8 Ocak 2019 Salı

YENİ BİR TÜRK DEVRİMİNE İHTİYACIMIZ VAR..

YENİ BİR TÜRK DEVRİMİNE İHTİYACIMIZ VAR.. 




Dr. Tamer KUMKALE
ttkumkale@oncevatan.com.tr 
07 Mart 2006, 00:00


Milleti idarede prensibimiz milletin müşterek ve umumi fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin hakiki ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır- Gazi Mustafa Kemal Atatürk- (1925) YENİ BİR TÜRK DEVRİMİNE İHTİYACIMIZ VAR: - Türkiye'de etkin bir grup özgürlükleri ülkeyi parçalamak için kendilerine tanınmış bir hak olarak görüyor. Ayrıca din açısından baktığımızda da aynı gerçeği görüyoruz. Giderek siyasi ve ekonomik güce ulaşan cemaatlerin yaygın hale geldiğine ve kabul gördüğüne şahitlik ediyoruz. - Haksız kazanç meşrulaştı. Kayıt dışı ekonomi yüzde 80lere varmış durumda. Para nerden gelirse gelsin hiç önemli değil mantığı var. Kaçakçılık had safhadadır. Türkiye'de yolsuzluk ekonomisini de aşmış bir soygun ekonomisi var. Helal para yok edilmekte. Türk sermayesi yüzde 25'lere düşmüş, yabancı sermaye yüzde 75lere çıkmış. - Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, Kur'an-ı Kerim'in İncilleştirilmesi tartışılıyor.. - Ortadoğu'da birtakım planları olan büyük devletler Türkiye'den istediklerini alabilmek için 'bir takım girişimlerde' bulunabilir. Türkiye'de terörle mücadele yasası yok, yolsuzlukla mücadele yasası yok, terörü besleyen kaynaklara el koyma yasası yok. PKK'nın giderek büyük bir güç elde ediyor ve bütün mafyalar da ağırlıklı duruma geldiler. Buna karşı önleyici tedbirler açısından büyük yasal boşluklar var. Ceza adalet sisteminin bilinçli bir şekilde çökertildiğini görüyorsunuz." - Bugün Türkiye'yi, Türkler yönetemediği için, siyasetteki insanlar iyi niyetli bile olsalar emir alan konumundan çıkıp iyi niyetlerini halkla paylaşamıyorlar. Yeni bir Türk Devrimine ihtiyacımız var."

.......... Yukarıdaki tespitler Yurt partisi Genel Başkanı Sadettin TANTAN'a ait. Ülkenin içine düşürüldüğü durumu özetleyen bu sözler Aksiyon Dergisindeki görüşlerinden birkaçı. Sadettin Tantan sıradan bir kişi değil. Bütün yaşamı boyunca Polislikte, Belediye Başkanlığında, Bakanlığı safhasında dürüst kalabilmiş, kural ve nizam dışına çıkmamış, ülke menfaatlerini daima kendi menfaatlerinin önünde görmesini bilen örnek bir siyasetçi. Sadettin Tantan; Siyaset düzeni bozulup siyaset kavramı; ahlaksızlık, yolsuzluk, soygunculuk ile birlikte anılmaya başlayıp, devletin değil şahsi menfaatlerin ön plana çıkmaya başladığı bir dönemde sistemin dışında kalarak ülke menfaatlerini kendi çabaları ile ayni dürüstlük ve azimle sürdürmeye çalışan bir örnek vatandaş. Sözlerinin her cümlesi önemlidir. Çizdiği tablo çok kötü ama gerçeğimiz ne yazık ki böyle. Türkiye'yi bu karamsar tablodan çıkaracak kadrolar bu milletin içinde fazlası ile var. Bunlar durumu görüyorlar. Yapılanları, ihanetleri kavrıyorlar, bugün düzeltecek makam ve mevkilerde olmamalarına rağmen çözümler üretmeye devam ediyor ve söz sırasının kendilerine gelmesini bekliyorlar. Sayın Tantan; görüşlerini sıraladıktan sonra "YENİ BİR TÜRK DEVRİMİNE İHTİYACIMIZ VAR" diyerek sorunumuzu özetliyor. Buna göre devrimi yapacak bir devrimciye de ihtiyacımız vardır. Peki Sadettin Tantan, bu beklenen devrimci olabilir mi? Kendisini yakından tanıyan bir kişi olarak "Neden olmasın" diyorum ve şartlar gerektirdiği takdirde bu görevi başarı ile yapabileceğine inanıyorum.. ERDOĞAN'IN HAKARETLERİ BIKTIRDI: "Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Nazmi Bilgin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın basına yönelik sözlerine tepki olarak yaptığı yazılı açıklamada; "Gazetecilerin, 3 yıldan beri bu hükümetin temsilcilerinin hakaretlerine maruz kalmaktan artık bıktıkları" görüşüne yer verdi ve ekledi; "Başbakan Erdoğan'ın, gazetecileri 'menfaat peşinde koşan iftiracılar' olarak suçlayan açıklamasını esefle karşılıyoruz. Eleştiri içerikli soru ve yazıların 'bir şeylerin karşılığı yapılmış iftiralar' olduğunun kanıtları ellerinde varsa, bunu açıkça ortaya koymalıdırlar. Asıl iftira, bunun aksinin yapılmasıdır. Biz kendi işimize bakıyoruz. Basının kamuoyunu aydınlatmaktan, usulsüzlükleri meydana çıkarmaktan daha önemli ne görevi olabilir. Dün de böyle yaptık, yarın da böyle yapacağız." 

....................... Dört yıldır her gün siyasi köşe yazan bir kişi olarak Basın-Yayının hem içindeyim. Cumhuriyet Tarihi ihtisasım içinde incelediğim olaylar içinde ulaştığım bir tek gerçek var. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Milli mücadeleye başladıklarında ülkede halka ulaşan tek yayın organı gazeteler idi. Mevcut gazetelerin % 95'i Gazi ve arkadaşlarını vatan haini olarak nitelendiriyor ve yaptıklarını sonuçsuz serüven olarak değerlendiriyordu. Bunun için Anadolu harekâtını desteklemek üzere Sivas'ta İrade-i Milliye, Ankara'da Hâkimiyet-i Milliye (Ulus Gazetesi), Anadolu Ajansı ile Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü (Basın -Yayın ve Enf. Genel Müdürlüğü) kurularak milli mücadelenin sesi kamuoyuna duyurulmaya başlandı. Bunların dışında işgal güçlerinin emrinde hareket eden basına "MÜTAREKE BASINI" adı verildi. Bugün ise benzer olarak "MÜZAKERE BASINI" olarak nitelendireceğimiz Basın-Yayın organlarının % 95'i kayıtsız ve şartsız, inansın veya inanmasın AK PARTİ yönetimini desteklemektedir. Basın, AKP'yi desteklemek zorundadır. Çünkü bugün basın organlarımızın çoğunun sahibi gazeteciler değil, tüccar iş adamlarıdır. İş adamlarına göre basın organları da bir ticarethanedir. Ticarethanenin yaşaması da mevcut iktidara şirin görünmek ve ona ters düşmemekle mümkündür. Hal böyle iken Başbakan Erdoğan'ın basında çıkan ve mevcut basın organlarında %10 bile olmayan muhalefete dahi tahammül edemediğini belirten açıklaması ciddi bir talihsizliktir. Ve bindiği dalı kesmektir. Gazeteciler Sendikasının tepkisi de boş bir çabadır. Bugün basınımızın nerelere bağlı olduğunu ve kimlerden para ve destek aldığını küresel güçler isim vererek yayın organlarında açıklamaktadır. Dolayısıyla ne Başbakanın ve ne de Gazete temsilcilerinin sözlerinin tam olarak doğruyu yansıtmadığını halkımız görmektedir. Basın gerçekten görev yapmaya ve halkın sesi olmaya başladığı anda, ülkenin gündemindeki konular hakkında hükümetin körü körüne desteklendiğini değil, hak ettiği icraatların her yönüyle desteklendiği görebileceğiz.. 

FEHRİYE BULUNSUN, İADE EDİLSİN: 

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, " Terörist Fehriye Erdal'ın kayıplara karışması üzerine Türkiye'nin tutumunun ne olacağına" ilişkin soruya karşılık, Türkiye'nin Erdal'ın iadesini 3 kez istediğini, mahkeme süreci boyunca da bu konuda ısrarcı olunmasına rağmen, bunun gerçekleşmediğini hatırlattı. Önemli terör olaylarına karışmış bir kişinin yargılanma sürecinin bu kadar uzun olmasının, göz hapsinde tutulurken kaybolmasının "çok düşündürücü" olduğunu belirten Gül, Belçika makamlarının bunu kendi kendilerine sorması gerektiğini söyledi. "Fehriye Erdal'ın bulunmasını ve Türkiye'ye iade edilmesini bekliyoruz" dedi.

............ Bilindiği gibi Sabancı Holding Otomotiv Grubu Başkanı Özdemir Sabancı, Toyota-Sa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreterleri Nilgün Hasefe, 9 Ocak 1996'da Sabancı iş merkezinin tepesindeki makam odasında katledilmişti. Cinayetin faili Fehriye Erdal'ın gözaltında bulunduğu Belçika devleti nezdinde yaptığımız bütün girişimlere rağmen kaçması olayı Avrupa'daki adalet sisteminin içine düştüğü aczin açık ifadesidir. AB'nin bayraktarlığını yaptığı İnsan Hakları aldatmacasının iflasıdır. Bunun böyle olacağı belli idi. Çünkü Belçika Adalet sistemi akıl almaz bir vurdumduymazlık içinde idi. Bu saatten sonra Fehriye Erdal yakalanmış veya yakalanmamış bir faydası yoktur. Avrupa Adalet Sistemi olduğu kadar bu işten Türkiye'de yara almıştır. Türkiye devlet gibi devlet olamamış ve Fehriye Erdal cinayetinde ağırlığını ortaya koyamamıştır. Hapiste değil, dışarıda bir evde gözaltında tutulan ve dışarıya alışveriş için yalnız başına çıktığı bilinen bir kişinin yaka-paça alınıp Türkiye'ye getirilmesi gerekmekte idi. Bunda çok geç kalınmıştır. Fakat daha her şey bitmemiştir. Avrupa'da adalet olmadığını ispat eden Fehriye Erdal Türk makamları tarafından bütün imkânlar zorlanarak dünyanın neresinde olursa olsun mutlaka bulunup getirilmeli ve Türk Adaletine çıkartılmalıdır. Bunun için acele edilmelidir. Abdullah Öcalan'da olduğu gibi birileri tarafından yakalanıp teslim edilerek milletçe küçük düşürülmeden önce tarafımızdan yakalanıp getirilmeli ve adaletin ne olduğu kendini medeni sayan Avrupalı sömürgecilere gösterilmelidir. İkinci Dünya Harbinde Yahudi katliamında görev aldıkları belirlenen Nazilerin düzenlenen insan avları ile dünyanın dört bir yanından yakalanıp İsrail'e getirilerek adalet önünde hesap verdikleri örneğini unutmamamız gerekmektedir. Bilelim ki; Bakan Gül'ün "Fehriye Erdal'ın bulunmasını ve Türkiye'ye iade edilmesini bekliyoruz" sözleri bu milletin hislerine tercüman olmuyor ve beklentilerini karşılamıyor..

Önce Vatan Gazetesi

Kaynak:
https://www.oncevatan.com.tr/yeni-bir-turk-devrimine-ihtiyacimiz-var-makale,19961.html


***

AKP’nin Şivan Perver Sevdası

AKP’nin Şivan Perver Sevdası


Yazan  
Ali Aydın AKBAŞ  
02 Mart 2011

Kürt açılımı sürecinde, “Şivan Perver’i Türk kamuoyuna ambalajlayıp pazarlama” operasyonu yapılmakta

Kürt açılımı denilen süreç başladığından beri devam eden "Şivan Perver'i Türk kamuoyuna ambalajlayıp pazarlama" adını verebileceğimiz bir operasyon yapılmakta olduğunu görmekteyiz. Son olarak Başbakan yardımcısı Bülent Arınç'ın Almanya'da görüşmesi ile gündeme gelen Şivan Perver, birilerinin yutturmaya çalıştığı gibi "aydın", "sanatçı" ya da "barış havarisi bir melek" değildir. Aksine ırkçılığı körükleyen, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu felsefesine savaş açmış, büyük Kürdistan hayali ile yanıp tutuşan; bununla da yetinmeyip filen bunu gerçekleştirmek amacıyla televizyon kanalı bile açıp çalışmalar yapan bir fitne fesat odağıdır. Perver'in türkülerinde ön plana çıkan temel unsurlar; sosyalizm, Kürtçülük, Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı ve Türk düşmanlığı olarak görülmektedir.

Müziğin İnsan Psikolojisi Üzerindeki Etkisi

Şivan Perver müzik alanında faaliyet gösteriyor. Müziğin de insanlar üzerindeki en büyük etkisi oluşturduğu ruh halidir. Dinlenilen müzik türüne göre insanları karamsar ya da neşeli, hırçın ya da barışçıl, itaatkâr ya da isyankâr, tek düze ya da yaratıcı, ürkek ya da atılgan gibi değişik ruh hallerine sokan müziğin bu yönü günümüz dünyasında son derece profesyonelce bir şekilde kullanılmaktadır.

Şivan Perver, tanımlamamızda belirttiğimiz etkilerden "isyankar" ve "hırçın" etki yaratacak türden müzik yapmaktadır. Ülkemizde 1970'lerde Ayşe Şan gibi Kürtçe müzik yapan sanatçılar olmasına rağmen politik müzik yapan; isyankar, devrimci-bölücü çizgide hareket eden ilk isim Şivan Perver'dir .

Şivan Perver 70'li yıllarda Ankara'da okuyan Kürt kökenli öğrenciler arasında yayılmaya başlayan yeni siyasi fikirlerle tanışmış ve bu fikirleri müzikal alt yapısına kaynak olarak almıştır. O dönemde bu tür siyasal fikirleri yüz yüze veya yazılı olarak halka anlatmak mümkün olmadığından bu misyonu Şivan'ın halk arasında bantlarla kopyalanıp dağıtılan müziği üstlenmiştir.

Ancak dinleyenler Kürtçe şarkılardaki bu yeni tondan etkilenmesine rağmen, bu tonların arkasındaki motivasyonu algılayamamıştır. Şivan'ı Kürtçe müzik yapan diğer şarkıcılardan ayıran en büyük özellik de bu olmuştur. Yani müzik; siyasal bir düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmasına rağmen düşünceden önce halka ulaşmıştır.[1] Bu anlamda Şivan Perver söylediği türküler ile PKK'nın ortaya attığı siyasal fikirlerin halka ulaşmasında öncül bir rol oynamış, PKK'ya Güneydoğu'da yol açıcı olmuştur.

Şivan Perver namı diğer İsmail Aygün, Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinin Karakeçili Türkmen aşiretlerine mensup bir köyde doğmuş olup aslen Mardinlidir. Karakeçili köyünde doğsa da aslen yörede Türkçe'de Romana karşılık gelen "mırtıp" "mıtrıp" "karaçi" gibi değişik adlarla anılan taifeye mensup olduğu belirtilmektedir.Marksist-Leninist ideolojiyi benimsemiş ve bu ideolojiyi temsil eden şarkılar söylemiştir.Oldukça etkileyici bir ritim ve tonla söylediği şarkılarla PKK'nın silahlı mücadelesine destek veren Perver, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yüzlerce genci dağa çıkmaya teşvik ederek onları ölüme sürükleyen bir Kürt ırkçısıdır.

Şivan Perver Kürtçülükten ve Büyük Kürdistan Hayalinden Hiçbir Zaman Vazgeçmemiştir

Yıllarca PKK için çalıp söyleyen Şivan Perver daha sonra Irak'ın kuzeyine geçerek Barzani'ye hizmet etmeye başlamıştır. Öcalan ile yolları ayrıldığı söylense de hiçbir zaman için böyle olmamıştır. Sorun sadece rant meselesinden kaynaklanmıştır. Daha fazla ranta sahip olacağını düşündüğü için Barzani ile anlaşmıştır. Yoksa sahip olduğu ırkçı fikirlerden asla taviz vermemiş aksine PKK'yı ve Öcalan'ı her zaman göklere çıkarmıştır…[2] PKK'nın Avrupa'daki yayın organları "Serxwebun" ve "Berxwedan" ın adını çocuklarına verecek kadar davasına bağlı birisidir.

Apo ve yandaşları ile daha Ankara'da iken tanışan Perver bakın bu konuda şunları söylemekte:"…Her şey siyasettir, siyasetsiz yaşam olmaz, siyasetsiz toplumlar sistemleşmez, ama ben kendim için yapmıyorum. Şarkılarımda genel siyasi konular işleniyor. Ayrıca her siyasi harekete katkım olmuştur. Ben müziğe başladığımda PKK düşüncesi olabilir ama parti yoktu. Yalnız sayın Abdullah Öcalan'ı duymuştum. Unutmayayım, bir de rahmetli merhum Mazlum Doğan'ı görmüştüm. Okuluma gelmişti, gerilla mücadelesi vereceklerini anlatmıştı. O zaman tanıştık. Bir o iki kişiyi tanımıştım. Sonra ben Mazlum Doğan'a nerden getirdin bu fikirleri diye sorduğumda; bana, 'sen Apo'yu tanıyor musun?' demişti. Ben sadece bunları görmüştüm. Sonra faaliyetleşti, gelişti, ulusallaştı ve ben de en büyük hizmetleri yapanlardan biriyim. Birçok siyasete hizmet ettim ve birçok değişik siyasetimiz de olsun istedim. Biliyorum işler kolay değil. Evet sanat Kürt toplumu gibi bir halk içinde siyaset taşır ve taşımalıdır. Bizde o toplumun bir ferdi olduğumuz için elbetteki her partiye destek ve hizmetimiz olmalıdır…"[3]

Kürt ırkçılığından hiçbir zaman vazgeçmeyen Perver, çok değil 21 Mart 2009' da Almanya'nın Hannover kentinde PKK tarafından organize edilen Nevruz etkinliğine katılarak burada şunları söylemekte:"Kürtlerin on yıllardır büyük bir bedel ödediklerini belirterek, "Biz halk olarak, büyük bedeller ödedik. Çok acılar çektik. Ama hiçbir zaman mücadelemizden ve özgürlüğümüzden vazgeçmeyeceğiz. Biz inatçı bir halkız. Bu inadımız olmasaydı bugün buralarda olmazdık"(…) "Kürtler bugün her tarafta direniş içindedir. Bu direnişin baş mimarlarından gerillayı selamlıyorum"(…)"Daha düne kadar bizi inkar ettiler, çocuklarımızın kollarını kırdılar. Ve bizi öldürdüler. Kürtlerin önderi Abdullah Öcalan'nı zindana attılar. Bugünde kalkıp Nevroz'u birlikte kutlamaya çalışıyorlar. Bu ikiyüzlülüktür. Bizim barış ve kardeşlik taleplerimizi hiçbir zaman kabul etmediler. Savaşla karşılık verdiler[4]"

Konuşması sık sık 'Biji serok Apo' sloganlarıyla biten Şivan Perver bunun üzerine Kürtçe 'Xun çaven minin' (gözümsünüz), diye karşılık vererek, 'İmralı'daki Kahramanı selamlıyorum' derken, bu sözü üzerine on binlerce PKK'lı tek ses olarak Öcalan lehine sloganlar atarak destek vermiştir.

2010 yılında Kom-Kar gurubu tarafından düzenlenen Nevruz konserinde bir konuşma yapan Perver: "..İngilizce öğreniyoruz, Almanca öğreniyoruz, Türkçe'yi bülbül gibi konuşuyorlar. Türkler bizim ruhumuzu alıyor. Türkler bizimle kardeş olamıyor, olmak istemiyorlar. Ölmemizi istiyorlar. Türklerin ruhu 1930-1945'lerdeki Almanların ruhu gibi olmuş.. Türklerin ruhu da faşistleşmiş. Bunu iyi bilin. Türk hayranlığı. Türkler onları basıyor basıyor, onlar da hadi bas diyor. Ayıp ya, çok ayıp yeter artık. ... Yeter be, Allah kahretsin bu Türk dilini ya, başımızdan defedelim. ... Allah kahretsin o kardeşliği... Türklerin ne saygısı var bize be."[5]

Yine 2010 yılında Viyana'da verdiği konserde konuşan Şivan Perver yine nefretini kusmuştur: "Türkiye şu anda ateş altındadır. Baskı ve zulüm devam ediyor. Özgürlüğümüz yok. Türk-Kürt birlikte hareket edersek kurtulabiliriz. Sonra bir Anadolu Cumhuriyeti çatısı altında kardeşçe yaşayabiliriz. Türkiye'de birçok şeyin değişmesi gerekir. Bunlar gerçekleşmedikçe benim gelmem fayda etmez. Türkiye'nin beni kaldırması mümkün değil. Çünkü ben zor bir insanım, kendi gerçeklerimden vazgeçmem. Şimdilik dönmeyi düşünmüyorum." [6]

Kürt Açılımı ve Şivan Perver

Şivan Perver'in Kürt açılımı sürecinde Türkiye gündemine gelmesi Başbakan Tayyip Erdoğan'ın partisinin 11 Ağustos 2009 tarihli gurup toplantısında "Neşet Ertaş 'Gönül Dağı' dediği zaman her birimizin tüyleri ürperiyor, aynı zamanda Şivan Perver 'Halepçe', 'Hazal' dediğinde gönül dünyamızın derinliklerine dalıyoruz.." [7] diyerek malum çevrelere gönderme yapmıştır. Kürt açılımının aktörlerinin teşviki ile söylediği zannettiğimiz bu sözler Kürtçü çevrelere bir mesaj niteliğindeydi. Çünkü bu sözler Kürtçülük ve PKK çizgisinde faaliyet gösteren kesimler tarafından büyük bir kazanım olarak algılanmaktadır zira Şivan Perver söylediği şarkılar ile PKK ideolojisine yıllarca kan taşımıştır.

Başbakan, Şivan Perver'den Halepçe'yi, Hezal'ı dinlerken duygulanıyordur belki ama Şivan Perver'in Ey rakip(ey düşman), Hernepeş (ileri), Kine Em(Kimiz),Serhildan Jiyane, Berxwedan Jiyane(Başkaldırmak Yaşamaktır, Direnmek Yaşamaktır) Halaylara Özgürlük , Xorte Kurd(Kürt Genci), Ala Rengin(Renkli Bayrak) ve Peşmerge gibi şarkı ve marşları dinlendiğinde düşmanlıktan başka bir şey görünmüyor.

AKP Grup Başkan vekili Suat Kılıç da Hükümetin Şivan Perver sevdasına eleştirenlere cevap mahiyetinde "Bu ülkenin gençleri 20-30 senedir Rock'n Roll dinliyor, yani bu memleketi Michael Jackson'ın İngilizce şarkıları bölmüyor da Şivan Perver'in 3 tane Kürtçe şarkısı mı bölecek?[8]" derken, Perver'in Kürtçü, bölücü ve kışkırtıcı kimliğini perdeleme gayreti içerisinde görülüyor.

Aslında burada ilginç olan bir yandan PKK'nın silahlı unsurları ile mücadele edilirken diğer yandan ideolojik ve zihniyet boyutu açısından PKK'yı bir terör örgütü olarak tanımama eğilimidir. Bunun tezahürü de doğrudan terör örgütü ile bağlantı kurmaktan ziyade örgütün silahlı alanı dışındaki kurum ve yapılarına sağlanan destektir. Bu desteğin illaki maddi olması gerekmemekte, PKK'nın meşruluğunu sağlayacak politik-sosyal nitelikli ilişkiler ağı ile tecessüm etmektedir[9]. Olayın asıl vahameti Şivan Perver'in devletin yönetici katında gördüğü itibardır. Bu itibar kazandırma operasyonu devlete isyan etmenin karşılığının "ödül" olarak alındığı imajını doğurması bakımından son derece tehlikeli bir algılamayı ortaya koymaktadır.

Başbakan'ın Perver ile ilgili sözleri siyaseten hemen karşılığını bulmuştur zira Şivan Perver, Kürt açılımını desteklediğini bir röportajında şöyle dile getirmiştir:Bu açılıma(Kürt açılımına) katılıyorum ve hükümetin bu tutumunu destekliyorum. Gül ve Erdoğan iyi bir adım attılar. Bu açılımdan(Kürt açılımından) vazgeçilmemeli[10].

Başbakanın övücü açıklamalarının ardından AKP Diyarbakır milletvekilleri Abdurrahman Kurt ve İhsan Arslan ile Van milletvekili Gülşen Orhan'dan oluşan heyet, Almanya/Bonn'da 14.11.2009'da katıldıkları "Şivan Perver Kültür Merkezi"nin açılışı sonrasında Perver'i tekrar Türkiye'ye davet etti. Şivan Perver ise heyete şunları söyledi "Kürt sorunu çözülmeden gelemem. Halk olarak özgürlük istiyoruz. 'Kine em?' şarkısını okumama izin vermezler." [11] Aynı toplantıda AKP Van milletvekilinin Şivan'a söylediği "Kürtlüğümüzü senin şarkılarını dinleyerek tanıdık" sözleri bazıları için Şivan'ın ne ifade ettiğini ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir.

Hükümetin Şivan Perver'e yönelik operasyonunun bir başka ayağı da Kültür ve Turizm bakanı Ertuğrul Günay ile Kürt kökenli AKP milletvekillerinden Milletvekili Abdurrahman Kurt ve Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Ahmet Acet ile birlikte izledi..Konserin son bölümünde Perver'e teşekkür amacıyla Büyükelçi Acet ve Hatay Valisi ile birlikte sahneye çıkan, burada ''Memleketim'' adlı şarkıyı seslendiren koroya eşlik etmiştir, Günay ''Çok güzel bir akşam oldu. Şivan Perver ile birlikte söyledik'' derken, Perver de ''Bu memleket hepimizin, bu türküler hepimizin. Elbette söyleyeceğim'' diye konuştu. Türkiye'ye yakın bir zamanda gelip gelmeyeceği sorusuna karşılık da Perver, ''Çok yakında geleceğim'' diye yanıt verdi[12].

Aynı Ertuğrul Günay geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrasını Perver'in hizmetine sunabileceklerini de ifade etmiştir[13]. Şivan Perver'i ikna etmek fikrinden bir türlü vazgeçmeyen iktidar her türlü platformda bu talebini dile getirmiştir. Şivan Perver'in 30 Ocak 2010 tarihinde Viyana'da verdiği ve Mesut Barzani, Ahmet Türk, Sırrı Sakık gibi isimlerin de katıldığı konserde konuşan AKP'li Dengir Mir Mehmet Fırat, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Şivan Perver'in çok açık ve net olarak Türkiye'ye davet ettiğini anlattıktan sonra :
"Ben de Şivan ile görüşme fırsatı bulursam başbakanımızın bu davetini bir vatandaş ve milletvekili olarak yineleyeceğim.. İnşallah Türkiye'de de dinleme imkanına sahip oluruz. Şivan'ın bildiğim kadarıyla yasal bir engeli yok. Aldığı ceza da yok. Türkiye dışına çıktığı dönem içerisinde şartlar çok kötüydü.. Ümit ederim ki bu süreç içerisinde Türkiye'ye gelir, bizleri de mutlu eder..[14]" diyerek Hükümetin Şivan Perver sevdasını bir kez daha ortaya koymuştur.

Kürt açılımı çerçevesinde son olarak Şivan Perver ile Almanya'da görüşen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bu görüşmeden sonra "Şivan Perver'le çok güzel bir sohbet oldu. Ben kendisine Türkiye'ye gelmesini, konserler vermesini, hatta TRT Şeş'te böyle bir konserin mümkün olup olmayacağını sordum, onur duyacağını ifade etti. Şivan, Türkiye'ye dönmeyi düşündüğünü ancak bazı şartların olgunlaşmasını ve halkın bu konuyu daha iyi özümsemesini beklediğini söyledi. CD ve kasetlerinden bir takımını bana hediye etti, bir takımını da Sayın Başbakan'a verilmek üzere bana tevdi ettiler. Kucaklaştık. Birlikte çayımızı içtik, sohbetimizi yaptık ve ayrıldık. Şivan'ın Avrupa'da iyi bir orkestra ile vermeyi planladığı prestijli bir konserin maddi imkânlarını TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ile görüşeceğim. Bu konser, arkasından Şivan'ı Türkiye'de görmek gibi bir güzelliğe de vesile olabilir.[15]" diyerek memnuniyetini dile getirmiştir.

Şivan Perver'in Türkülerinden Bir Demet

Türk toplumuna yutturulmaya çalışılan Şivan Perver'in söylediği bazı şarkıların Türkçe çevirisini vermekte fayda görmekteyiz. Zira bu şarkı sözleri onun gerçek yüzünü gözler önüne sermektedir.

* Ey Rakip (Ey düşman)

İran topraklarında 1946'da kurulup 11 ay sonra yıkılan Mahabad Kürt Cumhuriyeti için Hozan Dildar tarafından yazılan marştır. Bugün Irak'taki sözde Kürdistan Federal Yönetimi'nin milli marşıdır. Sözlerinin Türkçesi şöyledir.

"Dinle düşman, Kürt halkı hala yaşıyor 
Top ateşinden ve felaketlerden hiç yılmayacak. 
Kürt gençliği aslan gibi şahlanıyor, 
Sarsılmaz cesaretiyle, 
Hayat tacını kanıyla kazanıyor. 
Kim söyleyebilir Kürdün yok olduğunu 
Kürt yaşıyor, bayrağı yeniden dalgalanacak. 
Biz ki, Medler'in ve Keyhüsrev'in çocuklarıyız.. 
Kürdistan'dır daima inancımız ve kanunumuz 
Devrim çocuklarıyız kızıl renkle kutsandık. 
Korkmuyor musun ey düşman, kanlı geçmişinizden 
Kürt gençliği daima kurban vermeye hazır. 
Ölüme hazır, ölüme hazır, ölüme hazır."

*Hernepeş (İleri)


PKK'lılar tarafından sözde "milli marş" olarak kabul edilen bu şarkı yüzünden kaç gencin canı yanmıştır, kaç genç dağa çıkmıştır bölgede yaşayanlar iyi bilirler. 

Kürt gençlerini kızlar üzerinden dolduruşa getirerek dağa çağıran bu sözde milli marşın bir kısmının Türkçesi de şöyledir:

"Güzel Kürt kardeşlerim gelin
Ülkemizin ardına gidelim
Eğer siz gelmezseniz biz kızlar yeteriz
Haydi ileri, gün bizim günümüz
Ülkemizde mücadele bizi bekliyor
Yeni kuşağın genç kızları biz de çalışmak istiyoruz
Biz bu genç canımızı ülkemizin yoluna koyduk
Yüreklerimiz çelikleşti artık
Haydi kızıl bayrak için hep beraber gidelim…"

*Serhildan Jiyane Berxwedan Jiyane(İsyan Yaşamdır, Direniş Yaşamdır)

Bu şarkının da Türkçe sözlerine bakınca kime karşı direnişten, kime karşı isyandan, nerenin dağlarından bahsettiğini ve Kürdistan özlemi içerisinde nasıl 
yanıp tutuştuğunu çok daha iyi anlıyoruz.

"Dağların tepelerinde isyan hey
Zindanlarda direniş
Delikanlıların sesi güzel geliyor bana
Kızların sesi güzel
İsyan, direniş… 
İsyan yaşamdır
Direniş yaşamdır
..

Durmak fayda getirmez
Onu geliştirmek bizim amacımızdır
Kürdistan bizi bekliyor
Onun gözleri bizi çağırıyor
İsyan, direniş… 
İsyan yaşamdır
Direniş yaşamdır"

* Hevale Bargiran im(Yükü ağırın arkadaşıyım)

Şivan Perver bu şarkısında dağlarda çatışan PKK'lılara desteklerini bildiriyor. Çünkü PKK literatüründe PKK'lı teröristlerine hitap edilme şeklidir. 
Perver, PKK yandaşlarına da kaygılanmayın ben yanınızdayım diyor ve Türkiye'nin "Kürdistan"ı sömürdüğünü ifade ediyor.

"Yükü ağırın arkadaşıyım, Yükü ağırın arkadaşıyım
Savaşçının arkadaşıyım, Savaşçının arkadaşıyım,
Esaret altındaki halkın ozanıyım, Kürdistanın ozanıyım, Kürdistan'ın sesiyim
Kaygılanmayın Kürdistan'ın eli koluyum.."

*Kine Em( Kimiz Biz)

Perver'in "Türkiye'ye gelirsem, bana söyletmezler" dediği şarkı. Kürtçülere destek vermeyen Kürtlerin de hedef alındığı şarkının bir bölümünde şunlar 
söylenmekte:

"Kürdistan perişan
Tutsak olmuş Kürtler
Zulmün, zorbalığın ve tutsaklığın uykusuna dalmışlar
İnsanlık nedir bilmiyor düşman
Saldırın ve ele geçirin!
Boyunlarını kırın bu pis mundarların!
İçimizden kovun bunları
Yaşasın Kürdistan! Kahrolsun köleciler!.."

*Mıhemmedo

Trt6'nın Açılışında da söylenen şarkı askerlerce öldürülen bir teröriste yazılan ağıttır aslında.

"Loy loy, Mehmet arkadaş (yoldaş),
Mehmet'in bedeni dağların zirvesindeki zirvedir anacığım,
Sevgilimin bedeni dağların zirvesindeki simgedir,
Hey ateş düşsün bu Romilerin (Türklerin) evine,
Mehmet'in bedenine darbe vurdular bu kurnaz tilkiler,
Diyorlar ki, Romi (Türk) askerleri Mehmet'in yolunu kesmiş.
Haber verelim Diyarbakır'a ve Siverek'e,
Mehmetimizin intikamını alsınlar,
Gençlerin elindeki gülsün, mendilsin,
Düşmanın gözüne girecek mıhsın…"

* Ez Xore Kurdım (Ben Kürt Genciyim)

Kürt gençlerin kanına nasıl girdiği ve onları dağlara nasıl sürdüğünün kanıtı olması bakımından aşağıdaki sözler oldukça önemlidir:

"Ben Kürt genciyim çok anlı şanlı
Almışım topu ve tüfeği
Ben savaşa ve cenge gideceğim
Eğer ben dönmezsem anne sen ağlama...
Senin ve benim annem Kürdistandır
Biz kendimizi kurtaralım el altından
Eğer dönmezsek bu bizim için şandır
Eğer ben şehid olursam anne sen ağlama"

*Keçe Kurdan( Kürt Kızı)
Ala Rengin (Renkli Bayrak)

Şivan Perver'e ait bu şarkı, Aynur Doğan'ın "Keça Kurdan" adı ile 2004'te çıkardığı kasette yer aldığından dolayı, kaset 26 Şubat 2005 tarihinde Diyarbakır 

6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından; "Kürt kızlarının savaşmaya davet edildiği, yasadışı silahlı örgüt propagandasının yapıldığı" gerekçesiyle toplatılmış 
ve yasaklanmıştır.

"Kızlar, istiyoruz ki bizimle görüşmeye gelin
Kızlar, istiyoruz ki bizimle savaşa gelin,
Hey hey biz Kürt kızlarıyız,
Savaşta arslanız, mertlerin umuduyuz,

Hey hey biz Kürtlerin gülleriyiz, 
Başkaldırının setiyiz, 
Kürt kızı, kaldır başını! 
Hani vatan, hani özgürlük?
Hani biz yetimlerin anası?"

Sarı Kırmızı Yeşil renklerden oluşan sözde Kürt bayrağına methiyeler düzen Perver bakın neler söylüyor:

"Kutsal ve renkli bayrağım, alıp yürüyeceğim seni

Gençlerin omzundasın, ortanda parlak güneş

Üç renkli bayraksın sen, savaşın sembolüsün sen
Ey Kürt Gençleri! Selamlayın bayrağı

Bu gün kucakladık, gün gelecek yücelteceğiz seni
Kutlu bir günde çizgilerinle süsleyeceksin çatıları, bahçeleri
Yeşil, kırmızı ve sarısın, zaferin işaretisin

Ey Kürt Gençleri selamlayın onu.."

Bu şarkıda gelecekteki "bir günden" ve bu güne bayrağın katacağı neşeden, sevinçten bahsedilmiştir. Bugünden kastın bağımsız bir Kürt Devleti'nin  kurulacağı gün olduğu aşikârdır.

Şarkıyı propaganda hale getiren hitap ettiği kitledir. Şarkı, siyasal, coğrafi herhangi bir sınır taşımadan bütün Kürtlere hitap etmektedir. 

Yani Türkiye başta olmak üzere İran, Irak ve Suriye'de yaşayan Kürtler, bir sembol olan bayrak altında bağımsız bir devlet kurmaya ve bu şekilde yaşamak 
için mücadele etmeye teşvik edilmekte, özendirilmektedir.

Sonuç

Kürt açılımı çerçevesinde Şivan Perver üzerinden yürütülen operasyon ile aslında PKK'nın değirmenine su taşınmaktadır. Şivan Perver'i muhatap almak, 

ona itibar kazandırmak PKK'ya karşı yürütülen mücadelede PKK tabanına moral depolamaktadır. Zira Şivan Perver PKK tabanında, yıllarca Kürtçülük yapmış, 

gençlerin dağa çıkmasında etkili olmuş, onlara umut taşımış bir simgedir. Hükümet de bu simge üzerinde siyasi rant hesapları yapmakta ve bu uğurda 

PKK ideolojisine itibar kazandırmaktadır.

Şivan Perver birilerinin iddia ettiği gibi bir "sanatçı", "kültür adamı" değil; aksine söylediği şarkılar ile "bağımsız-birleşik Kürdistan" hayalinin ideolojik alt 

yapısını tesis etmek misyonu üstlenmiş siyasi bir figürdür. Örneklerini verdiğimiz şarkıların sözlerinde ve manalarında Onun bu yolda ne kadar etkili bir çaba yürüttüğü apaçık ortaya çıkmaktadır.


[1]http://www.mikailaslan.net/ , 06.01.2007

[2] Terörist başı Abdullah Öcalan'ı öven sözleri için bakınız. http://www.youtube.com/watch?v=mKQbIFHUhBQ&feature=related

[3] 18 Şubat 2005, Özgür Politika'ya verdiği röportaj.

[4] "Şivan Perwer: İmralı'daki kahramanı selamlıyorum" ANF, 21 Mart 2009

[5] Vatan, "Allah Kahretsin Türklerin Ruhunu" 21.2.2011

[6] Rojev, 01.02.2010'den aktaran Odatv.com,10.02.2010

[7] http://www.akparti.org.tr/ak-parti-genel-baskani-ve-basbakan-erdoganin-ak-parti-tbmm-_6300.html

[8] "Bu memleketi Rock'n Roll bölmedi, Şivan Perver'in şarkıları mı bölecek?", Anadolu Ajansı, 20.02.2010

[9] İkbal Vurucu, "Terörizm Karşısındaki Zaafiyete Bir Örnek: Şivan Perver Olayı", www.21yyte.org, 25.02.2011

[10]Taraf, "Şivan Perver: Devlet Türkleri de Asimile Etti" ,14.09.2009

[11]Fırat Haber Ajansı, "Şiwan Perwer: Sorun çözülmeden Türkiye'ye gitmem", 16.11.2009

[12]Anadolu Ajansı, "Ertuğrul Günay Şivan Perver ile 'Memleketim'i Söyledi", 11.03.2010

[13] İnternethaber.com, "Kültür Bakanı Günay Şivan Perver isterse Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı görevlendireceklerini söyledi" 24 Şubat 2011

[14]Milliyet, "Şivan Perver: Türkiye şu an beni kaldıramaz", 31 Ocak 2010



[15]Odatv.com, "Şivan Perver mi değişti, Bülent Arınç mı?", 10.02.2011

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/akpnin-sivan-perver-sevdasi

***

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-4

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-4

Yazan  
İkbal Vurucu
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.


17 Ocak 2010

Kürt Açılımı sürecinde Türk kimliği, Kürt kimliğine kıyasla çok fazla belirsizliğe sahiptir veya bilinçli bir şekilde tartışma dışı bırakılmaktadır.
Oysa, Türkiye'nin geleceğinde ve "daha çok demokratikleşme" sürecinde Kürt kimliğinin alacağı siyasal konum "Kürt Sorunu" çerçevesinde yoğun bir şekilde müzakere edilirken[1] "Kürt Sorunu" ile diyalektik bir yapı arz eden Türk kimliğinin siyasal boyutu göz ardı edilmektedir. Bu tartışmalarda dikkat çeken Kürt Açılımının "Kürt Sorunu" aksiyomundan hareketle içeriği doldurulmaya, bilimsel temelleri inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bütün bu sorun alanları ise Türk kimliğinin devlet ve kültür yaşamından ne ölçüde geri çekileceği ve yerinin yeni kimliklerle dolduracağı sorunu ile birlikte at başı gitmektedir. Belli bir amacı ve gelecek tasavvuru içeren bu açılımın vatandaşlık ve anayasal düzlemde Türk, Türklük, Türk millet ile ilgili tartışmaları Kürt kimliği lehine Türk kimliği aleyhine bir gelişme gösterdiği görülmektedir. Bu hassasiyet sahiplerine sert eleştiriler yöneltilse de bu yönde bir durum kabul edilmeme gibi bir eğilim göze çarpmaktadır. Bir kuruntu, saplantı, Sevr paranoyası, ırkçılık gibi ithamlar muhatabına yöneltilmektedir. En üst düzeyde, 36 etnik gruptan bahsedilirken Türklüğü de bu grupların içinden bir grup olarak anılması ve etnik grup düzeyinde değerlendirilmesi Açılımın yaratıcısı kadro ile Türk kimliği arasında ciddi bir sorun olduğunu aşikâr kılmaktadır. Bu eksende Türkiyelilik veya anayasal vatandaşlığın Türklük yerine ikame edilecek kimlik olarak tasavvuru bir sorun alanı olarak Türk kimliğini Sosyo-politik bir gerçeklik zeminine oturtmaktadır.

Türk kimliğinin alacağı konum hakkındaki algının ve bunun yarattığı rahatsızlığın dışavurumu olan tartışmaların, bizzat Kürt Açılımının uygulayıcısı olan hükümet partisine mensup vekiller içerisinde de görülmesi özel bir anlam içerir. Bu durum Türklük konusunda bir sorun olduğu gerçeğinin artık yadsınamayacağı anlamına gelir. Açıkça ifade edilmekten kaçınılsa da Türk kimliğinin mevcut konumu ve geleceği açısından durum olumlu bir yöne doğru gitmemektedir. Türkiye devletinin Türk karakterinin silinmesi ölçüsünde demokratikleşmenin gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir. Türklüğün başta anayasa olmak üzere devletin kurucu kimlik olma özelliğinden çıkarılmasının demokratikleşmenin ön koşulu olarak belirlenmesi bu gerekçenin meşrulaştırım referanslarının müphemliği ile sekteye uğramaktadır. Birleşmiş Milletlere üye hiçbir devlet kendini milli kimliklerden soyutlamış değildir. Zaten bu durum "Devlet" olgusu ile de örtüşmemektedir. Bu noktada "Bize özgü bir çözüm" söylemi, Türklüğün işlevsizleştirilmesiyle demokratikleşmenin ancak mümkün olduğu yönündeki yaklaşımın doğrulanması olarak okunabilir. Böylece bu uygulama AB gibi referans olan ülkelerin tecrübe ve mevcut yapılarının göz ardı edilmesini mümkün kılmaktadır.

Hükümetin önde gelen milletvekillerinin de Türk kimliğinin Kürt Açılımının neresinde olduğu yönündeki kaygılarını dile getirmeleri sorunu salt muhalefetin, ırkçıların, şovenistlerin bir sorunu olmaktan çıkarmaktadır. Reha Çamuroğlu'nun görüşleri bu konu da kayda geçmelidir. Ona göre, Başeskioğlu'nun İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a yönelik eleştirileri çok önemlidir. Sayın Başeskioğlu, 'Neden Türk sözcüğünü ağzınıza almıyorsunuz?' diye sormaktadır. Çamuroğlu, "Bu memlekette Çerkes, Abhaza, Boşnak, Laz; birçok etnik unsur var. Ancak tek bir millet var: Türk milleti. Sayın İçişleri Bakanı bunu hiç telaffuz etmeyecek, öyle mi? Bu, bizimle dalga geçmektir. Türklük bir etnik unsur değil bir ulusun adıdır. Bunu idrak etmeden ilerleme katedilemez. Bunun bedeli ağır olur. Millet devletin meşruiyetini sorgulamaya başlar. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok,"[2] demektedir. Görüldüğü gibi Türk kimliğinin gelecekte tasavvur edilen konumuyla ilgili kaygılar ortaktır.

Bununla birlikte, AKP milletvekili Ayşenur Bahçekapılı ise Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide, Anayasanın ne zaman değişeceği konusunda ki soruya "Bir tarih veremem ama demokratik açılım konusunda atılan her adım bizi anayasa değişikliğine daha çok yaklaştırıyor. Demokratik açılım başarılı olursa anayasa değişir. Çünkü demokratik açılım anayasa değişikliğini kapsıyor. Demokratik açılımı kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşünürsek, demokratik açılımın uzun vadede anayasa değişikliğiyle sonuçlanması gerekiyor. Zaten anayasa değişikliği olmadan demokratik açılım yapılamaz ki…" demektedir. Düzel'in "Neler değişecek Anayasa'da?", sorusuna "… kurumların temizlenmesi, haklar ve özgürlüklerle ilgili sınırlamaların azaltılması, hayatın sivilleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım" diyecek. İşte bu, sorunu çözer. Zaten Kürt vatandaşların da üniter yapıyla, tek bayrakla ve resmî dilin Türkçe olmasıyla ilgili bir itirazı yok," diye cevap vermektedir. Arkasında Düzel, başka bir önemli soru sorar: "Vatandaşlıktaki 'Türklük' tanımı kalkacak öyle mi?", cevap gayet açık ve nettir: "Tabii. Yoksa demokratikleşmeyi yapamazsınız," bu cevabı tamamlayan soru ve cevap ise şu: "Anayasa değişikliği için hazırlıklar var mı?", "Şu anda her alanda çalışmalar var. Mesela yargı reformu hazırlanıyor. Kültürel hakların tanınması konusunda çalışmalar yapılıyor. Bunlarla, toplumun kendisini özgürce ifade etmesi amaçlanıyor. Bütün bunlar, anayasa değişikliği için birer hazırlıktır."[3]

Kürt Açılımıyla Türkiye devletinin Türk karakterine resmi düzeyde dil ile ikrar edilmemiş bir mücadele sürdürüldüğü görülmektedir. Bazı önemli sorunların tespiti ve anlaşılmasında önemsiz gibi görülen ve arka planda kalan olay ve olgular önemli rol oynar. Başka bir deyişle, kimi zaman önemsiz gibi addedilen şeyler büyük olayların anlaşılmasına en büyük katkıyı sağlar. Kürt açılımını da bu zeminde değerlendirmek gerekir. Başbakan dahil bakanların ve açılımı "halka anlatmakla"görevli vekillerin açılımı hep muhalefeti eleştirmekle sınırlamaları; bazı bakanların Kürt Açılımını anlatacağı topluluk önünde ilgili notları bulamayınca kürsüden inmesi gibi eylem biçimleri zihinsel arka planın çözümlenmesinde işlevseldir. Konunun başka bir veçhesi de şudur: Açılımda Kürtlüğü anlatanlar hep açık açık dillendiriliyor fakat sıra Türklüğe gelince muhalefeti eleştirmekle sınırlamak aslında "Türk Milleti"nden gizlenen gerçeği ifade eder.

23-12-09

[1] Zaman Gazetesinin "Yorum" sayfası, Star Gazetesinin "Açık Görüş" eki, Radikal Gazetesinin "Radikal 2" ve "Tartışı-Yorum" ek ve bölümleri ile Yeni Şafak Gazetesinin "Yorum" sayfası Kürt Sorunu konulu araştırma ve yorumların en istikrarlı ve yoğun olarak sürdürüldüğü yerlerdir. Kayda geçmesi gereken önemli bir nokta da Radikal Gazetesi dışındaki gazetelerin "İslamcı-Muhafazakar" yayın organları olarak bilinmesidir. Ve bu yayın organlarında "Kürt Sorunu" tanım ve aksiyomundan hareketle Kürtçü bir perspektifte yazılar yoğun olarak yer almaktadır. Bu durumda bize göstermektedir ki, İslamcı-Muhafazakar kesimin düşünsel kısırlık içindeki aydınları rollerini yani kendi entelektüeller fikri üretimlerini Marksist ve Liberal seçkinlere devretmişlerdir.

[2] "AKP'de açılım çatlağıhttp://www.aksam.com.tr/2009/11/25/haber/3993/siyaset/haber.html.",

[3] Ayşenur Bahçekapılı: 'Başbakan hayatını riske atıyor', Neşe Düzel'in söyleşisi, Taraf Gazetesi, 30.11.2009


https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi-4


***

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-3

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-3

Yazan  
İkbal Vurucu*
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.
12 Ocak 2010


Kürt açılımını, bundan daha önce başlayan Alevi Açılımı gibi çalışmalardan ayıran en temel özelliği, her iki açılıma karşı farklı toplumsal gruplar tarafından geliştirilen değişik tepki ve sert muhalefet biçiminde yatar.
Her iki açılıma karşı, toplumun önemli aktörlerince birbirine karşıt iki davranış biçimi geliştirilmiştir. Peki bu tepkilere neden olan uyum, destek, çatışma ve uzlaşmazlık kaynakları nelerdir? Kürt Açılımı adıyla ortaya çıkan çalışma başta Türk milliyetçileri olmak üzere toplumdan beklenmeyen bir tepkinin doğmasına sebep olmuş ve bir anda Kürt açılımını sekteye uğratmıştır. Sorduğumuz sualin cevabı çok basittir. Türkiye Devletinin egemenlik paylaşımı ve bunun tezahürü olan görüntüler, eylemler ve uygulamalardır. Başka bir deyişle Türk devletinin kurucu irade veya kimliğinin varlığına son verme girişimidir. Etnik mahiyette Kürt sorunu ve bunun ötesinde 36 etnik grubun her birinin etnik sorunları çerçevesinde Açılımın amaçları içerisinde değerlendirilmiştir. Sorunlara etnik temelde bir teşhisin konulması, geliştirilen direnç noktalarının da sert olmasını beraberinde getirmiştir.

Fakat, devletin Türk karakteri veya başka bir deyişle Türk kimliğinin tasfiye edilmesi durumu açık ve aşikar olarak dillendirilmemiş ve gelen tepkiler üzerine "terörün yok edilmesi" ve "daha çok demokrasi" olarak Kürt açılımının gerekçesi formüle edilmiştir. Bu iki gerekçe üzerinde halk nezdinde bir meşrulaştırma girişiminde bulunulmuştur. Bu meşrulaştırmanın toplumsal ayağını mümkün kılmak için KİA, STÖ, düşünce kuruluşları (SETA, USAK vb.), sendikalar, üniversiteler gibi toplumsal aktörler bilfiil devreye sokulmuştur.

Alevi Açılımına harcanmayan propaganda, mesai, güç ve enerjinin Kürt açılımı için seferber edilmesi düşündürücüdür. Bununla birlikte gayet meşru olan söz konusu iki gerekçenin niye bu kadar sert bir muhalefet ve tepkiyle karşılanmış olduğu ve son kertede sokak çatışmalarına kadar varan olaylara kaynaklık etmesi, amacın ifade edilenden ve görünür kılınandan çok farklı bir boyutu olduğu şeklinde okunabilir. İktidar Kürt açılımında, açıkça ifade edilen ve dolaylı yollardan ifade edilebilen olmak üzere iki yol izlemiştir. İktidar hegemonyasının sağlanması işlevini üstlenen yukarda ki toplumsal aktörler, hükümetin doğrudan ve dolaylı olarak Kürt açılımını içeriklendirme gibi bir misyonu da üstlenmişlerdir. Bizim açımızdan önemli olan da bu stratejik ortak aklı hükümet için üreten erklerin "Kürt Sorunu" üzerinde sağladıkları oydaşmadır. "Kürt sorunu" tanımlamasının neye karşılık geldiği ise açık ve net olarak bu aktörlerce yazılmaktadır. Kürt sorununun ne olduğunun bilinmesi Kürt açılımının da ne olduğunun bilinmesini sağlayacaktır.

Kürt açılımının aktörlerinin sadece başbakan ve koordinatör bakanın sözleri ile asla sınırlandırılamayacağını daha önce belirtmiştik. Çünkü bu açılım çok geniş bir konsepte işlev gören aktörlere sahiptir. Bu noktadan hareketle açılımın her bir boyutu kendi sahasında aktörlerin etkin mesaisini gerektirmektedir. Kürt açılımının toplumsal meşrulaştırımının sağlanması ve toplum tarafından hazmedilmesi sürecinde ki hegemonya kurma mekanizmasının önemli bir ayağını oluşturan KİA, STÖ, düşünce kuruluşlarından içerik konusunda siyasi kanadın aksine net bilgiler alabilmekteyiz.

Bu noktada özellikle Kürt açılımının önde gelen destekçilerinden ve bünyesinde bulundurduğu STÖ, KİA vb. yapılarla önemli bir güç olan kozmopolit dini bir cemaatin yayın organı Zaman gazetesinde, Kürtçü liberal teorisyenlerden Prof. Dr. Levent Köker önemli tespitlerde bulunmakta ve açılımın içeriklendirilmesinde ciddi katkıları olanların başında gelmektedir. "Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", isimli makalesinde, "Kürt sorunu, Kürt kimliğinin tanınması sorunudur ve bu bağlamda bir çağdaş insan hakları ve demokrasi sorunu olarak karşımızda durmaktadır" tespitinde bulunur ve sorunun bu niteliğinin ise, "dünya üzerindeki pek çok benzer örnekte olduğu gibi, 'milliyetçi' bir ideolojinin ve buna bağlı olarak 'bağımsızlıkçı' bir siyasetin şiddete müracaat ederek kendisini ifade edişine de yol açmıştır" demektedir. Özetle, diyor Köker, "akl-ı selim sahiplerince tekrar tekrar vurgulandığı gibi, bir Kürt milliyetçiliğinin ve buna bağlanabilecek olan PKK gerçeğinin varlığına rağmen, Kürt sorunu, bu boyutları da içine alan daha geniş ve kapsamlı bir sorun olarak Kürt kimliğinin tanınması sorunudur."[1]

Kimliğin tanınması sosyolojik ve siyasî bazı sorun alanları doğurur. Resmi ağızlardan 36 etnik grubun varlığının telaffuz edildiği ve her birinin etnik sorunları olduğu ön kabulüne dayanıldığında kimliğin tanınmasının sadece Kürtlerle sınırlandırılması durumunda diğer etnik grupların durumunun ne olacağı sorununda olduğu gibi. Konu doğrudan üniter ve milli devletin meşruiyet temellerinin sorgulanmasıdır. Sorun, milletin iktidara nasıl daha fazla katılımının sağlanması gibi bir sorgulama değil aksine bizzat varoluşunun müzakere edilmesidir. Her yurttaşın eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğu, bu yurttaşlar bütünün "Türk milletini" teşkil ettiğini anayasa da açıkça belirtilmesine rağmen birey-yurttaşlığın yerine etnik, dini, mezhepsel temelde bir yurttaşlık kurumunun ikame edilmek istenmesi doğrudan devletin bu üniter-milli karakterinin tasfiyesi anlamını taşır.

Egemenliğin paylaşılmasının siyasal dilde anlamı devletin egemenlik alanlarının etnik temelde yeniden tanzim edilmesidir. Başbakanın ABD gezisinde açıkça ifade ettiği açılımın "hazmettire hazmettire yürütüleceği" yönündeki yöntem tanımlaması konunun önemi ve hangi zorluklara müteallik olduğunun bir göstergesi durumundadır. Kürt açılımının sadece bu yönteminin bile ne anlama geldiğinin ortaya konulması sorunun sanıldığından da ciddi boyutlarda bir "varoluş" boyutunu gösterir. Çünkü "daha çok demokrasi" ve "terörün bitirilmesi" gerekçelerinin "hazmettire hazmettire" kabul ettirilecek bir boyutu söz konusu değildir.

20-12-2009


[*] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.

[1] Levent KÖKER, "'Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", Zaman Gazetesi, 21 Kasım 2009.

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi-3

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-2

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ-2

Yazan  
İkbal Vurucu *
* 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı
 04 Ocak 2010


Kürt Açılımında Türk kimliğinin konumu ve algılanış biçiminin ortaya konulması, işletilen sürecin görünen ve görünmeyen boyutlarının anlaşılmasında büyük önem arz eder.

Zihniyet çözümlemesi için Kürt Açılımı edimcilerinin kendilerini ifade ettikleri kavram ve sözlerin içeriklerinin ifşa edilmesi, eylemlerin ortaya çıkışının kaynağı olan anlam dünyasının anlaşılmasında anahtar rolü vardır. Bir bütün olarak bu düşünme ve konuşma edimlerinin anlamlarının ortaya konulması algılama, eylem, bilişsel evrenin birbirine bağımlı bütüncül yapısı sebebiyle, konuyu mümkün olan en iyi anlama yöntemlerinin başında gelir. Böylece bireyin gözlemlenebilir davranış örüntüsünün kaynağı ve amacı da belirlenebilir. Bu açıklama ekseninde "millet" ve "Türk" kavramlarının algılanış biçiminin bilinmesi konumuzun anlaşılması ve Türk kimliğinin Kürt Açılımı sürecindeki gerçek konumunu belirlememize yardımcı olacaktır.

Son dönemlerde vurucu ve akıcı üslubuyla kimlik konularında önemli metinler üreten Prof. Dr. İskender Öksüz, milli görüş geleneğinin "Millet" kavrayışını şöyle ifade eder: "… Biraz Vahabi, biraz İhvan-ı Müslim ilhamlı bizim 'Millî Görüş', başlangıçtan beri 'milliyet' kavramından sıkıntılıdır. Bir kere İhvanı Müslim, tıpkı Komünizm gibi enternasyonalistlik iddiasındadır. ... Peki, millet bunların neresinde? Bu onlar için zor bir sorudur. En değişmeyen, fakat o derece de takiye içeren tutum, Sayın Necmettin Erbakan Hocamızınki: Hoca o latif sesiyle, her 'milletimiz' dediğinde, Osmanlı'nın millet sistemindeki milleti kasteder. O anlamı bilmeyenler bunu fark etmeyeceklerinden ve Hoca da bunun pek alâ farkında bulunduğundan, ifade ustalıklı bir takiyedir. Eski Osmanlı'da 'millet', ümmet, hatta mezhep ifade eden bir kelimedir. 'Ortodoks Milleti', 'Yahudi Milleti' gibi. Bu milletin, bildiğimiz milletle bir ilgisi yoktur tabiî..." devamında şöyle der: "Muhterem hocamızın, 'milliyetçilik' dendiği anda 'biz ırkçılığa karşıyız' tepkisini vermesi bundandır. 'Millî görüş' katiyen 'milliyetçi görüş' değildir." Öksüz'ün, Milli Görüş ve büyük ölçüde kozmopolit İslamcıların kavramlar setindeki bu ince ayrıntıya dikkat çekmesi kayda geçmelidir.

Her terim kavram değildir. Kavramlaştırma terimin anlamlaştırılması sürecini tanımlar. Millet teriminin kullanımı toplumun genel algılayışında Türk, Arap, İngiliz vb. bir toplumu anlatmak içindir. Bu anlamın dışındaki kullanım yani terimin araçsallaştırılmasında genel kitlenin verdiği "anlamın" biçimsel ifadesine bir atıf söz konusudur. "Hangi millettensin?" sorusu, genel olarak "Türk" diye verilen bir cevap içerir. Fakat milli görüşün zihniyet dünyasını içselleştiren bireyler "millet"i farklı bir anlamda kullanmaktadır. Sorun da bu zümrenin kullanışı ile genel kabulü arasındaki bağın bilinçli bir şekilde ters yüz edilmesindedir. Özellikle politik uygulamalardaki çelişkilerin ve çatışmaların ana kaynağı budur.

Türk olarak kavramlaştırılan milletin devlet felsefesi ve siyasal yapısından dışlanma sürecinde, asla kullanımı ihmal edilmeyen "millet" teriminin genelin tepkisini engelleme gibi bir işlevi de vardır. Bunun yanında asıl kullanım biçiminin asla ve kat'a "Türk-dışı" bir kullanıma sahip olmayacağı inancını da besler. Bir noktayı da vurgulamalıyız ki, Kürt Açılımını başlatan kozmopolit İslamcı aktörler ile Açılımı geliştiren ve içeriklendiren 2. Cumhuriyetçi liberal seçkinlerin sosyolojik ve siyasi-hukuki olarak millet kavramını kullanışları da birbirleriyle uyuşmaz. Kozmopolit İslamcılar belirttiğimiz anlamda "millet"i kodlarken, liberal aydınlar "millet" gibi kolektif bir varlığın gerçekliğini reddederler. Aynı kavram karşısındaki bu farklı duruşlar Türk kimliği karşıtlığında birleşmektedir. Terimin bu farklı anlamlarda kullanımı, Kürt Açılımının toplumsal meşruiyetinin sağlanması sürecini işleten mekanizmalar tarafından titiz bir biçimde kullanıma sokulmaktadır. Bu farklı ideolojik kümeye mensup aydınları "millet" kavramının kullanımında birleştiren husus Türk kimliğini dışlayan söz konusu bu müphemleştirilen yapısıdır.

Millet teriminin modern kullanımı ve toplum tarafında algılanan vasfı ise açık ve net biçimde "Türk"tür. Türk kavramının kullanımda ise iki veçhe vardır. 1- siyasi-hukuki kullanımı, 2- sosyolojik ve tarihsel kullanımı. Bu kullanım formu evrensel karakterlidir. BM üyesi bütün devletlerde geçerlidir. Milletin siyasi-hukuki vasfı genellikle olması gereken ve aynı devlet bünyesindeki vatandaşların "eşit" hak ve hukuk ve sorumluluklara sahip olmasını zorunlu kılar. Milli devlet bu zorunluluğun normatif kaynağıdır. Hukuk devleti gibi ana vasfı ise bu eşitliğin teminatıdır. Tarihsel-sosyolojik vasfı ise Türk kavramının ilk kullanışından buyana gelişen süreçte teşekkül eden bir olgu olarak müşterek dil, tarih kavrayışı, kültürel kodlar, din, gelenek gibi vasıflarıyla tecessüm eden toplumdur. "Türk" hem tarihsel temelli etno-kültürel bir olguyu ifade ederken hem de vatandaşlık zemininde siyasi-hukuki bir olguyu karşılar. Bu durum bir paradoks değildir. Zorunlu bir diyalektik yapı içerir. Çünkü her devletin bir kurucu "asabiyesi" vardır.

İkinci anlamda "Türk" tek bir sosyolojik bütünlüğü kapsarken birinci anlamda pek çok sosyolojik gerçeklikleri kapsayarak devlet olma düzeyinde bir bütün olmayı gösterir. Başka bir ifade ile millet farklı kültürel ve etnik yapılanmaların üstünde bir kültürel oluşumun göstergesidir. Etnisite ise milletin oluşturucu kanallarından biri hüviyetindedir. Ve dar bir cemaat dayanışması, grup yapısı mevcuttur. Sık kullanılan bir tanımlamayla etnisite bir "dil cemaatidir". Her millet bir etnik töze sahipken her etnisite millet değildir. Bu iki kavram arasındaki ayırt edici bir başka düzey siyasallık durumudur. Millet mevcut konumunu kültürel olgunlaşmışlık seviyesine bağlı olarak devleti gerçekleştirirken etnisitede bu seviye söz konusu değildir.

Kürt açılımı tartışmalarında da sorunun vurucu noktası burada yatmaktadır. Bilinçli olarak devletin eşit, özgür, hak ve sorumluluklara sahip birey yurttaşlardan müteşekkil olduğu gerçeği göz ardı edilerek sosyolojik Türk varlığının hukuki devlet karakteri üzerinden tasfiye edilmek istenmesidir. Yani, devlete adını ve rengini veren sosyolojik Türk kaynağının bu işlevine son verilme çabası gözlenmektedir. Türk kavramının bireysel algılanışı, devlet kurucu vasfı, eğitim gibi devletin temel kurumlarındaki müfredatı belirleyen ana konumu yani devletin varlık koşulu olan sosyolojik-kültürel zemininin en başat tartışma konusu olması Kürt açılımında Türk kimliğinin konumunun ne olacağını da belirleyecektir. Açılımın somut uygulamaları bize Türk kültürü, tarihi, dili ekseninde devlet renginin etkinlik sahasının daraltıldığı, işlevsizleştirildiğini göstermektedir.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


ALINTI;

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi-2



***

KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ. 1


KÜRT AÇILIMI VE TÜRK KİMLİĞİ. 1

Yazan  
İkbal Vurucu*  
04 Şubat 2010
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi.,
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.


Kürt Açılımının en sorunlu alanı, Türk kimliğinin bu açılımın neresinde olduğu sualinin cevabında yatar.

Kürt sorunu "bilimcileri"nin bu suale verdikleri cevap açık ve net bir şekilde, Türk kimliğinin ve Türkiye devletinin kurucu vasfının yok edilmesi ve bu kimlik işlevinin sınırlarının daraltılması anlamına gelir.Peki, bu ne demektir? Kürt açılımının görünen veya gösterilen boyutu hep terör bağlantılıdır. Çünkü, açılımın meşrulaştırılması ve halk tarafından kabulü bu zeminde mümkün görülmektedir. Fakat, ortaya çıkan tartışmalardan da gözlemlediğimiz gibi, Kürt açılımı esas olarak görülen, duyulan, orada var olan boyutunun dışındaki yani sahnenin arkasındaki işlevi ve amacı ile gerçek anlamını kazanmaktadır. Göz önünden sürekli kaçırılan bu boyutların ifşa edilmesi Kürt açılımının taşıdığı önemin, niteliğinin, amacının ve hedefinin bütün yönleriyle ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır. Aslında halk sağduyusunun da hissettiği bir tehlikenin varlığı yoğun olarak Kürt açılımında tecessüm etmektedir. Hükümetin Alevi açılımını çok daha önce başlatmış olmasına rağmen hiçbir muhalefetle karşılaşılmaması, aksine devletin ilgili kurumları ve sivil toplumun elbirliği ile desteklediği "açılım" acaba niye "Kürt Açılımı"nda büyük bir dirençle karşılaşmış ve bugünkü kargaşanın da başlamasına sebep olmuştur? Bunun cevabı Kürt Açılımının ne olduğunun da cevabıdır. Ben,bu durumun psikolojik olarak arka planında Türk milletinin kendi evi olan kimliğinin ve devletinin "tehlike" altında olduğunu hissetmesine ve görmesine bağlıyorum.

Bu seri halindeki yazılarımda, Kürt açılımda Türk kimliğinin konumu ve geleceği konusundaki bir kısım çözümlemelerimi sizinle paylaşacağım.

Birey ve mensubu olduğu toplumsal grup bir anlamlar evreni içinde yaşar. Bu evren bireyin bütün bilişsel ve davranışsal eylemler alanının güdüleyici kaynağını oluşturur. Bireyin her hareketi bu zeminde bir anlam bütünlüğünü sağlayan dil, tarih, toplumsal ve kültürel değer ve normlar ve sosyalleşme ajanlarından müteşekkildir. Bireyin eylemler örüntüsünün anlaşılması yanında bireylerin oluşturduğu grup, kurum ve örgütlerin yapısı da işlerliği sağlayan bireylerin bu bilişsel ve davranışsal eylem kaynaklarından bağımsız değildir. Konumuz açısından siyasal partiler ve özellikle hükümetler, icraatlarının seçimini, yöntemini, edimcilerini seçerken bu iklimin havasını teneffüs eder ve siyasal eylemlerini uygulamaya sokarlar. Siyasal aktörlerin bu politik icraatlarını anlamak için uygulayıcıların yer aldığı anlamlar evrenini göz önünde bulundurmak gereklidir.

Hükümet, Kürt Açılımını Kürt sorunu olarak tanımladıkları sorun üzerinden çözme yoluna girerken bir noktaya dikkat etmek gerekmektedir. Bu da Türk halkının sert tepki gösterdiği uygulamalara yönelik bazı haberlere karşı, Kürt Açılımının içeriğinin "sadece Başbakan ve Açılımdan sorumlu koordinatör Bakan'ın sözlerine göre" değerlendirilmesi yönünde bildirilen görüştür. Bu durum, açılımın bilgi kaynağının kontrol altında tutulması ve istenildiği gibi yönlendirilmesini de beraberinde getirir. Bununla birlikte Kürt Açılımının ne olduğunun veya olmadığının yorumlanması çok dar bir alanla sınırlandırılmış olmaktadır. Oysa bu konunun bir geçmişi olduğu, aniden ortaya çıkmadığı, uygulamaya sokulacak politikaların bir ön zihinsel ve maddi hazırlığının olduğu gerçektir. Bu sebeple bu açılımı gerçekleştiren kişi ve grupların yani açılımın aktörlerinin ideolojik, zihinsel, mesleki ve kültürel iklimlerinin betimlenmesi önem arz eder.

Kürt Açılımının önemini, Türk kimliğinin konumu açısından ortaya koymak için başta hükümet olmak üzere hükümetin toplumsal ve kültürel hegemonya sahasını oluşturan mekanizmanın kollarını teşkil eden STÖ, KİA, düşünce kuruluşları, sendikalar, aydınlar vb. toplumsal ve siyasal aktörlerin konuya yaklaşımını bilmek ve çözümlemelerin merkezi unsurları olarak değerlendirmek gerekmektedir. Kürt Açılımının amacı, yöntemi, teknikleri, taktikleri bir bakıma bu kompleks yapının ortak aklıyla oluşmaktadır ve bu aklı anlamak Kürt açılımını anlamak demektir. Bu noktada Polis Akademisindeki Kürt Açılımı Çalıştayı başta olmak üzere ilgili Bakan'ın görüştüğü kişi ve grupların ideolojik konumlarına bakmak bu açıdan önemli ip uçları taşımaktadır. Yani, Kürt Açılımının ideolojik rengini ve karakterini bize bildirmektedir.

Kürt Açılımının merkezine, sorunun Kürt sorunu olduğu aksiyomundan hareket edildiğinde, bu kavramın içeriği, kapsamı, unsurları, yöntemi, çözüm yolları belirlenebilir. Böylece Kürt sorununun ne olduğunun cevabının verilmesi Kürt Açılımının da ne olduğunun cevabının verilmesi demektir. Öncelikle şu tespitimizi yapalım: Kürt sorunu Türk sorunlu aydınların bir sorunudur. Güneydoğu sorunu gibi bir tanımlama özellikle ekonomik ve sosyal bir geri kalmışlık olarak toplumsal nitelik gösterirken Kürt sorunu tanımlaması siyasal bir etnik tanınma sorunu olarak ortaya konulmaktadır. Anayasal tanınma, Kürtçe eğitim, yayın, güvenlikte ve kültürde özerk bir yapı talebi bu eksende değerlendirilebilir. Kürt sorununun kabulü, etnik bir sorunun varlığını tasdik anlamı taşır. Milli devletin etnik sorun kabulü, çözümünde etnik mahiyet taşıması anlamına gelir.

Bunun anlamı ise, Kürt sorunun çözüm sürecinin Türk kimliğinin geri çekilmesi, izole edilmesi, varlık alanının ve işlevinin daralması demektir. Türk kimliği ile Kürt sorunun çözümü arasında ters korelasyon vardır. Yani, Kürt sorununda ilerleme Türk sorunun paralel olarak doğuşuna kaynaklık eder. Biri etkinlik alanını genişletirken biri daraltır. Biri çıkar biri düşer. Oysa modern milli devlet tek millet üzerine var olmuştur. Sosyolojik farklılıklar yurttaşlık kurumu gibi mekanizmalar aracılığıyla siyasal ve hukuki alanda tek millet haline gelir. Bu sebeple birden fazla milletin varlığı devletin de birden fazla olması anlamına gelir.

Sonuç olarak etnik temelli sorunlar Türk kimliğinin devlet kimliği olmasından çıkması anlamına gelir. Yani evrensel formda milli devlet biter ve sadece bizim seçkinlerin entelektüel fantezilerini süsleyen bir dünya vatandaşlığı ve doğal olarak bir Dünya Devleti bekleriz. O zamana kadar ne mi yaparız? 36 etnik grubun oluşturduğu Anadolu Birleşik Devletlerinde yaşarız!

Kürt Açılımında Türk kimliğinin konumu ve algılanış biçiminin ortaya konulması, işletilen sürecin görünen ve görünmeyen boyutlarının anlaşılmasında büyük önem arz eder.

Zihniyet çözümlemesi için Kürt Açılımı edimcilerinin kendilerini ifade ettikleri kavram ve sözlerin içeriklerinin ifşa edilmesi, eylemlerin ortaya çıkışının kaynağı olan anlam dünyasının anlaşılmasında anahtar rolü vardır. Bir bütün olarak bu düşünme ve konuşma edimlerinin anlamlarının ortaya konulması algılama, eylem, bilişsel evrenin birbirine bağımlı bütüncül yapısı sebebiyle, konuyu mümkün olan en iyi anlama yöntemlerinin başında gelir. Böylece bireyin gözlemlenebilir davranış örüntüsünün kaynağı ve amacı da belirlenebilir. Bu açıklama ekseninde "millet" ve "Türk" kavramlarının algılanış biçiminin bilinmesi konumuzun anlaşılması ve Türk kimliğinin Kürt Açılımı sürecindeki gerçek konumunu belirlememize yardımcı olacaktır.

Son dönemlerde vurucu ve akıcı üslubuyla kimlik konularında önemli metinler üreten Prof. Dr. İskender Öksüz, milli görüş geleneğinin "Millet" kavrayışını şöyle ifade eder: "… Biraz Vahabi, biraz İhvan-ı Müslim ilhamlı bizim 'Millî Görüş', başlangıçtan beri 'milliyet' kavramından sıkıntılıdır. Bir kere İhvanı Müslim, tıpkı Komünizm gibi enternasyonalistlik iddiasındadır. ... Peki, millet bunların neresinde? Bu onlar için zor bir sorudur. En değişmeyen, fakat o derece de takiye içeren tutum, Sayın Necmettin Erbakan Hocamızınki: Hoca o latif sesiyle, her 'milletimiz' dediğinde, Osmanlı'nın millet sistemindeki milleti kasteder. O anlamı bilmeyenler bunu fark etmeyeceklerinden ve Hoca da bunun pek alâ farkında bulunduğundan, ifade ustalıklı bir takiyedir. Eski Osmanlı'da 'millet', ümmet, hatta mezhep ifade eden bir kelimedir. 'Ortodoks Milleti', 'Yahudi Milleti' gibi. Bu milletin, bildiğimiz milletle bir ilgisi yoktur tabiî..." devamında şöyle der: "Muhterem hocamızın, 'milliyetçilik' dendiği anda 'biz ırkçılığa karşıyız' tepkisini vermesi bundandır. 'Millî görüş' katiyen 'milliyetçi görüş' değildir." Öksüz'ün, Milli Görüş ve büyük ölçüde kozmopolit İslamcıların kavramlar setindeki bu ince ayrıntıya dikkat çekmesi kayda geçmelidir.

Her terim kavram değildir. Kavramlaştırma terimin anlamlaştırılması sürecini tanımlar. Millet teriminin kullanımı toplumun genel algılayışında Türk, Arap, İngiliz vb. bir toplumu anlatmak içindir. Bu anlamın dışındaki kullanım yani terimin araçsallaştırılmasında genel kitlenin verdiği "anlamın" biçimsel ifadesine bir atıf söz konusudur. "Hangi millettensin?" sorusu, genel olarak "Türk" diye verilen bir cevap içerir. Fakat milli görüşün zihniyet dünyasını içselleştiren bireyler "millet"i farklı bir anlamda kullanmaktadır. Sorun da bu zümrenin kullanışı ile genel kabulü arasındaki bağın bilinçli bir şekilde ters yüz edilmesindedir. Özellikle politik uygulamalardaki çelişkilerin ve çatışmaların ana kaynağı budur.

Türk olarak kavramlaştırılan milletin devlet felsefesi ve siyasal yapısından dışlanma sürecinde, asla kullanımı ihmal edilmeyen "millet" teriminin genelin tepkisini engelleme gibi bir işlevi de vardır. Bunun yanında asıl kullanım biçiminin asla ve kat'a "Türk-dışı" bir kullanıma sahip olmayacağı inancını da besler. Bir noktayı da vurgulamalıyız ki, Kürt Açılımını başlatan kozmopolit İslamcı aktörler ile Açılımı geliştiren ve içeriklendiren 2. Cumhuriyetçi liberal seçkinlerin sosyolojik ve siyasi-hukuki olarak millet kavramını kullanışları da birbirleriyle uyuşmaz. Kozmopolit İslamcılar belirttiğimiz anlamda "millet"i kodlarken, liberal aydınlar "millet" gibi kolektif bir varlığın gerçekliğini reddederler. Aynı kavram karşısındaki bu farklı duruşlar Türk kimliği karşıtlığında birleşmektedir. Terimin bu farklı anlamlarda kullanımı, Kürt Açılımının toplumsal meşruiyetinin sağlanması sürecini işleten mekanizmalar tarafından titiz bir biçimde kullanıma sokulmaktadır. Bu farklı ideolojik kümeye mensup aydınları "millet" kavramının kullanımında birleştiren husus Türk kimliğini dışlayan söz konusu bu müphemleştirilen yapısıdır.

Millet teriminin modern kullanımı ve toplum tarafında algılanan vasfı ise açık ve net biçimde "Türk"tür. Türk kavramının kullanımda ise iki veçhe vardır. 1- siyasi-hukuki kullanımı, 2- sosyolojik ve tarihsel kullanımı. Bu kullanım formu evrensel karakterlidir. BM üyesi bütün devletlerde geçerlidir. Milletin siyasi-hukuki vasfı genellikle olması gereken ve aynı devlet bünyesindeki vatandaşların "eşit" hak ve hukuk ve sorumluluklara sahip olmasını zorunlu kılar. Milli devlet bu zorunluluğun normatif kaynağıdır. Hukuk devleti gibi ana vasfı ise bu eşitliğin teminatıdır. Tarihsel-sosyolojik vasfı ise Türk kavramının ilk kullanışından buyana gelişen süreçte teşekkül eden bir olgu olarak müşterek dil, tarih kavrayışı, kültürel kodlar, din, gelenek gibi vasıflarıyla tecessüm eden toplumdur. "Türk" hem tarihsel temelli etno-kültürel bir olguyu ifade ederken hem de vatandaşlık zemininde siyasi-hukuki bir olguyu karşılar. Bu durum bir paradoks değildir. Zorunlu bir diyalektik yapı içerir. Çünkü her devletin bir kurucu "asabiyesi" vardır.

İkinci anlamda "Türk" tek bir sosyolojik bütünlüğü kapsarken birinci anlamda pek çok sosyolojik gerçeklikleri kapsayarak devlet olma düzeyinde bir bütün olmayı gösterir. Başka bir ifade ile millet farklı kültürel ve etnik yapılanmaların üstünde bir kültürel oluşumun göstergesidir. Etnisite ise milletin oluşturucu kanallarından biri hüviyetindedir. Ve dar bir cemaat dayanışması, grup yapısı mevcuttur. Sık kullanılan bir tanımlamayla etnisite bir "dil cemaatidir". Her millet bir etnik töze sahipken her etnisite millet değildir. Bu iki kavram arasındaki ayırt edici bir başka düzey siyasallık durumudur. Millet mevcut konumunu kültürel olgunlaşmışlık seviyesine bağlı olarak devleti gerçekleştirirken etnisitede bu seviye söz konusu değildir.

Kürt açılımı tartışmalarında da sorunun vurucu noktası burada yatmaktadır. Bilinçli olarak devletin eşit, özgür, hak ve sorumluluklara sahip birey yurttaşlardan müteşekkil olduğu gerçeği göz ardı edilerek sosyolojik Türk varlığının hukuki devlet karakteri üzerinden tasfiye edilmek istenmesidir. Yani, devlete adını ve rengini veren sosyolojik Türk kaynağının bu işlevine son verilme çabası gözlenmektedir. Türk kavramının bireysel algılanışı, devlet kurucu vasfı, eğitim gibi devletin temel kurumlarındaki müfredatı belirleyen ana konumu yani devletin varlık koşulu olan sosyolojik-kültürel zemininin en başat tartışma konusu olması Kürt açılımında Türk kimliğinin konumunun ne olacağını da belirleyecektir. Açılımın somut uygulamaları bize Türk kültürü, tarihi, dili ekseninde devlet renginin etkinlik sahasının daraltıldığı, işlevsizleştirildiğini göstermektedir.

Kürt açılımını, bundan daha önce başlayan Alevi Açılımı gibi çalışmalardan ayıran en temel özelliği, her iki açılıma karşı farklı toplumsal gruplar tarafından geliştirilen değişik tepki ve sert muhalefet biçiminde yatar.

Her iki açılıma karşı, toplumun önemli aktörlerince birbirine karşıt iki davranış biçimi geliştirilmiştir. Peki bu tepkilere neden olan uyum, destek, çatışma ve uzlaşmazlık kaynakları nelerdir? Kürt Açılımı adıyla ortaya çıkan çalışma başta Türk milliyetçileri olmak üzere toplumdan beklenmeyen bir tepkinin doğmasına sebep olmuş ve bir anda Kürt açılımını sekteye uğratmıştır. Sorduğumuz sualin cevabı çok basittir. Türkiye Devletinin egemenlik paylaşımı ve bunun tezahürü olan görüntüler, eylemler ve uygulamalardır. Başka bir deyişle Türk devletinin kurucu irade veya kimliğinin varlığına son verme girişimidir. Etnik mahiyette Kürt sorunu ve bunun ötesinde 36 etnik grubun her birinin etnik sorunları çerçevesinde Açılımın amaçları içerisinde değerlendirilmiştir. Sorunlara etnik temelde bir teşhisin konulması, geliştirilen direnç noktalarının da sert olmasını beraberinde getirmiştir.

Fakat, devletin Türk karakteri veya başka bir deyişle Türk kimliğinin tasfiye edilmesi durumu açık ve aşikar olarak dillendirilmemiş ve gelen tepkiler üzerine "terörün yok edilmesi" ve "daha çok demokrasi" olarak Kürt açılımının gerekçesi formüle edilmiştir. Bu iki gerekçe üzerinde halk nezdinde bir meşrulaştırma girişiminde bulunulmuştur. Bu meşrulaştırmanın toplumsal ayağını mümkün kılmak için KİA, STÖ, düşünce kuruluşları (SETA, USAK vb.), sendikalar, üniversiteler gibi toplumsal aktörler bilfiil devreye sokulmuştur.

Alevi Açılımına harcanmayan propaganda, mesai, güç ve enerjinin Kürt açılımı için seferber edilmesi düşündürücüdür. Bununla birlikte gayet meşru olan söz konusu iki gerekçenin niye bu kadar sert bir muhalefet ve tepkiyle karşılanmış olduğu ve son kertede sokak çatışmalarına kadar varan olaylara kaynaklık etmesi, amacın ifade edilenden ve görünür kılınandan çok farklı bir boyutu olduğu şeklinde okunabilir. İktidar Kürt açılımında, açıkça ifade edilen ve dolaylı yollardan ifade edilebilen olmak üzere iki yol izlemiştir. İktidar hegemonyasının sağlanması işlevini üstlenen yukarda ki toplumsal aktörler, hükümetin doğrudan ve dolaylı olarak Kürt açılımını içeriklendirme gibi bir misyonu da üstlenmişlerdir. Bizim açımızdan önemli olan da bu stratejik ortak aklı hükümet için üreten erklerin "Kürt Sorunu" üzerinde sağladıkları oydaşmadır. "Kürt sorunu" tanımlamasının neye karşılık geldiği ise açık ve net olarak bu aktörlerce yazılmaktadır. Kürt sorununun ne olduğunun bilinmesi Kürt açılımının da ne olduğunun bilinmesini sağlayacaktır.

Kürt açılımının aktörlerinin sadece başbakan ve koordinatör bakanın sözleri ile asla sınırlandırılamayacağını daha önce belirtmiştik. Çünkü bu açılım çok geniş bir konsepte işlev gören aktörlere sahiptir. Bu noktadan hareketle açılımın her bir boyutu kendi sahasında aktörlerin etkin mesaisini gerektirmektedir. Kürt açılımının toplumsal meşrulaştırımının sağlanması ve toplum tarafından hazmedilmesi sürecinde ki hegemonya kurma mekanizmasının önemli bir ayağını oluşturan KİA, STÖ, düşünce kuruluşlarından içerik konusunda siyasi kanadın aksine net bilgiler alabilmekteyiz.

Bu noktada özellikle Kürt açılımının önde gelen destekçilerinden ve bünyesinde bulundurduğu STÖ, KİA vb. yapılarla önemli bir güç olan kozmopolit dini bir cemaatin yayın organı Zaman gazetesinde, Kürtçü liberal teorisyenlerden Prof. Dr. Levent Köker önemli tespitlerde bulunmakta ve açılımın içeriklendirilmesinde ciddi katkıları olanların başında gelmektedir. "Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", isimli makalesinde, "Kürt sorunu, Kürt kimliğinin tanınması sorunudur ve bu bağlamda bir çağdaş insan hakları ve demokrasi sorunu olarak karşımızda durmaktadır" tespitinde bulunur ve sorunun bu niteliğinin ise, "dünya üzerindeki pek çok benzer örnekte olduğu gibi, 'milliyetçi' bir ideolojinin ve buna bağlı olarak 'bağımsızlıkçı' bir siyasetin şiddete müracaat ederek kendisini ifade edişine de yol açmıştır" demektedir. Özetle, diyor Köker, "akl-ı selim sahiplerince tekrar tekrar vurgulandığı gibi, bir Kürt milliyetçiliğinin ve buna bağlanabilecek olan PKK gerçeğinin varlığına rağmen, Kürt sorunu, bu boyutları da içine alan daha geniş ve kapsamlı bir sorun olarak Kürt kimliğinin tanınması sorunudur."[1]

Kimliğin tanınması sosyolojik ve siyasî bazı sorun alanları doğurur. Resmi ağızlardan 36 etnik grubun varlığının telaffuz edildiği ve her birinin etnik sorunları olduğu ön kabulüne dayanıldığında kimliğin tanınmasının sadece Kürtlerle sınırlandırılması durumunda diğer etnik grupların durumunun ne olacağı sorununda olduğu gibi. Konu doğrudan üniter ve milli devletin meşruiyet temellerinin sorgulanmasıdır. Sorun, milletin iktidara nasıl daha fazla katılımının sağlanması gibi bir sorgulama değil aksine bizzat varoluşunun müzakere edilmesidir. Her yurttaşın eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğu, bu yurttaşlar bütünün "Türk milletini" teşkil ettiğini anayasa da açıkça belirtilmesine rağmen birey-yurttaşlığın yerine etnik, dini, mezhepsel temelde bir yurttaşlık kurumunun ikame edilmek istenmesi doğrudan devletin bu üniter-milli karakterinin tasfiyesi anlamını taşır.

Egemenliğin paylaşılmasının siyasal dilde anlamı devletin egemenlik alanlarının etnik temelde yeniden tanzim edilmesidir. Başbakanın ABD gezisinde açıkça ifade ettiği açılımın "hazmettire hazmettire yürütüleceği" yönündeki yöntem tanımlaması konunun önemi ve hangi zorluklara müteallik olduğunun bir göstergesi durumundadır. Kürt açılımının sadece bu yönteminin bile ne anlama geldiğinin ortaya konulması sorunun sanıldığından da ciddi boyutlarda bir "varoluş" boyutunu gösterir. Çünkü "daha çok demokrasi" ve "terörün bitirilmesi" gerekçelerinin "hazmettire hazmettire" kabul ettirilecek bir boyutu söz konusu değildir.

Kürt Açılımı sürecinde Türk kimliği, Kürt kimliğine kıyasla çok fazla belirsizliğe sahiptir veya bilinçli bir şekilde tartışma dışı bırakılmaktadır.

Oysa, Türkiye'nin geleceğinde ve "daha çok demokratikleşme" sürecinde Kürt kimliğinin alacağı siyasal konum "Kürt Sorunu" çerçevesinde yoğun bir şekilde müzakere edilirken[2] "Kürt Sorunu" ile diyalektik bir yapı arz eden Türk kimliğinin siyasal boyutu göz ardı edilmektedir. Bu tartışmalarda dikkat çeken Kürt Açılımının "Kürt Sorunu" aksiyomundan hareketle içeriği doldurulmaya, bilimsel temelleri inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bütün bu sorun alanları ise Türk kimliğinin devlet ve kültür yaşamından ne ölçüde geri çekileceği ve yerinin yeni kimliklerle dolduracağı sorunu ile birlikte at başı gitmektedir. Belli bir amacı ve gelecek tasavvuru içeren bu açılımın vatandaşlık ve anayasal düzlemde Türk, Türklük, Türk millet ile ilgili tartışmaları Kürt kimliği lehine Türk kimliği aleyhine bir gelişme gösterdiği görülmektedir. Bu hassasiyet sahiplerine sert eleştiriler yöneltilse de bu yönde bir durum kabul edilmeme gibi bir eğilim göze çarpmaktadır. Bir kuruntu, saplantı, Sevr paranoyası, ırkçılık gibi ithamlar muhatabına yöneltilmektedir. En üst düzeyde, 36 etnik gruptan bahsedilirken Türklüğü de bu grupların içinden bir grup olarak anılması ve etnik grup düzeyinde değerlendirilmesi Açılımın yaratıcısı kadro ile Türk kimliği arasında ciddi bir sorun olduğunu aşikâr kılmaktadır. Bu eksende Türkiyelilik veya anayasal vatandaşlığın Türklük yerine ikame edilecek kimlik olarak tasavvuru bir sorun alanı olarak Türk kimliğini Sosyo-politik bir gerçeklik zeminine oturtmaktadır.

Türk kimliğinin alacağı konum hakkındaki algının ve bunun yarattığı rahatsızlığın dışavurumu olan tartışmaların, bizzat Kürt Açılımının uygulayıcısı olan hükümet partisine mensup vekiller içerisinde de görülmesi özel bir anlam içerir. Bu durum Türklük konusunda bir sorun olduğu gerçeğinin artık yadsınamayacağı anlamına gelir. Açıkça ifade edilmekten kaçınılsa da Türk kimliğinin mevcut konumu ve geleceği açısından durum olumlu bir yöne doğru gitmemektedir. Türkiye devletinin Türk karakterinin silinmesi ölçüsünde demokratikleşmenin gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir. Türklüğün başta anayasa olmak üzere devletin kurucu kimlik olma özelliğinden çıkarılmasının demokratikleşmenin ön koşulu olarak belirlenmesi bu gerekçenin meşrulaştırım referanslarının müphemliği ile sekteye uğramaktadır. Birleşmiş Milletlere üye hiçbir devlet kendini milli kimliklerden soyutlamış değildir. Zaten bu durum "Devlet" olgusu ile de örtüşmemektedir. Bu noktada "Bize özgü bir çözüm" söylemi, Türklüğün işlevsizleştirilmesiyle demokratikleşmenin ancak mümkün olduğu yönündeki yaklaşımın doğrulanması olarak okunabilir. Böylece bu uygulama AB gibi referans olan ülkelerin tecrübe ve mevcut yapılarının göz ardı edilmesini mümkün kılmaktadır.

Hükümetin önde gelen milletvekillerinin de Türk kimliğinin Kürt Açılımının neresinde olduğu yönündeki kaygılarını dile getirmeleri sorunu salt muhalefetin, ırkçıların, şovenistlerin bir sorunu olmaktan çıkarmaktadır. Reha Çamuroğlu'nun görüşleri bu konu da kayda geçmelidir. Ona göre, Başeskioğlu'nun İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a yönelik eleştirileri çok önemlidir. Sayın Başeskioğlu, 'Neden Türk sözcüğünü ağzınıza almıyorsunuz?' diye sormaktadır. Çamuroğlu, "Bu memlekette Çerkes, Abhaza, Boşnak, Laz; birçok etnik unsur var. Ancak tek bir millet var: Türk milleti. Sayın İçişleri Bakanı bunu hiç telaffuz etmeyecek, öyle mi? Bu, bizimle dalga geçmektir. Türklük bir etnik unsur değil bir ulusun adıdır. Bunu idrak etmeden ilerleme katedilemez. Bunun bedeli ağır olur. Millet devletin meşruiyetini sorgulamaya başlar. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok,"[3] demektedir. Görüldüğü gibi Türk kimliğinin gelecekte tasavvur edilen konumuyla ilgili kaygılar ortaktır.

Bununla birlikte, AKP milletvekili Ayşenur Bahçekapılı ise Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide, Anayasanın ne zaman değişeceği konusunda ki soruya "Bir tarih veremem ama demokratik açılım konusunda atılan her adım bizi anayasa değişikliğine daha çok yaklaştırıyor. Demokratik açılım başarılı olursa anayasa değişir. Çünkü demokratik açılım anayasa değişikliğini kapsıyor. Demokratik açılımı kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşünürsek, demokratik açılımın uzun vadede anayasa değişikliğiyle sonuçlanması gerekiyor. Zaten anayasa değişikliği olmadan demokratik açılım yapılamaz ki…" demektedir. Düzel'in "Neler değişecek Anayasa'da?", sorusuna "… kurumların temizlenmesi, haklar ve özgürlüklerle ilgili sınırlamaların azaltılması, hayatın sivilleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım" diyecek. İşte bu, sorunu çözer. Zaten Kürt vatandaşların da üniter yapıyla, tek bayrakla ve resmî dilin Türkçe olmasıyla ilgili bir itirazı yok," diye cevap vermektedir. Arkasında Düzel, başka bir önemli soru sorar: "Vatandaşlıktaki 'Türklük' tanımı kalkacak öyle mi?", cevap gayet açık ve nettir: "Tabii. Yoksa demokratikleşmeyi yapamazsınız," bu cevabı tamamlayan soru ve cevap ise şu: "Anayasa değişikliği için hazırlıklar var mı?", "Şu anda her alanda çalışmalar var. Mesela yargı reformu hazırlanıyor. Kültürel hakların tanınması konusunda çalışmalar yapılıyor. Bunlarla, toplumun kendisini özgürce ifade etmesi amaçlanıyor. Bütün bunlar, anayasa değişikliği için birer hazırlıktır."[4]

Kürt Açılımıyla Türkiye devletinin Türk karakterine resmi düzeyde dil ile ikrar edilmemiş bir mücadele sürdürüldüğü görülmektedir. Bazı önemli sorunların tespiti ve anlaşılmasında önemsiz gibi görülen ve arka planda kalan olay ve olgular önemli rol oynar. Başka bir deyişle, kimi zaman önemsiz gibi addedilen şeyler büyük olayların anlaşılmasına en büyük katkıyı sağlar. Kürt açılımını da bu zeminde değerlendirmek gerekir. Başbakan dahil bakanların ve açılımı "halka anlatmakla" görevli vekillerin açılımı hep muhalefeti eleştirmekle sınırlamaları; bazı bakanların Kürt Açılımını anlatacağı topluluk önünde ilgili notları bulamayınca kürsüden inmesi gibi eylem biçimleri zihinsel arka planın çözümlenmesinde işlevseldir. Konunun başka bir veçhesi de şudur: Açılımda Kürtlüğü anlatanlar hep açık açık dillendiriliyor fakat sıra Türklüğe gelince muhalefeti eleştirmekle sınırlamak aslında "Türk Milleti"nden gizlenen gerçeği ifade eder.


*21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü DYÇ Araştırmaları Bilimsel Danışmanı.


[1] Levent KÖKER, "'Demokratik Açılım'ı Doğru Anlamak ve Anlatmak", Zaman Gazetesi, 21 Kasım 2009.
[2] Zaman Gazetesinin "Yorum" sayfası, Star Gazetesinin "Açık Görüş" eki, Radikal Gazetesinin "Radikal 2" ve "Tartışı-Yorum" ek ve bölümleri ile Yeni Şafak Gazetesinin "Yorum" sayfası Kürt Sorunu konulu araştırma ve yorumların en istikrarlı ve yoğun olarak sürdürüldüğü yerlerdir. Kayda geçmesi gereken önemli bir nokta da Radikal Gazetesi dışındaki gazetelerin "İslamcı-Muhafazakar" yayın organları olarak bilinmesidir. Ve bu yayın organlarında "Kürt Sorunu" tanım ve aksiyomundan hareketle Kürtçü bir perspektifte yazılar yoğun olarak yer almaktadır. Bu durumda bize göstermektedir ki, İslamcı-Muhafazakar kesimin düşünsel kısırlık içindeki aydınları rollerini yani kendi entelektüeller fikri üretimlerini Marksist ve Liberal seçkinlere devretmişlerdir. 
[3] "AKP'de açılım çatlağı, http://www.aksam.com.tr/2009/11/25/haber/3993/siyaset/haber.html.".
[4] Ayşenur Bahçekapılı: 'Başbakan hayatını riske atıyor', Neşe Düzel'in söyleşisi, Taraf Gazetesi, 30.11.2009.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

ALINTI;

https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/kurt-acilimi-ve-turk-kimligi


***

Adaletsizliğimiz,

Adaletsizliğimiz,







Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Kasım 2000 Salı 

26 OCAK 2000 tarihinde Jandarma özel timleri Metris Ceza ve Tutukevindeki İBDA-C örgütünün kaldığı koğuşlara ŞAFAK BASKINI adı altında bir operasyon düzenliyor.

Operasyonun hedefi; bir yılı aşkın bir süredir tutuklu olduğu halde üç seferdir koğuşundan alınamadığı için mahkemeye götürülemeyen ve her mahkeme günü isyan eden örgüt lideri bir sanığı hakim önüne çıkarmak. İfadesinin alınmasını sağlamak. Operasyon başarı ile sonuçlanıyor, isyan bastırılıyor. Bu defa sanıklar koğuşundan alınıp hakim önüne çıkartılıyor.

Basın ve yayın ordumuzun fedakar çalışanları önceden mevzilenmişler. Bu büyük ve son derece önemli olayı canlı olarak kamuoyuna duyurmanın telaşı içindeler.Adalet sisteminin, yakalayıp tutukladığı 65 İBDA-C örgüt üyesi karşısındaki aczini sergilemeye gelmişler sanki.

Örgüt; liderleri Salih MİRZABEYOĞLU'nu vermiyor. Onlar vermeyince de biz alamıyoruz. Onlar isyan ediyor. Ceza ve Tutukevi bir kere daha yakılıyor, yıkılıyor. Cezaevi çalışanları yine rehin alınıyor. Karşılıklı silahlı mücadele yapılıyor. Devletle pazarlığa oturuyorlar. Saatler süren pazarlıklardan sonra verilen tavizleri beyler lütfen kabul edip lütfederek isyanı bitiriyorlar.

TARİH: 4 KASIM 2000

Karagümrük Çetesi liderleri Nuri ve Vedat Ergin kardeşler Uşak Ceza ve Tutukevinde devlete karşı savaş veriyorlar. Öğrenildiğine göre 2 aydır cezaevinin yönetimini elegeçirmişler. 5 kişiyi insanlık dışı işkencelerle öldürerek cesetlerini yönetimini elegeçirdikleri Cezaevi Müdürünün odasından aşağıya atıyorlar. Öldürülenlerin alınlarına bıçakla imzalarını atıyorlar. Gözlerini çıkartıyorlar. Sonunda bellerinde silahları olduğu halde istedikleri cezaevine naklediliyorlar. Cezaevini tamamen tahrip ediyorlar. Basının gözleri önünde adeta devlete meydan okuyorlar.

Sayın Uşak Valimiz televizyonda gururla fazla kan dökülmeden başarı ile olayın sona erdiğini anlatıyor. Adalet Bakanımız "maalesef hapishanelerde yönetimi tam olarak sağlayamadık" diyerek basın karşısında açıklama yapıyor. Ayrıca "biz beceremedik, talibi çıkarsa Cezaevlerinin yönetimini devretmeye hazırız" diyerek, olayın, yani adaletsizliğin ulaştığı boyutları bir kere daha gözler önüne seriyor.

Uşak'ta devletin onuru ayaklar altına alınırken, yani devlet baba babalığını mafya babalarına terkederken iktidarın ortağı MHP; Ankarada yaptığı 6 ncı olağan kongresinde millete ve dünyaya nasıl başarılı hizmetler yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatıyor.

İşte kendi çok küçük fakat neticesi devlet otoritesine indirilen darbe olarak çok vahim olan bu olaylar basınımız tarafından kamuyu oluşturmak için çok güzel fırsatlar olarak algılanıp en ince ayrıntılarına kadar bir avuç insan karşısındaki aczimiz vurgulanıyor. Ne garip rastlantı ki ayni günlerde Türkiye'nin Avrupa Birliğine kabulü için hazırlanan protokol Avrupanın gündeminde tartışılıyor.

Kamuoyunun artık kanıksadığı cezaevi isyanları bastırıldıktan sonra tutuklu koğuşlarına girerek arama yapan kolluk kuvvetlerimiz, basını davet ederek ele geçirdikleri bir cephaneliği dolduracak çap ve vüsatteki silah ve malzemeyi göstererek başarılarını vurguluyorlar. Bu haber malzemesini alan tecrübeli basınımız bu görüntüleri en güzel şekilde Türk ve dünya kamuoyuna aktarıyor. Her isyanda ayni yakma, yıkma, silah, cephane ve hapishanede bulunması yasak bir yığın malzemenin sergilenmesine herkez alıştı. Sonunda medeni bir ülkede fevkalade önemli olantık bu görüntüler ülkemizde haber olma niteliğini yitirdi.

Adaleti sağlayamayan bir adalet sistemi ile devlet işlerinin sağlıklı yürüdüğünü iddia etmek mümkün değildir. Efendim;" hapishaneler koğuş sistemi olarak inşa edilmiş. Ondan böyle imiş. Hücre sistemi olsa imiş bunlar olmazmış."

Özür; kabahatinden büyük. Yapmak istedinizde kim size engel oldu.? Paranız mı yoktu ?, Demiriniz mi yoktu ?, Çimento mu bulamadınız ? Yoksa bugünlerde Türk müteahhit ve mühendisleri yurtdışında dünyayı inşa ettikleri için elde inşaatçımız mı kalmadı?

Yapmıyorsunuz, veya yapmak istemiyorsunuz. Bu millet sizin derpremzedeler için 3 ayda 35000 ev yaptığınızın şahididir. Dünyaya karşı haklı olarak kasılıyorsunuz. Japonların altı ayda yaptığını biz 3 ayda yaptık diye. Bilerek batırılan bankalara milyarlarca doları bir kalemde verebilen bir devletin parasızlık gibi bir mazereti de olamaz.

Mazeretinizi iyi tesbit edin sayın yetkililer. Lütfen devletimizi; Türk ve dünya kamuoyunda güçsüz gösterecek olayların gerçek sebebini açıklayınız. Gücünüz yoksa istediğiniz gücü bu millet size verir. Yaşanan olayları anlayabilmek ve vatandaşın anlamasını beklemek mümkün değildir.

Gelelim işin esas yanına, BU GÖRÜNTÜ ASLINDA DEVLET OTORİTESİ'NİN ÇÖKTÜĞÜNÜN GÖRÜNTÜSÜDÜR. HUKUK SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜDÜR. 65 milyonu temsil eden ve Cihan İmparatorluğunun mirası üzerine inşa edilen koca bir sistemin getirildiği yerin resmidir.

Devletin koyduğu yasaları dinlemeyerek,yakalanıp cezalandırılmak için Ceza ve Tutukevine kapatılan 65 kişi; 65 milyonun gözünün içine baka baka " Biz senin yasalarını kabul etmiyoruz. Mahkemeni tanımıyoruz. Tanımadığımız bir sistemin mahkemesine de gelmiyoruz." diyorlar ve gelmiyorlar. Getirilemiyorlar.

İsteyen istediği düzeni, arzu ettiği cezaevinde kurabiliyor .Kendisinden sorumlu olan devlet görevlilerini kendi istekleri doğrultusunda kullanabiliyor. Olayları tamamen kendi insiyatifi ile yönlendirebiliyor. Onu oraya koyabilen güç maalesef birkaç zayıf ve basiretsiz yönetici sayesinde tamamen güçsüz bir duruma indirilebiliyor. Acı ama gerçek.

Aslında kendi çok küçük ama yansıması çok büyük olan olayı, cezaevlerinin koğuş sistemi şeklinde inşa edilmesine bağlamanın yanlış olduğu görüşümü bir daha vurgulamak istiyorum. Olayların meydana gelmesinin sebebi devletimizin ve hukuk sistemimizin aczi ve sistemin bozukluğu değildir. Yetersiz ve yeteneksiz kadroların cezaevlerinde görevlendirilmesidir. Adam gibi adamların yokluğundandır. Bu sistemde , bu yönetmelikler ve kurallarla devletin gücü en iyi şekilde gösterilebilirdi. Gösterildi de. Bu cezaevleri yeni inşa edilmedi . İlk defa cezaevlerimize sanık ve suçlular getirilmiyor. Biz bu sistemle yıllarca hukukumuzu tatbik ettik. Bu derece acz içinde olduğumuz hiç bir dönem olmadı. Sorunun başı ve aslı personel zaafiyeti ve eğitim noksanlığıdır. Buradaki görüntünün asıl sebebi; gücünü gösteremeyen, yetkisini kullanamayan, basiretsiz ve cesaretsiz cezaevi yöneticileridir.

Binlerce yıllık köklü gelenekler üzerine inşa edilmiş devletimiz güçlüdür. Hiç kimse, hiç bir örgüt veya kuruluş devletten daha güçlü olamaz. Olmamalıdır. Fakat bugün devletimiz örgütler karşısında güçsüz durumda gösterilmiştir. Cezaevlerimiz devletin kontrolundan çıkmış ve ÖRGÜT CEZA VE TUTUKEVLERİ haline dönüşmüştür. Kanun ve kural dışı herşey buralarda yönetimin gözü önünde açıkça yapılabilmektedir.Buna ait haberler basınımız tarafından adeta dizi proğram halinde yayınlanmaktadır. Her türlü anarşi ve terör olayları buradan yönetilebilmekte, yeterince yetişmemiş militanlara buralarda akademik ve silah eğitimleri verilmektedir.

Burada mahkumlardan ziyade , onlara göz yuman, bilerek veya bilmeyerek cezaevlerini bu hale getiren yönetim başlıca sorumludur. Kanunları uygulamak yerine kanunsuzlukları destekler durumdaki sıralı yöneticilere bugüne kadar hiç hesap sorulmamıştır. Veya sorulamamıştır. Halkımız bu sorumsuzlardan hesap sorulmasını bekliyor. Üzülerek ve içi kan ağlayarak gelinen vahim durumu seyretmekle yetiniyor.

İsyan eden koğuşta ele geçen malzemeyi utancımızdan saklayacağımıza özenle bir araya toplar, gururla basını çağırır," işte biz bunları hapishanenin içinde ele geçirdik" diyerek takdir bekleriz. Gülelim ağlanacak halimize. Girmemize ramak kaldığımız avrupalı komşularımız bunları gördüğü zaman gülüyor halimize....

 - Kim bunlar ?

 - Kim bunları bu sorumlu mevkilere getirdi ?

 - Görevini bilmeyen, yetkilerini kullanmaktan aciz, asli sorumluluklarını yerine getiremeyen bu yönetim kadrolarını kimler atadı?

 - Hangi hak ve selahiyetle bu insanlar hala ayni görevlerinde tutuluyorlar ?

 - Bu memlekette nice yetişmiş beyinler," merkez valisi, merkez emniyet müdürü, APK Uzmanı" gibi uydurma isimlerle boş oturup hizmet beklerken bu millet bu yeteneksiz kadroları beslemeye mecburmu ?

Suçluya hesap sormayan ve ona ceza veremeyen bir ülkede adalet tesis edilemez. Adaleti tesis edemeyen devlet, devlet olma vasfını muhafaza edemez. Atamız Osmanlı Devletinin 3 kıt'ada, 24 milyon km.kare topraklarda, 600 sene süren hakimiyetinin tek özelliği; her hal ve şartta adaleti mutlaka uygulaması olmuştur.

Devletimizin birinci ve temel görevi; devletin gücünü yeniden tesis etmek ve bunu dosta-düşmana göstermektir. Suçluya kendini saydıramayan devlet; normal yurttaşına hiç saydıramaz. Avrupalı olmak gayret gösteren sayın büyüklerimize duyurulur.

Lütfen gücünüzü bilin ve kullanın. KENDİ MİLLETİNİN SAYMADIĞI BİR DEVLETİ BİLİN Kİ BAŞKALARI HİÇ SAYMAZ VE DİKKATE ALMAZ.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Kasım 2000 Salı  


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=80

***

Kararname krizi,

Kararname krizi,




Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Ağustos 2000 Salı


Son günlerde ülkemizde devletin zirvesinde cereyan eden olayları dışarıdan seyreden bir göz sanırım biz Türkleri anlamanın ne kadar zor olduğu hakkındaki kararsız tutumununu pekiştirir. Neden ve nasıl bu derece en basit olayları dahi mesele edip, adeta devleti bir kriz ortamına sürüklediğimizi anlaması mümkün değildir. Aslında bizim anlayabildiğimizi söylemek de çok zor.

Yürütmenin başındaki sayın Cumhurbaşkanı SEZER ile Hükümetin başındaki Sayın ECEVİT arasında basın aracılığı ile yapılan karşılıklı açıklamalar, ülkemizin bugünlerde çok ihtiyacı olduğu olan istikrar ve güven ortamını önemli derecede sarsmaktadır.

Aslında üzerinde anlaşılamayan konu; bir devlet krizi yaratacak kadar önemi olan ve acilen çözüm gerektiren bir husus değildir. Hükümet ortakları ; "Anarşi ve terör olaylarına karışmış memurların işten çıkartılmalarını "kanun hükmünde kararname ile çözmek istemiştir. Hukuk kökenli Cumhurbaşkanımız Sayın SEZER; daha önceki uygulamalara bakarak " bu konunun Anayasamız hükümleri uyarınca kararname ile değil ,KANUN ile çözümlenmesi gerektiğini" bildirerek veto ederek geri göndermiştir.

İşte olay bundan sonra gelişmiştir. Devlet işlerinde sorumluluğun Cumhurbaşkanına ait değil kendisinde olduğunu varsayan ve bugüne kadar bu şekilde muameleye alışkın olmayan hükümet , ayni işte israr edince devletin tepesinde istenmeyen zamansız bir kriz ortamına girilmiştir.

Sayın SEZER'in Cumhurbaşkanı seçildiği günlerde kaleme aldığımız yazımızda "Bunun Türkiye ve Türk Milleti için tarihi bir dönemin başlangıcı olduğunu belirterek; Allahın geçde olsa bu milletin yüzüne güldüğünü, devlete artık devlet adamı ciddiyetinin hakim olacağını , 864 Rakımlı Tepeden başlayacak ciddi ve sorumlu devlet adamlığına yakışan uygulamaların dalga dalga yurdu kaplıyacağını" üzerine basa basa vurgulamıştık.

Sayın SEZER görevi devraldığı 16 Mayıs tarihinden itibaren istikrarlı tutum ve davranışları ile bizi haklı çıkartmıştır. Halkın beklediği ve yıllardır özlemini duyduğu bir yönetim göstermektedir. Bugün gelinen durum itibarıyla Sayın SEZER'in davranışları halk tarafından büyük destek görmektedir. Oysa halkın bu desteğine rağmen, kendisini seçen partilerin hükümetlerine bekledikleri ödünü vermediği için arzu edilmediği de artık açıkça görülmektedir.

Kapalı kapılar arkasında birtakım yeni planların yapıldığı, SEZER'in istifaya zorlanarak yerine kendi güdümlerinde ve kendi istekleri doğrultusunda herşeyi kabul edecek bir Cumhurbaşkanı seçme hazırlıklarının başladığı hususu artık kamuoyu gündemine inmiştir. Kamuoyumuzu belirleyen ve yönlendiren anlı-şanlı köşe yazarlarımız açıkça bunu ülke gündemine taşımımaya başlamışlardır.

Bize göre; Cumhurbaşkanı SEZER kendisinden beklenen performansı göstermektedir. 30 yıldır ilk defa bir kararname köşkten dönmüştür. Akabinde Başbakan Sayın ECEVİT; "Cumhurbaşkanı'nın bize hayır deme yetkisi yoktur. İmzalamak mecburiyetindedir" diyerek kararnameyi aynen köşke iade ederek bu suni krizi yaratarak olayı kendisi ve hükümeti açısından çıkmaza sokmuştur.

Yani krizi; bu ülkeyi istikrar ve huzur içinde yönetmesi gereken Sayın Başbakan bizzat yaratmıştır.

Cumhurbaşkanımız; demokrasiyi güçlendirmek istiyor."Yasalar işlesin,Yasalar herkeze lazım" diyor. Demokrasiyi güçlendirmek istiyor. "Bu kararnameyi imzalarsam iktidarın gücü kaba güce dönüşebilir, yargının yetkilerini hükümetin kullanması yolu açılırki bu demokrasiyi zedeler" diyor.

Sayın ECEVİT ise kensisinden beklemediğimiz ve anlamakta zorlandığımız bir tavır sergileyerek "GÖRÜŞMEK İSTEDİM, BANA RENDEVU VERMEDİ. ÇEKTİ İSTANBULA GİTTİ. DEVLET KRİZİ YARATTI." diyerek adeta devletin başını suçlumak suretiyle kafaları karıştırıyor.

Düşünen ve Türkiyenin gelişmesi için kafa yoran aydın beyinler ortaya çıkartılan bu suni krizi şaşkınlıkla seyerdiyor. "ÖZÜRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK" şeklinde güzel bir atasözümüz vardır. Sayın ECEVİT'in davranışı buna çok uyuyor. Bir başbakan , bugünkü kitle iletişim ve ulaşım imkanlarına rağmen ülkenin sorumluluklarını paylaştığı Cumhurbaşkanı ile görüşmek için basını kullanıyorsa durum çok ciddi demektir. Bunun gerisinde "Sayın SEZER'in istenmediği"görüşü ağırlık kazanmaktadır.

Sonuç olarak; Sayın SEZER; BU ÜLKE İÇİN LAZIMDIR. SEZER İSMİ KISA SÜREDE BÜTÜN MİLLETİN GÜVENİNİ KAZANMIŞTIR. ARKASINDA KENDİSİNİ KÖŞKE TAŞIYAN BİRKAÇ SİYASETÇİNİN DEĞİL HALKIN DESTEĞİ VARDIR. BU DESTEĞİN GÜCÜNÜ SİYASETÇİLERİMİZİN İYİ ANLAMASI LAZIMDIR.

Yaptırın ciddi bir kamuoyu araştırması. Türkiyenin gündemini belirleyecek kadar etkili olduğunu bildiğimiz medya gücümüzün imkanlarını seferber edin. Milletin büyük çoğunluğunun "Sayın SEZER'in bu ülke için ne büyük şans olduğunu" nasıl haykırdığını göreceksiniz.

Dayanın Sayın SEZER. Sizin siyasi oyunlara alet olmayacak bir olgunluk ve dirayette olduğunuzu bir kere daha bu millete gösterin. Bunu göstermek ve kanun hakimiyetini ülkede hakim kılmak için elinize geçen şansı sonuna kadar kullanın.

Millet nefesini tutmuş sizi bekliyor. Size güveniyor ve inanıyor. Bu güvene layık olduğunuzu biliyor.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Ağustos 2000 Salı

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=63

***