Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2021 Pazartesi

Çin’in Başarısının sırrı Teşhis, Takip, Tecrit ve Tedavi.,

Çin’in Başarısının sırrı Teşhis, Takip, Tecrit ve Tedavi.,


Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu,
Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, “ Çin’in açıkladığı resmi rakamlarla ilgili kuşkular hala sürüyor. Ama muhtemelen teşhis, takip, tecrit ve tedavide uyguladıkları 
yöntemler açısından, dünyaya verecekleri birkaç ipucu olabilir” dedi.
14 Mayıs 2020 Perşembe 13:02

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu,

GİRAY DUDA

Global çaptaki güncel gelişmeleri yakından izleyen Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, Çin’in, Kovid-19 virüsü ile verdiği mücadeleyi geçmişteki tecrübelere dayalı sistemli bir çaba ile kazandığını belirtiyor. Global stratejist, Çin uzmanı Kalaycıoğlu ile Çin, ABD ve Avrupa Birliği’nin salgın karşısındaki güç, yetenek ve tavırlarını konuştuk.

- Sayın Kalaycıoğlu, korona virüsün dünyaya yayıldığı Çin’deki salgın dönemi bize büyük umutsuzluk veren bir görüntü ortaya koyuyordu. Yaklaşık 2 aylık sürede salgının bastırıldığı, bu görüşmemizi yaptığımız dönemde 8 gün boyunca Kovid-19’dan kimsenin ölmediği açıklandı. Bu sonuca bu kadar hızlı nasıl ulaştılar?
- Haklısınız. Dünyanın gecikerek öğrendiği salgın, özellikle Çin gibi dünyanın etrafında günde 24 saat dörtnala koşan ve diğer ülkeleri de peşinden koşturan bir ülke için umut kırıcı bir görünüm oldu. Ama Çin hem tarihinde nice salgın ve felaketlerle karşılaşmış bir ülke olarak Kovid-19’a pabuç bırakmayacak kadar güçlü ve kararlı, hem de felaketleri fırsata çevirme alışkanlığı binlerce yıllık tarihinin imbiğinden süzülmüş bir kültür olarak bunun da üstesinden geldi.
Yine de açıklanan resmi rakamlarla ilgili kuşkular hala sürüyor. Salgının ilk dalgasında, Şubat ayı itibarı ile resmi olarak 55.000 olarak duyduğumuz vaka sayısının gerçekte 232.000 civarında olabileceği düşünülüyor. Çin, en son 23 Nisan 2020 itibarı ile 83.000 vaka, 77.346 iyileşen hasta ve toplam 4.642 ölüm bildirdi. Aynı tarihte virüsün küresel olarak bulaştığı insan sayısının 2.9 milyona ulaştığı, en az 196.000 insanın öldüğü ve781.000 hastanın iyileştiği hatırlanacak olursa, yeni vakaların gelmediği (Rusya sınırındaki birkaç parlama dışında) Çin’in bunu en az hasarla atlatan ülkelerin başında geldiği düşünülebilir.

TEŞHİS, TAKİP, TECRİT VE TEDAVİ BAŞARISI

9.6 Milyon kilometrekarelik bir yüzölçümü ve 2019 itibarı ile nüfusu 1 milyar 435 milyona ulaşan bu Dev Ülke bunu nasıl başardı? Bu kadar uzaktan, bu kadar sınırlı bilgi ile üstelik rakamların gerçekleri ne kadar yansıtıp yansıtmadığından emin olmadıkça bunu açıklayabilmek mümkün değil. Ama muhtemelen teşhis, takip, tecrit ve tedavide uyguladıkları yöntemler açısından, dünyaya verecekleri birkaç ipucu olabilir. Tabii her an kendisini Kuzey Kore’den gelebilecek bir biyolojik saldırıya karşı teyakkuz halinde bulunduran Güney Kore’nin de. Yine başarılı örnekler arasında gözüken Yeni Zelanda ve Arjantin’e de dikkatle bakmak gerek. Neyi daha doğru yaptılar acaba?

ABD ARTIK DÜZENLİ, ORGANİZE ÜLKE DEĞİL

- Dünyayı en çok şaşırtan gelişme de ABD’nin korona virüsü karşısındaki zayıflığı, çaresizliği ve hastalık ile ölüm sayılarının çok yüksek sayılara çıkmasıydı. Dünyanın süper gücündeki bu olumsuzluğu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Korona virüsü gayet adil davranarak her ülkenin kapısını çaldı. Tabii rakamlar doğruysa çaldığı ilk kapı yüzüne çabuk kapandı. Çin’in toparlanmaya başlaması, hem ümit hem de ibret verici. Ama yola “America First” diye çıkıp, durduğu yerde dünyanın tabutuna çivi çakmaya kalkan Trump’a en iyi dersi Korona veriyor. Dünyanın 1 numaralı ülkesi ABD, Koronalı hasta ve ölüm sayısı açısından şu anda dünya birincisi. 2016 da yuttuğu büyük lokmayı hala hazmedemeyen Trump ya çok büyük konuştu veya Çin’in ahı tuttu.
Açıkçası bu benim 1970’li yıllardan beri tanıdığım, düzenli, organize, sağlık alt yapısı güçlü ABD değil. Daha zengin Amerika, daha yaşanabilir bir ülke olmaktan çoktandır uzaklaştı. Federal ve yerele ağırlık veren ülkede, hala büyük ölçek ve gelir dağılımı eşitsizliklerine yeterince önem vermemesi buna neden olduğu gibi, böyle bir beklenmedik salgın baskınında, eyaletlerin, kendi göbeğini kesmesinin değil, merkezi bir eş güdümün eksikliği hissedildi. Bu bağlamda, sık sık dile getirilen hatalar arasında, merkezi önlemlerle, hemen sınırların kapanmamış olması.

LAUBALİ LİDERLİK SORUNU

Laubali ve bir şey bilmediğini bilmez ama her işe karışır bir başkan ve ekibinin sorumsuz davranışları, Amerika’yı salgının yayılması açısından dünya birincisi yaptı. Ama bu kötü bir birincilik çünkü dünyanın 1 numaralı ülkesinde maske ve sıhhi eldiven bulunmuyor. Vantilasyon aletleri eksik, halkın çoğunluğu herhangi bir sağlık koruma şemsiyesinden yoksun. Böyle bir ABD, 21. Yüzyılın yüzkarası değilse, Rusya ve Çin için istihza malzemesi.

Hemen her akşam, hem New York valisi Cuomo’nın samimi yetersizlik raporlarını, Trump’ın insanlara, kendilerini, deterjan, çamaşır suyu veya dezenfektan içerek tedavi etmelerini telkin eden çözüm önerilerini, WHO’ya saldırıp, fonlarını keserek bir uluslararası kurumu daha rayından çıkarma çabalarını ibretle izliyorum. Bir taraftan “ne oldum dememeli, ne olacağım demeli” sözünün anlamını şimdi daha iyi takdir ediyorum. Öte yandan bu salgın eğer bir yıl önce olsaydı, New York valisi, 3 Kasım 2020 seçimleri için iyi bir demokrat başkan adayı olabilirdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

TÖKEZLEYEN ABD EKONOMİSİ.,

Trump’ın sadece kendi sayesinde olmuş gibi övündüğü istihdam ve verimlilik salgın yüzünden tökezliyor. Federal hükümet hemen vatandaşlarına büyüklere 1000 çocuklara 500 dolarlık çek yolladı. 25 Nisan 2020 itibarı ile 88.1 milyon Amerikalıya, 158 milyar dolarlık bir ödeme yapıldığı açıklanmış durumda. Federal bütçeden hane halkı ve işletmelere yapılan destekler nedeni ile 2020 yılında bütçe açığının GSYİ hasılanın yüzde 15’ine ulaşacağı düşünülüyor. Eyalet bütçeleri de 2020 sonunda ciddi açıklar vereceğe benzer. Tabii yüksek gelir gruplarının vergilerini düşüren Trump, Kasım 2020’de yeniden seçilmezse, yerine Ocak 21’de gelecek demokrat başkanın yeniden vergi artırımına gitmesi, ülkede epey tepki toplayacaktır.



FED ZATEN ÖNLEM ALMAYA BAŞLAMIŞTI.,

Diğer dünya merkez bankaları gibi, hatta onlardan bile önce FED (Federal Rezerve), tahvil ve riskli risksiz borç senetlerini satın alarak, piyasaya can suyu yetiştirmeye, faizleri indirerek, likidite şırınga etmeye başladı. Amaç zaten durgunluk tehlikesi sinyalleri enflasyon oranının üzerinden bir türlü kalmayan durumu düzeltmek.

ADB ‘BÜYÜK BUHRAN’DAN DAHA ŞANSLI.,

- ABD eski gücüne nasıl ve ne kadar zamanda kavuşabilir? ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim kampanyası bu salgından nasıl etkilenir?
- Dünya 1929 buhranının üstesinden Keynes’in ekonomiye kamu müdahalesi önerisi ile aştı. 1934 -1939 arasında Franklin Delano Roosevelt’in hayata geçirdiği New Deal (Yeni Uygulama) ile ABD tam 10 yılda depresyondan çıktığı gibi, İngiltere’ye de önderlik etti. Sonrası zaten bir başka büyük savaştı. O zor günlerin know-how’ı şimdi ellerinde. Zaten şimdi onun için her yerde ekonomide kamu önderliğini görüyoruz. Bu bağlamda, mali ve parasal genişleme, hane halkı ve şirketlere verilen destekler, vergi borcu ertelemeleri, tahvil satın alma yolu ile ekonomiye likidite sağlamak yanı sıra gıda ve ilaç yardımı gibi ayni yöntemler, merkez bankaları, maliye otoriteleri ve yerel yönetimler tarafından seferber edilmiş durumda.

İŞBİRLİĞİNE HAZIR BİR DÜNYANIN OLMASI BÜYÜK ŞANS.,

Bugün durgunluğa girmek üzereyken Kovid-19 fırtınasına yakalanan ABD ve diğer ülkeler, 1929’da olduklarından daha şanslı. Evet, insanlar daha hareketli, sınırlar daha açık olduğu için Korona gibi salgınlar ve ekonomik krizler, eskisinden daha kolay yayılmakta. Ama şimdi iletişim ile bilgi hızla yayılmakta, durum tespiti, korunma yöntemi, teşhis ve tedavi paylaşımı açısından işbirliği daha kolay. Ayrıca Trump, ne kadar yıpratmaya çalışsa da büyük buhran ve sonrasında olmayan IMF ve Dünya Bankası gibi iki uluslararası kurum var. Kurumsallaşmış G7, G8, G20 gibi işbirliği kuruluşları şimdi önemli fark. Olağanüstü durumlarda işbirliğine hazır bir dünyanın olması da her ülke gibi ABD’nin de şansı.

2021’DE NORMALLEŞME YOLUNA GİREBİLİR.,

Ama belki Amerika’nın en büyük tarihi şansızlığı Trump gibi bir başkan ile bu krizin girdabına kapılmamak için mücadele etmek mecburiyetinde olması. Eğer ABD Trump ve ekibine rağmen kurumlarını ve kurum geleneklerini keyfilikten koruyabilirse, ayrıca yürürlüğe konulan ulusal ve uluslararası önlem paketleri ile 2021’de ekonomi çarklarını yeniden döndürmeye başlarsa normalleşme yolağına girebilir. ABD için bu, ekonominin tedricen açılmaya başlayabileceği Haziran 2020’den önce olmaz. Ancak içine düşülen çukurdan çıkışın eş anlı olması beklenmemeli.
ABD ekonomisi, kendine yeter bir ekonomidir. Buna rağmen ticaret ortaklarının da normalleşmesi, ABD’nin de normalleşme hızını arttıracaktır. Bu söylediğime, Trump’ın ticaret savaşına girdiği Çin’in normalleşmesi de dâhil. Kaldı ki, 2020’yi her halükarda kayıp kapatacak olan Çin, 2021’den itibaren işlerini tekrar rayına oturtur ve dünyanın bu defa önce dev forklifti, sonra yine güçlü bir lokomotifi olursa, ABD de eski gücünü yine kazanır. Küreselleşme birbirine göbekten bağlı bir dünya düzeni yarattı. Bunu virüsün bile değiştirmesi kolay değil. Ama yine de iş ki, virüs ikinci kez dünyayı kalbinden vurmasın.

AB ÜLKELERİ İYİ GÜNLERDE DOST.,

- İkinci şaşkınlığı da Avrupa Birliği’nde yaşadık. Her konuda öncü niteliğiyle dünyaya yol gösteren, ders veren AB’nin salgın karşısında deyim yerindeyse parçalandığını izledik. Her ülke kendi başının çaresine düştü. AB’nin birlik yapısına aykırı bu kötü görüntüsünün nedenleri neydi? Bundan sonra AB’yi nasıl sorunlar bekliyor?
- Avrupa Birliği’nin (AB) ise, iyi günlerde dost, ama zor günlerde yolları ayrılan 27 ülkeli bir topluluk olduğu anlaşıldı. Oysa kötü günleri birlikte aşmak için kurulmuş, daha iyi günler için ortak politikalar, standartlar üretmiş, bunları yönetmek için iyi kötü çalışan kurumlar kurmuşlardı. Devasa bir ortak bütçe oluşturmuş, dünyanın para sahnesine 1999 dan bu yana çıkardıkları para birimleri Euro, tüm rezerv para birimlerine rakip hale gelmişti. Bugüne kadar birçok sistemik kriz atlattılar, sorunları aşmak için zirveler toplayıp, önlerine hedefler koyup ölçüt belirlediler. Yarattıkları para alanında birçok para disiplini yöntemi uyguladılar. Buna rağmen kurallara uymayanları yola getiremeyince 2009 da peş peşe gelen İrlanda, İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan’daki mali çöküntüyü bir süre uzaktan izleseler bile, ele güne ayıp olmasın diye çukurun dibinden çıkarmak için destekler verdiler.


SALGIN GÜNDEMLERİNE GEÇ DÜŞTÜ.,

Onların aralarını açan en önemli konu göçmen ve mülteciler oldu. Zor günlerde oradan buradan çıkan “Euro alanından ayrılırız ha!” çoğu kez sadece tehditten ibaret kaldı. Ama 2016 ve sonrasında Brexit ile yaşanan depremin moral çöküntüsünü atlatmaları pek kolay olmayacak. Çünkü bu AB’nin geleceği açısından umut kırıcı derken, bu defa Covid-19 vurdu. AB alanı da zaten bir durgunluğun eşiğindeydi. AB merkez bankasının artık yatırım ve harcamaları teşvik etmediği faiz indirimleri ve üye ülkelerden tahvil alımları ile durumu rahatlatmaya çalışıyordu. Ortak bir maliye politikaları olmadığı için, vergi indirimleri ile piyasayı canlandırma girişimleri bir koordinasyon gerektirmese bile eminim mali önlemleri eş anlı hale getirmek için üye ülke maliye bakanları konseyi toplantılarında bazı görüş alış verişleri yapıyorlardı. Virüs çarpmasına işte bu atmosferde yakalandılar. Salgın gündemlerine gecikerek düştü.

AB DOĞAL AFETLERDE SORUNLU.,

Kuruldukları andan itibaren “iyi günde, kötü günde ve sağlıkta” birlikte olma yemini etmişlerdi de doğal afet ve hastalık zamanları için birbirlerine verilmiş sözleri yok muydu? Acaba o yüzden mi 1997 Assisi depreminde İtalya’yı, 2001 Şap (Foot and Mouth Disease) salgınında İngiltere’yi kendi başlarına bırakmışlardı? İşte yine salgını güneyden kaptıklarında, İtalya ve İspanya’yı kendi başlarına bıraktılar. Ne yapabilirdi bu konuda Brüksel? Bu sorunun bir cevabı da aslında pek yok. Sağlık standartlarına uyulmadığı konusunda ihtar verecek halleri yoktu ki! Karantina sürelerini uyumlaştırmaya da vakit kalmamıştı. AB Schengen bölgesinin açık sınırlarında dolaşım serbestisini askıya alamazlardı. Kaldı ki, hem Schengen bölgesi, hem de para alanı dışında bulunan Birleşik Krallık (BK) virüsün hedefine Brexit’in banisi olmasa bile ateşli uygulayıcısı olan Boris Johnson ile girdi. Üstelik kendisi de hastalanarak.

TEŞHİSTE GECİKTİ, TECRİDİ İYİ UYGULADI.,

Neden İtalya ve İspanya bir anda Covid-19’a bulandı da, Yunanistan çabucak işin içinden çıktı? Bunun da cevabını şu aşamada vermek zor. Ama AB ve İngiltere’nin ortak sorunu, virüsü hafife almak, yayılmasına göz ucu ile bakmak ve vaka sayılarını tahmin edememek, yanlış saymak ve ölüm sayılarını karıştırmak olarak düşünülebilir. Teşhiste geciken AB bölgesi, tecridi ABD’ye göre daha iyi uyguladı. Ama hala gök güzünde görülen ilk güneş ışıltısı ile parklara, çayırlara yayılan maskesiz insanlar, birbirlerine uzak dursalar bile virüse meydan okuyor havasındalar. Yine de geçen yılın 4. Çeyreğine nazaran yüzde 1 büyümüş Euro alanı, bu yılın il çeyreğinde sadece yüzde 0.4 GSYİH artışı kaydetti. 2020 yılını ise yüzde -5.9 küçülme ile atlatırsa ne ala. Ama halen yüzde 7.3 olarak kaydedilen işsizlik, tek hanede kalmayacak, desteklere rağmen iflas ve iş yeri kapanmaları işsizliği çift haneli rakamlara taşıyacaktır. Şu anda yüzde 0.7 oranında olan fiyat artışlarının ise 2020 sonunda yüzde 0.3 indirmesi paçayı ekonomik durgunluğa iyice kaptırdıklarının kanıtı olacaktır.

DÜNYA EKONOMİSİ KÜÇÜLECEK.,

- IMF ve Dünya Bankası, 2020 başlarında genel bir yavaşlamanın açıklamalarını yapıyorlardı. Şimdi de beklenmeyen bir salgının öldürücü etkisi her yanı sardı. Küresel çapta bizi neler bekliyor?
- Haklısınız, hem IMF, hem de dünya Bankası, genel eğilimlere, ticaret savaşlarının da etkisini hesaba katarak 2020’nin büyümenin yavaşlayacağı bir yıl olacağını açıklıyorlardı. Ama pandemi bu kehanetin üzerine tüy dikti. Şimdi artık salgınla beraber artan beşeri maliyetin büyüme, istihdam ve gelir üzerindeki olası etkisini telaffuz etmeye başladılar. İlk değerlendirmelere göre tahmin bu yıl yüzde -3 bir daralma olacağı üzerine. Ama eğer yılın ikinci yarısında kapanan ekonomiler yavaş yavaş açılırsa biraz daha iyimser olunabileceğini açıklıyorlar. Ancak umut 2021’de. Salgın gelecek sonbahar ve kış yeni bir dalga ile saldırmazsa, 2021’de yüzde 5-6 arası bir küresel büyümenin kayıp yılı telafi etmeye başlayacağı düşünülüyor. Her iki kurum da kendi üzerlerine düşeni yapmaya gayret ediyor.
Bu bağlamda, IMF 1 trilyon dolar borç verme kapasitesi ile üyelerine acil likidite akıtacağını açıkladı. Sadece 100 milyarlık bir fonu, acilen seferber ettiği gibi, Özel Çekiş (SDR) haklarından da imkân kullandıracağını açıkladı. Dikkat edin Mart ayından bu yana, sanal da olsa kolları sıvadılar. Özellikle salgın ve ekonomik yükü altında en fazla ezilen 25 ülkeye hemen “olağanüstü zaman” (Catastrophe Containment and Relief) kredileri tahsis edip, borç taksit ve faiz ödemelerini erteleme sözü verdiler.

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 

DÜNYA BANKASI’NDAN SAĞLIK PROJELERİNE DESTEK.,

Dünya Bankası ise Nisan ayı başında önce acil tepki olarak 1.9 milyar değerinde bir hızlı (fast-track facility) proje finansmanı tahsisi yaptı. Mali desteği ilkelerinden şaşmayarak proje bazında vermesi, özellikle gelişmekte olan ülkelerde sağlık altyapısını güçlendirecek projelerin hayata geçirilmesini amaçlamış görünüyor. 25 ülkeye yönlendirilen bu ilk fon akışına ilaveten, 40 ülkeye, halen başlamış bulunan projelere 1.7 milyar dolarlık destek sözü verdi. Sadece Dünya Bankası olarak değil, Dünya Bankası grubu olarak, Covid-19’un en fakir ülkelerde yaptığı olumsuz etkiyi telafi amacı ile önümüzdeki 15 ay boyunca 160 milyar dolarlık bir paketi de açıklayıp, dünyanın her yerinden gelen taleplere cevap verecek şekilde pozisyon aldı.

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ GÜÇLENDİRİLMELİ.,

- Global bir virüs salgını karşısında Dünyanın ne kadar savunmasız olduğu ortaya çıktı. Yeniden her an gelebilecek bir salgına karşı dünya çapında ne tür önlemler alınması ve ne gibi yeni kurumların oluşturulması gerekir?
- İster genel, ister bireysel, ulusal, küresel veya kısmi olsun salgın ve salgından korunmak için başvurulan yöntemlerin uygulanmasında kamunun yönlendirici, denetleyici, düzenleyici ve engelleyici rolü önemli. Ülkeler arası işbirliği ve bilgi değiş tokuşu da öyle. Sağlık sektörlerine yönelik tüm kararlar ve halk sağlığı ile ilgili bilgilendirmeler yanı sıra, ilaç, serum teminindeki hız ve kolaylık kadar, hastane ve hastalık olmadan önleyici hekimlik hizmetlerinin kapasitesi dikkate alınması gereken konulardan.
Gelelim kurumsal yapılanmalara, bence WHO yani Dünya Sağlık Örgütü zayıflatılması değil güçlendirilmesi gereken bir koordinasyon kurumudur. ABD, CDC (Center for Disease Control and Prevention), diğer ülkelerdeki benzeri kuruluşların ulusal örgütlenme ağları kadar, WHO ile ilişkileri de önemlidir. Bu bağlamda, Türkiye’de de Hıfzısıhha Enstitüsünün yeniden işlevsel hale getirilmesi ve liyakate uygun yapılandırılması önemlidir.

SALGINLARA KARŞI HAZIR OLMALI.,

Salgın veya benzeri afetlere güçlü bir ekonomik, hukuki, idari ve fiziki altyapı ile girmek her zaman, afetlerin artçı etkisini göğüslemek için çok önemli. Bu bağlamda isterseniz önce bir salgın veya afet öncesinde hangi ülkelerin daha riskli olduğuna bakalım.
Evet, ekonomik açıdan en riskli ülkeler, iç borç, dış borç ve borçluluk oranı ile dış kaynak ihtiyacı yüksek olanlar. Bunlar dış kaynaklı şoklar açısından çok daha kırılgan. Bunun yanı sıra, dışa açılma derecesi yüksek, turizm, otelcilik, restoran ve eğlence gibi hizmet sektörlerinin GSYİH içindeki payı fazla olan ülkeler, yine dış kaynaklı şoklara karşı en çok topun ağzında olanlar. Bir de, mali disiplini zayıf, yolsuzluklarla zayıflatılmış, yabancı para rezervleri düşük, özerk olması gereken kurumları siyasi vesayet altına girerek yıpratılmış ülkelerin de virüsün yıkıcı etkisine karşı gerekli politika önlemlerini liyakatle alabilecek imkânı sınırlı.

ÖNLEM, TEŞVİK VE DESTEKDE DİKKATLİ OLUNMALI.,

Bunun dışında, yavaşlayan ekonomik koşullara ve durgunluk dalgasına karşı alınacak makroekonomik önlemlerin, panik havasına imkân vermeyecek etkinlikte atılması gerek. Teşvik ve desteklerde adres şaşmamalı ve ayrıcalık yaratılmamalı ki haksızlık olmasın. Şeffaflık olsun ki, güvensizlik artmasın. Borç geri ödemeleri aksamasın ki finans sektörleri dara düşmesin. Keyfi fiyat artışları olmasın, stokçuluk ve karaborsa orta çıkmasın. Bir de kamu duyuruları zamanında ve en yetkin ağızlardan yapılsın ki güven boşluğu ve zafiyeti ortaya çıkmasın.

YANGIN ÖNCESİNDE YETERLİ SUYUNUZ VAR MI?.,

- Türkiye’de krize hızlı tıbbi müdahaleye rağmen, yapılan yardım, teşvik ve tedbirlerin GSMH’ye oranının başka ülkelere göre düşük olduğu değerlendirmeleri yapıldı. Sizce kriz dönemi ve sonrası için ekonominin çarklarının dönmesi, küçük işletmeci ve esnafın, çalışanların krizden olumsuz etkilenmemesi için yapılan yardımla yeterli midir? Başka neler yapılabilirdi?
- Salgının Türkiye’ye ne zaman ulaştığını kestirmek mümkün olmadığı gibi, ilk vakanın belirlendiği tarihi de tam olarak kestirmek zor. Bizde salgın resmi olarak 17 Mart’tan itibaren ülke gündemine girmeye başladı. Ancak ekonomik sıkıntılar siz de biliyorsunuz ki çok daha önce başlamıştı. İflaslar, borç erteleme talepleri ve konkordato başvuruları 2017’den itibaren hepimizin endişesiydi. Bu bağlamda sistematik olmayan önlemler, destekler bilinenin dışında olmamakla birlikte, özellikle iki haneli enflasyona rağmen merkez bankası tarafından faiz indirimleri ile piyasa fonlama sürdürüldü. Bunun faydasına karşılık, döviz kuru üzerinde yarattığı baskı yolu ile enflasyona katkısı, hep değerlendirmeye çalıştığımız politika önlemleri oldu. Türkiye’nin salgın öncesi durumunu, bundan önceki sorunuzda “hangi ülkeler, beklenmedik krizler karşısında daha kırılgan?” sorusuna verdiğim cevaplarla değerlendirmek uygun olur. Özellikle, hazinenin gelir-gider durumu, Merkez bankası rezervleri, dış borçların GSYİH içindeki payı ile bütçe açıkları bize bir stres testi için iyi bir ayraçlar manzumesi verir. Tabii elimizdeki verilerin doğru ve kesin olduğu koşullarda, her ülke gibi Türkiye’nin de Mart ortası açıklanan salgın krizine nasıl yakalandığını düşünebiliriz. Şimdi bu konuda ayrıntıya girmeksizin bazı hususları birlikte saptayalım: Bir kere, özellikle beklenmedik/ dışarıdan gelen bir kriz karşısındaki gücünüz, kriz öncesi durumunuza bağlı. 

Bu yangına yetiştireceğiniz suyun depodaki durumu gibi.

MÜLTECİLERE BÜYÜK KAYNAK AYRILDI.,

Unutmayalım ki bir de Türkiye içinde bulunduğu jeopolitik riskler, muhatap olduğu ve büyük ölçüde kendi yağı ile çözüm üretmek zorunda kaldığı mülteci sorunlarına büyük kaynak tahsis etmiştir. Dolayısı ile eğer bu salgın krizi 2010 dan önce üzerimize çökseydi, daha güçlü mali imkânlarla, ihtiyaç sahiplerine yetişebilirdi hükumet.

SLUMPFLASYONU KONUŞACAĞIZ.,

Öte yandan, tüm dünya gibi Türkiye de bu tutulumdan 2021 başında çıkmaya başlarsa, piyasalara akıtılan bol likidite, kaçınılmaz olarak enflasyona zemin hazırlayacak gibi gözüküyor. Bilindiği gibi aşırı bol likidite, sınırlı mal ve hizmetin peşine düşerse enflasyon tetiklenir. Bu durumda gelişmiş ülkelerde tek haneli fiyat artışlarına meyleden koşullar, iş imkânları ile el ele yürürse, uzunca bir nekahat dönemini, güçlü bir iyileşme izleyebilir. Ama bu girdaba zaten çift haneli fiyat artışları, likidite bolluğu ve para ikamesi (dolarizasyon) ile yakalanan Türkiye, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, yanı sıra sürgit eden bir ekonomik daralmayı, yani küçülmeyi yaşamaya eğilimli olacaktır. Bunun ekonomi yazınındaki izdüşümünü ise artık, “slumpflasyon” kavramı olarak göreceğe benzeriz.
Son olarak, Türkiye’nin yabancı sermaye çıkışları, düşük ve daha da düşen tasarruf düzeyi, dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak gelmeyecek yabancı sermaye nedeni ile acilen dış kaynak ihtiyacı bulunmaktadır. Bu konudaki girişimlerin ne sonuç vereceğinin göreceğiz.


Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Kaybettiği Fırsatlar

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Kaybettiği Fırsatlar



Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 
14 Mart 2021


Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi.

   İkili ticaret ve yatırımın önemsenmeyecek kadar az, buna karşılık çoğu hesabı kapanmamış tarihi husumetin siyasete hala hükmettiği bir coğrafyada, sektörel işbirliğine kapı aralayan en önemli fırsatlar,  2003 yılında Mısır-Güney Kıbrıs arasında imzalanan Deniz Yetki Alanı(DYA) veya Münhasır Ekonomik Alan(MEA) Anlaşması ile başladı. 

Bunu 2007 da Lübnan ve Güney Kıbrıs arasında imzalanan MEA izledi. 2003 yılı Türkiye için bir ekonomik krizin hala nekahet dönemiydi. Ama 2007 ekonominin 2005 den itibaren yakaladığı büyümeye sıkıca tutunduğu bir yıl olduğu için bu tarihten itibaren olan gelişmelere kayıtsız kalınması ve Yunanistan’dan sonra en uzun kıyı şeridine sahip olduğu Akdeniz’de olanı biteni uzaktan seyretmekle yetinilmesi affedilir gibi değil.  Ama asıl Türkiye’nin artan ekonomik gücünü ve siyasi itibarın ıideolojik tercihlerin emrine vermesinin, Mısır ve İsrail’le ipleri germesi ve Suriye ile aradaki uçurumları derinleştirmesi nedeni ile kaybettirdiği fırsatlar büyük, maliyet ise yüksek.


Anlaşmaların Adresi Doğu Akdeniz’de Hata ve İhmaller Zinciri

Evet, 2000'li yılların başından itibaren Doğu Akdeniz ittifakları ivme kazandı. İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs, önce kendi kara suları ve iddia ettikleri kıta sahanlıklarında doğal gaz aramalarına hız verdi. Sonra ikili veya çoklu anlaşmalarla birbirlerinin nasırına basmamayı güvence altına aldıktan sonra uluslararası petrol ve gaz şirketlerinin ilgisini bölgeye çekerek, güç ve pahalı sondaj faaliyetlerinin maliyetlerini paylaşma formülleri buldular. Buna karşılık, 2005 yılı Türkiye’nin ideolojik tercihleri ile Mısır’ı ve daha sonra İsrail’i yeni yeni ittifakların kucağına itmeye başladığı dönemin başlangıcı oldu. Oysa aynı yıl Mısır ile 2007 yılında hayata geçecek serbest ticaret anlaşması imzalanmış ve bu anlaşmanın ivmesiyle iki ülke arasında ticaret ve karşılıklı yatırımların gelişmesi öngörülmüştü. Buna rağmen Türkiye,Mısır ile arasındaki köprüleri güçlendirecek yerde, Müslüman Kardeşlere destek verdiği için, daha o tarihte Mübarek yönetimini rahatsız etmeye başladı. Belki de kısmen bu nedenle Mısır o yıl TPAO’nun uluslararası şirketi olan TIPC nın Batı çölündeki petrol arama lisanslarını iptal ederek yeni anlaşmalar yaptı.
Türkiye, 2007 yılında Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunu uluslararası ihaleye açtığı zaman elbette bir şey yapamazdı. 2011 de Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunda gaz bulduğunu ilan edince bölgeye savaş gemileri gönderilmişti. Ama Güney Kıbrıs’ın, kuyudan çıkacak kaynaktan kuzeye de pay vereceğini taahhüt etmesi karşısında, bu ülkeyi resmen tanımamış olduğu için kuzeyin hakkını yazılı bir anlaşmayla güvence altına alamadı. Buna karşılık aynı yıl KKTC ile bir MEA anlaşması imzaladı, ancak bu da bölgede Türkiye’nin sadece sert güç gösterisine devam etmesi için bir başka bahane oldu. Tabii 2010 da, Mavi Marmara filotilla krizinin yarattığı gergin atmosferde Güney Kıbrıs ve İsrail arasında imzalanan MEA'ı da umursamazlık içinde izledi. O tarihlerden bu yana kendi başına üstlendiği sismik araştırma ve sondaj gibi yüksek gerçek maliyet bir yana, Akdeniz işbirliği fırsatlarını kaçırmanın fırsat maliyetini, şimdi Mısır’ın kapısına yeni bir sayfa açmak için gittiğinde daha iyi anlıyor mu pek emin değilim.Sert güç ile yüreklere korku salma, 2011 den sonra Türkiye’nin bölge itibarına gölge düşürmeye başladı da bu bile umursanmadı.
Evet, İsrail ile Mısır arasında resmen imzalanan bir DYA veya MEA anlaşması yok. Ama bu her iki ülkenin de Müslüman Kardeşler endişesinden, Sina yarım adasındaki yeni terör eylemlerinin hedefi olmak istememekten ve özellikle Ürdün’e bağlanan Arap Gaz boru hattına bir saldırı düzenlenmesini göze almadıklarından dolayı yapılan bir tercih. Aslında hala mükemmel çalışan işbirliği orada.

Neden Kaçan Fırsatlara Uzaktan Bakmakla Yetinildi?

Aynı yıl Arap Baharı aniden bastırdığında Ankara hala Mısır’a Müslüman Kardeşler ’den yana ağırlık koyuyor ve radikal dini akımları destekliyor izlenimi vermeye devam etti. Bu tutum Kahire yönetimi ile arayı açtığında, 2005 yılından beri hem Mısır, hem de Türkiye’de iki ülke arasında bir MEA anlaşması çabası içinde olan bazı kesimlerin umudu da suya düştü. Oysa böyle bir MEA mümkün olsaydı bugün Türkiye Doğu Akdeniz’de oyun bozucu değil, oyun kurucu bir konumda olabilecekti. Aynı tutum Şam ile köprülerin atılmasında da etkili ideolojik boyut oldu. Ama tabii Suriye topraklarından Katar gaz boru hatlarının geçmesine izin vermeyen Esat ile başlayan kutuplaşmanın etkisini de yabana atmamak gerek. Oysa Ankara, 1998 Seyhan anlaşmasıyla Suriye ile ilişkilere çeki düzen vermiş ve o ivme ile 2000 den sonra, önce Esat hükumeti ile sınır boyundaki mayınlar temizlenmiş, sonra AB “Akdeniz yeni komşuluk politikası” çerçevesinde 2007 yılında bu ülke ile bir serbest ticaret anlaşması bile imzalamıştı. İşte 2007 ile 2011 arasında, Esat ile çok yakın ve samimi kişisel ilişkiler kurulduğunda, neden İskenderun Körfezi ötesinde bir MEA imzalanmasına tevessül edilmediği de bir muamma. Kaddafi ile anlaşarak yine o tarihlerde, neden Libya ile bir DYA veya bir MEA imzalamak için girişim bulunulmadığı konusunun da anlaşılır bir tarafı yok.Libya anlaşması 2020 ye mi kalmalıydı? Bu nedenle, şimdi Akdeniz’de tüm kıyıdaş ülkeler birlikte, Türkiye ise yapayalnız. Çok yakın bir tarihte İsrail-Lübnan MEA anlaşması imzalanabilir. Uzlaşmazlık alanında görüşmeler yanı sıra deniz yatağındaki gazın ortak değerlendirilmesine yönelik teknik imkânlar halen denenmekte. ENI, Total ve NOVATEC gibi şirketler orada. Chevron, Katar Oiland Gas Company, Korean Gas Company zaten Güney Kıbrıs’ın yeni kuyularında.

Yunanistan Doğu Akdeniz’e İnerken Türkiye Neredeydi?

2015 yılında Güney Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan arasında Enerji Üçgeni(Energy Triangle) adıyla bir Doğal gaz çıkarımı anlaşması imzalandı ve bu anlaşma ile Tamar, Leviathan ve Afrodit kuyularından çıkarılacak doğal gazın birlikte pazarlanması amaçlandı. Türkiye bu anlaşma ile kaçınılmaz olarak Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de giderek daha fazla söz sahibi haline geldiğini fark etmedi mi? Bunun Ege denizi sorunlarını da Akdeniz’e taşıyabileceği Ankara tarafından tahmin edilemedi mi?

Ama asıl 2019 yılında gayri resmi olarak Kıbrıs, Mısır, Fransa, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin arasında oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu (EMGF veya EGF), çoklu ve güçlü ittifakı, 2020 yılının Eylül ayında resmi kimlik kazanınca, Türkiye yine kılını kıpırdatmadı. Daha sonra kerhen yapılan davete de icabet etme niyeti beyan etmeyince, bu ayın 9 unda yürürlüğe giren anlaşmanın nimetlerinden de kendini mahrum bırakmış oldu.

Sert çıkış, haşin tavır, kaba kuvvet sadece ülke içinde, o da kısa dönemde etkili olabiliyor. Uluslararası ilişkilerde, hele geçmişin hala gölgesinde olan bölgesel ilişkilerde,  kaçan fırsatları yakalamak için Türkiye sert üslup denemesinden bir şey kazanamaz. Oyun bozayım derken daha da kaybedecektir.Ama ortasında debelendiği denizde hangi yılana sarılacağına dikkat etmek zorunda. Mısır’a sarılmaya çalışmak mı? Hiçbir şey için genç değil. Ama Mısır, bu saatten sonra Doğu Akdeniz’de kurduğu düzeni, Türkiye’nin hatırı için bozmaktan kaçınacaktır.Tabii bir hatırı kaldıysa.

***