyor? Ortadoğu'daki petrol yataklarını tehdit ediyor. Evet, İslâm radikalizmi gerçekleşse, o zaman Ortadoğu'daki petrol yatakları Batı Emperyalistlerinin güdümünden çıkar. Zaten tehlikede burada görülüyor. Batı açısından esas tehlike buradadır. Bu tehlikenin büyüklüğü ölçüsünde de Batı'nın bu hadiseye eğilmesi de o çapta oluyor. Şimdi bu değerlendirmeler içerisinde TÜRKİYE, yani SAMARAS'ın dediği gibi “Haçlı Seferi zihniyeti” egemen ise, gündeme gelmişse. Haçlı seferi zihniyeti tekrar dirilmişse o zaman TÜRKİYE'nin Hıristiyanlarla birlikte Müslümanlara karşı bir tavır içinde bulunması milliyetçi ve muhafazakâr olduğunu iddia edenler açısından izahı güç olur.


—Tahir AKA: Efendim zaten bizim bugünkü gazetenin manşeti bu tavıra tepki olarak “Müslüman kanı dökeceğiz” şeklinde. (6 EYLÜL 1990) TBMM, hükümete Müslüman kanı dökmek İçin asker gönderme ve yabancı ülkelerin askerlerini kabul etme salâhiyetini verdi. TÜRKİYE, Müslümanlara karşı Hıristiyanların yanında yer alacak. Mehmetçik, IRAK'taki, MUSUL - KERKÜK'teki dindaşına, soydaşına kurşun sıkabilir mi?
Talat TURHAN: Demin dikkat çektim; TÜRKİYE gibi azgelişmiş ülkelerde iktidarın en mühim noktalarında bulunan kişiler, dıştan aldığı destekler sayesinde kendilerini çok güçlü hissedebilirler ama bu destek kalıcı değildir. Ama kumarcı yapıda olan kişiler kumar oynamaya devam ederler. Ama her kumarında, kumarcının da karşı karşıya geleceği risk vardır. Bu risk kişinin riski ise, kişi kumarını oynasın, o riski göze alsın. O risk millete aksedecekse, kimsenin buna hakkı yoktur.
—Tahir AKA: Yani devlet kumar mı oynu­yor?
Talat TURHAN: Evet, bu kumara, karşı çıkacak güçler bulunabilir diyorum. Bu her zaman olmuştur ve olabilir."
—Tahir AKA: Zaten Talat TURHAN ile yaptığımız sohbetten sonra 16 EYLÜL 1990 tarihli Panorama Dergisinin kapak karikatüründe Cihat HAZARDAĞLI, bir tavla masasının başında ABD Başkanı BUSH'un koluna giren Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL elinde İki tane zar atarken. İngiltere Başbakanı Margret THATCHER, Fransa Başbakanı MİTTERAND ve SSCB Lideri GORBAÇOV'un "şeş mi, yok beş mi" çıkacağını merakla baktığını bir kompozisyon olarak çok güzel İfade ediyordu.

Ayrıca Talat TURHAN'ın anlattığı, ajan şebekelerinin işleri tam manasıyla esrarengiz. Esrarengiz olduğu kadarda karmaşık Tezatlar ve ikili, üçlü, beşli münasebetler yumağı. Masum insanların bu ağdan kurtulmaları hemen hemen imkânsız. Sahte operasyonlar, kışkırtıcı ajanlar ve provokasyonlar. Örgütler ve örgüt İçindeki ajanlar. Sahte belgeler, sahte İtiraflar ve suçu kabullenme. Demokrasi, insan haklan, savunma hakkı, hak, hukuk hepsi hak getirse! Bu birinci, ikinci, üçüncü sınıf, gelişmiş, az gelişmiş veyahut ta gelişmekte olan ülkelerde olduğu gi­bi, demokrasinin beşiği, insan Haklan kahramanları, aynı mekanizma işliyor. Hakim güçler herkesi, her şeyi kontrolleri altında tutuyor. Bu kontrol neferden, sade vatandaştan başlıyor devletin tepesinde oturana kadar devam ediyor. Devletin başındaki ajan olabiliyor veyahut ta ajan gibi kullanılabiliyor. CIA, KGB, MOSSAD ve diğer birçok İstihbarat örgütleri ortak içli dışlı çalışıyor, ortak iş yapıyorlar, operasyon tertipliyor, lider çıkarıyor, lider indiriyor. Darbe yapıyor, darbe yaptırıyor, iktidara getiriyor, iktidardan indiriyor. Bu mekanizma insafsız bir şekilde işliyor ve işlettiriyor. Yine bu mekanizma iktidarların değişmesiyle değişmiyor, iktidarların değişmesi bu süper güç sahipleri için fark etmiyor. Zira onlar her zaman iktidardalar ve hakim güç konumundalar. Devlet içinde devlet, devlet üstünde devlet.




“ CIA Basını Kullanıyor ”


 “CIA Basını Kullanıyor”






Yeni Asya: 21 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN

Talat TURHAN: TÜRKİYE, Batının Körfezdeki jandarması yapılmak isteniyor.
—Komünizme karşı TÜRKİYE'nin Hıristiyan dünyanın yanına çekildiğini kaydeden emekli kurmay Yarbay Talat TURHAN, Batının kendi menfaatleri istikametinde TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını sağladığını söyledi.
—TURHAN Ortadoğu’da şeytan üçgeni nedir? ANKARA-TAHRAN-İSRAİL idi. Şu anda “Şeytan Üçgeni” nedir? TÜRKİYE-MISIR-SUUDİ ARABİSTAN. Şimdi en belirgin “şeytan üçgeni” budur. Bu üçgenin ucundaki kişiler kime hizmet edecektir. Amerikan emperyalizmine" dedi.  
Thedor HERZL’in fikir babalı­ğını yaptığı İSRAİL, ABDÜLHAMİT zamanındaki gücüne güç kattı. TÜRKİYE ise güç kaybetti. Çeşitli beynelmilel oyun ve tezgâhlara getirildi. Daha 1905'lerde dünya basınının beynini kontrolü altına alan Siyonistler, bugün çok daha güçlüler. Her birisi bir basın imparatoru. Bunların gözü sıcak denizlerde, Akdeniz'de, TÜRKİYE'de. Bu imparatorlar TÜRKİYE'ye geliyorlar, ÇANKAYA'ya çıkıyorlar, basın sektörüne el atıyorlar, TRT ile anlaşıyorlar. Türk kamuoyu sessiz ve tepkisiz bütün bu gelişmeleri seyrediyor. Acaba bu sessizlik neden? Sesini çıkarmak isteyenlere bir şeyler mi oluyor? Beynelmilel haber ağının kontrolünü ellerinde tutan bu güçler, elbette ki Türk kamuoyunu milletin sesi istikametinde yönlendirmek için fırsat tanımayacaktır. Bunun için basın yayın organlarının kontrol altında tutulması lazımdır.

11 EYLÜL 1990 SALI akşamı televizyonu açtığımda 2. programda CNN Dünya Raporu programında basınla İlgili görüşler serdediliyordu. Kendisi Büyükelçi olan bir CIA uzmanı (ismini alamadım), çalışma şartlarını anlatırken, kendileri için basının çok çok ehemmiyetli olduğunu söylüyordu. Kontrolü altındaki ülkede bulunan yerli ve yabancı basın ajanslarına yerleştirdiği ajan gazeteciler vasıtasıyla her türlü bilgiyi toplayabildiğini açıkça itiraf ediyordu. İtiraf da sayılmaz; çalışma sistemini dile getiriyordu. Gazeteci adamlarının hedefteki ülke ile ilgili en gizli bilgileri alabildiğini, giremedikleri yerin olmadığını söy­lüyor ve "Gazeteci Ayağına" çok rahat çalıştığını, elçilikten daha iyi çalıştığını kaydediyordu. 

Bu çark TÜRKİYE'de de farklı şekilde işlemiyor. Basın sermayenin ve belli güçlerin kontrolü altında tutuluyor. 

İfade vermek için Emniyete haftalık ziyaretlerde bulunan Doç. Yalçın KÜÇÜK bu meseleyle ilgili olarak; basının kilit noktalarının MİT’in kontrolünde olduğunu söylüyordu. Aynı meseleyi tenkit eden Ahmet Altan ise, Bâb-ı Âlide­ki istihbaratçıların açıklanması halinde Bâb-ı Ali'nin bezelye tarlasına döneceğini kaydediyordu... Her ne ise... 

Talat TURHAN İle yaptığımız sohbet koyulaştıkça, içtiğim demli çayın sayısını unutmuştum. Masada hazır bekleyen termostaki çayı sıfırlarken, arada sırada bademleri yerken meseleler peş peşe açılıyor, adeta problem çözülüyordu. Bu arada saatlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyordum. Talat TURHAN ile esas 12 EYLÜL'ü görüşecektik. Ama aktüel meselelerden 12 EYLÜL’e henüz gelememiştim. 

Bazı sorularıma cevap geldiği İçin, sohbetin akışı içinde soruları yöneltiyordum:

—Tahir AKA: TÜRKİYE Körfez krizinde aktif bir rol oynadı. Batı TÜRKİYE'nin krizde oynadığı rolü çok beğendi. Bunun sebebi nedir? Körfez krizinin perde arkasını değerlendirir misiniz? TÜRKİYE sıcak harbe girebilir mi? Girse ne olur?
Talat TURHAN: Bundan 20–30 yıl evvel, propaganda kitapları dağıtırlardı. Taa NORVEÇ'ten bir zincir başlatırlardı. İNGİLTERE'den NORVEÇ ve TÜRKİYE'ye kadar birleştirilen bir zincir meydana getirilirdi. Bu zincirin kuzeyinde kalan komünistler, bu zincirin halkaları olan devletler, komünizme karşı bir duvar teşkil ediyorlardı. Şimdi bu yeterli değil. Bu düzeni kuran stratejiler, mevcut durumu yeterli bulmuyorlar. Bundan sonra bir Bağdat Paktı kurdurdular. Kimler kurdu; TÜRKİYE, İRAN, IRAK, PAKİSTAN. Şimdi bugün “ Yeşil kuşak ” tabir edilen fikrin başlangıcı, yani İslamcılığı komünizmin karşısına geçirmek çok geçerli bir şey. Hıristiyanlığı da komünizmin karşısına getirebilirsiniz. “TÜRKİYE mademki ideolojide komünizmi reddediyor. Dolayısıyla din sahibi olan milletler buna karşı gelmelidir!” diyerek onu ittifakınıza çok kolay alabilirsiniz ve aldılar da. Veyahut ta almaya çalıştılar. Son Uzak Doğuya kadar giden bir pakt kurdular. Dünya koruyuculuğunu bu sayede elde ettiler. Şimdi burada TÜRKİYE'nin konumu şu bakımdan ehemmiyetli: TÜRKİYE'de iki halka var. Yani bir FRANSA'nın tek halkası var: Bir tarafta İNGİLTERE'ye bağlı halka, bir tarafta ALMANYA'ya bağlı. TÜRKİYE bir taraftan YUNANİSTAN'a bağlı, YUNANİSTAN'la olan bağın zayıf olduğunu şimdi görüyoruz. Bir tarafın­dan IRAK'a bağlı. Dernek ki TÜRKİYE, NATO içinde dahi Ortadoğu'da rol almak, kullanılmak için tasarlan­mış bir ülke. Bunun için suni hatlar içerisinde küçülüyor simetri.
—Tahir AKA: Batı, TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını İstemiyor mu?
Talat TURHAN: Batı, TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını istiyor. Ama kendi maksadına hizmet etmek doğrultusunda yer almasını istiyor. Batı'nın zaten Ortadoğu'da kolu var. “Büyük şeytan” doğruysa, “küçük şeytan” mutlaka var. “Küçük şeytan”ın dışında bir de casus devleti var. Kendi casusunu orada bir Arap devletine koymuş. İSRAİL o'na göre çok daha namuslu, o küçük devletler orayı yönetiyor. Yahudi sermayesi dünyaya egemen olduğu için, ABD'de egemen. İSRAİL, Amerika içinde de egemen. Ama Kral HÜSEYİN casus devletin lideri, hain bir devlet. O hain devletin dışında da böyle kendi taraftarı isteyen bunların içinde TÜRKİYE iki halkadan meydana geliyor. Bu rol TÜRKİYE'ye verilmiş. 

TÜRKİYE bu rolü 50 yıldır oynuyor. Bu halkalar zaman zaman kopmuş. Benim kitabıma aldığım “ Ortadoğu'daki şeytan üçgenleri ” diye bir yapı var. O zaman “Şeytan Üçgeni” nedir? TÜRKİYE-MISIR-SUUDİ ARABİSTAN. En belirgin “Şeytan Üçgeni” simdi budur. Bu üçgenin ucundaki kişiler kime hizmet edecektir? Amerikan Emperya­lizmine. Bir yandan İRAN'daki rejim yıkıldı, bir yandan PAKİSTAN'daki rejim yıkıldı. Her yıkılışta yeni formüller aranıyor. Yeni “Şeytan Üçgenleri” teşkil edildi. Nedir mesele? Sözde Doğu'nun menfaatini korumak! Bugü­ne kadar. Sosyalist Blok veyahut ta Sovyet RUSYA, Doğu Bloku liderliğinden vazgeçinceye kadar, bütün hayal oyunlarında Sovyetlerin TÜRKİYE üzerinden veya İRAN üzerinde Basra Körfezine ineceği varsayımı ana başlığı oluşturur. Bütün NATO plânlamalarında bu ana başlık, Sovyetlerin BASRA'ya inmesi idi. Şimdi bu olay yok. Şimdi Müslümanlar İçerisindeki, Arap ülkeler İçerisindeki kaynaşmada böyle emrivakiler oluyor. Bu emrivakileri, sonunu almak, orada kalmak ve bu emrivakiyi Batı kendi çıkarı İstikametinde kullanmak için, bütün gücüyle olayın üzerine yüklenmektedir. 

Şimdi TÜRKİYE bu oluşumun içerisinde her zaman rol ve­rilmek istendi. Hatta Çevik Kuvvet hikâyesi geçti. Bu hikâye çok uzun yıllardan bert TÜRKİYE üzerinde olaya yönelik ya kendisinin direkt bir müdahalesi yahut ta endirekt bir müdahalesi için iş kolaylıkları, bölge kolaylıkları artı depo kolaylıkları sağlanmak için sayısız girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerden ne sonuç alındı, nereye kadar varıldı, bu devlet sırrı olduğu için biz şimdi belki bilemiyoruz. 

Ama bundan 10–15 yıl önce Doğu Anadolu'da çok büyük meydanlar yapılması projesi Batı'nın Körfez'deki jandarması olması içindir.





..

Kürdistan Ensar el İslam Hareketi Suriye'de



Kürdistan Ensar el İslam Hareketi Suriye'de



Ensar el İslam'ın Irak'ta ABD askerlerine düzenlediği saldırılar



Haber Merkezi 
incanews
Kürdistan Ensar el İslam Hareketi Suriye'de

Irak Kürdistanı orijinli Ensar el İslam Hareketi, Suriye'deki birliklerinin görüntülerine yer verdiği bir tanıtım klibi paylaştı.
Irak'ta Saddam Hüseyin döneminde Baas rejiminine karşı İslami bir hareket olarak Kürdistan topraklarında kurulan Ensar el İslam Hareketi yeni bir klip yayınladı. Klipte Suriye'deki Rejime karşı muhalif saflarda savaşan birliklerin görüntülerine yer verildi. 

https://www.youtube.com/watch?v=JWBJd-fAgaU

Ensar el İslam Hareketi, ABD'nin 2003 Irak işgali sonrasında da düzenlediği etkili eylemlerle tanınıyor. 2013 yılının Nisan ayında IŞİD'in ilan edilişi ile grubun bir kısmı bu gruba katıldı, diğer bir kısmı ise yer altına çekilmek zorunda kaldı. Suriye'de görünür bir varlığı olan Ensar el İslam Hareketi, Ortadoğu'nun en köklü ciht yanlısı gruplarından biri olarak tanınıyor. Grup, önceki haftalarda Halep'te PKK/YPG bölgesine düzenlediği saldırı ile gündeme gelmişti. 


http://www.incanews.net/ortadogu/19164/kurdistan-ensar-el-islam-hareketi-suriyede

..

Arappınar (Kobani-Ayn Al Arap) Savaşı ve Türkiye





Arappınar (Kobani-Ayn Al Arap) Savaşı ve Türkiye


Yazar: Rasim BOZBUĞA

Sınırımızdaki çatışmalar olayların derinlemesine analiz edilmesi gerekliliğini bir kez daha hatırlatmış ve olayları soyut birbirinden bağımsız vakalar olarak görme yerine bütüncül bir çerçevede incelenmesinin daha sağlıklı olduğunu ortaya koymuştur. Diğer taraftan yaşanan savaşın Türkiye’yi minimum düzeyde etkilemesinin yolu da olayların doğru ve derinlemesine analiz edilmesinden geçmektedir. Bu çalışmada Ayn al Arap çatışmalarının PKK/PYD ve Türkiye açısından sonuçları incelenecektir.

I- Nüfus ve Coğrafya

Kürt milliyetçilerince Kobani kantonu ya da Kobani bölgesi olarak adlandırılan bölge, Osmanlı kaynaklarında Arappınar olarak adlandırılan 
yerleşim biriminin Suriye yönetimince Arapçaya çevrilerek Ayn-el Arap olarak değiştirilmesi ile teşkil edilmiştir. İlçe Suriye’nin en kalabalık ili olan Halep’e bağlıdır. Ayn Al Arab bölgesindeki Kürt nüfusunun büyük kısmı idari olarak Ayn Al Arab ilçesinde yaşasa da Kürt nüfus Rakka ilinin Tel Abyad ilçesine doğru da uzanmakta ve sayısı fazla olmamakla birlikte bu ilçede de Kürt köyleri bulunmaktadır.

Diğer taraftan Kobani-Ayn al Arab bölgesi konusunda kamuoyunda yapılan tartışmalardan bu konuda kavram kargaşası olduğu görülmektedir. Bu kavram kargaşasının nedeni Kürt milliyetçilerinin Kobani kantonu ya da bölgesi olarak nitelendirdiği bölge ile Halep iline bağlı olan Ayn al Arap ilçesinin tam anlamıyla örtüşmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu bölge içinde nüfus daha homojen; daha Kürt ağırlıklıdır.  Bu hat ağırlıklı olarak PYD’nin son IŞİD saldırıları öncesi kontrol altında tuttuğu bölgeye karşılık gelmektedir. İlçe genelinde Kürt ve Arap nüfus arasında kaba bir denge varsa da IŞİD saldırılarından önce PYD’nin kontrol ettiği "Kobani bölgesinde" Kürt nüfusun mutlak üstünlüğü bulunmaktadır.


Harita I:Ayn al Arap-Kobani  ilçesi, nahiyeleri ve Kobani-Ayn al Arab bölgesi

Kabaca Suriye’deki Kürt nüfusunun yüzde 10’u[1], doğudan batıya 85 kilometre, güneyden kuzeye 35 kilometre ebatlarındaki Kobani bölgesinde meskundu. Bağdat Demiryolu kenarında 1910’larda faaliyet gösteren Alman şirketine ithafen kullanılan kompany kelimesi Kürtçeleşerek Kobani şekilde söylenişi ile ilçe merkezi adlandırılır olmuştur.[2] Hüseyin Amin’e göre ilçe 1892’de bir kaç ev olarak kurulmuştur. İlçede 370  köy  ve çiftlik bulunmaktadır. Ayrıca ona göre ilçe merkezinin Ayn al Arab adı, Bedevi (Arap) aşiretlerin faydalandığı bir pınardan kaynaklanmaktadır.[3]
Kobani, Suriye'de Kürtlerin yaşadığı birbiri ile toprak bağlantısı olmayan nispeten büyük Kürtdağı-Afrin, Cezire-Hasaka bölgeleri arasında kalan daha az kalabalık bir bölgedir. Kabaca Afrin bölgesinden 120, Cezire bölgesinden 140 kilometre uzaklıktadır. Kobani-Ayn Al Arab bölgesinde (Rakka ilindeki köyler de dahil)  120 civarında Kürt köyü (Çiftlikler dahil değildir) bulunmaktadır.[4] Kürt kaynaklarına göre bölgede 100 civarında köy bulunmakta ve nüfusun yüzde 5’i Türkmenler den, yüzde 5’i Araplardan, yüzde 90’ı Kürtlerden oluşmaktadır. 
Aynı kaynaklara göre bölgede 200.000 nüfus bulunmaktadır ve savaş sebebiyle bölge dışından gelenlerle nüfus artmıştır.[5]

Kürt kaynaklarınca verilen bu rakamda toplam nüfus ve Kürt oranı kuvvetle muhtemelen abartılmakla birlikte Ayn al Arap ilçesinin nüfusunu değil PYD’nin kontrol ettiği bölgenin içerisindeki nüfusu ve etnik dağılımı göstermektedir.


Tablo V: Aynel Arap ilçesi nüfusu (2004 yili sayimlarina gore)[6]




Harita I’de görüleceği üzere ilçenin 3 nahiyesi olup bu nahiyelerinden en kalabalığı olan Ayn El Arap’ta Kürtler çoğunluktadır. 

Diğer iki nahiyede Kürt nüfus çoğunluğu bulunmamaktadır. İlçenin Şeyuk Tahtani merkezi ve çevre köyleri temel olarak Tay aşireti tarafından oluşturan köylerden oluşmaktadır.[7] Serrin nahiyesinde kayda değer bir oranda Kürt nüfus bulunmamakta ve nahiyede mutlak Arap nüfus üstünlüğü bulunmaktadır.

II- Arappınar Savaşı: 

Ayn-el Arab’tan Kobaniye, Kobani’den Ayn-El Islam’a mı?

19 Temmuz 2012’de PKK’nın silahlı kanadı olan PYD, çatışmasız olarak Ayn al Arap merkezini Suriye ordusunun çekilmesi üzerine ele geçirdi. PYD kısa sürede çevre köyleri de ele geçirerek bölgeye hâkim oldu. Böylelikle Kürt milliyetçileri nin Rojava devrimi olarak adlandırdıkları süreç başlamış oldu. Bununla birlikte Kürt milliyetçileri bölgenin güçlü Arap nüfusu tarafından kuşatılmış olması ve diğer iki Kürt bölgesine kıyasla nüfusunun da az olması nedeniyle devamlı tehdit altında olduğu hissi içinde olmuşlardır. Bu nedenle Rojava adını verdikleri (Kabaca Hasaka vilayetinin yaklaşık tamamı Rakka ve Halep vilayetinin kuzeyini içeren geniş bir coğrafya olarak haritaları yayınlanan Rojavabölgesinde[8] Kürtler toplam nüfusun 1/5 ila 1/3’ni oluşturmaktadır.) bölgenin tamamını ele geçirmeyi[9] böylelikle Ayn al Arab ile Cezire bölgesini birleştirmeyi hatta Rojava adını verdikleri bölgedeki Arap nüfusa etnik temizlik uygulayacaklarını ilan 
etmişlerdi.[10]

PYD tarafından savaş öncesi dönemde Arap çoğunluğa sahip Resulayn ilçe merkezinin ele geçirmesi sonrasında Ayn Al Arab ile Cezire arasındaki tek bölge olarak kalan Tel Abyad bölgesi, PYD tarafından müteakip defalar hedef alınarak bu hat kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. 1 Şubat 2014’te Tel Abyad’a dönük PYD saldırısında 9 IŞİD üyesi öldürülmüştür.[11]Çatışmalar Tel Abyad hattında Şubat ve Mart ayında devam etmiş PYD kaynaklarına göre onlarca IŞİD militanı imha edilmiştir. Gerek Tel Abyad’ın doğusunda gerek batısında PYD saldırıları oldukça zayıf kalmış IŞİD’in elindeki bölgenin ele geçirilmesi sonucunu getirmemiştir.

Temmuz 2014’te ise IŞİD Ayn Al Arab bölgesindeki PYD güçlerine karşı en kapsamlı saldırısını başlatmıştır. Bu saldırılar sonucunda IŞİD bölgenin doğusunda ve batısında ondan fazla köyü ele geçirmişse de saldırıları PYD tarafından durdurulabilmiştir.[12] Ancak PYD her ne kadar IŞİD saldırılarını durdurmuşsa da kaybettiği bölgeleri geri alacak saldırıda da bulunamamıştır. PYD IŞİD saldırılarında 685 IŞİD militanını öldürdüğünü belirtmiştir.[13]
Ağustos ayından Eylül ayının ortasına kadar denge büyük ölçüde PYD lehine görünmekteydi. PYD Yarubiye-Tel Koçer, Jezaa, Tel Hamis hattında saldırılarını yoğunlaştırmış önemli kazanımlar elde etmişti. Bu saldırılarda sivil Arap nüfus da hedef alınmaktaydı. Tel Hamis saldırılarında içinde kadın ve çocukların bulunduğu 52 sivil Arap öldürülmüş,[14] Yarubiye ve Cezaa bölgesinde 18 köydeki Araplar evlerinden sürülmüştü.[15] Bu dönemde PKK çizgisinin geleneksel rakibi KDP peşmergesinin IŞİD karşısında bozgunu sonrasında 
PYD-PKK çizgisi IŞİD ile savaşacak yegane gücün kendileri olduğunu, IŞİD militanlarının asıl korktuklarının Kırmızı Ayakkabılılar olarak adlandırdıkları PKK’lılar olduğunu yüksek sesle seslendirmeye başlamışlardı.[16]

17 Eylül 2014 tarihinde IŞİD, içinde tankların da bulunduğu büyük bir güçle Ayn al Arab bölgesine büyük bir saldırı başlattı. 

Bu saldırılar sonucunda PYD, IŞİD karşısında bozguna uğramış ve şehir merkezine çekilmiştir. Koalisyon uçakları bombardımanına rağmen IŞİD ilerleyişini sürdürmüş kentin içine dahi girebilmiştir. Savaş halen kent içinde devam etmektedir.

III- Kobani-Ayn El Arab savaşının Türkiye ve PKK/PYD açısından sonuçları


PKK’nın Suriye’deki kardeş örgütü olan PYD’nin genel olarak başarısı ve başarısızlığının temel dinamiklerinden biri örgütün PKK ile ilişkisinde gizlidir. PKK’nın Suriye hükümeti ile geçmişten gelen güçlü ilişkileri, Kürtlerin yoğun oldukları bölgeleri kolaylıkla ele geçirmesini sağlamış; PKK’nın militan, doktrin, lojistik ve eğitim desteği onun bölgede tutunmasını sağlamıştır. Ayrıca PKK’nın Türkiye’de tek güç olma stratejisi paralelinde PYD diğer Kürt grupların bölgede varlığına izin vermemiş tek güç olarak bölgede hâkimiyetini güçlendirmiştir. Diğer taraftan PKK içindeki sol ve sosyalist geleneğin de gereği ve şartların zorlaması ile bölgede PYD patronajında diğer gruplarla (Arap ve Hıristiyan gruplar) işbirliğine de gitmiştir. Böylelikle PYD patronajını kabul etmeleri kaydıyla diğer gruplarla işbirliği içinde olmuştur. 

Bu durum özellikle Barzani Peşmergesinin Sincarda kendinden sayıca çok az sayıdaki IŞİD güçleri karşısında büyük bozgununda temel dinamiklerinden birinin PYD cephesinde yaşanmamasının da nedenidir. Peşmerge bölgede Arap aşiretlerine karşı tutumu ile onların düşmanlığını çekmiş bu nedenle yerel Arap nüfus Peşmergeye karşı IŞİD ile birlik olmayı seçmiştir.[17] Buna mukabil PYD’nin kontrol ettiği bölgedeki Araplarda PYD militanlarına karşı yaygın sivil saldırı olmamış ve PYD bölgeyi elinde tutabilmiştir.
Diğer taraftan PYD’nin PKK bağlantısı, PYD’nin zayıf yanını da oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle başlangıçta PYD’nin temel dayanağı olan PKK, gitgide PYD’nin ayakbağı haline gelmektedir. Bunun askeri, halkla ilişkiler, uluslararası bağlantılar, terör geçmişi, medya ilişkileri gibi belli başlı sebepleri bulunmakta dır. Özellikle IŞİD savaşında PKK ve onun geleneği ciddi manada PYD’nin ayakbağı olmuştur. 

Askeri olarak gerilla mücadelesi geleneğinden gelen PKK pratiği, alan hakimiyeti ne uygun strateji geliştirilmesine engel olmuş; bu durum PYD’nin IŞİD saldırıları karşısında tutunamamasının nedenlerinden biri olmuştur. Diğer taraftan PYD Resulayn tarafından Kobani-Ayn al Arab a destek sağlamak üzere ciddi bir askeri saldırıda bulunmamıştır. Bunun yerine Esad güçlerine destek olmak üzere Kürt nüfusun küçük bir azınlık olduğu Haseke kent merkezi çevresindeki savaşa yoğunlaşmıştır. Ayrıca elindeki güç en azından Ayn al Arap hattında IŞİD baskısını hafifletmek için yeterli düzeyde olmasına rağmen PYD’nin ciddi bir saldırıya kalkışmaması, PYD’nin bazı operasyonlarında özgür iradesinin kısıtlı olduğunu göstermektedir. Bu durum, PYD ve PKK’nın kurduğu ilişkilerin PYD’yi sınırlandırdığı sonucunu doğurmaktadır.

PYD’nin zayıf uluslararası destek almasının en önemli nedenlerinden biri de PKK ile ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. PKK’nın IŞİD’e karşı harekete geçen uluslararası koalisyonun çoğu üyesince terörist örgüt olarak tanımlanması PYD’nin uluslararası destek bulmasını zorlaştırmıştır. 

Diğer taraftan PKK’nın temel mücadelesinin Türkiye karşısında olması, PKK çizgisinin Suriye’deki tüm olayları Türkiye temelli okumasını getirmiş ve Türkiye karşıtı bir kampanya yürütmüştür. Bu durum ise PYD’nin kuzeyindeki komşusundan destek bulmasını da zorlaştırmış onu ikmal sıkıntısına düşürmüştür.
PKK geleneğinin Türkiye’de başarılı olmasının sebeplerinden birisi de rakip oluşumlara karşı tahammülsüz tutumu olmuştur. 
Böylelikle Kürt hareketinin alternatifsiz temsilcisi haline gelmiş ve tüm gücü konsolide edebilmiştir. Suriye’de de bu politikayı sürdüren PYD rakip Kürt oluşumları ezerek bölgede hakimiyetini pekiştirmiş ve bölgede diğer Kürt gruplarının silahlanmasına engel olarak olan silahlara da el koymuştur. Bu durum,  IŞİD ile mücadele eden mücadeleyi yürüten PYD militanlarının oldukça az sayıda olmasına neden olmuştur. 

200.000 insanın bulunduğu bölgede sadece birkaç bin PYD militanın bulunması savaşabilecek en az 20.000 insan mobilize edebilecek bir nüfustan sadece bir kaç bin savaşçı devşirilmesi PYD’nin tekçi politikasının yeterli sayıda Kürdün PYD saflarına katılmasına engel olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan bölgede 100 civarındaki Kürt köyü bulunduğu dikkate alındığında; PYD’nin her bir köyden 10’ar kişiyi silahlandırması halinde bile IŞİD’in bölgeye nüfuzunu engelleyecek bir silahlı gücü kolaylıkla yaratabilmesi mümkünken böyle bir politika yerine dar bir PYD’li grubun silahlanmasında ısrar etmesi bozgunun ana nedenlerinden biri olmuştur. Diğer bir deyişle PYD’nin diğer Kürt gruplara karşı tutumu çekirdek bir güç olarak bölgeye hakim olmasını getirse de kitleselleşmesini engellemiştir. Böylelikle IŞİD kitleselleşememiş PYD’yi kolaylıkla bozguna uğratabilmiştir.
Diğer taraftan asimetrik savaş yürüttüğü Türk Silahlı Kuvvetleri karşısındaki PKK haberciliği ve propagandasının Suriye’deki savaşta da kullanılması PYD’nin inandırıcılığına darbe vurmuş ve zamanında duyarlılık oluşmasına engel olmuştur.  Düşman kayıplarını abartmaya ve kayıplarını gizlemeye dayalı bu habercilik ve propaganda anlayışı ve üslubunun IŞİD karşısında da sürdürülmesi PYD’nin inandırıcılığına ağır zarar vermiştir. Öte yandan IŞİD’in bozguna uğratıldığı çok ağır kayıplar verildiği anlamına gelecek haberlerle IŞİD karşısında üstün konumda olduğu algısı yaratarak kendisi için yapılacak yardım kampanyalarının zamanında başlamasını da geciktirmiştir.

Ayn al Arap savaşının PKK/PYD açısından en önemli sonucu inşa ettikleri yenilmezlik mitinin yıkılmasıdır. 

PKK/PYD görece denk güç olan IŞİD karşısında koalisyonun hava desteğine rağmen bozguna uğramış ve kent merkezinde dar bir alana sıkışıp kalmıştır.Bu durum PKK’nın diğer Kürt örgütleri karşısında psikolojik olarak güç kaybetmesini getirecektir. Bu durum nedeniyle diğer Kürt gruplara karşı tahammülsüz politikasında belli düzeyde esneme de gözlenebilecektir. Bununla birlikte diğer Kürt grupların silahlanmasına göz yumacağını beklemek hata olacaktır.
Ayn al Arap savaşının bir diğer sonucu da demografik dengelerdeki değişikliktir. PKK/PYD yürüttüğü politika ile bölgede Kürt nüfusu koruyamamış bölgenin Kürtsüzleşmesine neden olmuştur. Sivillerin savaş bölgesinden uzaklaştırılması politikası sivil Kürt nüfusun öldürülmesi ya da katledilmesi gibi olayları engellemiştir ancak savaş sebebiyle Kürt nüfus büyük ölçüde bölgeden göç etmiştir. 

Savaşı PYD’nin uzun vadede kazanması halinde bile Kürt nüfusunun tamamının bölgeye yeniden geri dönebileceğini beklemek hata olacaktır. Çatışmalar ve koalisyonun hava bombardımanı Kürt nüfusun dönebileceği kullanılabilir mesken oranını ciddi oranda düşürmektedir. Savaşın uzaması halinde Kürtlerin boşalttığı evlerin savaşın yerlerinden ettiği Arap aşiretleri tarafından aşama aşama 
doldurulacağı bir sürecin yaşanmasını da getirebilecektir.
Ayn al Arab’ın muhtemel kaybı bölgenin Kürt milliyetçiliği açısından stratejik önemi nedeniyle ciddi etkileri olacaktır. Muhayyel Kürdistan’ın (Ak)denize ulaşmasının en önemli atlama taşlarından biri bu bölgedeki Kürt nüfusudur. Bu bölgenin kaybedilmesi ve bu bölgedeki Kürt nüfusunun yerinden edilmesi, denize çıkışı imkânsızlaştıracaktır. Diğer taraftan Ayn al Arab’ın tamamen kaybedilmesi durumunda PKK/PYD çizgisinin Rojava’yı birleştirme ya da Araplara etnik temizlik uygulamayı içeren tüm kuzey Suriye’yi ele geçirme hayali büyük 
ölçüde ortadan kalkacaktır. Bu durumda PKK/PYD elinde tuttuğu Afrin-Kürt Dağı ve Cezire bölgelerini elinde tutmak için IŞİD karşısında ÖSO ve Şam yönetimi ile ABD önderliğindeki koalisyona daha fazla bağımlı hale gelecektir.

IŞİD karşıtı savaşın bir diğer sonucu da Kürt milliyetçiliğinde artan Batı ve ABD sempatisidir. Daha önce yerel unsurlarla iyi geçinme politikası içindeki Kürt oluşumları Batı ile daha sıkı ilişkiler kurmasına ve yerel ortaklara daha az bağımlı hale gelmeleri sonucunu doğuracaktır. Diğer taraftan bütün Kürt gruplarının IŞİD karşısında farklı zamanlarda yenilgiye uğramış olmaları Kürt grupları arasında birliğin gerekliliğinin Kürt milliyetçilerince daha fazla dillendirilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle orta vadede Kürt grupları arasında 
daha fazla işbirliği görmek olasıdır.

Onlarca kişinin öldüğü yüzlerce kişinin yaralandığı on binlerce bireysel ve kamu malının tahrip edildiği sokak olayların en önemli gerekçelerinden biri “AKP iktidarının IŞİD’e destek verdiği ” iddiası idi. Aylardır hükümetin IŞİD’e destek verdiğine ilişkin yazılı ve görsel medyada binlerce yorum ve haber yapılmış sosyal medyada ise belki milyonlarca bu yönde iddia paylaşılmıştı. 

Diğer taraftan bu dezenformasyon kampanyası karşısında genel olarak medyada ve özellikle hükümet destekçisi medya organlarında sessizlik ve kayıtsızlık 
hali gözlenmekteydi. Örneğin AKP hükümetinin IŞİD’e destek verdiği iddialarının iyice yaygınlaştığı yaygın sokak olaylarının çıkmasından önceki yaklaşık iki aylık 1 Ağustos-5 Eylül 2014 arasındaki 67 günlük dönemde, iddialarla ilgili Yeni Şafak gazetesinde sadece bir adet dolaylı cevap sayılabilecek IŞİD’in Tayyip Erdoğan’dan nefret ettiğine ilişkin yazı, Sabah gazetesinde ise bir yazarın bir kaç küçük itirazı söz konusu idi. 

Yine aynı dönemde Yeni Şafak gazetesi yazarları tarafından Ortadoğu’da “Kürt-Türk ittifakı”ndan bahseden onlarca yazının bulunmasına karşılık bu ittifakın dinamitlendiği anlamına gelen hükümetin IŞİD’in Kürtlere saldırısını yönettiği, hükümetin IŞİD’e destek verdiğine ilişkin ithamlara karşı cevap vermemeleri ciddi bir ironiydi. Özet olarak belirtmek gerekirse hükümet destekçisi onlarca 
basın ve yayın kuruluşu olmasına rağmen hükümetin IŞİD’i desteklediğine dönük kampanya karşısında bu kuruluşların hükümeti ciddi anlamda savunacak bir refleks kabiliyet ve kapasitede olmadığı ortaya çıkmıştır.

Son sokak olayları, hükümetin IŞİD’e destek verdiği iddiaları ile yazılı, görsel ve sosyal medyadaki kampanyanın yıkıcı sonucunu göstermektedir. Sosyal medya öncesi döneme göre kendini konumlandırmış devlet aygıtının vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamasının yolu, dezenformasyon kampanyalarına karşı hızlı ve sağlıklı enformasyon sağlayacak mekanizmalar geliştirilmesidir. 
Bu bağlamda Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Kamu Diplomasi Koordinatörlüğü, basın ve halkla ilişkiler müşavirlikleri gibi basın ve halkla ilişkiler konusunda görevli kurumların reorganizasyonu ve yapılandırması gereği ortaya çıkmıştır. Enformasyona dayalı güvenilir ve hızlı bir bilgilendirme sorunların çözümünde etkili yegâne yöntem olarak ortada durmaktadır.

Sonuç

IŞİD son Arappınar (Kobani-Ayn al Arap) saldırıları ile PYD/PKK’yı ağır bir bozguna uğratarak kent merkezi dışında tüm bölgeyi eline geçirmiştir. Ağır koalisyon bombardımanına rağmen IŞİD şehir içinden halen çıkarılamamıştır. Bu savaş PKK/PYD’nin askeri yeteneklerinin sınırlı olduğunu ve PKK geleneğinin PYD açısından askeri taktik, halkla ilişkiler ve propaganda yöntemi ve ittifak ilişkileri gibi ayak bağı olarak görülebilecek zayıflıklar getirdiğini göstermiştir. Savaş sonucunda Ayn al Arap bölgesi IŞİD tarafından büyük ölçüde ele geçirilmiş 
ve Kürt nüfusun büyük bir bölümü bölgeyi terk etmiştir. Kürt nüfusunun bölgeye tekrar dönememesi halinde tüm Kuzey Suriye’nin PKK/PYD tarafından ele geçirilmesi hayali ve muhayyel Kürdistan’ın (Ak)denize çıkışını imkansıza yakın hale gelecektir.

  Türkiye’de son yaşanan sokak olayları geleneksel ve sosyal medya organlarında yürütülen hükümet karşıtı kampanyalar karşısın da medyanın (özellikle hükümet destekçisi gruplar) ve basın ve halkla ilişkiler konusundaki devlet kuruluşlarının yetersiz olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. 

Sosyal medyaya karşı yasaklama ya da kısıtlama etkisiz ve çağdışı uygulamalar yerine bilgilendirici enformasyona dayalı bir politikanın uzun vadede Türkiye için tek çıkış olacağı görülmektedir.


KAYNAKLAR;


[1]Gambill Gary C., The Kurdish Reawakening in Syria 
http://www.meforum.org/meib/articles/0404_s1.htm retrieved   26 May 2014
[2]Kobanê, 
http://ku.wikipedia.org/wiki/Koban%C3%AA, erişim 15 Eylül 2013
[3]  نضال يوسف, "حسين أمين حسين"...يتحدث عن مدينة "عين العرب" في مئة عام.. 
http://www.esyria.sy/ealeppo/index.php?p=stories&category=directions&filename=200904091620011erişim 15 Ekim 2014
[4]Chaliand Gérard, A people without a country: the Kurds and Kurdistan, Interlink Books, 1993, s. 195
[5] ANF, The development and course of the battle for Kobanê,
http://en.firatajans.com/news/news/the-development-and-course-of-the-battle-for-kobane.htm#.U8EoAaUjFlE.twitter retrieved  15 July 2014
[6]Ayn al-Arab District, http://en.wikipedia.org/wiki/Ayn_al-Arab_District, erişim 15 Eylül 2013
[7]محمدعلو, ناحية "الشيوخ".. التاريخيزامن الحاضر,
http://www.esyria.sy/ealeppo/index.php?p=stories&category=places&filename=200910191215011, erişim 17 Eylül 2013
[8] Three Cantons Trilingual Model For Rojava Three Cantons Trilingual Model For Rojava , 
http://mednuce.com/en//haber/2321/three-cantons-trilingual-model-for-rojava.html, erişim  15 Ekim 2014
[9] Civiroglu Mutlu, YPG Spokesman: Al-Qaeda's Strength Exaggerated in World Media - See more at: 
http://rudaw.net/english/interview/10112013#sthash.G16shDPX.dpuf, erişim 14 Ekim 2014
[10] PYD Leader Warns of War with Arab Settlers in Kurdish Areas - See more at:
http://rudaw.net/english/middleeast/syria/24112013#sthash.khNtybcv.dpuferişim 14 Ekim 2014
[11] YPG launches operation against ISIS in Til Ebyed
http://www.hawarnews.com/english/index.php?option=com_content&view=article&id=951:ypg-launches-operation-against-isis-in-til-ebyed&catid=1:news&Itemid=2 erişim 14 Ekim 2014
[12] Bozbuga Rasim, Fight For Kobani, 
http://bozbuga.wordpress.com/2014/08/13/fight-for-kobani/erişim 14 Ekim 2014
[13] YPG: Nearly 700 Islamic Militants Killed in Kobane Fighting in July
http://rudaw.net/english/middleeast/syria/03082014 erişim 14 Ekim 2014
[14] 52 civilians killed by Kurdish group in Syria,
http://www.aa.com.tr/en/u/389402--52-civilians-killed-by-kurdish-group-in-syria erişim 14 Ekim 2014
[15] PYD Arap Aileleri Göç Ettirmeyi Sürdürüyor
http://www.21yyte.org/tr/fikir-tanki/4842/pyd-arap-aileleri-goc-ettirmeyi-surduruyor erişim 14 Ekim 2014
[16] Azadi Zana,  “Kırmızı ayakkabılılar” Şengal’de, 
http://www.kurdistan24.org/2014/08/kirmizi-ayakkabililarsengalde/#.VD4Thfl_t9k Erişim 14 Ekim 2014
[17] Daquqi  Zanyar, Tens of Arab Tribes help IS in Northern Iraq, 
http://basnews.com/en/News/Details/Tens-of-Arab-Tribes-help-IS-in-Northern-Iraq/29900


http://www.21yyte.org/ Sitesinden 06.09.2016 tarihinde yazdırılmıştır.,


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2014/11/12/7853/arappinar-kobani-ayn-al-arap-savasi-ve-turkiye

****