Tahir AKA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tahir AKA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2016 Çarşamba

“TÜRKİYE Savaşa İtiliyor”




“TÜRKİYE Savaşa İtiliyor”


Yeni Asya: 20 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN

TÜRKİYE'nin sıcak savaşa girmemesi için her kesimin elinden geleni yapması gerektiğini kaydeden TURHAN, "TÜRKİYE'nin bu günkü ısmarlama savaşta akıtılacak kanı yoktur, çıkan yoktur. Bazı kişiler kendi reklâmı için bütün ülkenin imkânlarım kullanamazlar" diye konuştu.
Körfez krizinin ekonomik yönünden ziyade ideolojik ve siyasi yönünün ehemmiyetli olduğunu söyleyen Talat TURHAN "Bugüne kadar Batı kendisine ideolojik düşman olarak komünizmi seçti. Şimdi bundan vazgeçildi. Yeni bir düşmana ihtiyaç var. Bu düşman da İslâm radikalizmidir" diye konuştu.
—Tahir AKA: Teslim olmaktan başka çare kalmıyor mu?
Talat TURHAN: Bu güç karşısında haklılığını nasıl ispat edebilirsiniz? Mümkün değil. Çok zor bir iş... Dolayısıyla bir kaynakta ABD'nin dünyayı nasıl kontrol ettiği belirtilirken, şehirdeki silahlı ve boş kalan evler bile tespit edilecek diye bir kayıt var… Ajanlar, ülke polisine dahi güvenmeyecekler. Ajanların aldığı bilgilerin ne yapacağını ABD karar verir. Ajanların verdiği bilgileri bir Kurmay Subay değerlendirir. Ajanlar bir ülkenin bütün iç işlerine karışmakla mükelleftir. Ajanlar ülkenin bütün özelliklerini bilmek sorundadır. Bu talimatlar ve ajanların faaliyetleri sıralanabilir. Netice itibariyle Bülent ECEVİT'in dediği doğrudur, endişesinde haklıdır. TÜRKİYE'nin en büyük muhtemel tehlikesi de, bazı mihrakların ülkemizi sıcak savaşın içinde görmek istemeleridir. Bu mihraklar aşırı bir çaba içinde gözüküyor. Bu çaba, TÜRKİYE için çok büyük bir tehlike. Asırlarca bu vebalin vs bu yükün altından kalkılamayacak bir ateşin içine TÜRKİYE itilmektedir. Bazı kişi ve bazı mihraklar tarafından bu baskı yapılmaktadır. Dolayısıyla demokrasinin henüz tam manasıyla oturmamış olmasından kaynaklanan bir davranış bulunmaktadır. Bunu önlemek belki zaman içerisinde mümkün olabilir. Fakat gidişin TÜRKİYE için çok tehlikeli olduğu bilinmelidir. Bu gidişin önlenmesi için herkes, her güç elinden ne geliyorsa çaba sarf etmelidir. Hem bugünkü ısmarlama savaşlarda TÜRKİYE'nin akıtılacak kanı yoktur. Menfaati yoktur, çıkarı yoktur. 

Şimdi bazı kişiler kendi reklâmı için bütün ülkenin İmkânlarını kullanamazlar ve kullanılmaması lazımdır. Şimdi bunun tarihte çok müşahhas bir misali var. Yaşar KUTLUAY diye bir zatın "Sevr ve TÜRKİYE” adlı kitabı var. O kitapta enteresan bir pasaj var. 1905 yılında bugünkü İSRAİL'in kurucusu Thedor HERZL İSTANBUL'a geliyor ve o zamanki Osmanlı Padişahı ABDÜLHAMİT'le bir görüşme yapıyor. ABDÜLHAMİT'le görüşmesi esnasında, padişahtan FİLİSTİN'in para karşılığı Yahudilere satılmasını teklif ediyor. Bütün bunlar Yaşar KUTLUAY'ın ifadesi. ABDÜLHAMİT bu teklifi kabul etmiyor. Vatan toprağı satılmaz di­yor. Benim anlatmak istediğim bu değil. Ben ikinci bölümü anlatacağım… 

Bu defa Thedor HERZL ikinci teklifini yapıyor, “bir yıl dünya basınında size destek verelim” diyor. Yani demek ki bir asır evvel, 88 yıl evvel Thedor HERZL, ABDÜLHAMİT'e bütün dünya ba­sınında bir yıl destek verecek kadar basına hakim. Şimdi aradan 85 yıl geçmiş dünya basını o mihrakların 10 misli daha kontrolüne girmiş vaziyette... Basın imparatorlarının menşelerine baktığımız vakit bu olgunun çok büyük ölçüde egemen olduğunu görüyoruz. 

Şimdi, biz eğer burada iktidarın üst kademesinde kişiler dünya basınından destek görüyorsa, bundan İftihar etmek yerine, kuşku duymak gerektiğine İnanıyorum. Oysaki bir tiyatro sahnesi gibi TÜRKİYE'de halkına çorap örüldüğü görülüyor ve buna seyirci kalınıyor. 

Meselenin bir başka boyutu daha var. Acaba milliyetçi, mukaddesatçı olduğunu iddia eden bir iktidar bir Haçlı seferi zihniyetine hizmet etmek gibi bir çaba içinde midir, değil midir? Buna da bakmak lazım. 

Yunan Dışişleri Bakanı SAMARAS'ın ilginç bir beyanatı var: Kriz sırasında Avrupalılar gemilerini ABD ile savaş uçaklarını, GİRİT Adasında gösterilen kulakları sayesinde Doğu Akdeniz'e gönderebilmişlerdir. Yunanistan bu şekilde Batı savunmasına önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca İslâmiyet politik güç olarak faaliyeti artırdıkça YUNANİSTAN'ın stratejik önemi de o kadar değer kazanmaktadır. 

Demek ki YUNANİSTAN İslamiyet’e karşı açılan bir cephede kendisinin yer aldığını İddia ediyor. Eğer bu anlayış diğer ülkeler İçin de yaygınsa hadise daha vahimdir. Herkes Körfez krizinin ekonomik yönünü görüyor. Hâlbuki Körfez krizinin İdeolojik yönü daha önemlidir. Bugüne kadar Batı kendisine İdeolojik düşman olarak Komünizmi seçmişti. Bundan vazgeçildi. Şimdi bir düşmana ihtiyaç var. Bu düşman benimde kanaatim bu istikamette İslâm radikalizmidir. İslâm radikalizmi neyi tehdit ediyor? Ortadoğu'daki petrol yataklarını tehdit ediyor. Evet, İslâm radikalizmi gerçekleşse, o zaman Ortadoğu'daki petrol yatakları Batı Emperyalistlerinin güdümünden çıkar. Zaten tehlikede burada görülüyor. Batı açısından esas tehlike buradadır. Bu tehlikenin büyüklüğü ölçüsünde de Batı'nın bu hadiseye eğilmesi de o çapta oluyor. Şimdi bu değerlendirmeler içerisinde TÜRKİYE, yani SAMARAS'ın dediği gibi “Haçlı Seferi zihniyeti” egemen ise, gündeme gelmişse. Haçlı seferi zihniyeti tekrar dirilmişse o zaman TÜRKİYE'nin Hıristiyanlarla birlikte Müslümanlara karşı bir tavır içinde bulunması milliyetçi ve muhafazakâr olduğunu iddia edenler açısından izahı güç olur.


—Tahir AKA: Efendim zaten bizim bugünkü gazetenin manşeti bu tavıra tepki olarak “Müslüman kanı dökeceğiz” şeklinde. (6 EYLÜL 1990) TBMM, hükümete Müslüman kanı dökmek İçin asker gönderme ve yabancı ülkelerin askerlerini kabul etme salâhiyetini verdi. TÜRKİYE, Müslümanlara karşı Hıristiyanların yanında yer alacak. Mehmetçik, IRAK'taki, MUSUL - KERKÜK'teki dindaşına, soydaşına kurşun sıkabilir mi?
Talat TURHAN: Demin dikkat çektim; TÜRKİYE gibi azgelişmiş ülkelerde iktidarın en mühim noktalarında bulunan kişiler, dıştan aldığı destekler sayesinde kendilerini çok güçlü hissedebilirler ama bu destek kalıcı değildir. Ama kumarcı yapıda olan kişiler kumar oynamaya devam ederler. Ama her kumarında, kumarcının da karşı karşıya geleceği risk vardır. Bu risk kişinin riski ise, kişi kumarını oynasın, o riski göze alsın. O risk millete aksedecekse, kimsenin buna hakkı yoktur.
—Tahir AKA: Yani devlet kumar mı oynu­yor?
Talat TURHAN: Evet, bu kumara, karşı çıkacak güçler bulunabilir diyorum. Bu her zaman olmuştur ve olabilir."
—Tahir AKA: Zaten Talat TURHAN ile yaptığımız sohbetten sonra 16 EYLÜL 1990 tarihli Panorama Dergisinin kapak karikatüründe Cihat HAZARDAĞLI, bir tavla masasının başında ABD Başkanı BUSH'un koluna giren Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL elinde İki tane zar atarken. İngiltere Başbakanı Margret THATCHER, Fransa Başbakanı MİTTERAND ve SSCB Lideri GORBAÇOV'un "şeş mi, yok beş mi" çıkacağını merakla baktığını bir kompozisyon olarak çok güzel İfade ediyordu.

Ayrıca Talat TURHAN'ın anlattığı, ajan şebekelerinin işleri tam manasıyla esrarengiz. Esrarengiz olduğu kadarda karmaşık Tezatlar ve ikili, üçlü, beşli münasebetler yumağı. Masum insanların bu ağdan kurtulmaları hemen hemen imkânsız. Sahte operasyonlar, kışkırtıcı ajanlar ve provokasyonlar. Örgütler ve örgüt İçindeki ajanlar. Sahte belgeler, sahte İtiraflar ve suçu kabullenme. Demokrasi, insan haklan, savunma hakkı, hak, hukuk hepsi hak getirse! Bu birinci, ikinci, üçüncü sınıf, gelişmiş, az gelişmiş veyahut ta gelişmekte olan ülkelerde olduğu gi­bi, demokrasinin beşiği, insan Haklan kahramanları, aynı mekanizma işliyor. Hakim güçler herkesi, her şeyi kontrolleri altında tutuyor. Bu kontrol neferden, sade vatandaştan başlıyor devletin tepesinde oturana kadar devam ediyor. Devletin başındaki ajan olabiliyor veyahut ta ajan gibi kullanılabiliyor. CIA, KGB, MOSSAD ve diğer birçok İstihbarat örgütleri ortak içli dışlı çalışıyor, ortak iş yapıyorlar, operasyon tertipliyor, lider çıkarıyor, lider indiriyor. Darbe yapıyor, darbe yaptırıyor, iktidara getiriyor, iktidardan indiriyor. Bu mekanizma insafsız bir şekilde işliyor ve işlettiriyor. Yine bu mekanizma iktidarların değişmesiyle değişmiyor, iktidarların değişmesi bu süper güç sahipleri için fark etmiyor. Zira onlar her zaman iktidardalar ve hakim güç konumundalar. Devlet içinde devlet, devlet üstünde devlet.




“ CIA Basını Kullanıyor ”


 “CIA Basını Kullanıyor”






Yeni Asya: 21 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN

Talat TURHAN: TÜRKİYE, Batının Körfezdeki jandarması yapılmak isteniyor.
—Komünizme karşı TÜRKİYE'nin Hıristiyan dünyanın yanına çekildiğini kaydeden emekli kurmay Yarbay Talat TURHAN, Batının kendi menfaatleri istikametinde TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını sağladığını söyledi.
—TURHAN Ortadoğu’da şeytan üçgeni nedir? ANKARA-TAHRAN-İSRAİL idi. Şu anda “Şeytan Üçgeni” nedir? TÜRKİYE-MISIR-SUUDİ ARABİSTAN. Şimdi en belirgin “şeytan üçgeni” budur. Bu üçgenin ucundaki kişiler kime hizmet edecektir. Amerikan emperyalizmine" dedi.  
Thedor HERZL’in fikir babalı­ğını yaptığı İSRAİL, ABDÜLHAMİT zamanındaki gücüne güç kattı. TÜRKİYE ise güç kaybetti. Çeşitli beynelmilel oyun ve tezgâhlara getirildi. Daha 1905'lerde dünya basınının beynini kontrolü altına alan Siyonistler, bugün çok daha güçlüler. Her birisi bir basın imparatoru. Bunların gözü sıcak denizlerde, Akdeniz'de, TÜRKİYE'de. Bu imparatorlar TÜRKİYE'ye geliyorlar, ÇANKAYA'ya çıkıyorlar, basın sektörüne el atıyorlar, TRT ile anlaşıyorlar. Türk kamuoyu sessiz ve tepkisiz bütün bu gelişmeleri seyrediyor. Acaba bu sessizlik neden? Sesini çıkarmak isteyenlere bir şeyler mi oluyor? Beynelmilel haber ağının kontrolünü ellerinde tutan bu güçler, elbette ki Türk kamuoyunu milletin sesi istikametinde yönlendirmek için fırsat tanımayacaktır. Bunun için basın yayın organlarının kontrol altında tutulması lazımdır.

11 EYLÜL 1990 SALI akşamı televizyonu açtığımda 2. programda CNN Dünya Raporu programında basınla İlgili görüşler serdediliyordu. Kendisi Büyükelçi olan bir CIA uzmanı (ismini alamadım), çalışma şartlarını anlatırken, kendileri için basının çok çok ehemmiyetli olduğunu söylüyordu. Kontrolü altındaki ülkede bulunan yerli ve yabancı basın ajanslarına yerleştirdiği ajan gazeteciler vasıtasıyla her türlü bilgiyi toplayabildiğini açıkça itiraf ediyordu. İtiraf da sayılmaz; çalışma sistemini dile getiriyordu. Gazeteci adamlarının hedefteki ülke ile ilgili en gizli bilgileri alabildiğini, giremedikleri yerin olmadığını söy­lüyor ve "Gazeteci Ayağına" çok rahat çalıştığını, elçilikten daha iyi çalıştığını kaydediyordu. 

Bu çark TÜRKİYE'de de farklı şekilde işlemiyor. Basın sermayenin ve belli güçlerin kontrolü altında tutuluyor. 

İfade vermek için Emniyete haftalık ziyaretlerde bulunan Doç. Yalçın KÜÇÜK bu meseleyle ilgili olarak; basının kilit noktalarının MİT’in kontrolünde olduğunu söylüyordu. Aynı meseleyi tenkit eden Ahmet Altan ise, Bâb-ı Âlide­ki istihbaratçıların açıklanması halinde Bâb-ı Ali'nin bezelye tarlasına döneceğini kaydediyordu... Her ne ise... 

Talat TURHAN İle yaptığımız sohbet koyulaştıkça, içtiğim demli çayın sayısını unutmuştum. Masada hazır bekleyen termostaki çayı sıfırlarken, arada sırada bademleri yerken meseleler peş peşe açılıyor, adeta problem çözülüyordu. Bu arada saatlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyordum. Talat TURHAN ile esas 12 EYLÜL'ü görüşecektik. Ama aktüel meselelerden 12 EYLÜL’e henüz gelememiştim. 

Bazı sorularıma cevap geldiği İçin, sohbetin akışı içinde soruları yöneltiyordum:

—Tahir AKA: TÜRKİYE Körfez krizinde aktif bir rol oynadı. Batı TÜRKİYE'nin krizde oynadığı rolü çok beğendi. Bunun sebebi nedir? Körfez krizinin perde arkasını değerlendirir misiniz? TÜRKİYE sıcak harbe girebilir mi? Girse ne olur?
Talat TURHAN: Bundan 20–30 yıl evvel, propaganda kitapları dağıtırlardı. Taa NORVEÇ'ten bir zincir başlatırlardı. İNGİLTERE'den NORVEÇ ve TÜRKİYE'ye kadar birleştirilen bir zincir meydana getirilirdi. Bu zincirin kuzeyinde kalan komünistler, bu zincirin halkaları olan devletler, komünizme karşı bir duvar teşkil ediyorlardı. Şimdi bu yeterli değil. Bu düzeni kuran stratejiler, mevcut durumu yeterli bulmuyorlar. Bundan sonra bir Bağdat Paktı kurdurdular. Kimler kurdu; TÜRKİYE, İRAN, IRAK, PAKİSTAN. Şimdi bugün “ Yeşil kuşak ” tabir edilen fikrin başlangıcı, yani İslamcılığı komünizmin karşısına geçirmek çok geçerli bir şey. Hıristiyanlığı da komünizmin karşısına getirebilirsiniz. “TÜRKİYE mademki ideolojide komünizmi reddediyor. Dolayısıyla din sahibi olan milletler buna karşı gelmelidir!” diyerek onu ittifakınıza çok kolay alabilirsiniz ve aldılar da. Veyahut ta almaya çalıştılar. Son Uzak Doğuya kadar giden bir pakt kurdular. Dünya koruyuculuğunu bu sayede elde ettiler. Şimdi burada TÜRKİYE'nin konumu şu bakımdan ehemmiyetli: TÜRKİYE'de iki halka var. Yani bir FRANSA'nın tek halkası var: Bir tarafta İNGİLTERE'ye bağlı halka, bir tarafta ALMANYA'ya bağlı. TÜRKİYE bir taraftan YUNANİSTAN'a bağlı, YUNANİSTAN'la olan bağın zayıf olduğunu şimdi görüyoruz. Bir tarafın­dan IRAK'a bağlı. Dernek ki TÜRKİYE, NATO içinde dahi Ortadoğu'da rol almak, kullanılmak için tasarlan­mış bir ülke. Bunun için suni hatlar içerisinde küçülüyor simetri.
—Tahir AKA: Batı, TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını İstemiyor mu?
Talat TURHAN: Batı, TÜRKİYE'nin Ortadoğu'da rol almasını istiyor. Ama kendi maksadına hizmet etmek doğrultusunda yer almasını istiyor. Batı'nın zaten Ortadoğu'da kolu var. “Büyük şeytan” doğruysa, “küçük şeytan” mutlaka var. “Küçük şeytan”ın dışında bir de casus devleti var. Kendi casusunu orada bir Arap devletine koymuş. İSRAİL o'na göre çok daha namuslu, o küçük devletler orayı yönetiyor. Yahudi sermayesi dünyaya egemen olduğu için, ABD'de egemen. İSRAİL, Amerika içinde de egemen. Ama Kral HÜSEYİN casus devletin lideri, hain bir devlet. O hain devletin dışında da böyle kendi taraftarı isteyen bunların içinde TÜRKİYE iki halkadan meydana geliyor. Bu rol TÜRKİYE'ye verilmiş. 

TÜRKİYE bu rolü 50 yıldır oynuyor. Bu halkalar zaman zaman kopmuş. Benim kitabıma aldığım “ Ortadoğu'daki şeytan üçgenleri ” diye bir yapı var. O zaman “Şeytan Üçgeni” nedir? TÜRKİYE-MISIR-SUUDİ ARABİSTAN. En belirgin “Şeytan Üçgeni” simdi budur. Bu üçgenin ucundaki kişiler kime hizmet edecektir? Amerikan Emperya­lizmine. Bir yandan İRAN'daki rejim yıkıldı, bir yandan PAKİSTAN'daki rejim yıkıldı. Her yıkılışta yeni formüller aranıyor. Yeni “Şeytan Üçgenleri” teşkil edildi. Nedir mesele? Sözde Doğu'nun menfaatini korumak! Bugü­ne kadar. Sosyalist Blok veyahut ta Sovyet RUSYA, Doğu Bloku liderliğinden vazgeçinceye kadar, bütün hayal oyunlarında Sovyetlerin TÜRKİYE üzerinden veya İRAN üzerinde Basra Körfezine ineceği varsayımı ana başlığı oluşturur. Bütün NATO plânlamalarında bu ana başlık, Sovyetlerin BASRA'ya inmesi idi. Şimdi bu olay yok. Şimdi Müslümanlar İçerisindeki, Arap ülkeler İçerisindeki kaynaşmada böyle emrivakiler oluyor. Bu emrivakileri, sonunu almak, orada kalmak ve bu emrivakiyi Batı kendi çıkarı İstikametinde kullanmak için, bütün gücüyle olayın üzerine yüklenmektedir. 

Şimdi TÜRKİYE bu oluşumun içerisinde her zaman rol ve­rilmek istendi. Hatta Çevik Kuvvet hikâyesi geçti. Bu hikâye çok uzun yıllardan bert TÜRKİYE üzerinde olaya yönelik ya kendisinin direkt bir müdahalesi yahut ta endirekt bir müdahalesi için iş kolaylıkları, bölge kolaylıkları artı depo kolaylıkları sağlanmak için sayısız girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerden ne sonuç alındı, nereye kadar varıldı, bu devlet sırrı olduğu için biz şimdi belki bilemiyoruz. 

Ama bundan 10–15 yıl önce Doğu Anadolu'da çok büyük meydanlar yapılması projesi Batı'nın Körfez'deki jandarması olması içindir.





..