25 Mart 2019 Pazartesi

Kürtler, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN. BÖLÜM 1

Kürtler, PKK ve  ABDULLAH  ÖCALAN,  BÖLÜM 1 



Ahmet Cem ERSEVER
1993 ANKARA

KİYAP
Yayın - Dağıtım
Sağlık Sk. No: 10/7 Yenişehir 06410 ANKARA Tel: 433 50 47 - 431 80 35
Birinci Baskı: Ocak 1992, Ankara İkinci Baskı: Mart 1992, Ankara Üçüncü Baskı: Eylül 1992, Ankara
Dördüncü Baskı: Aralık 1992, Ankara Baskı: Kale Ofset 341 66 16 - 342 26 20
ISBN: 975-566-000-3
DAĞITIM:
Yeni Çığır A.Ş. Mithatpasa Cad. No: 44/18
Kızılay/ANKARA Tel:435 61 88 4351703

İÇİNDEKİLER

Giriş ............................................................ .......................6
BİRİNCİ BÖLÜM
Kürdistan ve Kürtçülük ......................................................... 24
19. Yüzyılın Başındaki Kürtçülük Faaliyetleri............................. 25
Kürtlerin Kökeni .................................................................. 27
20. Yüzyılın Başındaki Kürtçülük Faaliyetleri ............................ 31
Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları ........................................ 32
1960'lı Yıllarda Türkiye'de Genel Durum ve Kürtçülük ............... 39
1970'li Yıllarda Türkiye'de Genel Durum ve Kürtçülük ............... 41
Kürdistan Devrimcileri İsimli Grubun Şekillenmesi .....................44
A. ÖCALAN'ın Profesyonel Örgüt Oluşturma Çabaları ................. 48
PKK Stratejisi ve Mücadele Araçları ......................................... 163
Geri Cephe ve Dış Desteğin Bugünkü Durumu ........................... 168
PKK'ya Kitle Desteğinin Durumu (1991-1992) ........................... 171
PKK'nın Propaganda İmkanları (1991-1992).............................. 174
PKK'nın Kadro Yapısı ve Kaynakları.......................................... 178
PKK'da Yönetim .................................................................... 181

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Abdullah Öcalan'dan İnciler .................................................... 182
Son Söz ............................................................................... 189

Bu kitap; Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği için Türk ile Kürt kardeşliği uğrunda her türlü ihanete karşı dövüşerek şehit düşen tüm asker, polis ve hainlerce katledilen masum sivillere ithaf edilmiştir.

Giriş

1984 Yılı 15 AĞUSTOS'unda ERUH ve ŞEMDİNLİ baskınlarıyla organize gücünü sergileyerekvarlığını ortaya koyan PKK (Kürdistan İşçi Partisi) günümüzde de iktidar aracı olarak kullandığı"DEVRİMCİ ŞİDDET" ilkesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devletine var gücüyle saldırmaya devam ediyor.

Türk ile Kürt düşmanlığının örgütlü görüntüsü olan PKK (Partiya Karkaren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi),ne istediğini ve neler yapacağını daha 1981 ŞUBAT ayında yapılan ve 10 Alman Markına yurt dışında her yerde satılan "POLİTİK RAPOR" isimli kitabında Türkiye Cumhuriyeti'ne özellikle bu konu
ile ilgili teşkilatlarına mesajlar göndermiştir.15-26 TEMMUZ 1981 tarihleri arasında yapılan ve "Sağır Sultan'ın da dinlediği PKK 1.Konferansında: "Özellikle coğrafi koşulların,siyasi temelin,askeri araç ve gereçlerin,örgütlenmenin uygun
olduğu alanlarda Gerilla Mücadelesi gündeme gelecek ve bu mücadele Kürdistan 'da önemli roller oynayacak...", "...Partinin şiddete dayanan ve dayanmayan mücadele yöntemleriyle sağlayacağı siyasi gelişme ve bu siyasi gelişmeyi daha da hızlandıracak Gerilla Savaşı bir halk ayaklanmasına yol açacaktır......", "....Gerilla Savaşı geliştirilmeden Kürdistan koşullarında siyasi sonuçlar alınabileceğini, siyasi amaçlara ulaşılabileceğini sanmak gülünç olur., ."gibi pasajlar sık sık tekrarlanmıştır.

"Sağır Sultan" bütün bunları dinlemiş ve duymuştur ama görülüyor ki, ilgililer bu konuda bilgisiz oldukları için ilgilenmemişler ve yerinde bir tanımla "Kürt Milli Demokratik Devrimi" içinde bulunduğumuz aşamaya gelivermiştir. Nasıl geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Yavaş yavaş ve adım adım gelmiştir. Tedbirler
alınmıştır veya alınmamıştır. Kürt sorunu ve PKK adı hala beraber anılıyorsa, asker-sivil, günahlı-gü-nahsız hala insanlar öldürülüyorsa tedbirler üzerinde biraz düşünmenin zamanı geldi de geçiyor demektir. Güneydoğu'da bir telefon ile esnaf

dükkânlarını kapatıyor veya açıyorsa, bir sloganın etrafında onbinlerce insan toplanıp yürüyüş yapabiliyor ve "KAHROLSUN TÜRKİYE", "YAŞASIN BAŞKAN APO" diye, bağırabiliyorsa, ilçeler içerisinde saatler ve hatta günler süren silahlı çatışmalar çıkabiliyorsa ve bütün bunlara "İNSAN HAKLARI" adına ses çıkarılamıyor sa değişmesi gereken bir şeyler var demektir.

Ruh hastası olduğu tüm davranışlarından açıkça belli olan Abdullah ÖCALAN'a rağmen bir türlü bitirilemeyen şu olayın adını koyalım. Evet, APO'YA RAĞMEN! diyorum.
PKK'nın Türk ve Kürt insanının üzerine bir kâbus gibi, drakula gibi çökerek kanımızı nasıl emdiğini anlatma çabasındayız.

İnsanlarımızın Türklüğüne, Kürtlüğüne karışmadan onları APO'nun gerçek yüzü ile tanıştırmak istiyoruz.

"ORTA DOĞU'NUN KONT DRAKULASI APO" tanındığında PKK denen örgütün ne olup olmadığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Güneydoğu Anadolu'da ne vardır, neler yoktur? 
Bazıları hemen cevabı yapıştıracaklar dır.! Baskı vardır,
sömürü vardır, insan hakları ihlali vardır vb.
Doğrudur; Güneydoğu'da insanlara PKK militanları tarafından baskı yapılmaktadır! İnsanların elindeki ve avucundaki üç-beş kuruşları "Partiye yardım " veya "Cezalandırma" adı altında bu çapulcular tarafından silah zoru ile alınmakta, vermeyenler öldürülmekte, emekleri sömürülmektedir.
İnsan hakları ihlâli olduğu da doğrudur. Bu kapsamda: yaşama hakkı elinden alınmıştır. 1984 yılından günümüze kadar PKK bölgede 2000'e yakın insan öldürmüştür. Aynı tarihlerde 1800 kadar kişi yaralanmıştır.
İnsanların her türlü özgürlüğü PKK tarafından vesayet altına alınmıştır. PKK, insanların mülkiyet hakkına tecavüz etmekte, köyleri yakmakta, hayvanları boğazlamaktadır. O halde gerçekten insan hakları ihlali vardır.
Bu insan haklarına, PKK yatakçıları ve işbirlikçileri gözaltına alındığında bir takım kişiler sahip çıkmakta; PKK denilen melanet örgütü, arkadaşları ile ava giden polis memurunu yakalayıp sorgu sırasında teker teker kollarını ve ayaklarını kestiği zaman sahip çıkmamaktadırlar. İzinden dönen erler elleri arkadan bağlanarak, kafa derileri yüzülmek suretiyle öldürülmekte, Subaylar şehirler arası yollarda otobüslerden kadın ve çocuklarının yanından alınarak kurşuna dizilmekte gene insan haklarından bahseden olmamaktadır. Güneydoğu, batıda üretileni tüketmekten başka bir şey yapamaz hale getirilmiştir. Kara yollarının kenarları arıcılık, hayvancılık adı altında devletten alınan milyarlarca liranın heba edildiği içi boş biriket bina döküntüleriyle doludur. Örnekleri fazla uzatmayalım, Türkiye Cumhuriyeti'nin batısındaki yasalar Güneydoğu'ya uğramamıştır. Yanlışlıkla yolu düşenler ise metruk hale getirilmiştir. 

Bu düzensizlik giderek ayrı bir kültür ortamı yaratmıştır. Bu bölgede Türkiye Cumhuriyeti'nin örgütlenme sorunu vardır. Mevcut ekonomik, kültürel, hukuksal, sosyal, eğitsel ve idari kurumlarıyla ayrılıkçı Kürtçülük olayına çözüm getirmeye çalışmak, hüsrana uğramak; kısaca ve açıkça bölgede çok yakın zamanda Türkiye Cumhuriyeti varlığının son bulması demektir.

Hiç kimse teröre karşı olduğunu söylemekle bu olayları önleyemeyecektir. Bölgede PKK örgütüne ihanetin cezası ölüm, devlete ihanetin cezası DİYARBAKIR l nolu Tutukevinde "AKADEMİK PKK KARİYERİ" yapmaktır. Böyle bir ortamda TC varlığının giderek son bulacağını söylemek için falcı olmaya hiç gerek yoktur. İşin gerçeği bu olayın kökleri içerde, dalları dışardadır. Üstelik bu olay Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemi isyanlarına da hiç benzememektedir. Mevcut çapraşık durumda, halkın da devlete verecek desteği kalmamıştır. Halk, Devletin tüm örgütlerince desteklenir ve korunursa, mukabil destek ve yandaşlık söz konusu olabilir. Yukarda vermiş olduğumuz çarpıcı fakat çirkin örneklerde rol alan
Güneydoğu insanı bu rolü bilerek ve isteyerek üstlenmiş değildir. Bazı Amatör yöneticiler, hantal ve çıkarcı kadrolarla bölge insanına bu rolü vermişlerdir.. Bölgedeki mevcut suni ve çarpık şehirleşme sonucunda, oluşan yoğun işsiz-güçsüzler ordusu PKK'nın "SINIFSAL KİN" ve "ULUSAL KİN" temalarına açık olarak çiğ gibi büyümektedir. Suni şehirleşme sürecinde kırsaldan şehirlere göçlerle birlikle muazzam bir başkaldırma potansiyeli mevcuttur.

Örgütlenme sorunu, TC görevlerinin en önde gelen ve diğer sorunlarla görevlerin başarılmasında temel teşkil eden sorundur.
Böyle bir örgütsüzlük söz konusu olduğunda "DEVLETİN YANINDA VATANDAŞ" deyimi ne anlama gelir? Anlamı şudur: Bölge insanının Devletin her kademesiyle ilişkisi ve yakınlığı, menfaati ölçüsündedir. Bölgede Aşiret çekişmelerinin, kan davalarının, arazi anlaşmazlıklarının ve mahalli particiliğin yarattığı gruplar veya ayrılıklar vatandaşı devlet mekanizmasına değişik açıdan yaklaşmaya mecbur
bırakmıştır. Şu anda Devletin- yanındayım diye geçinenlerin büyük bir kısmı ekonomik, sosyal ve siyasal ayrıcalıklara sahip kimselerdir. Sıradan yoksul vatandaşlar arasında "DEVLET YANLISI" bulmak yüzyılın hadisesi haline gelmiştir. Çünkü Devlet Güneydoğuda kendi sosyal kurum ve kuruluşlarını
örgütlediği dönemde sırtını bölgenin ileri gelenine, şeyhler ve toprak ağalarına bilinçsiz görevlileriyle dayamış, yoksul köylü vatandaşlarla gerekli irtibatı kuramamış, sosyal temelde üst kurum olan aşiret reisleriyle varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Kısaca, bilinçli seçimin dışındakileri kapsayan "DEVLET
YANLILARI" devletle girişeceği ilişkiler neticesinde ekonomik, sosyal, siyasal olarak çeşitli ayrıcalıklara sahip olduğunu veya olacağını düşünen, devletin imkânlarını kendi çıkarları için kullanmayı ilke edinmiş kişilerdir. Korunan ve kollanan "DEVLET YANLISI" kesim bu olduğuna göre halktan da bu şartlar
altında destek beklenmemelidir.

Sağlam bir yapının oluşturulması için Devletin sıradan vatandaşlarla ilişkisini geliştirmesi ve bu temelde örgütlenmesi gerekir.
Bölge halkı Kurttur veya değildir. Kökeni üzerinde durmaya da hiç gerek yoktur. Cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri bölgeden esirgenen çağdaş insanlık kültürünün sevgi ve saygı temelinde dayatılmasının zamanı henüz geçmemiştir. Belirttiğimiz gibi köylerden şehirlere göç bütün dengeleri bozmuş durumdadır. Topraksızlık had safhada iken GAP'ında yöreye faydası düşündürücüdür. Geniş kapsamlı bir toprak reformuna ihtiyaç vardır. Mevcut toprak ağalarının birkaç kat daha zenginleşmesi köylüyü değil, batıdaki bar, pavyon, kumarhane ve
randevu evlerinin kalkınmasına yarayacaktır. Bugüne kadar böyle olmuştur, mevcut yoz anlayış devam ettikçe de böyle olmaya devam edecektir.

Hazine arazileri, kadın kavgası, kan davası, canı sıkılanın keçisini alıp köyden gitmesi sonucu ikişer-üçer evlik yerleşim merkezi haline gelmiştir. Toprak işgalinin, vurgunculuğun hesabını soran yoktur. Hazine ile vatandaş arasındaki toprak anlaşmazlığı dava dosyalarının bulunduğu mahkeme arşivleri arkeoloji müzesi gibidir. Milyarlarca Türk lirası kentlerin kaçakçı pasajlarında parfüm, makyaj malzemesi, bebek, radyo, müzik seti, çakmak, çengelli iğne, hacı yağı gibi ıvır-zıvır şeylerle bloke edilmiş durumdadır. Kaçakçılık sırtçılıktan çıkmış bilimsel boyutlarda icra edilmektedir.

Sosyal bir gelişme olarak aşiretler konusuna açıklık getirilmemiştir. Aşiret reisleri Geçici Köy Koruyucuları kaynağı ile para akışının devamlılığını sağlamakta ve reislik kisvelerinin devamı için mevcut kargaşa ortamını bilerek sürdürmekte dirler. Bu Ortaçağ kalıntılarının, anlaşılması çok zor yapılanmaları mevcuttur. Aşiret insanının ilişkilerini, çelişkilerini ve aralarındaki çıkar çatışmalarını bilmeden kararlara varmak bu konuda oldukça bilgili ve tecrübeli "VAMPİR APO"ya yardımcı olmaktır. TC. kurulduğu yıllardan itibaren geçmiş ayaklanmaları da göz önünde bulundurarak bölgedeki bu tür reis ve feodallerin egemenliklerini zaman zaman bilinçsizce ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Örgütsüzlük, kadrosuzluk ve amatörlük nedenleriyle bir sonuç alamamıştır. İsyan yıllarında Feodaller kendi egemenlik çıkarları için aşiretler üzerindeki yönetim tecrübelerine dayalı olarak ayaklanmalar başlatmışlar, sonuçta feodal toplum
yapısı ve ağa baskısı dışa kapalı olarak bütün şiddeti ile aşiretler içersinde devam etmiştir. PKK'ya katılımların temelinde yoksulluk, işsizlik, topraksızlık, Che GUEVARA, GIAP özentileri ve cahil cesareti nasıl önemli motiflerse; aşiretler içindeki baskılar, ahlaksızlıklar, vergilendirme, talancılık ve vurguncu
düzen de önemli faktörlerdir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

PKK' nın Kuruluşu,

 PKK' nın Kuruluşu,




PKK'nın Kuruluşu 
Cem Ersever


PKK'nın Ankara çıkışlı ilk öncüleriyle, bu öncülerin Doğu ve Güneydoğudaki 
çalışanlarının gözdeleri olan bazı elemanların katıldığı bir toplantı Diyarbakır 
ili Lice ilçesi Fis köyünde 27 KASIM 1978 tarihinde yapılır. Bu toplanma bilinen 
anlamda bir toplantı değildir. Yani partinin kuruluşu için hazır bulunanların 
çeşitli konulardaki görüşlerini dile getirdikleri bir kuruluş kongresi değildir. 
Tamamen Abdullah ÖCALAN'ın kafasında tasarlanan bir eğitim çalışması 
niteliğindedir. Zaten Abdullah ÖCALAN bu anlayışını hala sürdürmektedir. 

Bu güne kadar yapılan PKK'nın tüm kongre, konferans ve toplantılarının özü ve biçimi bu ilk toplantının hep kopyası olagelmiştir. Fis Köyündeki toplantı PKK tarafından örgütün 1. Kongresi olarak kabul edilmektedir. Bu kongrede 7 kişilik bir yürütme komitesi seçilir. Merkez Komite üyeleri ise resmen belirlenmez fakat, toplantıya katılan herkese "Siz merkez komitesi üyesi olabilirsiniz" denir. Bu da Apo'nun özendirme ve çalıştırma taktiklerinden birisidir. Bu toplantıda Apo kendisini kurulan partinin genel sekreteri olarak ilan eder.

Alınan ilk karar toplantının gizli tutulmasıdır. Partinin kurulduğu kesinlikle 
gizli tutulacaktır ve partinin bölge komiteleri ilk etapta inşa edilmeye 
başlanacaktır. Bu amaçla toplantıya katılanlar partinin bölge komitelerini 
kurmak üzere bölgelere dağılırlar. Bölge komitelerinin kuruluşunda bütün ileri 
düzeydeki kadrolara görevler verilir ve herkesten derhal işiyle, okuluyla ve en 
önemlisi aileleriyle bağlarını koparmaları istenir.

Bu anlayış giderek yaygınlaştırılır, ilişkide bulunan herkesten işini gücünü 
bırakıp örgüt faaliyetlerine katılması istenir. Aslında ilişki koparma temelinde 
bir tuzak dayatılmaktadır. Militanlardan istenen örgüt faaliyeti, propagandadan 
ziyade askeri eylem biçimleridir. Bir yandan kurulan partinin alt örgütlemeleri 
oluşturulurken, esas olarak da yoğun bir eylem programı hazırlanmaktadır.

Eylem Programlarında belirlenen hedefler şunlardır;

- Devlet güvenlik kuvvetleri ve bunların istihbarat kaynakları,

- Türk Milliyetçisi örgütler ve bunların önde gelen liderleri,

- Doğu ve Güneydoğudaki nüfuzlu ve popüler kişiler,

- Güneydoğulu milletvekilleri,

- Belediye başkanları,

- Aşiretlerin ileri gelenleri,

Sosyal şoven olarak isimlendirilen tüm sol örgütler ve özellikle;

- Halkın Kurtuluşu örgütü,

- Devrimci Halkın Birliği,

- Türkiye İşçi köylü Partisi,

- Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri,

- Özgürlük Yolu,

- Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları

Böylece Abdullah ÖCALAN, bir bütün olarak Türkiye'deki sağcısından solcusuna; 
Kürtçüsünden tarafsızına kadar herkese karşı savaş ilan etmiştir. Sonuçta yalnız 
ideolojik olarak değil aynı zamanda siyaset alanında da ve esas olarak da eylem 
alanında "Bizden olmayan düşmandır" mantığını adamlarına hakim kılmaya 
çalışmıştır. Diğer yandan aile, akrabalık ve dostluk ilişkilerini de çizmiş 
olduğu mücadele metodu önünde "Ciddi ve tepelenmesi gereken" bir engel olarak görüyordu. Daha da önemlisi insanın doğuşundan var olan; biyolojik ve 
sosyo-psikolojik bir gerçek olan ayrı kişilikleri de kabul etmiyordu. Tek tip 
bir model dayatılmıştı. Bu modele uymayanlar çeşitli bahanelerle aşağılanıyor, 
bunaltılıyordu. Bir çok militan farklı olan kişiliklerini sanki öyle olmaması 
gerekiyormuş gibi kamufle etmek ya da gözden kaçırmak için her şeyi göze 
alıyorlardı. Kimisi de kendini suçlayıcı bir mektup bırakarak kayıplara 
karışıyor yani; kaçıyorlardı.

27 KASIM 1978 tarihinde kurulan PKK, varlığını 1979 yılı TEMMUZ ayında 
Milletvekili Mehmet Celal BUCAK'a saldırarak ilan etti.

M. Celal BUCAK saldırıdan yaralı olarak kurtuldu. Böylece PKK eylemleri Kırsal 
Kesim Eylemleri ve Şehir Eylemleri olmak üzere iki temel kola ayrılmış oldu.

Kırsal kesimlerdeki eylemlerin temel esprisi; birbirine düşman olan iki aşiret, 
kabile ve aileden birine yanaşarak ve onların desteğiyle diğerine saldırmaktı. 
HİLVAN'da bir aşirete dayanılarak SÜLEYMAN-LAR'a; SİVEREK'te gene bir aşirete dayanılarak BUCAK'lara saldırıl-mıştır. Bu aşiret olaylarında yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir. Çatışmalar kısa sürede öyle bir hal almıştır ki, taraflar birbirinin kedisini köpeğini öldürür duruma gelmişlerdir. Öte yandan MARDIN'de bir kabilenin maddi olanaklarına dayanılarak KAHRAMAN'lara saldırılar yapılmıştır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu hadiselerin perde arkası kamuoyuna yansıtılmamıştır. Eğer bir gün ilgili kesimler bu hadiseleri gün 
yüzüne çıkarırlarsa ibret verici olaylar göreceğimiz kuşkusuzdur.

Abdullah ÖCALAN böyle bir taktiğe; bu kesimlerden kadro, savaşçı ve her türden eleman temin edebilmek için başvurmuştur. Bu arada her şeye rağmen oyuna gelmeyen kabile ve aileleri çatışma içine çekmek için bir takım provakatif 
eylemlere girişiliyordu, önceden yapılan plan gereği geceleri herhangi bir 
kabilenin evi taranıyor, birkaç gün sonra da gidip, "Size saldıran olmuş, sizi 
biz koruyacağız" denilerek oralara yerleşiliyordu. Yine bilindiği gibi 1979-1980 
yıllarında PKK militanları ile BATMAN ili civarındaki RAMAN aşireti arasında 
çatışmalar oluyordu.

PKK'lılar; civar köyleri daha aktif hale getirmek ve kullanabilmek için SUÇEKEN 
köyünde bir aileye bombalı paket göndererek bu ailenin katledilmesine sebep 
oluyor, ardından da SUÇEKEN köyünü RAMAN aşiretine karşı üs olarak 
kullanıyorlardı.

Şehirlerde ise tamamen"...." üslenilerek sendika, dernek vb. gibi açık hedef 
olabilecek yerlerde faaliyette bulunan diğer sağ-sol örgüt ve kuruluşlara karşı 
eylemler geliştiriliyordu.

NİZİP ilçesi ve benzeri yerlerde küçük imalathane sahiplerine mafya 
yöntemleriyle "ya malın ya canın" tazında bir üslup ile yaklaşılıyor işçi 
ücretleri üç-dört kat yükselttiriliyor, ardından da işçilere, "Aylıklarınızı biz 
yükselttik, fazla paraları bize aidat olarak ödeyeceksiniz" deniyordu. İşçilerin 
büyük bir kısmı bu yöntemle zoraki sempatizan durumuna getirilmişti. Otoritenin yokluğundan dolayı köyler, kabileler, aşiretler adeta koyun sürüsü gibi güdülüyor, silah zoruyla istedikleri her §ey yaptırılıyor, NİZİP'teki işçilere 
de aynı baskılar uygulanıyordu. Profesyonel, hayatta bir baltaya sap olamamış 
üç-beş serseri adeta NİZİP işçilerini, paralarını, evlerini ipotek altına almışlardı. Bu dönemdeki APOCU faaliyetin bu yönüyle de incelenmeye değer yönleri vardır. Araştırıldığında ibret verici belgeler ortaya çıkacaktır. 

Kendileri az ve bilinmeyen adamlar oldukları için hedef olmadıklarından 
istedikleri gibi gezip dolaşıyor ve istedikleri zamanda cinayet işleyebiliyorlardı. Bu halleriyle de savunmasız insanlarca beladan korunmak için sözü dinlenir kişiler oluyorlardı. Bir çok gerekçe ile sol örgütlere saldırıyor, solculukta kararlı olanların APOCU olmaları sağlanıyordu.

Kuruluş yıllarındaki PKK anlatılırken o zamanlar AYDINLIK Gazetesi ve çevresi 
ile olan çatışmalar hemen akla gelmektedir.

AYDINLIK Gazetesinin manşetlerinden PKK hiç inmiyordu. "PKK MİT'in organize 
ettiği bir örgüttür...", "Cani çeteler, PKKIı cellatlar...", "Kürt halkını 
birbirine düşürüyorlar..." gibi bir yığın başlık ve yorumlar yayınlanıyordu. PKK 
da Aydınlıkçılar; "İngiliz ajanı", "MİT ajanı", "Kemalizmin çanak yalayıcısı" 
şeklinde hitap ediyordu. PKK bu kişilere yalnız sözle değil eylemle de 
saldırıyor; yöne-ticilerini öldürüyor, AYDINLIK Gazetesinin Doğu ve 
Güneydoğu'daki dağıtımını engelliyor, bulduklarını yakıyorlardı.

Bugün Kürtçülük konusunda anlaşmazlıkları olmayan Abdullah ÖCALAN ve PDA'cılar neden o günlerde birbirlerinin can düşmanıydı?

Kim kime teslim olmuş veya uyum sağlamıştır bu bilinmez! Bu çelişkinin mutlaka bir cevabı olmalıdır. APO olsun onlar olsun, geçmişten günümüze politikalarında bir sapma olmadığını yayınlarında ve konuşmalarında iftiharla yineliyorlar. 

Ancak geçmişten günümüze bu değişiklikliğin nedeni merak konusudur.

PKK örgütü kurulup örgütlenmesine rağmen o yıllarda bir-iki istisna dışında hiç 
bir yayın faaliyetinde bulunmadan, hiçbir dergi çıkarmadan ve geniş anlamıyla 
hiçbir kitleye propaganda çalışması yapmadan eylemleriyle kamuoyunun gündemine gelip oturmuştur. Türkiye'de bu tür işler kolaydı ve bir serseri iki el ateş ederse kahraman oluyordu. Örnek olarak; PKK'nın birkaç militanı köyündeki evinde yemek başında oturan M. Celal BUCAK'a saldırdıktan sonra olay kamuoyunda geniş yankılar uyandırdı, oldukça büyük bir kesim bu saldırıyı ister istemez oturup tartıştı. M. Celal BUCAK milletvekiliydi ve hem de etkili bir aşiretin lideriydi. Dolayısıyla sade vatandaşlar, özellikle yöre halkı böylesi kudretli bir adama saldırabilir cesareti gösteren insanların olağanüstü kişiler 
olabileceklerini düşünmeye başladılar. Türkiye'de ve özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki insanlarımızın düşünce yapısı üzülerek belirtelim ki böyledir. 

Onların toplumsal yaşamlarında M. Celal BUCAK gibileri erişilmesi mümkün olmayan insanlardır. PKK militanları da BUCAK eyleminin nedenini başta sempatizanlara olmak üzere yetişebildikleri tüm insanlara abartılı bir şekilde anlatmaya başladılar. Denildi ki; "...M. Celal BUCAK, TC. Sömürgecilerinin Kürdistan'daki en büyük dayanaklarından birisidir. TC. kürdistanda Celal BUCAK gibileri sayesinde ayakta duruyor, o bir baskı unsurudur. Halkımızın talebi, arzusu üzerine PKK ona saldırmış ve cezalandırmak istemiştir. Bundan sonra da Kürdistan da bu tür insanları kesinlikle yaşatmayacağız.." Eylem, PKK örgütünün olduğu her yerde günlerce, aylarca konuşuldu, propagandanın temel malzemesini teşkil etti. 
Böylesi eylemler sayesinde PKK çeşitli çevrelere gözdağı vererek, halka örgütün 
çok güçlü olduğu imajını veriyordu. O tarihlerdeki nüfusuyla 100-150 bin kişilik 
BATMAN'da en fazla 30 kadar kadrosu, 100 civarında sempatizanı, bu kadrolar ile sempatizanların aile ve akrabaları vardı. Aile ve akrabaların örgüt mensubu 
çocuklarına sahip çıkmaları, koruma ve kollamaları, onları barındırmaları günün 
koşullarına göre anormal bir durum değildi.

Durum böyle olduğu halde PKK yöneticileri her yerde, "Batman bizim elimizde, 
şehir bizden sorulur" diyorlardı. 30 kişilik profesyonel eylemci kadro,  sempatizanlar ve ailelerinin de desteğiyle sürekli terör estirerek, sıradan 
vatandaşı sindirerek baskı altına alıyor, vatandaşlar; "Apocular BATMAN'ı işgal 
etmiştir, onlara karşı gelen canından olur" düşüncesine sahip olmuşlardı. 
Bölgede Apocuların etkin olduğu diğer şehirlerde de durum BATMAN'dan farklı 
değildi. Sadece kırsal kesimde durum biraz daha değişikti. Herhangi bir yöredeki silahlı PKK grubu dayandığı aşiret, kabile veya ailenin çocuklarını da yanma alarak, diğer aşiret, kabile veya aileye saldırıyor, saldın sonrası kendilerini barındıranların yanına gelerek yaptıkları eylemleri abartılı bir şekilde 
anlatıyor böylece o aşiret yada kabilenin tüm insanlarını etkilemeye 
çalışıyorlardı.

Bu silahlı gruplar giderek yöre insanları üzerinde, ister istemez korku 
temelinde oluşan bir otorite haline gelmişlerdi. Özetlersek; ne kadar eylem, o 
kadar propaganda ve ajitasyon ve ne kadar eylem o kadar otorite...

Bu dönemde PKK' nın üzerinde durmadığı yayın faaliyetinin istisnalarını ölen 
örgüt militanlarının afişleri, "Kürdistan Devriminin Yolu" isimli bir kitap ve 
4-5 tane de özel broşür teşkil ediyordu. "BÜLTEN" isimli PKK faaliyetlerini 
içeren dergi de ara sıra yayınlanıyordu. Bildiriler hariç diğer yayınlar 
kadrolara yönelikti, bu kitap ve broşürlerin başkasının eline geçmesi 
istenmiyordu. Gerekçe olarak da "Diğer örgütler bizim fikirlerimizi çalmasınlar" 
deniyordu. Ama gerçek neden bu olamazdı. Bu gizlemenin altında yatan gerçeği 
yalnız Abdullah ÖCALAN biliyordu.

www.aymavisi.org


****

18 Mart 2019 Pazartesi

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları-Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma, BÖLÜM 7

Türkiye Basınında Başkanlık Sistemi Tartışmaları-Köşe Yazarları Özelinde Bir Araştırma, BÖLÜM 7



Tablo 31. Arslan Tekin’in köşe yazıları 

Arslan Tekin’in yazılarında görünen genel tablo, saraydaki zat diyerek Erdoğan’ın şahsını hedef alan açıklamaları, Başbakan Davutoğlu için sarf ettiği ve Kürtçe ‘de ‘başkan’ anlamına gelen ‘Serok’ nitelendirmesi sistemik tartışmadan çok kişiler üzerinden bir tartışmayı yeğlediğidir. 7 Haziran seçimlerinde Ak Parti ve HDP’nin işbirliği yaptığını HDP’nin aleyhine olacak şekilde parti olarak seçime gidilmesine karar verildiğini iddia eden Arslan, seçimin ve Başkanlık sisteminin tamamen Erdoğan’ın geleceğinin garantilenmesi adına kurgulandığını ve seçimin istenilen şekilde sonuçlanmaması durumunda ise Erdoğan’ın ülkeden kaçacağını iddia etmektedir. Cumhurbaşkanının ettiği yemine sadık kalmadığını ve bir AK Partili gibi davranmasını da eleştiren yazar diğer yandan çözüm olarak MHP’nin 
güçlü şekilde parlamentoda yer almasını arzuladığını bu yönde kamuoyu araştırtma şirketlerinin de olumlu sinyaller verdiğini ifade etmektedir. 


Tablo 32. Özcan Yeniçeri’nin köşe yazıları 

Özcan Yeniçeri, Erdoğan’ın tüm yetkileri elinde bulundurmasını, tarafsızlığını yitirmesini, bir parti başkanı gibi davranmasını eleştirerek, Erdoğan’ın hukuk tanımaz bir düzeye geldiğini belirtmektedir. Yazar bu gibi tavırların ancak demokrasiden uzak otoriter veya monarşik yönetimlerde görülebileceğini ifade ederek Erdoğan’ın bu sıfatları hakkettiğini düşünmektedir. Başkanlık sistemini de eleştiren Yeniçeri, Türkiye’nin 150 yıllık bir parlamenter sistem geleneğine sahip olduğunu dolayısıyla bir kişinin ihtirası yüzünden bu tecrübenin heba edilmemesi gerektiğini düşünmektedir. 7 Haziran seçimlerinin bu bağamda çok önemli olduğunu söyleyen Yeniçeri seçimle ilgili düşüncelerini, “Önümüzdeki süreç, 
milletin iktidarı ile Erdoğan’ın kişisel iktidarı karşı karşıya gelecektir. Tercih ’Ya Erdoğan ya demokrasi; ya Türkiye ya AKP’ şeklinde gerçekleşecektir”. Şeklinde açıklamaktadır. Ümit Özdağ, kaleme aldığı “Seçimler yaklaşırken” (06.02.2015) başlıklı yazıda 7 Haziran’da yapılacak olan seçimlerin Türkiye için büyük bir öneme sahip ve kader seçimi olacağını ifade ederek, Erdoğan ve Davutoğlu’nun bu seçimler neticesinde parlamenter sistemi sona erdirerek otoriter ve bir tek parti başkanlık rejimini tesis etmek için çabaladıklarını iddia etmektedir. MHP’nin yerel seçimlerde olduğu gibi güçlü bir duruş sergilemesi durumunda bu düşüncelerin akamete uğrayabileceği mesajını veren yazara göre bunun da ancak eşit şartlara göre seçime gidilmesi durumunda anlam kazanacağını söylemektedir. Ahmet Gürsoy, “Başkanlık sistemini engelleyecek irade yok” (31.01.2015) isimli yazısında Türkiye’deki muhalefetin pasifliği ve işlevsizliği yüzünden AK Parti’nin düşündüğü tüm hedeflere birer birer ulaştığını dolayısı ile böyle bir muhalefet örüntüsünde Ak Parti’nin 2015 seçimlerini kazanması dolayısı ile Başkanlık sistemine geçilmesinin önünde herhangi bir engel olmadığını iddia ederek eleştiri oklarını muhalefete yöneltmektedir. 

Diğer bir Yeniçağ yazarı olan Ahmet Sevgi’nin yazı başlığı “Başkanlık sistemi” (07.02.2015) şeklindedir. Sevgi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli olarak dillendirdiği Başkanlık sistemini aslında denetimden uzak diğer bir ifade ile yargıdan azade olmak için istediğini savunmaktadır. Yargının denetleyemediği bir sistemin adının olsa olsa diktatörlük olabileceğini söyleyen Sevgi, Osmanlı dâhil olmak üzere tüm sistemlerde yargının esas olduğunu dolayısı ile yargının denetlemediği bir sistemi savunmanın düşünülemeyeceğini söylemektedir. 

Ahmet Ünal, Ak Parti ve Erdoğan tarafından istenen Başkanlık sistemini istihbarat devleti olarak tanımladığı Hitler ve Musollini’nin oluşturduğu yönetimlere benzeterek Türkiye’nin çok büyük bedeller ödeyerek tesis ettiği demokrasi kültürünü ve parlamenter sistemin bu şekilde heba edilmesine karşı duruş sergilemektedir. “Batırmak için batıyorlar” (06.02.2015) isimli yazısında da konuya değinen yazar, Ak Parti iktidarını ve Erdoğan’ı eleştirerek hükümetin yaptığı icraatla battığını, çıkmak için de ‘Başkanlık sistemi’, maskeli ‘tek adam’ 
sistemlerini devreye sokarak kurtulmaya çalıştığını iddia etmektedir.. 
Arslan Bulut, “MHP, ‘ AKP 400’ü aşara’ mı oynuyor?” (12.02.2015) isimli yazısında Devlet Bahçeli’nin demeçlerini masaya yatırmaktadır. Bahçeli’nin PKK, HDP, AKP ittifakıyla 400 milletvekili alarak bu üçlünün arzuladıkları tüm hedeflere ulaşabilecekleri yönündeki sözlerini eleştiren Arslan, 7 Haziran’da AKP 400 milletvekili alacaksa MHP ve diğer partiler seçime neden girmektedir? Diye sormaktadır. Arslan MHP’nin seçimlere iyi hazırlanamadığını ve tek başına iktidarı istemediğini de iddia ederek Bahçeli’nin istemden de olsa söylemleriyle Ak Parti’nin reklamını yaptığını not düşmektedir. 

Mustafa Erkal’ın kaleminden çıkan “ Başkanlık sistemi tuzağı” ( 08.02.2015) isimli yazı tamamıyla Başkanlık sistemi reddiyesi olarak görülmektedir. Erdoğan’ın başlatmış olduğu sistem tartışmalarını eleştiren Erkal, Başkanlık sistemi ve eyaletlere geçişin Türkiye’ye makas değiştirtmekle ilgisi olduğunu savunmaktadır. Yeni anayasa ile yapılmak istenenin “etnik ırkçılık, Türk milleti dışında yapay milletler uydurma ve Osmanlı merakı kullanılarak Türk milletinin 
reddi ile özgürlükçü ve demokratik olunacağı” gibi bir düşüncenin var olduğunu söyleyen yazar, bu vesile Türk milletinin altında dinamit konulmaya çalışıldığını ileri sürmektedir. 


Agos gazetesindeki bulgular ( www.agos.com.tr) 

Türkçe olarak günlük yayın yapan Agos gaztesi, Türkiye’deki Ermenilerin çıkardığı bir gazetedir. Başkanlık sistemine ilişkin 3 yazının yer aldığı bu gazetedeki yazıların biri Baskın Oran’a diğer ikis ise Yetvart Danzikyan’a aittir. Baskın Oran, “ Kurtuluş için bir tek Erdoğan’a güveniyorum” ( 12.02.2015) isimli yazısında Kobani olayları, Ermeni meselesi, Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanı ve TÜSİAD başkanı ile giriştiği polemikler üzerinden bir perspektif 
geliştirerek Cumhurbaşkanı’nın giderek tek adamlığa doğru kaydığını iddia etmektedir. Erdoğan’ın uyguladığı politikalarla adeta Türkiye’nin soluk alma yollarını tıkadığını ve Türkiye’nin nefes alamaz hale geldiğini savunan Oran, ironik bağlamda kendi ifadesiyle “kurtuluş için yani dibe vurmak için, bir tek Erdoğan’a güveniyorum” sözleriyle Erdoğan’ı eleştirdiği görülmektedir.

Yetvart Danzikya da “Pakettir, yasaktır, başkanlıktır derken..” (04.02.2015) “Bir garip seherdeyiz” ( 11.02.2015) adlı iki yazıda Başkanlık sistemini değinmiştir. Erdoğan’ın zaten fiili bir başkan gibi davrandığını iddia eden yazar, mevcut durumda bunu istemesinin tek sebebinin ise hikâyesiz kalan Ak Parti’ye seçimi kazandırmak için bir yöntem olarak tercih edildiğini savunmaktadır. Hakan Fidan’ın adaylığı üzerinden de Erdoğan’ı eleştiren yazar, “ Başkan gibi davranan bir cumhurbaşkanımız olunca bunlar olur” diyerek cumhurbaşkanının tarafsız 
davranmadığına vurgu yapmaktadır.

Sonuç 

Türkiye, 7 Haziran 2015’te yapılacak olan genel seçimlere adeta kilitlenmiş durumundadır. 
Zira bir bakıma Türkiye’nin yönetim sisteminin oylanacağı bu seçimde ya devam ya da tamam kararı alınacaktır. Dolayısı ile iktidarı, muhalefeti diğer yandan iç kamuoyu ve dış kamuoyu bu seçimlerin sonucunu her şeyden çok merak eder hale gelmiştir. Bu seçimi önemli kılan özel durum ise yeni anayasa ve Başkanlık sistemi tartışmalarıdır. Türkiye, Osmanlı’nın son dönemdeki uygulamaları da düşünüldüğünde iki yüz yılı aşan bir parlamenter geleneğe sahiptir. Türkiye’nin bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmasından bu yana 4 farklı anayasa devreye girmiş bu anayasalarda yönetimle ilgili bir kısım değişiklikler yapılmıştır. En son değişiklik 1982 Anayasası ile yaşanmış ve yapılan değişiklik ile Cumhurbaşkanı lehine yetkiler artırılmış ve icrada da ‘çift başlılığa’ gidilmiştir. Yürütmede kaos anlamı taşıyan bu ‘çift başlılığa’ ilk itiraz eden kişi 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmuştur. Zamanın koşulları gereği pek kabul görmeyen Özal’ın bu çıkışını daha sonra 9. Cumhurbaşkanı Demirel’de sürdürmüş fakat siyaset dünyasında ve kamuoyunda beklenen ilgiliyi göremeyince teklif tıpkı Özal’ınki gibi rafa kaldırılmıştır. Bununla Birlikte MHP’nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş ve BBP’nin doğal lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun da Başkanlık sistemini bir ilke olarak tasvip ettikleri de bilinen bir durumdur. Başkanlık sisteminin kamuoyunda çok yoğun olarak tartışılması 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sayesinde olmuştur. Kendisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu 
dönemden itibaren benimsediği bir model olan Başkanlık sistemi, AK Parti’nin kurulduğu ilk yıllarda da kısmi olarak tartışılmıştır. Başkanlık sisteminin yoğun olarak tartışılması ise 10 Ağustos 2014’ yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesine denk gelmektedir. Erdoğan’ın adaylığı sırasına ‘ alışılmış gibi teamüllere uyan bir Cumhurbaşkanı olmayacağım’ mealinde söylemiş olduğu bu sözlerin gelecek için bir ‘işaret fişeği’ taşıdığı rahatlıkla anlaşılabilecek bir durumdur. Netice itibariyle Erdoğan 6-­--7 aylık görevi süresince, Türkiye’nin alışa geldiği cumhurbaşkanı modelinden çok farklı bir çizgide yer almıştır. 

Başkanlık sistemi, yaklaşan 7 Haziran seçimleri ile birlikte 2015 yılı başlarından itibaren kamuoyu medya ve siyaset arenasında daha çok tartışılmaya başlanmıştır. 

Başkanlık sistemi tartışmalarında iki blokun olduğu görülmektedir. 

Bir yanda sistemden yana evet diyen Erdoğan ve Ak Parti’nin oluşturduğu blok yer alırken diğer yandan ise her şartta buna karşı çıkan muhalefet bloku yer almaktadır. 

Erdoğan ve Ak Parti bloku, parlamenter sistemin tıkandığından yola çıkarak 
sistem değişikliğini isterken, muhalefet ise daha çok Erdoğan’ın 
şahsı üzerinden kurguladıkları yaklaşımlarla ve 12 yıl boyunca kesintisiz bir şekilde iktidar olan Erdoğan’ın böylesi bir sistem değişikliği sonrasında kendi deyimleriyle ‘otoriterlik, diktatörlük, padişahlık’ gibi yöntemlerle kişisel iktidarını sürdüreceği endişesiyle karşı çıkmaktadır. Muhalefetin diğer bir karşı çıkış gerekçesi ise Başkanlık sistemiyle Türkiye’nin üniter devlet yapısının dağılacağı ve bunun da bir parçalanmayla sonuçlanacağı endişesidir. 

Şuan için Türkiye’nin en önemli gündem maddesi olan Başkanlık sistemi, toplumun her kesiminde tartışılmaktadır. Bu tartışma alanlarının birini de doğal olarak medya oluşturmaktadır. Biz de bu çalışmamızda medyanın daha özel bir ifade Türkiye basınındaki köşe yazarlarının Başkanlık sistemine yönelik tartışmalarını mercek altına alarak bir sonuca oluşmaya çalıştık. Araştırma kapsamında şuan için mecliste bulunan siyasi partileri destekleyen gazetelerin yanı sıra Türkiye’de önemli bir azınlık olan Ermenileri temsil eden 
Agos gazetesini de dâhil ettik. Bahsi geçen gazeteler sırasıyla Hürriyet, Cumhuriyet, Star, Özgür Gündem ve Yeniçağ gazeteleridir. Çalışmamızda esas alınan gazetelerin 28 Ocak-­--28 Şubat 2015 arasındaki 30 günlük dijital nüshaları incelemeye tabi tutulmuştur. Araştırmada belli başlı bazı bulgulara ulaşılmıştır. Araştırma sonucunda incelenen 6 gazetede 48 yazarın 
toplam 124 köşe yazısı yazdıkları görülmüştür. Bunları sıralayacak olursak: Hürriyet gazetesinde 10 yazarın 35, Cumhuriyet gazetesinde 7 yazarın 34, Star gazetesinde 9 yazarın 20, Yeniçağ gazetesinde 9 yazarın 17, Özgür gündem gazetesinde 11 yazarın 15 ve Agos gazetesinden ise 2 yazarın toplam 3 yazısı yer almıştır. Bu bağlamda bu bir aylık zaman diliminde en fazla yazının Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinde buna karşın en az yazının ise Agos gazetesinde yer aldığı saptanmıştır. Kategorik olarak bakıldığında Hürriyet, Cumhuriyet, Yeniçağ, Özgür gündem ve Agos gazetesi yazarlarının Başkanlık sistemine karşı bir duruş sergiledikleri, Star gazetesi yazarlarının ise Başkanlık sistemini savundukları 
görülmektedir. Elde edilen en ilginç sonuçlardan biri ise köşe yazarlarının sanki söz birliği etmişçesine ya toptan bir reddiye ya da toptan bir kabul sergiledikleri dir. Bu bağlamda Star gazetesi yazarlarının tümü toptancı bir tavırla kabul çizgisinde, bu gazetenin haricindeki diğer tüm gazete yazarlarının da toptancı bir yaklaşımla ret çizgisinde oldukları müşahede edilmiştir. 

Burada bir parantez açarak Hürriyet gazetesinde yazı yazan İsmet Berkan, Oral Çalışlar ve Akif Beki’nin diğer gazete yazarlarından farklı düşündüğünü belirtmekte fayda görüyoruz. Fakat genel olarak bakıldığında bu durumun aslında Türk medyası için iyi bir sonuç taşımadığını ve gazetelerdeki ‘çok seslilik’ adına ümitsizlik vadeden bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan gazetecilerin Başkanlık sistemini kabul-­--kabul etmeme veya taraf olma veya olmama gerekçelerine bakıldığında da aynı toptancı yaklaşımın burada 
da söz konusu olduğunu görülmekteyiz. Reflekslerini sevgi-­--nefret üzerinden 
temellendirdikleri görülen gazetecilerin sistemik bir tartışmadan ziyade katı bir ideolojik düzlem üzerinden fikir serdettikleri anlaşılmaktadır. Örnek verecek olursak Hürriyet, Cumhuriyet, Yeniçağ, Özgür gündem ve Agos gazetesindekiyazarlarda bariz bir şekilde ‘Erdoğanfobi’ veya Erdoğan nefreti şeklinde tezahür eden bu durum, Star gazetesinde ise Erdoğan sevgisi veya muhabbeti ekseninde cereyan etmektedir. Bununla birlikte karşı olanların başvurdukları argümanlar bahsi geçen korku veya nefretin birer göstergesi 
şeklinde yansımaktadır. “Tiran, padişah, Erdoğanizm, diktatör, tek adam, Sultan, kaçak saraydaki adam, Hitler, Musollini” tarzındaki bu benzetmeler, tartışılan konuyu bağlamından koparan öznel veya kişisel yaklaşımlardır. Star gazetesi dışındaki yazarların Başkanlık sistemine karşı çıkış gerekçelerine devamla bakıldığında sistemin otoriter eğilimleri pekiştireceği, özgürlükleri kısıtlayacağı, tek adam devletine geçileceği, denetimden uzak bir yapı ihdas edilerek ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin zedeleneceği gibi iddialar yer almaktadır. İlaveten milliyetçi refleksleriyle bilinen Yeniçağ gazetesi yazarlarına göre Başkanlık sistemi ile bir tür eyalet sistemine geçileceğinden yola çıkılarak ülkenin bölüneceği ve güneyimizde PKK ve HDP marifetiyle bir Kürt devletinin kurulma endişelerini taşıdığını görmekteyiz. Diğer bir kayda değer sonuç ise, daha önceki seçimlerde katıksız bir şekilde CHP’yi destekleyen Cumhuriyet yazarlarının ağız birliği etmişçesine bu seçimde HDP’den yana ağırlık koymalarıdır. Yine Özgür gündem yazarlarının istisnasız bir şekilde HDP’ için oy istemeleri ve propaganda yapmaları ilginç bir sonuç olarak değerlendirilebilir. Araştırmamızdan çıkan sonuç genel anlamıyla medya mensuplarının özel de ise köşe yazarlarının Başkanlık sistemine sıcak bakmadıklarını, bahsi geçen sistemin Türkiye’nin geleneksel dinamiklerini ve ‘kırmızıçizgilerini’ aşındıracağı endişesini taşıdıklarını söyleyebiliriz. Son bir söz olarak şunu söyleyebiliriz ki; Başkanlık sistemi tartışmaları ekseninde son sözü söyleyecek olan merci, hiç şüphesiz ki demokrasilerin temel meşru dayanağı olan halktır. Bu nedenle 7 Haziran 2015’te yapılacak olan seçim, halkın tercihini yansıtacağından tüm kesimlerin bu sonuca saygı duyması gerektiğini salık vererek bunun da demokrasinin erdemlerinden biri olduğunu asla unutmamak gerekir. 

Kaynakça;

AGOS gazetesi Web Sitesi, www.agos.com.tr ( 28 Ocak-­--28Şubat 2015 tarihleri arasındaki dijital nüshalar) 
AKIN, F. (2005). Kamı Hukuku: Devlet Doktrinleri, Temel Hak ve Özgürlükler, Üçdal Neşriyat, İstanbul. 
AKTİFHABER Web Sitesi, (2015). “Bahçeli’den Başkanlık Sistemi Eleştirisi”, 
http://www.aktifhaber.com/bahceliden-­-baskanlik-­-sistemi-­-elestirisi-­-1119227h.htm Erişim Tarihi: 20.04.2015. 
AL CEZİRE TÜRK Web Sitesi, http://www.aljazeera.com.tr/ Erişim Tarihi: 25.02.2015 
ANKARA ÜNİVERSİTESİ Web Sitesi, www.yasayananayasa.ankara.edu.tr, Erişim tarihi: 25.02.2015 
ARNHART, L. ( 2005). Siyasi Düşünce Tarihi Platon’dan Rawls’a, Adres Yayınları, Ankara. 
ASİLBAY, İ., H. ( 2013). “Parlamenter Sistem ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”, 
http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-­-104-­-1250 Erişim Tarihi: 23.02.2015. 
ATAR, Y. (1997). Yeni Türkiye Dergisi Türk Demokrasisi Özel Sayısı, içinde “Çağdaş Demokrasinin Siyasal Boyutu: Türkiye’de Demokratikleşme ve Anti Demokratikleşme Göstergeleri”, Ankara. 
BAŞKANLIK SİSTEMİ Web Sitesi ,http://www.baskanliksistemi.com/baskanlik-­-sisteminin-­-dunyadaki-­- uygulamalari.php Erişim Tarihi: 25.02.2015 
BERELSON, B. ( 1971). Content Analysis in Communications Research, New York: Hafner Publishing. 
BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ Resmi Web Sitesi, http://www.bbp.org.tr/haber_detail.php?haberid=3148 
Erişim Tarihi: 25.02.2015. 
COŞGUN, U. ( 2008). “Dünden Bugüne Anayasacılık”, 
http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2008-­-1/13.pdf Erişim Tarihi: 23.02.2015. 
CUMHURİYET gazetesi Web Sitesi, www.cumhuriyet.com.tr (28 Ocak-­--28Şubat 2015 tarihleri arasındaki dijital nüshalar) 
CRANO, W., BREWE, M., B. ( 1973). Principle of Research in Social Psychology, Mc Graw-­--Hill, Inc. 
DUMAN, S. (2013). “Türkiye’de Başkanlık Sistemi Değerlendirmeleri”, 
https://www.academia.edu/4133877/T%C3%BCrkiyede_Ba%C5%9Fkanl%C4%B1k_Sistemi_De%C4%9Ferlendirmeleri Erişim Tarihi: 25.02.2015 
DURGUN, Ş. ( 1999). Batı Demokrasilerinde ve Türkiye’de Parlamenter Yapılar ve Parlamenterlerin temsil Gücü, Nobel Yayınları, Ankara. 
ELDEM, M., N. (2009). Türkiye’nin Rejim Sorunu Cumhurbaşkanlığı Krizi ve 
Yarı Başkanlık. Sobil Yayıncılık, Ankara. 
ENSONHABER Web Sitesi, ( 2015). “Cumhurbaşkanı Erdoğan Kocaeli’de”, 
http://www.ensonhaber.com/cumhurbaskani-­-erdogan-­-kocaelide-­-2015-­-04-­-18.html Erişim Tarihi: 20.04.2015. 
ERDOĞAN, M.( 1995). Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeolojisi, Siyasal kitabevi, Ankara. 
ERDOĞAN, M. (1997). Yeni Türkiye Dergisi Demokrasi Özel Sayısı, Ankara. 
FENDOĞLU, S. (2010). “Başkanlık Sistemi Tartışmaları” 
http://www.sde.org.tr/userfiles/file/baskanlik%20sistemi%20tartismalariYENI-­-1111.pdf, Erişim Tarihi: 21.02.2015. 
GÖKÇE, O. (2006). İçerik Analizi Kuramsal ve Pratik Bilgiler, Siyasal Kitabevi, Ankara. 
GÖNENÇ, L. ( 2005). Başkanlık Sistemi, içerisinde, “Türkiye’de Sistem Değişikliği Tartışmaları Olanaklar ve Olasılıklar Üzerinden Bir Çalışma Notu”, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 77, Ankara. 
GÖZE, A. ( 2005). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, İstanbul. 
HABER TÜRK Web Sitesi, ( 2015), “ Cumhurbaşkanı Erdoğan: Koalisyon Demek İflas Demektir”, 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1067747-­-cumhurbaskani-­-erdogan-­-koalisyon-­-demek-­-iflas-­-demektir Erişim Tarihi: 20.04.2015. 
HABER7 Web Sitesi, (2015). “Davutoğlu’dan Canlı Yayında Önemli Açıklamalar” 
http://www.haber7.com/siyaset/haber/1289262-­-davutoglundan-­-canli-­-yayinda-­-onemli-­-aciklamalar Erişim Tarihi: 20.04.2015. 
HATEMİ, K. (1997). Yeni Türkiye Dergisi Siyasette Yozlaşma Özel Sayısı, Ankara. HÜRRİYET Gazetesi Web Sitesi, (2014), “Ak Parti’nin Cumhurbaşkanı Adayı Recep Tayyip Erdoğan”, 
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26719347.asp Erişim Tarihi: 13.02.2015. 
HÜRRİYET Gazetesi Web Sitesi, www.hurriyet.com.tr. (28 Ocak-­--28Şubat 2015 tarihleri arasındaki dijital nüshalar) 
İNTERNETHABER Web Sitesi, (2015). Ak Parti Seçim Beyannamesi Başkanlık Sistemi” 
http://www.internethaber.com/ak-­-parti-­-secim-­-beyannamesi-­-baskanlik-­-sistemi-­--­-781204h.htm Erişim 
Tarihi: 20.04.2015. 
KALAYCIOĞLU, E ve SARIBAY A.,Y. (1986). Türk Siyasal Hayatının Gelişimi, “Tanzimat: Modernleşme Arayışı ve Siyasal Değişme”, Beta Yayınları, İstanbul. 
KALAYCIOĞLU, E. ( 2005). Başkanlık Sistemi , içerisinde “Başkanlık Rejimi: Türkiye’nin Diktatörlük 
Tehdidiyle Sınavı”, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 77, Ankara. 
KELEŞ, R. (2000).Yerinden yönetim ve Siyaset, Cem Yayınevi, İstanbul. 
KUZU, B. ( 1997). Yeni Türkiye Dergisi Siyasette Yozlaşma Özel Sayısı, içerisinde “ Türkiye İçin Başkanlık Hükümeti”, Ankara. 
NTV Web Sitesi, “ Başkanlık Sistemi Türkiye’yi Olumsuz Etkiler”, 
http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25086300/ Erişim Tarihi: 23. 01. 2015. 
ONAR, E. ( 2005). Başkanlık Sistemi içerisinde, “ Türkiye’nin Başkanlık veya Yarı Başkanlık Sistemine Geçmesi Düşünülmeli midi?”, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 77, Ankara. 
ÖZBUDUN, E. ( 2005). Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara. 
ÖZBUDUN, E. ( 2005). Başkanlık Sistemi içerisinde “ Başkanlık Sistemi Tartışmaları”, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 77, Ankara. 
ÖZDEMİR, H. ( 1989). Devlet Krizi, TC Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, Afa Yayıncılık, İstanbul. 
ÖZGÜR GÜNDEM Gazetesi Web Sitesi, http://www.ozgur-­-gundem.com, (28 Ocak-­--28Şubat 2015 tarihleri arasındaki dijital nüshalar) 
ÖZSOY, O. ( 2000). Türkiye’nin Demokrasi Arayışı, Yedirenk, İstanbul. 
PARLA, T. ( 1999). Türkiye’de Anayasalar, İletişim Yayınları, İstanbul. 
RAKİPOĞLU, M. ( 2014). “Parlamenter Sistem – Başkanlık Sistemi Karşılaştırması ve Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Seçimi”, http://academidea.com/parlamenter-­-sistem-­-baskanlik-­-sistemi-­- 
karsilastirmasi-­-ve-­-turkiyede-­-cumhurbaskanligi-­-secimi/ Erişim Tarihi: 23.02.2015. 
STAR gazetesi, www.star.com.tr ( 28 Ocak-­--28 Şubat 2015 tarihleri arasındaki dijital nüshalar) 
TAVŞANCIL, E. Ve ASLAN, E. ( 2001). İçerik Analizi ve Uygulama Yöntemleri, Epsilon Yayınları, İstanbul. 
TUNCAY, M. ( 1999). Politika, Remzi Kitabevi, İstanbul. 
TURAN, İ. ( 2005). Başkanlık Sistemi, içerisinde “Başkanlık Sistem Sevdası: Zayıf Temelli Bir Özlem”, 
Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 77, Ankara. 
TÜRK DİL KURUMU Web Sitesi, 
http://www.tdk.gov.tr/index.phpoption=com_yanlis&view=yanlis&kelimez=358. Erişim Tarihi: 23.02.2015. 
TÜRKEŞ, A. ( 1997). 9 Işık, Kamer Yayınları, İstanbul. 
TÜRKİYE gazetesi Web Sitesi, (2015). “Kılıçdaroğlu’ndan ‘Başkanlık Sistemi’ Eleştirisi” 
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/politika/229201.aspx Erişim Tarihi: 20.04.2015. 
ZEYBEK, N., K. ( 1997). Yeni Türkiye Dergisi, Siyasette Yozlaşma Özel Sayısı, içerisinde “ Siyasi Sistem Değişikliği ve Bir Model Teklifi”, Ankara. 
TURGUT, M. ( 1998). Başkanlık Sistemi Ordu ve Demokrasi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul. 
TURHAN, M. (1989). Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası, Dicle Üniversitesi Hukuku Fakültesi Yayınları, No:9, Diyarbakır. 
ULUŞAHİN, N. (1999). Anayasal Bir Tercih Olarak Başkanlık Sistemi, Yetkin Yayınları, Ankara. 
WİKİPEDİA Web Sitesi, www.wikipedia.org Erişim tarihi: 23.02.2015 . 
YAVUZ, K., H. ( 2000). Türkiye’de Siyasal Sistem Arayışı ve Yürütmenin Güçlendirilmesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara. 
YAZICIOĞLU, R. ( 1998). Bu Sistem Değişmeli, Birey Yayıncılık, İstanbul. 
YENİÇAĞ Gazetesi Web Sitesi, www.yenicaggazetesi.com.tr , (28 Ocak-­--28 Şubat 2015 tarihleri arasındaki dijital nüshalar) 
YILMAZ, F. (1996). İlk Çağ Düşünce Tarihi, Birleşik Yayıncılık, İstanbul. 
ZAMAN gazetesi Web Sitesi( 2013), “Özal, Başkanlık Sistemini Türkiye’ye 1983’de Getirmek İstemiş”, 
http://www.zaman.com.tr/politika_ozal-­-baskanlik-­-sistemini-­-turkiyeye-­-1983de-­-getirmek-­-istemis_2079783.html Erişim Tarihi: 23.01.2015. 

****