6 Ocak 2015 Salı

MALUM YANDAŞLAR..,




MALUM  YANDAŞLAR..,





Yekta Güngör Özden

Yekta Güngör Özden

05.11.2007/Sayı:160

Gereksiz, yanlışlara dayalı ve yanıltıcı bir halkoylaması tartışmalarıyla geçen hafta, bu halkoylamasını etkileyecek sonuçları olabilecek Anayasa Mahkemesi’ne iptal istemli başvuruyla kapandı. Halkoylamasına sunulan 5678 no.lu Yasa’nın değil, bu Yasa’nın 6. maddesi ve bu maddeyle getirilen geçici 18. ve 19. maddelerin çıkarılmasına ilişkin 5697 no.lu Yasa’nın iptali istendi. Ayrıntıya ilişkin bilgimiz olmadığından iptal isteminin anayasa değişikliğine ilişkin bir yasa mı, yoksa sıradan bir yasa için izlenecek yolla olup olmadığını bilmiyoruz. Anayasa değişikliğine ilişkin yasaların iptali ancak biçim yönünden, o da üç koşulda olur. 5697 no.lu yasa anayasa kuralını değiştirmiyor, anayasa kuralını değiştirmek isteyen yasayı değiştiriyor. TBMM bu yasayı anayasa değişikliği gibi işleme bağlı tutarak kanımızca yanlış yapmıştı.

Kesin olmayan halkoylaması sonuçlarına göre oy kullanacak yurttaşların %67.5’u sandığa gitti. Kabûl oyları seçmen sayısının %45.5’inde kaldı. 3376 no.lu Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulmasına İlişkin Yasa’nın 8. maddesinin son tümcesinde geçen “…Anayasa değişikliği Türk Milleti tarafından kabûl edilmiş olur” durumuna uyuyor mu? Halkoylamasına katılmayanlarla “Hayır” diyenlerin sayısı “Evet” diyenlerden fazla. Sonuç ulusal istenci yansıtmıyor. Halkoylamalarında katılanların yarıdan fazlasının kabûl etmediği metnin geçersiz kalması olaya daha uygun düşer.

Sınırötesi

Sınırın iki yanında da değişik rüzgârlar esiyor. Önceden hazırlıklarını tamamlamış durumda TBMM kararı uyarınca Hükûmetin vereceği buyruğu bekleyecek Silâhlı Kuvvetler baskınlar ve pusularla önemli kayıplar verdi. Şehitlerimizin yürek dağlayan acıları ulusumuzun savunmayı saldırıya dönüştürme istemlerini gündeme getirdi. Her yerde yurttaşlarımız bayraklarla sokaklara, alanlara döküldü, bildiriler yayımlandı. Üniversitelerimizin öncülük yaptığı yürüyüş ve toplantılar ulusal duyarlılığı doruğa taşıdı. Silâhlı Kuvvetlerimizin hazırlıklarından tedirgin olan Irak’taki kürtleri ve peşmergeleri telâş aldı. AB ülkeleri yine engel olmaya çalışırken ABD her zamanki tutarsızlığı ve ikilemleriyle oyalamaya, geçiştirmeye ve durdurmaya çalışıyor. Geçen zaman içinde yine Irak hükûmeti’nin ve ABD’nin yardımıyla, Irak’ın kuzeyinde yuvalanan PKK önlemlerini aldı, yığınağını yaptı, sığınağını donattı, kaçtı, saklandı, Türk Silâhlı Kuvvetlerini yıpratmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bunu çocuklar bile kestiriyor. Silâhlı Kuvvetler adına bir konuşmada “Artık Oyalanmayacağız” denildi. Demekki oyalanıldığını askerlerimiz de kabûl ediyor. Oyalayanlar belli: İçerde AKP iktidarı. Dışarda ABD. İktidar ABD’nin olurunu bekliyor, muhtaç, çekingen ve beceriksiz. Peki ABD’ne ne oluyor? Irak’ta işi ne? Irak onun mu? Hani Türkiye ile ortaklıkları vardı? Kimden yana? Daha nice sorular yöneltilebilir. ABD dünyada itibarını yitirirken Türkiye’de her şeyini yitirmiş duruma düştü. Türkiye saldırmıyor, savunuyor. TBMM kararındaki sınırlar içinde bir sınırötesi zorunlu operasyon söz konusu, başka bir şey, savaş değil. Kendi çıkarları için ülkeleri işgalden kaçınmayan ABD, kullanacağı güçleri gücendirmemek için onlara yönelik haklı girişimleri durdurmaya çalışıyor. 

Komutanlarının, diplomatlarının sözleri bu yolda. PKK’ya ve teröre karşı içtenlikli olmayan savaş ve karşıtlıkları kimseyi kandırmıyor. Bekleyen AKP iktidarı da ABD oluruyla sınırlı operasyon için Silâhlı Kuvvetlere buyruk verirse karşı yanın hazırlıkları nedeniyle yeni şehitlerimiz olur. Başarılı sonuç alınamazsa askerlerimizi suçlayacaktır. Kendi aymazlığının sonuçlarını Silâhlı Kuvvetlerimize yükleyecektir. Yandaşları elde kalem beklemektedir.

Yandaşlar sahnede

Sınırötesi operasyondan önce sıkmabaş operasyonu hızla yolalmaktadır. Dinsel hiçbir zorunluluğu olmayan başbohçası “Din gereği, inanç nedeni” gösterilip savunularak her kata çıkmaktadır. ABD İstanbul’da sıkmabaşlıların dolduğu üniversite açarak (Alfred Üniversitesi) Cumhuriyet uygarlığını korumaya çalışan üniversitelerde kargaşa yaratıp sistemi oymaya, yıkmaya çalışmaktadır. Yukarda değindiğimiz ABD Dışişleri Bakanı’nın, ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin Irak’ın kuzeyindeki ABD’li Komutanı Tümgeneral Benjamin Mixon’un, Barzani ve Talabani’nin sözleri, Irak’ın petrol tehdidi, Zana’nın hezeyanları birleştirilirse Türkiye’nin itildiği yalnızlık daha iyi anlaşılır.

Avrupa polisinin Türkleri sakıncalı davranışları da iyi değerlendirilmelidir.
Bu arada ABD’nde konuk edilip korunan, beslenen de denebilir, Fethullah Gülen’in adamlarının İngiltere Lordlar Kamarası’nın düzenlediği konferansa ilişkin yayılmacı çabaları sürmekte, kimi AKP milletvekilleri de katılarak ilgilerini güçlendirmektedir.
Toplum önderi sayılacak kişiler, kuruluşlar şehitlerimiz nedeniyle haklı tepkilerini içtenlikle açıklarken, kimi sözde aydın ve sözde ilericilerle kimi sözde solcu kuruluşlar bir tür karşı eylemlere girişerek, grev kırıcılığı gibi miting ve tepki kırıcılığı yapmaktadır. Savaşı, saldırıyı, yaralamayı, öldürmeyi, yakmayı, yıkmayı kimse düşünemez. Kırıcılar, anlamını bilmedikleri sözcükleri kullanarak, kendilerince kimi değerlendirme, niteleme ve tanımlamalarla bölücü ve yıkıcılara, şeriatçı, ırkçı ve özellikle kürtçülere destek oluyorlar. Bu beyler ve hanımefendiler PKK’ya, destekçilerine ve yandaşlarına dönüp “Tutumunuzda, amacınızda, terörde asla haklı değilsiniz. Bırakınız silâhları. İçimizdeki aileleriniz nasıl bizimle her konuda eşitse siz de öyleydiniz. Yabancıların kuklası olmaktan vazgeçiniz” demiyorlar. Kimi eski faşist sözde yeni liberal, kimi kendini solcu sanan yazar-çizer faşizmi, ırkçılığı, şeriatçılığı kınayacak yerde milliyetçiliğe saldırıyor.

PKK ile savaşım sanki yalnız silâhla oluyormuş gibi “PKK ile mücadele sadece silâhlı olmaz”, sanki diplomasi gerekleri hiç yerine getirilmiyormuş gibi “Silâhtan önce siyaset ve diplomasi” diyenler yanında “Bu sınır savunulmaz” diyenler var. Meclis’in yetki kararının “…savaş tamtamlarının sesini güçlendirdiği…” yolunda ilerici bilinen gazetelerde yazılar yayımlandı. Bizim içtenlikli, karşılıksız, yurtsever duygularımızı, tepkilerimizi anlamayan, anlamak istemeyen, ya da düşünce yetersizliğinden amaçlı değerlendirerek saldıranlar şahinliğe soyundu. Akılları başlarına geliyor olmalı. Ama sözde özgürlük, demokrasi ve eşitlik için düzenlenen mitinge ilişkin şu sözlere katılmak olanaksız: “Milliyetçi, otoriter yüzlere karşı sivil bireyler” (tam bir asker karşıtlığı), “…sokaklardan yükselen sese karşı…” (terörü kınayanlara yönelik haksız eleştiri), “…toplumsal duyarlılıkların istismar edildiği…” (elde bayraklarla bölücülüğü, yıkıcılığı kınayanlara karşı). Sanki kürtlere saldırılıyor, onlara karşı savaş hazırlığı yapılıyormuş gibi ayrımcı, yanıltıcı, tehlikeli sözler. Biraz daha değinilse “Düşünce özgürlüğü” diye saçmalıklarını savunacaklar. Bunlara göre üniversiteler, Barolar, Odalar, dernekler, vakıflar barış karşıtı, savaş yandaşı, gereksiz tepki odaklarıdır.

Yapılan kötülükleri, yapılması istenenleri, yazılanları, söylenenleri görmüyor, okumuyor, duymuyor, anlamıyor olamazlar. Silâhlı Kuvvetlerin silâhları bırakmasını, iç savaşa gidildiğini, Türk-kürt çatışması olacağını, medyanın başka kötülükleri yokmuş gibi histeriyi beslediğini, savaş hazırlıklarına son verilmesini istiyorlar. Bunları da “…aklın, emeğin, barışın sesi…” olarak sunuyorlar. Şimdiye kadar nerdeydiniz? Türkiye’nin yararından, Türkiye’yi Türkiye yapan Atatürk ilkelerinden, giderek tırmanan şeriatçılıktan söz edemiyorlar. PKK vuracak. Türkiye duracak… Bıçak kemiğe dayanmıştır. İstanbul köşklerinde gazel okumak kolaydır.

Yalancılar-Yobazlar

Kaç kez söyledik, yazdık. Anlamıyor, anlamak istemiyorlar. Ben ilkeler bağlamında hiçbir yanlışlığın, sapkınlığın içinde olmadım. 12 Eylûl’cüleri Anayasa Mahkemesi Kurulu, kurulun bir bölümü ya da üyeleri olarak, yurttaş olarak ziyaret etmedik. Bizim önümüzde demokrasiye geçme sözü vererek and içtiler. Kimi gerici, kiralık, sapkın kalem yalanı yazıyor, yalanı yayıyor. İktidar gazetelerine yamanan yanaşmalar, dalkavuklukla yer tutmaya çalışan sömürücü ve çıkarcılar, Türkiye ve Atatürk karşıtları saldırılarını sürdürüyor. Havlama alışkanlığı olanları susturmak güçtür. Başkalarının, yanıt vermeyi kendime yakıştıramadığım kötü sözlerini belirtmemi çarpıtarak bana maletmeye çalışanlar ya da “yarası olan gocunur” sözünü anımsatan alınganlıkla nitelemek zorunda kaldıkları arasına kendilerini koyarak karalamak isteyenler var. Herkes kendi düzeyini belli eder. Düzeysizler düzey savında bulunur. 12 Eylûl’de dut yemiş bülbül gibi susup, seçim için benim desteğimi ricâ edip sonra niçin, ne dediğimi gözardı edip sözcüklerle yıpratmaya çalışan kişiliksizlerin ürettiği yalanlara kimse inanmaz. Beni de başkalarını da bilenler bilir, tanıyanlar tanır. Atatürk’ün annesi için kötü söz söyleyenleri, Atatürk’ü soysuz biçimde nitelendirenleri amaçlayarak “Bunların ya sütü, ya kanı, ya da mayası bozuk!” sözlerimi böyleleri ve destekçileri için yineliyorum. Kendini insan, Türk ve yurttaş bilen bu terbiyesizliği yapmamalıydı. Beni baş-kalarıyla karşılaştırmak isteyenler iyi inceleme yapsınlar ve 1960’tan başlayarak Cumhuriyet gazetesini, 1980’den sonraki Barış ve Bugün gazeteleriyle Yankı dergisi sayfalarını karıştırmalı, Anayasa Mahkemesi arşivini incelemeli, yetkililerinden yaşamda kalanları dinlemelidir. Ötesinin önemi yok.

Cumhuriyeti yaşamak, buruklukla da olsa kutlamak yetiyor.




.

.. Elde var sıfır.




.. ELDE VAR SIFIR..,







Yekta Güngör Özden
Yekta Güngör Özden


Başbakan olmadan önce de ABD’ne gidip gelen Recep Tayyip Erdoğan her seferinde görüşmelerin olumlu geçtiğini, başarıyla döndüğünü ileri sürer, şakşakçılarının yazıları ve konuşmalarıyla okşandıkça kendisini gerçek bir devlet adamı sayarak şişinirdi. 5 Kasım 2007 görüşmeleri de böyle olmuştur. Anamuhalefetle yavrumuhalefetin eleştirilerinin ortasında bir çizgide bulunulduğu anlaşılmaktadır. Yanında iki Bakan ile Genelkurmay İkinci Başkanı’nın bulunmasından başka hiçbir değişiklik olmayan Bush’la yaptığı görüşmenin “Tarihî” olarak nitelendirilmesi, devlet medyası durumuna gelen kanal ve basının zorlama bir nitelendirmesidir.
İleri görüşlü bir yönetim, teröre karşı tüm önlemleri alır, operasyon için TBMM kararını çıkartır ve hemen gereğini yapardı. O zaman ABD’nden ya da başka yerlerden olur almaya da gerek kalmazdı. Meclis kararı öncesi yürütülen diplomatik çabalar olumsuzsa karar alıp yerine getirememektense karar almama yolu yeğlenir, temaslar olumlu sonuçlanırsa karar alınıp hemen yerine getirilerek TBMM’nin ve Devletin saygınlığı korunurdu. Şimdi TBMM kararının yerine getirilmesi Bush’un iki dudağının arasına bırakıldı. Bu durum, bir anlamda TBMM kararının Bush’un onayına bağlı tutulması demektir.
Elbet operasyon çocuk oyunu değildir. Yapılmasının yararı-zararı çok iyi düşünülecektir. Koşullar, zaman, dış destek vd. Ancak yapılamayacak şeyi hiç söylememek gerekir. RTE’ın Bush’la görüşmesinden sonra mutlu olduğunu söyleyip Ulusal Basın Kulubü’nde operasyon aşamasında olunduğunu açıklaması hiçbiriyle uyuşmamaktadır. Çünkü Bush, operasyondan hep uzak durmuştur. Üçlü mekanizma, operasyonun buzdolabına konulmasıdır. Ayrıca “Güneydoğu’da operasyonların hızla sürdüğü” açıklaması sonuçlarına ilişkin doyurucu ve mutluluk verici bilgileri gerekli kılmaktadır. Ülkemiz içinden sürdürülen saldırılar (6 Kasım Tunceli olayı) yuvalanmayı, “gece silâhlı, gündüz külahlı” deyişini doğrulayan hainliği, amacın demokrasi, eşitlik vs. olmayıp toprak almak, ayrı devlet kurmak olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bush-Erdoğan zirvesinden çok önemli kararlar çıktığını söyleyerek halkı aldatmanın hiçbir anlamı yoktur. “Stratejik ortak” sakızının hiçbir yararı görülmemiştir. İstihbarat katkısı, PKK kamplarının üzerinde ABD keşif uçaklarının dolaşması, PKK bürolarının kapatılması, göstermelik “Dostlar alışverişte görsün” türü davranışlardır. ABD, Irak’taki varlığının güvencesi saydığı kürt gruplarla Türkiye’ye karşı koz olarak koruyup desteklediği PKK’dan vazgeçmemektedir. BOP açılımını bu kollarla yürütmeyi düşünmektedir. “Ortak mücadele” lâfta kalmaktadır.

Sekiz askerin geri dönüşü elbet mutluluk vericidir. Ancak, PKK’nın götürmesi ya da kimilerinin danışıklı dövüş biçiminde gitmesi ve özellikle dönüş biçimleri üzücüdür. PKK’yla ilişki, Apo resmi asılı sehpada tutanak imzalanması, DTP’li üç milletvekiliyle ABD’li ve Irak’lı yetkililerin bulunması düşündürücüdür. Hükûmetin açıklamalarıyla yalanladığı DTP’lilerin “PKK’lı ve yandaşı değiliz, temsilcisi hiç değiliz” açıklaması yapmaları gerekmiyor mu? DTP’li bir milletvekili bayanın eşinin PKK saflarında bulunduğu savı Meclis’teki varlıklarına ilişkin kuşkuları ve eleştirileri doğrulamıyor mu? Önerileri ve konuşmalarıyla anayasal aykırılıkları her kez daha iyi anlaşılan DTP’lileri yeni kürtçü ve ayrılıkçı kuruluşların izleyecek olması da ilginçtir. Türk, Çerkez, Kürt, Laz, Arnavut, Boşnak, Gürcü, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi vs. partisi olamayacağına, resmî dil Türkçe olduğuna, “Çoğunluğun adı adımız, dili dilimiz” ilkesi ve inanç-soy ayrımı gözetmeksizin ulusal yapı öngörüldüğüne göre terörü haklı gösterecek tüm çıkışlar, eylem ve söylemler yanlıştır, sakıncalıdır. İktidarın anlamsız hoşgörüsü, seçim desteği beklentileri karşıtlarımızı şımartmaktadır. Silâhlı Kuvvetlere “Zaptiye” diyenler, orgenerallere ders vermeye kalkışan yedeksubaylık yaptıkları kuşkulu siyaset devşirmeleri toplumsal duyarlılığı yadsıyan ahmaklıklarını açıklamaktadırlar. DTP’nin Silopi Mitingi tam bir PKK şovudur. Türkiye sınırları içinde PKK-Apo övgüsü, aykırı-sakıncalı sloganlar, üç renkli flamalar, devlet ve kolluk güçleri karşıtlığı, milletvekillerinin içtikleri andla bağdaşmayan söylem ve girişimleri yetkili organların tutumunu tartışma konusu yaptırmaktadır.

Yalnız bu kadar mı?

“Özgür, eşitlikçi, demokratik Anayasa” adlı mitingi düzenleyenlerle söylemlerine ve önerilerine bakmak yeter. Haklı sınırötesi operasyonu ne olursa olsun engellemeye yönelik çabalar, lâik Atatürk Cumhuriyeti karşıtlığıyla birleştirilerek sürdürülmektedir. PKK’ya, yandaşlarına, destekçilerine, iç ve dış döneklerle sapkınlara yönelik tek uyarı yoktur. Kışkırtıcı medyada sergilenen karşıtlıklar, kimi emekli komutanların eleştirilere elverişli pişmanlık ve görüşleri, kimi aymazca yazılarda açıklanan “herkese tuzak operasyon” savları, Barzani, Talabani propagandası, onları muhatap alma önerileri birbirlerine eklenmektedir. Kürt sorunu kürtlerin sorunu nedir? “Kürdüm, kürt asıllıyım” demeyi kimse engellemiyor. Devlet yöneticilerinin Türk olduklarını söyleyemedikleri gözetilirse, her Türk yurttaşının öncelikle Türkçe bilmesi için güneydoğuya kürt olmayan öğretmenler gönderilmesi gereğinin savsaklandığı saptanırsa, alt-üst kimlik tartışmalarının gereksizliği ve sakıncaları düşünülürse, ülkede hemen hemen herkesin sorun ya da sorunları olduğu unutulmazsa asıl amacı izleyen “kürt sorunu”nun yapaylığı daha iyi anlaşılır. Ayrı toprak, ayrı ulus, ayrı devlet, ayrı anayasa ya da Anayasa’da ayrıca sayılma önerileri geçersiz ve benimsenmeleri olanaksızdır. Uğraşlar boşunadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Ulusu’nun sonu sayılacak hiçbir öneri ve dayatma yaşama geçirilemez.

Başbakan’ın yargıya sataşması sürmektedir. Hukuk devletinde varlıklarını hukuka bağlı tutması gerekenlerin hukukla kavgası asla bağışlanamaz. Başbakanın Irak olayları nedeniyle medyaya konulan sansürü kaldırıp iktidarın itirazını da geri çeviren Danıştay için söylediklerinin hukukta yeri yoktur. Gerçek bir demokraside böyle davranan kişi yerinde bir dakika bile kalamaz. Ayrıca, Anayasa taslağında Danıştay üyelerinin seçiminin Hükûmete verilmesi ve bu bozulmanın Fransa uygulaması ile örneklenmesi de savunulamaz. Hükûmet, yönetim işlemlerini denetleyecek yönetim mahkemeleriyle bu mahkemelerin kararlarını denetleyen, kimi durumlarda ilk derece yönetim mahkemesi gibi çalışan Danıştay’ın üyelerini Hükûmetin seçmesi-ataması ülkemiz ortam ve koşullarında asla yarar getirmez. Siyasal, kültürel, toplumsal düzeyimizi gözardı ederek yılların uygulamasını kaldırıp Fransa’yı örnek göstermek, yargıya elatmaktan başka bir anlam taşımaz. Tutumuyla aykırılık sergileyen iktidarın niyeti giderek daha iyi açığa çıkmaktadır. Ilımlı islâm devletinde göstermelik yargı, ulema düzeni, fetva-ferman rejimi.
Sıkmabaş devlet protokuluna iyice girdi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan yurtdışı görüşmelerinde de bu yolu izlediler. Ama ülkemizde görünme, gösteri meraklısı, resepsiyon heveslisi ne kadar insan varmış. Cumhurbaşkanı’nın düzenlediği ikinci resepsiyonu sıkmabaşlılarla destekçileri süsledi. Her kesimden insanın katıldığı resepsiyonu sırıtarak el sıkanlar yanında Cumhurbaşkanı’nın eşiyle karşılaşmasında kuyruğa girenler doldurdu. Katılmayarak, kınayarak, bozulan devlet görünümünü, istenmeyen modernliği savunarak ilkeleri, kişiliği üstün tutan kaç kişi çıktı bilinmez. Adından söz ettirmek, medyada görünmek, köşke çıkmayı özellik saymak bu kadar önemli mi? Sanatın soyluluğuna ters sanatçı akımı da üzücü.

Ölümler ve tepkiler

Ölenlerin ışıklar içinde ve Tanrı’nın engin rahmetinde yatmalarını dilemek, ölenleri iyilikle ve iyilikleriyle anmak güzel geleneklerimizdendir. Ancak, ölenlerin efsaneleştiğini söylemek abartısı içtenlikten uzak yanlış kanılardır ve gelecek kuşaklara örnek olacak yanları yerine kişisel bağları öne çıkaran bir yaklaşımdır. Bunu avukatlığını da yaptığım, iki yıl aynı kurulda çalıştığım Ecevit’in ölümünde yaşadığımız gibi hem Rektörlük Hukuk Danışmanlığımda hem de avukatlığında yakından tanıdığım Erdal İnönü’nün ölümünde izledim. Akılcı ve gerçekçi tutumla bağdaşmayan, çoğu duygusallık ve özellikle pişmanlık ürünü görüşler. Yanlışları ve doğruları ile vermek varken amaçlı karalamalar, abartılı övgüler aramızdan ayrılanlara da saygısızlıktır, topluma da. Unutulmamalıdır ki ölüler biz andıkça yaşar. Yaşatmak için gerçekçi ve yansız olmak gerekir.

Çankaya Köşkü’nün dinsel çizgiler, renkler ve görünümler kazanması çalışmalarına bütçe desteği ve olanağı getiriliyor. Kimi kurumlarda, asker-sivil kimi birimlerde, özellikle dıştemsilciliklerde bilinen yenileme, süsleme, gelenlere göre döşeme uygulaması nice gereksiz gidere neden olmaktadır. Bu tutumun Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne uzaması iyi olmamıştır.
Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sıkmabaşlıların yarattığı görünüm bozukluğu ve kimi burukluklarla geçti. Atatürk’ümüzün aramızdan ayrılışının 69. yılında sözde ve yapay Atatürkçülerin biçimsel anışları, döneklik ve sapkınlıklar dışında kimi yararlı etkinlikler düzenlendi. Özlemimiz her gün artmaktadır. Saltanatın kaldırılmasının 85. yıldönümü 1 Kasım’dı. Ankara Ü. Hukuk Fakültesi’nin açılışının 82. yıldönümü de 5 Kasım. Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu düzeyli ve anlamlı bir konuşma yaptı.

Önemli yineleme ;

Büyük Atatürk’ün “En büyük övünç kaynağım Türk olmaktır” sözü benim tüm duygu ve düşüncelerimi özetleyerek yansıtmaktadır. Türk olmakla onurlu, gururlu ve kıvançlıyım. Başka bir soy-boy savım yoktur. Nerden gelmiş olursak olalım, büyüklerimle bir bağa dayanarak değil, ulus bağına dayanarak yalnızca Türk olduğumu yineliyorum. Alt-üst kimlik tartışmalarına, soy kökeki tutkusuna karşıyım. Ne mutlu Türk’üm diyene!


..

GAF




GAF


Yekta Güngör Özden

Yekta Güngör Özden

Bilgi çağı, uzay çağı nitelemeleriyle aydınlanmanın ufkunu aşma çabaları televizyonların çamaşır makinalarında kirlileri yıkarcasına yaygınlaşan dedikodu izlenceleri, büyü (sihir), fal tartışmaları, metafizik savıyla kimi saçmalıklara bilimsellik kazandırma girişimleriyle sürerken nasıl çağdaş olunabilir? Feodal yapı, ağalık, reislik, şeyhlik sürerken, aşiret çatısı altında buyrukla oy kullanılırken, siyasal partiler inanç sömürüsüyle yol almaya çalışırken teknolojinin aşamalarına nasıl kavuşulabilir? Gençlik ulusal değerleri korumakta yeterli özeni gösteremezken, kadınlar arasında çok evliliğe, dördüncü eş olmaya katlanmayı olağan bulanlar giderek artarken, siyaset, ekonomi, kültür, sanat ve spor alanında gölgeler koyulaşırken karanlıktan nasıl çıkılabilir? Lâik Atatürk cumhuriyeti karşıtları, devşirme yazarlar ve sözde bilim adamları Atatürk’ün Büyük Söylevi’ni hafife alarak değersiz, yanlı, yanlış, gerçekdışı anlatım olduğu savıyla zikzaklar çizerek bilimin onurunu çiğnerken, olumsuzluklar birbirine eklenirken nasıl rahat olunabilir? Yılgınlık, yorulmak, dönmek elbet yok. Umut yürek gücünün tomurcuğudur. Ama her şeyi yolunda sanıp kendi akışına bırakmak aymazlık olur. Tehlikenin ayırdında olarak çalışmak gereği açıktır. İşte 22 Temmuz milletvekili seçimleri, işte 21 Ekim halkoylaması sonuçları, işte sonrası.
Türkiye’nin fotoğrafı
Cumhuriyetin 84. yılında fotoğrafımız böyle mi olmalıydı? Büyük Atatürk’ün İsviçre’den 40 yıl önce seçme-seçilme hakkı sağladığı Türk kadınları Cumhurbaşkanı’nın sıkmabaşlı eşinin elini sırıtarak sıkmalı, sıraya girmekte yarışmalı mı idi? Görünmek bu kadar önemli mi? Davranışlarımızdaki ölçüsüzlükle sakıncaları nasıl geçerli kıldığımızın ayırdında olmalıyız. Türkiye’nin aydınlık-modern yapısının vitrini sayılacak Cumhurbaşkanlığı köşkü artık tutuculuğun ve dinciliğin ortamı durumuna getirildi. Yalnız bu kadar mı? Türk Ulusu’nun en acı gücü olan 10 Kasım’da Türklük düşmanı dinci kralın ayağına gidilerek ulusal onur çiğnendi. ABD korumalı kralın ulusal varlığımızı hiçe sayan sakıncalı tutumuna ortak olundu. İngiltere kraliçesinin, Başbakanının, bir belediye başkanının ayağına giden kral ulusal simgemiz Atatürk’ün anıt-kabrini ziyaret etmekten kaçındı. Yabancı ülkelerde nasıl davranılacağını bilmemesi düşünülemez. Papa’yla görüşen, hıristiyanların ziyaretlerinden kaçınmayan kral, şehitlere çelengi bile esirgedi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan aracılığıyla Türk Ulusu’na saygısızlık eden krala devlet şeref madalyası verilmesi büsbütün gaf olmuştur. 24.1.1983 günlü, 2933 no.lu Madalya ve Nişanlar Yasası’nın 2. maddesinin (a) bendi gereğince Bakanlar Kurulunun önerisiyle Cumhurbaşkanın vereceği şeref madalyası için “Türkiye Cumhuriyetinin bekası, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, toplumun huzuru, birlik ve beraberliği için yurt içinde veya yurt dışında üstün feragat, fedakârlık, başarı ve yararlık göstermek..” koşulu aranır. Suudi Arabistan kralı bunlardan hangisini yapmıştır? Hac kotası yasada belirtilen gereklerden sayılabilir mi, kral bunu bu kez iktidarın ricâsiyle kotarmış mıdır? Olsa olsa sözü edilen yasanın 3. maddesinin (a) bendine göre, o da zorlamayla, devlet nişanı verilebilirdi. Yurt içinde birine verilseydi ulusumuz gerekçesini bilirdi. Yabancıya verilmesinin gerekçesi Türk Ulusu’na açıklanmalıdır.
Arabistan’da kurduğu vehhabilik tarikatını yaymak için Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanarak Hazreti Hüseyin Türbesi’ni yağmalayan, binlerce insanı kılıçtan geçirip Taif Kalesi’ni alan, Hazreti Muhammet dışında din büyüklerinin ve sahabenin mezarlarını yıktıran Abdullah bin Suud ve adamları, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yakalanıp gönderildikleri İstanbul’da 1818’de asılmışlardır. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin kışkırtmasıyla Türklere kötülük yapmışlardır. Türkler 1. Dünya Savaşı sonrasında Arabistan’dan çekilince Vehhabi Emiri Abdülaziz, Mekke, Medine ve Cidde’yi almış, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i Kıbrıs’a sürmüş, yine İngilizlerin yardımıyla 1923’de krallığını kurmuştur. Bilinmesinde yarar var. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’a armağan ettiği kılıcı Faysal, arapları Osmanlı Devleti’ne karşı savaşa kışkırtan İngiliz casusu Lawrence’e vermiştir.
Suudi Arabistan Kralı’na ortak ziyarete ilişkin resmî açıklamalar doyurucu değildir, olamaz da. Hangi nedenle olursa olsun böyle bir otel ziyareti yapılmamalıydı. Kral gezgin tahtında, sağında ve solunda uslu birer öğrenci ya da buyruk bekleyen görevliler gibi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı. İnsanın yüreği kanıyor. Hiçbir gerekçe ve özür bu durumu geçerli kılamaz. Suudi Arabistan bayrağı gölgesinde dincilere selâm amaçlanmışsa daha kötü. Abdullah Gül için kendisinin kutlanması Türkiye Cumhuriyeti’ne saygıdan daha önemli olamaz. Abdullah Gül, yalnız iktidarın Cumhurbaşkanı değildir. Adayı kralı ziyareti cumhurbaşkanı sıfatını taşıdığı sürece böyle yapamaz. Evinde konuk ağırlaması başka şeydir. Bu gafı, bu garabeti örtecek hiçbir neden olamaz. Kral dinci olmasa bunu yapmazlardı. Dincilikle cumhuriyeti bağdaştırmak olanaksızdır. 10 Kasım’ın özellikle seçildiği izlenimini veren olaylar nereden bakılırsa bakılsın sakıncalıdır. Bağışlanamaz bir aykırılıktır. Aralarında din ve siyaset konusunda görüş birliği olmasa, inanç sömürüsünde, dinin siyasallaşmasında, siyasete âlet edilmesinde, din devleti amacında birleşme olmasa böyle bir durum yaşanmaz, yaşatılamazdı.
Dinciler ne yaparsa uygun sayılır, ses çıkarılmaz. Anayasa’ya, yasalara, diplomatik gereklere ve geleneklere aykırı olsa da bir yapay gerekçesi, bir bahanesi açıklanır. Devletin onuru, saygınlığı, ulusun duyarlığı iç önemsenmez. Kimlerin destek verdiğine bakılınca durum daha iyi anlaşılıyor. Dinsel hiçbir zorunluluğu olmayan, islâmın değil siyasal-radikal islâmın simgesi olan sıkmabaşı bayrakla bir tutan şaibeliler yine çığırtkanlığa başladı. Sıkmabaşı, bayraktan, bağımsızlıktan, özgürlükten, ulusal egemenlikten, Türkiye’den önemli sayan sömürücüler ulusal onuru savunamayacak düşüklükleriyle kendi niteliklerini açıklıyorlar.
Cumhurbaşkanı istediği gibi davranamaz. O’nun tercihleri her zaman ve her konuda geçerli olamaz. Kendi özel ilişkileri için devletin saygınlığına gölge düşüremez, ulusal ilkeleri savsaklayamaz, devlet geleneklerini gözardı edemez. Çankaya köşkü özel konutu-evi değildir. Çiftliği hiç değildir. Görevine uygun kullanım için ayrılmıştır. Eşini sıkmabaşıyla resepsiyonlarda görüşmelerde yanına alması, yabancı kralların ayağına gitmesi ve Devlet Şeref Madalyası verilmesi vatana ihanet suçunun tartışılmasını gündeme getirecek davranışlardır. Suudi kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud’a ayrıcalıklı davranılıp devlet uygulamaları dışına çıkıldığı yadsınmaz bir gerçektir. Tören ve resepsiyon giysilerine ilişkin gelenek de yıkıldı. Yalnız sıkmabaşla yetinilmedi. Bu gidişle Yunanistan, Ermenistan cumhurbaşkanları dikkat çeker ama belki öbür arap ülkeleri liderlerine, Bush’a da madalya verilir. Kimbilir, son saldırılar olmasaydı Talabani ve Barzani de düşünülürdü. Yazık. İyi çırak ustasından belli olur. Kaddafi’nin çadırında azar işiten kimin ustasıdır? Hikmetyar’ın dizinin dibine çömelip fotoğraf çektiren kimdir? Alışkanlıklardan ve koşullanmışlıktan kurtulmak sanıldığı kadar kolay değildir.
Kendi kişisel tercihleri sıkmabaşa saygı bekleyenler, Bayrağa, devlete, ulusal ilkelere saygı göstermezler. Beni anlamayanlar, olayların ayırdında olmayıp eleştirenler şimdi özür diliyor, pişmanlıklarını açıklayan yazılar döktürüyorlar. Tehlike artarak sürüyor. Kimi belediyeler cadde, sokak, park adlarını değiştirmiyor mu? Dinci açılım için Millî Eğitim Bakanlığı boş duruyor mu? Diyanet Bütçesi nasıl? Sıkmabaş için Anayasa doğru mu?
Başka neler
Görüyorsunuz ya sayın okuyucular, nelerle sayfalar doluyor, zaman ve emek yitiriliyor. Buruklukla kutlanan cumhuriyetin 84. yılını Atatürk’ün sonsuza göçüşünün 69. yılı etkinlikleri izledi. Çelişkilere, aykırılıklara, sakıncalara değinildi, yapılması gerekenler anlatıldı. Yeterli mi? Asla değil. Törenlere, toplantılara katılan, konuşmalar yapıp iletiler yayımlayanlardan kaçı içtenlikli? Kaçına inanılıyor?
Sekiz askerin yurda dönüşü, yasal işlemler zamansız eleştiri ve açıklamaları getirdi. Yasalara saygı unutuldu.
Türkiye’yi istihbaratla avutup aldığı zamanla PKK’yı kaçırdığı, sakladığı ve koruduğu kuşkularına neden olan ABD ikilemlerini sürdürüyor. Van Başkale’de ikisi korucu, yedi yurttaşı PKK kaçırdı. Gabar’da dört şehit daha verildi. İki askerimiz yıldırım düşmesi sonucu şehit oldu. Trafik kazalarında şehit olanlar da var. Acılarımız artıyor. Her türlü hazırlığını yapıp önlemini alan PKK ve yandaşlarına karşı hâlâ operasyon düşünülüyor, kimi uçuşlarla avunuluyor.
Mardin-Nusaybin’de, Diyarbakır’da (Hak-Par, Kader) mitinglerde Apo’nun posteriyle yürüyüşler yapılıyor, PKK’yı ve Apo’yu övücü sloganlar atılıyor. Bunlar isyan kalkışması değil midir? Kanımca ayaklanma denemeleridir. İçerdekilerin giriştikleri mayın döşeme ve öbür saldırılar içsavaş belirtileridir. Gerçekler inkâr edilmekle yok olmazlar. Tersine daha ağır biçimde kendilerini duyururlar. Dağdan inip Meclis’e girenler, dağdakilerin en yakınları içimizdedir. Gerekli ve yeterli önlemlerin alınması için onlarca yaralı ve ölü mü bekleniyor?
Barış en güzel iklimdir. Ama tek yanlı olmaz. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Irak’la ilgili önerileri iyi düşünülmemiş, dünya ve yurt gerçekleriyle birlikte değerlendirilmemiş kişisel görüşlerdir. Kimlerin desteklediği, kimlerin karşı çıktığı izlenirse gecikmiş çıkışın içeriği ve amacı daha iyi saptanır. Sosyalistler toplantısında Baykal kürt liderlerle birlikte değil mi?
Ankara Forumu için Türkiye’ye gelip TBMM’nde konuşma yapan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın buluşmaları, anlaşmaya çalışmaları, çatışmaları durdurma çabaları ve Türkiye’nin arabuluculuğu olumlu gelişmelerdir. Ancak, Hamas varlığını sürdürüp amacından vazgeçmedikçe, İsrail BOP’daki yerini korudukça barış güçtür. Bölge barışı, dünya barışının temelidir.
Milliyet Gazetesinde Fikret Bilâ’nın önceki komutanlarla konuşmalarını değerlendiren çoğu karşıt yazarı mutlu kılan pişmanlıklar haklı ve haksız yanlarıyla kişilere bağlı görüşler olarak kalacaktır.
Camide Lozan ve lâiklik karşıtı konuşmalara değinen Ege Cansen’in yazıları yaklaşan tehlikeyi doğruluyor. Cumhuriyet süresince lâikliği ve Atatürk’ü tanıtamamanın anlatamamanın sorumlusu hepimiz değil miyiz? Öğrencilere terörü kınama yürüyüşlerine katılmamaları için baskı yapıldığı söyleniyor.

..

Bir insan Türk Askerinin Tabutla Dönmesini Neden İster?





Bir insan Türk Askerinin  Tabutla Dönmesini  Neden İster?



 
        2000’e Doğru dergisi Perinçek tarafından 1987-1993 yılları arasında çıkarıldı. Herhalde Türk basın tarihinde Apo’nun en çok kapak yapıldığı dergidir! Bugün Apo’yla görüşen PKK’lı avukatlar, Apo’nun görüşlerinin yayınlanmasını sağladıkları için eleştiriliyor. Görüldüğü üzere, o yıllarda Apo’nun görüşleri 2000’e Doğru sayesinde yayınlanıyordu...

Apo'nun tampona yanıtı
Apo: Türkiye halkıyla birleşeceğiz
Apo: Bende Kürtlük aşkı yok
Apo'nun bahar politikaları




     ....Ve tabii tarihsel fotoğraf. Perinçek bu fotoğrafı MİT’in servis ettiğini iddia ederek müritlerini ikna etmeye çalışır ama soldaki dergi kapaklarında görüldüğü gibi bizzat kendisi basmıştır. Ama Perinçek’in bu fotoğraf hakkında söylediği bir şey doğrudur: Bu fotoğraf Türk basın tarihinin en çok yayınlanan görsellerinden birisi! Eee, ne yapalım, siz bugüne kadar Apo’ya gül verirken fotoğrafı çekilmiş birini gördünüz mü? Mesela Talabani’nin var mı Apo’yla böyle fotoğrafı? Ya da Barzani’nin? Herhangi bir ABD’li subayın? Ya da ABD’li elçilik görevlisinin? Ya da Apo’yla röportaj yapmış Mehmet Ali Birand’ın? Fatih Altaylı’nın? Ya da herhangi bir DTP’linin? Başka Kürt parti liderlerinin? Yani Apo’yla böyle resim çektiren olmadığı gibi Apo’nun da böyle samimi gülen pozlarda resim çektirdiği biri yoktur Perinçek’ten başka...


Abdullah Öcalan ve Doğu Perniçek birbirlerine çiçek veriyor 



     ...Bugün, Perinçek dergisinde 8 askerin serbest bırakılmasının yanlışlığından bahsediyor ve amacın “PKK’yı muhatap haline getirmek ve yasallaştırma sürecini sonuca ulaştırmak” olduğunu, yaşananların “PKK’yı yasallaştırdığını ve taraf haline getirdiğini” söylüyor. Halbuki, Türkiye’de Hükümet’in PKK ile görüşmesi gerektiğini ilk ifade eden
Perinçek’ti. Sağda görüldüğü gibi Yüzyıl dergisinde 17 Mart 1991 tarihli sayısında “Kürt sorununa barışçı çözüm” öneriyordu. Aynı önerileri bugün DTP’nin yaptığını söylemeye sanırız gerek yok.
Sosyalist Parti: Hükümet PKK ile görüşsün



Perinçek ve Apo’nun arşivinden kareler
Perinçek ve Apo'nun arşivinden kareler



....Bugün “Keşke o Askerlerimizin Tabutları Gelseydi” diyen Perinçek, 2000’e Doğru’da da PKK’yı teröristlere “gerilla” der, PKK’nın yalnızca askeri hedefleri vurmasını “sivillere zarar vermiyorlar” diye olumlu bulur, Türk Ordusu’nun verdiği şehitlerin sayısını ise PKK propagandası doğrultusunda sürekli abartarak verirdi. Anlaşılan eski alışkanlıkları devam ediyor.
Perinçek: Askeri Mahkeme'yi kutluyorum
Perinçek: Keşke askerlerin tabutları gelseydi



Perinçek: Dağlarda gerilla var
   _ Bugün Türk askerinin tabutunun dönmesi gerektiğini savunan Perinçek, PKK’lı teröristlere de gerilla diyordu ve terörist değil gerilla denmesi gerektiğinin propagandasını yapıyordu. Hatta “gerilla”nın Türkiye’yi 12 Eylül’den kurtardığını, “otorite”ye başkaldırmanın bir örneği olduğunu bile söyleyebiliyordu:
“Dağlarında gerilla var bu memleketin değil mi? Hükümet onbeş günde bir onların kökünü kazıdığını ilan ediyor. Vurulanlar oluyor, yakalananlar, ama tükenmiyorlar. (...) Nesnel bir gerçek var ortada: Ülkemiz öyle bir çalkantı içindedir ki, küçümsenmeyecek sayıda insanımız ‘bu böyle yürümez’ kanısına varmıştır. 12 Eylül askeri rejimi, muhaliflerini devlet terörüyle bastırmış, susturmuş, fakat bunalımın kendisi sürdüğü için tezahürleri de sörmüştür. Bugün eskisinden farklı olarak dağlarda gerilla varsa ve devlet yetkilileri de zaman zaman bu işin kökünün kazınamayacağını belirtiyorsa ‘insanlarımız otoriteye boyun eğer’ yargısı çok dikkatsizce ve ihtiyatsızca ortaya atılmıştır.”



    _ 1990’da PKK’nın nöbet tutarken kaçırdığı bir onbaşının haberini 2000’e Doğru “Gerilla Albay’ın kapısındaki nöbetçiyi dağa kaldırdı” başlığıyla vermişti. Hatta PKK’nın onbaşıyı
sorguladıktan sonra hazırladığı sözde ifade tutunağını da yayınlayan 2000’e Doğru, Onbaşı Behçet’in kendisini kaçıran PKK’lı teröristlerle çekilmiş bir resmini de basmıştı. Üstelik şu ifadeyle: “Onbaşı Behçet kendisini kaçıran gerilla timiyle birlikte”. 2000’e Doğru, bu olayda da PKK propagandasına devam etmişti: Onbaşı Behçet’in “PKK’yı tanıdıktan sonra kanaatlerinin değiştiğini”, “yanıldığını” iddia etmiş ve şu ifadelerine yer vermişti: “Bana esir muamelesi yapılmadı.”


Gerillalar albayın kapısındaki nöbetçiyi dağa kaldırdı
2000’e Doğru’nun deyimiyle “Onbaşı Behçet Dinç’in gerillalar tarafından alınan yazılı ifadesi”
       _ 2000’e Doğru’nun deyimiyle “Onbaşı Behçet Dinç’in gerillalar tarafından alınan yazılı ifadesi” (üstte) ve kaçırılan onbaşının PKK’lı teröristlerle çekilen fotoğrafı (sağda).,
Kaçırılan onbaşının PKK’lı teröristlerle çekilen fotoğrafı

 _ Bugün Perinçek “Buna terör değil, savaş denir” dediğinde, ilk başta söylediklerinin ne anlama geldiği anlaşılmadı. Halbuki ortada bir savaş varsa, savaşan iki ordu da var demektir. Yaşananın bir “savaş” olduğu propagandası ve PKK’nın bir “ordu” olduğu propagandası 2000’e Doğru kapaklarında görüldüğü gibi Perinçek tarafından yıllardır yapılmaktadır zaten... Üstelik bugün Tayyip Erdoğan’ı BOP eşbaşkanı olmakla suçlayan Perinçek, daha o günlerden bu görevi üstlenmişti. Kapaklarda da görüldüğü gibi hem İran’a, hem Irak’a, hem de Türkiye’ye karşı Kürt bölücülüğünü destekliyordu. “İran bölünsün, Irak bölünsün, Türkiye bölünsün” Perinçek’in temel politikasıydı.
 
İP Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Buna terör değil savaş denir
Irak ve İran'da Kürtler savaşa hazırlanıyorPKK ordulaşıyor

Perinçek’in propagandasına göre, Türk Ordusu’nda dayak vardır, astsubaylar firar etmektedir. Hatta korucular da “devlet terörü”nden etkilenerek silah bırakmaktadır. 2000’e Doğru’ya göre “çok sayıda korucu, baskılara direnerek, hatta yerlerini, yurtlarını terk ederek silah bırakma mücadelesi veriyor” İşte Perinçek’in ütopyası: Astsubaylar firar etsin, korucular silah bıraksın, askerlerin de “Tabutu dönsün”!
Korucular silah Bırakıyor
Askerde dayakAstsubay firarlarında patlama



Perinçek, bugün DTP’lilerin “Biz Arkamızı Cudi dağına dayıyoruz. PKK’nın silahlı gücüne dayıyoruz” demesini eleştiriyor.

Ama 2000’e Doğru’da Türk Ordusu’nun Cudi Dağı’na düzenlediği operasyonlara
“Kimyasal silah” kullanıldığı gerekçesiyle karşı yayın yapıyordu.

Bu da yıllardır süren bir PKK propagandasıdır: “Kirli savaş” ve bu sözde savaşta Türk Ordusu kimyasal silah bile kullanmaktadır!
Cudi Dağı'nda kimyasal silah mı?





http://www.turksolu.com.tr/162/perincek162.htm

..

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!



İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!




TÜRK HALKINI BUGÜNLERE DE SİZLER GETİRTTİNİZ.. İŞTE GELİŞMELER KRONOLOJİSİ.. 

NOT; YAZAR SAYIN SERDAR ANT BEYEFENDİYE BUGÜNLERİ GÖREREK YAZDIĞI BU ARAŞTIRMA YAZISINDAN DOLAYI..TEŞEKKÜRLER EDERİM,,

2013-03-09 11:04:00
İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ! (Serdar Ant )




WebmasterSitesi-Aklın ve Bilimin Işığında

Ey “BİLİMSEL SOSYALİST” Aydınlıkçılar!

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ! (Serdar Ant'ın yazısından alıntıdır)
Ey “BİLİMSEL SOSYALİST” Aydınlıkçılar!
Şimdi İşçi Partisi lideri, 1990’ların başında da 2000’e Doğru dergisi Genel Yayın Yönetmeni olan Doğu Perinçek’in ve İşçi Partisi’nin öncülü olan Sosyalist Parti’nin Genel Bakanı Ferit İlsever’in, Bekaa’da terör örgütü lideri Öcalan ve PKK teröristleriyle nasıl kucaklaştıklarını ne çabuk unuttunuz! Öcalan ile Perinçek’in birbirlerine çiçekler verirken kameralara gülücükler atarak poz verdiklerini, hatta Perinçek’in PKK militanlarını askeri birlik denetleyen bir komutan gibi selamlayıp tek tek tokalaştığını ne çabuk unuttunuz? Merak eden internete girip İşçi Partisi ya da Doğu Perinçek adına bir tarama yaparsa, ilk karşılaşacağı bu ibretlik resimler olur!
1990’larda İşçi Partisi yöneticileri, PKK lideri ve teröristlerle kucaklaşırken, Güneydoğu’da her gün onlarca vatan evladı toprağa düşüyor, şehit oluyordu! Ama 2000’e Doğru dergisinde yayınlanan Türk askerinin değil, PKK teröristlerinin ölüm ilanlarıydı! İşte bir örnek…
2000’e Doğru dergisi…
Tarih: 27 Mart-2 Nisan 1988…
Yıl: 2, Sayı: 14, Sayfa: 29.
Dergide yayınlanan ilan bir şiirle başlıyor:
Eserindir devrim yolu
Yüreğimiz sevgi dolu
Dağlarımın kızıl güllü
Agit kardaş izindeyiz.
Sönmez devrimin alevi
Devraldık kutsal görevi
Uyandırdın koca devi
Agit kardaş izindeyiz.
Ve şöyle devam ediyor ilan:
“Mahsum Korkmaz (Agit)
'Kahramanlara en çok ihtiyaç duyulan dönemde' bu görevi onurluca yerine getiren ve şehit düşen MAHSUM KORKMAZ'ı (Agit) saygı ile anıyoruz. O'nun ölümsüzlüğünün yıldönümünde iki yıl geçti aradan… Geçse de yıllar yılı… Yaşarız yine her martta… Her gün, her saat… Taptaze ve yüreğimizin en derininde… En sıcak köşesinde acısını çekerek unutmayacağız. O her zaman gözlerimizde hırs, yüreğimizde gurur… Elimizde direniş ve özgürlük bayrağı… Ankara'dan Bir Grup Yurtsever-Devrimci"
PKK'nın terörist eğitmek için adına Bekaa'da akademi açtığı ve “kahraman” ilan ettiği Mahsum Korkmaz'a, İşçi Partisi ve Aydınlık'ın öncülü 2000'e Doğru dergisi de sayfalarını açmıştı o yıllarda!
2000’e Doğru dergisinin PKK’lı teröristlerin ölüm ilanlarını yayınlama politikası, o kapatıldıktan sonra yerine çıkarılan Yüzyıl dergisi tarafından da sürdürüldü. İşte bir örnek daha…
Yüzyıl dergisi…
Tarih: 24 Mart 1991
Yıl: 2, Sayı: 7, sayfa: 41…
Aynı sayfada iki PKK’lının ölüm ilanı var. Biri Mazlum Doğan’ın ve yine bir “şiir” eşliğinde…
Üç kibrit çöpüdür, tutsak bedenlerde başkaldırıyı anlatan.
Biri halkım, biri belasına sevdalandığım ülkem, biri bağımsızlık.
21 Mart 1982’de ihanetin göğsüne hançer olup saplandığı çağdaş KAWA MAZLUM DOĞAN Şehadetinin 9. yılında saygıyla anıyoruz. Diyarbakır E Tipi Cezaevi Siyasi Tutukları…”
Diğer ilan da başka bir PKK’lı Zekiye Alkan için… Onda da şiirimsi satırlar var:
Sen; Gerilla’nın namlusunda patlayan mermi,
Sen MAZLUMUN açtığı ışıklı yolda ilerleyen yiğit Kürt kızı
Sen; Diyarbakır burçlarında yanan baştan başa bir kızıl meşale,
Sen; Kürt proletaryasının yılmaz savunucusu
Sen ZEKİYE ALKAN’dın şehit düşünün 1. yıldönümünde seni
mücadelemizde yaşatacağımıza söz veriyoruz.
DİYARBAKIR DEUTAĞ İŞÇİLERİ”
Ne ilginçtir ki, şimdi Haçlı İrticadan bahseden Aydınlık grubu, o yıllarda İncil ilanları da yayınlıyordu dergilerinde! İşte örnek…
“İNCİL’i okudunuz mu?
İSA MESİH’in tarihsel yaşamı ve öğretişleri hakkında bilgi edinmek isterseniz bize yazın. PK 112 ÜSKÜDAR”
Şimdi buradan İşçi Partililere soruyoruz:
1987-1993 döneminde 2000’e Doğu ve Yüzyıl gibi yayın organlarınızda yayınlanmış bir tane şehit Türk askeri ilanı var mı? PKK’nın katlettiği Türk askerleri için gözyaşı döken bir tane haberiniz var mı?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!
***
2000’e Doğru’nun kapatıldığı dönemde çıkan Yüzyıl dergisinin 24 Mart 1991 tarihli 7. sayısının kapak haberinde PKK övgüsü var. Kapakta halay çeken PKK teröristlerini görüyoruz. Biri saz çalıyor, 5-6 tanesi de halay çekiyor. Üstlerinde de “gerilla” elbisesi… Peki, haberin başlığı ne?
“Dört bir Yanda Newroz Ateşi… KÜRTLERİN YENİDEN DOĞUŞU”
Bu fotoğraf için o sıralar derginin Yazı İşleri Müdürü olan Serhan Bolluk şu açıklamayı yapmış:
“Cudi dağındaki gerillaların fotoğrafı, Türkiye basınında ilk kez yayınlanıyor. Yüzyıl’ın kapak fotoğrafı Cudi’den…”
Peki, haberde neler söyleniyor? Kapakta yer alan haberin iç sayfalardaki başlığını okuyalım şimdi de:
“Tarihin en kitlesel ve yaygın Newroz kutlaması… Halk organları oluşuyor. Yetkililerle pazarlıklarda artık milletvekilleri değil halk komitesi temsilcileri yer alıyor… Mücadele devletin önlemlerini boşa çıkardı… Bugüne kadar hareketlenmemiş yerlerde de gösteriler… Önde yoksullar var… Kawa hem Kürt bölgelerinde, hem Batı’da… Öne çıkan iki güç PKK ve Sosyalist Parti…”
Bu haberin yapıldığı sayının; Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek…
Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin… Yazı İşleri Müdürü: Serhan Bolluk…
Sorumlu Müdür: Adnan Akfırat…
Derginin aynı sayısında yayınlanan Mehmet Bedri Gültekin imzalı Başyazı da kapak haberi kadar dikkat çekici… Okuyalım:
“Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistan’da yeniden ayağa kalktı. Newroz bayramı geçen yıllarla kıyaslanamayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.
1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak Ortadoğu’da bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin öznesi oluyorlar hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar.
Genel Yayın yönetmenimiz Doğu Perinçek ile beraber geçen intifadaların hemen öncesinde bütün bölgeyi adım adım dolaşmıştık. Bu sene de Newroz dolayısıyla gene bölgedeydik. Malatya, Siverek, Urfa, Suruç, Nusaybin, Cizre ve İdil’de Newroz kutlamalarına katıldık. İki yılın Newroz bayralarının tanığı olarak gelişmeleri doğrudan ve yerinde izleme olanağımız oldu.
… Aradan tam bir yıl geçti. Geçen sene her türden Türk şoveninin uykularını kaçıran intifadalar, bu sene daha da yaygın bir biçimde gerçekleşti. Ama artık intifadaların, serhıldanların meşruluğu tartışılmıyor.
… Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler Türkiye Kürtlerini doğrudan etkiliyor. Newroz kutlamalarının kitleselliğinde Irak Kürtleri’nin ayağa kalkışının büyük rolü var. Ama esas etken, bir yıl boyunca Kürt illerinde durmayan hakın mücadelesidir. Cizre, Nusaybin, Kerkoban, Lice, Doğu Beyazıt, Kızıltepe, Şırnak ve İdil’de yıl boyu süren kitlesel mücadeleler, adım adım kendi Newroz’unu yarattı. Kürtlerin ulusal hakları için ayağa kalkması ülkemizin demokratlaşmasına, demokratik devrim yolunda mesafe kat etmesine büyük aktkıda bulunuyor.
… Kürtlerin ulusal talepleri için verdiği mücadeleyi ‘azınlık ırkçılığı’ olarak niteleyenler ise artık tamamen iflas etmiş Türk milliyetçiliğinin kötü bir savunucusu olduklarını ispatlıyorlar sadece.
… Kürt sorunu ise ancak her türlü bağnazlıktan kurtularak, kendi kaderini tayin hakkında saygı gösterilerek çözülür. Kürtlerin ve Türklerin birliği ise ancak bu hakka saygı temelinde mümkün olabilir.”
Bu satırlar, şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin’e ait… Yorum yapmaya gerek var mı, ne dersiniz?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!
***
Yüzyıl dergisinin 17 Mart 1991 tarihli 6. sayısında kapak haberinde ise tokalaşan iki el resmi var. Başlık ise çarpıcı:
“Sosyalist Parti’nin Kürt sorununa barışçı çözüm önerisi HÜKÜMET PKK İLE GÖRÜŞSÜN”
“Hoş geldin BDP!” mi demeli şimdi?
Hayır, önce o sayıda yer alan Doğu Perinçek’in “Komşu Kürdü Sev, Evdeki Kürdü Döv Politikası” başlıklı başyazısından birkaç cümle okuyalım:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. … Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.” D.Perinçek
Doğu Perinçek’in söyledikleri sizi tatmin etmediyse, biraz da o zamanlar Sosyalist Parti Genel Başkanı olan Ferit İlsever’e kulak verelim. Bakın Ferit İlsever de neler demiş:
“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın?
Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)
PKK ve uzantılarının 2000’lerde savunduklarını, Aydınlık grubu 1990’ların başında savunuyordu!
Aslında daha çok örnek var verecek, ama şimdilik bu kadar yeter sanırım!
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!
***
''Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!” diyerek yavuz hırsızlık yapanlara sormak gerek:
Geçmişte PKK terörünü “serhıldan” diye alkışlayan sizler değil miydiniz?
PKK teröristlerine “gerilla” diyen sizler değil miydiniz?
Federasyonu savunan, bu konuda PKK’ya destek veren, "PKK ile görüşülsün" diyen sizler değil miydiniz?
Kuzey Irak’ta emperyalizmin kuklası Kürt devletini savunan sizler değil miydiniz?
“Türkiyelilik kimlik olsun”, “Kürtlerin kimliği anayasal olarak tanınsın”, “Kürtçe anadilde eğitim yapılsın” diyen sizler değil miydiniz?
Dergilerinizde PKK teröristlerinin sayfa sayfa ölüm ilanlarını yayınlayan sizler değil miydiniz?
Atatürk’e “Kürtlere ulusal katliam yapmış bir kişidir” diyen sizler değil miydiniz?
Şeyh Sait’in Kürtlerin ulusal değeri olarak ele alıp “saygı göstermeliyiz” diyen sizler değil miydiniz?
89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında “Kürt marşı söyledik” diye övünen sizler değil miydiniz?
“Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. …Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz” diyen sizler değil miydiniz?
CIA Ajanı Fuller gibi “Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir” diyen sizler değil miydiniz?
Kemalizm’i “zorba bir diktatörlük” olarak tanımlayan sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, bir burjuva ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz, bir ideoloji olarak Kemalizm’i savunmuyoruz” diyen sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” diyen sizler değil miydiniz?
İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!

..