22 Mart 2015 Pazar

Karmaşa ve Kargaşa




Karmaşa ve Kargaşa



Yekta Güngör Özden

Cumhuriyetin ilânından 81, Atatürk’ümüzü yitirmemizden 66 yıl sonra giderek artan ve yayılan endişeler içindeyiz. İnsanlığın en güzel iklimi olan barışa ateş düştü. Irak’ı işgal eden ABD’nin insafsız ve vicdansız saldırısı sivillere, çocuk, kadın, yaşlı, hasta ayrımı yapmaksızın Felluce’da tüm şiddetiyle sürmekte, Filistin Lideri Arafat’ın ölümüyle Ortadoğu yeni karışıklıklarla karşı karşıya kalmakta, AB’ne katılmak için istenen her ödünü vermeye hazır Türkiye üzerinde içimizdeki işbirlikçilerin çığırtkanlığıyla yeni oyunlar hazırlanmaktadır. Varlığı yadsınan insanların ümmet durumundan ulus düzeyine yükselmeleri, ülkenin her yerinin kanlarla sulanarak düşmandan temizlenip kurtuluş ve bağımsızlığın sağlanması, Türk Mucizesi’ni izleyen Türk Devrimi ile kuruluşun çağdaşlık yolunda atılımları birbirine ekleyerek Cumhuriyetle demokrasiyi sağlaması gereğiyle değerlendirilememektedir. Rozet takarak, nutuk atarak, resim asarak Atatürkçü olduğunu sananlarla, Atatürkçü olduğu sanılan kimileri yılda bir 10 Kasım günü Atatürk’ü biçimsel anışla yetinmekte, bir de ulusal bayramlarda yine biçimsel bağlantılarla adından söz edilmektedir. Ne mutlu Türk’üm diyerek coşkusunu ve kıvancını açıklayan yurttaşlarımızın Atatürk’ü bir kişi değil Türkiyemizin tarihsel, doğal ve ulusal tüm değerlerinin simgesi, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşan ilkeler anıtı olarak düşünmeleri gerekir. İletilerle, defterlere yazı yazmakla, tören ve toplantılarda konuşmakla, “Ben Atatürkçüyüm” demekle Atatürkçü olunamaz. Hangi ulusun, hangi ülkenin Atatürk gibi bir değeri var? Güçlükler ve ateşler içindeki ülkelerin Atatürkleri olsaydı bugünkü durumlara düşmezlerdi. Bizde bozuklukları tiksinti duyuran kimilerinin Atatürk ve lâik cumhuriyet karşıtlıkları insanlık niteliklerinden yoksunluklarının kanıtıdır. Yabancılarla işbirliğine girişip onların uydusu ve uşaklığına soyunanlar 10 Kasım’larda bir kez daha düşünmelidir. 10 Kasım’lar gerçekte kendini sorgulayıp yargılama, kendine gelme, Atatürk’e hesap verme günleri olmalıdır. Başbakanın lâikliği kendi felsefeleri doğrultusunda yorumlayıp güne uyumundan sözetmesi, eğitim ve bilgi düzeyiyle yaptıkları gözetildiğinde yadırganmamalıdır. Lâiklik konusunda önceki sözleri, lâiklikle asla bağdaşmayan tutumları, eşinin sıkmabaşlı direnişi bilinmektedir. Şimdi başka şey yapacak ve söyleyecek değildir. Lâiklik bireylerin inanıp inanmama özgürlüğünün güvencesi olmaktan başlayıp devletin dinler karşısında bağımsızlık ve özgürlüğüyle anlam kazanır. Devlet, toplum, aile yaşamında, eğitim, sanat, spor, siyaset ve her şeyde aklın ve bilimin öncülüğünde çağdaş yaşam biçimini öngörür. Özü, kaynağı, temeli, ereği, amacı, içeriği ve niteliği asla değişmez. Başbakanın kendine göre yorumu ancak kendini ve yandaşlarını bağlar. Sıkmabaştan başka verecekleri bir şey olmadığı için sıkmabaşı benimsetmekte amacına uygun açılımı lâiklik sanmaktadır. Üstelik AB’ne giriş sürecinde bu konuda Avrupalıların tutumunu bile bile. Oy deposu kesime “Ne yapalım biz dayattık, direndik, uğraştık AB yüzünden olmadı” demek için. Gerçekten AB konusunda içtenlikli olsalar, gerçekten lâik olsalar, gerçekten din kurallarını iyi bilip iyi yorumlasalar, gerçekten siyaseti dinselleştirmek, dini siyasallaştırmak istemeseler böyle davranmaz, böyle konuşmazlar. Takiyye ölçüsüzlüğü, her ortamdan yararlanma kurnazlığı sırıtıyor.

Çarpıklık

Düşündüren, burukluk yaratan, umutsuzluğa ve karamsarlığa neden olan öyle olaylar yaşanmaktadır ki insan ne diyeceğini, ne yazacağını şaşırıyor. Yaşıyla, görev katıyla, meslek çizgisiyle, özetle konumuyla kendisinden beklenmeyecek aykırılıklara, çelişkilere, çirkinliklere düşenler var. Konuştuğunuza, tanıştığınıza, adam yerine koyup selâmlaştığınıza pişman oluyorsunuz. Bunlar, mevki, makam, yükselme, yerinde kalma için her duruma katlanan niteliksizlerdir. Kimileri yalancı, dedikoducu, armağan dağıtarak dolaşıp konuşup görüşecek düşünsel hiç bir birikimi olmadığı için boşluğunu ziyaretlerle kapatan birine inanır, kimileri nezaketin gereği olan yanıt vermeyi bilmez, gerçekten korktuğu gerçeği araştırıp sormamasından bellidir. Bir zamanlar gölgesinden yakın olduğu kişiyi karalar. İyi dilekler sıraladığı, övgüler yağdırdığı, birlikte görünmek için çırpındığı insan görevden ayrılınca görevdeyken arkasından yaptığı karalamaları genişleterek sürdürür. Böylesi kişiliksizlere inanan, bunlarla ilişkisini sürdüren zavallılar birgün sokağa çıktıklarında, ünvanlarından uzaklaştıklarında kimse yüzlerine bakmayacaktır.

Giderek daralan kemendiyle IMF esareti yoğunlaşıyor. AB’ne girdikten sonra Para Birliği’ne girme süreci vs. derken teslimiyet tamamlanacak. Sahte Atatürkçüler gibi sahte dindarları ve sahte demokratları da eleştirmek gerekir. Ne yazık yanlılık sürüyor.

Adalet Bakanı Apo için komutanların eleştirilerine “Ayrıcalık yapmıyoruz” yanıtını verdi. Başka nasıl ayrıcalık olacak? Tüm tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde yatmalarına karşı Apo’ya niçin İmralı’da bakılıyor? Ona tanınan olanaklar, gösterilen özen, hangi tutuklu ve hükümlüye gösteriliyor? Bırakın tutuklu ve hükümlüleri, devleti koruma görevi yapan kimlere gösteriliyor? Önemli görevlerde önemli hizmetler yapmış kimi emeklilerden Başbakanlığın oluru kaldırılmadan taşıt aracı geri alınmamış mıdır? Koruma yönetmeliği gereği koruma görevlilerine verilecek taşıt aracı verilmiş midir? Kurumun vermesi gereken araç Başbakanlıkla anlaşma içinde 20 yıldan daha yaşlı önerilerek kullanılması engelenmemiş midir? Emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bu ve benzer nedenlerle korumalarını geri göndermemiş midir? Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı korumaların geri çekilmesini isteyen dilekçe vermemiş midir? Bu kişilere bir kez olsun bu konularda çektikleri sıkıntı ve durumları sorulmuş mudur, çözüm için ilgilenilmiş midir?

Kötü Olasılıklar

Yargıtay’a saldırıları, Bölge Adliye Mahkemeleri’nin kuruluşu tamamlanınca oralarda kimlerin nasıl görevlendirildikleri ortaya çıkınca saptanacaktır, nelerin izlendiğini göreceğiz. Üniversitelerin bölünerek Üniversitelerarası Kurul’da ve YÖK’te egemenliği ele geçirme çabaları, Anayasa değişikliğiyle yargıda etkinlik sağlama hırsı ülkemize nelere mal olacak onları da göreceğiz. İktidar Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Raporu’nda kendisine yönelik eleştirilerden rahatsız olduğu için Azınlık Raporu’na karşı çıkarak tepkisini gösterdi. Yoksa Azınlık Raporu işine geliyordu. Kendi ümmetçi düşüncelerine uygundu. AB’nin sempatisini kazanmak için azınlık konusunda bir şey söylemekten kaçınmaktadır. Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Claudia Roth’un “Kürtleri tanımanız AB kilidini çözer” saçmalığına iktidardan gereken karşılık gelmedi. Çoğunluğu azınlık yapma çabasının altında yatan, ilerde toprak kopararak kendi devletini kurmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamaktır. Çoğunluktaki bir insanın azınlık olmasını istemesinde akla, mantığa aykırılık açıktır. Anayasa’nın değiştirilmesinin önerilmesi bile yasaklanan kuralları, tarihsel gelişimi gözardı edilip “kürt ulusu” yapaylığı ve ayrılığının Anayasa’ya yazdırılması kalkışmaları başka türlü yorumlanamaz. Batılılar Türklerden çok kürtleri düşünmektedirler. Türk düşmanlıkları Sevr’in öcünü, Lozan’ın intikamını almak çabaları çok belirgindir. Bizden de Bn. Roth gibi birileri çıkıp “AB’ne üye olmaya değer mi” diye neonazilerin cirit attığı Almanya’yı denetlemeli, AB ülkelerinin cezaevlerinin ne olduğunu görmeli, göstermelidir. Ne yazık ki YÖK bahanesiyle güneydoğu illerinden gelen öğrencilerle İstanbul ve Ankara’da buluşan belli örgüt militanları Apo lehine slogan atmakta demokratik olanla anarşik olanı ayıramayanlar çevreye zarar da vermektedir. Gençler AB’ni, ABD’ni, onlara teslim olanları, uşaklık edenleri, uydu durumuna düşenleri, Atatürk’ü, laik cumhuriyeti ve Lozan’ı kötüleyenleri kınamıyorlar. TÜRKSOLU gazetesi ve çevresiyle, kimi gençler ve öğrencilerin sınırlı tepkileri özlenen genel duyarlılık için yeterli olmuyor. Bu arada AB Anayasası’na ve Nihai Senet’e gözlemci ve aday ülke olarak konulan imzalar bu metinlerin benimseneceğinin belirtilmesidir. Koşulların, kuralların ve kabulünün ön olurudur. Başbakan ve Yardımcısı bu imzaları atarken AKP Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay “Partisinin sıkmabaş konusunda geri adım atmadığını, yalnızca bu konuyu ertelediklerini” söyledi. AB’lileri aptal yerine koymuş olmuyorlar mı? AB’liler bunu bilmiyorlar mı? İktidarın Şeriat özlemi dönmemekte, artmaktadır. AB ne derse suskunluğu boyun eğmeye yeğleyen iktidar Irak’ta kamyon şöförlerinin öldürülmesinde de suskundur. Yüzbinden fazla sivilin ölmesine göz yuman Batılılar safında yer alan iktidar Atatürk’ün sözleriyle, resimleriyle uğraşarak onu unutturmak sevdasındadır.

AB desteğinde ayrımcılık

Genel ve yuvarlak konuşup hangi haklarının tanınmadığını söyleyemeyen kürt kökenliler, üstün oldukları olanakları da saklamaktadırlar. Verilmeyen hangi hakları var, belli değil. Evliliklerle, dil, din, toprak, yazgı birlikteliğiyle kültür kaynaşıklığıyla oluşan ulusal yapı içinde ayrılık güdenlerin aymazlığı yurtseverleri düşündürmelidir. Atatürk’ün “Türk ulusu” tanımı, vatandaşlık nitelemeleri, ülkenin ve devletin adı karanlık kafaları aydınlatmalıdır. Irkçılık peşinde koşanlar uyanmalıdır. Toprak alımlarıyla Hatay sorun olarak gündeme getirilecektir kuşkusu yayılmaktadır. Tüm bu olumsuzluklar karşısında iktidarın suskunluğundan daha ilginç olanı olanaklar içinde yüzen, Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Başbakanlık, Bakanlık, milletvekilliği, generallik, profesörlük, hemen hemen her şey verilen kürt kökenlilerin suskunluğudur. Sözde bağımsızlıktan yoksunlarmış gibi sapkın girişimler kimseye yarar getirmez. Cumhuriyet ulusalcıdır. Ümmetçiler asla cumhuriyetçi olamayacakları için iç ve dış cumhuriyet karşıtlarınca kuşatılır, kucaklanır ve kullanılır. Müslüman, iyi müslüman olan alevileri müslüman değilmiş gibi azınlık gören anlayış, gelecekte Türkleri azınlık yapmak isteyecektir. Gidiş bu yoldadır. Tüm bu kötülüklere sesini çıkarmayıp sözde azınlık raporuna tepki vermenin çelişkisi de açıklanır gibi değildir.

En güvenilir gazetelerde “Annan Plânı lehimizdedir. Federatif yapı neden olmasın? Yıllardır Türkiyeliyiz demiyor muyuz?” görüşleri demokratlık adına yer alırken iktidar yalakalığı şampiyonlarının sözde ermeni soykırımını tanıyarak başımızı kumdan çıkarmamız önerisiyle, geleneksel başörtüsünü bugünkü öcüleştiren sıkmabaşla bir tutma çabalarına şaşmamak gerekiyor. Anayasa’nın açıklığına karşın olumsuz öneriler, geçersiz görüşler, gerçekdışı savlar ve yapay dayanaklar bilimadamlarının ağzından duyulunca şaşkınlık daha da artıyor. Çok kimse haddini bilmiyor. Basın etiği olmayanlar, “Hâkim etiği” diyerek ilgilileri yargı ettiği için eleştirdiğini söylüyor. Çağdaş uygarlık düzeyini her zaman gelecek için öngörecek öneriyi algılayamayan, kavrayamayan yazarlar, bilim adamları var. Kitle örgütleri güçsüz. Kimileri AB parasıyla çalışmalar yapıyor. En iyi olması gerekenlerden kiminin yönetimi geçersiz, hukuka aykırı oluşumu biçimsel nedenlerle korumayı yeğliyorlar. Yurt düzeyinde geçerliğe çağrı duyulmuyor. Herkes durumunu sürdürmeyi uygun buluyor. Yazık. Aydınlar çelişkili ve suspus. Yurttaşlar tepkisiz. Olumsuzluklar kanıksanıyor. En tehlikeli olan da bu. Eşarp reklâmı gösterilip sıkmabaş reklâmı yapılıyor. Niyet belli. İftar yarışı modaya dönüştü. Boşalan işyerleri, tenhalaşan sokaklar nerelere kaydığımızı, sürüklendiğimizi gösteriyor. Görevi bırakıp, tutmadığı orucun iftarına koşanlar, gösterişçiler, yaranmaya çalışanlar, gerçek müslümanları üzüyor. Fakir çok. İftar yemekleriyle hoşgörünüp, gönül alıp tepkileri bastırmaya çalışıyorlar. İftar yemekleri dinsel sömürü düzeyine geliyor.

Hınzırlık

Yeterli bilgi ve kültür donanımı olmayanlar, bulundukları, nasılsa gelmiş oldukları makama dayanıp birşeyler söylüyorlar. Demokrasinin sınırı kendisidir. Hak ve özgürlükleri kötüye kullananlar ondan yararlanma gücünü yitirirler. Başka bir hak ve özgürlüğün sınırında durmak, onları ortadan kaldırmayı, etkisiz ve geçersiz kılmayı düşünmemek gerekir. Herkese göre ayrı bir demokrasi olamaz ve demokrasi araç olarak algılanamaz. Yasalarda şeriat düzenine uygun kurallar yer alamaz. Kadın sanıkları kadın hekimlere bırakmak düşüncesi ilkelliktir. AB yandaşlarının, yabancıların azınlık, patrikhane, ruhban okulu, Kıbrıs dayatmaları yanında bir de Zana aşkı nelerin kotarılmak istendiğinin kanıtıdır. Atatürk’ün Söylevi’ni bir kez daha okumaları gerekir. Atatürkçülüğün abc’si Büyük Söylev ile Medenî Bilgiler’dir. Takmalarla takıntılarla uğraşan kimi siyasetçilerin nereden gelip nereye gitmek istedikleri irdelenmelidir. Yasama organında sayısal çoğunlukla her şeyi yapaçaklarını sananlar katılıklarını, uyuşukluklarını, uykularını bırakmalıdır.

Kör dövüşü örneği siyaset, ticaret ilişkileri sürüyor. Gerçek, ciddî, bilimsel, kalıcı, mutluluk verici bir gelişme yok. Sözlerle gürültülerle sonuç almak beceri sayılıyor. Her şeyi çarpıtıyor, saptırıyorlar. Amaç Atatürk’ü ve Atatürkçüleri kötülemek. O’nun ne koşullarda, ne durumda, neleri yenip göğüsleyerek, nelere katlanarak, neleri başararak nereden nereye getirdiğini unutmak ve unutturmak istiyorlar. O olmasa şimdi ne durumda idik, düşünmüyorlar. Mekke-Medine dahil kutsal topraklar kimlerin elinde olacaktı?

Atatürk, yayılmacılığa, sömürgeciliğe, para kaynaklı, para ölçülü güce, emperyalizme karşı idi. Bağımsızlık savaşını insanlık düşmanlarına karşı verdi. Tutsak uluslara örnek, ışık, kaynak oldu. Uygarlıklara, eşit ve yararlı ortaklıklara, dostluklara, barışa asla karşı değildi. Özbenliğini koruyarak, bağımsızlığından ödün vermeyerek çağdaş olanakları edinmekten yana idi. Bilim ve teknolojiye bu nedenle değer vermişti. Yaşamsal olmayan savaşı cinayet sayıyordu. Macera peşinde olmadığı için “Anaların acısını yüreğinde duymayan komutan olamaz” demişti. Atatürk’ü yeterince tanımayan, anlamayan, Atatürkçülüğü kavrayamayan faşist-şeriatçı karışımı kişiler, liberalizm doyurmasıyla Atatürkçü ekonomi, Atatürkçü dış politika olamayacağı savını geveler durur. Bal gibi olur. Türkiye’nin koşullarına özgü akılcı, bilimsel, ilkeli, tutarlı ekonomi ve siyaset Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda yürütülerek olur. İlkeler gözetilerek düzenlenen ekonomi ve kurulan ilişkilerdir. Tıpkı Fransa’nın, Almanya’nın, İngiltere ve İtalya ile öbür kimi ülkelerin kendi yararlarına uygun görüş ve yöntemlerle yürüttükleri ekonomi ve siyaset gibi.

İlkeler

Tekil devlette tek ulus vardır. Birey, birden fazla devletin vatandaşı olabilir ama devletin tek bir vatandaşlığı olur. Bir devlette iki ulus, iki vatandaşlık olmaz. Tersine öneri ve kalkışmaların amacı ayrı devlete gidecek yolu açmaktır. Kendi azınlıklarına ilgisiz Avrupa, Türkiye için dayatmaktadır. Biz gereken duyarlılığı göstermezsek dayatmalar artar ve ağırlaşır. Siyasal ve ekonomik bağımsızlık ülküsü kötü bir şey mi ki, karşı çıkılıp eleştiriliyor? Emperyalizmin maşaları, tetikçileri, tellâllığına soyunan madrabazları, medyadaki kimi maskara ve şarlatanlar boş durmuyor. Her şeyi AB ve ABD’nden bekleyen, kendine güvenmeyen duyarsız yeni mandacılar, çıkarcı, nankör ve sapkınlar. Atatürk ve arkadaşlarının büyüklükleri, Cumhuriyetin yüceliği her gün biraz daha göz kamaştırıyor.

Yurdu kurtaran, devletimizi kuran en büyük Türk büyüğüne saygı duruşundan kaçınan, çirkin sözler ve gürültülerle saygısızlık edenler önce kendilerinden utanmalıdır. Toplum solucanları değişik kılıkta, değişik yerlerde kinlerini kusmaktadır. Hele medyadakiler.

Bu sayının yazısını kimi ilginç olayları belirterek bitirmek istiyorum:

Başbakan Yardımcısı görevlisi olduğu devleti savunacak yerde eski Partisini savunuyor. AİHM’ne gönderilen dilekçeyi görevine göre değil, ideolojisine göre düzelttiriyor.

TBMM Başkanı dinsel günlerdeki iletileriyle lâik cumhuriyete yeni yüz vermeye çalışıyor.

Yeni Türk Ceza Yasası yürürlüğe girmeden indirimler nedeniyle köktendinciler bir bir salıveriliyor. Bu arada kendi varlığına yönelik girişimlere karşı sesini çıkarması, korumak ve kollamakla görevli olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerine karşı kalkışmalarda etkin uyarısını yapması için Silâhlı Kuvvetlere çağrıda bulunan gençler için ceza dâvası açılıyor. Kuşkularla, kuruntularla, kışkırtmalarla bir yere varılamaz. İlkeler konusudaki özen duyarlık ve birliktelik gerçek güçtür.

ABD Başkanının terör şantajı, para gücü ve dinsel sömürüyle yeniden seçilmesi ABD toplumu için de bir ölçüdür. Dünyanın bugünü ve yarını için artan tehlikeler konusunda herkesi uyarmalıdır.

Turgut Özal’ın kışkırtıcı, bozucu ve aldatıcı davranışları ülkemiz yönünden sakıncalar getirmiştir. Kürt federasyonu konusunda Anayasa Mahkemesi’nden aldığı sert yanıtları Danıyştay’da da duyunca bir süre sinmiştir. Anadolu Cumhuriyeti önerisi de içi boşaltılmış, biçimsel bir cumhuriyeti amaçlamaktaydı. Toprakların adıyla devlet, üzerindeki toplumu, ulusu yadsımaktır. Toprağın değil, o toprakla birlikte üstündeki ulusun oluşturduğu devletin vatandaşı-yurttaşı olur. Yeterli bilgisi olmadan aklına gelen her şeyi uyulması zorunlu kural niteliğinde ortaya koyanlar bulundukları yerden yararlanarak kendilerini benimsetmeye çalışanlardır.

Siyasal kabadayılıklar, iftar şovları ile Cumhuriyet Bayramı’ndan Ramazan Bayramı’na gidiliyor. Türkiyemizin çevresindeki olumsuzluklar, tehlikeli olasılıklar çemberi daralıyor. Atatürkçülerin temsil etmesi gereken tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, aydınlanma kesimi dağınıklık şöyle dursun karşıtlıkla geriliyor, etkisini yitiriyor. Çözülmemesi için çabalar ilkellik ve kabalıkla karşılanıyor. Lâik Cumhuriyet düşmanları her yolu, her yöntemi deneyerek, her kılığa bürünerek, şaşırtıcı davranış ve sözlerle kendi ağlarını kuruyor. Atatürk’e yaraşır durumda olmayanlar O’nun yüzüne bakamaz, adını ağzına alamaz. Atatürk’ün 19 yıla sığdırdıklarını yüzyıla sığdırmış kimse yoktur. Kimseyi O’nunla bir tutamayız. O’nu kimseyle karşılaştıramayız. O’na sataşıp O’nu eleştirenler önce kendilerine bakmalıdır.

http://www.turksolu.com.tr/69/ozden69.htm

.

Atatürk ve Cumhuriyet


Atatürk ve Cumhuriyet






Yekta Güngör Özden

Yurdumuzu ve ulusumuzu kurtarıp bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre çağdaş bir devlet kurarak lâik cumhuriyeti yönetim biçimi olarak getiren Büyük Atatürk’ün beden olarak aramızdan ayrılışının 66. yıldönümündeyiz. Kendimizi eleştirip sorgulayarak, tutumumuzu gözden geçirip yargılayarak gerçekçi sonuçları tartışmalıyız. Neler yapmalıydık, neler yapmamalıydık? Atatürk’e yaraşır oluşumlar gerçekleştirdik mi? O’nun önerilerini ve özlemlerini yaşama geçirebildik mi? Varlık nedenimiz ilkelerini koruyup güçlendirdik mi? Bunlara ve benzer sorulara doyurucu yanıtlar verebileceğimiz kanısında değilim. AB’ye girmek için yaranma ödünleriyle ABD’ni arkamızda bulmak için dayatmalarına katlanmak, aykırı ve sakıncalı önerileriyle isteklerine, öne sürdükleri koşullara tepkisiz kalmak siyasal iktidarın karakterine uysa da ulusalcı bir anlayışla bağdaşması olanaksızdır. Özellikle 1950’den sonraki olaylara eğilirsek sorumluluğumuz, kusurumuz, suçluluğumuz daha belirginleşir. Ezanın ve Anayasa dilinin arapçaya dönüştürülmesi, köy enstitüleriyle halkevlerinin kapatılması, başta Başbakanlar siyaset adamlarının köktendinci akımlara ödünle destek vermesi, ekonomik yönden dışa bağımlılığı getiren borçların artması, partizanlık, aşiret ağalığıyla tarikat şeyhliğini koruyan feodal yapının sürmesi, bu çağdışılıkların getirdiği sayısız sakıncaların yaşanmasına neden olmuştur. Kötülükler giderek büyümüş, cumhuriyetin erdem olduğunu kavrayacak olgunluğa erişemeyenlerle birleşen karşıtları Türk Devrimi’yle kaynağı Atatürk ilkelerini kötüleyerek, takiyyelerle, yükümlülüklerini yerine getiremeyen beceriksiz, sözde devletadamlarının aymazlıklarıyla yönetimi elegeçirmişlerdir. Varlıklarını sürdürüp amaçlarına ulaşmak için de Ulusal Kurtuluş Savaşı yenilgisiyle Lozan’ın yitiklerini unutamayan batılıların elverişli aracı olarak onların buyruklarını yerine getirmeyi görev bilmişlerdir. Batılıların korumasına girerek hem onların dediklerini, hem kendi özlemlerini gerçekleştirmeye koyulmuşlardır. Bu olumsuzlukları tepkisizlik, suskunluk ve donuklukla izleyenler de destekçi durumuna düşmüşlerdir.

Atatürk’ün başında bulunduğu 15 yılı da kapsayan 27 yılı kötüleyerek işbaşına gelenler Atatürk’ü Koruma Yasası çıkarmak zorunda kalmışlar, günümüz iktidarı da Atatürk’ün fotoğraflarını istemeden yeni Türk Lirasına koydurtmuştur. Devrim Yasaları uygulanmamakta, başta öğretim birliği olmak üzere lâik cumhuriyeti çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracak her atılımdan dönülmektedir. Devletin tekliği, ülkenin tümlüğü, ulusun birliği tehlikededir. Cumhuriyeti yozlaştırıp niteliklerinden uzaklaştırmak için her tür girişime rastlanmakta, ulus-devlet yapısından, ulusallıktan, ulus oluşumundan, yurttaşlıktan vazgeçilmesi, alt-üst kimlik karmaşasıyla ulusun çoğunluğu içindekiler azınlık yapılmaya, azınlıklar da kışkırtılmaya çalışılmaktadır. Evrensel ilkeleri ulusallaştırarak dinci baskıcı kişisel yönetimin yerine halk yönetimini, eşitlikçi yurttaşlar düzeni cumhuriyeti getiren, kendini sürekli yenileyen Türkiye’mize özgü düşün dizgesi olan Atatürkçülüğün tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, çağdaşlaşma, demokrasi, eşitlik, dostluk, kardeşlik, bilimsellik, akılcılık, barışçılık, ahlâk, adalet, devrimcilik, yurtseverlik, insanlık, çalışkanlık, devingenlik olduğu unutulup yerine ılımlı islâm adı altında dinci biçimsel bir cumhuriyet, bir imam ya da şeyh devleti önerilmektedir. Siyasallaşan islâmın, köktendinci terörün neden olduğu vahşetler belleklerdeki sıcaklığını korurken sonu kestirilmez kötülüklere adım atılmaktadır. 12 Eylül’de Atatürk’ün kurdurduğu Dil Kurumu ile Tarih Kurumu kimlik değişikliği yapılarak üyelerinin elinden alınmış, Rektörlerin sıkmabaşlılara selâm vereceği söylenerek üniversitelere başlayan saldırı yargıyı da içine alarak Silâhlı Kuvvetler e kadar uzanmıştır. Liberalleşme, globalleşme, küreselleşme ile güdülme, uyduluk, uşaklık, bağımlılık, soygun, tutsaklık düzeyinde savunulmak ta, demokrasi ve insan hakları adına AB ile ABD’nin dayatmaları sineye çekilmekte dir. Özgürlükle hiç ilgisi olmayan sıkmabaş, peçe, çarşaf giyimi, türbe ve tekke alışkanlığı demokrasi kötüye kullanılarak yaygınlaştırılmak tadır. Köktendinciliğin, iktidarın kökü olan şeriatçılığın simgesi olduğundan savunulmak ta ve direnilmektedir. Özetle, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik, devrimcilik, Atatürk’ten ne kalmışsa hepsi atılmaya, geçersiz ve değersiz kılınmaya bağlı tutulmaktadır. Aydın geçinenlerle, aydın sanılanların kimi de bu oluşumlara destek vermekte, kimileri de ilgisiz ve tepkisiz zavallı seyirci durumun da küçülmektedir.

Yöneliş

Atatürkçü Düşünce Sistemi Atatürk ilkelerinin tümünü, önerelerini, buyruklarını, açıklama ve değerlendirmelerini kapsar. Bir yaşam biçimi, bir dünya görüşü, uygarlık düzeyinin üstünü amaçlayan Türkiye Aydınlanmasının kaynağıdır. Bundan korkanlar var. Atatürkçülüğün değişik ad, anlatım, tanım ve tanıtımına dayanıp amacının, ereğinin, doğrultusunun ve anlamının değiştiğini, artık bırakılması ve uzaklaşılması gerektiğini söyleyip yazan bunaklarla avanaklar var. Bugün AB’ne girmek sürecinde O’nun kazandırdığı düzeyle karşılanıyoruz. Onun yaptıklarıyla istemde bulunuyoruz. Türk Lirasının değeri yükselmeden, alımgücü artmadan, kâğıt üzerinde sıfırları silerek iç ve dış alışverişi yeni ölçü üzerinden yapmak ne özde bir değişim ne de ekonominin güçlenmesidir. Bir grafikerlik işlemidir.

Yepyeni anlayışla, yepyeni kurallar ve kurumlarla yepyeni bir toplum yaratma, kendi içinde özümseterek dünyaya benimsetme, sonsuza değin bağımsız yaşatma istenci ve gerekleriyle donatarak ulusal varlığı kanıtlama olan Atatürkçülük (Kemalizm) geleceğimizin güvencesidir. Bu gidişle Atatürk anıtlarını yıkabilir, büstlerini kırabilir, ikinci bir 31 Mart’a yeltenebilirler. Düşünce ve inanç özgürlüğünün güvencesi lâiklik sayesinde ezan dinleme, namaz kılma mutluluğuna kavuşan insanımızın müslümanlığa en büyük iyiliği dokunmuş Atatürk’e saldıranları, Atatürkçülüğü tutuculuk sayanları iyi değerlendirmesi gerekir. Namusumuzu ve onurumuzu kurtaran bir büyüğe yönelik çirkinlikler hiçbir insanlık ve din anlayışıyla bağdaşmaz.

11 yaşındaki turist kız çocuğunu kaçırıp saldırdıktan sonra öldürene, etnik ve köktendinci teröre başvuranlara, ağır suçları işleyenlere bir şey söylenmeyip Atatürk’e ve Atatürkçülere olmadık sövgüler sıralayanların düşüklüğünü tanımlamak güçtür. Ne yazık ki ulusumuzun alnına gören düşüren aşağılık suçların işlendiği yörede kimileri Atatürk’ü kötülüyor, eserlerini karalıyor, kendisini yadsıyor, Atatürkçülere düşman gözüyle bakıyor, Atatürk’ü unutmak ve unutturmak çabalarına destek ve hız veriyor.

Tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, cumhuriyetin kazanımları konusunda duyarlık, özen, çaba yok. Mezhepçilik, bölgecilik, çıkarcılık, hukukdışılık, çağdışılık, yalancılık, dalkavukluk, ikiyüzlülük, ayrıcalık, kayırma, yalakalık, düzenbazlık, sahtecilik, magandacılık, mafyacılık, aşırmacılık, kumar, uyuşturucu, fuhuş alışkanlıkları, tembellik, pislik, sakıncalı ilişkiler, kabadayılık, sahte oy kullanmak, geçersiz toplantılar düzenlemek, vakıf-dernek oyunları, sahte diploma ve belge, kaçakçılık, yakma, yıkma, öldürme, daha sayılabilecek nice olumsuzluklar egemen olmaya başladı. İftar yemekleri aldatmacası da ayrı. Orucu gerçek anlamında tutmayanlar gösteri yemekleriyle zaman yitiriyorlar. Kimler katılmıyor ki. Mevlit, mescit, cami, toplu namaz, Kur’an kursu, Atatürk karşıtı kuruluşlara sağlanan olanaklar da böyle. Atatürkçülere kuralları çiğneyerek açıklanan tepki teröristlere af, bağış, koruma, başka olanaklarla tırmandırılıyor. Bağımsızlık Marşı’nda ayağa kalkmayan öğrenciler, sırtını dönen sporcular olmadı mı? Şimdilerde kimi toplantılar Kur’an okunarak ya da dualarla açılmıyor mu? Rejimi değiştirme çabaları sezilmiyor mu? Gericileri yüreklendiren, doğrudan olmasa da dolaylı biçimde destekleyen, mevki, makam, yükselme karşılığında susan, onlara yol gösterip akıl verenler yok mu? Dağınıklığı, anlamsız ayrılıkları, gereksiz tartışmaları ve sakıncalı kavgalarıyla gericileri güçlendiren, onlara koz veren, olanak hazırlayan ve sunan Atatürkçü olabilir mi? Arada sırada çıkış yapmakla, törenlerde nutuk atıp çalım satmakla, defterlere ve gazetelere yazmakla, bilgiçlik taslayıp kendini Atatürkçü sanmakla Atatürkçü olunmaz. Karşıdevrime tepkisiz kalan, ödünleri reform ve değişim diye, demokrasi açılımı diye abartılarla sunan, AB için katlanılan durumları devrim olarak niteleyenleri alkışlayan Atatürkçü olamaz. Sevr ile Lozan’ı tartışmaya açıp addan başka bir şey olmayan azınlıklara yeni kesimler katılmasına gözyumanlar Atatürkçü değildir. Azınlık denilen yurttaşlarımızın neyi bizimkilerden az, bizim neyimiz onlarınkinden çoktur. Alevi yurttaşlarımız azınlık olmadıklarını açıklayıp önerilere karşı çıkarken sünnilik ayrımı güdenler bölücü önerilere suskunluklarıyla destek vermektedirler. Önerileri getirenlerin, yazanların, destekleyenlerin kimler olduğu, kökenleri, bağımlılıkları, geçmişleri, ilişkileri gözetilirse kimleri barındırdığımız, kimlerle ve nasıl kuşatıldığımız daha iyi anlaşılır. Kimse unutmasın, Atatürkçülüğü, lâik cumhuriyeti silmek olanaksızdır.

Ya Cumhuriyet?

Devletin dinler karşısında bağımsızlığı ve özgürlüğü demek olan, lâik anlayışın yönetimde gerçekleşmesi, demokrasinin yaşama geçmesi olarak tanımlanabilecek cumhuriyet, yönetilenlerin yöneticileri kendi aralarından ve belli süreler için seçtikleri bir yönetim biçimidir. Gerçek, eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Karanlıktan aydınlığa çıkışın kurumudur. Türk kahramanlığı ile Türk kültürüne dayalı bir erdem anıtıdır. Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” sözüyle birleşmeyi, kaynaşmayı, ulusallığa açıklamış, din ve soy bağı ayrımlarını dışlayarak yapıyı içtenlikle sunmuştur. Neresi zararlıdır ki yararımızı istemeyenlerce önerilen yıkım nedenlerine yakın durulmaktadır? Atatürk ilkeleri tam uygulanmış, bu nedenle kötülüklerle karşılaşılmış gibi tersine önerilere sıcak bakmanın hiçbir anlamı yoktur. Cumhuriyeti “Özellikle kimsesizlerin kimsesi” olarak tanımlayan Atatürk’e, O’nun başta cumhuriyet tüm eserlerine ihanet eden ilgililer sorumludur. Cumhuriyetin hiçbir kusuru yoktur, kusur yönetemeyen, başarısız yöneticilerdedir. Bunlar, karşıtlarının yönetimi ele geçirmelerine, sayılarının artmasına, güçlenmelerine neden olmuşlardır. 1930’ların dünyadaki az sayılı cumhuriyetinin başında gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini budamaya çalışanlar işbaşındadır. 81. yıldönümünü kıvançla karşılıyoruz ama mutlulukla, coşkuyla, gelecek için umutlarla kutladığımızı, burukluk duymadığımızı söyleyemiyoruz. Lâik cumhuriyetin geleceği tehdit altındadır, tehlikededir. En büyük tehlike de dışardan gelen dayatmalarla içimizdeki işbirlikçileri ve gericiliktir. Fetva, ferman dönemine dönülerek şeriat düzeni gerçekleştirilmek istemi atamalarla, görevden almalar, emekli edilmelerle, haremlik-selâmlık uygulamalarıyla, iktidar diktası, lider saltanatıyla, ilericilere karşıtlıklarla açıkça ortadadır.

Avrupa’ya, ABD’ne muhtaç, buyruk almaya hazır iktidarı elverişli bulan Batılılar AB için baskılarını, dayatmalarını artırmışlardır. Eşit, onurlu, hakça üyelik olmazsa hayır demiyeceğini belli eden iktidarın cumhuriyetle gelinen süreci gözardı etmesi acıdır. Ekonomide, tarımda, hayvancılıkta, hukuk alanında AB’nin kendi uygulamalarıyla Türkiye’ye dayattıklarından ilgililer yakınıyor. İpoteğe dönüşen bağımlılık, 1989’da Türkiye’nin tam üyelik başvurusunu geri çeviren o zamanki adıyla AT (Avrupa Topluluğu, şimdiki AB) 6 Mart 1995’de Gümrük Birliği yoluyla Türkiye’yi avucunun içine aldı. Medyanın yanıltıcı, aldatıcı, unutturucu, gerçekleri dışlayıcı tutumu yüzünden çok kimse durumun bilincinde değil.

Medyanın Büyük Kesimi

Nitelik değil, nicelik nedeniyle sayı yönünden büyük sözcüğünü kullandım. Utanmadan “Sivilleşme, nefes almak” diye başlayıp cumhuriyeti unutuyor ve “Mutlakiyetçi yönetim” diye Atatürk dönemini suçluyorlar. Nerden, ne koşullarda cumhuriyete kavuştuğumuzu bilmeyecek ölçüde bağnazlar. Gerçek “mutlu son” padişahlıktan sonra cumhuriyettir. AB uyduluğu değil. Devletin, ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olduğunu, niteliklerini, özelliklerini, yükümlülüklerini, yetki ve görevlerini bilmiyorlar. Sokak kabadayısı ağzıyla yazıyorlar. Medya tetikçilerinin, palyaçolarının, soytarılarının, duyarlık ve özeni suçlayan gerçek paranoyaların, şeriatçı ve ırkçı saldırganlarla patron ve para zaptiyelerinin, bilgisiz ve ahlâksız papağanların neler döktürdüğünü ibretle izliyoruz. Birkaç yurtsever, aklıbaşında, düzeyli yazarın karşısında çelik çomak oynar gibi dökülen nankör güruhu ulusumuz sağduyusuyla değerlendirmektedir. Menemen-Kubilây vahşetine soyunanlara destek verenler, bunları övgüyle alkışlayanlar bırakınız solculuğu sağcı bile olamaz. Saddam’ın genel tutumuna karşı çıkıp özelde yurdunu işgale karşı korumasını uygun bulanları Saddamcılıkla suçlayanların, Susurluk’a özenenlerin, Atatürk ve Cumhuriyete karşı çıkanların adamlıkla ilgisi olamaz.

Bilgileri ve kültürleri de yok. Lâiklik 1921 Anayasası ile gündeme geldi. (20.1.1921, madde 1). Özellikle 3 Mart 1924 yasaları ve 1926 Medeni Yasası ile yaşamdaki yeri pekişti. Nice devrim atılımları birbirini izledi. 1928’de Anayasa’dan dine ilişkin kural çıkarıldı. 1934’lerde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 1937’de altıok Anayasa’ya girdi. Hani Atatürk zamanında lâiklik yoktu? Atatürk’ün amaçladığı çağdaş uygarlık düzeyi her an gözeteceğimiz içinde bulunduğumuz zamanın uygarlık düzeyidir. O’nun tüm sözleri doğrudur ve yarınları bile karşılar. Sözün söylendiği zamanla sınırlı tutulması aymazlıktır. Medeni Yasa tasarı durumundayken azınlıklar Lozan Barış Antlaşması’nın 1923’de öngördüğü haklarından vazgeçtiklerini dilekçe ile Adalet Bakanlığı’na bildirmişlerdir (1925-1926). Tam eşitlik geldiği için. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu düzenden ulusal düzene geçildiği, din bağı yerine ulus bağı seçildiği için. Bunları bilmeyen ya da iyi değerlendiremeyenlerden kimi amaçlı, kimi unvanına güvenerek bilgiçlik taslıyor ve tosluyor.

Milliyetçilik dincilikle birleşmez. Çatışmasa da çelişir. Köktendincileri destekleyerek terbiye dışı afişler, zorbalıklar, Atatürk karşıtlığı halkı milliyetçilikten soğutur. Sokak örgütü, mafya türü görünüm kötüye gidişin yaklaşan belirtisidir. En büyük Türk milliyetçisi Atatürk’ü ve ilkelerini unutup başkalarının, hele köktendincilerin peşine düşenler asla milliyetçi olamazlar. Milliyetçiliğin özü bağımsızlıktır. Bağımlılık yozlaşmanın son noktasıdır.

Tarih ve hukuk bilgisi, Anayasa saygısı, yurttaşlık bilinci, yeterli insanlık ve demokrasi anlayışı, felsefe yaklaşımı olmayanların Lozan’ı, Türkiye’yi, AB’ni değerlendirmesi inandırıcı olamaz, güven duyuramaz. Kişisel eğilimleri, düşünsel ve duygusal bağımlılıkları ağır bastığından, önyargılarına tutsak olduklarından aykırı ve karşıt görüşlerini dayatmaya çalışırlar. Önemi yoktur ama yanıtlanmaları, desteklenmemeleri gerekir. Devleti temsil edenler uluslararası bir antlaşmanın bağlayıcılığını, düzenlenirken günün koşullarına göre uzun tartışmalarda şimdiki akıl hocalığına soyunanlardan daha çok bizim tarihsel kişilikli temsilcilerimiz görüş açıklamışlardır.

AB’ne girince sanki her sorun çözülecek kişisel ve toplumsal bozukluklar kendiliğinden kalkacak, her yönden arınma olacak, düzeyimiz birden yükselecek, ekonomi şahlanacak, güçlenecekmişiz gibi beklenti var. Biz yaraşır olmazsak, kendimizi düzeltip uygun düzeye gelmezsek bize kimse birşey veremez. Geçici desteklerle ayakta durulamaz. Beklemekle, dilenmekle bir şey kazanılmaz. Çalışıp üretmezsek, ölçülü tüketmezsek, siyasal bir büyü gibi her şeyi AB’ne havale edersek ancak eğilir ve eziliriz. Onurlu girişi savunanlara bu nedenle saldırılmaktadır. Maskaralık şampiyonları körükörüne girişi pompalayarak ne olduklarını göstermekte, dayatmaları, aşağılanmaları kahkahayla karşılamakta, hattâ alkışlamaktadır. AB 17 Aralık’ta görüşme günü verse de Türkiye’yi üyeliğe almayacak, oyalayacak belki de görüşmeler bitmeden AB dağılacaktır. Ama görüşme günü verilmesi ülkemizde üyeliğe alınmışız gibi algılanacak, AB de başka ödünler almak için işine gelen bu iktidarı destekleyecek, iktidarın sürmesi, ilerici güçlerin susması için, kimilerinin de “demokrasiye engel oldu” suçlamasıyla karşılaşmaması için tepkisizliği sağlanmak üzere görüşmeler içtensizlikle sürdürülecektir. Ulus devlet modelini tek kültürlü gösterip ayrılıklara ve bölünmelere çağrı niteliğindeki görüşler ve raporlar yaraşır olduğu yanıtı elbet alacaktır. Doyurucu kültürü olanlar zaten böyle saçma sapan, ipe sapa gelmez savda bulunmazlar. Saplantılı Avrupalılar kürtçüleri, karşıtları, ayrılıkçı bölücüleri, kendi yandaşlarını Diyarbakır’da güçlü bulduklarından ya da öyle sandıklarından orayı merkez gösterip bölgeyi koparmaya çalışıyorlar. “Kürdistan ve Başkent Diyarbakır” söylemleri eskidir, amaçlıdır ve tam bir sapkınlıktır. Dostlukla, AB yapısı ile asla bağdaşır değildir. Bu arada sanatçı Bedri Baykam’ın haklı tepkisine neden olan AB’cilerin beyin yıkama etkinliklerinin kimlik bunalımı çekenlerin gösteri ortamına dönüştüğünü belirtmek gerekiyor.

Güncel Olaylar

AB’yle ilgili konuların her biri için çok sayfalı kitaplar yazılır. Konu genelge tüm ülke, tüm ulus için, başta iktidar ve anamuhalefet partileriyle tüm siyasal partiler, kuruluşlar ve yurttaşlar için bir sınav niteliğindedir. Neler verecek, neler alacağız, göreceğiz. AB’nin para yardımıyla dolaşanlar, etkinlik düzenleyenler, kendi çıkarları için uğraş verenler ortaya çıkacaktır. Yansız, bağımsız, gerçekçi görüşleri, içtenlikli eleştirilere kulaklarını tıkayanlar sorumluluğu yükleneceklerdir.

Akaryakıta beş ayda 5. zam yapıldı.

Memurlara yapılacak zam için Danıştay’a başvuruldu.

Yargıtay bildirisi yargıya yönelik saldırılara gereken yanıtı verince yarası olanlar gocunup eleştiriye başladı.

Havza’da Suboğan türbesini yedi kez dolaştıran eski bandocunun kimlere güvendiği araştırılmalıdır. Tetikçileri kimlerin kullandığı, soyguncu ve hortumculara zamanında kimlerin yardım ettiği araştırılmalı, saptanmalı, açıklanmalıdır.

Barzani Kerkük için Tehditlerini Sürdürmektedir.

Irak’ta Türk sürücüler öldürülmektedir ve bu iki durum için de iktidar eli-kolu bağlı beklemekte, ABD’nin oyalamasına kanmaktadır.

Tunceli’de 22.10.2004’de iki şehit daha verilirken Zana ve arkadaşları yanıltıcı çıkışlarla toplantılar düzenlemekte, yeni parti kurma hazırlıklarından sözetmektedirler.

İstanbul, Etiler Akmerkez’deki Atatürk Fotoğrafları Sergisi’nin anı defterine insanlıkdışı yazılar yazılabilmektedir.

AB dayatmalarına dayanamayıp teslim olanlar “Daha az Türklük” çağrısı yapabilmektedir.

Marksist-Maocuların kürtçülüğü kışkırtmalarına görüşleriyle katılıp onları yeni yöntemlerle açıklayanları fikirbabaları eleştirmektedir.

Ramazan sınırlamaları, büyük yerleşim yerlerinde bile ağır baskı biçiminde genişlemekte, oruç tutmadığı için pencereden atılanlara köprüden dereye atılanlar eklenmektedir.

Yıllar önce yanıtını açılış töreni konuşmamda verdiğim anayasal vatandaşlık yeniden gündeme getirilmektedir.

Körükörüne AB yandaşı olanların önerdikleri gerçekleşirse bir gazetenin “Türkiye Türklerindir” logosu ne olacaktır diye soranlar çıkmaktadır.

Türkiye’de siyasal partilerin kapatılması dâvasını Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açtığı, 11 üyenin karar verdiği, Yeşiller Partisi’nin iki kez uyarıya karşın hesabını vermediği için zorunlulukla kapatıldığı, Anayasa Mahkemesi’nin Evren zamanında Büyük Türkiye Partisi’nin, 1995’lerde Barış Partisi’nin kapatılmasını geri çevirdiği unutulmaktadır.

Avrupa Parlamentosu Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Jeost Lagendijk’e ülkesini kötüleyen yurttaş çıktığını, ancak konuk yabancının bile bu suçlamayı kabûl etmediğini basından öğreniyoruz. Bağımlılık, önyargı, koşullanmışlık, ideolojik saplantı neler getiriyor, görülmektedir.

Samsun’da çalışan evli kadınlar için çalışma saatlerinin ramazana göre düzenlendiği duyuruluyor.

Van’da Apo’nun serbest bırakılması için yüz kişi imza toplayıp gösteri yapabiliyor. Teröristbaşının avukatlarına yeni gemi verilirken ilgili yönetmelikler çiğnenip kimi emeklilerin koruma önlemleri zayıflatılıyor. Yetkili ve sorumlular araştırıp sormuyor.

TBMM Başkanı ile Başbakan Yardımcısı yargının ancak kararlarının bilimsel gereklerle eleştirilebileceğini, yasal önerileri tartışma dışında varlık, yetki ve konumuna söz getirilmesinin sakıncalı olduğunu bilmez görünüyorlar. Bağımsızlığı, yargıç güvencesi sözde kaldıkça gerçek hukuk devleti savunması inandırıcı olamaz. Ermeni soykırımı savlarına karşı çıktıkları yok.

SSK’nun 148 hastanesi, 212 dispanseri, 202 sağlık istasyonu, 3 ağız ve diş sağlığı merkezi, 6 dispanser/ağız ve diş sağlığı merkezi, 2 dispanser ve hemodiyaliz merkezi ile gözsağlığı merkezi içinde olmak üzere tüm varlıklarına elkonulacağı yazılmaktadır. TV dizilerine ağırlık veren halkımızın bu sorunlarla ilgilenmesi AB kadar önemlidir.

İstanbul’da bir dershanenin haremlik selâmlık uygulaması da basında yer aldı. İktidar kendi doğrultusundaki olumsuzlukları ilgisizlikle karşılıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin büyüklüğü dikkat çekiyor. Din devletiymişçesine katkı yanlılığın kanıtıdır.

AB üyelerinin gündem değiştirmek ve iktidarı desteklemek için olacak peşpeşe arananları teslim etmesi, geri vermesi ilgiyle karşılanmaktadır.
Soytarıların ve soysuzların zaptiyeleri böyle durumlara değinemezler.

Genel ve özel kimi durumlar

Eleştiri ve yakınmalarımızda haklı çıkıyoruz. Yapılanları görmeyecek kadar kör, yapılacakları anlamayacak kadar duyarsız olanlarla kazıkların tellâllığına soyunanlara her zaman rastlanacaktır. Olanlar ve olmayanlar ortada. Görünen köy klavuz istemez.

Yine de Atatürkçüler, gerçek Atatürkçüler yüzakımızdır. Kimi küçükler “Atatürkçüler kitaplardan para kazanıp yittiler, görünmüyorlar” diyormuş. Ben, Atatürkçü olmaya çalışan, bunu onur sayanlardan birisiyim. Emekliliğimi bu yolda çalışmalarla doldurup değerlendiriyorum. Kitaplardan para almıyorum. Son kitaplarımın tümünü, daha önce yazdığım gibi, bu yolda uğraşlarına destek için Atatürkçü gençlere bıraktım. Satış yöntemlerine, parasına, geldisine, gittisine asla karışmıyorum. Bunun yanında liselerde, üniversitelerde, derneklerde konuşmalarımı sürdürüyor, öğretim görevlisi olarak dersler veriyorum. Karşılık beklemeden yaptığım katkılarımın reklamına girişmiyorum. Bilenler biliyor. Öte yandan medya adımdan bile söz etmekten özenle kaçındığı gibi yalan yanlış, amaçlı yayınla da kötülemeye uğraşıyor. Örneğin, bir iş adamı öğrendiği rahatsızlığım için meslektaşım avukatıyla bana yurtdışından kendisi için getirttiği ilâçlardan göndermiş. Bedelini önermişim, almamış. Bu insanî yaklaşıma 1996’da yazıyla teşekkür edip hekimime danışarak kullanıp kullanamayacağımın belli olacağını bildirmişim. Kaçınıp çekinecek bir şey yok. Nezaketin gereğini herkese karşı her zaman yerine getiririm. Yanıtsız bıraktığım bir mektup ve kart yoktur. Kişiliğimin ve terbiyemin gereği budur. Beni tanıyanlar bilir. İlâcı gönderenle hiç karşılaşmamışım, el sıkışmamışım, aynı ortamda bulunmamışım, yemek yememişim, başka bir ilişkim olmamış. Benim görev alanıma giren sorunu da olmamış. Kaldıki avukatlık yıllarımda ona karşı dâva ve sonuç da almışım. Teşekkür yazımı dosyaları içinde bulup da bir şeymiş gibi basına sızdıran utanmaz, sıkılmaz niteliksiz görevliler kime yaranmış oldular? Beni doğrulayıp yayını kınayan telefonlar geliyor. Soran gazeteciye durumu olduğu gibi anlattım. O da sözünde durmadı. Ben bir şey yitirmedim, bana hiçbir şey olmaz. İnsanî ilişkileri, nezaket gereklerini gözardı eden kabalık ve ilkellik kimseye birşey kazandırmaz. Bana ilâç gönderenle dost ve sıkı ilişki içinde göstermek çabasıyla küçülenler düşünsün. O yıllarda onunla görüşen, çalışan, ilişkileri olanlar yok mudur? Birlikte ve onun işyerlerinde çalışanlar kötü mü? Düzeysizliğin böylesi, çirkinliğin bu türü az görülür. Yazılacak neler var, onlara, kendilerine ve çevrelerine baksınlar. Yazacak bir şey bulamayınca ne yapsınlar, şaşırıyorlar. Yineleyenler daha beter.

İş ortağı, şirketlerinin paydaşı, bankalarının yatırımcısı değilim. Kaldıki bir dernekte, vakıfta, partide birlikteliğimiz, tanışıklığımız, dostluğumuz olabilirdi, akrabam da olabilirdi. Suçlar ve cezalar kişiseldir. O kişinin eylemi beni etkilemez ve ilgilendirmez. Olayın haber değeri yoktur. Amaç, mide bulandırmak. Sanırım haberi yayımlayanlarla ekranlara taşıyanlar birbirlerini kutlayacaklardır. Yasayla affedilenlere, dokunulmazlık zırhına bürünenlere, din ve siyaset yoluyla kurtarılanlara, kurtuldu sanılanlara yönelsinler. On yıldan bu yana, aranmalarına kadar ilişkide oldukları suçlu mu? Gericilerin hastanelerinde tedavi olanlar gerici mi? Gülüp geçiyorum. Soytarıların ve soysuzların sözcülüğüne, zaptiyeliğine soyunan, Türklüğünden utanıp bilgisizlikle değil amaçlı olarak Türkiyelilik savunmasına girişenler gibi kendilerinin ne olduklarını, olabileceklerini gösterenler kamu vicdanında değerlerini bulacaklardır. Yılışık ve yavşak kimilerinin yüzüne bile bakmak benim için düşünülemez.

Bu hafta Cumhuriyetle kapanıyor, 19 Kasım etkinlikleriyle açılacak. Atatürk olmasaydı belki cumhuriyet olurdu ama biçimsel ve geç olurdu. Şimdi AB mi önemli, Cumhuriyet mi önemli diye her yurttaşın kendisine sorması gerekir. Cumhuriyeti değerleriyle, nitelikleriyle koruyarak AB’ne katılmak yanlış mı? Öbür ülkeler kendi değerlerinden vazgeçtiler mi? Türkiye’de hâlâ sıkmabaş affı, af yasası ile diploma düşünülüyor. Siyasal partiler böylece oy alacakları sanısıyla siyaseti de eğitimi de bozuyorlar. Türk Ceza Yasası’nın yeni kuralları nedeniyle terör örgütü militanlarından yalnız Diyarbakır’da 200’ünün salıverildiği yazılıyor.  Bunların düzelip düzelmedikleri, ne yapacakları görülecektir.

Paramızın değeri gücü değişmiyor, biçimi, rakamı değişiyor. Bu işlemi bile abartarak şişirerek veriyorlar. Kimse gerçeği aramıyor. AB için Fransa ile yapılan uçak anlaşmasının rüşvet sayılabileceği savları var. Bunca ödün, bunca sunumla görüşme günü almak başarı diye balonlar uçurulacak.

Bürokratlar da iktidara ayak uyduruyor. Dostluk, insanlık ilişkilerini iktidar ve yandaşlarının bakışlarına göre ayarlıyorlar. Bir insan için, üstelik belli yerlere gelmiş olanlar için ne kadar acı, yazık.

Ulusal bayramlarda asılan Atatürk posterlerinin kimilerinin değişikliği, çirkinliği özellikle Atatürk karşıtlığını sergilercesine kullanılıyor. Yetkililer ilgilenmezler mi? Atatürk’e ilgi duymayan, ilgisiz kalan ne ile ilgilenir, ne yapar?

http://www.turksolu.com.tr/68/ozden68.htm

..

Güleriz Ağlanacak Hâlimize...




Güleriz Ağlanacak Hâlimize...



Yekta Güngör Özden

İnsanımızın işi Allah’a kalmış, eğitim dershanelere, sağlık türbelere ve medyumlara bırakılmış, işçi işverenin insafına terkedilmiş, mafya olmayanların boyu yüksek yargıya uzanmış ve daha nice aykırılıklarla olumsuzluklar birbirini izlemiş, kimsenin umurunda değil. Lâik Atatürk Cumhuriyeti’nin temelleri yıkılıyormuş, kurucusuna ve ilkelerine karşı olanlar yönetimi ele geçirmekle yetinmeyip düşlerindeki düzeni gerçekleştirmek için alabildiğine kadrolaşıyormuş, Türkiye AB ile ABD’nin güdümüne sokuluyormuş, aldıran pek yok. Gazetelerin başsayfalarında toplum liderleri yerine mafya liderlerinin görüntüleri ve olayları, dergilerle televizyonlarda süslü izlenceler, eğlenceler, eğitsel değeri olmayan boş konuşmalar, izleyenleri yanıltan, kendi doğrultularına yönlendiren, sorunlarla ilgisini, yurttaşlık duyarlığıyla bağını koparan amaçlı etkinlikler yer alıyor. Her şey yolundaymış gibi, kraldan çok kralcı tutumuyla siyasal iktidarı öven yorumlarıyla giderek küçülen sözde siyasetçiler, sözde bilim adamları, sözde yazarlar. Avrupa, Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla Lozan’ın acısını unutamadı. Silâhla alamadığını parayla almaya çalışıyor. AB’ni kullanarak Türkiye’yi avucunun içinde biçimlendirmeye uğraşıyor. Günümüz iktidarı kendi varlığını ve geleceğini Avrupa’nın desteğinde bulduğundan her ödünü çekinmeden veriyor. Sözleri, eylemleri birbirini tutmuyor. Avrupalı olmayı yapıdan yaşama, kuraldan kuruma, düşünceden anlayışa bir bütün değeriyle algılamayıp kâğıt üzerinde anlaşmaya indirgeyince gelecek kuşkusu artıyor. Almanya’da yalnız öğretmenlerin değil, memurların da sıkmabaşı kullanması yasağı getirilirken, Fransa yasal başörtüsü yasağında ödün vermezken günümüz iktidarının ısrar ve inadı, sözde ve biçimsel Avrupalılığı çağrıştırıyor. Bu nedenle de asla güven vermiyor.

İlerleme Raporu

geri gidiş belgesidir

“AB yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen Mesut Yılmaz bile gerçek yolun onurdan, eşitlikten, hukuktan, adaletten geçeceğini söyleyerek AB Komisyonu İlerleme Raporu’nu terbiyesizlikle suçladı. Ama onun sözünü Roth yineleyerek yine Diyarbakır’ı gösterdi. Varsa yoksa Diyarbakır. Samsun, Sivas, Erzurum, Gaziantep, Malatya, Tokat, Manisa, Hakkâri demiyorlar. Amaç, Türkiye’yi bölecek, yıpratıp yıkacak olumsuz gelişmeleri desteklemek. Kürtçülüğü kışkırtmak. Ümmetçiler ulusalcı olmadıklarından, olamayacağından tam bağımsızlık, onurlu dış ilişkiler, temel haklar ve özgürlükler onları pek ilgilendirmiyor. Dinci açılımlarına elverişli olmak koşuluyla AB ya da ABD ne isterse veriyorlar, verecekler. Aşağılanma, edilgen ve güdümlü duruma düşürülme, tasaları değil. Helsinki’de verilen söze, imzalanan ölçülere uymadıkları gibi bitiş günü belirsiz, görüşme evrelerinde bir zaman “hayır” diyebilecekleri bir yöntemi içeren, Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin her zaman karşı çıkması çok olası görüşmelerde dayatılacaklar. En başta Güney Kıbrıs’ı tanımak, KKTC’den askerleri çekmek, Ege sorunlarını Yunanistan yararına kapatmak, kürt kökenlileri azınlık konumuna geçirmek, alevileri dinsel azınlık yapmak gibi gerçeklere, hukuka, hakkaniyete, Lozan Barış Antlaşması’na tümüyle aykırı öneriler yanında Rum Patriği’nin ekümenliği, Heybeliada Ruhban Okulu da demoklesin kılıcı gibi duruyor. Bu türden, bu ölçüde ödünleri Libya, İran, Yemen de verse AB’ne alırlar. Kıbrıs konusundaki tutarsızlık açık. M. A. Talât yönetimiyle Kıbrıs elden çıkarılmaktadır. Türkiye’nin AB’ne girmesi için sanki Kıbrıs rüşvet verilmektedir. 1968’lerin baş anarşistlerinden Bendith “Diyarbakır İstanbul olmazsa AB kapısı kapalı” derken yıllardır Avrupa’da kürtçülerin yaptığı propagandanın nerelere ulaştığı görülmektedir. Kaçıp Avrupa’ya sığınan, Avrupa’da beslenen kürtçülerin ölçüsüz eylemleri, ilişki ve bağlantıları Türklerin gözardı, kürtlerin baştacı edildiğini ortaya koymaktadır. Bir devlet yöneticisi, bir bilim adamı, bir sanatçı gitse Leyla Zana gibi karşılanıp ağırlanmaz. Bu muhabbetin nedeni, Sevr özlemidir. Bırakınız başka illeri, yöreleri, Ankara İstanbul değildir ki Diyarbakır İstanbul olsun. Kürt kökenlilerin hangisinin hakkı bizimkinden az, ya da bizim haklarımız onlarınkinden fazla? Kürt kökenlilere özgü, özel konum ve durum hiç bir ilkeyle bağdaşmaz. Çoğunluğun asıl öğesini azınlık kılmak düşmanlıktan başka bir şey değildir. Almanya, beslediği Kaplan ailesi kendisi için sorun olunca Türkiye’ye geri verdi. Sabancı cinayetinin sanığı Fehriye’yi kimler besliyor? Öbürlerini de. Avrupa’nın ikiyüzlüğü her konuda sırıtıyor. Kemalizm’e karşı çıkanlar, barışa önem vermiyor. Varsa yoksa kendi çıkarları. Atatürkçülüğü, ulusalcılığı, ulus-devleti kendileri için sakıncalı bulanlar, kendi varlıklarını korumak söz konusu olunca, kendi ulusalcılıklarına toz kondurmuyorlar.

Öğrenciler şaşkın. Üniversiteler suskun. Memurlarla işçiler ayakta. Başkent’in göbeği Kızılay’da polis panzerleri sıralanıyor. Zam yağmuru fırtınaya dönüştü. Solda temelsiz, ilkesiz, sağlıksız, göstermelik yapay birliktelik çabaları. Kapsamı dar. Ciddî, etkin ve yararlı bulunmayan kişisel amaçlı, özel hesaplı görülen girişimler. Aykırılık, çelişki, bozukluk, siyasal kadrolaşma sürüyor. Bu ortamda yazımın başlığı “Vur patlasın, çal oynasın!” da olabilirdi. İçerde değişen bir şey yok. Pohpohlayanların beklentileri nedeniyle olacak, dillerinin değişmesi dışında olumlu bir gelişmenin tanığı değilim. Türk Ceza Yasası’nın Cumhurbaşkanınca imzalanıp yayımlanmak üzere Resmî Gazete’ye gönderilmesi, başka yasaların yürürlüğe konulması, anlayış ve tutum değişmedikçe hiç bir olumlu yansıma savunulamaz. Günümüz iktidarının tutkusu sıkmabaş ve imam hatip okulları. Abdullah Gül’ün sıkmabaş yasağının kalkacağını, Millî Eğitim Bakanı’nın meslek liseleri üzerinden imam hatip okulları ayrıcalığının sağlanacağını söylemeleri boşuna değil. Sıkmabaş yasağını getirenler, kullananlarla destekleyicileridir. Onlar bir siyasal simge gibi lâik cumhuriyet niteliğine karşı düşmanlık gösterisi aracı yapmasalardı yasak konulmazdı.

Daha neler

Kimileri her şeyi bildiğini, hem de herkesten iyi bildiğini sanarak konuşup yazıyor. Bilgileri yetersiz, terbiyeleri düşük olduğundan düşünce ve görüşleri değil, kişilik ve onuru eleştiriyorlar. Onların istedikleri gibi konuşup yazmaları demokrasi gereği, sizin düşünce ve görüşlerinizi açıklayıp savunmanız değil. Böyle bir çarpıklık, hiçbir uygarlık, demokratlık, bilimsellik gereğiyle bağdaşmaz. Şöyle ya da böyle bir köşe ele geçiren, bir köşeye yerleştirilen, içtenlikle değil aylıkla yazı yazan kimileri akılları ersin ermesin kendilerinden döktürüyorlar. Özellikle hukuksal sorunların, bilimsel konuların kaynakları, dayanakları, ulusal gerekleri, karşılaştırmalı değerlendirmeleri, ortam, olanaklar, koşullar, uyulması zorunlu kurallar gözardı edilerek, kişisel eğilimler ve istekler ölçü alınıyor. Özelde uygun düşen, işe gelen düzenleme Anayasa’ya aykırı ise iptal oyu kullanılır. Konu üzerinde yeterli eğitimi, bilgisi olmayan kimselerin demokratik hakları kapsamındaki eleştiriyi kendine göre yapması ayrı, buna katılmayanları suçlama çirkinliği ayrıdır. Adaletin ideolojisi yalnızca adalettir. Adalette ve sanatta hatır asla gözetilemez. Yargıçlık nitelikleri ile meslek gereklerine uymayanlar yargılama görevi yapamaz. Hukuk Fakültesi diplomasıyla Avukatlık Ruhsatnâmesi kişiyi hukukçu yapmaya yetmeyen, biçimsel dayanaklardandır. Faşistlikten şeriatçılığa soyunanlar, Atatürkçülüğü karalayıp kötüleyenler bir bahane bulup sataşır ya da saldırırlar. Benim özelleştirme konusundaki Anayasa Mahkemesi Kararı’na kullandığım karşıoyumda sözünü ettiğim “Atatürkçü ekonomi düzeni”ni kavrayamayan, Atatürk ilkelerine dayanan ekonomik yaşamın Türkiye’mizi ulaştıracağı düzeyi kestiremeyenler, çağdaş ve gerçekçi yöntem ve yönelişleri egemen güçlerin sözcüleriyle birlikte eleştirirler. Cumhuriyet’in ilânından önce 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan 1. İktisat Kongresi’nde Mustafa Kemal’in (TBMM Başkanı ve TBMM Orduları Başkomutanı iken) yaptığı anlamlı konuşmanın ereklerini bilincine yerleştiremeyenler ulusalcı ekonomiyi bilemezler. Devletçiliği savunan kimileri bunun özel girişim karşıtlığı olduğunu savunurken, özel girişimi savunan kimileri de aynı yanılgıyı ortaya koyar. Mustafa Kemal’in CHF 1931 Kurultayı’ndaki konuşması, notları unutulur. Osmanlı borçları ödenir, millîleştirmeler yapılır, ülke bayındır kılınırken ne borç alınıyordu, ne enflâsyon, ne devalüasyon vardı. 1 doların karşılığı 94 kuruş idi. 1930’ların ilkeliliğini, tutarlılığını, devingenliğini, devrimciliğini, gerçekçiliğini unutturmak için o yılları tümüyle karalayanlar bugünkü iç ve dış borçlarla câri açığı içine sindirebilen nankörler ve yalakalardır. Atatürkçü ekonomi, kendimize özgü kalkınma çabalarının felsefesinin adıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kazanılan tam bağımsızlığı, özgürlüğü ve ulusal egemenliği özenle koruyarak ekonomik atılımlarla çabaların, yabancılara bağımlı olmadan, borca boğulmadan, kendi kaynaklarımıza öncelik vererek kalkınmaya özgülenmesidir. 1982 Anayasası’nda özelleştirme yoktur. Anayasa Mahkemesi, özelleştirmeyi yorumla uygun bulmuş, ancak uygunluk denetimine getiriler kurallarla özelleştirme yapılamayacağını karara bağlamıştır. Yağma, peşkeş, başka sakınca yollarını kapatmıştır. Ekonomik alanda benimsenen doğrultu, Mustafa Kemal’in belirlediği ilkelerin yeğlenmesiyle anlam kazanır, yararlı olur. Karıştırıcılar, yabancı hayranları, Atatürkçülüğün ne olduğunu da bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor. Atatürkçülük dogma değildir. Türkiye’mize özgü kurtuluş, kuruluş ve yaşam biçimi, dünya görüşü, sürekli kendini yenileyen devrimci bir düşünce dizgesidir. “İtikat”tan (inançtan) çok çok üstündür, daha değerli ve daha önemlidir. Siyasal inanç ve siyasal düşünce, siyasal ve ulusal amaç bileşkesidir. Kötüleri, kötülükleri bırakıp Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye saldıranların neyinden kuşkulanılsa haklarında ne söylenip yazılsa yeridir.

AB’ne AKP değil Atatürk sayesinde gireceğiz

Araştırıp soruşturmadan, tartışıp öğrenmeden birbirlerine bakarak, alıntılarla eleştirmeye kalkışanlar yanılmaktadır. 1919’lar, 1923’ler, 1925’ler, 1930’lar bugünlerin temelidir, yarına bile ışık tutmaktadır. O koşullarla başarılanlar bugünlerde başarılamayanlara bakmak yeter. Lozan’da ödün verildiğini, ulusal çıkarlara aykırı davranıldığını yazarak kurtarıcı ve kurucularla birlikte tüm kazanımlarını karalamak isteyen bir gerici ortaklığı var. Savaştan yorgun çıkmış, yokluklar ve yoksunluklar içindeki bir ülkenin yeterli gücü vardı da kullanmadı mı? Her istediğini almak kolay mı? Bugün Silâhlı Kuvvetleri, ekonomik olanakları, öbür tüm kurumlarıyla birlikte 70 milyonluk Türkiye her istediğini alabiliyor mu? Yaptırabiliyor mu? Bugün 1920’lerin tersine, boyun eğikliği var. Eğilenin ezileceği unutularak verilen ödünler var. Lozan’da alınabilecek her şey alınmıştır. Bağımsızlık, hukuk devleti kesinleşmiş, kapitülâsyonlar kaldırılmıştır. Avrupa’lılar beklediklerini bulamamışlar, umdukları kursaklarında kalmıştır. O gün alamadıklarını bugün almışlardır, almaktadırlar. Bunlara karşın düğün-bayram havası estirilmektedir. Başbakan bile “Bu bir başlangıçtır, sonuç değildir” derken, sonu belirsiz, belki de 15-20 yıl gerektiren, sonuçsuz kalması olası bir durum söz konusu iken, her şey bitmiş, AB’ne girilmiş gibi çok abartılı yorumlar, değerlendirmeler, yansıtmalar birbirini izlemektedir. Koşulların ağırlığı, aşağılayıcı tutum, ayrı uygulama, eşitliğe ve hakkaniyete aykırı yöntem unutulup başarıdan söz ediliyor. Neyin başarısı? Ne başarı? Kim başarılı? Bilgisizler, bağnazlar, çıkarcılar kuru gürültüyle toplumu aldatıyor. Fransa’nın Türkiye’nin katılımı için halkoylamasına gideceğini söylemesi, görüşmenin her evresinde kesilmesi olanağı, Almanya’dan yükselen itirazlar, sonuçta her üye ülkenin yasama organında oylama, önümüzde dağ gibi durmaktadır. Şimdiden olumsuzlukları görmezlikten gelip etekleri zil çalarcasına yandaşlık Avrupa’nın daha çok bastırmasına, daha çok oy isteyip almasına, bizim daha çok zarar etmemize yol açacaktır. “Ne isterseniz yapmaya hazırız, ne verirseniz yetiniriz” izlenimi uyandırılırsa Avrupa her şeyimizi ister. Henüz fol yok, yumurta yok. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Gümrük Birliği içine almak bile onlar için yeterli değil. Tanımayı dayatacaklar. Durumda genel bir düzelme, iyileşme, yükselme varmış, hiç bir koşul getirilmemiş gibi davranmak yalnıştır. Yargının ve eğitimin siyasallaşmasına göz yumulur mu? İlerleme Raporu bir oyalamadır. Bir koşullar çizelgesidir. Bahaneler görüşmelerde dizi dizi gelecektir. AKPM, KKTC’li parlamenterlerin rumların oluruna bağlı kalmaksızın çalışmalara doğrudan ve etkin katılımına karar verdi. Genel Kurul’un ve komisyonların tüm çalışmalarına katılıp konuşabilecekler ama oy kullanamayacaklar. 4.10.2004’te de kabul edilen memorandumun sonucunda katılacak üye zaten 1 kişi olacak. Demek istediğim, AB’nin Güney Kıbrıs’ı tanıtma baskısı öyle ya da böyle sürecektir. Lozan’ı değiştirme çabaları artacak, uluslararası anlaşmalara konulan haklı çekincelerin kaldırılması istenecek, Türkiye’yi güç duruma düşürüp yıpratıp yıkma çabaları kürtçüler kullanılarak geliştirilecek, demokratik gelenekler, ulusal yapı, eğitim, bilim, hukuk vd.nin sözü bile geçmeyecektir. Geçmişi, kökü, bağlantıları, eğilimleri düşkünlükleriyle karışışık ve karanlık kişilerin övgüleri, sergilenen dalkavukluklar tiksindirici. AB’nin uygun gördüğü dinci-ırkçı yapı, Türkiye’nin gerçeğine ırasına, yaradılışına uygun değil. ABD’nin ılımlı İslam pompalaması dine aykırı, dinin güvencesi olan laikliğe ters. AB yapılanmasında yasama organı değil, Bakanlar Konseyi üstte ve daha yetkili. Sözde çağdaş demokrasi. İşlerine öyle geldiği için. İlerleme raporu haklarımızı vermedi.Öbür aday ülkelerden farklı koşul ve yöntem gelecekte karışalaşacağımız güçlüklerin belirtisidir. Türkiye’deki AB Komisyon Temsilicisi Hans Jörg Kretschemer’in sözleri de olumsuz yaklaşımın kanıtıdır. Kürt kökenlileri azınlık yapmak ve hepsi varolan kültürel hakları ayrımcılıkla istemek gibi. Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs, Patrikhane, Ruhban okulu koşullarını sıralaması da böyle. Günümüz Başbakanı’nın “medeniyetler uzlaşması” nitelemesi ve savunmasıyla uygarlıkla dini bir tuttuğu, Türkiye’yi İslam dünyasının temsilcisi gördüğü kanısı verilmek isteniyorsa bu da yanılgıdır. AB’ne eşit ve onurlu girmeyi, ödün vermeden, yitiklerle yıpranmadan katılmaya karşı çıkan çok az olur. AB’ne girmek için anahtar olacak Gümrük Birliği şimdilerde kilit oldu. Her şeye karşın AB’ne gireceksek yine Atatürk sayesinde gireceğiz. O’nun cumhuriyetle Avrupalı’lı kıldığı, Avrupa düzeyini sağladığı, onlar başarılmasaydı bugün asla Avrupalı sayılmayacağımız gerçeği, bu yargıya ulaştırıyor. Bugünün iktidarı hiçbir olumlu gelişmeyle övünemez.

Olacaklar olmuyor

olmayacaklar oluyor

31 Mart Ayaklanması’nda kaçarak idamdan kurtulup Isparta’ya sürülen, şeriata dayanan İslam Birliği’ni savunan, Nakşibendilik’e bağlı Nurculuğun kurucusu, cumhuriyet düşmanı, hükümlü Bediüzzaman Said-i Nursi (Kürdi) ağırlıklı sempozyum düzenlenmesi, sözde bilimadamlarının katılımı yanında iktidar ağırlıklı destekçilerinin ve izleyicilerinin çokluğu AB’ne katılma öncesinde nerede bulunduğumuzun ve toplumsal düzeyimizin bir göstergesidir. Ilımlı İslam dayatmalarının yeni bir açılımı olan bu toplantı bir başlangıçtır. İktidar hastalığı siyasal mikropları çeker. Toplumsal ve ulusal bedenin sağlığı dayanma gücüyle ölçülür. Aydınların dağınıklığı, ayrılığı bağnazları sevindirmektedir. Bu gerici gidişler ve kadrolaşma ikinci bir 31 Mart’ı getirebilir.

Zana ve arkadaşları AB’nin kucağında mutluluk gülücükleri dağıtırken PKK/Kongra-Gel’in mayınlarıyla yeni şehitler verilmektedir. Suriye kökenli kürt şarkıcı Ciwan Haco’nun İstanbul’daki konserinde baş terörist A. Öcalan için sloganlar atılabilmektedir. Dış güçlerin kuklası teröristlere karşı önleme çalışmalarını durdurup engellemek için canlı kalkan olmaya kalkışanlara rastlanmaktadır. Tokat’ta öldürülen DHKP-C militanlarının cenazeleri Küçükarmutlu sokaklarında dolaştırılabilmektedir. Dördüncü sınıf Türkçe kitaplarında q, x, w harfleriyle abcmiz 32 harfe çıkarılmaktadır. Tokat SSK Hastanesi’nde baylar ve bayanlar için ayrı ilaç dağıtımı “Bay Doktoru” ve “Bayan Doktoru” uygulamasıyla genişlemektedir. Emniyet Genel Müdürü G. Aydıner ülkemizde 5’i radikal dinci olmak üzere eylemde 10 terör örgütü olduğunu açıklarken, Genelkurmay Başkanlığı’nın 2002’ye ilişkin 12 sayfalık raporunun sonuç bölümünde tehlike olarak gösterilen şeriatı üniversite açış konuşmasında Cumhurbaşkanı başlıca tehlike olarak vermektedir. Tehlike gerçekten büyüktür.

İktidarın başı, yasamanın yürütme ve yargının üstünde olduğuna ilişkin ilkel görüşü nedeniyle haklı tepkiler aldı. Anayasa hukukunu bilmemesi bir yana, yürürlükteki anayasanın başlangıçtaki bölümüyle öbür kurallarını da bilmediği, okumadığı, okusa da anlamadığı görülüyor. Parlamenter demokrasi, güçler ayrılığı ilkesinin ortaya çıkışı, yayılıp benimsenmesi ve Türkiye uygulaması konusunda bilgiye gereksinimi var. Astlık-üstlük sözkonusu olmadan uygar işbölümü ve işbirliği ile her gücün-erkin kendi işlevini yerine getirme özeni amaçtır. Aklın ve bilimin dokuduğu Atatürkçülük dizgesindeki ilkeler bu konuda da çağdaş çizgiye yöneliktir.

AB’nin kimlere niçin ödün verdiği, AB İlerleme Raporu’nun açıklanmasıyla Almanya’daki kürtçülerin bayram yaptığı, Yunanlılarla rumların dikleştiği gözönünde tutulursa bize karşı oluşların ve oluşumların güçlendiği anlaşılır. Barzani kimlere güvenerek rest çekiyor? Kimi yazarlar ülkemizde “adam olmadığını, partilerden adam çıkmadığını, kaç düzgün adam var sorusuna yanıt veremediğini” üzüntüyle açıkladılar. “Elbet adam vardır ama sayı vermemiz güç” diyememeleri daha üzücü.

Açıklarımız yalnız bütçede, ticaret hesaplarında değil. Düşünsel ve ahlâksal alanlarda da açıklarımız artmaktadır. Çok boyutlu sorunlar siyasal dengenin, toplumsal barışın ve ulusal dayanışmanın önemini daha da arttırmaktadır. Çanlar bizim için çalıyor. 81. yıldönümünü kutlamaya hakkımız olup olmadığını düşünerek kendimizi sorgulayalım. Biz üzerimize düşenleri gerektiği gibi yapsaydık böyle olur muydu? İtilip kakılan yalvaran ve yakaran bir devlet hepimizi utandırır. Bize böyle bir devlet emanet edilmedi. Sahip çıkmalıyız.

Not: Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin 77. yıldönümü ve Ahmet Taner Kışlalı’nın 5. ölüm yıldönümünde onları saygı ve bağlılıkla ve yaraşır olma özlemiyle anıyorum.

http://www.turksolu.com.tr/67/ozden67.htm

Borsa Demokrasisi




Borsa Demokrasisi


Yekta Güngör Özden

Bir yaşam biçimi olarak benimsenip özümsenmesi gereken demokrasiyi işine geldiği gibi algılayıp uygulamaya, yorumlayıp adlandırmaya ve nitelemeye çalışanlar var. Kişisel bozukluklarla, görüş ve düşünceleri eleştirmek yerine, kişiliğe ve onura saldırarak özgürlüğü kullandığını sananlar, demokrasiye sığınıyorlar. Onların yerinde olmak, onları kullanmak, sırtını dayadığı siyasal ve ekonomik güçlere güvenmekten yoksun kalanlar seslerini duyuramadıkları gibi yanıtları, düzeltmeleri bile yayımlanmıyor. Demokrasi herşeyden önce insanlar içindir, insanlık düzenidir. İnsanlığını unutanlar, karşısındakilere saygı göstermeyenler demokrasiye yaraşır değillerdir. Ülkemiz demokrasisi iniş çıkışlarla, gerginlik ve sözde durulmalarla çalkantılı bir dönem daha geçirmektedir. Eğitim ve anlayış (zihniyet) sorunu yine öne çıkmaktadır. Yeterli eğitim almamış, yetenekleri elverişsiz, kişisel yapısı ruhsal ve beyinsel yönden düzensiz kimilerinin demokratik ölçütlere uyumsuzluğu doğaldır. Ülkemizde değer yargılarındaki bozulma, demokrasiye de yansımıştır. Akçalı işlemlerin alanı olan borsalar siyasal oluşumlardan etkilenmek yerine siyasal oluşumları etkilemektedir. Borsanın inip çıkması siyasete yön vermekte dalgalanmalar siyaseti vurmaktadır. Siyaseti ekonomik güçlerin yönettiği savı giderek geçerlik kazanmaktadır. Bu arada siyasetteki mehter yürüyüşünün ekonomiye verdiği zararlar da borsa üzerinden belirlenmektedir. Terbiyeyi, değerbilirliği, dostluğu, saygıyı, insanlığı unutan insancıklara laik cumhuriyetin niteliklerini geçersiz kılma girişimlerini donuklukla izleyen kapıkulu yapılılar, insan odaklı demokrasi ye ne kadar uzak olduğumuzu göstermektedirler. Kaynaşan, uzlaşan, anlaşan, hak ve özgürlükleri mutlulukla yaşayan bireylerden çok, sürekli kavga eden, ayrılan, karşıtlıkları düşmanlığa çeviren bireylere rastlanıyor.

Başlangıç

Üniversitelerimiz 2004-2005 öğretim-eğitim yılına başlarken gerçek güç ve kaynak olan bilim-bilimsellik yerine, dinin siyasallaşmasıyla demokrasinin dinselleşmesi sürecinde, siyasetin yeni oyunları izleniyor. Ülkenin tam bağımsızlığı, demokratik yapılanma bir yana atılarak, yargı bağımsızlığı ve üniversite özerkliği unutularak, siyasal partilerin demokratik yaşamın gereklerine uygunluğu savsaklanarak, konularak, saptırılarak, gerçekler çarptırılarak sorunlar unutturuluyor, gündem değiştiriliyor. Rakam oyunlarıyla enflâsyon tabloları açıklanıyor, ekonomi güllük gülistanlık gösteriliyor ama çalışanların hakları verilmiyor. Üniversiteler üzerinde kişisel bahanelerle baskılar kuruluyor. “ Siyasetin kuzeyinde oluşan alçak basınç merkezinin etkisinde kalan üniversiteler ” benzetmesi gelecekteki fırtınaları da düşündürmektedir. Kimi gelirlerine el konulmuş, kadro olanakları kısıtlanmış, bilimsel açılımları engellenmiş üniversitelerin sıkmabaş kavgasına dönmeleri büyük olasılık taşımaktadır. Değişik yöntemler, etkin önlemler, uyarılar, doyurucu işlemlerle bilimsel özerkliğe uygun çözümler dururken demokrasi tramvayının hangi istasyonda durduracağı kesitirilemeyecek siyasal iktidara yarayan işlemlere öncelik vermek uygun olamaz. Özellikle vakıf üniversitelerinde kadrolaşan dincilerin tutumu, laik Cumhuriyet eğitiminin felsefesini kavrayamayan yöneticilerin “Kemalizm”i dışlayan değerlendirmeleri, kimi üniversitelerin açılış törenlerinde anarşi hortlaması türü sloganlarla sergilenen kışkırtıcılıklar, demokratik kitle örgütlerinin hukuk dışı oldu bittileri sindirmesi, kurumları kişiselleştirmenin çirkin bencillikleri, kimi belediyelerin eylemli ahlak zabıtalığına soyunması, başbakanın Cumhuriyet’le sonuçlanan Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kurtardığımız onurumuzu, namusumuzu, kazandığımız yüceliği unutup “..Yeniden şan ve şerefimizi kazanmak..”tan sözetmesi düşündürücüdür. Despotik davranışlarla “fırçalama- azarlama-gözdağı” ile bir yere varılamaz. Bu olumsuzluklara ek “ Recep Tayyip’in Atatürk’e benzetilmesi ” saçmalığı da işin çığrından çıkarıldığını kanıtlamaktadır. Atatürkçülüğe karşı Atatürk’ten kalma ne varsa geçersiz kılma, yıkma tutumunda direnenler asla Atatürk’e benzetilemez. Bunlar Atatürk’e hakaret sayılır.

TBMM Başkanı’nın Anayasa’nın 93. maddesini kendine göre yorumlayıp olağanüstü toplantı çağrılarını ayırması demokratik adımlardaki sendelemeden öte içtenliksizliği ortaya koymaktadır. Atatürk’ün vasiyetine saygı gereği Dil ve Tarih Kurumlarını 12 Eylül öncesi yapılarına kavuşturmayı unutup dil kullanımına özen için resmî kuruluşla işbirliğinden sözetmek de ilginçtir. Yasa dili konusunda Anayasa Mahkemesi’nin yıllardır süren örnek duyarlılığına bakmak yeter.

Kimse Dil Bayramı’nı coşku ve kıvançla kutladığımızı söyleyemez. Tıpkı üniversite açılışlarında görkem ve gönencin egemen olmadığı gibi burukluk, askerî okulların açılışındaki anlamlı uyarılarla giderilecek gibi değil. Geri gidişlere alkış tutan o kadar çok robot demokrat, çıkarcı ve iki yüzlü var ki bunların yaygarasından ve şamatasından ses duyurmak olanaksız. Liradan sıfırları silmeyi büyük ekonomik başarı göstermeyi, afra tafra ile sert çıkıştan sonra diz çökerek Avrupa’nın baskılarıyla Meclis’in olağanüstü toplantıya çağrılmasına razı olmayı “başarı ve politik manevra” olarak vermeyi görev sayan öyle geniş bir medya kesimi var ki insan ne diyeceğini bilemiyor. Yandaşlarını mutlu etmek ve seçimlerde özrüne gerekçe yapmak için Türk Ceza Yasası’na zina yaptırımı koymak isteyen Erdoğan, zoru görünce dönüş yapmış, öteki yazımızda belirttiğimiz geri adımı duraksamadan atmıştır. Ümmet düşüncesiyle ulus yapısını unutan, Türklükten hiç sözetmeyen Erdoğan, “Biz Türküz. Bizim işimize kimse karışamaz” çıkışıyla Türklüğü anımsamış, kadınlarımızın onurlarını, saygınlıklarını, hak ve özgürlüklerini savunan, pankartlarına eleştiriden geri kalmayarak tutuculuğunun boyutlarını açıklamıştır. Gelecekte zina nedeniyle vermek zorunda kaldığı ödünü kapatacak girişimlerinin olacağından kuşku duyulmamalıdır. İngilizce ders kitaplarında “Cumhuriyet’in Atatürk’süz de olacağı..”nın yazılması, Milli Eğitim Bakanlığı ilgili yöneticilerinin, inanılması güç üç tür okulu, beş tür mahkemeyi, on beş tür nikâhı unutup, Atatürk ilkelerinin temelini oluşturduğu Türk Devrimi bilincine, Türkiye gerçeklerine aykırı Kemalizmden eğitimi uzak tutması rastlantı değildir. Kamu Yönetimi Temel Yasası gibi birbirine eklenen sakıncalı bir yapılanmanın halkalarıdır. Medya doğruları vermiyor. Toplumu aldatıyor. Atatürkçülükle tüm bağlarımızı koparmaya çalışıyorlar. Düzelmesi, değişmesi gereken kafaları bırakıp Atatürkçülükte (Kemalizmde) yenilenme isteyenlerle Atatürkçülüğü ve Atatürkçüleri karalayan salakça yazılarıyla iğrençliğini açıklayan asalaklar çıkıyor. Atatürkçülük tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik temelinde eşitlik, çağdaşlık, bilimsellik ve demokrasiyle aydınlanmayı amaçlayan bir düşün dizgesidir. Ahlak ve onurla, yurtseverlik ve gerçekçilikle dokunmuştur. Her zaman ve hep yenidir. Kendini sürekli yeniler. Yenilenmeye gereksinimi yoktur. Yenilenmesi gereken belleklerden başlayarak, görüşler, düşünceler, özetle kafalardır. Gerçekte Türk Devrimi, Atatürkçülük karşıtı olanlar coşkunun ve yücelişin simgesi 1930’ları kötüleyerek ortamı, koşulları, yoktan varolmayı gözardı ederek devleti aşağılama ve küçültme çabalarını yürütüyorlar. Devingenlik ve atılımı öngören Atatürkçülük bu yağmacı, paracı, uşak yapılı, goygoycu ve yalaka sürüsünü korkutuyor. Yalnız bunlar mı? Atatürkçülükten sözedip gerçek Atatürkçülerden, “sol” sözcüğünden korkarken Atatürkçülerle görüşmekten çekinip kaçınan başkaları da var. Yeniliklerin, soyluluk ve erdemin kaynağı Atatürkçülük öyle yarasaların korkulu düşü ki.

Kullandıkları çirkin sözcüklerle kendi atıklarını katık yaptıkları anlaşılan, kiralık ve satılık durumlarını kınanacak söylemleriyle açıklayan medya maskaraları Atatürkçülüğün insanlık ve demokrasi konuları başta tüm iyilikler ve güzellikler için Türkiye çözümü olduğunun bilincinde değillerdir.

Hem Suçlu Hem Güçlü

Türk Ceza Yasası’na Anayasa Mahkemesi’nin yıllar önce kaldırdığı zina yaptırımını koymak için çıkarılan gürültü iktidarın Başbakan’ın buyruğuyla yaptığı dönüştür. Sorunu yaratan da sorumlusu da iktidardır. Birkaç kişilikli, onurlu, gerçekçi yazar dışında soruna ve sorumlusuna değişen, Türkiyemizin düşürüldüğü durum nedeniyle bunları kınayan olmamıştır. Dalkavukluk yeni örneklerle almış yürümüş, aşağılanmaya katlanma üzücü durumlara varmış, uyduluk ve uşaklık tiksindirmiştir. Öbür uluslar karşısında bu olumsuzluklardan utanıyorum. Atatürk’le eriştiğimiz yüceliklerden sonra şimdi içinde bulunduğumuz karmaşa ve karanlık bana çok ağır gelmektedir.

Adalet Bakanı “Patrikhane istemlerini AB üzerinden getiriyor” diye yakınmaktadır. Sözde ermeni soykırım savlarıyla, kürt devleti oluşumu, kürtçenin ikinci resmî dil yapılması, sıcaklığını koruyan ve sürekli konuşulup tartışılan sorunlardır. Millî Güvenlik Kurulu düzenlemesi, DGM’nin kaldırılması, kuruluşlardan asker temsilcileri ayırmak, anadilde eğitim adıyla kürtçeye açılımlarla kürtçüleri hapisten çıkarmak, Apo’yu ipten kurtarmak, yerel yönetimleri güçlendirmek bahanesiyle yerelliğe kaymak, daha sonra nelerin isteneceğinin belirtisidir. ABD’nin sonu gelmez istekleri ayrı. Cemaat-ümmet-tarikat koşullanmasıyla sıkmabaş tutkusu iktidarın çağdaşlık karşıtlığının göstergesidir. Tam bağımsızlık, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği, sağlık ve işsizlik sorunları doğrudan Avrupa’yı ilgilendirmediğinden siyasal konular öne çekilmekte, üste çıkarılmaktadır. İktidar ilâhiyat ve imam-hatip mezunlarıyla imamları sevindirmeyi başlıca görev sayarak öbür çalışanları gözardı etmekte, yükümlü sayısının azalmasına bakmadan KDV oranlarıyla üreticinin tepkisini azaltmaya çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın restine kim aldırmıştır. AB gerçekten Türkiye’yi istiyor mu? İstiyorsa nasıl istiyor? Zina kurallarına ilgisi Türkiye ve Türkleri sevdiğinden mi? Bu ilgi Türkiye’yi ve AB’ni isteyenleri mutlu eder mi? Yeterince düşünülmüş, tartışılmış değil. Körü körüne AB karşıtlığı gibi yandaşlığı da sakıncalı. Kendine güvenmeyen, kendini saydıramayan, kendini koruyamayan, başkalarına muhtaç ve bağımlı toplumlar varlıklarını sürdürmekte zorlanırlar. Kanımca Tayyip Erdoğan’ın çıkışı çöküş olmuştur.

Üzülüp Kınadığım

Ne olduğu, ne yapacağı bilinenler beni o kadar üzmüyor. Beni en çok üzenler, düşkırıklığına uğratanlar, yanlış tanıtılıp yanlış tanınan, halkı aldatan, umulduğu gibi çıkmayan, beklenenleri yapamayan boş ve kof adamcıklardır. Olduğu gibi görünen, beklendiği gibi davranan kötüler o kadar üzmüyor. Kötü zaten kötü. İyi sanılanın kötü çıkması yıkıcı oluyor. Güvenilip de şaşırtan bozuklukları saptananlar insanı, insanlıktan soğutuyor. Yapay gülümsemeleri, kimi yeni sözcükler kullanarak içtenliksiz konuşmaları, sıcaklıktan yoksun yazıları, beğeni toplama amaçlı gerçekdışı davranışları aşağılık duygularını, kötülüklerini, bozukluklarını, boşluklarını örtmeye, saklamaya yöneliktir. Gerçekte iki yüzlü, kendisiyle kavgalı, nankör, kindar, inatçı, kıskanç, bencil, karıştırıcı, karanlık ve toplum dışı insanlardır. Bunlara inanmak, güvenmek olanaksızdır. Kimileriyle birlikte çalışmak oldukça güçtür. İlkesiz, tutarsız, kararsızdırlar. İçimizdekilerle başa çıkamazken yurtdışındaki sözde dostları nasıl etkileyebiliriz? ABD’nde Demokrat Parti’nin başkan adayı John Kerry’nin Türkiyemizi “ılımlı islâm” ülkesi göstermesi bizim iktidardan kaynaklanan ABD’nin resmî politikasının muhalefetlerince de benimsenmesidir. Türk Devrimi’ni lâikliğe indirgemek, belediyeleri ahlâk zabıtalığına, iktidarı kadınların onurunu korumaya çevirmek, Atatürk’ün fotoğraflarını kaldırmak, depolara atılan büstlerini bulup çıkaranları tehdit etmek, eşlerini işten çıkarmak, kendi adamlarını yerleştirip varlıklı kılmak için çalışanları sürmek, oraya buraya atmak, zorla emekli ya da istifa ettirmek, stadyumlarda koruma terörüne göz yummak çelişkileri toplumsal ayıplara eklenmektedir.

Başbakanlık’ta oluşturulan 28 Şubat kararlarının uygulanmasını izleyen kurulun “irticai faaliyet arşivi”ni dağıttığı yazılmıştır (Milliyet, 20.9.2004, s.19). Bir AKP milletvekili “Din, önce hayata ilişkindir. Tam lâiklik budur” diyerek kabûlünden 80 yıl sonra lâikliği anlamaya başladıklarını açıklamıştır. Aynı gazetedeki aynı günlü haberin bir gelişme mi, düzelme mi olduğunu olaylar belirleyecektir. Zina engeli, zina durağı nasıl aşıldı, zaman gösterecektir.

Kişilik nitelikleri, düzeyleri, ahlak durumları belli kimilerinin, döneklerin, terbiyesizlerin kendilerine ters gelen görüşlerin sahiplerini suçlamalarına gülüp geçiliyor. Halk dalkavukları, fırsatçılar, çıkarcılar, yalacılar, hukukdışılığı savunan hukuk öğrenimi görmüş “köşetaşları” kişisel tepki ve duygusallığı aşamamış bağnazlar bozgunculuklarını sürdürüyor. Ulusal onurun gözardı edilerek kendi kusurlarını unutturmak için Avrupa’nın kapısında ilgi dilenenleri göklere çıkaran anlayış mandacı anlayıştır. Kişiliksiz goygoycular toplumsal kararlılardır.

Nitekim Rum Dışişleri Bakanı (Güney Kıbrıs’ın) Yorgo Yakovu “Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye AB’ne giremez. Farklı kriter öne süreni veto ederiz” demiştir. Türkler asla asimilasyon yapmamıştır. Yapsaydı herşeyden önce dillerini öğretirlerdi. Kürtleri ve ermenileri kullanarak Türkiye üzerindeki kötü amaçlarını gerçekleştirmek isteyen batılılar kendi yaptıklarını, Haçlı Seferleri’ni, sömürgeci yayılmaları, işgalleri, savaşları, kıyımları unuttular. Kıbrıs’ta rumların yaptıkları Türkiye’nin Barış Harekâtı’yla sağlanan dinginlik unutuldu. Asala’nın yaptıkları dünya terörünün tırmanması değil miydi? O zaman gereken duyarlık gösterilseydi terör Osetya’daki gibi azgınlaşır mıydı? Türkiye’de köktendinci teröre yeteri kadar karşı çıkılsa, yüreklendiren konuşma ve tutumdan uzak kalınsaydı, acılar çekilir miydi? Irak’ta yardım taşıyan Kızılay aracına saldırı, yeni rehineler ve ölümler önceki tutarsızlıkların sonucudur. Son aylarda güneydoğumuzda 70’e yakın yurttaşımızı yitirdik. Kürtçü terör ABD korumasında şımarmaktadır.

Barzani, tehditlerini yinelemektedir. Kerkük’ün Irak’ın Kosova’sı olmasına katlanılamaz. Tezkere’nin reddine bağlanan eleştirilere katılmak da güçtür. Türkmenler için Abdullah Gül’ün sert çıktığı söylentilerinin ertesinde ABD’nin durumu sorduğu, yanıtının ise çok yumuşak olduğu gözlendi. Düzeltme ve ABD’ne gitme, çıkışın nasıl olduğunu anlatmaktadır. Medya yine saptırmıştır.

Recep Tayyip “Onuncu Müsiad Uluslararası ve Sekizinci Uluslarası Forumu”nun Kuran okuyarak yapılan açılışında “İslâmî terör değil, dinci terör vardır” demiş. Terörü kabûl etmekle birlikte kaynağını söylemeye dili varmıyor. Dinci teröre başvuranlar, müslüman olduklarını söyleyenler değil mi? Başka dinin üyeleri mi? Gerçekleri söylemekten niye kaçınılıyor? Müslümanların içinde bulunduğu terör İslâmiyet’i suçlu göstermese de gölgeler ve tartışma alanına çeker. Gerçek müslüman, dinine bu zararları vermez. Müslümanlığın yanlış anlaşılması, tarikat ve şeriat oyunları, lâiklik karşıtlığı, dine aşırı bağlılık ama din bilgisinden yoksunluk ve çıkarcılık sakıncaların kaynağını oluşturmaktadır. Siyasal beklentilerle dinin araç kılınması ülkemizin hastalığıdır. Aklın karşısına inancın, bilimin karşısına dinin, gerçeğin karşısına varsayımın çıkarılmasından vazgeçilmedikçe din kılıklı kötülükler önlenemez. Dinden geçinip yalan söyleyenlerin, dini araç olarak kullananların önü kesilmedikçe yakınmalar sona ermez. İslâmcılar terörün içindedir, karşısında değildir.

Değinilenler

İnsanı, yaşam düzeyini, eğitimi, sanatı, sporu düşünen çok az. Sıkmabaşa takıntı sürüyor. İnanç sömürüsüyle iktidar ve şeriat düzenini gerçekleştirme hırsının kimlere neler yaptırdığı görülüyor. Siyasal ya da başka yeteneği, becerisi olmayanların işi gücü lâf, gaf. İşte köktendinci saf. Yeni Türk lirası girişiminin bir tür devalüasyon olacağı da gözden ırak tutulmamalı. Sıfırları silmekle mal mı ucuzluyor? Gelir mi artıyor? Daha çok mu alım yapılabilecek? Millî Eğitim Bakanı bahşişi dolarla veriyor. Devlet Bakanı’nın oğluna tahtırevanlı sünnet düğünü yapılıyor. Başbakanın çocuklarının düğünleri esin kaynağı olmalı, örnek oluşturmalı. Bu arada DİE yoksulluk sınırında yaşayanları 11 milyona yakın gösteriyor. 7 kişiden 1’i yoksul. Tüm bu gerçekleri, zina konusundaki tutumu gözardı edip iktidarı savunanların varlığı “Pes!” dedirtiyor. Televizyonlarda şakşakçılara ödenen paralar çok kimseye dilini ısırtıyor. Sonra okulsuz, sırasız, kalem-deftersiz, giysisiz, ayakkabısız çocuklar, evsiz-barksız yurttaşlar. İlâç ve hekim kuyruğunda yaşlılar, emekliler. Ne demeli?

İktidar konusundaki tanılarımızda her gün doğrulanıyoruz. Tam bir takiyye örgütü, takiyye yapılanması. Zina konusu herşeyi bir daha ortaya koydu. Güvenmek, inanmak olanaksız. Bunların inanca, düşünceye, hukuka, siyasete, insana saygıları yok. İnancı sömürerek siyaset yapıp iktidarı ele geçirdikten sonra yetkiyi kullanarak düşledikleri düzeni gerçekleştirmekten başka amaçları yoktur. Kendilerini mutlu edecek ortam, kendi görüş sınırları içinde kalan alandır. Dinci görüşleri, hile-i şeriye yoluyla kazandıkları olanaklar, birbirlerinin bildikleri aykırılık ve çelişkileri, lâik cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı bir araya getirmiştir. Başka hiçbir özellikleri yoktur. Yüzlerini görmeden duydukları eylemleri ve görüşleriyle birbirlerini tanırlar, yıllanmış birliktelikleri varmış gibi değişik yerlerde de olsa birbirleriyle ilişki kurar, buluşurlar. Demokrat değillerdir. Uygar değillerdir. Bilinen (klâsik) anlamda gerçek bir muhafazakâr ve dindar bile değillerdir. “Türk, Türkiye” sözleri de içtenliksizdir. Ümmetçidirler. Dürüst de değillerdir. Bir şöyle, bir böyle konuşup davranarak kendilerini yalanlamaktadırlar. Bin dereden su getirip birbirlerini yıkamaya çalışırlar. AB raporundan sonra neler olacak, neler söyleyip yapacaklar göreceğiz. Yineleyelim: Özenme ve öykünmeyle demokrat ve çağdaş olunmaz. İçtenlikle istemek, benimsemek, özümsemek gerekir. Yapaylık sırıtır, gerçekçilik alkışlanır. Kadınlarla erkeklerin ayrı oturduğu “haremlik-selâmlık” yöntemli toplantılar, çevreyi ve yerleşim alanlarını, yapılanmayı olumsuzluklarla başbaşa bırakan siyasal yaklaşımlar, değişmenin söz konusu olmadığının kanıtlarıdır.

Aydın ve Atatürkçü geçinenler de böyle. Konuşmayı, tartışmayı, anlaşmayı, uzlaşmayı, birleşmeyi, dayanışmayı bilmiyorlar. En iyi becerdikleri şeyler, düş kırıklığı yaratmak, pişmanlık duyurmak, kendilerinden soğutup uzaklaştırmaktır. Birliktelikleri önlemek, güçlenmeyi engellemek, gençleşmeyi ve yenilenmeyi durdurmaktır. TRT kurumunun kaldırdığı proğramlarla yayına koyduğu kimi proğramlar örgütlenmede ve yandaşları yararlanmadaki hızı, sinsi kadrolaşmadaki yoğunluğu gösterdiği gibi, Yeşilköy havaalanı dış hatlar terminalindeki sıkmabaş eşarpların reklâmları dinci açılımın gövde gösterisinin boyutlarını sergilemektedir.

Atatürk ikeleri özenli ve tam olarak uygulanmış sanılarak aykırılıkların Atatürkçülüğe bağlanması, koşullanmış, bağımlı, amaçlı yazarcıklarca sürekli yazılmaktadır. Emekli Orgeneral Çevik Bir’in son konuşmasını bahane ederek medya tetikçileri, patron amigoları, boşluk ve bozukluğu bilinenler darbelerin Atatürkçülüğe dayanılarak yapıldığını yazmaya, Atatürkçüleri kendi ilkellikleri ve sakatlıklarıyla suçlamaya ağırlık verdiler. Atatürkçülüğe aykırılıklara, sapkınlıklara, darbelere neden olanlara değinmediler. Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü anlamayan, anlamak istemeyen bağnazlara verilecek yanıt çok ama değemeyeceği için bu kadarla değinmek yeter.

Irak’ta çocuk kıyımına dönüşen ABD saldırılarına sessiz kalan dünyaya ne demeli?

http://www.turksolu.com.tr/66/ozden66.htm

.