3 Aralık 2015 Perşembe

27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR, Yassı ada duruşmaları ve Yazılamayanlar 1

27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR,   
Yassı ada duruşmaları ve Yazılamayanlar 1



Başarısız bir darbecinin trajik hikayesi : Talat Aydemir olayı


Türkiye’nin son 50 yıllık tarihini anlatmaya kalktığımızda dönüm noktaları olarak ister istemez darbe tarihlerinin üzerinde durmak zorunda kalırız. Bugün hala varlığını sürdüren rejimin temel kurumları ve kurumlar arasındaki ilişiklerin formu darbe dönemlerinde şekillenmiştir. 

27 Mayıs 1960 askeri darbesi hep Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamları ile anılır. Oysa darbe döneminin artık pek anımsanmayan iki önemli idam cezası daha vardır. 

1962 ve 63’te iki defa darbeyle hükümeti devirmeye çalışan Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan’ın idamı. (radikal)

Bundan 45 sene önce 31 Ekim 1963'te Askeri Yargıtay, Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer'in idamına ilişkin kararı onadı. Meclis Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'ın cezalarını onaylarken diğer iki idam hükümlüsünün cezasını müebbede çevirdi. 

Gürcan 27 Haziran 1964'de Aydemir ise 5 Temmuz 1964'de idam edildi. 
Bu idam orduda, hiyerarşi dışı, alt kademelerinin inisiyatifiyle gerçekleşen 27 mayıs darbesinin yarattığı hizipleşmeyi bir hizaya sokarken, daha sonraki darbelerin de ast üst ilişkisi içinde gerçekleşmesinin önünü açtı. 

Milli Güvenlik Kurulu’nun kalıcılaşmasının en büyük nedenlerinden birisi de kuşkusuz bu albaylar cuntası girişiminin yarattığı travmadır.

SONUN BAŞLANGICI 

Aydemir için idama giden yol ne tuhaftır ki yıllardır gerçekleşmesi için ordu içindeki komitacı örgütlenmeler içinde yer aldığı darbeyi kaçırmasıyla başlamıştır. O sıra Güney Kore’de olduğu için 38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi içinde yer alamamıştır. Bu hem onun kendisini hep biraz dışlanmış hissetmesine neden olmuş hem de daha sonraki süreçte darbenin esas öznesi alt kademe subayların tasfiyesiyle yeni bir odak olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Aziz Vatandaşlar; 

Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır… 

27 Mayıs 1960 sabahı Albay Alparslan Türkeş’in radyodan okuduğu darbe bildirisi bu sözlerle başlar. ‘Son müessif hadiselerle’ Cumhuriyet’in kurucularından İsmet İnönü’ye yönelik Ege ve Kayseri’de yapılan saldırılarla, DP’nin muhalefete yönelik tahkikat komisyonunun öğretim üyelerine yönelik cezalandırmaları sonucu başlayarak ölüme ve üniversitelerin kapatılmasına giden öğrenci eylemler kast edilmektedir. 

Bir de tabiî ki Harbiyelilerin 21 Mayıs’ta yaptığı meşhur sessiz yürüyüş vardır.

Ardından demokrasiye geçişe yönelik girişimler hız kazandı. 6 Ocak 1961’de Kurucu Meclis toplandı. Bu Meclis’in görevi öğretim üyelerinin hazırladığı Anayasa Taslağının meşruluğunu sağlamaktı. 61 Anayasa’sı bugüne kadar gelen kurumlarıyla Türkiye’deki güçler dengesini yeniden kuran metindir. 

Anayasa mahkemesi, Milli Güvenlik kurumu, üniversitelerin özerkliği, ifade özgürlüğünün genişlemesi, sendika hakkı bu dönemin ürünüdür. Ayrıca sonradan kaldırılan senato ve seçimlerde nisbi temsil sistemi de getirilmişti. 
13 Ocak’ta siyasal yasaklar kaldırıldı. 9 Temmuz 1961’de Anayasa oylandı ve yüzde 61.7 ile kabul edildi. 15 Ekim 1961’de seçimler gerçekleşti. Seçim sonuçları TSK için tam bir hayal kırıklığıydı. 

Bu tarihlerde hızla demokrasiye geçilirken aynı zamanda devrilen DP iktidarının yargılama süreci gerçekleşti. Sanıklar aleyhine üç ceza, dokuz yolsuzluk ve yedi anayasayı ihlal davası açıldı. 123 kişi beraat etti. 

31 kişi ömür boyu hapse mahkum edildi. 418 hafif ceza, 15 idam cezası verildi.

Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildi. Birçok kişiye göre demokrasiye geçiş kararını alan Generallerin tasfiye ettikleri orta kademe subayların ordu içinde örgütlediği baskıya karşı verilmiş ödündür bu idamlar.

Seçimler ordu içindeki rahatsızlığı tam anlamıyla ayyuka çıkaracak bir şekilde sonuçlandı. İnönü yüzde 36.7, Adalet Partisi yüzde 34.7,DP geleneğinden gelen Yeni Türkiye Partisi yüzde 13.4, sonradan başına Alparslan Türkeş’in geçeceği CMKP ise yüzde 13.4 oy aldı.

İsmet İnönü rahatsızlığı fark etmişti: “Ortada bir yandan ikinci bir ihtilal olacağı rüzgarı, bir yandan da 27 Mayıs’ın intikamı alınmaya çalışılıyor havası estirilmeye çalışılıyor…” 

9 Şubat’ta İstanbul Balmumcu’da, başkanlığını Korgeneral Refik Tulga’nın yaptığı ve 59 subayın katıldığı toplantıda, 28 Şubat’ı geçmeyecek şekilde, hiyerarşik düzen içinde askeri bir müdahale yapılması kararı alındı. 

Fakat bu süre içinde İnönü ve Subay müdahaleyi engellemek için ciddi bir çalışma yaptılar ve toplantıya katılanlardan bir kısmını pasifize ettiler.

Talat Aydemir darbeyi şu gerekçelere dayandırıyordu:

1- 27 Mayıs ihtilalinin hedefine ulaşmamış olması, 

2- 27 Mayıs 1960’tan önceki durumda olduğu gibi halkın 2 gruba ayrılmış olması ve “Milli Birlik” ruhunun yaratılamamış olması, 

3- Parlamento içinde bir kısım siyasilerin maksatlı tutumları ile silahlı kuvvetlerin halk ile karşı karşıya getirilmiş olması, 

4-Seçim sonrası, siyasi ortamda istikrarlı ve dinamik bir hükümet kurulmayışı yüzünden ülkenin asıl temel davası olan reformların ele alınmayışı,

Yine de Talat Aydemir’in ilk darbe girişiminin onun iradesi ile başladığı söylenemez. 20-21 Şubat’ta Talat Aydemir ve arkadaşlarının harekete geçeceği söylentisi Ankara’da yayılınca onu destekleyen birlikler kendiliğinden harekete geçti Ertesi gün Aydemir durumun farkına varıp alarmı kaldırttı. 

Fakat Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, gece bunu affetmeyi taylın kararı aldı. Aydemir buna karşı çıkıp Sunay’a üç maddelik bir muhtıra verdi. Muhtıra kabul edilmeyince de darbe başlamış oldu. 

Aydemir tayin haberini alınca, subay taburuna çıkmış ve yeni mezun olmuş 600 Asteğmen’e hitaben konuşma yaparak saat 15.00’te Harb Okulu’nu alarma geçirmişti. Binanın alt katında bulunan cephane açılmış ve mermi dağıtımı başlamıştı. Zaten Hava Kuvvetleri’ne 19 Şubat’ta alarm verilmişti. Aydemir yanlısı 229. Piyade Alayı alarma katılmamış, yeni komutan duruma hâkim olmuştu.

> Hükümet tarafından, Çubuk’tan 230. Piyade Alayı, Polatlı’dan Topçu Birlikleri getirilmişti ama bunların komutanları Harb Okulu’na giderek Talat Aydemir’in emrine girdiklerini bildirmişlerdi. Aydemir bu duruma güvenerek Cumhurbaşkanı’ndan şu şartların gerçekleştirilmesini istemişti: 

1- Kendisi ile birlikte emekliye sevk edilen arkadaşlarının yerlerine dönmesi, 

2- 200 milletvekilinin milletvekilliği düşürülecek, eğer olamazsa Meclis’in feshi, 

3- Anayasanın bazı maddelerinin düzeltilmesi, 

İSMET İNÖNÜ: KELLE ALMASINI DA BİLECEKSİN 

Olayları izleyen Başbakan, Bakanlar, Parti liderleri, Genelkurmay Başkanı Çankaya’da toplantı halindeydi. Bu arada Fethi Gürcan, Talat Aydemir’i arayarak köşktekileri enterne etmeye hazır olduğunu söylemiş; Aydemir ise, hepsinin serbest bırakılmasını emrederek; “Bırak gitsinler” demiştir. 

Talat aydemir' in serbest bırakma emrinin peşi sıra inönü aynı zamanda arabulucu olan damadına tarihi cümlesini söyler "kelleni ortaya koyduysan kelle almasını da bileceksin şu andan itibaren biz kazandık!"

Akabinde orduda fazla bir taraftar bulamayan darbe girişimi çözülür. Sabaha karşı okula dönme emri alan Harb Okulu öğrencilerine Genelkurmay’dan verilen emir üzerine, yarıyıl tatilinin de yaklaşması nedeniyle 20 günlük tatil verilmişti. Aynı gün akşam saatlerinde Talat Aydemir, Harb Okulu Alay Komutanı Kurmay Albay Turgut Alpagut, Genelkurmay Harekât Dairesi’nden Kurmay Albay Dündar Seyhan ve Kurmay Albay Emin Arat gözaltına alınmıştır. 

22 Şubat darbe girişimine katılanlar kan dökülmediği için bir ceza almadılar fakat Aydemir ve üç albay ile 69 subay ve 4 astsubayın orduyla ilişiği kesildi

‘HARBİYELİ ALDANMAZ’ 

Başbakan İsmet İnönü’nün, Talat Aydemir’in serbest bırakıldığı 26 Şubat 1962 günü, 22 Şubat Olaylarını değerlendirdiği konuşmasında Harb Okulu öğrencilerinin aldatıldığını belirtmesi sonucunda yeni olaylar çıkmış ve bazı öğrenciler üzerinde ‘‘Harbiyeli Aldanmaz’’ sözleri yazılı bir çelengi Taksim’deki Atatürk Anıtı’na koymuşlardı. Bu sözler, daha sonra 21 Mayıs’ın parolası olarak kullanılmıştır. 

Türkiye bir darbe girişimini atlatmış olmasına rağmen ordunun vesayeti altındaki Meclis’te siyasi istikrar bir türlü sağlanamadı. 24 Haziran 1962’de CHP- CKMP -YTP Koalisyon Hükümeti kuruldu. DP’lilerin genel af ısrarı devam ettiği gibi Menderes’in idam yıldönümü olan 17 Eylül 1962 protesto gösterilerine sahne oldu. B olayın ardından kendisine ‘Milli Devrim Ordusu’ ve ‘Kuvayi Milliye’ ismi takan gruplar İstanbul ve Ankara’da ‘gericilere’ yönelik ağır tehditler içeren bildiriler dağıttılar.

Ardından Celal Bayar’ın 23 Şubat’ta şartlı salıverme olayı gerçekleşti ve bir törene dönüştü. Fakat tepki o kadar sert oldu ki Bayar tekrar gözaltına alındı. 

İşte tam bu dönem aralarında Alparslan Türkeş’in de bulunduğu ‘14’ler Türkiye’ye dönmeye başladı. Bu geri dönüş ve yükselen Kemalist tepki mutlaka Aydemir’in yeniden harekete geçmesini sağlayan önemli motivasyon kaynakları idi.

‘HASTANIZ İYİDİR MERAK ETMEYİN’ 

22 Şubatçıların oluşturduğu Türk Silahlı Kuvvetler Birliği’nin fikir karargâhı, 1963 yılının Mart ayında düzenlediği toplantıda kuvvetleri gözden geçirmişti. Fethi Gürcan’ın bizzat yönlendirdiği Tank Okulu’ndaki Tank ve Süvari subaylarının kursu, Nisan’ın ilk haftalarında biteceği endişesi ile 20 Mart- 20 Nisan tarihleri arasında bir gün ihtilal yapılması uygun görülmüştü 66. Bu ihtilal hareketi, 20 Mart günü Emniyet tarafından öğrenilince bir süre durduruldu. Fethi Gürcan, Cevat Kırca ile Ankara’da ki harekâtın başladığını telefonla bildirmek üzere aralarında “Hastanız İyidir, Merak Etmeyin” parolasını belirlemişlerdi.

İHBARCI ALPARSLAN TÜRKEŞ 

22 Şubatçıların ihtilal yapacağını yurda döndükten sonra Aydemir ile anlaşamayan 14’lerin lideri Alparslan Türkeş, emekli Binbaşı İzzet Köz’den öğrendikten sonra İsmet İnönü’ye haber verdi. İsmet İnönü’nün Türkeş’in ihbarına karşılık “Olmaz öyle şey!” demesinden üç buçuk saat sonra 23.30’da ihtilal fiilen başlamıştır.

22 Şubatçılar Harb Okulu’na girerek alarm vermişlerdi. Turgut Alpagut, Alay Komutanlığı görevini aldıktan sonra okuldaki nöbetçi subay heyetini tutuklatıp başlarına öğrencilerden bir grup nöbetçi dikerek Harb Okulu’na hâkim olmuşlardı. 

Radyo ihtilalciler tarafından ele geçirilip anonsa başlayınca hükümet durumun ciddiliğini anlamış ve tedbirler almaya başlamıştı. Sabaha karşı Genelkurmay Başkanı’nın ültimatomu yayımlandı. Bu ültimatomdan sonra, ihtilalcilerin karargâhı olan Harb Okulu iyice karıştı. Harb Okulu, hükümet kuvvetleri tarafından sarılmıştı.

Saat 05.30’da Mürted Üssü’nden kalkan iki jet uçağına, ihtilalcilerin mevzilerine ateş açma emri verilmiş ve jetler, Harb Okulu’nun yollarına ateş açmışlardı. Bu sırada Harb Okulu’na doğru ilerleyen Muhafız Alayı’nın ileri hattaki birlikleri jetlerin yaylım ateşi açması sonucu dağılmışlardı. Birliğin başında bulunan Binbaşı Cafer Atilla ile iki er şehit olmuşlardı. İhtilalciler de artık her şeyin bittiğine inanmışlardı. 
Olay sonunda Talat Aydemir, Mustafa Pakoba’nın Küçükesat’taki evine gitmiş; ihtilalin öncülerinden Fethi Gürcan da Batı Almanya Elçiliği’ne sığınmıştı. Gürcan ve Karazeybek elçilik mensuplarından “Siyasi mülteci” olarak kabul edilmelerini istemişlerdi. Fakat bu talepleri reddedilmişti. Talat Aydemir ve diğer sanıklar tutuklanarak Mamak Muharebe Okulu’na götürülmüş ve Mamak’taki taş binanın koğuşlarına yerleştirilmişlerdi.

21 Mayıs olaylarında 8 kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmıştı. Talat Aydemir’in çantasında yakalanan 44/A Sayılı belgede de; reformları gerçekleştirmek için, biri geçici olmak üzere A ve B diye 2 plan hazırlanmıştı. 

A planı geçicidir. Asker ve sivillerden oluşan 26 kişilik bir konsey kurulacaktı. 6 tabii üyesi olan teşrii vazife yapacak bir güvenlik kurulu oluşacak ve 18 kişiden oluşan icra organı görevini yapacak Bakanlar Kurulu’nu seçecektir. 

Bu plan gerekli reformları yaptıktan sonra dar bölge sistemi ile seçim yapılarak daimi olan B planına geçilecekti. 

Darbe girişimine katılan Bahtiyar Yalta, 20- 21 Mayıs 1963 başarılı olsaydı neler yapacaklarını şöyle anlatmıştı: “20- 21 Mayıs başarılı olsaydı tüm partiler kapatılacaktı yani radikal olunacaktı. 

1- Bütün nüfus kayıtlarını yakacaktık. Adli sicil kayıtlarını, şahsa ait olanlar hariç, devlet ve mahkeme ile ilgili her şey yakılacaktı. Yarın gidin yeni nüfus kâğıdı alın. Sistem sizi suçlu 
yaptı. Bundan sonra kirletmeyin, bundan sonra af yok. 

2- Bölge kalkınmacılığına gidecektik. Üç dört ili birleştirecektik. Başına vali yanına da planlama kurulu oluşturulacaktı. Planlama kurulu 15- 20 kişiden oluşturulacak içinde öğretmen, filozof, pedegog, din adamı, mühendis, maliyeci bulunacaktı.” 
Harekâtın bastırılmasından sonra toplanan Milli Güvenlik Kurulu ile Bakanlar Kurulu, Ankara, İstanbul ve İzmir’ de bir ay süreli “Sıkıyönetim” ilan etmişti 
Ankara Sıkı Yönetim Komutanlığı, sanıklar için üç ayrı mahkeme kurmuştu. 1 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi ihtilalin asıl sanıklarını, 2 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi Harb Okulu öğrencilerini, 3 Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi ise, ihtilalden sonra ihtilalciler lehine teşebbüste bulunanları yargılayacaktı.

İdam cezası alan ihtilalcilerin avukatları, TBMM Dilekçe Karma Komisyonu’na başvurarak ölüm cezalarının müebbet hapse çevrilmesi için özel af isteğinde bulunmuşlar ancak reddedilmişti. 

ECEVİT İDAM EDİLSİN DİYOR...

Fethi Gürcan’ın oğlu anlatıyor: “Babam ve Aydemir’in idam kararı Meclis’e geldiğinde ise, büyük bir baskı uygulanıyor ve çok az bir farkla “İdam edilsin" kararı çıkıyor. Bülent Ecevit... Çok ilginç bir isim, değil mi? Herkes zanneder ki, şair ruhlu, idamlara karşı, ama değil... Bülent Ecevit, idam için oy kullanıyor.”

Karar verildikten sonra Mamak Askeri Cezaevinde, 26 Haziran 1964’te sabaha karşı 03.30’da Fethi Gürcan’ın 5 Temmuz günü ise Talat Aydemir’in idam hükmü infaz edilmiştir. 


* 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi

27 Mayıs darbesi, 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin (DP) Türkiye'yi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir grup subayın 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine tamamıyla el koyması sonucu gerçekleşen darbedir.

1950'den itibaren seçimleri düzenli olarak kazanan DP, 10 yıl boyunca iktidarda kaldı. Bu süreçte, erken seçim ve yoğun muhalefete rağmen, Adnan Menderes'in başbakanlığında kurulan son hükümet; 27 Mayıs 1960'ta ordunun yönetime el koymasıyla devrildi.

1961'de, Yassıada'da kurulan askeri mahkemede yargılanan Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildi. Menderes'in yönetimindeki DP'nin iktidarı sırasında 1955'te gerçekleşen, 6-7 Eylül olayları da yaşandı. 

27 Mayıs sabahı gerçekleşen darbenin kısa kronolojisi:

1 Mayıs'taki sokağa çıkma yasağı nedeniyle evlerinde kalan İstanbullara rağmen, dışarıda iki protesto gösterisi düzenlendi. Başbakan Menderes, radyodan bir açıklama yaparak "Memleketimiz ne bir ihtilal karşısındadır, ne de ihtilalin sözde haklı sebepleri bu ülkede mevcuttur" dedi. Bunalımın aşılması için cumhurbaşkanının istifasını isteyen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel'e iki ay zorunlu izin verildi ve izin sonunda emekliye ayrılacağı bildirildi.

5 Mayıs'ta Ankara Kızılay Meydanı'nda üniversite gençliği büyük bir protesto gösterisi düzenledi. Göstericilere hitap etmek isteyen Menderes itilip kakıldı.

6 Mayıs'ta İsmet İnönü NATO ülkeleri gazetecileriyle bir basın toplantısı düzenledi ve serbest seçimle iktidarın değişmesini istedi. Bu sırada gezilerine devam eden Adnan Menderes 15 Mayıs'ta İzmir'de, 17 Mayıs'ta Manisa'da konuştu.

21 Mayıs'ta Harp Okulu öğrencileri sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bunun üzerine, Menderes, Yunanistan gezisini iptal etti.

22 Mayıs'ta Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı haberleşmeye sansür koydu. Gece 20:00'den sabah 05:00'e kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

24 Mayıs günü muhalefet meclisi terk etti ve mecliste konuşmalar yasaklandı.

Ülkenin içinde bulunduğu durumu açıklamak için yurt genelinde gezilere çıkan Menderes, 25 Mayıs'ta Eskişehir'de bir açıklama yaptı. Tahkikat Komisyonu'nun üç ay sürecek çalışmasını kısa sürede bitireceğini belirtti. Tahkikat Komisyonu, Nisan 1960'da oluşturuldu ve mecliste İsmet İnönü'nün kuvvetli tepkisiyle karşılaştı.

Komisyon üyeleri, askeri adli amirler ile sorgu ve sulh hakimlerine verilen yetkilerin tamamına sahip olarak, soruşturmanın yürütülmesi için her türlü yayını yasaklama hakkına sahipti. Soruşturmaya itiraz edenlerin hapis cezasıyla cezalandırılmasını öngören komisyon, Menderes'in çalışmalarını erken bitireceğini açıkladığı komisyon. (Aynı komisyon üyeleri, darbe sonrası Bakanlar kurulu üyeleriyle birlikte Harp Okulu'na götürüldü. Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun da gözetim alındı.)

27 Mayıs günü Menderes Kütahya yolunda tutuklandı ve Ankara'ya getirildi.

Ordu Yönetime El Koydu

27 Mayıs saat 04:36'da Ankara Radyosu'ndan Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından yapılan bir anonsla ordunun yönetime el koyduğu bildirildi. Başlangıçta kısa bir süre belirsizlik olsa da, bir süre sonra ihtilalcilerin İstanbul ve Ankara'da yönetime el koydukları anlaşıldı.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve o sırada Eskişehir'den Kütahya'ya geçen Başbakan Menderes gözaltına alındı. Girişimin lideri ilan edilen Orgeneral Cemal Gürsel, saat 16:00'da radyoya bir açıklamada daha bulundu ve ihtilal süresince meclis yerine yasama organı şeklinde çalışması için kurulan Milli Birlik Komitesi'nin üyelerini açıkladı. Yeni bir anayasa hazırlanması istedi.

28 Mayıs'ta Milli Birlik Hükümeti kuruldu.

30 Mayıs'ta İçişleri Bakanı Namık Gedik intihar etti.

Yassıada duruşmaları;

1. Köpek davası (14 Ekim 1960 - 24 Ekim 1960) 
2. 6-7 Eylül olayları davası (20 Ekim 1960 - 5 Ocak 1961) 
3. Bebek davası (31 Ekim 1960 - 22 Kasım 1960) 
4. Vinileks şirketi davası (4 Kasım 1960 - 26 Kasım 1960) 
5. Dolandırcılık davası (8 Kasım 1960 - 3 Aralık 1960) 
6. Arsa davası (8 Kasım 1960 - 26 Kasım 1960) 
7. Ali İpar davası (15 Kasım 1960 - 19 Ocak 1961) 
8. Değirmen davası (18 Kasım 1960 - 3 Aralık 1960) 
9. Barbara davası (21 Kasım 1960 - 20 Aralık 1960) 
10. Örtülü ödenek davası (25 Kasım 1960 - 2 Şubat 1961) 
11. Radyo davası (29 Kasım 1960 - 26 Aralık 1960) 
12. Topkapı olayları davası (2 Aralık 1960 - 17 Nisan 1961) 
13. Çanakkale olayı davası (27 Aralık 1960 - 10 Mart 1961) 
14. Kayseri olayı davası (9 Ocak 1961 - 20 Nisan 1961) 
15. Demokrat İzmir davası (12 Ocak 1961 - 5 Mayıs 1961) 
16. Üniversite olayları davası (2 Şubat 1961 - 27 Temmuz 1961) 
17. İstimlak davası (17 Nisan 1961 - 21 Haziran 1961) 
18. Vatan Cephesi davası (27 Nisan 1961 - 5 Eylül 1961) 
19. Anayasa ihlali davası (11 Mayıs 1961 - 5 Eylül 1961) 

Ekim 1960'ta başlayan Yassıada duruşmalarında, Demokrat Parti yöneticileri yargılanmaya başladı. 14 Ekim'de gerçekleşen ilk davada konuşan Adnan Menderes'in ardından öğleden sonra gerçekleşen celsede konuşan eski cumhurbaşkanı Celal Bayar, Afganistan kralının kendisine görevi sırasında hediye ettiği Afgan tazısını bin liraya bir iktisadi devlet teşebbüsüne neden sattığını açıkladı.

Sebep olarak "çeşme yaptırmasını" gösteren Bayar'ın davası, anayasayı ihlal davasına bağlandı. Bayar ayrıca, Kurtuluş Savaşı'ndan kaçmak ve İstanbul'daki 6-7 Eylül olaylarından sorumlu tutularak, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ve eski İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'la birlikte yargılandı. Gizli yapılmasına karar verilen bu dava sonunda ilk celse tamamlandı.

31 Ekim'deki duruşma "bebek davası"yla başladı. Eski başbakan Menderes'in soprano Aynur Aydan'la olan ilişkisinden doğan gayri meşru bebeğin, doğumdan hemen sonra ölümüyle ilgili olan davada, doktorlar çocuğun erken doğduğu için yaşayamadığını belirtti. Davalar sürerken Milli Birlik komitesi tasfiye edildi ve İkinci Gürsel Hükümeti kuruldu. 

İdam kararları 

Bu sırada Yassıada duruşmalarına, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı İnönü'ye Topkapı olayları sırasında düzenlenen suikast girişimi davasıyla devam edildi. Dava sonunda, anayasa ihlaliyle suçlanan Celal Bayar ve Adnan Menderes'in de aralarında bulunduğu 15 kişinin idamı istendi. Duruşmalar sırasında kalp krizi geçiren Lütfi Kırdar öldü.

14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 15 Eylül 1961'de karara bağlandı ve toplam 19 dosyada toplanan davalar anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi. 592 sanıktan 288'i için idam istendi. 15 sanık idam cezası alırken, 31'i müebbetle cezalandırıldı. 418 sanıkta çeşitli cezalara çarptırıldı. Menderes, intihara kalkıştı. Cezaları onaylanan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül günü sabaha karşı idam edildi. 17 Eylül'de, de Adnan Menderes İmralı adasında idam edildi.

İdamların ardından, Ekim ayında seçimler yapılır ve ordu müdahalesiyle Cemal Gürsel cumhurbaşkanı seçilir. Kasım ayında da, CHP-AP koalisyonu kurulur. Böylelikle on yıl boyunca iktidarda kalan Demokrat Parti'li Menderes yönetimi, Türkiye tarihinin ilk askeri müdahalesi sayılan 27 Mayıs ihtilaliyle devrilmiş olur. İdam kararları tarihe, Türkiye demokrasinin bir utancı olarak geçerken, İngiltere Kraliçesi ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Kennedy'in idamları önleme çabaları da sonuçsuz kalır.

Celal Bayar ve 27 Mayıs Darbesi

"İnsanların cenneti, cehennemi dünyadaki hayatlarıdır. Biraz da hakları var, bazen insana en büyük ceza, kendi hatalı hayatı oluyor. Eğer, İsmet Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı bir tek olaya dayanarak, çıkarttığı bir tek kararname ile merkez ve şubeleriyle birlikte kapatmamış olsaydı, Meclis'in tahkikat encümeni kurmasından belki hiç kuşkulanmayacak, kendisi ve partisinin komünistlerle iş birliği yaptığı belgelenmeyecek ve böylece Türkiye demokrasi tarihine 27 Mayıs ayıbı hiç girmeyecekti..."

Bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı, 27 Mayıs'ın birinci derecede muhatabı Celal Bayar'a ait.

1986 yılında Tercüman Gazetesi'nin 27 Mayıs'ı yazı haline getirmesini istediği İsmet Bozdağ'ın görüştüğü Bayar'ın anlatımında 27 Mayıs ile ilgili bazı bilinmeyenler gözler önüne seriliyor. 

Bir Bakıma Doğrudur

Kitapta, Celal Bayar'ın anıları, 27 Mayıs ve Gerekçeleri adlı söyleşiyle başlıyor. Bayar, 27 Mayıs ile ilgili düşüncelerini ilk olarak şöyle özetliyor:

"Beni 27 Mayıs`ın mağduru sayarlar, bir bakıma doğrudur. Bu yüzden hapsedildim, bu yüzden -kollarım arkamda bağlı- idam sehpasının altına kadar gittim. Bu yüzden insanlık haklarım elimden alındı ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüm. Bunca cefaya ve kahra uğramış insana mağdur demek, elbette yanlış olmaz. Fakat bunca iftiraya, bunca kasıtlı suç yamama gayretlerine, bunca yalan yayınlara, demeçlere, yorumlara rağmen, -bir adalet mercii olmaktan çok- bir siyasi hesaplaşma kurumu vasfında olan Yassıada Mahkemesinden sonra yüzünün akı ile topluma geri dönmek ve mağduru olduğu bir dönem hakkında fikri sorulur kişi olmak, hangi kula nasip olmuştur. Hiç tereddütünüz olmasın. Devletimin uğradığı bu kazanın, bu fiili durumun muhasebesini, bir mağdur gibi değil, dünyada aradıklarını, beklediklerini bulmuş, yaşını, başını almış, tecrübeli bir devlet adamı dikkati ve sorumluluğu ile yapmaya çalışacağım."

27 Mayıs Anayasası

27 Mayıs nedir? sorusuna kaleme aldığı Başvekilim Adnan Menderes adlı kitapta yanıt bulduğunu belirten Celal Bayar, "1961 Anayasasına 27 Mayıs Anayasası diyenler vardır, bu görüşün doğru olduğunu sanmıyorum" diyor. Bayar, bu yöndeki görüşlerini de şöyle aktarıyor: 

"Çünkü 27 Mayıs, Halk Partisi ile Demokrat Parti arasında sürdürülen Anayasa tefekkürü buhranının milleti usandırıp bezdirdiği bir anda alınmış fiili bir durumdur. Türk Silahlı Kuvvetleri adına radyolara el konduğu andan itibaren, durmadan tekrar edilen slogan, hareketin hiçbir parti ve zümreye karşı yapılmadığı ve kardeş kavgasını önleme gerekçesiyle hareket edildiğinden ibarettir. Buna bir ihtilal diyebilir miyiz? Tabii ki hayır. 
Çünkü ihtilal, mevcut devlet statüsünü temelinden değiştiren bir fikre dayanır. Bir tefekkür kaynağı ve bu tefekkür kaynağının beslendiği bir halk tabanı vardır. İktidara, kendi fikrini uygulamak, devlet-vatandaş münasebetlerini yeniden çizmek için gelmiştir. 27 Mayıs`ta bunlar yoktur. Öyleyse, buna ihtilal diyemeyiz." 

Bayar, 1961 Anayasası'na ilişkin görüşlerini de, "Ben memleketimin gerçeklerine saygısı olan bir insanım. 1961 Anayasası`nın demokratik hiçbir temel fikrine karşı olmadığımı, bu düşüncelerimin içinden ifade etmek isterim" şeklinde dile getiriyor.

Asılmaya Gidiyorduk

Yassıada'da ölüme mahkum edildikten sonra kararın infazı için bir hücumbot içinde İmralı Adası'na doğru yola çıktıklarında yaşadıklarını da Bozdağ'a anlatan Bayar, o sırada yaşanan bir olayı da şu cümlelerle özetliyor: 

"Arkadaşların hepsi, büyük bir vakar içinde sükunetlerini muhafaza ediyorlardı. Bu kadar yıl sonra açıkça söylüyorum; korkmamıştım, arkadaşlarımda da hiçbir korku belirtisi yoktu. Belki o anda her biri, zihinlerinde bir muhasebe yapmakta ve ailesini düşünmekteydi. Sessizliği dağıtmak için son kabinemizin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'ya yüksek sesle sordum: Fatin Bey, işi bıraktığımız zaman Ortak Pazar için yaptığımız müracaat ne safhadaydı? Sorumu duyan muhafızlar şaşırdılar, adeta duyduklarına inanmadılar. Biz asılmaya gidiyorduk ve konuştuğumuz mevzu, Ortak Pazar'a yaptığımız müracaattı. Rahmetli Zorlu, çok sakin bir sesle anlatmaya başladı, arkadaşlar dikkatle dinliyorlardı. İmralı`ya böyle geldik..."

İnsana En Büyük Ceza

Kitaptaki, "İnsana En Büyük Ceza Kendi Hayatıdır" başlıklı bölümde ise Celal Bayar, 27 Mayıs ile ilgili farklı görüşlerini şöyle aktarıyor:

"İnsanların cenneti, cehennemi dünyadaki hayatlarıdır. Biraz hakları da var, bazen insana en büyük ceza, kendi hatalı hayatı oluyor. Eğer, İsmet Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı bir tek olaya dayanarak çıkarttığı bir tek kararname ile merkez ve şubeleriyle birlikte kapatmamış olsaydı, Meclis'in Tahkikat Encümeni kurmasından belki hiç kuşkulanmayacak, belki yapılan tahkikat sırasında, kendisi ve partisinin komünistlerle iş birliği yaptığı da belgelenmeyecek ve böylece Türk demokrasi tarihine 27 Mayıs ayıbı hiç girmeyecekti. Ve yine hiç şüphe etmiyorum bir 27 Mayıs olup bittisi başarıya ulaşmamış ya da hiç yapılmamış olsaydı, ne ordu içinde cuntalar kurulacak, ne 12 Mart, 12 Eylül müdahaleleri yapılacak, ne de demokrasi dejenere edilebilecekti. Ama ne yazık ki, çivi bir kere yerinden oynadı.

Bence, 27 Mayıs düğümünün çözüldüğü nokta, Meclis Tahkikat Encümeni kurulması kararı alındığı gün İsmet Paşa'nın Meclis'te yaptığı konuşmadır..."


Silahlı Kuvvetler Birliği 'nin başarısız müdahale girişimlerinin ardından örgütün üst düzey yöneticilerinden birisi olan Talat Aydemir de Kore Savaş Birliği'ndeki görevinden dönmüştür. Aydemir , ülkeye dönüşünün ardından Silahlı Kuvvetler Birliğiyle anlaşmazlığa düşer. 

Silahlı Kuvvetler Birliği Başkanı Cevdet Sunay; 'Seçimler yapılmış, Meclis toplanmış, ardından da İnönü başkanlığında hükümet kurulmuştur. Yani bir müdahaleye gitmenin zamanı değildir. Ben hükümet kurulurken İnönü 'ye söz verdim', diyecek, Aydemir ise Sunay 'a karşı çıkarak 'Ben bu davaya baş koydum. Kararımdan dönmem' diyerek rest çekecek ve Silahlı Kuvvetler Birliği ile yolunu ayıracaktır. Bu andan itibaren Aydemircilerin İnönücülüğe karşı
Atatürkçülüğe dönüş mücadelesi başlamış olur 

Aydemirciler İnönü 'yü Atatürk 'e karşı çıkmakla suçluyor

Talat Aydemir Silahlı Kuvvetler Birliği ile olan bağını kopartırken bütün eleştirilerini de İnönü üzerinde yoğunlaştırıyordu. Aydemir, İhtilalin güçlü albayı ve CHP'nin iktidara biran önce gelmesi için MBK ile anlaşmalı olarak demokrasiye geçişin hesapları yapıldığı tezine sert çıkışlar yapan kişi olarak tanınmaktaydı.

27 Mayıs 'ın seçimlerle tasfiye edildiğini ve Atatürkçülüğe değil İnönücülüğe dönüldüğü gerçeğini gören Aydemirciler İnönü 'yü ağır biçimde eleştiriyorlardı: '...memleketi yönetme sanatı çoktan geçmişti. Çevirdiği entrikalar faydadan çok zararlı oluyordu. Bölücü bir zihniyeti vardı. Bu taktiğini 27 Mayıs 'tan sonra en gözde örgüt olan Silahlı Kuvvetler Birliği içinde de tatbik etti... Örneğin demokratik Anayasa savunucusuydu fakat kendisi için anayasa mevcut değildi. Diğer bir deyimle partilere, örgütlere, kurumlara ve halka anayasanın gereklerini gösteriyordu fakat kendisi anayasanın üstünde ve dışında kalan bir imtiyazlıydı. Hırslı bir politikacıydı ve yaşı hırsını yenememişti. Atatürk 'e karşı çıkışları da hırsını yenememiş olmasındandır. Atatürk bile onu affetmemiştir.'

Aydemirciler; Halk iradesini hakim kılmanın yolu devrimdir

Talat Aydemir liderliğindeki 22 Şubatçılar 27 Mayıs'ın toplumsal bir devrim hedefiyle yola çıktığını ancak gelinen aşamada iktidarın CHP-AP iktidarına teslim edilerek 27 Mayıs 'ın asıl hedefinden saptırıldığını düşünüyorlardı. Ülkeyi 27 Mayıs'a sürükleyenin bizzat parlamenter sistem olduğunu savunan Aydemirciler parlamentarizme karşı devrim fikrini öne çıkarıyorlardı.

Osman Deniz ve Cevat Kırca iktidarın İnönü ve AP 'ye teslim edilmesine şu sözlerle karşı çıkıyorlar:

'Düzen değişikliğine gitmek kaçınılmazdı ve şekilci demokrasilerde düzen değişikliğine seçim sandıklarından geçilerek varılamazdı. Seçim sandıklarında varolan zihniyet demagojiye bağlı kaldıkça, oportünizme hizmet ettikçe ve aldatılan halk kitlelerinin bilinçlenmesi fanatik engellerle önlendikçe sandıktan çıkanlar daima tutucu zihniyetin sahipleri olmakta devam edecek, böylece düzen değişikliği arzusundaki devrimciler iktidara gelemeyeceklerdir.'

'Şekli demokrasilerde var gibi görünen milli irade gereği aslında yanıltıcıdır. Şöyle ki oy sahibi olan kitlelerin neyi istediği ve kime hizmet ettikleri şuuru aldatıcı metodlarla bozulmakta ve seçim havası içinde iktidar etme hırsına kapılanların yanıltıcı telkinleriyle yaratılan hayali bir irade hakim kılınmaktadır. Gerçekte iddia edilen milli irade değil, hayali bir iradedir.'


'Böyle olunca da halkın yararını dile getiren devrimler yoluyla varmak isteyen kadrolar ülkenin kaderine sandıktan geçerek el koyamamaktadırlar. Bu yol kapanınca da devrimcilerin yönetime geçmesi sandık dışından olabilecektir. Bu yolun adı ihtilaldir.'

20/21 Mayıs 1963 

Üst düzey komutanlardan teğmenlere kadar birçok subay emekli edilerek Ordu 'dan uzaklaştırılırken Başbakan İnönü Meclis 'te yaptığı konuşmada 'Harp Okulu öğrencileri aldatılmıştır' diyerek olayların büyüklüğünü örtbas etmeye çalışır. Bu açıklamanın gazetelere yansımasıyla birlikte ertesi gün İstanbul 'a izinli gelen Harp Okulu öğrencileri Taksim Cumhuriyet Anıtına üzerinde 'Atatürk ve Türk Ulusu ... Harbiyeli aldanmaz yazan bir çelenk bırakacaklardır.

22 Şubat 'ta yaşanan başarısızlığa rağmen 22 Şubatçılar yeni bir harekete girişmekte gecikmeyeceklerdir. 20/21 Mayıs 1963 gecesi ikinci bir deneme daha gerçekleştirilir. Yapılan planda Meclis 'in feshedilmesi bakanlıkların işgali, Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarının kontrol altına alınması öngörülüyordu. İstanbul ve Ankara 'da başlayan yönetime el koyma girişiminde ilk adım radyo istasyonlarının ele geçirilmesi ve ihtilal bildirisinin okunmasıydı.

Planın ilk aşaması başarıyla uygulanmış, Ankara 'daki radyo istasyonu ele geçirilerek Silahlı Kuvvetlerin içinde bulunulan kötü duruma son vermek için yönetime el koyduğu anonsuyla ihtilal duyurulmuş oluyordu. Ancak radyo binasına giden tank birliği henüz emniyeti sağlamadan yapılan ihtilal duyurusu karşıt güçleri hemen harekete geçirmişti.

Basit birkaç hata bütün planları bozmuş ve başarısızlığa yol açmıştı. 21 Mayıs denemesinin başarısız olmasının ardından Talat Aydemir , Binbaşı Fethi Gürcan , Yarbay Osman Deniz ve üsteğmen Erol Dinçer tutuklanmış ve yapılan yargılama sonucunda idam cezasına çarptırılmışlardı.

Daha sonra Erol Dinçer ve Osman Deniz idam edilmekten kurtulmuşlarsa da Aydemir ve Gürcan idam edilmişlerdi. Böylece 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihlerinde gerçekleştirilen iki girişimin liderleri ortadan kaldırılmış ve 27 Mayıs 'ı yeniden devrimci rotasına oturtma çabaları sonuçsuz kalıyordu.

Ben ihtilalciyim, bugün serbest kalsam yine ihtilal yaparım!

Devrim yapma amacıyla harekete geçen ve bu girişimlerinin bedelini hayatlarıyla ödeyen subaylar yargılanmaları aşamasında da devrimci bir tavır sergilemişlerdir. 22 Şubatçıların liderlerinden Fethi Gürcan devrimci bir subayın karakterini yargılama aşamasında yaptığı savunmasında ortaya koyacaktır: 'Ben ihtilalciyim. Bugün serbest kalsam yine ihtilal yaparım. Benim giremeyeceğim garnizon yoktur. Girdiğim garnizonu da harekete geçirir ve ihtilal yaparım.'

Bu konuşmayı yaptığı sırada Gürcan kendisini bekleyen sonun farkındadır ancak yine de ideallerinden taviz vermeyecek kadar devrimci bir bilince sahiptir ve bu sözlerin ardından mahkemece idamla cezalandırılır ve asılarak idam gerçekleştirilir.

Aydemir ve Gürcan 'ın idam edilmelerinin ardından 1459 Harp Okulu öğrencisinin okulla ilişiği kesilir ve büyük bir tasfiye operasyonuna girişilir. Bu hareketlere katılan subay sayısı o kadar fazlaydı ki Ordu içinde girişilen tasfiye operasyonu bir noktadan sonra yarıda bırakılmak zorunda kalındı.

27 Mayıs Darbesi

27 Mayıs Darbesi[1], 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe[2]. Ayrıca 27 Mayıs Askerî Müdahalesi[3] ya da 27 Mayıs İhtilâli[4] olarak da anılır. Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır; 37 düşük rütbeli subayın planlanları ile icra edilmiştir. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesinin etkisiz hale getirilmesi ile ele geçirilmiştir. Sonra cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanarak, hükümet; 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, ordu; 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, üniversiteler; 520 hakim ve yargıç görevden alınınarak, yargı kontrol altına alınmıştır. [5] [6]
Darbeden sonra darbeyi planlayan ve ıcraa eden 37 düşük rütbeli subay ve Emekli Orgeneral Cemal Gürsel in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini [7] ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu.[8] 37 subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa, Kore gazisi Tahsin Yazıcı ve emekli olduktan sonra DP'den milletvekili seçilen eski Genelkurmay başkanı Mehmet Nuri Yamut da tutuklananlar arasındaydı.
3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi.[9] Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı[10], Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı;[11] nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştı.


2. BÖLÜMLE  DEVAM EDECEK,

.

Apo -Tayyip İttifakından, Apo - Kılıçdaroğlu İttifakına






Apo-Tayyip İttifakından  Apo
Kılıçdaroğlu İttifakına


Özgür Erdem

Türkiye Şehit Cenazelerinde Kılıçdaroğlu Konserde

Her gün şehit veriyoruz. Türk milleti infial halinde. Tüm Türkiye şehitlerine ağlıyor. O kadar ki, Tayyip bile şehit cenazelerine katılmak zorunda kalıyor.

Türkiye’de tek bir lider bunca şehide rağmen programını bozmadı. Bir tane şehit cenazesine bile gitmedi...

Kim mi dersiniz? Kılıçdaroğlu...

Son bir haftada ne yapmış diye araştırıyoruz. Önemli ne işi varmış da şehit cenazelerine katılmamış?

Öğreniyoruz ki, Ankara Batıkent’te bir açılış törenine katılmış. Ve burada Demet Akalın’ın konserini izlemiş. Ancak erken kalkmak zorunda kalınca Demet Akalın’ın gönlünü almak için kısa bir not yazıp göndermiş: “Kusura bakmayın, ayrılmak zorunda kaldım.”

Demet Akalın’ın bile gönlünü almak için uğraşan “nazik” Kılıçdaroğlu, neden bir kere de olsun şehit ailelerinin gönlünü almayı düşünmez de bir tane bile şehit cenazesine katılmaz?

Kılıçdaroğlu’nun dilinde PKK söylemi: “Kan kanla yıkanmaz”

Büyük umursamazlık değil mi? Şehitlere saygısızlık.

Kılıçdaroğlu’nun en büyük kusuru keşke bu olsa. Ama dahası da var.

Hakkari’de 11 şehit birden verdiğimiz güne gidelim. Türkiye teröre lanet okuyor. Kılıçdaroğlu ise Adıyaman’daki mi
Konuşmasına şöyle devam ediyor:tingde şöyle diyor: “Kan kanla yıkanmaz.”

“35 yıldır terörü silahla bitirmeye çalıştılar, akıl-mantık yok bunlarda.”

Tam bir PKK söylemi. PKK ne zaman saldırılarını artırsa Türkiye’de bir koro şunu söylemeye başlar: “PKK’yla silahla mücadele edilmez.” PKK’lı gibi gözükmez bu tezler. Ancak gizli bir PKK propagandasıdır. “PKK’yı savaşarak yok edemezsiniz.” demek istemektedirler. Akılları sıra tehdit etmekte, “İsteklerimizi kabul etmek zorundasınız.” demektedir.

Anlaşılan Kılıçdaroğlu da bu koroya katılmış.

Devam edelim Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında söylediklerine: “Önce mağduruz dediler, sonra mağrur oldular, şimdi de zalim haline geldiler.”

Kimmiş zalim olan? Askerlerimizi şehit eden PKK mı? Hayır, AKP’yi kastediyor. Tüm Türkiye şehitlerine ağlıyor, Kılıçdaroğlu askerlerimizi şehit eden PKK’ya değil AKP’ye zalim diyor!

Aslında öldürülen PKK’lıların da hesabını soruyor gizliden gizliye. PKK’lıların askerimize saldırması zalimlik değil de AKP’nin yaptığı zalimlik!

Devam ediyor Kılıçdaroğlu... Kan kanla yıkanmazmış. Toplumsal barışı CHP sağlarmış...

Bütün bunlar, hepsi PKK söylemi.

Onlar da yıllardır PKK saldırdıkça ve Türk milleti bölücü teröre karşı feryat ettikçe “barış”tan söz ederler.

Saldırıyı, katliamı onlar yapar, ama utanmadan da “barış” diye bağrınırlar. Onlar için “barış” devletin bölücü teröre teslim olmasıdır.

Görüldüğü gibi Kılıçdaroğlu PKK’nın bu söylemine de sarılıyor.

Kılıçdaroğlu, AKP’nin Kürt Açılımını Bile Yeterli Bulmuyor

Bununla sınırlı değil Kılıçdaroğlu’nun PKK yanlısı söylemleri. Birkaç gün geriye gidelim. Habur’da serbest bırakılan PKK’lıların geçtiğimiz hafta tutuklanmasının ardından, alıyor mikrofonu eline zehir zemberek açıklamalar yapıyor. AKP’nin Kürt Açılımını eleştiriyor.

Ama terörü azdırdığı, PKK’yı güçlendirdiği i­çin değil. Yetersiz kaldığı için. Serbest bırakılan PKK’lıların tutuklanmasını eleştiriyor.

Kimileri, Kılıçdaroğlu’nun bu tavrına şaşırmış olabilir. Biz şaşırmadık.

Çünkü Dersim İsyanı tartışmalarında Kılıçdaroğlu’nun aldığı tavrı unutmadık. O dönemde de partisinin kurucusu Atatürk’ü değil, isyancıları savunmuştu. Atatürk’ün Dersim İsyanını bastırmasını eleştirmiş, katliam yaşandığını iddia etmiş, çok acılar çekildi demişti.

Atatürk’ün bile bölücü isyanları bastırmasını hazmedemeyen bir zihniyet, günümüzde PKK’ya karşı mücadele edilmesini tabii ki kabullenemez.

Dersim isyanının bastırılmasını hatalı bulanlar, PKK’ya karşı 35 yıldır yürütülen mücadeleyi de tabii ki “akılsızlık” olarak değerlendirecektir.

Dersim’de Seyit Rıza’yı Suçsuz Gören Bugün de Apo’yu Savunur

Dersim İsyanında elebaşı Seyit Rıza’yı savunmak bugün için çok büyük bir tehlike değil. Sonuçta isyan bastırılmış, Seyit Rıza da asılmış.

Peki günümüzün Seyit Rıza’sı Apo söz konusu olunca? Kılıçdaroğlu işte bu meselede de aynı tavrı alıyor. Ve Apo’nun serbest bırakılmasını istiyor.

Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz sene CHP Batman İl Kongresi’nde “Genel affı” savunmuş, “Toplumsal barış”ı sağlamaktan bahsetmişti.

Yani PKK silah bırakacak, Ordu operasyonları durduracak, PKK’lı olmak suç olmaktan çıkacak ve ardından af ilan edilecek. Tabii af “genel af” olacak. Yani Apo bile yararlanabilecek.

Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerinden geri adım attığını iddia edenler oldu, ama öyle bir açıklama hiç gelmedi. Aksine CHP Genel Başkanı seçildikten sonra verdiği röportajlarda Dersim İsyanı ve genel afla ilgili fikirlerinden vazgeçmediğini açıkça söyledi.

Kılıçdaroğlu’nun Batman’daki açıklamasındaki “toplumsal barış” söylemine dikkat edin. Adıyaman’daki konuşmasında da “Toplumsal barışı ancak CHP getirebilir” demişti.

“Toplumsal barış”tan kasıt PKK ile Türk Devletinin anlaşması. Kılıçdaroğlu’nun “PKK terörünü bitirmek için” elindeki sihirli değnek işte bu. Bir sonraki aşama ise Apo’nun affedilmesi.

Kılıçdaroğlu: Apo’nun Desteklediği CHP Genel Başkanı

Kılıçdaroğlu, Apo’yu affedeceğini söyleyecek de Apo boş mu duracak? O da, CHP Genel Kongerisin hemen ardından yaptığı açıklamada Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı seçilmesini olumlu bulduğunu açıklamıştı:

“Kılıçdaroğlu bir yenilik getirebilir, Kemalizmin demokratik güncellenmesi sağlanabilir. Buna bir ihtiyaç olduğunu daha önce de belirtmiştim. Önemli buluyorum.“

İşte Apo-Kılıçdaroğlu “kardeşliği”nin çok önemli bir belgesi. Ancak Apo’nun açıklamasının daha da önemli kısmı sonunda yer alıyor:

“Hükümete, Başbakana söylüyorum, bu sorunu halletmezseniz zaten üç ay sonra gidersiniz. Ayaklarınızın altındaki toprak kayıyor. Görüyorsunuz Kılıçdaroğlu geliyor. Başbakana diyorum ki sen çözmezsen Kılıçdaroğlu çözecek.”

İlginç olan, Apo bu açıklamayı yaptıktan sonra, AKP’nin ayakları altındaki toprağın kaydığına şahit olduk. Artık AKP de Tayyip de, ABD’nin has adamı değiller. Tayyip de zaten bunu gördüğü için İsrail karşıtı rollere bürünüyor. BM’deki İran karşıtı oylamada ABD’nin istediği tavrı almıyor. ABD basınında Tayyip’in günlerinin sona erdiğine ilişkin yorumlar yapılıyor.

Gerçekten de Kürt sorununu çözmeyeceği, yani PKK’ya teslim olmayacağı, Apo’yu serbest bırakmayacağı, Kürt Açılımını devam ettirmeyeceği bile olan Tayyip’in ipi çekilmiş durumda.

Kılıçdaroğlu ile Apo’nun Ortak Akıl Hocası: İsmail Beşikçi

Kılıçdaroğlu ile ilgili çok çarpıcı bir başka gerçeği Birgün gazetesindeki röportajında öğreniyoruz. Anlattığına göre, en çok etkilendiği iki kitaptan biri İsmail Beşikçi’nin “Doğu Anadolu’nun Düzeni” isimli eseriymiş!

İsmail Beşikçi kim peki? Apo’nun ve bütün bölücü akımların akıl hocası.

Bahsedilen kitap ise Beşikçi’nin doktora tezi. Bu kitabın 1969’da yayınlanması Türk Solu içine Kürtçülük virüsünün girmesini sağlayan en önemli olaylardan biridir. O güne kadar Kürtçülük Sol içerisinde son derece tecrit ve marjinal bir hareketti. 68’in liderleri Deniz’ler, Mahir’ler, Kürtçülüğe asla prim vermez, bölücülüğe her koşulda karşı çıkar, Atatürkçü sosyalist anlayıştan taviz vermezdi.

68’de Solun genel tavrı böyleyken Beşikçi’nin bu kitabıyla birlikte Sol içine bir Kürtçülük virüsü yayılmaya başladı. Minorsky ve Nikitin gibi Rus subaylarının Türkiye’deki Kürtler üzerine 1800’lü yıllarda yazdığı istihbarat raporları bu kitapla gündeme geldi. Türkiye’nin doğusunda Kürt diye ayrı bir milli kimlik olduğu, hatta Kürtlerin Türk Devletinin ve genel olarak bütün Türklerin faşist baskısı altında bir “milli zulüm” gördüğü bu kitapla dile getirilmeye başlandı.

O güne kadar Atatürkçülükten şaşmayan sol hareket içine Atatürk düşmanlığı hatta Atatürk milliyetçiliğine ırkçı faşizm diyen anlayış bu kitapla sokuldu.

Beşikçi herhangi bir Kürtçü aydın değildir, Türkiye’de Kürtçü virüsün Sol içerisinde yaygınlaşmasını sağlamış ve PKK dahil bütün Kürtçü örgütlerin akıl hocası sayılabilecek önemli bir Kürtçü teorisyendir.

Kılıçdaroğlu’nun Beşikçi’yi referans vermesi bu açıdan son derece anlamlıdır.

Kılıçdaroğlu: Pervasız Amerikancılık

Kılıçdaroğlu’nun Apo’yla nasıl bir kardeşlik kurduğunu gördük. Sadece akıl hocaları aynı değil. Paslaşıp duruyorlar. Kılıçdaroğlu genel aftan bahsedip Apo’yu serbest bırakmayı vaat ediyor. Apo ise Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesini olumlu bulduğunu belirtiyor.

Tabii bu paslaşmanın ardında ABD var. Öyleyse Kılıçdaroğlu-ABD ilişkileri hakkında da biraz bilgi verelim.Geçtiğimiz günlerde Amerika Türk Konseyi (ATC) Başkanı Armitage Türkiye’ye geldi. Armitage önemli bir ABD’li diplomat. Bush döneminde ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın yardımcısıydı. Başkanı olduğu ATC de aslında yarı resmi bir CIA kuruluşu.

ATC Türkiye’ye 6 yıldır ziyarete geliyormuş. Bu 6 yıl boyunca MHP ve CHP’den bir türlü randevu alamamışlar. İlk kez Kılıçdaroğlu’ndan randevu alabilmişler.

Armitage yaptığı açıklamada randevu verdiği için Kılıçdaroğlu’na teşekkür ediyor ve aynı konuşmada İsrail ve İran konusunda Tayyip Erdoğan’la farklı düşündüklerinin altını çiziyor. ABD’nin Tayyip’ten artık vazgeçtiğinin, has adam olarak da Kılıçdaroğlu’nun belirlendiğinin net bir göstergesi.

Armitage-Kılıçdaroğlu görüşmesinin bütün Türkiye’nin gözü önünde ve “Tayyip Erdoğan’la anlaşamıyoruz” açıklamasıyla birlikte gerçekleşmesi ABD’nin verdiği çok önemli bir mesaj.

Açıktan bu tür görüşmeler yapması Kılıçdaroğlu’nun Amerikancılığının ne kadar pervasız olduğunu da gösteriyor. Kılıçdaroğlu Amerikancı olduğunu göstermekten, ABD’li yetkililerle görüşmekten gocunmuyor, aksine bununla gurur duyuyor. Bunu siyasi geleceği için bir koz olarak kullanmaktan çekinmiyor.

İşte en büyük tehlike de bu.

Ulusalcılar Kılıçdaroğlu Uğruna ABD Ve PKK’nın Kuyruğuna mı Takılacak?

Türkiye’de Ulusalcıların, Atatürkçülerin kabul edemeyeceği, asla uzlaşmayacağı birtakım şeyler vardır. Birincisi bölücülük. İkincisi Amerikancılık.

Anlaşılan bu eskilerde kaldı.

Görüldüğü üzere Kılıçdaroğlu bu iki konuda da son derece pervasızca hareket ediyor. İşin ilginci, hiçbir Ulusalcı kesimden, hiçbir Atatürkçüden bunu eleştiren tek bir kelime çıkmıyor.

Çünkü Tayyip iktidarının devrilmesi uğruna Kılıçdaroğlu kabulleniliyor.

Bu aslında Kılıçdaroğlu’nun Kürtçülüğünü, Atatürk karşıtlığını ve Amerikancılığını da kabullenmek demek. Binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce Atatürkçü bu şekilde ABD’nin ve PKK’nın kuyruğuna takılmış olacak.

Bir Amerikan işgalinde, bir PKK ayaklanmasında Türkiye’yi savunacak esas güç olan Atatürkçüler bu şekilde pasifize edilmiş oluyor.

Kılıçdaroğlu kötünün iyisi değildir. Yani Tayyip gitsin de kim gelirse gelsin diye bakılacak biri değildir. ABD’nin Kürt Devleti kurma projesinin Tayyip’ten sonraki aktörüdür.

“Yine de Tayyip’ten iyidir” de denemez onun için. Çünkü Türkler açısından çok daha tehlikeli bir Amerikancı misyonun adamıdır. Apo’yu salıverecek, Kürt devletini kabullenecek sürecin Başbakanı olacaktır Kılıçdaroğlu.

Anlaşılan Kılıçdaroğlu bu role çoktan razıdır. Yaptıkları ve söyledikleri bunu göstermektedir.

Tabii henüz son söz söylenmedi.

Kılıçdaroğlu istediği kadar Amerikancı rüzgârı arkasına almış olsun. Türkiye’nin geleceğini Amerikalılar ya da PKK’lılar değil, Türkler çizecek. Ve Türk milleti Kılıçdaroğlu’nun ihanetini asla affetmeyecek.

Yeter ki biz Kılıçdaroğlu gerçeğini Türk milletine anlatabilelim…

http://turksolu.com.tr/ileri/45/kurtcudarbe45.htm



..


ABD’nin Yeni Aktörü Kılıçdaroğlu,





ABD’nin Yeni Aktörü Kılıçdaroğlu,



Prof. Dr. Şener Üşümezsoy

Son Yaşanan Gelişmeler Ve Avrasyacılığın Çöküşü

Rusya ve Çin, Amerika’nın İran’a yapacağı Clinton ekolünün İran’a karşı getirdiği ambargoyu desteklemek durumundadır. Çünkü ikisi de Amerika sistemine, dünya sistemine göbekten bağlıdır.

Asya’daki güç denilen unsurların Amerika’ya tabi olduğu ekonomik analizlerle ortadayken, bu durum politik olarak da açıkça ortaya çıkmıştır.

Türkiye’deki Atatürkçülüğü ve Ordu kadrolarını Avrasyacılık ile provoke eden hareket, bugün Rusya’nın bu tavrını yok saymaktadır. Çin’in bu tavrını yok saymaktadır. Türkiye’nin İran’la olan birlikteliğini de yok saymaktadır.

Kaldı ki, Türkiye’nin İran’daki birlikteliği Obama’yla olan ilişkinin bir sonucudur. Obama’nın stratejisidir. Ama Rusya’nın ve Çin’in de Amerika’nın saflarında yer alması, dünya sistemini doğru anlamamızı gerektirmektedir.

Bu anlamda Thomas Barnett’in küreselleşmiş alan ile küreselleşmemiş alan olarak ayırdığı dünyada Türkistan, İran, Türkiye, Arabistan, Kuzey Afrika, Brezilya, Venezüella ve Nijerya gibi petrole egemen olan ve dünya sistemine entegre olmamış bölgelerin sisteme entegre edilmesi ana sorundur.

Bu ana sorunu çözerken sisteme entegre olmuş Rusya, Çin, Hindistan, Avrupa ve Meksika gibi birinci ve ikinci küreselleşmiş alanların, küreselleşmemiş alandaki demokratikleşme operasyonlarına açık olması, yardım etmesi gerekir. Bu tez, demokrasi projesi olarak hep sunulagelen bir olgudur.

Bu tez tersten okuduğunuz zaman, Brezilya, Venezüella, Nijerya ve Kuzey Afrika, İran ve Türkiye’nin ve hatta Orta Asya’nın bir eksen olarak sisteme karşı Rusya, Çin ve Amerika’ya karşı bir pozisyonu olduğu ortaya çıkar. Bu pozisyon, artık klasik emperyalist ülkelerle çevrili ülkeler değil, küreselleşmiş sisteme entegre olan ülkelerle bunların sömürüsü hedefinde olan ülkeler olarak belirir.

Bu ülkeler petrol içeren ve dünyaya entegre olmamış, yarısından çoğu Türklerin egemenliğinde, geri kalanı da Arapların egemenliğinde olan bölgedir.

Avrasyacılık, Türkiye’nin Birikimini Boşa Harcamıştı

Sistem karşıtı mücadele Türk eksenli olarak gelişecektir. Bu anlamda olaya baktığımız zaman, Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği çizgi daha önce belirttiğim gibi birbirleriyle çelişen dönemleri içermektedir. Bu dönemler ne kadar değişiklik gösterirse göstersin, iktidarda kaldığı sürece sisteme bağımlı olacaktır.

Bu anlamda, bugün iktidarda kalabilmek için emperyalizmle her türlü uzlaşmaya gidecek bir çizgi söz konusudur. Geçmişte Rusya ile işbirliği yapılması konusunda Avrasyacılık savunulduğu zaman, ancak Dugin’le İşçi Partisi’nin ve Putin’le AKP’nin bir araya gelebileceğini vurgulamıştım. Bundan beş yıl kadar önce vurguladığım nokta günümüzde Türkiye ile Rusya’nın beraberliği ile ortaya çıkmıştır.

Avrasyacı politikanın yanlışları nedeniyle, mücadele yanlış bir yöne saptırılarak en azından 10 yıl Türkiye’deki ulusalcı mücadele yanlış bir yöne kanalize edilmiş, bu politika ulusalcı güçlerin heba olmasına sebep olmuştur. Avrasyacılık çölüne akan Türk ulusalcı enerjisi yok edilmiştir.

Aynı şekilde günümüzde de AKP iktidarının açılım politikası ve buna karşı tavır alan Baykal çizgisi, üniter birliği ve açılıma karşı duruşu daima belli bir ulusalcı pratiğe indirgemiştir. Bu pratikte ana sorunun sistemin Türkiye’ye saldırısı ve bu saldırı sonrası Türkiye’nin parçalanmasına karşı üniter birliği savunma ulusalcılığı olmuştur.

Tabii ki ekonomik olarak egemen sınıfların sömürüsü ve bunların yarattığı eşitsizlik ve yoksulluk ana politikalarıdır. Ama bunlara temel olan Türkiye’nin bütünlüğüdür. Diğerleri ise doğal bir mücadelenin tarzıdır. Temel ile doğal arasındaki fark, birbirinin yerine geçemeyecek iki farktır.

Emperyalizm Kürt Kimliğinin Tanınmasını Talep Ediyor

Bu anlamda Birinci Dünya Savaşı’nda İran’da gerçekleştirilen, İran-Türk kimliğinin yok edilerek yerine Fars kimliği konması gibi Türkiye’de Türk kimliğinin tasfiyesi operasyonu, Kurtuluş Savaşı sayesinde gerçekleştirilememiştir. Bu İngiliz projesi, bugün Amerikalılar tarafından gerçekleştirilmek istenmektedir.

Bu anlamda beş parçacı Kürt hareketi olarak ortaya çıkan PKK’nın yeni stratejisi İran, Suriye, Irak ve Türkiye Kürtlerinin birliğinin ötesindedir. En büyük Kürt alanlarının İstanbul, İzmir ve Mersin olması ve bu nedenle Türkiye’nin isminin Türk olmaktan çıkartılarak iki milletli bir konfederasyon tarzında örgütlenmesi planlanmaktadır.

Bu konfederasyon içinde Kürtlerin ağırlıklı olduğu bölgelerin de kantonlar şeklinde, en azından liman bölgelerinde, Kürt bölgeleri halinde biçimlenmesi istenmektedir. Bunun için gerek ulusal Anayasa gerekse uluslararası yasalarla bu kimliğin tanınması talep edilmektedir. Bu anlamda demokratik haklar, Kürtçe eğitim değil, bu talep temel alınmalıdır.

İşte bu haliyle bakıldığı zaman günümüzde ileri sürülen bu politika, Türkiye’nin parçalanmasını doğal görmekte olan bir politikadır.

Bunun için ayrı bir yazı yazmamız gerekmektedir ama bu boyutuyla Türkiye’de PKK’nın ayaklanmalarına karşı ileri sürülen yol olan demokratikleşme sürecinin aslında aldatıcı bir süreç olduğunu söylememiz gerekir. Çünkü demokratikleşme süreci PKK’nın amacı değil aracıdır.

PKK İçin Demokratikleşme Amaç Değil Araçtır

Bu araç Leninist bir kombinasyonla legal ortamların, yani demokratik ortamın, kırıntılarından yararlanarak örgütün stratejisinin geliştirilebilmesi için tüm kitlelerle birleşme olanağı yaratmaktır. Ama hiçbir zaman programından ve stratejisinden vazgeçmemektir.

Bu PKK için de geçerlidir. Yani demokratik ortam ve barış söylemi bütünüyle PKK’nın legal olarak şehir içinde kitlelerle örgütlenmesi dışında illegal, askeri milis yapısını da geliştirerek, gerektiği zaman silahlı mücadelenin politikanın en yoğun biçimi olduğu gerçeğini ortaya koyarak, silahlı baskıyla da bu dönüşümü sağlama çizgisidir.

Bu bütün Leninist partilerin ana stratejisidir. Ama burada vurgulanmak istenen, PKK artık Leninist olmasa da, stratejik uygulaması ve taktikleri en azından artık Leninisttir. Çünkü dünyanın devrimci politikalarının tümü bu çizgiyi izlemektedir. Bir başka deyişle stratejik hedefler taktiklerle biçimlendirilir. Bu taktikler kimi zaman silahlı mücadele esas alındığında şehirlerde milisler, kırlık bölgelerde ve büyük şehirlerde demokratik örgütler içinde yer alarak kitleyle bütünleşme aşamaları, halkaları içerir.

Ama bunların amacı demokratik bir toplum yaratmak değildir. Tersine bu söylem stratejik olarak benimsenmiş bir politikadır. Bu politikada Abdullah Öcalan’ın özgürleşmesi, legal haklarını kazanarak parlamentoya girmesi, Güney Afrika Modeli örnek alınarak Türkiye’de başbakan yapılması hedeflenmektedir.

Ama bu da PKK için yeterli olmayacaktır. Çünkü PKK bütünüyle Abdullah Öcalan’ın inisiyatifinde değildir. Türkiye’de Abdullah Öcalan’ın talepleri yerine getirilse de gerek Kuzey Irak’ta narkotik ticaret gerekse o bölgedeki egemenlik çatışması nedeniyle hiçbir zaman vazgeçmeyecek gruplar bulunacaktır. Nasıl ki, bugün Taliban’la ABD baş edememektedir, bu bölgedeki narkotik gelirler nedeniyle daima böyle bir mücadele olacaktır.

Keza Abdullah Öcalan’la Türkiye’nin anlaşmış olduğunu varsaydığımızda bile, Kuzey Irak’ta bölgeyi yönlendiren İsrail ile ABD’nin politikaları doğrultusunda, yeni talepler, yeni sorunlarla birlikte, sürekli olarak PKK da yeni biçimlerde varlığını sürdürecektir.

PKK’nın Hedefi Türk Şehirlerini İçine Alan Birleşik Kürdistan

Bu anlamda buradaki demokratikleşme modeli, kendi içinde çelişkili bir modeldir. Silahlı mücadele devrimci mücadele yapan grupların stratejilerini hayata geçirmek için kullandıkları yollardan biridir. Ama burada, demokratik mücadelede silahlı mücadele, yürüten grupların politikalarını yayma aracıdır. Ama bunların nihai hedefleri ise örgütün stratejik hedeflerine ulaşmaktır.Örgütün stratejik hedefi demokratikleşme değil öbür stratejik hedeflerdir. Yukarıda da bahsettiğim gibi Birleşik Kürdistan, artık Türkiye’nin büyük şehirlerine de entegre olmuş, Türkiye ile bağlantılı Kürdistan’dır.

Yani birçok AKP yanlısı, Kürt konusunda, PKK’nın artık Türkiye’den ayrılma tezi yoktur derken, Kürtlerin Türkiye’den ayrılmayacağını ama Türkiye’deki en büyük şehirlerin artık Kürt şehirleri olacağını vurgulamaktadır.

Bunu İslamcı kimlikle çözme politikası ise son seçimlerde İslamcı Kürtlerin PKK’yla birleşerek, DTP içinde seçime katılarak AKP’yi dışlamasıyla son bulmuştur.

Diğer taraftan ise CHP’nin yeni çizgisi, AKP’yi Öcalan’ın yol haritasındaki taleplerin hiçbirini yerine getirmedi şeklinde eleştirmektedir. Bunlardan AKP’nin yerine getirmediği unsurlar nelerdir sorusuna geldiğimiz zaman, burası ilginçti. Apo’nun belirlediği 7 isteğe bakarsak Abdullah Öcalan’ın serbest kalması ve politika yapması, koruculuğun kalkması, özerkliğin verilmesi, Kürtçe eğitim gibi konular öne çıkmaktadır.

Ama bu noktadan AKP’yi eleştiren CHP, AKP’nin bu konuda “somut olarak sizin prog­ra­mınız nedir” sorusuna cevap verememektedir.

Görüldüğü gibi silahlı mücadeleye karşı bir mücadele, gerillaya karşı kontrgerilla biçiminde olmaktadır. Yani demokratikleşme, silahlı mücadelenin bir aracıdır ve silahlı mücadelenin politikalarını yayma aracıdır. Ama esas amacı, yani stratejik amacı, Bağımsız Kürdistan ve Türkiye’nin büyük şehirlerini Kürdistan’a entegre eden uluslararası ve ulusal yasa sistemiyle tanınmasıdır. Ama bu da yetmeyecektir. Çünkü bölgedeki geçiş alanında egemen olma daima ekonomik bir kazancı da beraberinde getirdiği için, sürekli yeni PKK’lar olacaktır.

AKP ve CHP’nin PKK Karşısındaki Yanlışları

O halde, burada son dönemdeki durum nedir sorusunu sorarsak, Kürt açılımı ile başlayan dönem ve AKP döneminde eylemsizlik görüntüsü altında Türk Ordusu’nun kırlarda ve şehirlerdeki milislerin temizlemesi ve istihbarat ağının gelişmesi, JİTEM, özel kuvvetler, korucular, tasfiye edilmelidir teziyle şehirlerde kontrgerilla tarzında alt yapıyı kontrol eden alanlar tasfiye edilmiştir. Yani istihbarat ağı, muhbirler ifşa edilmiş, korucular sürekli saldırının hedefi olmuştur. Hem bu legal demokratikleşme sürecinde korucular, PKK’nın en büyük hedefi olmuştur. PKK da koruculara fiili olarak saldırılarını sürdürmüştür. Ve onlar da kendi alanlarına çekilmiştir.

Keza PKK’nın şehirlerdeki faaliyetleriyle mücadele etmek için sistemin, gerek polis gerek Jandarma, buna karşı mücadele edecek kadroları, “Ergenekon doğudadır” denilerek tasfiye edilmiştir. Böylece PKK’nın şehirlerde çok rahat bir şekilde örgütlenmesinin önü açılmış ve 1995’li yıllardan 2000’li yıllara kadar kanlı mücadelelerle temizlenmiş olan dağlarda PKK’nın sessiz bir şekilde yeniden yapılanmasının önü açılmıştır.

Bu AKP’nin çok önemli bir hatası olarak ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda AKP oy anlamında çok büyük kayba uğramıştır. Aynı hatanın bir başka biçimi, yani AKP’nin kaybettiği oyları CHP’nin toplama çabaları vardır.

Kılıçdaroğlu’nun “kan kanla yıkanmaz” sözünün içeriği, yukarıda belirttiğim gibi, CHP sözcülerinin bir kısmı tarafından ileri sürülen koruculuğa, JİTEM ve Güneydoğu’daki istihbarat ağına, yerli haber alma muhbirlerine karşı oluş ve bunların tasfiyesinin demokratikleşme olduğu gibi bir görüşle hataya düşülmüştür. Bununla birlikte PKK’nın önünün açılacağı yeni bir süreç başlamıştır.

Bu süreçte CHP, PKK’yı bitirmeyecektir, PKK nasıl AKP’yi bitirdiyse CHP’yi de bitirecektir.

1990’lı yıllarda yükselen terörün 1995’lerde bitmesine sebep olan içsel faktörlerdir. Burada kontrgerilla tarzındaki örgütlenmenin mücadeleyi yalnız kırlarda değil tüm Türkiye’ye yayarak yapmasıdır. Bu dönemde PKK 90’lı yıllar öncesi, her Nevruz’da şehirlerdeki gösterilerde ayaklanmalarla ortaya çıkmıştır. Ama bu dönemden sonra PKK’nın Kuzey Irak’tan tasfiyesi ve ile birlikte şehirlerde kontrgerilla faaliyetlerinin sürdürülmesi ve PKK’ya karşı mücadelenin şehirlere aktarılmasıyla PKK söndürülmüştür.

Bu söndürme, Kuzey Irak’ta ikinci operasyondan sonra ABD’nin yeniden bölgeye egemen olmasıyla sona ermiş ve PKK geliştirilmiştir. İktidarda AKP’nin bulunduğu bu dönemde PKK’ya karşı askeri harekatlar ve şehirlerdeki mücadelesine karşılık kontrgerilla çalışmaları sürdürülmemiş, tam tersine uzman polisler ve askeri istihbarat dağıtılmıştır. Bunlar demokratikleşme adına yapılmıştır ve bu demokratikleşme de PKK’nın önünü açmıştır.

Aynı olayı günümüzde PKK sorununu çözmeye talip olan CHP sözcülerinden de duymak, bu noktada yaşananlardan ders alınmadığını ya da yeni bir politikanın olduğunu göstermektedir.

AKP Gidecek CHP Gelecek

Bu anlamda bakıldığında gerek İran’a gerek İsrail’e karşı AKP’nin yürüttüğü politikaları sistem karşıtı olarak sunmak önemli bir yanlış olarak ortaya çıkmaktadır.

AKP sistem karşıtı olmamıştır, belli bir döneminde sistemin önerdiği bir çizgi olarak girmiştir. Ama bu çizgiyi savunmakta sistem devam edemediği için AKP ortada kalmıştır. Aynı olay Ahmedinejad’la olan ilişkilerde de söz konusu olmuştur. Ahmedinejad’a karşı yapılan muhalefet, ABD tarafından desteklenmemiş ama Ahmedinejad’ın günümüzdeki çıkışından sonra bunun desteklenecek olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Ahmedinejad’a karşı muhalefetin desteklenmemesi, Obama’nın Ahmedinejad’a uzattığı eldir. Ahmedinejad’ın Türkiye’ye gelmesi, diyaloğun başlatılması nedeniyledir.

İşte bu duruma baktığımız zaman yeni dönemde gelişecek AKP politikalarının gerilemesiyle, yani Türkiye açısından AKP’nin aktör güç olmaktan çıkarılmasıyla, yerine ılımlı laiklik olarak CHP’nin getirilmesi gündeme gelmiştir.

Bunun sinyalleri de AKP’nin Kürt açılımı konusundaki hataları ve buna karşılık CHP’nin tavrı nedeniyle yükselen oy oranıdır. Ama CHP’nin “kan kanla yıkanmaz” sözüyle ortaya koyduğu gibi koruculara karşı olmak, Güneydoğu’daki kontrgerilla faaliyetlerini tasfiye etmek ve Kürtçe eğitimin önünün açılması gibi talepleri CHP’nin programına sokması durumunda CHP AKP’den daha da büyük bir kayba uğrayacaktır.

Bu anlamda eğer CHP’nin rasyonel bir politikası varsa, yani reel politika yapıyorsa, AKP’nin kaybettiği böyle bir politikaya girmemesi gerekir. CHP böyle bir politika yürütmesi durumunda Kürt oylarını alamayacağı gibi kendi tabanında da oy kaybına uğrayacaktır. Bu anlamda CHP’nin bu politikadan uzak durması gerekir.

Kılıçdaroğlu’nun ikinci önerisi olan barajın düşürülmesi, BDP’ye verilen bir mesajdır. CHP bu noktada AKP’nin barajı düşürmemesi üzerinden propaganda yapmaktadır. Keza genel af gibi Apo’yu da içine alacak muğlak bir kavram CHP tarafından ileri sürülmüştür.

Bu üç nokta yanyana getirildiğinde ve CHP’lilerin AKP’yi Apo’nun taleplerini karşılamadıkları için eleştirmeleri de eklenince, bunların CHP tarafından savunulması durumu ortaya çıkmaktadır.

Bu durum CHP’nin AKP’den daha hızlı bir şekilde oy kaybetmesine yol açacaktır. Bu anlamda bu olgu iki ucu keskin bir strateji ve taktik sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Emperyalizmin çizgisinin yeniden Bush dönemine geri döndüğü şu günlerde, ABD’nin savaş argümanının daha somut ortaya çıktığı görülmektedir.

http://turksolu.com.tr/ileri/45/kurtcudarbe45.htm

SİYASETTE YENİ SOLUK,


SİYASETTE  YENİ  SOLUK,



Siyasete yeni soluk



Osman Pamukoğlu, Ceviz Kabuğu’nda kurduğu partinin hedeflerini anlattı.

‘ HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ ’ İLE SİYASETE GİREN 
EMEKLİ GENERAL PAMUKOĞLU İDDİALI GELİYOR


Halk kimi istiyorsa o başkan olacak

Partide delege sistemini yıkmayı düşünen Osman Pamukoğlu’nun konuk olduğu ve 

6 saat süren programa binlerce faks, e-posta ve SMS yağdı. Düşüncelerini açıklıkla dile 
getiren Pamukoğlu,  Büyükanıt’ı da zırhlı araç konusunda eleştirdi.
Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, siyasetçi kimliği ile ilk kez Ceviz Kabuğu’nda halkın karşısına çıktı. Osman Pamukoğlu, Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun hazırlayıp sunduğu Ceviz Kabuğu programında bomba etkisi yaratacak pek çok açıklamada bulundu. 
Yeni kurduğu “Hak ve Eşitlik Partisi” ile siyasete iddialı bir giriş yapan Emekli Tümgeneral Pamukoğlu, yaklaşık altı saat süren canlı yayında partisini ve siyasette yapacaklarını izleyicilerle paylaştı. Pamukoğlu, siyasette izleyeceği yolu anlatırken destek ona veren ya da eleştiren binlerce kişi Ceviz Kabuğu’nu telefon, faks, e-posta ve SMS yağmuruna tuttu.
  Mevcut partiler ne ki  himayesine gireceğim? 
Siyasete halktan gelen talep üzerine girdiğini söyleyen Osman Pamukoğlu, “Bana 22 Temmuz’dan önce de 6 partiden teklif geldi ama kabul etmedim.  Kararı ben vermiş gibi görünsem de aslında halk verdi” dedi. Osman Pamukoğlu, partisinin adının Hak ve Eşitlik olmasının nedenini, “Çünkü insan var oluşundan beri bütün kavgaların nedeni budur. Her şey hak ve eşitlik üzerine inşa edilecek” sözleriyle açıkladı. 
Osman Pamukoğlu, mevcut partilere katılmak yerine neden yeni bir parti kurduğunu soranlara “56 tane siyasi parti var bugün. Peki, var da ne oluyor? Milletin ihtiyaçlarına cevap verebilmiş mi bunlar? Ülke zaten bu partilerle bu hale geldi” yanıtını verdi. Pamukoğlu şöyle devam etti:  “Milletin şeref dâhil algılarına karşılık vermiyorsanız isterseniz 1056 tane parti olsun. Mevcut partiler neki onların himayesine girip millete hizmet edeceksiniz? Ülke zaten bu hale onlarla geldi. Durağan bir haldeler. Biri söylüyor öteki cevap veriyor...” 
Delege sistemi kalkacak  başkan oligarşisi yıkılacak 
“Başkan oligarşisini, bürokrasideki aristokrat yapıyı yıkacağız” diyen Pamukoğlu, partisinde delege sisteminin olmayacağını açıkladı. “Başka türlü halka ve diğer partilere örnek olamayız. Halk kimi istiyorsa o genel başkan olacak” dedi. Osman Pamukoğlu şöyle konuştu: “Bu ülkenin iki sorunu var. Biri cehalet biri yoksulluk. Parti kurmak zor iştir. Bekleyip görecek herkes. Başkanı delegeler değil üyeler seçecek. Ben kurucu olarak bu sefer genel başkanım. Bundan sonrakini kaç üye varsa internet üzerinden oy kullanarak seçecek. Eğer siz gerçek liderseniz insanlar yine sizi ister zaten. Halk istemiyorsa neden kalacaksınız. Böyle bir demokrasi yok.” 
Pamukoğlu emekli bir asker olarak siyasete atılmasını eleştirenlere tarihten örnek verdi. “Bizim tarihimiz de bütün paşalar siyaset yapıyordu. 
Yavuz, Fatih, Beyazıt aynı zamanda generaldi. 

Askerlik Mesleğimdi Yaptım bitti! 

Atatürk ve İnönü de generaldi. Peygamberler dâhil... Askerlik benim mesleğimdi yaptım bitti. Bu başka bir örgütlenme. Bir devrim gibi gelmezseniz aynı tas aynı hamam gidersiniz. Bu vadi ve boğazlardan çıkamazsınız!” 

Dağlıca ve Çuval olayları Siyasidir 

Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirme olayı ile Dağlıca baskınından sonra gösterilen siyasi tavrın Türk milletinin gururunu kırdığını, gönlünü yaraladığını savunan Emekli Tümgeneral, şöyle konuştu: “Dağlıca ve çuval olayları siyasidir. Bunun nedeni de hükümettir! Dışarıdan kimse zayıflatamaz sizi...Bu yıpranma her yerde içerden olur...Bu olay olduğunda hemen üstüne gideceksiniz. Orada askerler esir alındı dendi...Kahramanca savaştı dendi...Kendileri teslim oldu dendi...Kahramanca çarpıştı dendi ama yargılandı...Sonra serbest bırakıldı falan...Başta söylenen sonra yapılmıyor.” 
Akan kan durdurulacak Kimseden talimat almayacaklarını belirten Osman Pamukoğlu, Güneydoğu’da halkın teröristten ayrılacağını, Meclis’te dokunulmazlığın, eğitimde YÖK’ün kesin kaldırılacağını açıkladı
AB: “Kimseden talimat almayız. İç işlerimize, kültürel dokumuza karıştırtmayız. Siyaseti konuşmayız ama ekonomi, ticareti konuşuruz. Kabul etmezlerse kendileri bilir, yollarına devam ederler. AB olmayacaktır bir kere...Bu rüzgâr da bizim yelkenimizi doldurmayacak.” 
Türban: “Din, mezhep ve inançların yerine getirilmesine kimse engel olamaz. Başörtüsü hepimizin bildiği hayatımızda olan bir şey. Son yıllarda bir ideolojik kalıp haline geldi. Bir düşünceyi ifa eder oldu. Bunu siyaseten kullananlar var. Rejimle ilgili her şeyi açtığımızda altından anayasanın ihlali çıkıyor. Şu dönemde bu parti yönetimdeyken ve bu konuda talepleri varken bir şey yapılamaz. Bu ülkeyi ibadethaneler, okullar ve adalet binaları götürecek.” 
Ordu ve siyaset: “Ordunun yönetim kadrosunun bir saldırı altında olduğu kesindir. Buna izin vermemek lazım. Ordunun üst kademesini ve burada da kişileri hedef alarak yapıyorlar... Bizdeki sorun biraz sıkıyı görünce geri çekilme. Nasılsa ordu gelir! O yüzden hiçbir zaman demokrat olamadılar. İttihat ve terakkiden beri bir alışkanlık bu darbeler. Herkes unutacak bunu. Hükümetseniz buna izin vermeyeceksiniz. Ordu ömür boyu doğrudan ya da dolaylı olarak siyaseten dışında kalacak.” 
Banka satışları ve iletişimin özelleştirilmesi: “İletişim başta olmak üzere her şeyin nasıl geri alınacağı ile ilgili projeler yöneteceğiz.” 
Güneydoğu: “Güneydoğuda ilk yapılacak şey halkı teröristten eşkıyadan kurtarmak. Halk teröristten ayrılacak. Sonra işim ekonomik bölümüne bakılacak. Benim orada en çok rahatsız olduğum şey kan... Kan durdurulacak.” 
Dokunulmazlıklar: Dokunulmazlık kesin kalkacak. Kürsü dokunulmazlığı hariç. Hazineden yardım alınmayacak. Halkın parasıyla lüks binalar lüks yaşam. 
İdam: İdamın geri getirilmesi işine koşullara bağlı olarak her zaman bakılır. 
Tarım politikaları ve sanayi : “Fransa’nın yarısı çiftçi. Orada halk bu iş için banka kredileriyle destekleniyor. Biz de ne diyorlar. Çiftçiye destek vermeyin. Ne demeye çalışıyorlar o zaman? ’Bitirin!’Çiftçi bağımsız değil... Bu adamın bir derdi var...Doğduğu günden ölene kadar beslenmeyi düşünüyor. Bunu sağlamak, yaşadığı sürece mutlu, huzurlu olmasını sağlamak lazım. Tarımla sanayiyi atbaşı (beraber) yürüteceğiz. Bundan halkı kurtarmalıyız. Bir sömürü düzeni bu. Madenlerimizi biz kullanacağız, biz işleyip biz satacağız. Enerji üretmek pahalı... Ucuz enerji üretemediğimizden sanayi ilerlemiyor. Bu yüzden insanlar fabrikaları söküp Romanya’ya oraya buraya taşıyor. Bu nedenle de istihdam sorunları çıkıyor.” 

Eğitim: “YÖK kesin kalkacak. Milli Eğitim Bakanlığı iki faaliyetli olacak. Bir banklık ilk ve orta öğretime, bir bakanlık yüksek öğrenime bakacak. Üniversiteler kesinlikle özerk olacak.” 

“Birleşmeye açığız” 

Hak ve Eşitlik Partisi Lideri Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu yoğun bir şekilde izleyicilerin “muhalif güçlerle birleşin” çağrısıyla karşılaştı. İzleyiciler, Pamukoğlu’nun Tuncay Özkan ve Uğur Dündar’a teklif götürmesini, Doğu Perinçek, Yaşar Okuyan, Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa Özbek gibi isimlerle birleşmesini istediklerini belirten iletiler gönderdiler. Hatta bunlardan bir tanesi “CHP’de birleşin. CHP Baykal’ın malı değil” çağrısında bulundu. Pamukoğlu bu çağrılara “İsteyen arzu eden gelir. Biz herkese açığız. Birleşmeye açığız. Talepleri bakıp değerlendirip inceleyeceğiz” karşılığını verdi. Her partiden bize oy gelecek. AKP’den yüzde on gelebilir.”
 
“1923’e Dönüyoruz” 

“En başa 1923’e dönüyoruz. Her yere tırmanmaya hazırız” diyen Pamukoğlu’na Hulki Cevizoğlu’ndan “Ergenekon gibi bir soruşturma sürerken bunu söylemekten korkmuyor musunuz?” şeklinde bir soru geldi. Pamukoğlu’nun bu soruya yanıtı “Ben korku nedir bilmem ki? En nefret ettiğim şey korkaklıktır. Bir insanın özgür olması için cesaret lazım. Korkunun 9 tane çocuğu vardır” oldu. Pamukoğlu, Ergenekon soruşturması sürerken gözaltına alınmaktan da korkmadığını kaydetti: Emekli Tümgeneral “Benim kimseyle bağım yok ki gözaltına alınma korkusu yaşayım. Korku da cesaret de bulaşıcıdır. Hemen bulaşır” dedi. 

“Zırhla değil İstihbaratla” 

30 Ağustos’ta görevi sona erecek olan Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a emeklilik döneminde kullanması için alınan trilyonluk zırhlı araç konusuna da değinen Pamukoğlu,  “sanki bin kişi elinde roketle size saldıracakmış gibi. Bu ne?” diyerek sert tepki gösterdi. Pamukoğlu yapılması gerekenin sağlam bir istihbarata sahip olmak olduğunun altını çizerek şunları söyledi: “1.5 trilyonluk BMW al. Köşk$te oda tanzimine binlerce lira harca. İnsanda biraz insaf olur. İnsaf dinin yarısıdır. Millet sokaklarda gençler işsiz. Siz lüks içinde yaşıyorsunuz. ‘Ben istemiyorum, almıyorum’ demesi lazım. İstihbaratla koruyacaksınız.” 
Yeni kitap ve Tatil.. 

Programın büyük ilgi çektiğini söyleyen Cevizoğlu, yaklaşık 6 saatin sonunda, “Bu güne kadar yaptığım siyasi oluşum programları içinde en çok ileti (mesaj) alan program oldu. Yazıcılarımızın mürekkepleri (kartuşları) bitti. Kağıt stojumuz neredeyse bitti. Çok sayıda arkadaşlarımız internet iletilerinin çıktılarını dahi alamıyor yoğunluktan” dedi. Hulki Cevizoğlu ayrıca, “Ceviz Kabuğu’nun iki hafta gibi kısa bir yaz tatiline girdiğini, ay sonunda tekrar ekranda olacağını” söyledi ve ekledi: “Ama bu arada da yatmayacağız. Rahmetli Necip Hablemitoğlu ile ilgili kitabımızı okuyucuya sunmaya çalışıyoruz.”

..