PKK' nın Kuruluşu,
PKK'nın Kuruluşu
Cem Ersever
PKK'nın Ankara çıkışlı ilk öncüleriyle, bu öncülerin Doğu ve Güneydoğudaki
çalışanlarının gözdeleri olan bazı elemanların katıldığı bir toplantı Diyarbakır
ili Lice ilçesi Fis köyünde 27 KASIM 1978 tarihinde yapılır. Bu toplanma bilinen
anlamda bir toplantı değildir. Yani partinin kuruluşu için hazır bulunanların
çeşitli konulardaki görüşlerini dile getirdikleri bir kuruluş kongresi değildir.
Tamamen Abdullah ÖCALAN'ın kafasında tasarlanan bir eğitim çalışması
niteliğindedir. Zaten Abdullah ÖCALAN bu anlayışını hala sürdürmektedir.
Bu güne kadar yapılan PKK'nın tüm kongre, konferans ve toplantılarının özü ve biçimi bu ilk toplantının hep kopyası olagelmiştir. Fis Köyündeki toplantı PKK tarafından örgütün 1. Kongresi olarak kabul edilmektedir. Bu kongrede 7 kişilik bir yürütme komitesi seçilir. Merkez Komite üyeleri ise resmen belirlenmez fakat, toplantıya katılan herkese "Siz merkez komitesi üyesi olabilirsiniz" denir. Bu da Apo'nun özendirme ve çalıştırma taktiklerinden birisidir. Bu toplantıda Apo kendisini kurulan partinin genel sekreteri olarak ilan eder.
Alınan ilk karar toplantının gizli tutulmasıdır. Partinin kurulduğu kesinlikle
gizli tutulacaktır ve partinin bölge komiteleri ilk etapta inşa edilmeye
başlanacaktır. Bu amaçla toplantıya katılanlar partinin bölge komitelerini
kurmak üzere bölgelere dağılırlar. Bölge komitelerinin kuruluşunda bütün ileri
düzeydeki kadrolara görevler verilir ve herkesten derhal işiyle, okuluyla ve en
önemlisi aileleriyle bağlarını koparmaları istenir.
Bu anlayış giderek yaygınlaştırılır, ilişkide bulunan herkesten işini gücünü
bırakıp örgüt faaliyetlerine katılması istenir. Aslında ilişki koparma temelinde
bir tuzak dayatılmaktadır. Militanlardan istenen örgüt faaliyeti, propagandadan
ziyade askeri eylem biçimleridir. Bir yandan kurulan partinin alt örgütlemeleri
oluşturulurken, esas olarak da yoğun bir eylem programı hazırlanmaktadır.
Eylem Programlarında belirlenen hedefler şunlardır;
- Devlet güvenlik kuvvetleri ve bunların istihbarat kaynakları,
- Türk Milliyetçisi örgütler ve bunların önde gelen liderleri,
- Doğu ve Güneydoğudaki nüfuzlu ve popüler kişiler,
- Güneydoğulu milletvekilleri,
- Belediye başkanları,
- Aşiretlerin ileri gelenleri,
Sosyal şoven olarak isimlendirilen tüm sol örgütler ve özellikle;
- Halkın Kurtuluşu örgütü,
- Devrimci Halkın Birliği,
- Türkiye İşçi köylü Partisi,
- Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri,
- Özgürlük Yolu,
- Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları
Böylece Abdullah ÖCALAN, bir bütün olarak Türkiye'deki sağcısından solcusuna;
Kürtçüsünden tarafsızına kadar herkese karşı savaş ilan etmiştir. Sonuçta yalnız
ideolojik olarak değil aynı zamanda siyaset alanında da ve esas olarak da eylem
alanında "Bizden olmayan düşmandır" mantığını adamlarına hakim kılmaya
çalışmıştır. Diğer yandan aile, akrabalık ve dostluk ilişkilerini de çizmiş
olduğu mücadele metodu önünde "Ciddi ve tepelenmesi gereken" bir engel olarak görüyordu. Daha da önemlisi insanın doğuşundan var olan; biyolojik ve
sosyo-psikolojik bir gerçek olan ayrı kişilikleri de kabul etmiyordu. Tek tip
bir model dayatılmıştı. Bu modele uymayanlar çeşitli bahanelerle aşağılanıyor,
bunaltılıyordu. Bir çok militan farklı olan kişiliklerini sanki öyle olmaması
gerekiyormuş gibi kamufle etmek ya da gözden kaçırmak için her şeyi göze
alıyorlardı. Kimisi de kendini suçlayıcı bir mektup bırakarak kayıplara
karışıyor yani; kaçıyorlardı.
27 KASIM 1978 tarihinde kurulan PKK, varlığını 1979 yılı TEMMUZ ayında
Milletvekili Mehmet Celal BUCAK'a saldırarak ilan etti.
M. Celal BUCAK saldırıdan yaralı olarak kurtuldu. Böylece PKK eylemleri Kırsal
Kesim Eylemleri ve Şehir Eylemleri olmak üzere iki temel kola ayrılmış oldu.
Kırsal kesimlerdeki eylemlerin temel esprisi; birbirine düşman olan iki aşiret,
kabile ve aileden birine yanaşarak ve onların desteğiyle diğerine saldırmaktı.
HİLVAN'da bir aşirete dayanılarak SÜLEYMAN-LAR'a; SİVEREK'te gene bir aşirete dayanılarak BUCAK'lara saldırıl-mıştır. Bu aşiret olaylarında yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir. Çatışmalar kısa sürede öyle bir hal almıştır ki, taraflar birbirinin kedisini köpeğini öldürür duruma gelmişlerdir. Öte yandan MARDIN'de bir kabilenin maddi olanaklarına dayanılarak KAHRAMAN'lara saldırılar yapılmıştır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu hadiselerin perde arkası kamuoyuna yansıtılmamıştır. Eğer bir gün ilgili kesimler bu hadiseleri gün
yüzüne çıkarırlarsa ibret verici olaylar göreceğimiz kuşkusuzdur.
Abdullah ÖCALAN böyle bir taktiğe; bu kesimlerden kadro, savaşçı ve her türden eleman temin edebilmek için başvurmuştur. Bu arada her şeye rağmen oyuna gelmeyen kabile ve aileleri çatışma içine çekmek için bir takım provakatif
eylemlere girişiliyordu, önceden yapılan plan gereği geceleri herhangi bir
kabilenin evi taranıyor, birkaç gün sonra da gidip, "Size saldıran olmuş, sizi
biz koruyacağız" denilerek oralara yerleşiliyordu. Yine bilindiği gibi 1979-1980
yıllarında PKK militanları ile BATMAN ili civarındaki RAMAN aşireti arasında
çatışmalar oluyordu.
PKK'lılar; civar köyleri daha aktif hale getirmek ve kullanabilmek için SUÇEKEN
köyünde bir aileye bombalı paket göndererek bu ailenin katledilmesine sebep
oluyor, ardından da SUÇEKEN köyünü RAMAN aşiretine karşı üs olarak
kullanıyorlardı.
Şehirlerde ise tamamen"...." üslenilerek sendika, dernek vb. gibi açık hedef
olabilecek yerlerde faaliyette bulunan diğer sağ-sol örgüt ve kuruluşlara karşı
eylemler geliştiriliyordu.
NİZİP ilçesi ve benzeri yerlerde küçük imalathane sahiplerine mafya
yöntemleriyle "ya malın ya canın" tazında bir üslup ile yaklaşılıyor işçi
ücretleri üç-dört kat yükselttiriliyor, ardından da işçilere, "Aylıklarınızı biz
yükselttik, fazla paraları bize aidat olarak ödeyeceksiniz" deniyordu. İşçilerin
büyük bir kısmı bu yöntemle zoraki sempatizan durumuna getirilmişti. Otoritenin yokluğundan dolayı köyler, kabileler, aşiretler adeta koyun sürüsü gibi güdülüyor, silah zoruyla istedikleri her §ey yaptırılıyor, NİZİP'teki işçilere
de aynı baskılar uygulanıyordu. Profesyonel, hayatta bir baltaya sap olamamış
üç-beş serseri adeta NİZİP işçilerini, paralarını, evlerini ipotek altına almışlardı. Bu dönemdeki APOCU faaliyetin bu yönüyle de incelenmeye değer yönleri vardır. Araştırıldığında ibret verici belgeler ortaya çıkacaktır.
Kendileri az ve bilinmeyen adamlar oldukları için hedef olmadıklarından
istedikleri gibi gezip dolaşıyor ve istedikleri zamanda cinayet işleyebiliyorlardı. Bu halleriyle de savunmasız insanlarca beladan korunmak için sözü dinlenir kişiler oluyorlardı. Bir çok gerekçe ile sol örgütlere saldırıyor, solculukta kararlı olanların APOCU olmaları sağlanıyordu.
Kuruluş yıllarındaki PKK anlatılırken o zamanlar AYDINLIK Gazetesi ve çevresi
ile olan çatışmalar hemen akla gelmektedir.
AYDINLIK Gazetesinin manşetlerinden PKK hiç inmiyordu. "PKK MİT'in organize
ettiği bir örgüttür...", "Cani çeteler, PKKIı cellatlar...", "Kürt halkını
birbirine düşürüyorlar..." gibi bir yığın başlık ve yorumlar yayınlanıyordu. PKK
da Aydınlıkçılar; "İngiliz ajanı", "MİT ajanı", "Kemalizmin çanak yalayıcısı"
şeklinde hitap ediyordu. PKK bu kişilere yalnız sözle değil eylemle de
saldırıyor; yöne-ticilerini öldürüyor, AYDINLIK Gazetesinin Doğu ve
Güneydoğu'daki dağıtımını engelliyor, bulduklarını yakıyorlardı.
Bugün Kürtçülük konusunda anlaşmazlıkları olmayan Abdullah ÖCALAN ve PDA'cılar neden o günlerde birbirlerinin can düşmanıydı?
Kim kime teslim olmuş veya uyum sağlamıştır bu bilinmez! Bu çelişkinin mutlaka bir cevabı olmalıdır. APO olsun onlar olsun, geçmişten günümüze politikalarında bir sapma olmadığını yayınlarında ve konuşmalarında iftiharla yineliyorlar.
Ancak geçmişten günümüze bu değişiklikliğin nedeni merak konusudur.
PKK örgütü kurulup örgütlenmesine rağmen o yıllarda bir-iki istisna dışında hiç
bir yayın faaliyetinde bulunmadan, hiçbir dergi çıkarmadan ve geniş anlamıyla
hiçbir kitleye propaganda çalışması yapmadan eylemleriyle kamuoyunun gündemine gelip oturmuştur. Türkiye'de bu tür işler kolaydı ve bir serseri iki el ateş ederse kahraman oluyordu. Örnek olarak; PKK'nın birkaç militanı köyündeki evinde yemek başında oturan M. Celal BUCAK'a saldırdıktan sonra olay kamuoyunda geniş yankılar uyandırdı, oldukça büyük bir kesim bu saldırıyı ister istemez oturup tartıştı. M. Celal BUCAK milletvekiliydi ve hem de etkili bir aşiretin lideriydi. Dolayısıyla sade vatandaşlar, özellikle yöre halkı böylesi kudretli bir adama saldırabilir cesareti gösteren insanların olağanüstü kişiler
olabileceklerini düşünmeye başladılar. Türkiye'de ve özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki insanlarımızın düşünce yapısı üzülerek belirtelim ki böyledir.
Onların toplumsal yaşamlarında M. Celal BUCAK gibileri erişilmesi mümkün olmayan insanlardır. PKK militanları da BUCAK eyleminin nedenini başta sempatizanlara olmak üzere yetişebildikleri tüm insanlara abartılı bir şekilde anlatmaya başladılar. Denildi ki; "...M. Celal BUCAK, TC. Sömürgecilerinin Kürdistan'daki en büyük dayanaklarından birisidir. TC. kürdistanda Celal BUCAK gibileri sayesinde ayakta duruyor, o bir baskı unsurudur. Halkımızın talebi, arzusu üzerine PKK ona saldırmış ve cezalandırmak istemiştir. Bundan sonra da Kürdistan da bu tür insanları kesinlikle yaşatmayacağız.." Eylem, PKK örgütünün olduğu her yerde günlerce, aylarca konuşuldu, propagandanın temel malzemesini teşkil etti.
Böylesi eylemler sayesinde PKK çeşitli çevrelere gözdağı vererek, halka örgütün
çok güçlü olduğu imajını veriyordu. O tarihlerdeki nüfusuyla 100-150 bin kişilik
BATMAN'da en fazla 30 kadar kadrosu, 100 civarında sempatizanı, bu kadrolar ile sempatizanların aile ve akrabaları vardı. Aile ve akrabaların örgüt mensubu
çocuklarına sahip çıkmaları, koruma ve kollamaları, onları barındırmaları günün
koşullarına göre anormal bir durum değildi.
Durum böyle olduğu halde PKK yöneticileri her yerde, "Batman bizim elimizde,
şehir bizden sorulur" diyorlardı. 30 kişilik profesyonel eylemci kadro, sempatizanlar ve ailelerinin de desteğiyle sürekli terör estirerek, sıradan
vatandaşı sindirerek baskı altına alıyor, vatandaşlar; "Apocular BATMAN'ı işgal
etmiştir, onlara karşı gelen canından olur" düşüncesine sahip olmuşlardı.
Bölgede Apocuların etkin olduğu diğer şehirlerde de durum BATMAN'dan farklı
değildi. Sadece kırsal kesimde durum biraz daha değişikti. Herhangi bir yöredeki silahlı PKK grubu dayandığı aşiret, kabile veya ailenin çocuklarını da yanma alarak, diğer aşiret, kabile veya aileye saldırıyor, saldın sonrası kendilerini barındıranların yanına gelerek yaptıkları eylemleri abartılı bir şekilde
anlatıyor böylece o aşiret yada kabilenin tüm insanlarını etkilemeye
çalışıyorlardı.
Bu silahlı gruplar giderek yöre insanları üzerinde, ister istemez korku
temelinde oluşan bir otorite haline gelmişlerdi. Özetlersek; ne kadar eylem, o
kadar propaganda ve ajitasyon ve ne kadar eylem o kadar otorite...
Bu dönemde PKK' nın üzerinde durmadığı yayın faaliyetinin istisnalarını ölen
örgüt militanlarının afişleri, "Kürdistan Devriminin Yolu" isimli bir kitap ve
4-5 tane de özel broşür teşkil ediyordu. "BÜLTEN" isimli PKK faaliyetlerini
içeren dergi de ara sıra yayınlanıyordu. Bildiriler hariç diğer yayınlar
kadrolara yönelikti, bu kitap ve broşürlerin başkasının eline geçmesi
istenmiyordu. Gerekçe olarak da "Diğer örgütler bizim fikirlerimizi çalmasınlar"
deniyordu. Ama gerçek neden bu olamazdı. Bu gizlemenin altında yatan gerçeği
yalnız Abdullah ÖCALAN biliyordu.
www.aymavisi.org
****