25 Şubat 2017 Cumartesi

1950’lilerin Başlarından 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti


   1950’lilerin Başlarından 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluncaya Kadar Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları; 


Türkiye’nin Kıbrıs’la yakından ilgilenmeye başlaması 1950’lerin ikinci yarısında, Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler’e taşımasıyla başlar. 1930’lardan itibaren Ada’da Yunanistan ile birleşme konusunda kıpırdanmalar başlamış olmasına rağmen Türkiye’nin Kıbrıs sorununu görmezden gelmesinin arkasında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan Soğuk Savaş ortamı, Türkiye’nin Batı Bloku içinde yer alma isteği ve 1951’e kadar Türk dış politikasının öncelikli hedefinin NATO’ya üye olmak oluşu yatmaktadır (Gürel, 1985: 176)13. 

Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950’de yapılan gelen seçimlerin ardından iktidara gelmesi Türkiye’nin Kıbrıs konusunda oluşturduğu “politikasızlık” politikasında herhangi bir değişikliğe yol açmaz.14 Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün 20 Nisan 1951’de “Adanın bugünkü vaziyetinin değişmesi için bir sebep görmemekteyiz. Fakat bu vaziyette bir değişiklik bahis mevzuu olacaksa, bunun bizsiz ve haklarımıza aykırı bir şekilde yapılmasına imkan bırakmayız. Bu bakımdan oradaki soydaşlarımız müsterih olsunlar” şeklindeki açıklaması CHP dönemindeki tutumun büyük ölçüde korunduğunu ortaya koymaktadır (ibid.)15. 

Genel olarak bakıldığında, 1950’lerin ilk yarısında Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili resmi politikası, “İngiltere’ninkinden ayrı bir politika saptamamak, Adanın statüsünde değişiklik yapılmaması, eğer statü değişikliği yapılacaksa bunda Türkiye’nin de söz sahibi olması gerektiğini savunmaktan ibarettir” (Gürel, 1985: 177). Ankara, 1954 yılında Yunanistan’ın Kıbrıs meselesini Birleşmiş Milletler’e götürmek istemesi üzerine Kıbrıs konusu ile daha yakından ilgilenme ihtiyacı duyar. Ancak Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Kıbrıs özel gündemiyle gerçekleşecek olan Birleşmiş Milletler görüşmelerinde Türkiye’yi temsil edecek olan heyete, “İngilizlerin Ada’da kalmaları yönünde isteklerde bulununuz” 
şeklinde talimat vermesi, Türkiye’nin Kıbrıs politikasının hala “mevcut statünün korunması”ndan ibaret olduğunu göstermektedir (Kızılyürek, 2003: 20). 
İngiltere’nin daveti üzerine 29 Ağustos 1955’te toplanan Londra Konferansı Türkiye’nin garantör ülke misyonu kazanmasının ilk adımı olması yönüyle önemlidir (Hasgüler ve Uludağ, 2004a: 323). Londra Konferansı’na Türkiye’yi temsilen katılan Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin resmi tutumunu “ Ada’daki statükonun korunması, aksi halde Türkiye’ye verilmesi ” olarak açıklar (Sönmezoğlu, 1991: 31). Bu dönemde Türk kamuoyunda Kıbrıs’la tartışamaların iyice alevlendiği “ Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır ” sloganlarının duyulmaya başlandığı görülmektedir. 

1956 yılı, Türkiye’nin Kıbrıs politikası açısından önemli bir değişiklik yılıdır. Türkiye bu yıldan itibaren Ada’da statükonun korunması ya da Türkiye’ye verilmesi tezini terk ederek, “kendi kaderini tayin” tezinin üstünde durmaya başlar. Ankara bu yıldan itibaren savunmaya başladığı ve aslında İngiltere tarafından ortaya atılan “taksim” tezini bu temele dayandırmıştır (Hasgüler, 2002: 235). Nitekim 28 Aralık 1956 ise Başbakan Adnan Menderes, İsmet İnönü’den de gördüğü destekle TBMM’de hükümetin taksim tezini açıklar. “Kimse adayı taksim etmekten başka bir çözüme Türkiye’yi mecbur etmeyi aklından bile geçiremez” diyen Başbakan, Türkiye’nin bu konudaki kararlılığının altını çizer (Tuncer, 2005: 78). TBMM’nin aldığı 16 Haziran 1958 tarihli karardan16 sonra taksim, Türkiye’nin resmi tezi haline gelir. “Ya taksim ya ölüm” mitinglerinin düzenlenmeye başlaması da bu döneme rastlar17. 

Eylül 1958’de Kıbrıs Rum Topluluğu lideri Makarios, “bağımsız Kıbrıs” düşüncesini ortaya atar. Daha “Ya taksim ya ölüm” mitinglerinin dumanı dağılmadan, ABD’nin de baskısıyla Türk hükümeti, “bağımsızlık” formülünü anlaşma zemini olarak kabul etmeye başlar. TBMM’de Kıbrıs’ın bağımsızlığı konusunun tartışıldığı 28 Şubat 1959 tarihli oturumda Fatin Rüştü Zorlu baştan beri Türk dış politikasının Kıbrıs’ta temel aldığı üç ilkeyi, “Kıbrıs’ın hiçbir zaman yabancı bir devlete ilhak edilmemesi; Kıbrıs’taki Türkün gelişmesinin önlenmemesi, Ada’da azınlık durumuna düşürülmemesi ve Türkiye’nin güvenliği açısından adanın savunmasına Türkiye’nin de katılması” olarak sıralar (Fırat, 1997: 68). 

Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmaları olan Londra ve Zürih Antlaşmaları18 bu ilkeler esas alınarak imzalanmıştır. Zorlu, Londra Antlaşmalarıyla bu ilkelerin korunduğunu söylerken CHP tarafından çok sert eleştirilere uğrar. Ecevit, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan ya da parafe edilen metinlerin İngiltere ve Kıbrıs’taki iki toplumun temsilcileri tarafından da imzalanması gerekmektedir. O nedenle Londra’da İngiltere Başbakanı Macmillan, Yunanistan Başbakanı Karamanlis, Türkiye Başbakanı Menderes 19 

Şubat’ta bir araya gelerek 11 Şubat’ta Zürih’te üzerinde anlaşmaya varılan metinleri imzalarlar. Antlaşmalara, Kıbrıs Rum toplumu adına Makarios ve Kıbrıs Türk toplumu adına Fazıl Küçük imza koyar. Londra Antlaşmaları olarak anılan bu antlaşmalar aşağıdaki belgelerden oluşmaktadır: 

a) Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna ilişkin Temel Antlaşma, 

b) İngiltere, Yunanistan, Türkiye ile Cumhuriyeti arasında Garanti Antlaşması, 

c) Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan -Türkiye arasında İttifak Antlaşması, 

ç) İngiltere Hükümetinin bu belgeleri üsle ilişkin bazı esaslar eklenmesi koşuluyla kabul ettiğine dair 17 Şubat 1959 bildirisi, 

d) Yunan ve Türk dışişleri bakanlarının İngiliz hükümet bildirisini kabul ettiklerine ilişkin bildirileri, 

e) Makarios’un Londra’da imzalanan belgeleri kabul ettiğine ilişkin bildirisi, 

f) Küçük’ün Londra’da imzalanan belgeleri kabul ettiğine ilişkin bildirisi, 

g) Kıbrıs Anayasası ve ilgili belgelerin yürürlüğe konması için alınacak geçici önlemlerle ilgili sözleşme. 


Londra Antlaşmalarının tam metni için, Bkz, Ekler A. Antlaşmaların imzalanmasından sonra 13 Aralık 1959’da seçimler yapılır. 
Seçimlerin sonucunda Başpiskopos Makarios Cumhurbaşkanı, Fazıl Küçük de Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilir. 

Geçici hükümet tarafından hazırlanan 199 Maddelik Anayasanın 6 Nisan 1960’da kabul edilmesinin ardından 16 Ağustos 1960’da Lefkoşe Antlaşması ile 
Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti, 24 Ağustos’ta da Birleşmiş Milletler’e üye olur. 

Taksim tezini reddederek fedakarlık yaptınız ” diyerek hükümetin 16 Haziran 1958’de TBMM’nin taksim yönünde aldığı kararı hiçe saydığını ve yetkisini aştığını söylemektedir. 

CHP, bunun yanı sıra içerikle ilgili, özellikle güvenlik boyutunu ilgilendiren konularda ağır eleştirilerde bulunur19. Bütün itirazlara rağmen Londra Anlaşmaları 4 Mart 1959’da TBMM’de onaylanır. 

TBMM’nin aldığı bu karar, bundan yaklaşık bir yıl önce yine bir TBMM kararı ile benimsediği “taksim” tezinin resmen terk edildiğini ve Kıbrıs’ın bağımsızlığının kabul edildiğini göstermektedir. Yalnız bu kararın oybirliğiyle aldığını söylemek mümkün değildir. Kıbrıs’a bağımsızlığını kazandıran, Türkiye’ye tek taraflı müdahale hakkı dahil olmak üzere çok geniş garantörlük hakları tanıyan ve TBMM’nin 6 Mart 2003’te oybirliği ile kabul ettiği kararda da atıfta bulunulan 1960 Antlaşmaları, muhalefet partisi milletvekilleri tarafından reddedilmiştir20. 

BÖLÜM DİPNOTLARI;

11 Bkz, Ekler B.1.2. 
12 Bkz, Ekler B.1.3. 
13 17 Aralık 1949’da CHPli Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’ın İngiltere’nin 
Kıbrıs’tan çekilmesinin söz konusu olmadığını, Yunan hükümetinin de sorunu resmen ele almadığını söylemesi, o dönemde Türkiye’nin 
tutumunu doğrular niteliktedir. Sadak yine 23 Ocak 1950 tarihinde “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur” diyerek Türkiye’nin bu konudaki resmi tavrını bir kez daha teyit etmiştir (Sönmezoğlu, 1991: 30). 
14 1950 seçimlerinde Kıbrıs meselesi ne CHP’nin ne de DP’nin seçim propagandalarında yer almıştır (Tuncer, 2005: 72). 
15 29 Ağustos 1952’deki Ada’daki gelişmeleri görüşmek için kendisini ziyarete gelen Kıbrıs Türk heyetine “Şimdi Türkiye Yunanistan dostluğu vardır. Dostluklar zaruridir. 
Fakat sizinle alakamızı kesmeyeceğiz” diyen Köprülü Türkiye’nin Kıbrıs sorunuyla uzaktan ilgilenmek istediğini ve Batı ile geliştirmeye başladığı 
ilişkileri zedeleyecek herhangi bir girişimde bulunmaya yanaşmayacağını ortaya koymaktadır (Kaymak, 1968: 10). 
16 16 Haziran 1958 tarihinde “taksim” kararının alınması ile sonuçlanan oturum,TBMM’nin Kıbrıs’la ilgili ilk kapalı oturumudur. (Hasgüler ve Uludağ, 2004a: 316). 
Daha sonra 1964’te dört, 1965’te iki, 1967’de, 1974’te ve 2001’te birer adet olmak üzere toplam on tane Kıbrıs konulu kapalı oturum düzenlenmiştir, “ Şampiyon Kıbrıs ”, Radikal, 24 Kasım 2001. 
17 Aslında “taksim” Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili olarak kendisinin geliştirdiği özgün bir tez değildir. Taksim tezinin kendisi bizzat İngiltere Sömürge Bakanı Lenox Boyd tarafından ortaya atılmış ve 16 Aralık 1956’da Başbakan Adnan Menderes’e önerilmiştir (Kızılyürek, 2003: 22). 
18 Kıbrıs Antlaşmaları ile ilgili görüşmeler, Türkiye ile Yunanistan arasında 6-11 Şubat 1959 tarihlerinde Zürih’te yapılmış, görüşmeler sonunda Kıbrıs Antlaşmalarının temelini oluşturacak metinler üzerinde anlaşmaya varılmıştır. 
19 CHP, enosis’i tam olarak yasaklamadıkları, Türkiye’nin askeri varlığının çok sınırlı olduğu, Türkiye’nin soydaşlarına ekonomik yardım yapmasına imkan vermediği, antlaşma metinlerinin muğlak ve sadece iyi niyete dayalı metinler olduğu ve Yunanistan’dan gelecek göçlere sınırlama getirmediği için Ada’nın bir Rum 
adası haline getirilmesi endişesini taşıdığı gerekçeleriyle Londra Antlaşmaları’na itiraz etmiştir (Fırat, 1997: 68-73). 
20 1957’de gerçekleşen genel seçimlerin sonucunda meclise CHP 178, DP 424 milletvekili sokmuştur 
http://www.yerelsecim.com/DetaySon.asp?HABERID=80. 
Londra Antlaşmaları 4 Mart 1959’da TBMM’de yapılan oylamada, muhalefetin 138 oyuna karşı 347 oy ile kabul edilmiştir; 
http://www.geocities.com/almanakturkiye/.1959.html. 


***

Kıbrıs’ta “ Kırmızı Çizgiler ”, “ Olmazsa Olmazlar ”



      Kıbrıs’ta “ Kırmızı Çizgiler ”, “ Olmazsa Olmazlar ”




Kıbrıs’ta “Kırmızı Çizgiler”, “Olmazsa Olmazlar” ;

TÜRKİYE'NİN RESMİ KIBRIS POLİTİKASININ YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ 

Bu Çalışmanın Amacı, 

Annan Planı referandumuyla sonuçlanan süreçte Ankara’nın Kıbrıs politikasına ilişkin olarak yürütülen tartışmalar ışığında, Türkiye’nin 
1950’lerden bu yana izlediği resmi Kıbrıs politikasını yeniden değerlendirmektir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 11 Kasım 2002’de müzakere 
zemini olarak taraflara açıkladığı plan, 2003 ve 2004 yılları arasında fasılalı olarak yürütülen müzakerelerde çeşitli değişimlere uğramış ve 24 Nisan 2004’te Ada’nın her iki tarafında eşzamanlı olarak referanduma sunulmuştur Kıbrıs Türk halkı plana yüksek oranda destek vermesine rağmen, Rum halkı tartışmasız bir biçimde “hayır” dediği için plan rafa kaldırılmış, ancak Ankara’nın bu dönemde yürüttüğü Kıbrıs politikasına yönelik eleştiriler uzun süre hararetini korumuştur. Anılan dönemde plan üzerinde yürütülen müzakerelere katkıda bulunan ve referandum aşamasında “ Evet ” yönünde telkinde bulunan hükümet, başta muhalefet partisi olmak üzere çeşitli kesimlerin Türkiye’nin geleneksel Kıbrıs politikasının değiştirildiği gerekçesiyle ağır eleştirilerine uğramıştır. Ankara’nın tutumunu eleştiren kesimlere göre hükümet, planı destekleyerek Türkiye’nin TBMM kararlarında ifadesini bulan resmi Kıbrıs politikasını tersyüz etmekle kalmamış, aynı zamanda Kıbrıs’ın AB üyeliğine boyun eğerek Türkiye’nin bu konudaki yerleşik çizgisinden sapmıştır. Ancak söz konusu eleştirilerin arka planını Türkiye’nin bu dönem öncesinde “tutarlı”, “değişmez” bir Kıbrıs politikası yürüttüğü varsayımı ya da önkabulünün oluşturduğu görülmektedir. Bu çalışmada, yukarıda özetlenen eleştirilerden yola çıkılarak bu önkabulün geçerliliği, diğer bir deyişle, Türkiye’nin 1950’lerden bu yana yürütüğü Kıbrıs politikalarının “ Değişmezliği ” tartışılmıştır 


Annan Planı’nın Referanduma sunulması ile sonuçlanan süreçte çözümü desteklediğini ifade eden AKP hükümetinin en çok eleştiri aldığı konuların başında Türkiye’nin “40 yıllık” Kıbrıs politikasını değiştirmesi, daha önceki bütün hükümetlerin benimsediği politikaları, TBMM’nin aldığı kararları hiçe saymış olması gelmektedir. Aslında eleştiri oklarının doğrudan hedefi Annan Planı ve onun sunduğu çözüm parametreleridir. Ancak Planın oluşma sürecine katkıda bulunan ve referandum oylamalarında “Evet” yönünde telkinde bulunan AKP iktidarı, bu tutumundan dolayı başta muhalefet partileri olmak üzere pek çok kesimden “Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin yıpranmış”7 olduğu gerekçesiyle tepki görmüştür. Bu eleştiriyi yönelten siyasetçilerin ve gazetecilerin büyük bir bölümünün, Türkiye’nin Kıbrıs politikasının yani kırmızı çizgilerinin belirlenmesinde şimdiye kadar TBMM’nin aldığı kararlara işaret ettiği görülmektedir8. 

Bu bölümde Türkiye’nin 1950’lerden bu yana Kıbrıs politikaları, TBMM’de alınan kararlar9 ve bu kararlar doğrultusunda Türkiye ile KKTC arasında imzalanan Ortak Açıklamalar ve Deklarasyonlar ışığında incelenecektir. TBMM’nin Kıbrıs konusundaki son kararı, 6 Mart 2003’te AKP iktidarı döneminde, AKP, CHP, DYP ve bağımsız milletvekillerinin katılımıyla alınmıştır10. Yukarıdaki değerlendir meler ışığında, 7 Mustafa Balbay, “Demirel: Kıbrıs alabora olabilir”, 
Cumhuriyet, 25 Mart 2004; Erol Manisalı, “AKP Hükümeti 3 Kasım 2002’de geldiğinden beri, Ankara’nın Kıbrıs politikası tamamen tersyüz edildi” (2007a: 130). 

8 Türkiye’nin Kıbrıs politikasının nasıl belirlendiğiyle ilgili olarak örneğin, “Kıbrıs politikası TBMM’de MGK’nın katkısı ile oluşur”, Deniz Baykal, Cumhuriyet, 21.01.2003; “Türkiye’nin Kıbrıs davası, TBMM’de alınan kararlarla belirlenmiştir”, (Denktaş, 2005: 148, 159); “Bizim Kıbrıs’ta ayarlarımız bozuk değildir. TBMM’de zamanında alınmış kararlardır”, Bülent Ecevit, Cumhuriyet, 13.01.2003; “TBMM bir değil birçok kez aldığı kararlarda Kıbrıs’ta bir değil iki devlet gerçeğine eşit gözle bakmadan ve kabul etmeden herhangi bir çözüm bulmanın olanaksızlığına işaret etti”, Cüneyt Arcayürek, Cumhuriyet, 11.01.2003; “TBMM’nin 
şimdiye kadar aldığı bütün kararların dışına çıkıldı”, (Manisalı, 2005: 73). 

9 TBMM arşivlerinde Kıbrıs konusunda alınan kararlar, “ TBMM Kıbrıs Deklarasyonu ”  olarak geçmektedir. 

10 TBMM Tutanakları, 6 Mart 2003, 42. Birleşim. 


TBMM’de oybirliğiyle alınmış olan bu kararın, Türkiye’nin resmi Kıbrıs politikasını temsil ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Buradan hareketle TBMM’nin kırk yıldır aldığı kararların 6 Mart 2003 tarihli kararda altı çizilen kırmızı çizgiler ile uyum göstermesi beklenir. Eğer kırk yıllık politikada bir “kırılma”, “sapma” söz konusu ise, diğer bir deyişle Kıbrıs politikasının değiştirildiği iddia ediliyorsa, o halde bundan önceki politikanın, yani önceki TBMM kararlarının belli bir “değişmezlik”, “tutarlılık” göstermesi beklenir. Elbette bu kararların metin olarak kendi içindeki tutarlılığı kadar bunlara uyumlu davranılıp davranılmadığı da önemlidir. Dolayısıyla Türkiye’nin alınan kararların sonrasındaki uygulamalarında tutarlı olup olmadığı karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir. 

6 Mart 2003 tarihinde TBMM’de alınan kararda aşağıdaki ilkeler kabul edilmiştir: Türkiye Büyük Millet Meclisi, 

1- 21 Ocak 199711 ve 15 Temmuz 199912 tarihlerinde aldığı kararlara atıfta bulunarak, bu millî davada Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk milletinin tam bir birlik ve beraberlik içinde bulunduğu gerçeğini bütün dünyaya bir kere daha ilan eder. 

2- Kıbrıs meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulunması için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sarf ettiği çabaları içtenlikle destekler. 

3- Kıbrıs meselesine bulunacak çözümün, tarafların eşit statüsü ve eşitliğine dayanması gerektiği hususunu önemle vurgular. 

4- Türkiye’nin 1960 Antlaşmalarından kaynaklanan garantörlük haklarının sürdürülmesi gereğini belirtir. 

5- Kıbrıs’ta Türkiye ile Yunanistan arasında kurulmuş bulunan dengenin zedelenmesinin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini teyit eder. 

6- Kıbrıs sorununun çözümünün, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde bir ön şart gibi takdim edilmesine yönelik çabaları reddeder. 

7- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye’den önce Avrupa Birliğine üye yapılması yolunda atılan adımların, uluslararası antlaşmaların açık bir ihlali olduğunu bir kere daha vurgular. 

8- Kıbrıs Türk ve Rum halkının 28 yıldır huzur ve barış içinde yaşamasının en önemli amili olan iki kesimliliğin muhafaza edilmesine verdiği önemi vurgular. 

9- İki kesimliliği zedeleyecek bütün öneri ve girişimlerin, Kıbrıs’taki güvenlik ortamını olumsuz yönde etkileyerek, iki toplumu yeniden bir çatışma ortamına sürükleyeceğini hatırlatır ve buna hiçbir şekilde müsaade edilmemesi gerektiğini önemle belirtir. 

10- Bu genel koşullara riayet edilmek kaydıyla, Kıbrıs’ta barışçı ve kalıcı bir çözüme ulaşılmasının, Türkiye’ye, Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarına ve bölge barışına hizmet edeceği yolundaki inancını ifade eder. 

Yukarıdaki TBMM Deklarasyonu’nda altı çizilmiş olan “kırmızı çizgiler”in geçirdiği değişim, TBMM’nin aldığı kararlar ve iki ülke arasında imzalanan Ortak Açıklamalar ve Deklarasyonlar ışığında ve belirli dönemlere ayrılarak incelenecektir. Bu dönemlerin belirlenmesinde Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili olarak geliştirdiği tezler ve politikalar açısından bazı dönüm noktaları esas alınmıştır: 

• Türkiye’nin “ Politikasızlık ”, “ Statükoculuk ”, “ Kıbrıs Türk’tür ”, “ Ya Taksim ya ölüm ” gibi tezlerin arasında bocaladıktan sonra nihayet “ Bağımsız Kıbrıs ”ta karar kılmasıyla sonuçlanan 1950’lilerin başlarından 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen dönem, 

• Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşamasını, yani statükonun korunması gerektiğini savunduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1974 müdahalesine kadar geçen dönem, 

• Türkiye’nin temelde federal nitelikli bir çözümü desteklediği 1974’ten 15 Kasım 1983’te KKTC’nin kuruluşuna kadar geçen dönem, 

• Türkiye’nin federal çözümü hala desteklemekle birlikte KKTC’nin kuruluşu nedeniyle yeni yaklaşımlara kapı araladığı 15 Kasım 1983’ten 6 Mart 1995’e kadar geçen dönem,
  
• Türkiye’nin KKTC ile “ Bütünleşme ” önerisini ortaya atmasıyla başlayan ve bunu destekler nitelikte pek çok açıklamanın ve deklarasyonun yayınlandığı 6 Mart 1995’ten 31 Ağustos 1998’e kadar geçen dönem, 

• Türkiye’nin “ Konfederasyon ” önerisini resmi olarak ilan etmesiyle başlayan daha sonra “ Çekoslovakya Modeli ”, “ Özerklik ”, “ Tam ilhak ” ve nihayet “ Ortaklık devleti ” tezleriyle renklenen 31 Ağustos 1998’den 6 Mart 2003’e kadar geçen dönem. 


***

TÜRKİYE'NİN RESMİ KIBRIS POLİTİKASININ YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ



TÜRKİYE'NİN RESMİ KIBRIS POLİTİKASININ YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ 


Bu Çalışmanın amacı, 

Annan Planı referandumuyla sonuçlanan süreçte Ankara’nın Kıbrıs politikasına ilişkin olarak yürütülen tartışmalar ışığında, Türkiye’nin 1950’lerden bu yana izlediği resmi Kıbrıs politikasını yeniden değerlendirmektir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 11 Kasım 2002’de müzakere zemini olarak taraflara açıkladığı plan, 2003 ve 2004 yılları arasında fasılalı olarak yürütülen müzakerelerde çeşitli değişimlere uğramış ve 24 Nisan 2004’te Ada’nın 
her iki tarafında eşzamanlı olarak referanduma sunulmuştur Kıbrıs Türk halkı plana yüksek oranda destek vermesine rağmen, Rum halkı tartışmasız bir biçimde “hayır” dediği için plan rafa kaldırılmış, ancak Ankara’nın bu dönemde yürüttüğü Kıbrıs politikasına yönelik eleştiriler uzun süre hararetini korumuştur. Anılan dönemde plan üzerinde yürütülen müzakerelere katkıda bulunan ve referandum aşamasında “ Evet ” yönünde telkinde bulunan hükümet, başta muhalefet partisi olmak üzere çeşitli kesimlerin Türkiye’nin geleneksel Kıbrıs politikasının değiştirildiği gerekçesiyle ağır eleştirilerine uğramıştır. Ankara’nın tutumunu eleştiren kesimlere göre hükümet, planı destekleyerek Türkiye’nin TBMM kararlarında ifadesini bulan resmi Kıbrıs politikasını tersyüz etmekle kalmamış, aynı zamanda Kıbrıs’ın AB üyeliğine boyun eğerek Türkiye’nin bu konudaki yerleşik çizgisinden sapmıştır. Ancak söz konusu eleştirilerin arka planını Türkiye’nin bu dönem öncesinde “ Tutarlı ”, “ Değişmez ” bir Kıbrıs politikası yürüttüğü varsayımı ya da ön kabulünün oluşturduğu görülmektedir. Bu çalışmada, yukarıda özetlenen eleştirilerden yola çıkılarak bu önkabulün geçerliliği, diğer bir deyişle, Türkiye’nin 1950’lerden bu yana yürütüğü Kıbrıs politikalarının “ Değişmezliği ” tartışılmıştır 

Doğu Akdeniz havzasının en yaşlı siyasi sorunlarından biri olan Kıbrıs meselesi açısından Annan Planı referandumu bir milat teşkil eder. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın kendi adıyla anılan planı 11 Kasım 2002’de taraflara sunması ile başlayan bu sürecin, planın 24 Nisan 2004’te Ada’nın her iki yanında eşzamanlı olarak düzenlenen referandumlarda oylanması ve rafa kaldırılması ile sona erdiği söylenebilir1. Kıbrıs sorununun tarihi gelişimine bakıldığında, çözüme en çok yaklaşılan müzakerelerin bu dönemde yürütüldüğü görülmektedir. Daha önce ortaya atılan çözüm planlarından yalnızca Annan Planı’nın referandum aşamasına kadar gelebilmesi bunun en somut 
göstergesidir.

Annan Planı’nın taraflara sunulmasından hemen önce yaşanan önemli bir gelişme vardır. O da Türkiye’de 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerdir. Seçimin sonucunda yüksek bir milletvekili oranı ile tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, dış politika açısından son derece hareketli ve kritik günlerin yaşandığı bir dönemde görevi bir önceki hükümetten devralmıştır. Bir yandan Aralık ayında Kopenhag’da gerçekleştirilecek olan Avrupa Birliği Zirvesi’nde müzakere tarihi alabilmek için sürdürülen yoğun diplomatik çabalar öbür yandan Kofi Annan’ın sunduğu plan çerçevesinde yürütülen tartışmalar Ankara’nın siyasi gündemini oluşturmaktadır. AB’den takvim alınması 
konusunda hükümetten yüksek bekletileri olan kamuoyunu hayal kırıklığına uğratmak istemeyen Ankara, Kıbrıs’ta çözüm konusunda da uluslararası toplumun giderek artan baskısına maruz kalmaktadır. Annan Planı’nın referanduma sunulmasına kadar geçen süreç, bu iki konuda Ankara’nın belirleyici kararlar almasını gerektirecek, bu kararlardan bazıları ağır eleştirilere uğramasına yol açacaktır. 

1 Annan Planı, 24 Nisan 2004 tarihinde adanın kuzey ve güney kesiminde düzenlenen referandumlarla iki halkın onayına sunulmuştur. 
Rum halkının %75.83’ü Planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı %64.91 çoğunlukla Plan’a “evet” demiştir. Plan her iki halk tarafından onaylanmadığı için geçersiz hale gelmiştir. 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Kibrissongelismeler082002.htm

2 Anılan dönemde Kıbrıs’ta çözüme ulaşma doğrultusunda atılan adımlar, bazı kesimlerin Türkiye’nin Kıbrıs politikasının yörüngesinden saptırıldığı gerekçesi ile çok sert tepkisini çekmiştir. Aslında eleştirilerin doğrudan hedefi Annan Planı ve sunduğu çözüm parametreleridir ancak plan üzerinde müzakereler yürütülürken Türkiye’de iktidarda olan AKP’nin çözüm konusunda açıkça irade beyan atmesi ve Kıbrıs’ta çözüm ile Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinin ilişkilendirildiği izlenimini yaratan açıklamalarda bulunması, hükümetin söz konusu eleştirilerin odak noktasında yer almasına yol açmıştır. Başını Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) çektiği muhalefet, meclis dışında kalmış olan bazı partiler, birtakım sivil toplum kuruluşları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş2 ve kısmen dönemin Türkiye Cumhuriyeti (T.C) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, hükümetin aldığı kararlara zaman zaman şiddetle karşı çıkan kesimi oluşturmaktadır. 

Hükümeti Kıbrıs konusundaki tavrı nedeniyle eleştiren kanadın ortak paydası AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’nin Kıbrıs politikasında bir değişim, hatta sapma olduğunu öne sürmeleridir. Örneğin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bu değişimi “Türkiye'nin Lozan'dan beri uygulanan dış politika çizgisinde bir kırılma”3 olarak tanımlamıştır. Annan Planı’na karşı çıkan bu kesime göre planı desteklemek, yıllardır milli dava olarak yürütülen Kıbrıs politikasını “teslimiyetçi” bir politika haline getirmektedir. Üstelik plana destek verdiğini belli eden hükümet, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) AB’ye üye olmasına ses çıkarmayarak4 ve Türkiye’ye verilecek müzakere takvimi ile Kıbrıs meselesi 
arasında bir bağ kurarak “ver-kurtulcu” bir anlayış sergilemekte, Kıbrıs’ın elden gitmesine göz yummaktadır. 

Annan Planı’na muhalefet eden cephenin “Türkiye’nin 40 yıllık Kıbrıs politikası”nın değiştiğine ilişkin iddialarını iki ana eksen üzerinde değerlendirmek mümkündür: 

2 Bu tezin konusu olan Annan Planı müzakereleri süresince KKTC Cumhurbaşkanı Raif Rauf Denktaş’tır. 
17 Şubat 2005 tarihinde KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ise Mehmet Ali Talat kazanmıştır. Talat hala Cumhurbaşkanlığı görevini yürütmektedir. 
3 Baskın Oran, “Kıbrıs’ta Çözüm Türk Dış Politikasında Kırılma mı?”, Agos, 20 Ocak 2004. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın 17 Şubat 2004 tarihinde 
Meclis Gurubu’nda yaptığı konuşmadan alınmıştır. Baykal’ın konuşmasının ayrıntıları için, 
http://www.chp.org.tr/index.php?module=chpmain&page=show_speech&speech_id=158. 411

12 Aralık 2002’de gerçekleşen Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi verilmezken, Kıbrıs’ın tam üyelik müzakerelerini başarı ile tamamladığı kayda geçirilmiştir. 16 Nisan 2003’te AB ile Katılım Antlaşması imzalayan Kıbrıs, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye tam üye olmuştur. 

1- Annan Planı’nın müzakere edildiği dönemde Türkiye’nin 40 yıldır savunduğu resmi tezleri terk edilmiştir; “kırmızı çizgileri”, “olmazsa olmazları”, “olmasa da olur” haline gelmiştir5; 

2- Türkiye’nin resmi politikası, Kıbrıs meselesi ile AB sürecini ilişkilendiren bütün girişimleri reddetmektir. Bu politikanın bir diğer uzantısı da GKRY’nin AB’ye üyelik sürecidir. Ankara, GKRY’nin Ada’nın tümünü temsilen üye olma sürecini daima protesto etmiş, bunun 1960 Antlaşmalarına aykırı olduğunu her vesile ile 
vurgulamıştır. Oysa AKP hükümeti bunu bir “kader” olarak kabul etmiştir6. Annan Planı müzakerelerinin yürütüldüğü dönemde Türkiye’nin Kıbrıs politikasının değiştirildiğini öne süren muhalif kesimin aslında temel bir önkabulden hareket ettiği görülmektedir. Bu, Türkiye’nin değişmez, sabit, genelgeçer ya da onların deyişiyle “geleneksel” bir Kıbrıs politikası olduğu önkabulüdür. “Bu dönemde Türkiye’nin Kıbrıs politikasında iddia edildiği gibi bir değişim ya da bir kırılma olmuş mudur” sorusunun cevabı yukarıda ortaya konan temel önkabulün geçerli olup olmadığı sorusuna yanıt bulunarak tersten verilebilir. Bir değişim iddiasının gerçekçi olabilmesi için herşeyden 
önce “değiştirildiği” öne sürülen durum ya da olgunun bir tutarlılık, “değişmezlik” göstermesi gerekir. Diğer bir deyişle, eğer Türkiye’nin “40 yıllık Kıbrıs politikası” 
Annan Planı referandumu ile sonuçlanan süreçte birdenbire değiştiyse / değiştirildiyse bu değişimin öncesinde, değişmeden kalmış, istikrarlı bir politikanın yürütülmüş olması beklenir. 

Bu tezin amacı yukarıda ortaya konan önkabulün geçerliliğini sorgulayarak “Annan Planı’nın referanduma götürülmesi ile sonuçlanan süreçte Türkiye’nin Kıbrıs politikası değişime uğramıştır” iddiasının doğru olup olmadığını tartışmaktır. Bunun için “Türkiye’nin genelgeçer ve tutarlı bir Kıbrıs politikası vardır” önkabulü incelenmiştir. Bu inceleme esnasında 1950’lerden bu yana Türkiye’nin Kıbrıs politikası, muhalif görüşlerin değişiklik olduğunu iddia ettiği iki ana eksen çerçevesinde mercek altına alınmıştır. 5 Onur Öymen’in 6 Nisan 2004 tarihinde TBMM’de gerçekleşen Kıbrıs oturumunda yaptığı konuşmadan alınmıştır. 

Öymen’in konuşmasının tam metni için, 
http://www.belgenet.com/kibris/tbmm_060404-3.html. 6 Onur Öymen, ibid. 
  
Birinci bölümde, Türkiye’nin Kıbrıs sorunu ile ilgilenmeye başladığı 1950’lerden bu yana benimsediği resmi politikanın ana hatları, diğer bir deyişle “kırmızı çizgileri, olmazsa olmazları” ele alınmıştır. Annan Planı müzakereleri sırasında hükümeti tavizkar davranmakla suçlayan kesimlere göre Türkiye’nin kırmızı çizgileri aşındırılmış, 40 yıllık Kıbrıs politikasından sapılmıştır. Sözü edilen kırmızı çizgilerin ne olduğu ile ilgili kesin bir görüş birliği olmamakla birlikte, dile getirilen görüşlerde Türkiye’nin resmi politikasının sınırlarını MGK’nın da katkısıyla TBMM’de Kıbrıs konusunda alınan kararların çizdiği vurgulanmaktadır. Dışişleri Bakanlığı arşivlerine bakıldığında, Türkiye’nin resmi Kıbrıs politikasının belirlenmesinde TBMM’de alınan kararlar kadar, T.C ve KKTC arasında imzalanan Ortak Açıklamaların da önemine işaret edilmektedir. 

Dolayısıyla birinci bölümde Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin kırk yılı aşkın zamandır izlediği seyir, belli dönemlere ayrılarak TBMM kararları ve Ortak Açıklamalar ve 
Deklarasyonlar ışığında değerlendirilmiştir. İzlenen politikaların tutarlılığı ve değişmezliği açısından Türkiye’nin bu kararlara ve açıklamalara ne kadar riayet ettiği de belirleyicidir. 

O bakımdan Türkiye’nin Kıbrıs konusunda attığı somut adımların ve benimsediği uygulamaların metin üzerinde kabul ettiği ilkeler ile gösterdiği uyum, bölümün tartışma konularından birini oluşturmaktadır. 

İkinci ve üçüncü bölümlerde, Kıbrıs’ın AB’ye üyelik yolculuğu boyunca Türkiye’nin temel tutumu ve yaklaşımı ele alınmıştır. Yukarıda açıklandığı üzere, Kıbrıs konusunda hararetli müzakerelerin yürütüldüğü günlerde, Avrupa Birliği cephesinde de kritik gelişmeler yaşanmaktadır. Kopenhag’da Türkiye’ye müzakere tarihi verilmemiş, oysa aynı zirvede Kıbrıs ile 1998’den beri yürütülmekte olan tam üyelik müzakerelerinin başarıyla tamamlandığı kayda geçirilmiştir. Kıbrıs meselesini çözme konusunda son derece istekli 
görünen hükümet, Türkiye’nin tam üyelik perspektifini yakından ilgilendiren bu gelişmenin ardından, hem Kıbrıs’ı AB ile ilişkilerimize karıştırmak hem de GKRY’nin AB üyeliğine seyirci kalmakla suçlanmıştır. Bu suçlamaları yöneltenler Türkiye’nin bu konuda yıllardır ortaya koyduğu hukuki ve siyasi itirazların kulak arkası edildiğini söylemektedirler. Bu kesime göre AKP hükümeti öncesinde görev yapan bütün siyasi iktidarlar, 1960 antlaşmalarına aykırı olduğu gerekçesi ile Kıbrıs’ın AB’ye tam üye olmasına itiraz etmiştir ve Kıbrıs meselesi ile Türkiye’nin AB üyeliğini ilişkilendirmeye yönelik her türlü girişimi reddetmiştir. Aynı zamanda AB, Türkiye’nin bütün tepkisine rağmen Güney Kıbrıs’ı üye yapmakta ısrar ettiği taktirde Türkiye, KKTC ile bütünleşecektir. 

Bu iddialardan yola çıkılarak, ikinci bölümde, Kıbrıs’ın AET ile ortaklık anlaşması imzaladığı 1972 yılından, Aralık 1999’da düzenlenen Helsinki Zirvesi’ne kadar geçen dönemde Ankara’nın tutumu tartışılmıştır. Kıbrıs’ın AB’ye tam üyeliği birinci AKP hükümeti döneminde gerçekleşmiş olmasına rağmen, bu süreç aslında 1990’ların ilk yıllarında başlayan uzun soluklu bir yolculuktur. 70’lerden bu yana AB ile ortak üye statüsünde ilişkilerini sürdüren Kıbrıs, tam üyelik başvurusunu 1990’da yapmıştır. Kısa bir süre sonra başvurusu kabul edilen Kıbrıs, önce Gümrük Birliği’ne dahil olmuş, ardından resmi aday konumuna yükselmiş, nihayet dört yıl süren müzakereler sonucunda 2002 yılında Kıbrıs’ın tam üyelik için yeterli koşulları yerine getirdiği tescil edilmiştir. Dolayısıyla Kıbrıs’ın AB ile tam üyelik öncesi ilişkilerinin yaklaşık otuz yıllık bir geçmişi  olduğu söylenebilir. AKP hükümetini bu konuda sert bir dille eleştiren kesimin  görüşleri doğrultusunda, sözü edilen otuz yıllık dönemde, Ankara’nın Kıbrıs ve AB ilişkileri konusunda son derece istikrarlı ve tutarlı bir politika izlediğini, Türkiye’nin yukarıda sıralanan hukuki ve siyasi itirazlarını kararlılıkla uluslararası kamuoyunda savunmuş olduğunu varsaymak gerekir. İkinci ve üçüncü bölümlerde, Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB ile ilişkileri bağlamında yürüttüğü politikanın ne kadar tutarlı ve istikrarlı olduğu tartışılmıştır. Ankara’nın yaklaşımını değerlendirebilmek için, Kıbrıs’ın üyelik yolunda attığı adımlar, Avrupa Birliği’nin resmi belgeleri ışığında incelenmiştir. Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik sürecinde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin AB yolculuğu ile yakından bağlantılıdır. O nedenle bu süreçte Ankara’nın Kıbrıs politikası, Türkiye-AB ilişkileri dikkate alınarak irdelenmiştir. İkinci bölümün Helsinki Zirvesi ile tamamlanması bunun bir sonucudur. Zira Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesinin, Kıbrıs politikasında ciddi bir değişikliğe yol açtığı görülmektedir. Helsinki Zirvesi’nden 2002’nin son aylarına kadar geçen süreci kapsayan üçüncü bölüm, adaylık kartını cebine koymuş olan Ankara’nın AB ile ilişkiler bağlamında Kıbrıs politikasını nasıl yürüttüğüne ilişkin ayrıntılı bir analiz sunmaktadır. 



***

Bir Güvenlik Sorunu Olarak Kıbrıs’ın Enerji Kaynakları ve Uluslararası Aktörlerin Politikaları BÖLÜM 2



Bir Güvenlik Sorunu Olarak Kıbrıs’ın Enerji Kaynakları ve Uluslararası Aktörlerin Politikaları BÖLÜM 2



    AB’ye üye bir devletten ve İsrail’den satın alınacak enerjinin, AB açısından Rusya’ya var olan rahatsız edici boyuttaki bağımlılığı azaltacak olması, 
AB ülkeleri açısından çok büyük önem taşımaktadır.35 Türkiye’nin dış politikasındaki en önemli söylemlerinden biri olan “enerji terminali” (energy 
hub) olabilme hedefi çerçevesinde Doğu Akdeniz’deki kaynakların Avrupa’ya Türkiye üzerinden aktarılması Türkiye’ye önemli jeostratejik kazanımlar 
sağlayacaktır. Dolayısıyla, Kıbrıs’ta varılacak kapsamlı bir çözümün Avrupa ile olan ilişkilere de olumlu bir katkı sağlayacağı söylenebilir.36 Çözümün hem 
Türkiye tarafına hem de GKRY ve AB tarafına büyük kazanımları olacaktır. Bu konuda tarafların gerekli gayret ve çabaları göstermesi kendi refahları ve 
bölgenin istikrarı için büyük önem taşımaktadır.

Doğu Akdeniz açısından diğer bir önemli devlet ise Rusya’dır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Rusya, Kıbrıslı Rumlara askeri 
ve ekonomik yardımlarını kesintisiz olarak devam ettirmiştir. Rusya 2011 yılında ekonomik kriz içinde bulunan GKRY’nin iki buçuk milyar avroluk kredi şartlarında iyileştirmeye gitmiştir. Rusya’nın GKRY’ndeki bankalarda 31 milyar dolar mevduatı olduğu söylenmektedir. Rusya’nın ayrıca GKRY’ndeki yatırımları 2012 yılında bir önceki yıla göre %40 artarak, toplamda 78 milyar dolara ulaşmıştır.37 Dünya doğalgaz rezervlerinin dörtte birine sahip olduğu söylenen Rusya’da, Doğu Akdeniz’deki enerji havzalarıyla da ilgilenmektedir. Bu doğrultuda GAZPROM en azından belli alanlarda lisans almak ve sıvılaştırılmış doğal gaz alt yapısını tesis etmeyi istemektedir.38 Bu yüzden, Rusya GKRY üzerinde olabildiğince etkili olabilmeyi hedeflemektedir. Hali hazırda Suriye’deki Tartus limanında üssü bulunan Rusya’nın, ikinci üs alternatifi olarak GKRY’nin ön plana çıktığı görülmektedir. Bu doğrultuda 10 Ocak 2014’te GKRY Bakanlar Kurulu’nun Rus uçaklarının Andreas Papandreau hava üssünden faydalanmasını öngören 
Savunma Bakanlığı teklifini onaylaması önem taşımaktadır. GKRY içinde bulunduğu ekonomik krizi aşmada Rusya’yı önemli kredi kaynaklarından 
biri olarak görmektedir.39 Burada Rusya’nın göstermiş olduğu tutum ve davranışların Türkiye’nin hassasiyetleri ve çıkarları aleyhine ilerlediği 
rahatlıkla görülmektedir. Rumlara askeri destekler vermek ve askeri üst sağlamak gibi inisiyatiflerin Türk tarafınca olumlu karşılanamayacağı 
açıktır. Enerji projeleriyle ekonomik olarak fayda sağlama çabaları hariç tutulursa Rusya’nın Suriye ile birlikte GKRY’nde askeri üsse sahip olması 
ve Rumları askeri olarak desteklemesi bölgedeki istikrar ve barış ortamına katkı sağlamayacağı açıktır. Bu durum Rusya’nın Suriye İç Savaşı’na askeri 
olarak da müdahil olduğu gerçeği dikkate alındığında ikili ilişkiler açısından hoş bir görüntü ortaya çıkmamaktadır. Özellikle Türk Akımı projesiyle ve 
ikili ziyaretlerle Rusya ile sağlanmak istenen ivme karşılıklı işbirliği ve diyalog ile daha sağlam temeller üzerine inşa edilmeli ve iki ülke de birbirini 
hassasiyetlerini dikkate almalıdır. 

ABD ise Noble Energy şirketi ile Kıbrıs çevresindeki enerji kaynakları sorunu konusunda taraflardan bir diğeri haline gelmiştir. ABD, Avrupa’nın enerji güvenliğine katkı sağlayacak olan bu alternatifi desteklemektedir. Ayrıca bölgede çıkarılacak olan bu kaynakların istikrara ve işbirliğinin güçlendirilmesine katkı sağlayabileceği, Amerikan yönetimi tarafından ifade edilmiştir. GKRY’nin girişimlerini destekleyen ABD, Rum yönetimi ile bu konuyla ilgili olarak yakın bir işbirliği içerisinde olmuştur. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ve birçok ABD’li yetkili, GKRY’ni çeşitli vesilelerle ziyaret etmişlerdir.40 ABD’li yetkililer bir yandan da Rumlara çıkarılacak enerji kaynaklarının, Avrupa pazarına ulaştırılması konusunda Türkiye’yi bir alternatif olarak görmeleri konusunda telkinde bulunmaktadırlar. İsrail’in çıkaracağı enerji kaynaklarının da Türkiye üzerinden taşınması gündeme gelmiştir.41 Bu arada Kıbrıs’ın ABD’nin askeri operasyonları ve istihbarat çalışmaları için, stratejik bir önem taşıdığı da gözden kaçırılmamalıdır. Bu nedenle ABD adadaki konumunun herhangi bir zarara uğramaması için GKRY ile Türkiye arasında arabulucu rolü oynamaya çalışmaktadır. ABD bölgedeki ülkeler arasında dengeyi sağlayamaması halinde, Rusya ve Çin gibi ülkelerle bölge ülkeleri arasında kısmi ittifakların doğabileceği ve bölgedeki dengelerin bozulabileceğini düşünmektedir. 42 

İngiltere ise Ağrotur ve Dikelya askeri üstleri ile Kıbrıs’ta dikkate alınması gereken bir ülkedir. Kıbrıs konusunda izlenecek politikalarda İngiltere’nin tutumunun göz ardı edilmesi pek doğru bir yaklaşım olmayacaktır.43 Bu arada GKRY’nin tayin ettiği 6, 8 ve 10’cu parsellerde Noble Energy şirketinin araştırma yaparken, Total imtiyazını aldığı 10’cu parseli bırakarak 11’ci parselde araştırmalarına başlamıştır. GKRY’de zaten hatırlanacağı üzere 24.03.2016 tarihinde başvurusunu almak kaydıyla üçüncü araştırma lisansı teklifinin çağrısında bulunmuştu.44

Mısır’da ise Hüsnü Mübarek dönemi sona erdikten sonra başa gelen Mursi Mısır’ın GKRY ile imza ettiği antlaşmayı Mart 2013’te geçersiz ilan etmişti. 
Ancak bu fesih açıklamasının Mısır’ın yapmakta olduğu sondaj faaliyetlerini hukuken sıkıntıya düşürebileceği söylenmektedir. Ayrıca Mursi’nin de askeri 
darbe ile düşürülmesine Türkiye sert bir tepki göstermiştir. 

Bunun üzerine General Sisi Türkiye’ye karşı politikalarında sertliğe giderek 12 Aralık 2013’te GKRY ile tekrar MEB antlaşması imzalamış ve bu antlaşma onaylanmıştır. 

45 İsrail’i ve GKRY’i çıkarılan kaynakları Avrupa pazarına ulaştırmada en iyi güzergahın Türkiye olduğuna düşünmelerine neden olan bir gelişme 
yine Mısır’da yaşanmıştır. İtalyan şirketi Eni Mısır açıklarında 850 milyar metreküp doğalgaz keşfettiğini açıklamıştır. Bu miktarla Mısır’ın enerji 
talebi karşılanacağı gibi karşılamayı, ülkenin LNG tesisleri vasıtasıyla ihtiyaç fazlası olan gazın diğer pazarlara iletebileceği ifade edilmiştir. Bu gelişmeyle 
GKRY’nin Afrodit ve İsrail’in ise Leviathan ve Tamar’dan çıkarılan enerji kaynaklarını Mısır’a satma planları ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla buradaki 
Mısır-İsrail-GKRY ittifakının çökeceğini öngörmek çokta zor değildir. Ancak Zohr bölgesinde üretime geçilme tarihi konusunda çeşitli görüşler olmakla birlikte 3-4 yıldan önce tam kapasite üretime geçilmenin pek mümkün olmadığı söylenmek tedir. Bu sahanın geliştirilme maliyetinin ise 7 milyar doları aşacağı hesaplan maktadır. Bu arada Zohr bölgesi GKRY’nin tek taraflı olarak ilan ettiği bölge sınırına 6,5 km uzaklıkta ve GKRY’nin Total şirketine verdiği 11 numaralı parselinde tam karşısında yer almaktadır. 


Zohr’un Kıbrıs’ın sularına uzanıp uzanmadığı bilinmemektedir. Eğer uzanıyorsa GKRY ile Mısır arasında Aralık 2013 tarihinde yapılan antlaşma yürürlüğe 
girecektir.46 Yine Türkiye’nin önemli bir alıcı oluşu, Orta Asya gazı ve Rus gazının Türkiye üzerinden geçerek Avrupa’ya gidecek oluşu İsrail’i ve Mısır’ı 
işbirliğine zorlayabilir. Bu nedenle Türkiye ve Mısır arasındaki normalleşme sürecinde bu konunun katalizör görevi göreceğini söyleyebiliriz.47 Bunun 
yanında Mısır gazının boru hatları yoluyla Avrupa pazarına en kolay ulaştırılabileceği güzergahTürkiye olacaktır. AB ile birlikte Türkiye ve 
Ürdün’ün de Mısır’ın gazının önemli müşterisi olması beklenmektedir.48 

Bu nedenle Türkiye’nin sahip olduğu stratejik avantaj ve fırsatları heba etmeden 
en iyi şekilde kullanması gerekmektedir.

Bunun yanında Kıbrıs’ta BM arabuluculuğunda başlayan müzakere süreci çözüm yanlısı olarak ifade edilen Akıncı ve Anastasiadis arasında başlamıştır. Büyük umutlar ile başlanan bu müzakere sürecinde Rumların çözüm konusuna artık biraz daha yaklaştığı yorumları yapılmaktadır. Bunda şüphesiz Rumlar’ın yaşadıkları ekonomik kriz büyük bir etken olmuştur. Ancak Rumlar daha önceden yaptıkları gibi şimdide çözüme ulaşma konusundaki samimiyetlerini sorgulatacak girişimlerde bulunmaktadırlar. 

Bunun en büyük örneği Yunanistan ve GKRY BM’ye Türkiye’nin ‘garantörlük’ hakkının ‘danışmanlık’ statüsüne dönüştürülmesi gerektiğini önermişlerdir. 
Garantörlüğün kaldırılması sonrasında da adada 2 bin 500 kişilik bir BM polis gücünün oluşturulmasını ve bu polis gücü içinde de Türkiye’nin olmamasını istemişlerdir. Tabi KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ilgili öneriyi derhal reddet miştir.49 Müzakere sürecinde güç paylaşımı ve yönetimi, AB konuları ve ekonomik başlıklarda ilerleme sağlanırken, kritik bir konu olan mülkiyet konusunda tam anlamıyla bir mutabakat sağlandığı söylenemez. 
Tabi bunlara toprak ile güvenlik ve garantiler konusu da eklenebilir.50 Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon kaynakları ise bu müzakerelerde 
yukarıda ifade edildiği gibi işbirliğinden ziyade tarafların karşılıklı hukuksal mücadelesine dönüşmüştür. Rumlar kendilerinin egemen olması kaydıyla 
Kıbrıs Cumhuriyetinde Kıbrıslı Türklerin de hidrokarbon kaynaklarından elde edilecek gelirden istifade edebileceğini söylemektedirler. Sorunda 
zaten egemenlik konusunda düğümlenmektedir. Keşfedilen hidrokarbon kaynaklarının çözüm yönünde olumlu bir katkı sağlaması yine Rum 
kesiminin çözüm yönünde atacakları adımlar ile mümkün olabilecektir. Her ne kadar çözüm yönünde umutlar belirse de kısa ve orta vade de Rumların 
tutumlarını değiştirmesini beklemek pek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. 

SONUÇ

Konuyla ilgili olarak öncelikle Türkiye’nin GKRY’nin aktif paylaşım antlaşmaları karşısında daha aktif bir münhasır ekonomik bölge politikası geliştirmek zorunda olduğunun belirtilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin yapacağı münhasır ekonomik bölge antlaşmalarını da BM’ye bildirerek hukuksal bir zemin hazırlaması önemlidir. Ayrıca GKRY provokatif girişimleriyle Türkiye’yi agresif bir tutum takınmaya zorlama amacı taşıyabilir. Burada yapılması gereken diğer devletler nezdinde diplomatik kanalları kullanarak girişimlerde bulunmak ve uluslararası hukukun kendisine verdiği yetkiler çerçevesinde GKRY’nin bu girişimlerine cevap vermek olacaktır. Enerji konusunda Türkiye’nin KKTC’nin tanınması yönündeki 
pasif tutumunu aktif bir faaliyete dönüştürmesi ve şimdiye kadar olduğu gibi KKTC’nin Kıbrıs adası çevresinde sahip olduğu hakların korunması yönünde kararlı bir tutum sergilemesi çok büyük önem taşımaktadır. Kıbrıs adasındaki yeraltı kaynaklarının araştırılmasında Türkiye’nin teknolojik imkânları geliştirilmelidir. TPAO’nun bu bağlamda kabiliyeti artırılmalı ve yapılacak olan teknolojik araştırmalara kaynaklar ayrılmalıdır. Ayrıca Türkiye Kıbrıs’ta çözümü destekleyen tutumunu uluslararası platformlarda daha güçlü bir şekilde ifade etmelidir. Son olarak, Enerji konusuna taraf olan devletlerle yakın diyalog ve işbirliği mekanizması oluşturarak yapacağı girişimlerde onların da desteğini almaya çalışması çok büyük önem taşımaktadır. Kıbrıs’ta ulaşılacak kalıcı bir çözüm, Türkiye’ye başta enerji konusu olmak üzere birçok konuda kazanımlar sağlayacaktır. Türkiye bu anlamda uluslararası dengeleri de dikkatli bir şekilde gözeterek uygulayacağı politikaları uluslararası hukuk ve diplomatik kurallar zemini üzerinde tutmaya önem göstermelidir. Böylece uluslararası bir güvenlik sorunu haline dönüşen Kıbrıs’ın enerji kaynakları, bölge ülkeleri, AB ülkeleri ve Türkiye açısından önemli ekonomik ve politik kazançlar sağlayacaktır. Var olan enerji fırsatların değerlendirilememesi ve Rumların tutumunu değiştirmemesi durumunda Türkiye ve KKTC uluslararası toplumunda desteğini almak kaydıyla KKTC’nin tanınması ve ekonomik olarak kendi kendine yetebilen bağımsız 
bir KKTC’nin oluşturulması noktasında gerekeni yapmalıdır. Şüphesiz kendi ayakları üzerinde durabilen ve haklılığını kanıtlamaya başlayan bir 
KKTC’nin GKRY’ne çözüm yönündeki baskısı daha ağır olacaktır.


DİPNOTLAR;

1 Hakan Özden “Türk Dış Politikası Yol Ayrımında mı?”, 10 Temmuz 2015, “Türk Dış Politikası yol ayrımında mı?”, 10 Ekim 2010, Haber Pan, 
http://www.haberpan.com/index.php/haber/turk-dis-politikasi-yol-ayriminda-mi (Erişim: 10.07.2015)

2 “Münhasır Ekonomik Bölge tanımı 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesiyle tanımlanmıştır. Buna göre devletler karasularının başladığı esas hat itibariyle 200 mil’in ötesine uzanmayan bölgeye kadar 
kıyı devletine deniz üstünde veya altında birtakım hak ve yetkiler tanır. Bu bölgelerde canlı cansız kaynakların araştırılması, işletilmesi, muhafazası ve yönetimi gibi hususlarda yetki sahibi olunduğu 
gibi sudan akıntıdan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi bölgenin ekonomik olarak işletilmesi ve araştırmasına yönelik egemenlik haklarına sahip olabilmektedirler.” Daha detaylı bilgi için bkz. BM 
Deniz Hukuku Sözleşmesi, 10 Temmuz 2015, 
http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/denizhukuku.pdf 

3 Filiz Katman, “Levant-Doğu Akdeniz ve Enerji Santrancı”, Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu Dergisi, Yıl:8 Sayı 29-30, 3

4 Serdar Örnek, Baransel Mızrak, “Kıbrıs ve Enerji”, Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi, (Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Matbaası, 2014), 858-859

5 Halil İbrahim Ülker, Poyraz Gürson, Mustafa Kemal Topçu, Turan Erman Erkan, “Doğu Akdeniz Enerji Kaynaklarının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Ekonomisine Etkileri”, 
International Conferance On Eurasian Economies, (2013), 1028

6 İsrail’in uluslararası sularda Gazze’ye gitmek üzere Türkiye’den yola çıkan ve insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine gerçekleştirdiği müdahale sonucunda 
dokuz Türk hayatını kaybetmiş ve Türkiye ile İsrail arasında bir kriz yaşanmıştır.

7 “Türkiye, anlaşma sonrası İsrail doğalgazına çok yakın olacak”, Hürriyet Gazetesi, 23 Haziran 2016, 
http://www.hurriyet.com.tr/turkiye-anlasma-sonrasi-israil-dogalgazina-cok-yakin-olacak-40121062 (Erişim tarihi: 25.09.2016)

8 Nejat Doğan, “Doğu Akdeniz’de Enerji Stratejileri ve Bölgesel Güvenliğin Geleceği” 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı:60, 3-4

9 12’ci parsel İsrail’in de araştırmalar yaptığı Leviathan Sahası ile komşudur.

10 Ülker, Gürson, Topçu, “Doğu Akdeniz’de Enerji Stratejileri ve Bölgesel Güvenliğin Geleceği”, 1028

11 “Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor?” Milliyet Gazetesi, 21 Eyül 2011, 
http://www.milliyet.com.tr/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor /dunya/dunyadetay/21.09.2011/1441577/default.htm (Erişim:11.07.2015)

12 Erdi Şafak, “Doğu Akdeniz’de Enerji Bağlamında Güvenlik Sorunu”, Ekonomik ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:8, Sayı:30, 8

13 Katman, Levant-Doğu Akdeniz ve Enerji Santrancı, 2-3

14 Şafak, Doğu Akdeniz’de Enerji Bağlamında Güvenlik Sorunu, s.8

15 Örnek, Mızrak, “Kıbrıs ve Enerji”, 860

16 “GKRY’nin Doğu Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetler hk.” T.C. Dışişleri Bakanlığı, 5 Ağustos 2011

17 ”Doğu Akdeniz’de Petrol Arama Krizi Sürüyor” İktisadi Kalkınma Vakfı E-Bülteni, İstanbul, (2011) 
http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/dogu_akdeniz%E2%80%99de_petrol_arama_krizi_suruyor.pdf 

18 Doğan, “Doğu Akdeniz’de Enerji Stratejileri ve Bölgesel Güvenliğin Geleceği”, 6

19 Mehmet Emin Çağıran, “Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşmasının Geçerliliğiyle ilgili İddialar”, ORSAM, (2011), 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazilar_Yazdir.aspx?ID=2680 

20 “Akdeniz’de Reis Hareketliliği!” TimeTurk, 28 Ağustos 2015 
http://www.timeturk.com/tr/2011/09/28/akdeniz-de-piri-reis-hareketliligi.html (Erişim: 11.07.2015)

21 “Afrodit’in Hediyesi: Kıbrıs Gazı Yeni Bir Diyaloğu Ateşleyebilir mi?” International Crisis Group, Avrupa Raporu No: 216, 7

22 “Akdeniz’deki Kavganın Kronolojisi” Al Jazeera Türk, 15 Temmuz 2015, 
http://www.aljazeera.com.tr/kronoloji/akdenizdeki-kavganin-kronolojisi (Erişim 12.07.2015)

23 İstanbul Ticaret Odası Gazetesi, 15.02.2103, 2 

24 Çağrı Erhan, “Doğu Akdeniz’de Enerji Mücadelesi” Türkiye Gazetesi, 26.10.2014 
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-cagri-erhan/582915.aspx (Erişim 14.07.2015)

25 “Doğu Akdeniz’de krize neden olan sondajdan gaz çıkmadı” Hürriyet Gazetesi, 2 Aralık 2014, 
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/27819121.asp (Erişim: 16.07.2015)

26 Yeliz Şahin, “Kıbrıs Müzakereleri İçin Yeni Fırsat Penceresi” , İktisadi Kalkınma Vakfı Değerlendirme Notu, 1-2

27 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/27819121.asp (Erişim: 16.07.2015)

28 “Kıbrıs’ta petrol arayan Barbaros Hayrettin Paşa gemisi Türkiye’ye geri dönüyor” Enerji Enstitüsü, 31 Mart 2015 
http://enerjienstitusu.com/2015/03/31/kibrista-petrol-arayan-barbaros-hayrettin-pasa-gemisi-turkiyeye-geri-donuyor/ (Erişim: 16.07.2015)

29 Mehlika Özlem Ultan, “The Impact of Russia-Ukraine Relations on Energy Security”, 2014 Ukrainian Crisis: Evolution, International Reaction, 
Implications, içinde (Ed.) Karol Kujawa and Valeriy Morkva, (Poznan, Poland: ASLAN Publishing House, 2015) 130.

30 “AB enerji Alternatifinde Güney Koridoruna öncelik verecek” Anadolu Ajansı, 28 Mayıs 2014 
http://www.aa.com.tr/tr/dunya/336391--ab-enerji-alternatifinde-guney-koridoruna-oncelik-verecek (Erişim: 17.07.2015)

31 Mehlika Özlem Ultan ve Büşra Ural, “Avrupa Birliği Enerji Politikası ve Ukrayna Krizi”, Uluslararası Politikada Ukrayna Krizi, içinde (Der.) 
Hasret Çomak, Caner Sancaktar, Zafer Yıldırım, (İstanbul: Beta Yayınları, 2014), 447-448. ss. 439-452.

32 “AB enerji Alternatifinde Güney Koridoruna öncelik verecek” Anadolu Ajansı, 28 Mayıs 2014 
http://www.aa.com.tr/tr/dunya/336391--ab-enerji-alternatifinde-guney-koridoruna-oncelik-verecek (Erişim: 17.07.2015)

33 Atilla Sandıklı, “ Doğu Akdeniz’de Enerji Denklemi ve Olası Yan Etkiler”, Uluslararası Enerji ve 
Güvenlik Kongresi, içinde (Der.) Hasret Çomak, (Kocaeli:Kocaeli Üniversitesi Matbaası, 2014) 2-3

34 “Doğu Akdeniz Gazı: Riskler Fırsata Çevrilebilir mi?” Al Jazeera Türk Dergi, 1 Mart 2015 
http://dergi.aljazeera.com.tr/2015/03/01/dogu-akdeniz-gazi-riskler-firsata-cevrilebilir-mi/ (Erişim: 17.07.2015)

35 George Stavris, “The New Energy Triangle of Cyprus-Greece-Israel: Casting a net for Turkey?”, Turkish Policy Quarterly, Vol.11, No.2, Summer 2012, 94

36 Ozan Örmeci, “Kıbrıs Müzakerelerinde Yeni Dönem: Enerji Jeopolitiği ve Akdeniz Birliği Olgusu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:7, Sayı:31, 381

37 Nejat Tarakçı, “Kıbrıs Görüşmelerinde Esas Hedef Rusya”, Türksam, 19.02.2014 
http://tasam.org/tr-tr/icerik/5206/kibris_gorusmelerinde_esas_hedef_rusya (Erişim 18.07.2015)

38 Soner Polat, “Doğu Akdeniz Yeni Mücadele Alanıdır”, 21 Yüzyıl Enstitüsü, 20.02.2015 
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politikaarastirmalari-merkezi/2015/02/20/8065/dogu-akdeniz-yeni-mucadele-alanidir (Erişim 18.07.2015)

39 İbrahim Hasanoğlu, “Doğu Akdeniz’de Rusya’nın Stratejik Müttefiki: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi”, Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği, 11.01.2015, 
http://ekoavrasya.net/Duyuru.aspx?did=171&lang=TR (Erişim 19.07.2015)

40“ABD: Avrupa Arenasında Güney Kıbrıs Enerji Konusunda Anahtar Role Sahip”, AB Haber Brüksel, 06 Temmuz 2014, 
http://www.abhaber.com/abdavrupa-arenasinda-guney-kibris-enerji-konusunda-anahtar-role-sahip/ (Erişim:20.07.2015)

41 Ece Göksedef, “Enerji için tarihi ziyaret”, Al Jazeera, 20 Mayıs 2014 
http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/enerji-icin-tarihi-ziyaret (Erişim:21.07.2015)

42 Hatice Karahan, , “Akdeniz’in Enerjisi ABD’yi Gerdi”, SETAV, 23.01.2015, 
http://setav.org/tr/akdenizin-enerjisi-abdyi-gerdi/yorum/18179 (Erişim:21.07.2015)

43 Şafak, “Doğu Akdeniz’de Enerji Bağlamında Güvenlik Sorunu”, s.10

44 “Cyprus opens third offshore licensing round”, Oil ad Gas Journal, 28.03.2016, 
http://www.ogj.com/articles/2016/03/cyprus-opens-third-offshore-licensing-round.html (Erişim tarihi: 26.09.2016)

45 Yavuz Cankara, “Doğu Akdeniz’in Artan Petropolitik Önemi ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Siyaseti”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi sayı:47, 32

46 Sohbet Karpuz, “Mısır gazı ve Zohr keşfiyle bölgede değişen planlar”, Petroturk, 12 Ekim 2015, 
http://www.petroturk.com/HaberGoster.aspx?id=13427&haber=Misir-gazi-ve-Zohr-kesfiyle-bolgede-degisen-planlar (Erişim tarihi: 25.09.2016)

47 Gökhan Güler, “Enerji Politikaları ve Kıbrıs Sorunu”, Milliyet Gazetesi, 15.07.2016, 
http://www.milliyet.com.tr/enerji-politikalari-ve-kibris-kibris-2278405/ (Erişim tarihi: 25.09.2016)

48 “Zohr keşfi İsrail’in Mısır’a gaz satışı hayallerini bitirebilir”, Sabah Gazetesi, 02.09.2015, http://
www.sabah.com.tr/ekonomi/2015/09/02/misirin-dogalgaz-kesfi-israili-zorlayacak (Erişim tarihi: 25.09.2016)

49 “Rumlardan BM’ye Skandal Teklif”, Hürriyet Gazetesi, 19 Eylül 2016, 
http://www.hurriyet.com.tr/rumlardan-bmye-skandal-turkiye-teklifi-40227048 (Erişim tarihi: 26.09.2016)

50 Yeliz Şahin, “2016 Kıbrıs’ta Çözüm Yılı Olabilir”, İktisadi Kalkınma Vakfı, Aralık 2015, s.1


KAYNAKÇA

“Afrodit’in Hediyesi: Kıbrıs Gazı Yeni Bir Diyaloğu Ateşleyebilir mi?” International Crisis Group, Avrupa Raporu No: 216, 2 Nisan 2012
“Cyprus opens third offshore licensing round”, Oil ad Gas Journal, 28.03.2016, 
http://www.ogj.com/articles/2016/03/cyprus-opens-third-offshore-licensing-round.html (Erişim tarihi: 26.09.2016)

“GKRY’nin Doğu Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetler hk.” T.C. Dışişleri Bakanlığı, 5 Ağustos 2011, 
http://www.mfa.gov.tr/no_-181_-5-agustos-2011_-gkry_nin-dogu-akdeniz_de-petrol-ve-dogalgaz-arama-faaliyetleri-hk_.tr.mfa (Erişim: 11.07.2015)

“Rumlardan BM’ye Skandal Teklif”, Hürriyet Gazetesi, 19 Eylül 2016, 
http://www.hurriyet.com.tr/rumlardan-bmye-skandal-turkiye-teklifi-40227048 (Erişim tarihi: 26.09.2016)

“Türkiye, anlaşma sonrası İsrail doğalgazına çok yakın olacak”, Hürriyet Gazetesi, 23 Haziran 2016, 
http://www.hurriyet.com.tr/turkiye-anlasma-sonrasi-israil-dogalgazina-cok-yakin-olacak-40121062 (Erişim tarihi: 25.09.2016) 

“Zohr keşfi İsrail’in Mısır’a gaz satışı hayallerini bitirebilir”, Sabah Gazetesi, 02.09.2015, 
http://www.sabah.com.tr/ekonomi/2015/09/02/misirin-dogalgaz-kesfi-israili-zorlayacak (Erişim tarihi: 25.09.2016)

Cankara, Yavuz “Doğu Akdeniz’in Artan Petropolitik Önemi ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Siyaseti”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi sayı:47, 

Çağıran, Mehmet Emin “Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşmasının Geçerliliğiyle ilgili İddialar”, ORSAM, 29 Eylül 2011, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazilar_Yazdir.aspx?ID=2680 (Erişim: 12.07.2015)

Doğan, Nejat “Doğu Akdeniz’de Enerji Stratejileri ve Bölgesel Güvenliğin Geleceği” 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı:60 Aralık 2013

Güler, Gökhan “Enerji Politikaları ve Kıbrıs Sorunu”, Milliyet Gazetesi, 15.07.2016, 
http://www.milliyet.com.tr/enerji-politikalari-ve-kibris-kibris-2278405/ (Erişim tarihi: 25.09.2016)

Hasanoğlu, İbrahim, “Doğu Akdeniz’de Rusya’nın Stratejik Müttefiki: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi”, 11.01.2015, 
http://ekoavrasya.net/Duyuru.aspx?did=171&lang=TR (Erişim: 19.07.2015)

Hatice Karahan, , “Akdeniz’in Enerjisi ABD’yi Gerdi”, SETAV, 23.01.2015, 
http://setav.org/tr/akdenizin-enerjisi-abdyi-gerdi/yorum/18179 (Erişim:21.07.2015)

İbrahim Hasanoğlu, “Doğu Akdeniz’de Rusya’nın Stratejik Müttefiki: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi”, Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği, 11.01.2015, 
http://ekoavrasya.net/Duyuru.aspx?did=171&lang=TR (Erişim 19.07.2015)

İktisadi Kalkınma Vakfı E-Bülteni, ”Doğu Akdeniz’de Petrol Arama Krizi Sürüyor” İstanbul, 19-25 Eylül 2011
İstanbul Ticaret Odası Gazetesi, 15.02.2103, 2 

Karahan, Hatice, 23.01.2015, “Akdeniz’in Enerjisi ABD’yi Gerdi”, 
http://setav.org/tr/akdenizin-enerjisi-abdyi-gerdi/yorum/18179 (Erişim: 20.07.2015)

Karpuz, Sohbet “Mısır gazı ve Zohr keşfiyle bölgede değişen planlar”, Petroturk, 12 Ekim 2015, 
http://www.petroturk.com/HaberGoster.aspx?id=13427&haber=Misir-gazi-ve-Zohr-kesfiyle-bolgede-degisen-planlar (Erişim tarihi: 25.09.2016)

Katman, Filiz “Levant-Doğu Akdeniz ve Enerji Santrancı”, İstanbul: Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu Dergisi, Yıl:8 Sayı 29-30 2013

Örmeci, Ozan “Kıbrıs Müzakerelerinde Yeni Dönem: Enerji Jeopolitiği ve Akdeniz Birliği Olgusu”, Sinop:Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:7, Sayı:31

Örnek, Serdar; Mızrak, Baransel “Kıbrıs ve Enerji”, Kocaeli Üniversitesi Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi, Kocaeli Üniversitesi Matbaası, 23-24 Eylül 2014, 

Polat, Soner 20.02.2015, 
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2015/02/20/8065/dogu-akdeniz-yeni-mucadele-alanidir (Erişim: 19.07.2015)

Sandıklı, Atilla “Doğu Akdeniz’de Enerji Denklemi ve Olası Yan Etkiler”, Kocaeli Üniversitesi Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi, Kocaeli 
Üniversitesi Matbaası, 23-24 Eylül 2014

Stavris, George “The New Energy Triangle of Cyprus-Greece-Israel: Casting a net for Turkey?”, Turkish Policy Quarterly, Vol.11, No.2, Summer (2012): 94

Şafak, Erdi “Doğu Akdeniz’de Enerji Bağlamında Güvenlik Sorunu”, Ekonomik ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:8, Sayı:30: 8

Şahin, Yeliz “Kıbrıs Müzakereleri İçin Yeni Fırsat Penceresi” , İktisadi Kalkınma Vakfı, İKV Değerlendirme Notu: 1-2

Tarakçı, Nejat Tasam, 19.02.2014, http://www.tasam.org/tr-tr/icerik/5206/
kibris_gorusmelerinde_esas_hedef_rusya (Erişim:18.07.2015) 

Ultan, Mehlika Özlem “The Impact of Russia-Ukraine Relations on Energy Security”, 2014 Ukrainian Crisis: Evolution, International Reaction, 
Implications, içinde (Ed.) Karol Kujawa and Valeriy Morkva, (Poznan, Poland: ASLAN Publishing House, 2015).

Ultan, Mehlika Özlem; Ural, Büşra “Avrupa Birliği Enerji Politikası ve Ukrayna Krizi”, Uluslararası Politikada Ukrayna Krizi, içinde (Der.) Hasret 
Çomak, Caner Sancaktar, Zafer Yıldırım, (İstanbul: Beta Yayınları, 2014), ss. 439-452.

Ülker, Halil İbrahim; Gürson, Poyraz; Topçu, Mustafa Kemal; Erkan, Turan Erman “Doğu Akdeniz Enerji Kaynaklarının Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 
Ekonomisine Etkileri”, International Conferance On Eurasian Economies, 2013: 1028 

Yeliz Şahin, “2016 Kıbrıs’ta Çözüm Yılı Olabilir”, İktisadi Kalkınma Vakfı, Aralık 2015

KAYNAK;
Bilge Strateji, Cilt 8, Sayı 15, Güz 2016 Dönemi,
TEZ ÇALIŞMASI ; Bir Güvenlik Sorunu Olarak Kıbrıs’ın Enerji Kaynakları ve Uluslararası Aktörlerin Politikaları 

***