Fatin Rüştü Zorlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fatin Rüştü Zorlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2019 Cumartesi

27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 3

27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 3



 Ali Fuat Başgil 27 Mayıs sabahını şöyle anlatmaktadır: 

 ” 26/27 Mayıs gecesi, her türlü tertibat yerli yerince alınmıştı. Plan gereğince önce PTT ve Ankara Radyosunu ve sonra da tespit edilen diğer yerleri ele geçirmek için sabah saat 04.00'da tam teçhizatlı ve elleri silahlı Harp Okulu talebeleri, uykuya dalmış şehre indiler. 
Yalnız PTT’nin işgali bir kişinin ölümüne mal oldu. Bilinçli patlayan silah sesleri durumu halka bildirmenin bir yöntemiydi. Çok kısa bir süre içinde ( 1.5 saat ) bütün kilit noktaları işgal edilmişti. Önce hükümet üyeleri, sonra büyün milletvekilleri derhal Harp Okulu’na sevk edildiler. Bu arada Ankara Radyosu iktidarın silahlı kuvvetler tarafından ele geçirildiğini ilan ediyordu. 

 Cumhurbaşkanı kendisine silah doğrultanlarca Köşk’ten sürüklenircesine çıkartılarak tutuklandı. 

 Tüm bunlar gerçekleşirken, Menderes Eskişehir’deydi. Durumu haber alır almaz Konya’ya geçmek üzere Kütahya’ya hareket etti. Kütahya Vilayet Konağına geldikten sonra burada tutuklanarak Ankara’ya götürüldü.” ( Ali Fuat Başgil 27 Mayıs İhtilali Ve Sebepleri ) 

 Milli Birlik Kuruluyor… 

 Halkın lehine bir iş yaptığını düşünenler aslında ne yaptığını bilmiyordu. Tek derdi demokrasiyi baltalamak, militer bir sistemi ve onun sivil ismini hükümran kılmak isteyenler darbeye konsantre olmuştu. Bu öyle bir darbe hipnozuydu ki; darbeden başka bir şey düşünemeyenler, hükümeti devirdikten sonra ne yapacaklarını dahi düşünmemişti. Milli Birlik Komitesi içerisinde mühim bir isim olan Orhan Erhanlı anlatıyor: 

 ” Hükümet devrilmişti ancak kimse ne olacağını bilmiyordu. Memleket radyo tebliğleri, telsiz ve telefon emirleriyle yönetiliyordu. İktidarı ele geçirenlerin kimler olduğu, Milli Birlik Komitesi içerisinde kimler olduğu bilinmiyordu. Kimse kimseye güvenmiyordu… Silah zoruyla Başbakanlığa girebildim. Bakanlar Kurulu salonuna girince şaşkınlığım bir kat daha arttı. Yoğun bir kalabalık mevcuttu. Çoğunu tanımıyordum… Her şey çok düzensiz görünüyordu. 

Oradan geç saatte ayrıldım. Yolda yürürken düşünme fırsatım oldu; tez zamanda bu komiteyi düzenleyemez sek, devleti de kendimizi de batıracağımızı idrak ettim. 

MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ

 Özel birkaç toplantı yaptık. Komiteyi resmen kurmayı ve isimleri kararlaştırdık. Ancak hiçbir şey net değildi. Komiteye erken gelenler oturmuş, adeta erken ben geldim, kabineye ben gireceğim niyeti güdüyordu. 

 6-7 saat süren son toplantıdan sonra milletin kaderini ellerine teslim edeceğimiz 38 kişilik bir liste oluşturduk. Kabul gösterenler olduğu gibi itiraz edenler, tehditler savuranlar da oldu. ( Orhan Erhanlı Anılar…Sorunlar…Sorumlular… ) 

 Tevkif Çılgınlığı ve Tahliye Rahatsızlığı… 

 Akli melekelerini kaybetmiş, emir verici akılların eseri olan emanet akıllı bazı rütbeliler öyle bir şaşkınlık içerisindedirler ki tutuklama görevini oldukça abartmışlardır. Bu tutuklama görevi öyle bir hal almıştır ki, tutuklananların sayılarının çokluğundan Harbiye’de, Harbiyelilere ne yatacak yer, ne de yiyecek kalmıştı. 

 Tutuklanmalar haddini aşınca Cemal Modaoğlu’nun emriyle bir kısım DP’liler serbest bırakılır. Her dönem üniversite içerisinde bulunan darbecilerin arka bahçe bekçisi bazı profesörler hemen bu durumdan rahatsız olup, tahliye icraatının failini Cemal Gürsel zannedip Cemal Modaoğlu’nun yanına koşmuşlardır. Bu tahliyelerden rahatsız olanlardan biri de, şu an kurtarılmış üniversite statüsünde bulunan İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami 
Onar’dır. Onar’ın dahiyane fikirleri bununla sınırlı değildir. İki öğrenci öldürülmesi olayını, yüzlerce öğrencinin öldürüldüğü haberi şeklinde yaymış, iki öğrenciden fazla ölü bulamayınca ondan fazla tabuta taş doldurarak şehitliğe defnetmek gibi yaratıcı fikirlere imza atmış bir ilim adamıdır! 

 Yassıada Yolculuğu… 

 Yassıada mimari Milli Birlik Komitesinin başında bulunan Cemal Gürsel’in bu ilk ada fantezisi değildi. Daha önce de kendisinin ‘ bana bir ada bulun tüm yobazları buraya tıkayım, işlerini görelim ‘ cümlelerine şahit olmuş kişiler mevcuttur. 

 Tutuklanmalar dan sonra bir araya getirilen tutuklular, istiflenerek Yassıada yolculuğu için hazırlanıyordu. Numara sırasına göre dizilen kafileler, Harbiye öğrencilerinin hakaretleri eşliğinde askeri otobüslere bindirilmişti. 
Otobüslerden indirilip tahliye edilecekleri uçaklara doğru yürüyüşlerinde yine Harbiye öğrencileri küfürlerine, hakaretlerine devam ediyor tüfeklerinin dipçikleriyle itip kakıyorlardı. 

 Bu itiş kakış eşliğinde uçak yolculuğu biter, tutuklular vapurlara bindirilir. Vapurda yara bere içerisinde bulunan bakanlar, hükümet görevlileri yüzlerini birbirlerinden saklayarak ağladıkları yolculuklarından sonra nihayet Yassıada’ya varılır. 

 Sonra mı? Sonra gelsin aşağılamalar, zindan günleri, işkenceler, yıldırmalar, bezdirmeler… 

 Duruşmalar Başlıyor… Yassıada Saatleri… 

 14 Ekim 1960 Cuma günü duruşmalara; ” sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerine alındılar. Müdafiler hazır. Açık olarak duruşmaya başlandı ” sözleri ile başlanır. Aynı açılış cümlesi Yassıada Saati başlığıyla radyolardan millete duyurulur. Bu milletin iradesinin yargılanıp, idam edilmesinin açık aşikar ilanıdır. 

 Aynı gün Hürriyet Gazetesi, ” 401 sanık adalet huzuruna çıktı ” yalan ve taraflı başlığını atar. Zira adalet Yassıada’ya getirilen vapura bindirilmemiştir. 

 Sanıyorum, bugün milletin iradesine parmak sallayarak yön vermek isteyen rütbeliler bu geleneği o günlerde mahkeme salonlarına gelen milletin seçtiği vekillere parmak sallamayı, el kol kaldırmayı maharet bilen Yüksek Adalet Divanı mahkeme başkanı Salim Başol’dan devralmışlar. 

 Yargılamalara teker teker girmeye gerek yok. Şu diyalog malum muamelenin anlaşılması için yeterlidir: 

 Başol: Ne okudun, eğitimin nedir? 

Tutuklulardan Biri: Yüksek tahsil yaptım. 

Başol: Belli belli, otur! 

 Bu hukuksuzluk ve gayri ciddi -suçlu dahi olsa- (6-7 Eylül Olayları ki, olayda çok başka faktörler de suçludur ) insanların izzeti nefislerine dokunan hareketlerin yapıldığı bir ortamda; yeri geldiğinde, gereğince(!) tutuklulardan bazıları ailelerinin gözleri önünde rencide ediliyordu. Fatin Rüştü Zorlu elleri kolları bağlanıp, bir teğmen tarafından dövülüyordu. 

 14'ler Tasfiye Ediliyor, Demokrasi Korunuyor! 

 MBK içerisinde diktörasiyi demokrasi zanneden bazı isimler, zamanında fitillerini ateşledikleri üniformalılardan 14 kişiyi Milli Şefimiz İsmet İnönü fikriyatının da etkisiyle tasfiye eder ve sürgün imajıyla yurtdışına sürgüne gönderir. Bu icraat ile birlikte aslında MBK bizzat kendi lehine anayasayı çiğnemiş ancak kendileri için lüzumlu gördükleri bu ictihada gereklilik kılıfı uydurmuştur. 

 14'ler içerisinde bulunan isimlerden birisi de Alparslan Türkeş’tir. Türkeş, bir sonraki darbelerde, sivil katletmelerde rol alacak, 50 yıl sonrasında işlenecek cinayetlere zemin oluşturan bir kitlenin yoğrulduğu kabın ismi olan MHP’nin başkanlığıyla yarım bıraktığı görevine devam edecektir. 



Cemal Gürsel İtiraf ediyor… 

 MBK’nın başındaki isim Cemal Gürsel ilk açıklamalarında hükümeti devirip, bir nevi -henüz icat edilmemiş- Bodrum inzivası havasında köşesine çekileceğini belirtiyor birkaç gün sonra görevinin başından ayrılmayacağını ilan ediyordu. 

 MBK zor durumda, mahkemeler bitmiyor. Milletin başının boş olduğunu düşünenler bu başları doldurmaya niyetliler. Güya milletin lehine çıkılan yolda milletin seçtiği vekilleri hunharca yargılıyorlar, millet kimsenin düşüncesinde değil. Tutukladıklarını bir şekilde asıp konuyu kapatmaya öyle konsantre olmuşlar ki bu arada ülke ne durumda pek kimse ilgilenmiyor. Akıllarına geldiğinde bir anayasa fikrine kapılıyorlar. MBK bu ulvi görev için kendi üniversite kayıtlılarını göreve atıyor. Sonra Cemal Gürsel burnundan soluyarak şöyle buyuruyor: 

 ” Bir halt ettik, bu profesörlerin sözüne uyduk, başımıza dert açtık. Ne yapmak lazım geldiğini ben de kestiremedim. Bu iş uzarsa kötü olur. Anladığıma göre kısa kesmekte zor. Keskin teklifler gerek, bu işten bıktım, bir an önce bitirelim. ” ( Orhan Erkanlı hatıralarından ) 

 Ayağa Kalkın, Karar Anı… 

http://www.derindusunce.org/wp-content/uploads/2010/05/6-menderes.jpg 

Yüksek Adalet Divanı Başkanı Selim Başol: 

 ” Sizleri buraya tıkan irade böyle istiyor ”    

Cümlesini mahkemeler sırasında tutuklulara savuruyor. Derken iradenin emri vuku buluyor; peşinen verilmiş kararlar usulen açıklanıyor… 

 Eski Cumhur Başkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, TBMM eski Başkanı Refik Koraltan, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan başta olmak üzere 15 kişi ölüm cezasına; 402 sanık müebbet ya da ağır hapis cezasına çarptırıldı. 135 Sanık beraat etti. 

 Kabus Bitti Mi? 

 Kararlar sonucunda Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu İmralı Adasında idam edildi. 
 Adnan Menderes’in darağacı altında son sözü: ” Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime saadetler dilerim” oldu. 



 İşte bu kabusun başlangıcıydı. Evveliyatında korku cumhuriyetinde karanlık fikirlerinin tohumlarını atanlar, 27 Mayıs Darbesinde bu kötü tohumların meyvelerini yemiş ve yedirmiştir. Kabustan uyanan bir milleti yeniden kabusa sürüklemiştir. Bugün yaşadığımız ortamda meşru(!) idamlar yerine gayrı meşru öldürmeler yaşanmışsa ve halen yaşanıyorsa bu bir nevi 27 Mayıs’ın yaptığı etkiden kaynaklanmıştır. Ve 27 Mayıs Darbesi bir sonraki darbeye, darbelerimize ilham vermiş, kabusumuzu, kabuslarımıza çevirmiştir. Aziz Türkiyeliler’in başı sağolsun, aziz milletimizin vicdanı sağ olsun! 

Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi (3): İhtilal Sonrası 



 Bir ihtilal sadece gerçekleşme süreci ve gerçekleşmesi ile tarif edilemez. İhtilallerin en önemli etkileri sonrasında yaşananlarda saklıdır. 

 Daha önce işlediğimiz 2 bölümü zihin toparlamak açısından özetleyelim; 

 60 Darbesi öncesinde bu ülkenin tarihinin yapı taşlarından olan militer sistem, Tek Partili Dönemden, Çok Partili Dönem’e geçişi bir türlü hazmedememiş, jakoben yönetimlerin devamını sağlamak isteğiyle Çok Partili Dönem’e geçişin hemen ardından bu durumu değiştirme niyetiyle ordu içerisinde klikleşmeye, cuntalar oluşturmaya başlamıştır. Seçimlerden CHP’nin çıkacağı ümidiyle hazırlıksız yakalanan bir gurup o telaş ile acemice bir tezgah düzenlemiş, işi kılıfına uydurarak ortamı sağlamıştır. Bu ortam sağlama sırasında halen içerisinde olduğumuz, demokratikleşememe durumumuzun faillerinden ordu içerisindeki bazı isimler, üniversiteler kışlamızdır mantığı güden bazı profesörler, yakamızdan bir türlü silkip atamadığımız ve ıslah edemediğimiz CHP siyaseti ve 
Menderes’in Rusya’ya yönelmesinden büyük rahatsızlık duyan Amerika büyük rol oynamıştır. 
Olan yine millete olmuştur. Milletin hür iradesi sorulmadan infaz edilmiş, seçtiği Başbakan asılmıştır. Türkiye demokrasiye en yakın olduğu, tam kalkınmaya başladığı sırada bu darbe ile hem demokrasinin en uzağına atılmış hem de kalkınmasında çok büyük gerileme meydana gelmiştir. 

 Bu darbenin bir yönü de ‘ hukuksuzluğu ‘ kapsamaktadır. Usule uygun olmayan, keyfiyetine karar veren bir hukuksuzluk ortamı apar topar hazırladığı mahkemelerde adapsız bir yargılama sonunda neyin ne olduğu anlaşılmadan, hüküm vermiştir. Yargılananların elbet suçlu olduğu durumlar vardır. Ancak suçlular usule uygun ortamlarda yargılanmalıdır. 

Ülkeyi kendi emrinde zanneden bir gurup idam meraklıları tarafından değil. Bizim tepkimiz bunadır. 

 Bu darbenin iç yakan bir yönü de ideolojik nedenler ile adalet ile yorumlanmamış olmasıdır. 
Kemalist ve Ulusalcı olarak ifade edilen ekol zaten darbe taraftarı çoğunluktan oluştuğu için bir umut olarak baktığımız, bir dönemin darbesini en ağır şekilde yaşayan bir takım solcularda bu darbeye darbe gözüyle değil adeta bir gereklilik gözüyle bakmıştır. Oysaki insanı temel aldığını iddia eden, hür iradeyi kutsayan her ideolojinin, her gurubun tepeden inme ( halkın eliyle olmayan ) her darbeyi aynı şiddetle kınaması gerekmez mi? Elbet gerekir. 

Bu nedenle bir hukuksuzluk ortamı karşısında kendi lehine nedenler ile sessiz 
kalınmamalıdır, zira o hukuksuzluk ortamı imkan verilirse genişleyecek, tepki vermeyenleri de yutacaktır. 

 İşte Türkiye’nin bir döneminde böyle bir oyun oynanarak tarihimizin utanç listesi kabartılmıştır. 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

25 Şubat 2017 Cumartesi

1950’lilerin Başlarından 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti


   1950’lilerin Başlarından 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluncaya Kadar Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları; 


Türkiye’nin Kıbrıs’la yakından ilgilenmeye başlaması 1950’lerin ikinci yarısında, Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler’e taşımasıyla başlar. 1930’lardan itibaren Ada’da Yunanistan ile birleşme konusunda kıpırdanmalar başlamış olmasına rağmen Türkiye’nin Kıbrıs sorununu görmezden gelmesinin arkasında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan Soğuk Savaş ortamı, Türkiye’nin Batı Bloku içinde yer alma isteği ve 1951’e kadar Türk dış politikasının öncelikli hedefinin NATO’ya üye olmak oluşu yatmaktadır (Gürel, 1985: 176)13. 

Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950’de yapılan gelen seçimlerin ardından iktidara gelmesi Türkiye’nin Kıbrıs konusunda oluşturduğu “politikasızlık” politikasında herhangi bir değişikliğe yol açmaz.14 Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün 20 Nisan 1951’de “Adanın bugünkü vaziyetinin değişmesi için bir sebep görmemekteyiz. Fakat bu vaziyette bir değişiklik bahis mevzuu olacaksa, bunun bizsiz ve haklarımıza aykırı bir şekilde yapılmasına imkan bırakmayız. Bu bakımdan oradaki soydaşlarımız müsterih olsunlar” şeklindeki açıklaması CHP dönemindeki tutumun büyük ölçüde korunduğunu ortaya koymaktadır (ibid.)15. 

Genel olarak bakıldığında, 1950’lerin ilk yarısında Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili resmi politikası, “İngiltere’ninkinden ayrı bir politika saptamamak, Adanın statüsünde değişiklik yapılmaması, eğer statü değişikliği yapılacaksa bunda Türkiye’nin de söz sahibi olması gerektiğini savunmaktan ibarettir” (Gürel, 1985: 177). Ankara, 1954 yılında Yunanistan’ın Kıbrıs meselesini Birleşmiş Milletler’e götürmek istemesi üzerine Kıbrıs konusu ile daha yakından ilgilenme ihtiyacı duyar. Ancak Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Kıbrıs özel gündemiyle gerçekleşecek olan Birleşmiş Milletler görüşmelerinde Türkiye’yi temsil edecek olan heyete, “İngilizlerin Ada’da kalmaları yönünde isteklerde bulununuz” 
şeklinde talimat vermesi, Türkiye’nin Kıbrıs politikasının hala “mevcut statünün korunması”ndan ibaret olduğunu göstermektedir (Kızılyürek, 2003: 20). 
İngiltere’nin daveti üzerine 29 Ağustos 1955’te toplanan Londra Konferansı Türkiye’nin garantör ülke misyonu kazanmasının ilk adımı olması yönüyle önemlidir (Hasgüler ve Uludağ, 2004a: 323). Londra Konferansı’na Türkiye’yi temsilen katılan Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin resmi tutumunu “ Ada’daki statükonun korunması, aksi halde Türkiye’ye verilmesi ” olarak açıklar (Sönmezoğlu, 1991: 31). Bu dönemde Türk kamuoyunda Kıbrıs’la tartışamaların iyice alevlendiği “ Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır ” sloganlarının duyulmaya başlandığı görülmektedir. 

1956 yılı, Türkiye’nin Kıbrıs politikası açısından önemli bir değişiklik yılıdır. Türkiye bu yıldan itibaren Ada’da statükonun korunması ya da Türkiye’ye verilmesi tezini terk ederek, “kendi kaderini tayin” tezinin üstünde durmaya başlar. Ankara bu yıldan itibaren savunmaya başladığı ve aslında İngiltere tarafından ortaya atılan “taksim” tezini bu temele dayandırmıştır (Hasgüler, 2002: 235). Nitekim 28 Aralık 1956 ise Başbakan Adnan Menderes, İsmet İnönü’den de gördüğü destekle TBMM’de hükümetin taksim tezini açıklar. “Kimse adayı taksim etmekten başka bir çözüme Türkiye’yi mecbur etmeyi aklından bile geçiremez” diyen Başbakan, Türkiye’nin bu konudaki kararlılığının altını çizer (Tuncer, 2005: 78). TBMM’nin aldığı 16 Haziran 1958 tarihli karardan16 sonra taksim, Türkiye’nin resmi tezi haline gelir. “Ya taksim ya ölüm” mitinglerinin düzenlenmeye başlaması da bu döneme rastlar17. 

Eylül 1958’de Kıbrıs Rum Topluluğu lideri Makarios, “bağımsız Kıbrıs” düşüncesini ortaya atar. Daha “Ya taksim ya ölüm” mitinglerinin dumanı dağılmadan, ABD’nin de baskısıyla Türk hükümeti, “bağımsızlık” formülünü anlaşma zemini olarak kabul etmeye başlar. TBMM’de Kıbrıs’ın bağımsızlığı konusunun tartışıldığı 28 Şubat 1959 tarihli oturumda Fatin Rüştü Zorlu baştan beri Türk dış politikasının Kıbrıs’ta temel aldığı üç ilkeyi, “Kıbrıs’ın hiçbir zaman yabancı bir devlete ilhak edilmemesi; Kıbrıs’taki Türkün gelişmesinin önlenmemesi, Ada’da azınlık durumuna düşürülmemesi ve Türkiye’nin güvenliği açısından adanın savunmasına Türkiye’nin de katılması” olarak sıralar (Fırat, 1997: 68). 

Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmaları olan Londra ve Zürih Antlaşmaları18 bu ilkeler esas alınarak imzalanmıştır. Zorlu, Londra Antlaşmalarıyla bu ilkelerin korunduğunu söylerken CHP tarafından çok sert eleştirilere uğrar. Ecevit, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan ya da parafe edilen metinlerin İngiltere ve Kıbrıs’taki iki toplumun temsilcileri tarafından da imzalanması gerekmektedir. O nedenle Londra’da İngiltere Başbakanı Macmillan, Yunanistan Başbakanı Karamanlis, Türkiye Başbakanı Menderes 19 

Şubat’ta bir araya gelerek 11 Şubat’ta Zürih’te üzerinde anlaşmaya varılan metinleri imzalarlar. Antlaşmalara, Kıbrıs Rum toplumu adına Makarios ve Kıbrıs Türk toplumu adına Fazıl Küçük imza koyar. Londra Antlaşmaları olarak anılan bu antlaşmalar aşağıdaki belgelerden oluşmaktadır: 

a) Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna ilişkin Temel Antlaşma, 

b) İngiltere, Yunanistan, Türkiye ile Cumhuriyeti arasında Garanti Antlaşması, 

c) Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan -Türkiye arasında İttifak Antlaşması, 

ç) İngiltere Hükümetinin bu belgeleri üsle ilişkin bazı esaslar eklenmesi koşuluyla kabul ettiğine dair 17 Şubat 1959 bildirisi, 

d) Yunan ve Türk dışişleri bakanlarının İngiliz hükümet bildirisini kabul ettiklerine ilişkin bildirileri, 

e) Makarios’un Londra’da imzalanan belgeleri kabul ettiğine ilişkin bildirisi, 

f) Küçük’ün Londra’da imzalanan belgeleri kabul ettiğine ilişkin bildirisi, 

g) Kıbrıs Anayasası ve ilgili belgelerin yürürlüğe konması için alınacak geçici önlemlerle ilgili sözleşme. 


Londra Antlaşmalarının tam metni için, Bkz, Ekler A. Antlaşmaların imzalanmasından sonra 13 Aralık 1959’da seçimler yapılır. 
Seçimlerin sonucunda Başpiskopos Makarios Cumhurbaşkanı, Fazıl Küçük de Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilir. 

Geçici hükümet tarafından hazırlanan 199 Maddelik Anayasanın 6 Nisan 1960’da kabul edilmesinin ardından 16 Ağustos 1960’da Lefkoşe Antlaşması ile 
Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti, 24 Ağustos’ta da Birleşmiş Milletler’e üye olur. 

Taksim tezini reddederek fedakarlık yaptınız ” diyerek hükümetin 16 Haziran 1958’de TBMM’nin taksim yönünde aldığı kararı hiçe saydığını ve yetkisini aştığını söylemektedir. 

CHP, bunun yanı sıra içerikle ilgili, özellikle güvenlik boyutunu ilgilendiren konularda ağır eleştirilerde bulunur19. Bütün itirazlara rağmen Londra Anlaşmaları 4 Mart 1959’da TBMM’de onaylanır. 

TBMM’nin aldığı bu karar, bundan yaklaşık bir yıl önce yine bir TBMM kararı ile benimsediği “taksim” tezinin resmen terk edildiğini ve Kıbrıs’ın bağımsızlığının kabul edildiğini göstermektedir. Yalnız bu kararın oybirliğiyle aldığını söylemek mümkün değildir. Kıbrıs’a bağımsızlığını kazandıran, Türkiye’ye tek taraflı müdahale hakkı dahil olmak üzere çok geniş garantörlük hakları tanıyan ve TBMM’nin 6 Mart 2003’te oybirliği ile kabul ettiği kararda da atıfta bulunulan 1960 Antlaşmaları, muhalefet partisi milletvekilleri tarafından reddedilmiştir20. 

BÖLÜM DİPNOTLARI;

11 Bkz, Ekler B.1.2. 
12 Bkz, Ekler B.1.3. 
13 17 Aralık 1949’da CHPli Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’ın İngiltere’nin 
Kıbrıs’tan çekilmesinin söz konusu olmadığını, Yunan hükümetinin de sorunu resmen ele almadığını söylemesi, o dönemde Türkiye’nin 
tutumunu doğrular niteliktedir. Sadak yine 23 Ocak 1950 tarihinde “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur” diyerek Türkiye’nin bu konudaki resmi tavrını bir kez daha teyit etmiştir (Sönmezoğlu, 1991: 30). 
14 1950 seçimlerinde Kıbrıs meselesi ne CHP’nin ne de DP’nin seçim propagandalarında yer almıştır (Tuncer, 2005: 72). 
15 29 Ağustos 1952’deki Ada’daki gelişmeleri görüşmek için kendisini ziyarete gelen Kıbrıs Türk heyetine “Şimdi Türkiye Yunanistan dostluğu vardır. Dostluklar zaruridir. 
Fakat sizinle alakamızı kesmeyeceğiz” diyen Köprülü Türkiye’nin Kıbrıs sorunuyla uzaktan ilgilenmek istediğini ve Batı ile geliştirmeye başladığı 
ilişkileri zedeleyecek herhangi bir girişimde bulunmaya yanaşmayacağını ortaya koymaktadır (Kaymak, 1968: 10). 
16 16 Haziran 1958 tarihinde “taksim” kararının alınması ile sonuçlanan oturum,TBMM’nin Kıbrıs’la ilgili ilk kapalı oturumudur. (Hasgüler ve Uludağ, 2004a: 316). 
Daha sonra 1964’te dört, 1965’te iki, 1967’de, 1974’te ve 2001’te birer adet olmak üzere toplam on tane Kıbrıs konulu kapalı oturum düzenlenmiştir, “ Şampiyon Kıbrıs ”, Radikal, 24 Kasım 2001. 
17 Aslında “taksim” Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili olarak kendisinin geliştirdiği özgün bir tez değildir. Taksim tezinin kendisi bizzat İngiltere Sömürge Bakanı Lenox Boyd tarafından ortaya atılmış ve 16 Aralık 1956’da Başbakan Adnan Menderes’e önerilmiştir (Kızılyürek, 2003: 22). 
18 Kıbrıs Antlaşmaları ile ilgili görüşmeler, Türkiye ile Yunanistan arasında 6-11 Şubat 1959 tarihlerinde Zürih’te yapılmış, görüşmeler sonunda Kıbrıs Antlaşmalarının temelini oluşturacak metinler üzerinde anlaşmaya varılmıştır. 
19 CHP, enosis’i tam olarak yasaklamadıkları, Türkiye’nin askeri varlığının çok sınırlı olduğu, Türkiye’nin soydaşlarına ekonomik yardım yapmasına imkan vermediği, antlaşma metinlerinin muğlak ve sadece iyi niyete dayalı metinler olduğu ve Yunanistan’dan gelecek göçlere sınırlama getirmediği için Ada’nın bir Rum 
adası haline getirilmesi endişesini taşıdığı gerekçeleriyle Londra Antlaşmaları’na itiraz etmiştir (Fırat, 1997: 68-73). 
20 1957’de gerçekleşen genel seçimlerin sonucunda meclise CHP 178, DP 424 milletvekili sokmuştur 
http://www.yerelsecim.com/DetaySon.asp?HABERID=80. 
Londra Antlaşmaları 4 Mart 1959’da TBMM’de yapılan oylamada, muhalefetin 138 oyuna karşı 347 oy ile kabul edilmiştir; 
http://www.geocities.com/almanakturkiye/.1959.html. 


***

26 Şubat 2015 Perşembe

BASINDA 27 MAYIS İDAMLARI


BASINDA 27 MAYIS İDAMLARI



         Bilindiği üzere Yüksek Adalet Divanı ismiyle yargılama yapan olağanüstü mahkeme 15 Eylül 1961 tarihinde kararını açıklamış, 15 sanığın idamına hükmetmiştir. Hükmün açıklandığı Cuma günkü celseye Başbakan Adnan Menderes getirilememiştir. Basında Menderes’in sıhhî durumunda anî bir rahatsızlığın vuku bulduğu yazılmaktadır. Gazeteler mümkün mertebe Menderes’in “intihar teşebbüsü”nde bulunduğunu yazmamıştır.

         Kararın açıklanacağı günün gazetelerinde genellikle bir gün önce Çankaya köşkünde Cemal Gürsel’in parti liderleriyle ve MBK üyelerinin kendi aralarında yaptığı toplantı haberleri yer almaktadır.

         Hürriyet gazetesinin 15 Eylül 1961 tarihli nüshasında İstanbul Örfi İdare Kurmay Başkanı Albay Emin Aytekin’in bir beyanatı haberleştirilmiş. 

Bu beyanata göre İstanbul’da ve ülkede örfi idare hüküm sürmekte, kararların açıklanmasıyla İstanbul’un asayişini muhtel edecek bir hareket de  görülmemektedir. Bu nedenle ilave tedbirlere gerek duyulmamıştır. “Şehirde sokağa çıkma yasağının konacağı, sıkı emniyet tedbirleri alınacağı şeklinde kulaktan kulağa dolaşan laflar, ortalığı bulandırmak için fırsat kollayan komünistlerin suni olarak yaratmak istedikleri kargaşalığa matuf maksatlı hareketlerdir. Ancak askerî garnizonlar, her zamanki gibi beklenmedik durumlara karşı anında müdahale edebilmek için tetikte beklemektedir. Asayişi muhtel kılacak hareketlere ve ihtilâlin hedeflerine ulaşmasını engelleyici hareketlere de mani olunacaktır. 

Bazı saf vatandaşlar maksatlı çıkarılan dedikodulara inanmak ve bunları nakletmekle bilmeyerek menfî propagandaya alet olmaktadır. 

Ancak tahminlerin hilafına yabancı tesirlerle şuursuz hareketlere teşebbüs edenler olursa, elbette ihtilâlin ağır şamarını yiyeceklerdir”. 

Bu beyanattan da anlaşılacağı üzere çıkması kesin idam kararlarına karşı protesto kabilinden dahi olsa memnuniyetsizlik ifade edenler alenen ve 
net bir ifade ile ikaz ve tehdit edilmektedir.

         16 Eylül tarihli gazetelerin hepsinin manşeti idam kararlarına ayrılmıştır. Hürriyet’in 16 Eylül tarihli nüshasında “Üç Kişi İdam Ediliyor” manşeti yer almakta. Sürmanşet “Adnan Menderes ağır hasta olduğu için duruşma salonuna getirilemedi” şeklindedir. Diğer haberlerde idam kararlarının 4’ünün oybirliği, 11’inin de ekseriyetle alındığı belirtilmekte, idama mahkûm olanların resimleriyle isimleri yer almaktadır. 

Gazetenin dörtte birini de meşhur bir resim kaplamaktadır. Bu resimde kendinde olmayan ve oksijene bağlı Menderes ile yanında bir subay görülüyor. Menderes, fotoğrafın çekildiğinden habersiz. Fotoğrafın altına şu bilgi derc edilmiş: “Ondört Eylülü onbeş Eylüle bağlayan gece, Menderes sabahın dördüne kadar hiç yatmamış, mütemadiyen sigara içmiştir. Daha sonra birdenbire fenalaşan eski Başbakanın ya fazla nikotinden zehirlendiği, ya da gizlice biriktirdiği uyku hapları ile intihara teşebbüs ettiği bildirilmektedir”. 
Gazetenin arka kapak olan 6. sayfasında da yine feci bir fotoğraf yer almakta. Menderes hasta yatağında kendinden geçmiş bir şekilde ve başında 
da yerli yabancı gazeteciler… 
Resmin altında Sıhhî durumu bozuk olan Menderes gazetecilere gösteril di haberinin devamında şu detay var: 

“Yassıada duruşmaları dünkü oturumla sonuna ermiş bulunmaktadır. Dünkü oturuma hastalığı dolayısiyle müşahede altında bulunan Adnan Menderes getirilememiştir. Sebep olarak üç ihtimal ileri sürülmektedir: 

1-Menderes’in bir gece önce saat 4 e kadar durmadan sigara içtiği ve bu 
yüzden nikotin zehirlenmesine uğradığı, 

2- Şimdiye kadar biriktirdiği uyku haplarını fazla miktarda kullanması, 

3- Muhtemelen korku ve heyecandan. Fotoğrafta celseye çıkarılamayan Adnan Menderes, yerli ve yabancı basın mensuplarının sıhhî durumu hakkında bilgi edinmeleri için gösterilirken görülüyor”. Gazete adına Yassıada’ya giden gazeteci Kemal Kınacı da “Menderes’i Yatağında Gördüm” başlıklı yazısında aynı bilgileri 
yazıyor.

         Akşam gazetesinin 16 Eylül Cumartesi günkü nüshasında manşet gazetenin 1/3’ünü kaplamış: “Komite 15 İdamın 12 sini ‘Müebbet’ Hapis 
Yaptı- Affedilmeyenler: A.Menderes, Zorlu, H. Polatkan. Bayar’ın Yaşı Dolayısı İle İdamı Hapse Çevrildi. Adnan Menderes Komada”. Manşetin altında Menderes’in hasta yatağında ve başında bir subayın olduğu fotoğraf var. Akşam, Hürriyet kadar bile olamamış. 

Resmin altındaki yazı şöyle:

   “Sabık Başbakan Adnan Menderes, âni hastalığı sebebiyle duruşmaya getirilememiş, Ada Hastanesinde gazetecilere gösterilmiştir. 

Fotoğrafta Menderes, başında nöbetçi doktor olduğu halde görülüyor. Doktorlar, Menderes’in komaya girişi için konsültasyon yapmışlardır”. 

Akşam gazetesinde de Ada Kumandanı Tarık Güryay’ın beyanatı mufassal olarak haberleştirilmiş. “Halen Yassıada 2 No.lu yasak bölgede, denize bakan tek pencereli odasında oksijen çadırı altında yatmakta olan Adnan Menderes, doktorların zamanında müdahalesi ile kurtarılmıştır.” 
Doktorlar “ konsültasyonu neticesinde, Menderes’in komaya giriş sebeplerini iki ihtimale bağlamaktadırlar. Bu incelemeye göre Menderes ya çok miktarda uyku hapı almıştır; veyahut korku ve heyecan sonunda nadir rastlanan koma uykusuna girmiştir. Bu konuda açıklama yapan Yassıada Kumandanı Albay Tarık Güryay evvelki gün adada arama-tarama yapıldığını ve uyku hapı bulunmasına imkân olmadığını söylemiştir. Burnundan lastik boru ile oksijen verilen Menderes dün gazetecilere gösterilmiştir. Hayati tehlikededir. Karardan haberi yoktur”.   Gazetenin diğer haberleri kararlara ayrılmış: Burada da diğer gazetelerde olduğu gibi MBK’nin 15 Eylül 1961 gün ve 75 numaralı kararı ile Bayar, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarının tasdik edildiği, ancak Bayar’ın 65 yaşını geçtiği için ve 11 idam mahkûmunun da- kararların oybirliğiyle çıkmaması sebebiyle cezalarının müebbede çevrildiği yazılmaktadır.

         Cumhuriyet gazetesinin 16 Eylül tarihli nüshasında benzer manşet ve haberler var. “Evvelki gece sabaha karşı uykuya dalan Menderes dün 
uyanmadı” başlıklı haberin altında Menderes’in diğer gazetelerde de yer alan fotoğrafı ve fotoğrafın altında Tarık Güryay mahreçli şu bilgi var: 

“ Sanık Adnan Menderese doktorlarca henüz kat’î bir teşhis konmadığını ifade eden Yassıada Garnizon Kumandanı, doktorların bunun korkudan veya fazla uyku hapı almaktan ileri gelmesi ihtimali üzerinde durduklarını, bununla beraber hastanın midesinin yıkandığını, tahlil neticesinin bilâhare alınacağını, hastaya helikopterle ilâçlar geldiğini ifade etmiştir”.  Haberin devamı şöyle yazılı: “ Yassıada Kumandanlığı tarafından Adnan Menderesi odasında görmeye davet edilmiş olan arkadaşımız Mücahit Beşer müşahedelerini şöyle anlatıyor: Odaya girdiğimiz zaman Menderes koma halindeydi. Nefes aldığı, ancak çok dikkat edildiği takdirde fark edilebiliyordu. Yatağına cansız gibi gömülmüş, dışarıda sadece başının bir kısmı kalmıştı. Birkaç gündür tıraş olmadığı anlaşılıyordu. Gözleri yarı açık, görmeden sabit bir noktaya bakıyordu. Başucunda duran 
bir tüpten burnuna oksijen veriliyordu. Burası, Menderesin Yassıadaya getirildiğinden bu yana kaldığı odaydı. Üç metre boyunda, iki metre eninde 
olan odanın yegâne penceresi, parmaklıklarla kapatılmıştı. Bu pencereden Marmaranın ufuklarından başka bir şey görünmüyordu. Yasak bölgeye 
bir subayın refakatinde, tek sıra halinde alındık. İskelenin yanındaki subay gazinosu ile Bizans devrinden kalma tarihî burcun biraz ilerisinde bulunan binaya bu şekilde niçin getirildiğimizi bilmiyorduk. Bizi, bu tek katlı binanın içinde toplandığımızdan birkaç dakika sonra Garnizon Komutanı Albay Tarık Güryay aydınlatacaktı: Çıkması muhtemel şayiaları önlemek için böyle bir hal çaresi bulunmuştu”.

         Cumhuriyet gazetesinin bu nüshasında göze çarpan en ilginç haber “Haklarındaki kararı duyunca ne yaptılar?” başlıklı olanıdır. Seviyesiz bir 
üslupla, kararı duyan birçok DP’linin bayıldığı yazılıyor. Merhum Tevfik İleri ile ilgili şunlar yazılmış: “Kendisine sıra gelinceye kadar ölüm cezaları tevali etmişti. Ayağını yere vuruyor, bu suretle heyecanını belli ediyordu. Nihayet sırası gelip de ölümden kurtulduğunu duyunca gülmeye başladı”. 

Bu nüshada kenarda almış bir haber ise daha da ilginç. “Tebliğe riayet etmeyen bir gazete süresiz kapatıldı” başlıklı haberin detayında şunlar var: 

“Yassıada kararları ile ilgili olarak M.B.K. İrtibat Bürosunun verdiği tebliğe uymayan Türkiye Birlik gazetesi sorumluları hakkında koğuşturma açılmıştır. Bu konu ile ilgili olarak gazetenin mesul müdürlerinden Kemal Ilıcaklı ile Turgut Kalyoncu Emniyet Müdürlüğü I. Şubede ifadeleri alındıktan sonra Örfi İdareye gönderilmişlerdir. Örfi İdare, gazeteyi süresiz kapatmıştır”.

         Son Havadis gazetesinin sahip, müdür ve yazarları bir şekilde DP ile ilgili olmalarına rağmen kararlar aleyhine bir şey yazamamışlar; manşet ve haberler diğer gazetelerle aynı olmakla birlikte üslupta da az da olsa bir farklılık ortaya koyamamışlardır. Gazetenin 16 Eylül tarihli nüshasındaki manşetin altında yer alan haberde “Sâbık vekiller hey’eti mensuplarından çoğu müebbet hapse çarptırıldılar. Sanıklar hükümleri soğukkanlılıkla dinlediler” ifadesi belki de o dönemin şartları içindeki en müspet ifadeydi. Gazete adına celseyi takip eden Burhan Tekınliğ

 “Menderes basına nasıl gönderildi?” başlıklı haberde diğer gazetelerde pek rastlanmayan bir şekilde bilgi veriyor: “ Odaya girmeden evvel Ada kumandanı Albay Tarık Güryay gazetecilere şu izahatı verdi… ‘hastanın midesi yıkandığı gibi kanı da tahlile gönderildi. Tahlilin neticesi henüz gelmedi. Bu gibi haller daha ziyade korkudan ve heyecandan olurmuş’. Bu sırada gazeteciler Ada Komutanına Menderes’in uyku hapı içip içmediğini sordular. Kumandan: ‘Bu hal uyku hapı içilince de olurmuş amma uyku hapını nerden bulacak? Ama insan oğlu bir yerinde saklayabilir’ cevabını verdi”. Tarık Güryay’ın bilahare yazılan hatıratlardan  ne ölçüde terbiyesi ve ağzı bozuk biri olduğu anlaşıldığından böyle bir ifadeyi kullanması mümkün görünüyor.

         Son Havadis’in 17 Eylül tarihli nüshası iki bakanın cinayetini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. “H. Polatkan ve Zorlu değin sabaha karşı 
idam edildi” manşetinin solunda yer alan büyük kare fotoğrafta Zorlu’nun darağacında idam edilmeden önceki son hali ve manşetin sağındaki fotoğraflarda da Polatkan ve Zorlu’nun katledilmelerinden sonraki darağacında cansız bedenleri yer alıyor. Manşetin altında “A. Menderes’in sıhhî durumu düzeliyor” başlıklı haber şöyle devam ediyor: “İstanbul, 16 (A.A.) M.B. Komitesi İrtibat Bürosunun (59) numaralı tebliği şudur: 

1- Sâkıt Dış İşleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile sâkıt Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın M.B. Komitesi tarafından tasdik edilen idam hükmü 16 Eylül 1961 Cumartesi günü sabaha karşı infaz edilmiştir. 

2- Hakkındaki idam hükmü tasdik edilen diğer suçlu sâkıt Başbakan Adnan Menderes’in mezkûr vakitte hastalığı devam ettiğinden hüküm infaz  edilememiştir. Tebliğ olunur”.

         Gazetenin önemli bir haberinin başlığı şöyledir: “Parti liderleri dün tekrar C. Gürsel ile görüştüler-Sâkıt Başvekilin eşi kocasının affı için Bölükbaşı, Gümüşpala ve İnönü’den tavassut istedi”. 

         Hürriyet’in 17 Eylül Pazar günkü nüshasının manşeti “Zorlu ve Polatkan İdam Edildi” şeklinde. Manşetin hemen altında büyük puntoyla “Adnan Menderes’in hastalığı geçmediği için hakkındaki ölüm cezası dün infaz olunamadı” yazılmış. İlk sayfada manşetin altındaki fotoğraflardan birinde Başsavcı Altay Ömer Egesel ve yanındaki şahsın sevinçli halleri dikkati çekiyor. İlk sayfanın önemli haberlerinden biri de “Adalet Partisi Ege teşkilâtında Çözülmeler var” başlıklı olanı. Haberin devamında yazılmasa da AP’nin Zorlu ve Polatkan’ın idamlarına karşı gereken ilgiyi göstermemesi tepkiye ve istifalara yol açmış. İzmir’de on gün önce kitleler halinde AP’ye geçen ve eski Demokrat partililerin “direksiyon” diye tesmiye ettikleri Eşrefpaşalılar grubu AP’yi “muvazaa partisi” olarak itham etmişler. İlk sayfanın diğer önemli bir haberinin başlığı da şöyledir: 

“Menderes’in eşi, dün sabah parti liderlerine telefon etti”.    
    
         18 Eylül 1961 günlü Hürriyet gazetesinde “Menderes de idam edildi” manşeti var. Manşetin hemen altında iri puntoyla “ Altı doktor, sıhhatinin iyi olduğuna dair rapor verildi-Zorlu ve Polatkan’dan sonra son infaz da İmralı’da yapıldı” yazılmaktadır. Manşetin detayı ise şöyledir: 

“Böylece, Menderes hakkında verilen idam kararı Millî Birlik Komitesi tarafından tasdik edildikten tam 36 saat sonra infaz edilmiş bulunmaktadır. Bilindiği gibi bu gecikme sabık Başbakanın bir ara koma halini alan âni rahatsızlığı dolayısıyla olmuştur. Fakat, tanınmış sivil ve askerî doktorlar, kendisinin bir an evvel tam sıhhate kavuşması için bütün  gayretleriyle çalışmışlardır. Nihayet cumartesi günü, Menderes biraz kendine gelmiş ve bir sigara istemiştir. Resmî makamlar o andan itibaren de sağlık durumunun iyiye doğru gittiğini açıklamışlardır. 

Tarihî Rapor: 

Dün sabah İstanbul’dan götürülen sivil doktorlar ve Yassıada Garnizon Hastanesi hekimleri, Menderes’i esaslı bir muayeneden geçirmişler ve durumunun ‘iyi olduğu’na dair bir rapor vermişlerdir. Altı imzalı, bu rapor üzerine sabık Başbakan, bir avcıbotla Yassıada’dan 30 mil uzaktaki İmralı Adasına götürülmüştür. İnfaz savcısı, son dinî vazifeyi yaptıran imam ve cellât daha evvel bu adaya getirilmişlerdi. İnfaz: Kanunî formaliteler kısa zamanda tamamlandıktan sonra, Adnan Menderes hakkındaki idam kararı da kabşnesinde Maliye Bakanlığı yapan Hasan Polatkan, Dışişleri Bakanlığı yapan Fatin Rüştü Zorlu gibi asılmak suretiyle infaz edilmiştir”.
         Tek sütunda yer alan bu detay haberin altında Resmî tebliğ yer almaktadır. 17 Eylül saat 19.00’da MBK İrtibat Bürosu tarafından yapılan iki 
maddelik tebliğ şöyledir: “

1- Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat, Amiral Bristol Hastanesi Dahiliye Şefi Dr. Nevzat Yeğinsu ve Yassıada Tabiplerinden Dr. Galip Bozalioğlu, Dr. Ahmet Karahaliloğlu, Dr. Zeki Kebapçıoğlu ve Dr. Sedat Yürütgen’den müteşekkil hey’et tarafından düşük Başvekil Adnan Menderes’in sıhhî muayenesi yapılmış ve sıhhî durumunun tamamen normale döndüğü raporla tesbit edilmiştir. 

2-Yüksek Adalet Divanınca verilen ve Millî Birlik Komitesi’nce tasdik edilen idam cezası hükmü, infaz edilmiştir. Tebliğ olunur”. 

Gazete tebliğin devamına şu yorumu düşmüştür: “Böylece Türk siyasî tarihinde bir devir kapanmış bulunmakta, şimdiye kadar ilk defa cumhuriyet tarihinin 17 Eylül 1961 tarihli yaprağına bir başbakanın işlediği suçlardan dolayı asılmak suretiyle cezalandırıldığı kaydedilmektedir”. Gazetenin 5. sayfasında “Kimdi?” başlığıyla Menderes’in özgeçmişi yazılmakta, “ilk defa yedinci B.M. Meclisine girdikten sonra, 1936 senesine kadar ‘Ertekin’ soyadını taşımıştır. 1936 senesinde Türk Spor Kurumu Reisi olduktan sonra, soyadını Menderes olarak değiştirmiştir” bilgisi yer almaktadır.

         Gazetenin manşet altı sol yarısı olduğu gibi iki resme ayrılmış. Sol üstte Menderes iki muhafızın arasında idam sehpasına doğru götürülüyor.

Resimler arkadan çekilmiş.  

Sol alt resimde Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat Menderes’i muayene ediyor. Menderes’in belden yukarısı çıplak ve dilini çıkarmış vaziyette. Manşet altı 
sağ tarafta da iki resim var. Biri Menderes’e hüküm tebliğ edildikten sonra çekilmiş, yakasında hüküm yaftası bulunmakta. Altta ise ayrı karelerde 
MBK üyelerinden Sıtkı Ulay ve AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın resimleri var. Bu resimlere ait haber başlığı şöyle: “Gümüşpala MBK Üyeleri İle Görüştü”. Haberin devamında “‘Hususi bir meseleyi konuştu’ diyen AP lideri açıklama yapmadı” ifadesi yer alıyor. Haberin detayı şöyledir: 

“ Başşehir, bugün de Yassıada kararlarının açıklanmasından sonra, gene önemli temaslara sahne olmuş bu defa AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala, Genel Sekreteri Şinasi Osma ile, biri Başbakanlıkta olmak üzere Devlet Bakanı Sıtkı Ulay ve MBK üyeleriyle iki görüşme yapmıştır. 
Her iki görüşmeden sonra Gümüşpala ‘Bir Hususi meselenin konuşulduğunu’ söylemiştir. Ragıp Gümüşpala önce, Devlet Başkanı Cemal Gürsel’den 
randevu istemiştir, fakat bugün Gürsel, hafif bir rahatsızlık geçirdiğinden yerine Sıtkı Ulay’ı vazifelendirmiş, bunun üzerine Gümüşpala ve Osma, saat 14 de Ulay’ı, Evkaf Apartmanındaki evinde ziyaret etmişlerdir. İlk görüşme bir saat devam etmiştir. Ulay, bunu takiben, Milli Birlik Komitesini toplantıya çağırmış, saat 17 de de yanında Suphi Karaman ve Refet Aksoylu(Aksoyoğlu İ.K.) olduğu halde, Başbakanlığa gelip Gümüşpala’yı Başbakanlığa çağırmıştır. Bu ikinci görüşme, 1 saat 35 dakika devam etmiştir. Gümüşpala, görüşmeden sonra, gazetecilere görünmemek için, Başbakanlığın arka kapısından çıkarak, doğruca Parti Genel Merkezine gitmişlerdir. Öte yandan, AP Ege Bölgesi İl Başkanları, dün gece yıldırım telgrafla şehrimize çağrılmışlar ve bugün (dün) öğleden sonra İzmir, Manisa, Aydın, Muğla ve Balıkesir İl Başkanlarının iştirakiyle bir toplantı 
yapılmıştır. Bildirildiğine göre, AP nin bütün il başkanları gelecek hafta içinde, bu şekilde davet edilecekler ve bunlarla Genel Merkezde toplantılar yapılacaktır”.    

         Hürriyet’in ilk sayfanın orta sütunun en altında “Hürriyet’in Dünkü Nüshası 339.890 Adet Basılmıştır” bilgisi yer almaktadır.

         Son Havadis’in 18 Eylül Pazartesi günlü nüshasındaki “Menderes de idam edildi” şeklindedir. 

İlk sayfada beş kare fotoğraf var. 

Sayfanın sağındaki ilk iki karede Menderes’in darbeden önceki ve idam edilmeden önce Ada Kumandanı Tarık Güryay’ın odasında yakasında hüküm yaftalı fotoğrafı var. Bu iki resmin hemen altında Sedat Tavat’ın Menderes’i muayene ederken çekilmiş resim ve onun altında da Ragıp Gümüşpala’nın fotoğrafı var. Sayfanın solundaki büyük karede idam gömleiğini giymiş Menderes’in iki muhafız arasında katledilmeye götürülürken çekilmiş fotoğrafı var.
         Gazetedeki bir haberin başlığı “Berrin Menderes haberi radyodan duyunca bayıldı”, başka bir haberin başlığı da “Hürses gazetesi sahibi tevkif edildi” şeklindedir. Son haberde tevkif sebebinin bilinmediği yazılmaktaysa da kuvvetle muhtemel bir vicdan sahibi idamlara karşı sesini yükseltmiş olmalıdır.
         İdamlar sürecindeki gazete manşet ve haberleri darbenin akabindekiler gibi hiçbir sınır tanımayan aşağılıkta değildir. Ancak gazeteler infazlara kadar vazifelerini layık-ı veçhile ifa ettikleri için herhalde traj kaygısıyla fazla bayağılaşmak istememişlerdir. Yine de bazı gazeteler bir türlü küllenmeyen kinlerini ustalıklı şekilde kusmaktan geri de durmamışlardır.

         Gazetelerde göze çarpan üç husus bulunmaktadır. Birincisi Menderes’in infazının geç yapılmasının sebebinin sıhhî rahatsızlık olduğu yazılmakta ancak sıhhî rahatsızlığın sebebinin “intihar teşebbüsü” olduğu yazılmamaktadır. Gazeteler Menderes’im intihar teşebbüsünü ya yazmak istememişler ya da yazamamışlardır. Fakat yine de Ada Kumandanı Tarık Güryay’ın güya doktorlara dayanarak Menderes’in sıhhî durumu ile ilgili verdiği “korkudan komaya girdiği” şeklindeki bilgiyi öne çıkarmaktan kaçınmamışlardır. İkincisi MBK İstanbul İrtibat Bürosu infazdan sonra dahi bir takım subaylarda kin ve nefretin geçmediğini ihsas eder tarzda bir tebliğ yayınlamakta “düşük” tahkirini kullanmaktadır. 

Üçüncüsü AP Genel Başkanı Gümüşpala ve kendisi gibi asker olan Genel Sekreteri Şinasi Osma’nın Menderes’in idamı öncesi vasıf ve mahiyeti sonradan anlaşılan gayrisamimî bir teşebbüste bulundukları.

         Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarında basın, darbeyle kendilerini yarı tanrı gibi gören subaylar ve verilen emri aynen tatbik eden yargı mensupları kadar suçludur. 

05.06.2011

İsmail Küçükkılınç     

http://ismailkucukkilinc.com/articles.php?article_id=55


..