22 Mart 2021 Pazartesi

Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye

 Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye

Doğu Akdeniz, paylaşım, mücadele, Türkiye,Mavi Vatan,Mehmet Onur Karadayı,Donanma, Seville Üniversitesi, tarafından hazırlanan harita,
EastMed projesi, Deniz Yetki Alanları,

Vatan sadece topraktan ibaret değildir. Denizler de vatanın bir parçasıdır. 
Bu vatanın sahibi Türk Milletidir dolayısıyla adı Türk Mavi Vatanı’dır. 
Türk Mavi Vatan’ı devredilemez, vazgeçilemez… 
Denizlerdeki vatanımızın karadan hiçbir farkı yoktur.

Mehmet Onur Karadayı

Türk Mavi Vatanının Ordusu: Donanma

Medeniyetlerin yükseldiği ve çöktüğü bir coğrafyada yaşıyoruz. Kuşkusuz ki medeniyetlerin ortaya çıkmasında denizlerin belirleyici bir önemi var. Denizlere hâkim olmanın ticarete, ticarete hâkim olmanın ise dünya nizamına hâkim olmak anlamına geldiğini tarihten öğreniyoruz. Denizlerde hâkimiyet sağlamak güçlü donanmayı gerektirir. Güçlü donanma iyi yetişmiş insan gücü de demektir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı kurulan kumpaslara ve 15 Temmuz ihanetine rağmen, son derece donanımlı insan gücüne sahiptir. Bir deniz subayının yetiştirilmesi ve donatılması çok uzun bir süreç almaktadır. Bu yüzden denizlerde yetkin, etkili, saygın ve caydırıcı olmanın en önemli anahtarlarından birisi birikimi ve donanımı yüksek insan gücüne sahip olmaktır. Tümamiral Cihat Yaycı, işte bu subaylardandır. Donanmaya yön veren kurmaylarımızdan biri olduğu âşikârdır.



Yetkin insan, sadece günü kurtaran değil dünle bugünü harman ettikten sonra gelecek nesillerin de haklarını savunabilecek vizyonla millî sermayeye önem veren, milletinin hakkını her ortam ve koşulda savunan insan demektir. Bu bilinçte olduktan sonra bunu aktarmanın yollarını da aramak ve ortaya koymak en büyük hizmetlerdendir. İşte Tümamiral Cihat Yaycı’nın Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımızın korunması ve gelecek nesillerin haklarının gasp edilmesine izin verilmemesi için yaptığı çalışmalardan birisi de tanıtımını yaptığımız bu kitabıdır. Daha önceki kitaplarında bu sürecin hazırlanması ve gündemde kalması için uğraşmış ve Libya ile yapılan deniz alanlarının sınırlandırılması mutabakat muhtırasının fikir babası olmuştur. Bugüne kadar düşey hatlar ile çizilen ortay hat kavramının, dünyanın şekli dolayısıyla doğru alanı yansıtmadığı tezini ortaya koymuştur. Yaptığı bilimsel çalışmalar ile bu tezini geliştirerek çizilen diyagonal hatlar ile Türkiye ile Libya denizden komşudur fikrini hayata geçirmiştir. Bunu da “Libya Türkiye’nin Denizden Komşusudur” kitabı ile anlatmaya çalışarak kamuoyu oluşturmuştur. Bu sayede ülkemizin gasp edilmeye çalışılan kabaca 150.000 km2 deniz yetki alanının çalınmasına engel olduğu fikri kabul görmüş ve uygulanmıştır.
Yaycı, kitabını 3 bölüme ayırmış. İlk bölümde Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşılması sorununu işlemiş. Doğu Akdeniz’in sınırları, coğrafi konumu, tarihî, uluslararası hukukta deniz yetki alanı sorununun yeri, kıyıdaş devletlerin konumu ve tutumu hakkında bilgiler vererek okuyucuyu hiç sıkmadan, konunun özüne vâkıf olmamızı sağlayacak şekilde, dikkatimizi canlı tutmuş. Kitabın tamamında, Doğu Akdeniz’deki mücadelenin önemini ortaya koyuyor.

Doğu Akdeniz.,


Tunus’taki Bon Burnu ile İtalya’ya bağlı Sicilya Adası’nın batıya uzanan ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusunda kalan bölgeyi ifade eden kısma, genel kabul üzerine Doğu Akdeniz denir. Bu sınırlar, İtalya ile birlikte kuzey kıyı şeridi boyunca Slovenya’dan Yunanistan’a; Türkiye’den Suriye’ye uzanır ve oradan Güney Afrika’nın Akdeniz kıyılarını çevreleyerek Tunus’a kadar olan sınırları içerir. Burada Doğu Akdeniz sınırları içerisinde birçok devletin kıyısı olmasına rağmen, GKRY ve Yunanistan için ayrı bir parantez açalım. Çünkü Rumların tarihine baktığımızda, mitolojileri ve dünya görüşleri açısından tatminkâr olmayan ve gerçekçi politikalar izlemeyen bir millet oldukları görülmektedir. Bu hayalciliklerini de devlet uygulamalarına çevirmeye çalışıyorlar. Bu hayalin peşinde giden Yunanistan ile GKRY, Seville Üniversitesi’nin yayınladığı haritalarda görüleceği üzere Türkiye’yi, Antalya Körfezi’ne hapsetmeye çalışıyorlar. Antalya’nın 2 km açığındaki Meis adasına Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) hakkı vererek Türkiye’nin açık denizler ile bağlantısını kesmeye çalışmaktalar. Bunu yaparken bölgenin en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’yi hiçe sayarak Türkiye’nin denizlerdeki haklarını gasp etmeye çalışmaktalar.


Seville Üniversitesi tarafından hazırlanan harita. Bu haritaya göre Türkiye’yi kendi karasularına hapsederek açık denizler ile bağlantısı kesilmek isteniyor.
Benzer uygulamayı GKRY, KKTC’yi yok sayarak ve haklarını gasp ederek yapmaya çalışıyor. Kendi güçleri ile Türkiye’yi karşılarına alamayacaklarını bildikleri için GKRY’nin ilan ettiği sözde 13 parsele İtalya(ENİ), Fransa(TOTAL), İngiltere(SHELL), Güney Kore(KOGAS) ve ABD’ye  (EXONMOBİL) ait enerji şirketlerine bu parsellerde doğalgaz arama ruhsatı vererek uluslararası alanda Türkiye üzerinde caydırıcılık oluşturmaya çalışıyorlar.

Türk Mavi Vatanını ihlal ederek GKRY tarafından sözde ilan edilen 13 parseli gösteren harita. 1,4,5,6 ve 7’nci parseller Türk Mavi Vatanı ile 2,3,8,9,13’ncü parseller ise KKTC tarafından TPAO’ya verilen ruhsat sahaları ile çakışmaktadır.
Burada Rumların gerçekçi olmadıkları yaptıkları haydut devlet uygulamaları, uluslararası hukuku dinlememeleri, AB’yi kullanarak Türkiye’ye baskı uygulamaya çalışmaları ile ortaya çıkmaktadır. Ancak hesaba katmadıkları bir şey vardır. Türk subaylarının yılmaz, yıkılmaz dirayet ve zekâsı… AB ilerleme raporunda Türkiye’nin haklarını savunduğu için alenen suçlanan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bu rapordan sonra dünya tarihinde savaşlar dâhil eşi benzeri olmayan şekilde, bir gecede kumpas davalar yüzünden donanmanın altın çocukları olarak anılan 37 amiralini kaybetmiştir. Karadeniz’de NATO’nun Etkin Çaba Harekâtının genişlemesini Karadeniz Uyumu Harekâtı ve daha yüksek profilli BLACKSEAFOR (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) üzerinden önleyen yine bu 37 amiraldir. Donanmanın altın çocuğu olarak adlandırılan ve MİLGEM gibi önemli projeleri Türk Donanmasına kazandıran Özden Örnek, Cem Gürdeniz, Cem Aziz Çakmak gibi birçok isim ya cezaevine yollandı ya da itibarsızlaştırıldı. Hesaba katamadıkları ve ihtimal vermedikleri, Türk subayının dirayetidir. Hızlıca toparlanan donanma, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanlarının korunmasına hizmet etmiş,  Yavuz ve Fatih sondaj gemileri ile Barbaros sismik araştırma gemisine savaş gemileri ve SAT birlikleriyle eşlik etmiş, Türkiye’ye karşı kurulan 7 farklı ittifakı dağıtmaya çalışmıştır. İngiltere’den alınan üçüncü sondaj gemisi de yola çıkmış, Doğu Akdeniz’deki haklı davamızın sonuna kadar takipçisi olunacağının mesajı verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Gemisi.,



Donanmaya ait olan bütün gemilerin isimlerinin başına kurucusu Atatürk olan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığın bir ifadesi olarak Türkiye Cumhuriyeti Gemisi (TCG) adı eklenmiştir.  İşte bu gemiler, isimlerine yaraşır şekilde, TPAO’ya verilen yetkiyle yapılan arama ve sondajlara eşlik etmiş,  ilgili gemileri korumuş ve ayrıca Türkiye’ye ait deniz bölgelerinde yetkisiz arama yapan bütün gemileri sınırlar dışına sürerek gambot diplomasisi uygulamışlardır. Bu çabalar sayesinde İtalyan ENİ şirketi Türkiye’nin devlet uygulamalarından dolayı sondaj çalışmalarını ertelemiştir.

Farkındalık her şeydir. Etrafımızdaki cisimleri ve şekilleri zihnimizde kayıtlı olan bilgiler ile analiz eder ve sıfatlandırırız. Bu sayede bakış açımız şekillenir. İlk bölümde okuyucunun zihnindeki bilgileri şekillendiren Tümamiral Cihat Yaycı, farkındalığını arttırdığı okuyucuyu ikinci bölüme geçiriyor ve tarihî süreci, olayların iç yüzünü okuyucunun dikkatine sunuyor.

İkinci Bölüm: Türkiye karşıtı ittifaklar ve EastMed projesi



Doğu Akdeniz’de 2012’den bugüne kadar yaşanılan gelişmeleri işliyor. Ağırlıklı olarak karşımızda kurulan ve Türkiye’yi bölgeden tecrit etmeye çalışılan zirveler konu edilmiştir. Bulunan doğalgaz rezervleri sonrası, bu kaynakların paylaşılması ve güvenli bir şekilde Avrupa’ya aktarılması konuları ve bunların çalışmaları anlatılmıştır. Bunlarla birlikte Türkiye karşıtı oluşturulan çok taraflı ilişkilerin askerî ve savunma boyutları konu edilmiştir. EastMed projesi de bu bölümde incelenen girişimlerden biridir. Yaklaşık 1900 kilometre uzunluğundaki EastMed boru hattı, İsrail açıklarından çıkartılacak doğal gazın 2025 yılından itibaren Avrupa’ya ulaştırılmasını hedefliyor.  Bu hat İsrail- GKRY- Girit-Yunanistan- İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaşmayı hedefliyor ve Türkiye’yi bypass ediyor.
Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri sadece doğalgaz rezervlerine ulaşmak için bir mücadele olarak algılamak hatalı bir bakış şeklidir. Söz konusu olan egemenlik sahasıdır. Enerji kaynakları ikinci sıradadır. Alttaki haritada EastMed’in olası güzergâhı mevcuttur. Bu güzergâh Türkiye’nin kıta sahanlığından, Türk Mavi Vatan’ından geçmektedir.

East Med projesinin planlanan güzergahı.

Yine burada da hesaba katmadıkları bir şey daha vardır. O da bu kitapta üçüncü bölümde anlatılacak olan Libya ile yapılan anlaşma ve MEB ilanıdır. 
Türk Mavi Vatan’ının tescillenmesidir. BM nezdinde daha önceden deklare edilen koordinatların hayata geçmesidir. EastMed projesi ve Doğu Akdeniz’de 
hak iddia eden bütün devletlerin projeleri ölü doğmuştur.
Türk Mavi Vatanını ihlal eden EastMed projesi, Libya ile yapılan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” anlaşması sonrası Türk Mavi Vatanına dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne muhtaç hale getirilerek diplomatik üstünlük sağlanmıştır.
Yapılan MEB anlaşması sonrası EastMed projesine ilişkin çalışmalar bıçak gibi kesilmiştir. Türkiye, 150.000 Km2 deniz yetki alanının gasp edilmesine izin vermemiştir.

Üçüncü Bölüm: Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılması ve MEB anlaşmaları
Bu bölümde, Libya ile Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Antlaşması’nın imzalanması ve süreçleri tek tek analiz edilmiş ve bu anlaşmaya giden yolun izleri sürülmüştür. Mevcut konjonktürde yapılması gerekenler, bu anlaşmanın gelecek nesiller için önemi anlatılmıştır. Libya ile yapılan anlaşma sonrası ise İsrail, Lübnan ve Mısır ile de MEB anlaşması yapılması salık verilmiştir. Çünkü bu devletler ile MEB anlaşması yapan GKRY, yaptığı anlaşmalarda hakkaniyet ilkesine aykırı davranmıştır. Şayet İsrail, Lübnan ve Mısır; GKRY ile değil de bizimle bir MEB anlaşması imzalayacak olsa kazanacakları deniz yetki alanları daha da artacaktır. Bunun ilgili devletlerin halklarına anlatılması gerektiği belirtilmiştir.
Kitapta değinilen konular haricinde ise göze çarpan bir konu daha vardır. Türkiye’nin Ege’deki deniz alanlarına hiç bahsedilmemektedir. Bu kısım kitapta eksikliğini göstermiştir. Tümamiral Cihat Yaycı’dan bir sonraki kitabında bu konulara da değinmesini beklemekteyiz.

Türk Mavi Vatanı


Devletlerin, ayakta kalması için milletleri ile bir ve bütün olması gerekir. İçeride milletine dayanan dış politika amacına ulaşır. Bu yüzden devletlerin politika yapıcıları, milletlerinin karşı çıkacağı bir hedef koyamazlar. Koydukları takdirde, devlet büyük riske girecektir. Bu yüzden her politika, her harekât milletin desteğini almak zorundadır. Millet kenetlendiği zaman devletler şaha kalkarlar. Bu yüzden Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımız ve egemenlik alanlarımızı doktrinleştiren ve bunu Mavi Vatan olarak isimleştirerek halka mâl edenlere teşekkürler ederiz. Ancak bir de teklifimiz var; Bu vatanın sahibi Türk Milletidir dolayısıyla adı Türk Mavi Vatanı olarak kullanılmalıdır.

Türk Mavi Vatan’ı devredilemez, vazgeçilemez… Denizlerdeki vatanımızın karadan hiçbir farkı yoktur. Bu farkındalığın oluşmasında kilometre taşı olan bu kitabın okunması oldukça önemlidir.

Ancak kitapta değinilen konular haricinde Ege’deki adalarımıza ve deniz yetki alanlarına hiç değinilmemesi çok göze çarpmaktadır. Bu konunun eksikliği derhal fark edilmektedir. Tümamiral Cihat Yaycı’dan bir sonraki kitabında bu konulara da değinmesini beklenir. Aksi takdirde Ege Adalarının olmadığı bir Doğu Akdeniz stratejisi hedeflenen başarıyı sağlayamaz.
Okumanızı ve çevrenizdekilere de okutmanızı tavsiye ederiz.
***

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Kaybettiği Fırsatlar

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Kaybettiği Fırsatlar



Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 
14 Mart 2021


Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi.

   İkili ticaret ve yatırımın önemsenmeyecek kadar az, buna karşılık çoğu hesabı kapanmamış tarihi husumetin siyasete hala hükmettiği bir coğrafyada, sektörel işbirliğine kapı aralayan en önemli fırsatlar,  2003 yılında Mısır-Güney Kıbrıs arasında imzalanan Deniz Yetki Alanı(DYA) veya Münhasır Ekonomik Alan(MEA) Anlaşması ile başladı. 

Bunu 2007 da Lübnan ve Güney Kıbrıs arasında imzalanan MEA izledi. 2003 yılı Türkiye için bir ekonomik krizin hala nekahet dönemiydi. Ama 2007 ekonominin 2005 den itibaren yakaladığı büyümeye sıkıca tutunduğu bir yıl olduğu için bu tarihten itibaren olan gelişmelere kayıtsız kalınması ve Yunanistan’dan sonra en uzun kıyı şeridine sahip olduğu Akdeniz’de olanı biteni uzaktan seyretmekle yetinilmesi affedilir gibi değil.  Ama asıl Türkiye’nin artan ekonomik gücünü ve siyasi itibarın ıideolojik tercihlerin emrine vermesinin, Mısır ve İsrail’le ipleri germesi ve Suriye ile aradaki uçurumları derinleştirmesi nedeni ile kaybettirdiği fırsatlar büyük, maliyet ise yüksek.


Anlaşmaların Adresi Doğu Akdeniz’de Hata ve İhmaller Zinciri

Evet, 2000'li yılların başından itibaren Doğu Akdeniz ittifakları ivme kazandı. İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs, önce kendi kara suları ve iddia ettikleri kıta sahanlıklarında doğal gaz aramalarına hız verdi. Sonra ikili veya çoklu anlaşmalarla birbirlerinin nasırına basmamayı güvence altına aldıktan sonra uluslararası petrol ve gaz şirketlerinin ilgisini bölgeye çekerek, güç ve pahalı sondaj faaliyetlerinin maliyetlerini paylaşma formülleri buldular. Buna karşılık, 2005 yılı Türkiye’nin ideolojik tercihleri ile Mısır’ı ve daha sonra İsrail’i yeni yeni ittifakların kucağına itmeye başladığı dönemin başlangıcı oldu. Oysa aynı yıl Mısır ile 2007 yılında hayata geçecek serbest ticaret anlaşması imzalanmış ve bu anlaşmanın ivmesiyle iki ülke arasında ticaret ve karşılıklı yatırımların gelişmesi öngörülmüştü. Buna rağmen Türkiye,Mısır ile arasındaki köprüleri güçlendirecek yerde, Müslüman Kardeşlere destek verdiği için, daha o tarihte Mübarek yönetimini rahatsız etmeye başladı. Belki de kısmen bu nedenle Mısır o yıl TPAO’nun uluslararası şirketi olan TIPC nın Batı çölündeki petrol arama lisanslarını iptal ederek yeni anlaşmalar yaptı.
Türkiye, 2007 yılında Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunu uluslararası ihaleye açtığı zaman elbette bir şey yapamazdı. 2011 de Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunda gaz bulduğunu ilan edince bölgeye savaş gemileri gönderilmişti. Ama Güney Kıbrıs’ın, kuyudan çıkacak kaynaktan kuzeye de pay vereceğini taahhüt etmesi karşısında, bu ülkeyi resmen tanımamış olduğu için kuzeyin hakkını yazılı bir anlaşmayla güvence altına alamadı. Buna karşılık aynı yıl KKTC ile bir MEA anlaşması imzaladı, ancak bu da bölgede Türkiye’nin sadece sert güç gösterisine devam etmesi için bir başka bahane oldu. Tabii 2010 da, Mavi Marmara filotilla krizinin yarattığı gergin atmosferde Güney Kıbrıs ve İsrail arasında imzalanan MEA'ı da umursamazlık içinde izledi. O tarihlerden bu yana kendi başına üstlendiği sismik araştırma ve sondaj gibi yüksek gerçek maliyet bir yana, Akdeniz işbirliği fırsatlarını kaçırmanın fırsat maliyetini, şimdi Mısır’ın kapısına yeni bir sayfa açmak için gittiğinde daha iyi anlıyor mu pek emin değilim.Sert güç ile yüreklere korku salma, 2011 den sonra Türkiye’nin bölge itibarına gölge düşürmeye başladı da bu bile umursanmadı.
Evet, İsrail ile Mısır arasında resmen imzalanan bir DYA veya MEA anlaşması yok. Ama bu her iki ülkenin de Müslüman Kardeşler endişesinden, Sina yarım adasındaki yeni terör eylemlerinin hedefi olmak istememekten ve özellikle Ürdün’e bağlanan Arap Gaz boru hattına bir saldırı düzenlenmesini göze almadıklarından dolayı yapılan bir tercih. Aslında hala mükemmel çalışan işbirliği orada.

Neden Kaçan Fırsatlara Uzaktan Bakmakla Yetinildi?

Aynı yıl Arap Baharı aniden bastırdığında Ankara hala Mısır’a Müslüman Kardeşler ’den yana ağırlık koyuyor ve radikal dini akımları destekliyor izlenimi vermeye devam etti. Bu tutum Kahire yönetimi ile arayı açtığında, 2005 yılından beri hem Mısır, hem de Türkiye’de iki ülke arasında bir MEA anlaşması çabası içinde olan bazı kesimlerin umudu da suya düştü. Oysa böyle bir MEA mümkün olsaydı bugün Türkiye Doğu Akdeniz’de oyun bozucu değil, oyun kurucu bir konumda olabilecekti. Aynı tutum Şam ile köprülerin atılmasında da etkili ideolojik boyut oldu. Ama tabii Suriye topraklarından Katar gaz boru hatlarının geçmesine izin vermeyen Esat ile başlayan kutuplaşmanın etkisini de yabana atmamak gerek. Oysa Ankara, 1998 Seyhan anlaşmasıyla Suriye ile ilişkilere çeki düzen vermiş ve o ivme ile 2000 den sonra, önce Esat hükumeti ile sınır boyundaki mayınlar temizlenmiş, sonra AB “Akdeniz yeni komşuluk politikası” çerçevesinde 2007 yılında bu ülke ile bir serbest ticaret anlaşması bile imzalamıştı. İşte 2007 ile 2011 arasında, Esat ile çok yakın ve samimi kişisel ilişkiler kurulduğunda, neden İskenderun Körfezi ötesinde bir MEA imzalanmasına tevessül edilmediği de bir muamma. Kaddafi ile anlaşarak yine o tarihlerde, neden Libya ile bir DYA veya bir MEA imzalamak için girişim bulunulmadığı konusunun da anlaşılır bir tarafı yok.Libya anlaşması 2020 ye mi kalmalıydı? Bu nedenle, şimdi Akdeniz’de tüm kıyıdaş ülkeler birlikte, Türkiye ise yapayalnız. Çok yakın bir tarihte İsrail-Lübnan MEA anlaşması imzalanabilir. Uzlaşmazlık alanında görüşmeler yanı sıra deniz yatağındaki gazın ortak değerlendirilmesine yönelik teknik imkânlar halen denenmekte. ENI, Total ve NOVATEC gibi şirketler orada. Chevron, Katar Oiland Gas Company, Korean Gas Company zaten Güney Kıbrıs’ın yeni kuyularında.

Yunanistan Doğu Akdeniz’e İnerken Türkiye Neredeydi?

2015 yılında Güney Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan arasında Enerji Üçgeni(Energy Triangle) adıyla bir Doğal gaz çıkarımı anlaşması imzalandı ve bu anlaşma ile Tamar, Leviathan ve Afrodit kuyularından çıkarılacak doğal gazın birlikte pazarlanması amaçlandı. Türkiye bu anlaşma ile kaçınılmaz olarak Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de giderek daha fazla söz sahibi haline geldiğini fark etmedi mi? Bunun Ege denizi sorunlarını da Akdeniz’e taşıyabileceği Ankara tarafından tahmin edilemedi mi?

Ama asıl 2019 yılında gayri resmi olarak Kıbrıs, Mısır, Fransa, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin arasında oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu (EMGF veya EGF), çoklu ve güçlü ittifakı, 2020 yılının Eylül ayında resmi kimlik kazanınca, Türkiye yine kılını kıpırdatmadı. Daha sonra kerhen yapılan davete de icabet etme niyeti beyan etmeyince, bu ayın 9 unda yürürlüğe giren anlaşmanın nimetlerinden de kendini mahrum bırakmış oldu.

Sert çıkış, haşin tavır, kaba kuvvet sadece ülke içinde, o da kısa dönemde etkili olabiliyor. Uluslararası ilişkilerde, hele geçmişin hala gölgesinde olan bölgesel ilişkilerde,  kaçan fırsatları yakalamak için Türkiye sert üslup denemesinden bir şey kazanamaz. Oyun bozayım derken daha da kaybedecektir.Ama ortasında debelendiği denizde hangi yılana sarılacağına dikkat etmek zorunda. Mısır’a sarılmaya çalışmak mı? Hiçbir şey için genç değil. Ama Mısır, bu saatten sonra Doğu Akdeniz’de kurduğu düzeni, Türkiye’nin hatırı için bozmaktan kaçınacaktır.Tabii bir hatırı kaldıysa.

***

18 Mart 2021 Perşembe

İSRAİL' in DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE (I) - (2)

İSRAİL' in DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE (I)



gazete birlik.com
/yazarlar/israilin-dogu-akdeniz-politikasi-ve-turkiye-i
HAYDAR ORUÇ
Yeni Birlik Gazetesi, 2021
Haydar  Oruc


İsrail'in muhtelif tarih parselleri dokuz sahada toplamda 1trilyon m³'ün üzerinde ve 2 milyar m³ buna da benzintahmini tahmin etti.

İsrail 30 km'lik sahil çevresi Akdeniz'de en dar kıyıkine sahip birileri denir. 
Buna rağmen bu dar alana sıkıştırımı Hayfa ve Aştod kadar yüksek alana limanlara yıl dış çoç çok büyük bir şeydi deniz yoluylanana) . 

Tümenevresin de yöresi Arap tarafından düşman olarak ve izole edilenİsrail'in bundan çaresi olan için mecburen deniz çaren derısıgerekmiş olup, hava yoluyla yapılan ticaret ise pahalılığı çok tercihbunu sezdirin.Ama İsrail için denizin pazarda hala 2011dana sonrası katlanarak artarak. 

Zira otarihe kadar enerji iddaa tamamen olan bağlı İsrail'in, DoğuAkdeniz'den aitine ait ekonomiksine aitsinesine benzinyani değişmiştir. 

Bu keşifler İsrail'i kaftanlara vesaatlar kurtarıp birenerji imkali ülke halineken, az olsun olsun petrolleri iseizdisağlık dayısı azı.İsrail'in muhtelif tarih parselleri dokuz sahada toplamda 1 trilyon m³'ün üzerindebenzin ve 2 milyar m³ olarak da petrol tane tahmin etti. 

Bulerin ekonomik ise ekonomik ise; bağlar, vergiler ve satış gelirlerinden tanek üzereolarak 100 milyar dolarlık sözdedır. 

Bu rakama henüz büişleç yük onuilmeyeşeyma olan Leviathan şan olacak olan hidrokarbon yöneltilentutarları eklenmeyen. 

Larısıyla 2019 dayı dedi göre 390 milyar dolarlık kuşGsmH'ye sahip olduğu İsrail bilinen için bu rakam büyük biradır. 

   İsrail, Doğu Akdeniz'den kendin dilediyen, şimdikillik büyükbir ülke ülke, elektrik denetimi kullanarak. 

Zıddana uygun pazarlara uanıniçin ihtiyaç kapatılan boru hattı projesi bir türlü hayata liderim için henüz sadece Mısır ve Ürdün'e satış edenlerin yaptığı gibi. Mısır'ın sahip olduğu ispatlanmış rezervler vedevam eden arama çalışmaları hasebiyle İsrail'den daha fazla hidrokarbon şeyfa sahipolanna rağmen, İsrail'den doğalayı satın adlayı bir siyasi olarak onu bu devin konjonktürel olanı devil. 
Olaraksıyla geriye sabit alıcı olarak sadece Ürdün kalarak ki Ürdün'ün de bu diğer arap ülkesiiçin herhangi bir engel tanımayanlara.

   İsrail'i ikristan sanatan kurtararak bir ülke haline edeninadilen ekonomik değerler kadar kadar kadarı kadar, gazın daha şekilde pazarlaraularının elzemdir. İşte İsrail ile Türkiye'nin yolu bu kesişerek. ZiraTürkiye Doğu Akdeniz'den çıkartılan borun boruyla Avrupa'ya uanıniçin en kısa ve en ekonomik alternatifi sürkün. Zira hemen Kıbrıs'ın sınırsız yeralan bu sahadan önce Kıbrıs'a ve oradan da Türkiye'ye sözde 500 km'lik boru borun maliyeti 2-2,5 milyar dolardır. Bitkin Türkiye'yi küzeyden güneye ve doğudan batıya kat eden boru boru yolu ve bu tanen Avrupa'ya aklı aklenmesin de ilave bir maliyet yüklememesi nedeniyle öngörülen toplam maliyetin 3 milyar dolar olarak devam etti bektir. 

    Buna mukabil, Doğu Akdeniz Boru Hattı olarak isimlendirilen Türkiye'siz ise hemdaha uzun hem de pahalıdır. 

Bahse konu hattın onunun 2000 km'yi bu vebüyük büyükakın Akdeniz'in en derinlerini incelemelerde bulunanları nedeniyle,maliyetin 7,5-8 milyar 
dolar durumağı öngörülür. Da bu hesaba ilave edilecekiye ve bakım/tutum şekilde birlikte toplam maliyetin 10 milyar dolarcivarına mıslı bektir.   

Sözde gibi Türkiye ile İsrail arasında 2016 izdi bunu varsayılandoğulun en önemli sabahattin biri, Doğu Akdeniz'in eğnesi Avrupa'nın bakkali için ihtiyaç bunu boru boru borun yıldır devam etti iş birliği bunuamiydi. Hatta bu iki ülke heyetleri muhtelif dinler yapmışlar vehavalandırma 2017'nin ikinci sana baş olacak ve 2019 başıyla ilk gazınTürkiye'ye göre ve oradan da Avrupa transferi hususunda kmetreleri ameliyat haner. Ama daha sonra gelen rektörü İsrail yüzüncü yıl, gazın Türkiye'ye satış fiyatı, üçüncügöree satış izni ve yatırım maliyetinin bölüşüm üzerineki kabul edilmezolan ve bu şekilde şekilde uza vurgulanmıştır.2017 itibarenn itibaren İsrail'in Trump'ın aşkın etti gitti büyük etti dış politikadayıları, İsrail'i Türkiye ile 
birlikte denekki onukilendirdi veriyorum doğuştan azna sebep oldur. Sonra Türkiye'nin Rusya ile uçaksilme hadisesi nedeniyle gerilen iliskin şeyi 
benizi ile Trump'ınKudüs kararı ve buna olarak ABD elçiliğinin Kudüs'e ise türkiye'nin deİsrail'e yöneliknda soru işaretlerine yol adedi. 

   Nihayetinde 14 Mayıs2018'de elçilik cenneti cenneti esnasında Gazze'de kararı protesto eden Filistinlilerinyok etti Türkiye'nin, 2019'un 2019'un ilk 100'üne kadar Yapılan daklare, İsrail'in gönyeli Gazze sınırdaki sınırdaki sınırdakilere yönelik şiddetini sosyal medyaden sonramaksadını aşan bir şekilde şekilde tekrarlayan İsrail'den enerjinden terk etti istenmişr. Böylelikle süreç süreç şeyi yere dönmüş ve o tarihe kadar kadar yapılan planlar ve planlar boşasır. Bir dönem İsrail'in olduğu gibi enerjiye olan büyük oranda ikrde olan Türkiye'nin enerji tedarisi kaynak değişiklikleri sanau mulan Doğu Akdeniz'in siyasi sebepleri masadancılar ona iki olan farklı Alalara Korucu. Türkiye Rusya ile ilgili olarak normaleğisine rağmen Katar ve Cezayir kadar daha fazla LNG alarak, Rus ve İran gazına ıstırağı ilgiliise, İsrail ise GKRY ve Yunanistan'a gelmek türkiyesiz boru hattı alternatifine gündkırt dedi.
   Bu satış prensip prensiplarına Mısır ve tı'nın da dahil etti 2019 dayı Doğu Akdeniz Gaz Forumu siparişilmeye başlanmış ama hattınbekletmena yönelik herhangi bir gitme biramamış. Türkiye, Lübnan ve Suriye gibikıyıdaşlara giden etkilemeye DAGF'na kıyıdaş olmayan Ürdün'ün yanı sıra, BM'de bağımsız bir devlet olarak kabil engellenen Filistin'in üyeliği ise bunukafacılık şeydan memnun eden manidardır. Zira Türkiye'ye karşı adedüğü aşikar olan bu yapıya Filistin'in kabil etti, Türkiye'yi ziyade memnun edenbir gelişme oldur.Bu gelişmenin devamında Türkiye'nin en uzun kıyı ülkesi olarak Doğu Akdeniz'de kendi hakve menfaatlerini deklareyeiye aldırma ve bu zıddap satınaldı yeni mişik arama ve sondaj gemileri nin bölgeye yollarının, bölgelerinin ve bölgelerinindeğiştirmiştir. Böylelikle kıtlık ın dışında olduğuna göre dolarya aylak Türkiye, zıdırgıyanı sıra milli şirin arama ve gemileri sondajyle, Türkiye'nin ve KKTC'nin münhasır ekonomik ilgilileri kılastırıları) Akabinde Türkiye'nin Mavi Vatan doktrinin bir sonucu olarak Kasım 2019'da Libya'nın meşru taneyle olmayan denizyetki yetki sınırlı ve zümren ekonomik bölge yok, Türkiyealtaylı cephenin, altında üstleri ettir. Zira bu anlaşma 
ile Türkiye Doğu Akdeniz'e bir set çekmiş ve tane dışında Doğu Akdeniz Boru Hattı projesini uygulanamaz hale devam edenr. 

   Türkiye ile Libya arasında deniz yetki yetki yetkin sınırlanağına yönelik aded-ılımlıkonyalılara, adda olanı aylak aylak aİsrail'in içinde durumda olan 
ve diğer kendi kendi kendilerialtındak laraak eden bu cephe, enerji ve ekonomi merkezli bir birliktelik laranık yaşımdan sonra askeri ve siyasi bir pakt haline 
olarak,bur.

Türkiye ile Libya arasında deniz yetki yetki yetkin sınırlarına yönelik anın anınbaşkanından sonra İsrail'inlere teşekkür eden ve diğer ülkelerin de kendi 
kendileriisene düak eden bu cephe, enerji ve ekonomi merkezli bir birliktelik aklıyaşımdakiler, askeri ve siyasi bir pakt haline haler. 

Önce amaçlaraTürkiye'nin danası meşru Libya yeni devirerek, dayı ortadanalevler arasında gelişen bu şekilde arkalara ABD, AB, Fransa ve BAE'nin deneği alarak; Doğu Akdeniz'in en uzunlarıkaya sahip ve bir oldu denizci ülke olan Türkiye'yi ileştirdi na hapsedip, bir kara devleti haline sana gayret etti. 
Bahse konu ülkelerin tek yürek, Türkiye'nin Doğu Akdeniz hidrokarbon gelenekingördümüdüz gördüm kuşkusuz. Bu yanı sıra, Türkiye'nin Akdeniz'de  
aktivasyonunu sınırlayarak, oğlu Kuzey Afrika'da artan kıtemezhale getirip, deniz yoluyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine ehliyet kınık dekuş diğer gerekçeleri olanhıdır. Zira Doğu Akdeniz'le hiç alakası olmayanFransa ile BAE'nin bu bu mezkûr bahane ettiye onun başka bir izahı iddaadır.

Doğu Akdeniz Boru Hattı için imzaları

Bu kapsamda İsrail, Türkiye-Libya artık ile doğu Akdeniz BoruSekmenimkânsız hale gelenn tanene rağmenne, 2 Ocak 2020 tarihinde Yunanistan ve GKRYile bahse konu boru boru borun inşa ettine yönelik bir bira imzası. Bunamukabil Yardımcısı Fuat Oktay konuyla ilgili olarak yapılan mıslı, "Türkiye de kendi kendi çıkarlara aykırı hiç çarptırdı izin verdiğim. Türkiye'yigöz ardı eden ıslah hiç uygulanmadı nah" diyerek Türkiye'nin konuyla ilgili kondese deklere ettir. Bunun üzerine Türkiye, Libya ile muhafaza muhafazabıyık içinden milletlere kadar uyna kabil edilen meşruteji hükümete dayınarttırarak gemilerini bölgeye sevk edip, ABD, Rusya, Fransa, BAE, Mısır ve İsrail'dendestek alan darbeci Hafter'in Libya'da tahakküm altına aldına engel oldu.

İnsani yardım diplomasisi devrede 

Türkiye ile İsrail arasında süregelen gerginliğe rağmen Türkiye'nin Nisan ayı Filistin'in sıra İsrail'e de koronayıyla mücadele için tıbbi malzeme ise hemen onu 11 Mayıs'ta bir gelişme ise, İsrail'in Türkiye'de yıkık cephede yer aklı savaşan savaşana dair soru işareti şekilde şekilde sebep oldur. Zirailgili Yunanistan, GKRY, Fransa, BAE ve Mısır'ın özü beş tane ortak deklarasyonda; Türkiye'nin Doğu Akdeniz'in hak ve menfaatlerini dene ebedişin yasa dışı irdelerek Türkiye'yi bunanalara İsrail iştirak etmemiştir. İsrail tarafından yapılan açıklama, bu deklarasyonamaz danan süzme, "İsrail'in sadece Doğu Akdeniz Gaz Forumu üyesi olan ve budeklarasyonun Libya'daki uyumsuz ile ilgili olan ve İsrail'in bu konuda dahliolan"ometrer.

İsrail'de kafa kafası

Fakat bu şekilde İsrail veri, yeni alem yunanistan ve GKRY'ni de tamamen terk ettimişler ve yep Türkiye ile karşı karşıya gelmemeye özen göstererek, bu iş işlerine devam eden edenlerdir. Bu züradır İsrail ile Yunanistan eden eden 30. Yıllamayan liderler çevrim içi bir etkinlik oldu olup bunu oldu Yunan Olabilir Kyriakos Mitsotakis geniş kuşheyetle İsrail'i ziyaret ettir. İlgililere arasında muhtelif yıllardan sonrayapılan ortak bölgesel, "Tüm ülkelerin Milletler Milletler Deniz Hukuku Anlaşma(UNCLOS)'da seçilen kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerin gençliğinedairlere bunu ve diğer devletlerin egemenlik saygılı saygılıdayıvlı bir şekilde. Doğu Akdeniz ve Ege Denizi'nin halineni anıldı atacak,uluslararası hukuku ihlal eden ve iyi komşuluk şeyi ters şekilde şekilde buihlal ihlal etmeyenlere karşılara karşıdır" denilerek, Türkiye'nin adızikredilmeden mesaj mehmetçiğin.Buna ilave olarak, Türkiye'nin İhA'lar izdidesi artan havaningeçen Yunanistan'ın talebi İsrail ile yunanistan arasında birbuna istinaden, Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz'de keşif ve ardışıklıklarını başlattılaryılı üzere İsrail heron'lar bölgeye sevk etti.

İsrail dayaklık Türkiye deyin

Görülerek üzere İsrail bu kez türkiye'yi geriyeki alma almamekteama Türkiye'nin sorun battı Yunanistan ve GKRY ile de iblis tahkimtırnaklar. 

Hatta bazı İsrail düşünce sanayları raporlarında, İsrail'in muhataplarını bir araya etti yolu ileri sürülmekte ve bu konuda hükümete tavsiye de olmaz. 

Buna mukabil Türkiye, neden de DaKarErdoğan'dan haz eden bir kesim ise, söz konusu bölge ilisin ABD'nin hava vedeniz dağcın dayla nişan ve ama bu sayede Türkiye'nin deneğiamirin dengeyini ileri sürmektedirler.Ama Temmuz ve Uzm. hususunda yükseltmesine sebep oldur. Zira Aya Sofya'nın aslına rücu ettirilerek camiye çevrilmesi ve yıl merasiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Mescid-i Aksa'nın da bir gün Aya Sofya gibi özgürleştirdiksiz dedi, İsrail'de tepkiyle karşılanmış. Bunun ardından Etti Etti Tarafları birikiye çalışanları Türkiye'nin gönyesi, danası; Şubat ayından sonra onu da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın üst seviye bir Hamasheyetini kabil etti İsrail'in propaganda arabaları Türkiye aleyhine kampanyaya modüller dir. 

Türkiye'nin Hamasne pasaport verdi ve bu sayede Hamas'ınİsrail'e sızarak şeyina imkânanmıyorum ve İstanbul'un Hamas'ın siberharekat haline geldi gibi idyalar Türkiye'yi eden bu bülerin seni isekısa şekilde anlaşılarak. Zira ABD' de yapılan abd.Türkiye'nin ABD'den terör örgütü olarak kabil edilen Hamas'a ait olarak kabul edileneden velara pasaport etti kınanmış.Bu gelişmenin devam eden Türkiye'nin, 13' ta Trump tarafından etkilenen İsrail ileBAE arasındaki bebeğim naherek, BAE'yi Filistine ihanetlehüsnü, İsrail'in Türkiye'de sanayısı aylaklık eden sebep kadardır. Buzümrümre neden Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de alade öne eden İsrailbine, Türkiye'yi yörüklere bağlı olarak lanse eder çalışarak, AB veABD'den onay vericiye yaşar gayret etti. 

Hatta bu züradırüyesi olmayanna rağmen, Türkiye'nin NATO üyesi de niyetli açıkarak, Türkiye'ninBatı'dan ve NATO'dan uzak iddia ederek, hukuken mümkünü 
daTürkiye'nin NATO'dan müttefiki dillendir dediler.

İsrail'den yumuşama sinyalleri

Ama tüm uğraşlara ne AB'den ne de ABD'den Türkiye'ye bir sanaykararı gelmemesi onu İsrail, Türkiyendan geriye değerse delarını daha fazladikkatli 
atmaya göre). Bu en önemli iz ise, Ekim onu Atina da bir arayagelen Yunanistan, GKRY ve İsrail'den bakanlara Doğu Akdeniz'de iş birliğiimkanlarını ilahiyeden savunma olarak ve güvenliklere yeni asırlarimzalara enlem etti. Zira Yunan Hiçi Nikos Dendias'ın Türkiyesanaki bıdıre rağmen, stajyer Türkiye'yi zikretmeyen İsrail HiçeTutulmaz Gabi Aşkenazi, bu üç ülke ile ekonomi ve güvenlik programında işbirliğinin bölgeye istikrar istikrar ifade ederek neden Doğu Akdeniz Boru HattıDurmuş onutur.Kasım ayı tekrarı işlemine dair haberlerindedi ve Türkiye'den hiçye ve Dalai ile ilgili olarak iş birliğiçağrılaraları, İsrail'de bunatları kirleten. Henüzılaraları arasında geçenyaşaılan hadiseler neden bir güven şeyi bulunsa da, Türkiye İsrail iledeniz kırımıne yönelik yapılan resmi teklifle, İsrail'in deniz yetkialanlardan mevcut halinden 16 bin km² daha fazla olan İsrail'in başına karıştırmış gözükmektedir. 

Keza bu sayede Afrodit silahsızn da İsrail'egeçen olan, teklifin göz ardı edenktedirktedir. Buna rağmen İsrail, oğlumdönemde çok yakın ikizleri yunanistan ve GKRY'ni de küstürmek ilkeyen.

   Gelinen kese Doğu Akdeniz, İsrail ile Türkiye arasında birleştirici merkezinde olanla birlikte, neden İsrail tarafından Türkiye saati maksadı araçsaltır. 

Doğu Akdeniz'de Türkiye ile ne tek bira ne de konjonktürel hepsi Yunanistan ve GKRY ile birlikte başka imkânı olmayan İsrail'in, bütün taz yolu rağmen 
Türkiye'ye yönelik olarak hayata geçirememesi bir tavır takınmışlık hıdırlık tır. 
   Bu zıddı Türkiye'nin teklifi henüz kabil etmemiş da olsa, Türkiye ile birlikte büyük bir kama iriliği ilave deniz alanları da göz ardı yeğeni doldurandır. 
Yunanistan'da Da İsrail've GKRY ile boru hattı boru hattı da bir türlükaydettiyi göz önünde gözüyleluğuduğunda, Türkiye ile yapılacakkamanın bu konuda da yeni nergis zıddına. Kaldı ki Türkiye ile Libyaburçanance, bu şapka onu Türkiye'nin izin hiç ilimetiprojenin de hayata usulü de mümkün gözükmeyerek. Olansıyla, Doğu Akdeniz'de olası bira, Türkiye ile İsrail arasında bütün kendinle çözüniyor matuf olmasa da, en az Türkiye ekseni bölerek, açık mısırile de bir yapılanlara yaptıklarını açıkladı.

Mısır’ın Türkiye’ye Yönelik 10 Şartı

Mısır’ın Türkiye’ye Yönelik 10 Şartı


14 Mart 2021

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’ye yakın Kahire merkezli Al Watan Gazetesi’nin Yazı İşleri Müdürü Ahmed Elkhateeb, Mısır’ın Türkiye ile ilişkileri normalleştirmesi için ‘Türkiye’nin yerine getirmesi gereken 10 şart’ öne sürdü.


Bu şartlar;

Uluslararası hukuk kuralları olmadan iki taraf arasında deniz sınırı çizilemez. Türkiye’nin uluslararası deniz hukukuna uyacağını taahhüt etmesi gerekmektedir. Ankara, şimdiye kadar bu yasayı (BMDHS) imzalamayı veya tanımayı reddetti.
Kahire, Türk tarafının genel gözetime uygunluğundan emin olana kadar siyasi iletişim olmayacaktır. Mısır’a göre, terörizme destek veren devletlerle siyasi iletişim kurulmadığı için iletişim yalnızca güvenlik düzeyinde kalacaktır.
Doğu Akdeniz’de, Avrupalı müttefiklerle ve özellikle Yunan ve Rum taraflarla kapsamlı bir Türk anlaşması olmadıkça, Mısır-Türk anlaşması olmayacaktır.


Türkiye’nin Libya’dan siyasi, askeri ve güvenlik açısından ayrılması; Libya dosyasını tamamen terk etmek ve Libya topraklarına getirdiği çeteleri geri çekme sözü vermek.
Türk askerlerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi için bir takvim ortaya koymak ve Irak hükümeti ile Irak topraklarına asla müdahale etmeme sözü veren bağlayıcı bir anlaşma imzalamak.
Müzakereler Suudi ve BAE taraflarını içermeli ve Türkiye, son yıllarda Türkiye’nin Körfez ülkelerine karşı işlediği suçlardan dolayı özür dilemek zorunda kalacak. Ayrıca, Ankara Arap devletlerinin içişlerine karışmayacağına ve Arap ulusal güvenliğinin sınırlarına uymayacağına dair söz vermedikçe, Kahire Türkiye ile herhangi bir anlaşma yapmayacaktır.

Özellikle, Mısır’a ve genel olarak Körfez ülkelerine saldıran tüm Müslüman Kardeşler medya kuruluşlarının durdurulması. Türkiye, Müslüman Kardeşler’in herhangi bir siyasi faaliyetine kucak açmamalıdır.
Interpol’ün Türkiye’de bulunması istenen ve var olan herkesle ilgilenmek için elini serbest bırakmak ve özellikle Avrupalı yetkililere itiraz etmemek, özellikle onlarla ilgilenecektir (Kahire, onların iadesini talep etmiyor ve niyetinde değil). 

Dikkat edilmelidir ki Ankara, Mısır tarafını rahatlatmak için onları toplu halde Mısır’a teslim etmeyi teklif etti.
Mısır güvenlik yetkilileri, Türk rejiminin davranışını izleyecek ve önümüzdeki dönemde bu koşullara ne ölçüde uyduğunu kontrol edecek. Başka herhangi bir iletişime girmeden önce, Dışişleri Bakanlığı tarafından Mısır siyasi liderliğine bununla ilgili bir rapor sunulacak.
Türkiye’nin Mısır, Yunanistan ve GKRY ile deniz sınırlarını belirlemeden ve yukarıda belirtilen koşullar üzerinde anlaşmadan Doğu Akdeniz Forumu’na katılmaya davet edilmeyecektir.

Katar ile diplomatik bağların yeniden kurulması için buna benzer 13 talep öne süren Mısır ve Körfez müttefikleri, Katar’ın bu taleplerin hiçbirini kabul etmediği halde ablukayı sessizce sona erdirmişti.

Yararlanılan Kaynak

***

Akdeniz'de yeni güç mücadelesi: Türkiye'nin rolü ülkenin kaderi için kritik

Akdeniz'de yeni güç mücadelesi: Türkiye'nin rolü ülkenin kaderi için kritik


  Doğu Akdeniz'deki dengeler içerisinde Lübnan'ın önemli bir ülke olduğuna dikkat çeken ORSAM uzmanı Dr. Mustafa Yetim, Türkiye'nin Lübnan'da üstlenebileceği role ilişkin çarpıcı bir analiz kaleme aldı. Suriye'de meşru muhalefet ve Libya'da meşru hükümetle işbirliği çerçevesinde bu ülkelerdeki gelişmeleri şekillendiren Türkiye'nin, desteklediği aktörlerin önce sahada sonra da müzakere süreçlerinde daha etkili olabilmesini sağladığını belirten Yetim, 'Doğu Akdeniz'deki enerji rezervleri ve bu rezervlerin dünya pazarlarına ulaştırılması açılarından sahip olduğu stratejik önemin yanı sıra Lübnan gibi farklı mezhepsel-dini grupları içerisinde barındıran bir ülkenin Türkiye'nin istikrar sağlayıcı rolüne ihtiyacı olduğu açıktır.' değerlendirmesinde bulundu.

13 Kasım 2020 Cuma 12:24 - 

AA'da yer alan analiz şöyle:

Suriye iç savaşı ile Türkiye’nin Levant bölgesinde artan görünürlüğü, Libya’daki gelişmelerle takip eden yıllarda Kuzey Afrika bölgesine taşınmış oldu. Bölgesel istikrarı tehlikeye atan bu iki ve uzun soluklu iç çatışma sürecinde Türkiye’nin kalıcı askeri-siyasi güç olarak belirmesi, Doğu Akdeniz bölgesinin iki önemli kıyısını oluşturan Kuzey Afrika ve Levant bölgesinde Türkiye’nin desteğiyle belli bir düzeyde istikrarı ve çatışmasızlık ortamını beraberinde getirdi.

Diğer bir ifadeyle, Suriye’de meşru muhalefet ve Libya’da meşru hükümetle işbirliği çerçevesinde bu ülkelerdeki gelişmeleri şekillendiren Türkiye, desteklediği aktörlerin önce sahada sonra da müzakere süreçlerinde daha etkili olabilmesini sağladı. Bu durum Türkiye’nin bölgedeki kronik sorunlarla uğraşan Yemen ve Lübnan gibi ülkelerde de istikrar unsuru olabileceğine yönelik tartışmaları yoğunlaştırmış durumda. Bu kapsamda Türkiye’nin son dönemde Lübnan’a yönelik yoğunlaşan ilgisi hem bölgede hem de Lübnan’da çeşitli değerlendirmelere yol açtı.

- TÜRKİYE ALEYHİNE YÜRÜTÜLEN MEDYA KAMPANYASI

Türkiye’nin bahsi geçen bölgelerdeki istikrar temelli bölgesel aktivizmine ve dolayısıyla Lübnan’da artması muhtemel nüfuzuna üç ana yaklaşım olduğunu belirtebiliriz. Bunlardan ilki, Katar gibi ülkeler tarafından savunulan Türkiye’nin bölgedeki rolünün olumlu olduğuna ve desteklenmesi gerektiğine yönelik. Diğeri, rekabete dayalı olmasına ve Türkiye’nin artan bölgesel etkisinden rahatsız olmasına rağmen Ankara ile çatışmacı ilişkilerden ziyade işbirliği kanallarını geliştiren İran’ın tutumu. Üçüncüsü ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesinde kalıcı hale dönüşen bölgesel aktör konumunu kendi çıkarlarına doğrudan tehdit olarak gören ülkeler ve bu ülkelerin-aktörlerin kontrolündeki medya organlarının oluşturmaya çalıştığı dezenformasyona dayalı algı. Bahsi geçen üç yaklaşımdan sonuncusunun Türkiye’nin son dönemde yoğunlaşan Lübnan yönelimine karşı geliştirdiği argümanları temel alan bu çalışma, bu argümanların temel hedeflerini, Türkiye’nin Lübnan politikasının boyutları ve dini-mezhepsel gruplarla olası ilişkileri üzerinden analiz ediyor.

Bu çerçevede Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve bu bölgedeki eski sömürgeci güç Fransa, Türkiye’nin artan etkisini sınırlandırmak amacıyla siyasi ve askeri düzeyde adımlar atarken medyayı da bu amaçla kullanıyorlar. Özellikle kolonyal etkisini yeniden tahkim etme amacıyla bölgeye yönelen Fransa’nın, Arap Ayaklanmaları sürecinin getirdiği demokratikleşme süreçlerini tersine çevirmeyi temel hedef benimseyen Mısır, BAE ve İsrail'in yanı sıra Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Doğu Akdeniz’deki haklarını hukuk dışı yöntemlerle yok saymayı amaçlayan Yunanistan ve GKRY gibi ülkelerle çok boyutlu ilişkiler geliştirdiği görülüyor. Dolayısıyla bahsi geçen ülkeler, Türkiye’nin istikrar unsuru olarak yer aldığı diğer ülkelerdeki faaliyetlerine yönelik kullandıkları söylemi Lübnan’daki girişimlerine yönelik de geliştirdiler. Bu bağlamda adeta ortak dil geliştiren bu ülkelerin medya organları, Türkiye’nin Lübnan’da “Sünnilerin koruyucusu olmayı amaçladığını”, “Müslüman Kardeşleri desteklediğini”, “İslamcı bir tutumu olduğunu”, “Kuzey Lübnan’da kendine bağlı gruplar oluşturmaya çalıştığını” ve dahası “Lübnan’a silah soktuğunu” ileri sürdüler. Bu çerçevede Ermenistan’ın dahi dillendirdiği bu temelsiz iddialar neticesinde bu aktörler, eski kolonyal güç ve Lübnan’daki kronik sorunların başlıca dış sorumlularından Fransa’yı Türkiye’yi genel olarak Doğu Akdeniz ve özel olarak Lübnan’da “dengeleyici” güç olarak desteklediler.

- YEREL AKTÖRLERLE İLİŞKİLER

Özellikle 2006’da İsrail-Hizbullah arasındaki çatışmalar sonrasında Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altındaki barış gücüne katkı sağlamasının ardından Lübnan ilgisi genişlemeye başlayan Ankara, 2010’da Hizbullah kontrolündeki bölge olarak bilinen Sayda’da Türk Travma ve Rehabilitasyon Merkezi’nin ve 2014’te Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ofisinin bu ülkede açılmasını teşvik etti. Dahası Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) gibi kurumların da Lübnan’da faaliyetlerinin yoğunlaşmasıyla Türkiye’nin Lübnan yaklaşımı belirginleşmeye başladı. Bu yaklaşım 4 Ağustos 2020’deki Beyrut Limanı patlaması sonrasında daha da açıklık kazandı ve patlamanın hemen ardından ülkeyi ziyaret eden Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye’nin Lübnan’daki hiçbir grup arasında ayrımcılık yapmadığını ve her grupla iletişim halinde olarak ülkenin ekonomik, siyasi ve diğer alanlarda yeniden yapılanması için “kazan-kazan” politikası izlediğini vurguladılar. Fransa’nın Lübnan’a yönelik yaklaşımını eleştiren Türkiye, Lübnan’da kolonyal amaçlar ya da kaynak sömürüsü için değil istikrar sağlama amacıyla bulunduğunu özellikle belirtme gereği duydu. Dolayısıyla her ne kadar özellikle Kuzey Lübnan ve Trablusşam’da Sünni ve Türk nüfusun bulunması nedeniyle Türkiye’ye yüksek oranda sempati duyulmasına rağmen Ankara, yapılan ziyaretlerdeki çok taraflı temaslardan da anlaşıldığı üzere, tüm taraflarla iletişim geliştirme amacını benimsedi.

Bu çerçevede İran tarafından desteklenen Hizbullah ile Suriye iç savaşında yaşanan siyasi-askeri çatışmalara ve Hizbullah’ın PKK-PYD terör örgütüne yönelik olumlu tavrına rağmen Hizbullah’ın Suriye’de İran-Türkiye işbirliğine itiraz etmediği görülüyor. Dahası Hamas ile güçlü ilişkileri bulunan ve Suudi Arabistan-BAE gibi ülkelerle ciddi sorunlar yaşayan Hizbullah’ın, bu konularda Türkiye ile benzer yaklaşıma sahip olduğu söylenebilir. Bu yüzden Hizbullah’ın da Suudi Arabistan-BAE gibi ülkelerin Lübnan’daki etkisini kırma ve İsrail’e karşı yeni bir denge unsuru olarak Türkiye’nin Lübnan’daki rolüne itiraz etmeyeceği ifade edilebilir. Türkiye’nin yaptırdığı bahsi geçen hastanenin Hizbullah’ın kontrolündeki bölgede yer alması Hizbullah’ın Türkiye’ye yönelik ciddi bir radikal tutum içinde olmadığının işareti olabilir. Diğer taraftan Hizbullah’ın yanı sıra Lübnan Şiilerinin diğer önemli figürlerinden ve Hizbullah’ın ilk Genel Sekreteri Şeyh Subhi Tufeyli’nin Türkiye’nin Suriye-Libya’daki girişimlerine yönelik olumlu açıklamalar yapması, Türkiye’nin “Mezhepsel” olmayan yaklaşımını doğrulayan ve önemli Şii aktörlerin de Türkiye’nin Lübnan’da artması muhtemel nüfuzunu mesele etmediğinin temel göstergelerden. Osmanlı döneminden kalma güçlü tarihi-kültürel bağların ışığında, Kuzey Lübnan’daki Akkar bölgesinde 50-80 bin arası Kavaşra Türkmenleri, 20-30 bin civarında mensubu bulunan Mardinli (Merdelli) topluluklar ve Sünni grupların da aracılığıyla Türkiye ve Lübnan arasındaki çok boyutlu ilişkilerin gelişmesinin zemini mevcuttur.

Diğer taraftan Şii ve Sünni grupların dışında, Maruni Hristiyan grupların, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın Lübnan’ın kuruluşunun 100. yılı dolayısıyla yaptığı Osmanlı karşıtı açıklamalarda da görüldüğü üzere, Türkiye’ye yönelik belirli bir olumsuz tutum takındığı görülüyor. Maruni grupların geleneksel olarak Fransa tarafından desteklendiğini düşündüğümüzde söz konusu tavrın öngörülebilir olduğu söylenebilir. Diğer taraftan Maruni grupların da blok halinde aynı tavrı benimsemediği de belirtilmeli. Yani bu gruplardan bazıları İsrail ile olumlu ilişkilere sahipken diğer bazı gruplar Mişel Avn’ın oluşturduğu Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) gibi Hizbullah’la bir dönemdir ittifak halinde. Diğer bir deyişle Lübnan’daki mezhep gruplarında görüldüğü üzere Marunilerde de çoğulcu ve farklı yaklaşımlar söz konusu ve bu durum Türkiye’nin bazı Maruni gruplarla ilişkisini geliştirmesine kapı aralayabilir.
Türkiye’yle ilgili çok radikal şekilde olumsuz görüşe sahip olan gruplardan biri de Lübnan İç-Dış siyasetinde yeterince etkisi olmamasına rağmen Ermeni vatandaşlardır. Türkiye ve bu gruplar arasındaki ilişkilerin düzelmesinin Ermenistan’la siyasi ilişkilere ve Ermeni diasporasının faaliyetlerine bağlı olduğu söylenebilir.

- FRANSA'NIN "TARAFSIZ" OLDUĞU İDDİASI BİLİNÇLİ BİR ÇARPITMA

Lübnan’daki diğer önemli mezhep grubu Dürziler ve özellikle bu topluluğa öncülük yapan İlerici Sosyalist Partisi (PSP) açısından değerlendirdiğimizde Türkiye’nin, Beşşar Esed rejimi karşıtı tutumuna sahip olan ve Saad Hariri öncülüğündeki Gelecek Partisi’yle ittifak halinde bulunan PSP ile de belirli bir çerçevede ilişki geliştirmesi mümkün görünüyor. Bu yüzden Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri ve bu rezervlerin dünya pazarlarına ulaştırılması açılarından sahip olduğu stratejik önemin yanı sıra Lübnan gibi farklı mezhepsel-dini grupları içerisinde barındıran bir ülkenin Türkiye’nin istikrar sağlayıcı rolüne ihtiyacı olduğu açıktır. Farklı mezhep gruplarının arasındaki siyasi çatışmaların sistemsel bölünmelerle kronik hal aldığı Lübnan’da Türkiye destekli muhtemel bir istikrar ortamının Orta Doğu’daki diğer çatışma alanlarına da olumlu katkı sağlayabileceği söylenebilir.
Diğer taraftan kolonyal geçmişine ve ülkedeki kronik sorunların temel dış sorumlularından olmasına rağmen Fransa ve desteklediği bahsi geçen aktörlerin, Türkiye’nin istikrar sağlama merkezli Lübnan yönelimini, “Yeni-Osmanlıcı” ya da “Sünni merkezli” şeklinde nitelendirmesi tamamıyla ironik bir durum. Daha açık ifade etmek gerekirse, uzun zamandır çoğunlukla Marunilere endeksli bir Lübnan yönelimi benimseyen Fransa’nın bahsi geçen aktörler tarafından “tarafsız” ve “tüm gruplarlarla iletişim halinde” olarak sunulması ve kapsayıcı bir Lübnan yönelimine sahip olan Ankara’nın ise, “Sünni temelli” ve “işgalci” şeklinde addedilmesi mevcut ve tarihsel gerçekliklerin bilinçli çarpıtılmasına işaret ediyor. Halihazırda Lübnan kültürel ve tarihi sahasında güçlü bir zemini ve karşılığı bulunan Türkiye’nin, kendilerinden destek gördüğü Lübnan’daki Sünni ve Türkmen aktörlerin dışındaki diğer gruplarla da çeşitli alanlarda ortak noktaları ve buna bağlı olarak Lübnanlı yerel aktörler arasında uzlaştırıcı rol oynama kapasitesi bulunuyor. Dolayısıyla mezhep odaklı davranmadığını belirten, kapsayıcı ve insani yardım odaklı hareket eden ve Lübnan’ın her alanda yeniden inşa edilmesine katkı sağlayan aktör olarak Türkiye’nin, bahsi geçen kara propaganda merkezli söylemlere rağmen Lübnan istikrarına katkı sağlama potansiyeli yeterince yüksektir.
13 Kasım 2020 Cuma 12:46

***

Türkiye’nin Değişen Jeostratejik Vizyonu ve Doğu Akdeniz Politikası

Türkiye’nin Değişen Jeostratejik Vizyonu ve Doğu Akdeniz Politikası  


Türkiye’nin Değişen Jeostratejik Vizyonu ve Doğu Akdeniz Politikası ile bölgedeki Türkiye’nin politikasına odaklanmıştır.

Dr. Öğr Üyesi Murad DUZCU, 


Türkiye’nin Değişen Doğu Akdeniz Vizyonu, Nedenleri, Etkileri Tek tek takip etmesek de dış basında Türkiye hakkında çıkan haber ve yorumları görmemiz artık daha kolay. 

Bunun bir nedeni bu tarz haber ve yorumların sosyal medyada da …
11 Temmuz 2020

Tek tek takip etmesek de dış basında Türkiye hakkında çıkan haber ve yorumları görmemiz artık daha kolay. Bunun bir nedeni bu tarz haber ve yorumların sosyal medyada da paylaşılması, birinde yoksanız bir başka mecrada karşınıza çıkıyor. Bir diğer nedeni ise artık uluslararası medyada Türkiye hakkında daha çok haber yapılması, analizler yazılması. Bunların bir kısmı Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından finanse edilen ısmarlama karalama haber ve analizler. Ancak önemli bir kısmı ise otantik ve Türkiye’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de, Balkanlar ve Doğu Afrika gibi geniş bir coğrafyada artan etkisiyle orantılı şekilde artmaktalar. Bu otantik analizlerin da bir kısmı kategorik olarak Türkiye karşıtı olsalar da Türkiye’nin artan etkisini objektif olarak değerlendiren ve bu etkiyi kırmaya yönelik kendi subjektif önerilerini geliştiren analizler.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz enerji denkleminde dışarıda bırakılmaya çalışılmasına karşılık atmış olduğu adımlar ile bu denklemi bozması özellikle Yunan ve Fransız medyasında ciddi bir rahatsızlık doğurmuş durumda. Aslında güncel Türk dış politikasını içeride kendi partizan saikleriyle eleştirenler sadece son birkaç haftalık Fransız ve Yunan medyasını takip etseler belki de kendi eleştirilerini gözden geçirir, en azından bu konuyu iç siyasete alet etmezlerdi.

Şahsen Yunanistan kanallarındaki tartışma programlarını takip edemiyorum ama Türkiye’nin tartışıldığı programları sosyal medyada yakalamak mümkün. Bu tarz programlar ana akım medyanın dikkatinden kaçsa da bireysel kullanıcılar tarafından fark edilip paylaşılabiliyor. Yine böyle bir programda aynı zamanda emekli bir amiral olan uzman konuklardan biri Türkiye için, benim de doğru bir kavramsallaştırma olduğunu düşündüğüm”bölgesel süper güç” tabirini kullandı.Konuklar Türkiye’nin iyi bir dış politika sonucu kazanımlar elde ettiğini dile getirirken Türkiye’nin kazanımları ve artan gücünden duydukları endişeyi saklamıyorlardı. Programda Yunanistan’ın Makedonya ile yaşadığı sorunları kendi çıkarlarına uygun şekilde aşabildiğini söyleyen uzman konuklardan biri, biraz da yuvarlayarak, 100 milyonluk bir Türkiye ile bu sonucu elde etmek mümkün değil diye devam etti. Gerçi henüz 100 milyon olmadık ama trendler önümüzdeki 20 yılda 100 milyon sınırını aşacağımızı göstermekte. Biz farkında olmasak da bu durum Yunanistan için büyük bir problem. Kurtuluş Savaşı’nı verdiğimiz dönem nüfus bakımından Yunanistan’ın iki katıyken şu an fark sekiz kata çıkmış durumda. Durumu Yunanistan açısından daha da vahim kılan yönü ise bu nüfusun yaş gruplarına dağılımı. Yunanistan nüfusunun üçte biri 55 yaşının üzerinde. 

Türkiye’de ise bu oran beşte birin altında. Türkiye nüfus büyüklüğü bakımından da, çok daha genç olan ortalama yaş bakımından da ciddi bir demografik avantaja sahip. Türkiye’de medyan yaş 31 iken Yunanistan’da 43. Türkiye’nin 15 yaş altı nüfusu tek başında tüm Yunanistan nüfusundan büyük.

Tabii nüfusu önemli kılan özelliği sadece kalabalık değil. Büyük nüfus büyük ordu, büyük pazar, ölçek ekonomisi demek. Hele ki o pazar kapasite ve otonomi açısından yükselen bir devletteyse daha da önemli oluyor. Nüfusu 90 milyona yaklaşan bir ülkede yerli ve milli sanayiinin gelişmesi, teknoloji üretmesi, küresel piyasalarda rekabet edebilecek noktaya gelene kadar iç piyasa ile sürdürülebilir olması, bu süreç içinde olgunlaşması mümkün. En azından benim görebildiğim kadarıyla Yunanistan medyasını en çok rahatsız eden özelliğimiz işte açılan bu nüfus farkı ve bu nüfusa binaen yükselen yerli sanayi ve büyüyen ekonomi.
Aslında Türkiye’nin ithal ikamesine dayalı yerli sanayiyi teşvik edici ekonomi politikaları daha önce de denenmişti ama hem o süreçte iç piyasa bu kadar büyük değildi, hem teknolojik imkanlar ve yetişmiş insan gücü daha yetersizdi hem de 1980’ler öncesi ithal ikameci ekonomi politikaları stratejik bir vizyon ortaya koyamadığı için kroni kapitalizm (ya da ahbap çavuş ekonomisi) denilen üretken olmayan, verimsiz bir sonuçtan öteye gidememişti. Ancak Türkiye’nin bugünkü büyük ve dinamik nüfusu, yetiştirdiği nice genç mühendisler, devlet desteğiyle hayata geçirilen nice projeler meyvesini pek çok alanda vermeye başladı bile. Bu dinamizm Kovid-19 salgınında ürettiği solunum cihazlarını neredeyse bütün dünya çaresiz kalmışken Avrupa’dan Brezilya’ya geniş bir coğrafyaya üretip ihraç edebildi. İşte Yunanistan’ı asıl tedirgin eden, bu örneğin de gösterdiği gibi, Türkiye’nin büyüyen nüfusunun stratejik bir vizyonla buluşması oldu.

Yazının başında son zamanlarda Yunanistan ile beraber Fransız basınında da Türkiye yorumlarının sayısının arttığını fark ettiğimi söylemiştim. Ülkenin en etkin gazete ve dergileri peş peşe Türkiye analizleri yayınlamaktalar. Son iki hafta içinde Le Figaro‘dan Le Point‘e pek çok mecrada bunun örnekleri görülmekte. 

Bu mecralardaki analizler ise Yunanistan’dakilere nazaran daha çok kendi hükümetlerine öfkeli görünmekteler. Fransa’nın özellikle Libya’da desteklediği savaş lordu Hafter’in başkent Trablus merkezine birkaç kilometre kadar yaklaşması ancak Türkiye’nin denkleme girmesiyle önce başkent kuşatmasının kırılması ardından Hafter’in tek tek pek çok mevzide yenilerek geri çekilmesi Fransız kamuoyunu Macron’a karşı öfkelendirdi. Kuzey Afrika gibi Fransa’nın yüzyıllardır arka bahçesi olarak gördüğü, halen sömürgeci refleksleriyle davrandığı bir coğrafyada Türkiye’nin Rusya, BAE, Mısır ve Fransa gibi ülkelerin tüm çabalarına rağmen ülkenin meşru hükümetini Hafter işgalinden kurtarması Le Point‘e “Akdeniz Türk gölü mü oluyor?” sorusunu sordurdu. Tabii ki Akdeniz Türk gölü olmadı, halen daha küresel ve bölgesel güçlerin Akdeniz üzerindeki güç mücadelesi sürüyor ama Türkiye’nin buradaki etkisinin arttığı, burada Türkiye’yi dışarıda bırakacak bir planın işletilemeyeceği de aşikar oldu. 

Türkiye’nin Kardak kayalıklarındaki egemenlik hakkının korunması da Doğu Akdeniz enerji yataklarındaki hakkının korunması da artık daha geniş bir perspektifle değerlendirilmekte. Yunanistan’ın hak iddia ettiği ama Türkiye’nin kıyılarına neredeyse bitişik kayalıklara artık sadece kıyıdan değil öte yakadan, ta Libya’dan da bakabilen bir bakış bu. 

Akdeniz ve Ege’de söz sahibi olmak için Akdeniz’in öte yakasındaki deniz komşularının da denkleme dahil edildiği, o komşularla ittifaklar kurulabildiği, o müttefiklere askeri ve diplomatik destek sağlandığı, o destek sayesinde müttefik ülkelerin sonsuz bir iç savaş ve darbe çukuruna yuvarlanmaktan korunduğu geniş bir stratejik bakışın Türkiye tarafından işletildiği gözlemlenmekte. Batı medyasının da radarına yakalanan bu stratejik atılım Türkiye’de iç siyasete malzeme edilip gereksiz eleştiriler alsa da Türkiye artık daha büyük, sıklet atlayan, daha vizyoner bir ülke. Artık Türkiye’nin masada ve sahada mücadele ve müzakere ettiği ülkeler 10 milyon nüfuslu, küçük ekonomili, büyük güçlerin sponsorluğunda ve desteği ölçüsünde var olabilen ülkeler değil, Rusya gibi, Fransa gibi küresel ve bölgesel ağırlığı hissedilen, güç parametreleri açısından Türkiye’nin sıkletinde olan ülkeler. Bu atılımın devamı ve bölgede somut kazanımların sürdürülmesi için ise Akdeniz’i daha geniş bir perspektiften görebilen bu stratejik bakışın korunması elzem.
[Sabah, 11 Temmuz 2020]

Doğu Akdeniz Ülkelerinin Deniz Yetki Alanları. HARİTA

Doğu Akdeniz Ülkelerinin Deniz Yetki Alanları. HARİTA

15 Mart 2021

  

  Şimdiye kadar Doğu Akdeniz’de; Suriye, GKRY, Libya, İsrail ve Lübnan olmak üzere toplam 4 devlet ve 1 yönetim MEB ilanında bulunmuştur. Türkiye ise Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmemiştir.


BAU DEGS Başkanı Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın ortaya attığı ‘Yaycı Doktrini’ne göre Doğu Akdeniz ülkelerinin deniz yetki alanları ve Doğu Akdeniz ülkelerinin kıyıdaşlığı aşağıda sunulmuştur.


Doğu Akdeniz’de Ülkelerin Deniz Yetki Alanları

Türkiye ve Libya’nın Karşılıklı Kıyıları

Türkiye ve Mısır’ın Karşılıklı Kıyıları


Türkiye ve Filistin Karşılıklı Kıyıları

Türkiye ve İsrail Karşılıklı Kıyıları

Türkiye ve Lübnan Karşılıklı Kıyıları



Türkiye ve Suriye Karşılıklı Kıyıları

Yaycı Doktrini ve Sevilla Haritasına Göre Bölge Ülkelerinin Münhasır Ekonomik Bölgeleri Çatışma Gündemi

Sevilla Haritasına Göre Bölge Ülkelerinin Feragat Edecekleri Deniz Alanları
Çatışma Gündemi

https://doguakdenizpolitik.com/dogu-akdeniz-ulkelerinin-deniz-yetki-alanlari/


***

TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ NÜFUSUN HUKUKİ STATÜSÜ İLE İLGİLİ BİR ANALİZ. BÖLÜM 3

TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ NÜFUSUN HUKUKİ STATÜSÜ İLE İLGİLİ BİR ANALİZ. BÖLÜM 3

 
Hukuki Statü, Suriye Savaşı, Göçmenlik, Mülteci, Geçici Koruma, Türkiye, Lübnan,İsmail SARITEKE, Ömer Fuad KAHRAMAN, Abdullah AYDIN,


   Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfus için şartlı mülteci tanımlaması kullanmak doğru olmayacaktır. Zira şartlı mülteci statüsü alabilmek için öncelikle statü belirlemesinin yapılması gerekir. Ancak “Geçici Koruma” başlığında anlatacağımız üzere Suriyeli nüfusun ülkemize gelişi kitlesel akın (mass influx) şeklinde gerçekleşmesi ile statü belirleme işlemini imkansız kılmıştır. Hali hazırda ülkemizde yaşayan Suriyeli nüfusun üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek üzere beklediğinden bahsetmek de mümkün değildir. Her iki sebep dahilinde Türkiye’de yaşayan Suriye’li nüfus şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyecektir. 

6- İkincil Koruma (Subsidiary Protection) 

YUKK 63. maddesi uyarınca; “Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde; 

a) Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, 
b) İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak, 
c) Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak, olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir.” Gerek şartlı mülteci, gerekse ikincil koruma 
statüsü kişilerin statü belirleme işlemi sonrasında verilir. Ancak “Geçici Koruma” başlığında anlatacağımız üzere Suriyeli nüfusun ülkemize gelişi kitlesel akın (mass influx) şeklinde gerçekleşmesi açısından statü belirleme işlemini imkansız kılmıştır. Bu sebeple Türkiye’de yaşayan Suriye’li nüfusa ikincil koruma statüsünün verilmesi hukuken mümkün olmamıştır. 

7- Geçici Koruma (Temporary Protection) 

Yukarıda değindiğimiz üzere Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfusun göçmen (immigrant), mülteci (refugee), yerinden edilmiş kişi (displaced person), sığınmacı (asylum seeker), şartlı mülteci (conditional refugee) veya ikincil koruma (subsidiary protection) statüsünde sayılması hukuken mümkün değildir. Aslına bakılırsa Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfusun hukuki konumlandırması 
YUKK ve 2014 yılında çıkarılan “Geçici Koruma Yönetmeliği”6 ile açıklığa kavuşturulmuş olup kavram karmaşası sona erdirilmiştir. Sonuç olarak diğer statülere nazaran literatürde daha yeni bir kavram olan geçici koruma (temporary protection) ve geçici korunan (temporary protected) statüleri düzenlenmiştir. 

Geçici koruma kavramı 1990’lı yılların başlarında Yugoslavya’nın dağılma sürecinde ortaya çıkmıştır (Koser, Walsh & Black, 1998:444). Bu süreçte özellikle Bosna’nın bağımsızlık ilanı sonrasında başlayan olaylar sonucunda milyonlarca mülteci Avrupa’ya akın etmiştir. Bu ani akın karşısında Avrupa ülkelerinin bireysel sığınmacı prosedürleri işlevsiz kalmıştır (Kerber, 1998:197). 

Avrupa ülkelerinin sığınmacıların kendi ülkesinde “güvenli bölge” kurulmasına yönelik eylem planı ise bu bölgelerde yapılan katliamlarla acı bir şekilde sonuçlanmıştır.7 Bu dönemde Avrupa ülkelerinin mülteci kaynağı gözüyle baktığı ülkelere vize uygulamaya başlaması (Bosna Hersek) ve bu şekilde mülteci akınının önüne geçmeye çalışması da sonuç vermemiştir. Tüm bu olaylar zinciri sonucunda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği8 (United Nations High Commissioner for Refugees) tarafından 1994 yılında “Geçici Koruma Hakkında Daha Geniş Kapsamda Not (Note on Temporary Protection in a Broader Context)” yayınlanmıştır. Bu düzenlemede ilk defa geçici koruma rejiminden bahsedilmiştir. BMMYK bu rejime ilişkin şartları belirlerken Yugoslavya krizinde ortaya çıkan problemleri göz önünde bulundurmuştur (Koser, Walsh & Black, 1998:445). 
BMMYK’nin yapmış olduğu tanım uyarınca geçici koruma; insan hakları ihlallerinden ve silahlı çatışmalardan kaçan çok sayıda insana gerekli korumayı sağlamak amacıyla esnek ve pragmatik yöntemlerle sığınmaya ilişkin prosedürlerinin göz ardı edilmesidir (www.refworld.org, 2018). 

Burada sığınma prosedürlerinin askıya alınma sebebi fiziki imkansızlıktır. Zira geçici koruma kavramı bir ani akın zamanında kullanılabilir. Ani akın yahut kitlesel akın (mass influx), tanımlanması yapılmış bir olgu değildir. Ancak ani akınının taşıması gereken şartlar BMMYK tarafından belirlenmiştir.9 Anılan düzenleme uyarınca bir durumun ani akın sayılabilmesi için asağıda yer alan şartların bir kısmını veya tamamını taşıması gerekir; 

(i) Uluslararası sınır üzerinden gelen önemli sayıda insan olması; 
(ii) Gelen insanların varış oranının hızlı olması; 
(iii) Ev sahibi ülkelerin, özellikle de acil durumlarda, tepki kapasitesinin veya absorpsiyon oranının yeterli olmaması; 
(iv) Bireysel sığınma prosedürleri var olan yerlerde, bu kadar çok sayıda başvurunun değerlendirilmesiyle başa çıkılamaması; 

Avrupa Birliği ise 2001 tarihinde geçici koruma ile ilgili düzenleme yapma yoluna 
gitmiştir.10 
Yine aynı şekilde bu düzenlemede de Yugoslavya krizinden bahsedilmiş ve o dönem ortaya çıkmış olan problemler göz önünde bulundurulmuştur. 
Geçici koruma kavramının Türk Hukuku’nda yer alması 2014 yılında olmuştur. 

Bu dönemde geçici koruma ilk olarak YUKK’nin 4. Bölümünde düzenlenmiştir. Geçici koruma başlığı taşıyan 91. madde uyarınca, “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.” Ancak geçici korumanın tam anlamıyla işlenmesi 2014 tarihli “Geçici Koruma Yönetmeliği” ile mümkün kılınabilmiştir. Adı geçen Yönetmeliğin 3. maddesi uyarınca geçici koruma “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan korumayı” ifade etmektedir. 

Madde metni değerlendirildiğinde görülmektedir ki ilgili düzenleme Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfusun hukuki statüsünü belirleme amacı taşımaktadır. Bireysel olarak değerlendirilemeyen ve statüsü belirlenemediği için şartlı mülteci yahut ikincil koruma statüsünde yer alamayan kişiler bu düzenleme ile geçici koruma kapsamında sayılacaktır. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Türkiye tarihsel süreçte incelendiğinde gelenek olarak sürekli göç alan bir ülke ve 
coğrafyadır. Bu realiteye rağmen Suriye’den yaşanan göç neticesinde ortaya çıkan durum Türkiye için bir ilktir. Zira Suriye savaşına kadarki süreçte ülke dışından gelenler için düzenli olarak yerleştirmesi ve kalacakları veya gidecekleri bilinerek değerlendirilip ona göre önlemler alınması gibi çözüm önerileri oluşturabiliyordu. Yani başka bir bakış açısıyla eski göç dalgaları daha tahmin edilebilirlerdi. 

Suriye’den yaşanan göç her ne kadar Türkiye’nin göçmen alma başarıları neticesinde büyük krizlere neden olmadan sonuçlansa da nihayetinde 5 milyona yakın bir nüfus ile uğraşmak kolay değildir. Bu çerçevede bu kadar fazla bir nufüsun gelmesinin her alana olduğu gibi hukuk alanında da bir karşılığı vardır. 
Türkiye’deki Suriyeli nüfus ile ilgili kullanılan göçmen ve mülteci gibi tanımlamalar günlük hayatta kullanıldığı için belki kabul edilebilir bir durumdadır. Ancak bu ve benzeri kavramların aynı zamanda hukuki statüler olduğunu ve bu tanımlamaların hukuki olarak yanlış olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Çalışmamız neticesinde yapılmış olan değerlendirmeler göstermektedir ki Türkiye’deki Suriyeli nüfus için kullanılması gereken en temel tanımlama “Geçici Koruma” dır. Bu çerçevede her alanda veya en azından yapılan akademik çalışmalarda Suriyeliler ile ilgili “Geçici 
Koruma Altındaki Suriyeliler” ifadesinin kullanılması gerekmektedir. 

KAYNAKÇA 

Atasoy, E . (2011). Siyasi Coğrafya Işığında Bulgaristan Türklerinin 1989 Yılındaki Zorunlu Göçü. 
Coğrafya Dergisi / Journal of Geography, 0 (21), . Retrieved from 
http://dergipark.gov.tr/iucografya/issue/25049/264435 
Akıncı, B. (2017). Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin 25 Eylül Referandum Kararının Türkiye’nin Ulus Devlet Kimliğine Etkileri, Uluslararası Medeniyet Çalışmaları Dergisi, Volume II/ 
Issue II- Winter 2017, Nevşehir. 
Belli, Aziz, Aydın, Abdullah (2017), Türkiye’deki Suriyeli Nüfusa Karşi Gelişen Nefret Söylemleri Ve Sosyal Medya, Kayes 2017 I. Uluslararasi Kahramanmaraş Yönetim, Ekonomi Ve Siyaset Kongresi 12-13-14 Ekim 2017, S.428-439, Kahramanmaraş Deng, F. United Nations High Commissioner for Refugees. (n.d.). Guiding Principles on Internal Displacement. Erişim Tarihi 3 Ocak, 2018, from 
http://www.unhcr.org/protection/idps/43ce1cff2/guiding-principles-internal-displacement.html 
Ghosh, B. (1998). Huddled masses and uncertain shores: insights into irregular migration. The Hague: Martinus Nijhoff. 
Hathaway, J. C. (2012). The rights of refugees under international law. Cambridge: Cambridge Univ. Press. 
Holborn, L. W. (1956). The International Refugee Organization: a specialized agency of the United Nations. London. 
Jacques, M. (2015). Armed conflict and displacement: the protection of refugees and displaced persons under International humanitarian law. Cambridge: Cambridge University Press. 
Kaynak, M., Yinanç, R., & Şahin, C. (1992). Iraklı sığınmacılar ve Türkiye: 1988-1991. Ankara: Tanmak yayınları. 
Kerber, K. (1998). Die vorübergehende Schutzgewährung in der Europäischen Union: völkerrechtliche Grundlagen, innerstaatliches Recht und Harmonisierung unter besonderer Berücksichtigung der Harmonisierungsperspektiven. Leipzig: Leipziger Universitätsverlag. 
Koser K., Walsh M., Black R. (1998). Temporary Protection and the Assisted Return of Refugees from the European Union International Journal of Refugee Law, Volume 10, Issue 3, , s. 444–461, 
Perruchoud, R., & Redpath, J. (2011). Glossary on migration. Geneva: International Organization for Migration. 
Salyer, L. E. (1995). Laws Harsh as Tigers Chinese immigrants and the Shaping of Modern Immigration Law. Chapel Hill: University of North Carolina Press. 
Yılmaz N. (2007). 5543 Sayılı İskân Kanunu Hükümleri Uyarınca Türk Vatandaşlığının Kazanılması. TBB Dergisi, Sayı 68, s. 241-264 
 
İnternet Kaynakları: 

Büyük Türkçe Sözlük. Erişim Tarihi 05.01.2018 
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts Chinese Exclusion Act (1882). Erişim Tarihi 28.12.2017 
https://www.ourdocuments.gov/doc.php?flash=false&doc=47# 
Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme. Erişim Tarihi 21.12.2017. www.multeci.org.tr/wp-content/uploads/2016/12/1951-Cenevre-Sozlesmesi-1.pdf 
United Nations High Commissioner for Refugees (UNHCR). Erişim Tarihi 06.01.2018 
http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php 
United Nations High Commissioner for Refugees. Convention Relating to the International Status of 
Refugees. Erişim Tarihi 01.01.2018 http://www.refworld.org/docid/3dd8cf374.html 
Universal Declaration of Human Rights. Erişim Tarihi 03.01.2018 http://www.un.org/en/universal-declaration-human-rights/ 
1951 Sözleşmesine Ek Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin Protokol. Erişim Tarihi 03.01.2018. 

 DİPNOTLAR:

1 1790 tarihli Naturalization Act (Yurttaşlığa Kabul Yasası) uyarınca Çinli nüfus “özgür ve beyaz (free and white)” olduğu için Amerikan vatandaşlığına hak kazanabiliyordu. Göç eden Meksikalılar ve zencilerin vatandaşlık kazanabilmesi için 1924 tarihli Immigration Act’ı (İltica Yasası) beklemesi gerekmiştir. 
2 Konvansiyon Milletler Cemiyeti’nde (League of Nations) görüşülmüş; Belçika, Bulgaristan, Çekoslovakya, Fransa, Norveç, Danimarka, İngiltere, İtalya ve İrlanda tarafından imzalanmıştır. 
Görüşmelere katılan Mısır konvansiyonu imzalamaktan imtina etmiştir. 
3 Çalışmanın devamında “İHEB” olarak bahsedilecektir. 
4 Belirtmek gerekir ki geçmişte ve günümüzde bu tarz durumlarda diğer devletlerin veya bazı uluslararası kuruluşların olaylara müdahil olduğu gözlenmiştir. Ancak bizim burada değindiğimiz husus bunların münferit olaylar şeklinde ortaya çıkmış olup bu konu ile ilgili yetkili bir organın mevcut olmamasıdır. 
5 Çalışmanın devamında “YUKK” olarak bahsedilecektir. 
6 Bakanlar Kurulu Kararı: 13/10/2014 No : 2014/6883, Resmi Gazete Yayın Tarihi: 22/10/2014 No : 29153 
7 Bu katliamlara verilecek en acı örnek Birleşmiş Milletler gözetimindeki “güvenli bölge” olan Srebrenitsa’da gerçekleştirilen “Srebrenitsa Katliamıdır”. 11 Temmuz 1995’de gerçekleştirilen bu katliamda yaklaşık 8.373 kişi hayatını kaybetmiştir. 
8 Çalışmanın devamında “BMMYK” olarak bahsedilecektir. 
9 Conclusion on International Cooperation and Burden and Responsibility Sharing in Mass Influx SituationsConclusion on 
International Cooperation and Burden and Responsibility Sharing in Mass Influx Situations No. 100 (LV) - 2004 
10 Council Directive 2001/55/EC Of 20 July 2001 

http://www.goc.gov.tr/files/files/M%C3%9CLTEC%C4%B0LER%C4%B0N%20HUKUK%20STAT%C3%9CS%C3%9CNE%20%C4%B0L%C4%B0%C5%9EK%C4%B0N%201967%20PROTOKOL%C3%9C.pdf 
 
***