Atatürk ve Cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atatürk ve Cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2015 Cuma

Atatürk ve Cumhuriyet - İLKE








YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından)


Büyük başarılarla tarihe geçen Osmanlı İmparatorluğu 36 padişah, 235 sadrazam ile 623 yıl sürmüş, baskıcı ve dinci kişisel yönetimin neden
olduğu gerileme ve yıkılma dönemindeki tutarsızlıklar, ekonomik güçlükler ve toprak kayıplarının içine düşürdüğü durumlara dayanamayıp yaşamına
son verilmiştir. Uygarlığın çağdaş olanaklarından yoksun kalan Osmanlı toplumu giderek kötülüklere düşmüş, savaşlarda yitirdiklerinin acılarıyla yürekleri dağlanan aileler umutsuzluk ve çözümsüzlükle kıvranmış, Batının sömürgesi işlemi uyulanan ülkemiz yayılmacı emperyalist dışgüçlerin işgaline uğramış, işbirlikçi iktidarın ihanetlerine eklenen isyanlarla karanlık tüm ağırlığıyla üzerimize çökmüştü. Yokluk, düşkünlük ve yalnızlık yurtseverleri değişik düşüncelerle uğraştırırken öğrencilik yıllarından beri ülkesinin geleceğine ilişkin tasarıları olan Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Atatürk sevip saydığı, kendisine güvenen halkının başına geçerek müdafaa-i hukuk ruhu ve kuvay-ı milliye ateşiyle atıldığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Millî Mücadele adıyla anılan ölüm-kalım girişimini başlatmıştı.

Kimsenin önerisi, dayatması ve herhangi bir yardımı olmadan Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak başladığı yolculuğa kendinin ustaca  9. Ordu Müfettişliğine (Sonra 3. Ordu oldu) atanmasını sağlamış, 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’dan sonra 22 Haziran 1919’da “Bu ulusun bağımsızlığını yine bu ulusun istenci ve direnci kurtacaktır.” açıklığını taşıyan Amasya Genelgesi’ni kaleme alarak Anadolu İhtilâlı bayrağını açmıştır. Bu kutsal yürüyüş 23 Nisan 1920’de tam bir hukuksal kurumlaşma olan TBMM’nin açılışıyla ilk evresini tamamlamıştır. Meclis’in açılması kanımca Cumhuriyetin kurulmasıdır.

Adı, 1921 Anayasası’nın 29 Ekim 1923’de değiştirilmesiyle konulmuştur. Cepheden cepheye koşarak yaşamını adadığı ülkesini düşmanlardan
kurtarıp esenliğe çıkarmayı amaçlayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin düşüncelerini 1905’de arkadaşlarına (Ali Fuat Cebesoy anılarında açıklıyor), 1908’de gazeteci-diplomat Rus İvan Malinov’a (Prof. Dr. Şerafettin Turan Türk Dili dergisine yazdı), Erzurum Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu’ya anlatıyor: Türkiye’de cumhuriyet kurulacaktır, lâtin harfleri kullanılacaktır, kadınlar örtünmeden kurtarılacaktır. Bunlar konuşmalarının önemli bölümleridir. Öbür sözü de Kongre öncesinde  Mazhar Müfit Kansu’nun “Mücadele başarıya ulaşırsa yönetim biçimi ne olacaktır?” sorusuna hiç duraksamadan verdiği “Hiç kuşkusuz cumhuriyet!” yanıtıdır. 30 Ağustos 1922 zaferine İsmet İnönü’nün
önerisiyle “Başkomutan Meydan Savaşı”adı verilmişti. Zaferin getirdiği sonuçların Cumhuriyete giden yolu açtığı unutulmamalıdır.

1 Kasım 1922’de 308 nolu TBMM kararıyla saltanatın kaldırılmasını, sınırlarımızın kesinleştiren 24 Temmuz 1923 günlü Lozan Barış Antlaşması izlemişti. Kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına, “saltanat ve hilâfeti kurtarma amacıyla girişilen savaş” görüşüyle padişah yandaşlığının değişik anlatımlarla öne sürülmesine ve Mustafa Kemal’i engelleme çabalarına ödün verilmemiş, gece üzerinde çalışılan metnin CHP Meclis Grubu ve TBMM çoğunluğunun benimsemesiyle 29 Ekim 1923’de cumhuriyet “hükûmet biçimi” olarak ilân edilmiştir. Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927’de toplanan CHP II. Büyük Kurultayı’nda, sonu Türk Gençliğine Sesleniş’le biten 36,5 saatlik Büyük Söylevi’nde bu oluşumu belgeleriyle,
destansı biçimde anlatır. Olaylara dayandırarak anlattığı gelişmeler, her alanda tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın amacına uygun bir yapılanmayı kanıtlamaktadır. 20 Nisan 1924 günlü, 491 nolu ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Teşkilâtı Esasiye Kanunu)’nın, sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarının I. maddesiyle cumhuriyet devlet biçimi olarak benimsemiş, anılan anayasaların sırasıyla 102/4., 9. ve 4. maddelerine göre cumhuriyet biçiminin değiştirilmesi önerisi bile yasaklanmıştır. Bu durum, yaşamsal önemin kanıtıdır.

NEDİR?

Cumhuriyet, yönetenlerin yönetilenler tarafından, denetlenmek ve değiştirilmek koşuluyla belli bir süre için seçildiği düzenin adıdır. Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Atatürk, 29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi’nde “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olarak nitelediği cumhuriyetin, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olduğunu Türk Ulusu’nun yaradılışına ve karakterine en uygun rejim bilinerek seçildiğini söylemiştir. 4 Aralık 1923’de “Biz bu cumhuriyeti kanla kurduk” sözünden sonra 1 Kasım 1928 TBMM’ne açış konuşmasında “... cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir.

Kişilikleri, eğitimleri ne olursa olsun Osmanlı ailesinde babadan oğula geçen ve nice kanlı olaylara neden olan yöneticilik artık ulusun kendi istencini yansıtan çağdaş bir düzeye yükselmiştir. 30 Ağustos zaferini kazanan TBMM Ordularının ulusuna armağanı olan cumhuriyetin sahibitüm Türk Ulusu’dur. Atatürk’ün özdeyiş değerli, çok anlamlı “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” sözü hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeksizin ümmetten ulus düzeyine, kul kölelikten yurttaşlığa yükselen toplum ve insan öğesinin bölünmez bütünlüğünü ve özgün niteliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan cumhuriyet, yurttaşların dan kurumlarına değin yepyeni bir yapıdır. Anlayıştan ilkelere ve kurallara uzanan açılımında insan değerinin üzerine yaşamın vazgeçilmez gereklerini koyarak hak ve özgürlüklerle taçlandırmıştır. 20 Ocak 1921 günlü, 85 nolu TBMM Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın geleceğini eylemli biçimde kendisinin yönetmesi ilkesine dayanmaktadır” açıklığıyla hedeflenen cumhuriyet ve egemenliği gökten yere indirip gerçek sahibinin eline bırakan lâikliktir.

Cumhuriyet sözcük olarak hukuksal, toplumsal ve siyasal alanda genel bir anlam taşımakla birlikte ona asıl değerini veren uygulama biçimi ve nitelikleridir. Birçok devlet cumhuriyet adını taşımakta ve ulusal kurtuluş savaşı vererek dünyaya örnek olan ve “Türk Mucizesi” olarak adlandırılan başarının simgesi olamamıştır. Günümüzde kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukların, kimi siyasal eğilimlerin, inanç katılıklarının, çıkarcılıkların ve aymazlıkla, sapkınlıkların yansıması olan karşıtlıklar, numaralandırma çabaları, bilinçsizliğin ve değerbilmezliğin ibret verici örneklerindendir. 10. Yıl Marşı ile övüncümüzü ve kıvancımızı coşkuyla açıklamamız, 1930’larda dünyadaki 12-13 cumhuriyetin önde gelenlerinden gösterilen Türkiye’nin gerçeklerinden kaynaklanmaktadır. Özellikle 1950 sonrası verilen ödünlerle yöneticilerin ağır kusurları sonucu cumhuriyet kan yitirmeye başlamıştır. 84. yıldönümünü kutladığımız günümüzde “100. yılını kutlayabilecek miyiz?” endişelerine tanık olmak üzücüdür. Atatürk’ü ve cumhuriyeti yeterince anlamadığımız, anlatamadığımız, değerlerini bilemediğimiz gerçeği, sorumluluğumuzu ve hepimizin yanlışlık ve yanılgılarını gündeme getirmektedir.

DURUM

Yanlış bir insan hakları, özgürlük, demokrasi, din, lâiklik anlayışı, duygusallık, inat, zıtlaşma, partizanlık ve kötü siyasetle toplumsal barış bozulmuş, en büyük insanlık suçu terörle ulusal dayanışma sarsılmış, gereksiz düzenlemelerle cumhuriyetin niteliklerinden arındırılması aymazlıkları yeğlenmiştir.
Cumhuriyet yalnız sözcük değildir. Nitelikleriyle bir bütündür. Anayasa’nın 
2. maddesinin “...demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir.”  dediği yapı,
cumhuriyetin tanımıdır. Bu kutsal yapıyı niteliklerinden soyutlamak, yalnız sözde ve kâğıt üzerinde bırakmak, açılımıyla ilgili maddelerden çıkararak yalnız tanımda korumak cumhuriyetten yararlananların, onu koruma andı içenlerin katlanabileceği bir durum değildir.

Tekil devlet yapısını, bir ulus gerçeğini, ülkenin tümlüğünü bozarak toprak koparıp ayrı devlet kurma çabasında olanlarla destekçileri iç ve dış odakları gözetirsek, eleştiri ve önerilerinin doğrultusunu kavrarsak karşılaştığımız tehlike daha iyi anlışılır. Dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, devletin dinden bağımsızlığını, aklın özgürlüğünü anlatan lâiklik asla din karşıtlığı
değildir. Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere her tür hak ve özgürlüğün güvencesidir. Bağımsızlığın, demokrasinin, çağdaşlığın kaynağı; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı; eşitliğin, kardeşliğin, dostluğun, akılcılığın, bilimselliğin, barışın, uygarlığın en elverişli iklimidir. Laiklik sayesinde geldiğimiz ve ulaşmayı amaçladığımız güzellikler ve günler, köktendinci sömürücülerin kötülükleriyle kararmaktadır. Lâik Atatürk cumhuriyeti yönetiminin karşıtlarının eline geçmesi, koruyucularının ve sorumlularının bağışlanmaz tutumlarına bağlanmalıdır.
Gereksiz tartışmalarla zaman ve emek yitirilmekte, cumhuriyeti gönendirerek Türk Devrimi’nin temeli olan Atatürk ilkeleri güçlendirecek yerde karalama ve geçersiz kılma uğraşları sürdürülüp yaygınlaştırılmakta, Anayasa ile oynayarak AB ve ABD özlemleri doğrultusunda dinci düzenin yolları döşenmektedir.

Bizi dünya uluslar ailesi içinde onurlu ve saygın yerimize oturtan, her alanda Türk Devrimi’nin açılımlarıyla başka ülkelerde yüzyıllarca başarılamayan gelişmeleri 10-15 yıla sığdıran, yollar, demiryolları, köprüler, uçak alanları, kara, deniz ve hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, kitaplıklar kazandıran, günün olanaklarıyla donatıp yapılarla bayındır kılan, yabancıların yanında düşkün kalmaktan kurtaran cumhuriyet ulusal onurumuzun simgesidir. Cumhuriyetin kazandırdıkları olmasa AB üyeliği söz konusu olamazdı.
Günümüz dünyasında 54-55 müslüman çoğunluklu ülkelerden hiçbirinde islâmiyet Türkiye’deki kadar mutlu ve özgür yaşanmamaktadır.
Bu ülkelerin hepsindeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de vardır.

Hiçbir yurttaşın dinsel görevlerini ve dininin gereklerini yerine getirmesinde kamu düzenini olumsuz etkilemedikçe hiçbir engel ve sınır yoktur. Devletin
her görevi, her katı, ülkeninin her yeri herkese açıktır. 
Osmanlı döneminde azınlıkların dinsel görevlerinin vergi karşılığında yerine getirebildikleri, üç tür okul, beş tür mahkeme ve onbeş tür nikâh olduğu gözardı edilmemelidir.
3 Mart 1924 günlü, 429, 430, ve 431 nolu yasalarla cumhuriyetin dokusu güçlendirilmiş, 1926’de Medenî Yasa, 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri
ve öbür yasalarla yapı tamamlanmıştır.
Günümüz Anayasası’nın “İnkılâp Kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinde sıralanan sekiz devrim yasasının amacı “...Türkiye Cumhuriyeti nin lâiklik niteliğini koruma ve Türk toplumunu çağdaşlık uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma...” olarak belirtilmiştir. Bu yasaların Anayasaya aykırılıklarının ileri sürülememesi ve ancak TBMM’nce değiştirilip kaldırılabilme olgusu konunun önemini açıklamaya yeter.
Cumhuriyet bizim herşeyimizdir. Ama tehditler ve tehlikeler açıktır.

Cumhuriyet, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucusu, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış Atatürk’ten asla ayrılamaz. Niteliklerine asla dokunulamaz. Oy, seçim, iktidar ödünleriyle yozlaştırılamaz. Güvencesi Türk Ulusu, özellikle Türk Gençliğidir. 
Biçimsel bırakmamak, sorunların çözümlenmesinde en değerli kaynak olarak yararlanmak için en sağlıklı dayanaktır.

Özet değinmeleri içeren bu yazı cumhuriyetle kazandıklarımızı anımsatırken cumhuriyet olmasa, padişah-halife ya da bir dikta heveslisinin elinde kalsak ne olacağımızı düşündürmeli ve görevlerimizi daha iyi yapmamız konusunda uyarıcı sayılmalıdır.
Yoksa, cumhuriyetin tanımından başlayıp siyasal, ekonomik, toplumsal, bilimsel, askerî alanlarda binlerce başarısını örneklerle, kanıtlarla anlatmak olanağı vardır. Başarısızlıklar cumhuriyet kurumunun değil, yönetcilerin ve sahip çıkması gerekenlerindir.
Ne var ki lâik cumhuriyet karşıtları yönetimi ele geçirmişlerdir. Geldikleri yerler, kullandıkları yetkiler, medyanın büyük kesimine yuvalanmaları, kimi üniversiteler de ve devlet organlarında etkinlikleri gözetilirse bunlara dayanan temelinin ne ölçüde sağlam olduğu kabul edilir.
Dinle bir tutulan sıkmabaş için Anayasa hazırlıklarına girişildiği günümüzde ABD baskıları, AB dayatmaları, terör ve ılımlı islâm açılımlarıyla sorunlar ağında olduğumuz kuşkusuzdur. Kapitülâsyonları, sömürge düşkünlüğünü, yeni mandacıları, Sevr’i unutmayıp Lozan’ı özümseyerek Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza değin bağımsız yaşatmakyurtseverlerin insanlık borcu ve yurttaşlık görevidir. 

http://www.mayadergisi.com/wp-content/themes/NewsDaily/arsiv-files/246yektagungorozden.pdf

.

22 Mart 2015 Pazar

Atatürk ve Cumhuriyet


Atatürk ve Cumhuriyet






Yekta Güngör Özden

Yurdumuzu ve ulusumuzu kurtarıp bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre çağdaş bir devlet kurarak lâik cumhuriyeti yönetim biçimi olarak getiren Büyük Atatürk’ün beden olarak aramızdan ayrılışının 66. yıldönümündeyiz. Kendimizi eleştirip sorgulayarak, tutumumuzu gözden geçirip yargılayarak gerçekçi sonuçları tartışmalıyız. Neler yapmalıydık, neler yapmamalıydık? Atatürk’e yaraşır oluşumlar gerçekleştirdik mi? O’nun önerilerini ve özlemlerini yaşama geçirebildik mi? Varlık nedenimiz ilkelerini koruyup güçlendirdik mi? Bunlara ve benzer sorulara doyurucu yanıtlar verebileceğimiz kanısında değilim. AB’ye girmek için yaranma ödünleriyle ABD’ni arkamızda bulmak için dayatmalarına katlanmak, aykırı ve sakıncalı önerileriyle isteklerine, öne sürdükleri koşullara tepkisiz kalmak siyasal iktidarın karakterine uysa da ulusalcı bir anlayışla bağdaşması olanaksızdır. Özellikle 1950’den sonraki olaylara eğilirsek sorumluluğumuz, kusurumuz, suçluluğumuz daha belirginleşir. Ezanın ve Anayasa dilinin arapçaya dönüştürülmesi, köy enstitüleriyle halkevlerinin kapatılması, başta Başbakanlar siyaset adamlarının köktendinci akımlara ödünle destek vermesi, ekonomik yönden dışa bağımlılığı getiren borçların artması, partizanlık, aşiret ağalığıyla tarikat şeyhliğini koruyan feodal yapının sürmesi, bu çağdışılıkların getirdiği sayısız sakıncaların yaşanmasına neden olmuştur. Kötülükler giderek büyümüş, cumhuriyetin erdem olduğunu kavrayacak olgunluğa erişemeyenlerle birleşen karşıtları Türk Devrimi’yle kaynağı Atatürk ilkelerini kötüleyerek, takiyyelerle, yükümlülüklerini yerine getiremeyen beceriksiz, sözde devletadamlarının aymazlıklarıyla yönetimi elegeçirmişlerdir. Varlıklarını sürdürüp amaçlarına ulaşmak için de Ulusal Kurtuluş Savaşı yenilgisiyle Lozan’ın yitiklerini unutamayan batılıların elverişli aracı olarak onların buyruklarını yerine getirmeyi görev bilmişlerdir. Batılıların korumasına girerek hem onların dediklerini, hem kendi özlemlerini gerçekleştirmeye koyulmuşlardır. Bu olumsuzlukları tepkisizlik, suskunluk ve donuklukla izleyenler de destekçi durumuna düşmüşlerdir.

Atatürk’ün başında bulunduğu 15 yılı da kapsayan 27 yılı kötüleyerek işbaşına gelenler Atatürk’ü Koruma Yasası çıkarmak zorunda kalmışlar, günümüz iktidarı da Atatürk’ün fotoğraflarını istemeden yeni Türk Lirasına koydurtmuştur. Devrim Yasaları uygulanmamakta, başta öğretim birliği olmak üzere lâik cumhuriyeti çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracak her atılımdan dönülmektedir. Devletin tekliği, ülkenin tümlüğü, ulusun birliği tehlikededir. Cumhuriyeti yozlaştırıp niteliklerinden uzaklaştırmak için her tür girişime rastlanmakta, ulus-devlet yapısından, ulusallıktan, ulus oluşumundan, yurttaşlıktan vazgeçilmesi, alt-üst kimlik karmaşasıyla ulusun çoğunluğu içindekiler azınlık yapılmaya, azınlıklar da kışkırtılmaya çalışılmaktadır. Evrensel ilkeleri ulusallaştırarak dinci baskıcı kişisel yönetimin yerine halk yönetimini, eşitlikçi yurttaşlar düzeni cumhuriyeti getiren, kendini sürekli yenileyen Türkiye’mize özgü düşün dizgesi olan Atatürkçülüğün tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, çağdaşlaşma, demokrasi, eşitlik, dostluk, kardeşlik, bilimsellik, akılcılık, barışçılık, ahlâk, adalet, devrimcilik, yurtseverlik, insanlık, çalışkanlık, devingenlik olduğu unutulup yerine ılımlı islâm adı altında dinci biçimsel bir cumhuriyet, bir imam ya da şeyh devleti önerilmektedir. Siyasallaşan islâmın, köktendinci terörün neden olduğu vahşetler belleklerdeki sıcaklığını korurken sonu kestirilmez kötülüklere adım atılmaktadır. 12 Eylül’de Atatürk’ün kurdurduğu Dil Kurumu ile Tarih Kurumu kimlik değişikliği yapılarak üyelerinin elinden alınmış, Rektörlerin sıkmabaşlılara selâm vereceği söylenerek üniversitelere başlayan saldırı yargıyı da içine alarak Silâhlı Kuvvetler e kadar uzanmıştır. Liberalleşme, globalleşme, küreselleşme ile güdülme, uyduluk, uşaklık, bağımlılık, soygun, tutsaklık düzeyinde savunulmak ta, demokrasi ve insan hakları adına AB ile ABD’nin dayatmaları sineye çekilmekte dir. Özgürlükle hiç ilgisi olmayan sıkmabaş, peçe, çarşaf giyimi, türbe ve tekke alışkanlığı demokrasi kötüye kullanılarak yaygınlaştırılmak tadır. Köktendinciliğin, iktidarın kökü olan şeriatçılığın simgesi olduğundan savunulmak ta ve direnilmektedir. Özetle, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik, devrimcilik, Atatürk’ten ne kalmışsa hepsi atılmaya, geçersiz ve değersiz kılınmaya bağlı tutulmaktadır. Aydın geçinenlerle, aydın sanılanların kimi de bu oluşumlara destek vermekte, kimileri de ilgisiz ve tepkisiz zavallı seyirci durumun da küçülmektedir.

Yöneliş

Atatürkçü Düşünce Sistemi Atatürk ilkelerinin tümünü, önerelerini, buyruklarını, açıklama ve değerlendirmelerini kapsar. Bir yaşam biçimi, bir dünya görüşü, uygarlık düzeyinin üstünü amaçlayan Türkiye Aydınlanmasının kaynağıdır. Bundan korkanlar var. Atatürkçülüğün değişik ad, anlatım, tanım ve tanıtımına dayanıp amacının, ereğinin, doğrultusunun ve anlamının değiştiğini, artık bırakılması ve uzaklaşılması gerektiğini söyleyip yazan bunaklarla avanaklar var. Bugün AB’ne girmek sürecinde O’nun kazandırdığı düzeyle karşılanıyoruz. Onun yaptıklarıyla istemde bulunuyoruz. Türk Lirasının değeri yükselmeden, alımgücü artmadan, kâğıt üzerinde sıfırları silerek iç ve dış alışverişi yeni ölçü üzerinden yapmak ne özde bir değişim ne de ekonominin güçlenmesidir. Bir grafikerlik işlemidir.

Yepyeni anlayışla, yepyeni kurallar ve kurumlarla yepyeni bir toplum yaratma, kendi içinde özümseterek dünyaya benimsetme, sonsuza değin bağımsız yaşatma istenci ve gerekleriyle donatarak ulusal varlığı kanıtlama olan Atatürkçülük (Kemalizm) geleceğimizin güvencesidir. Bu gidişle Atatürk anıtlarını yıkabilir, büstlerini kırabilir, ikinci bir 31 Mart’a yeltenebilirler. Düşünce ve inanç özgürlüğünün güvencesi lâiklik sayesinde ezan dinleme, namaz kılma mutluluğuna kavuşan insanımızın müslümanlığa en büyük iyiliği dokunmuş Atatürk’e saldıranları, Atatürkçülüğü tutuculuk sayanları iyi değerlendirmesi gerekir. Namusumuzu ve onurumuzu kurtaran bir büyüğe yönelik çirkinlikler hiçbir insanlık ve din anlayışıyla bağdaşmaz.

11 yaşındaki turist kız çocuğunu kaçırıp saldırdıktan sonra öldürene, etnik ve köktendinci teröre başvuranlara, ağır suçları işleyenlere bir şey söylenmeyip Atatürk’e ve Atatürkçülere olmadık sövgüler sıralayanların düşüklüğünü tanımlamak güçtür. Ne yazık ki ulusumuzun alnına gören düşüren aşağılık suçların işlendiği yörede kimileri Atatürk’ü kötülüyor, eserlerini karalıyor, kendisini yadsıyor, Atatürkçülere düşman gözüyle bakıyor, Atatürk’ü unutmak ve unutturmak çabalarına destek ve hız veriyor.

Tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, cumhuriyetin kazanımları konusunda duyarlık, özen, çaba yok. Mezhepçilik, bölgecilik, çıkarcılık, hukukdışılık, çağdışılık, yalancılık, dalkavukluk, ikiyüzlülük, ayrıcalık, kayırma, yalakalık, düzenbazlık, sahtecilik, magandacılık, mafyacılık, aşırmacılık, kumar, uyuşturucu, fuhuş alışkanlıkları, tembellik, pislik, sakıncalı ilişkiler, kabadayılık, sahte oy kullanmak, geçersiz toplantılar düzenlemek, vakıf-dernek oyunları, sahte diploma ve belge, kaçakçılık, yakma, yıkma, öldürme, daha sayılabilecek nice olumsuzluklar egemen olmaya başladı. İftar yemekleri aldatmacası da ayrı. Orucu gerçek anlamında tutmayanlar gösteri yemekleriyle zaman yitiriyorlar. Kimler katılmıyor ki. Mevlit, mescit, cami, toplu namaz, Kur’an kursu, Atatürk karşıtı kuruluşlara sağlanan olanaklar da böyle. Atatürkçülere kuralları çiğneyerek açıklanan tepki teröristlere af, bağış, koruma, başka olanaklarla tırmandırılıyor. Bağımsızlık Marşı’nda ayağa kalkmayan öğrenciler, sırtını dönen sporcular olmadı mı? Şimdilerde kimi toplantılar Kur’an okunarak ya da dualarla açılmıyor mu? Rejimi değiştirme çabaları sezilmiyor mu? Gericileri yüreklendiren, doğrudan olmasa da dolaylı biçimde destekleyen, mevki, makam, yükselme karşılığında susan, onlara yol gösterip akıl verenler yok mu? Dağınıklığı, anlamsız ayrılıkları, gereksiz tartışmaları ve sakıncalı kavgalarıyla gericileri güçlendiren, onlara koz veren, olanak hazırlayan ve sunan Atatürkçü olabilir mi? Arada sırada çıkış yapmakla, törenlerde nutuk atıp çalım satmakla, defterlere ve gazetelere yazmakla, bilgiçlik taslayıp kendini Atatürkçü sanmakla Atatürkçü olunmaz. Karşıdevrime tepkisiz kalan, ödünleri reform ve değişim diye, demokrasi açılımı diye abartılarla sunan, AB için katlanılan durumları devrim olarak niteleyenleri alkışlayan Atatürkçü olamaz. Sevr ile Lozan’ı tartışmaya açıp addan başka bir şey olmayan azınlıklara yeni kesimler katılmasına gözyumanlar Atatürkçü değildir. Azınlık denilen yurttaşlarımızın neyi bizimkilerden az, bizim neyimiz onlarınkinden çoktur. Alevi yurttaşlarımız azınlık olmadıklarını açıklayıp önerilere karşı çıkarken sünnilik ayrımı güdenler bölücü önerilere suskunluklarıyla destek vermektedirler. Önerileri getirenlerin, yazanların, destekleyenlerin kimler olduğu, kökenleri, bağımlılıkları, geçmişleri, ilişkileri gözetilirse kimleri barındırdığımız, kimlerle ve nasıl kuşatıldığımız daha iyi anlaşılır. Kimse unutmasın, Atatürkçülüğü, lâik cumhuriyeti silmek olanaksızdır.

Ya Cumhuriyet?

Devletin dinler karşısında bağımsızlığı ve özgürlüğü demek olan, lâik anlayışın yönetimde gerçekleşmesi, demokrasinin yaşama geçmesi olarak tanımlanabilecek cumhuriyet, yönetilenlerin yöneticileri kendi aralarından ve belli süreler için seçtikleri bir yönetim biçimidir. Gerçek, eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Karanlıktan aydınlığa çıkışın kurumudur. Türk kahramanlığı ile Türk kültürüne dayalı bir erdem anıtıdır. Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” sözüyle birleşmeyi, kaynaşmayı, ulusallığa açıklamış, din ve soy bağı ayrımlarını dışlayarak yapıyı içtenlikle sunmuştur. Neresi zararlıdır ki yararımızı istemeyenlerce önerilen yıkım nedenlerine yakın durulmaktadır? Atatürk ilkeleri tam uygulanmış, bu nedenle kötülüklerle karşılaşılmış gibi tersine önerilere sıcak bakmanın hiçbir anlamı yoktur. Cumhuriyeti “Özellikle kimsesizlerin kimsesi” olarak tanımlayan Atatürk’e, O’nun başta cumhuriyet tüm eserlerine ihanet eden ilgililer sorumludur. Cumhuriyetin hiçbir kusuru yoktur, kusur yönetemeyen, başarısız yöneticilerdedir. Bunlar, karşıtlarının yönetimi ele geçirmelerine, sayılarının artmasına, güçlenmelerine neden olmuşlardır. 1930’ların dünyadaki az sayılı cumhuriyetinin başında gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini budamaya çalışanlar işbaşındadır. 81. yıldönümünü kıvançla karşılıyoruz ama mutlulukla, coşkuyla, gelecek için umutlarla kutladığımızı, burukluk duymadığımızı söyleyemiyoruz. Lâik cumhuriyetin geleceği tehdit altındadır, tehlikededir. En büyük tehlike de dışardan gelen dayatmalarla içimizdeki işbirlikçileri ve gericiliktir. Fetva, ferman dönemine dönülerek şeriat düzeni gerçekleştirilmek istemi atamalarla, görevden almalar, emekli edilmelerle, haremlik-selâmlık uygulamalarıyla, iktidar diktası, lider saltanatıyla, ilericilere karşıtlıklarla açıkça ortadadır.

Avrupa’ya, ABD’ne muhtaç, buyruk almaya hazır iktidarı elverişli bulan Batılılar AB için baskılarını, dayatmalarını artırmışlardır. Eşit, onurlu, hakça üyelik olmazsa hayır demiyeceğini belli eden iktidarın cumhuriyetle gelinen süreci gözardı etmesi acıdır. Ekonomide, tarımda, hayvancılıkta, hukuk alanında AB’nin kendi uygulamalarıyla Türkiye’ye dayattıklarından ilgililer yakınıyor. İpoteğe dönüşen bağımlılık, 1989’da Türkiye’nin tam üyelik başvurusunu geri çeviren o zamanki adıyla AT (Avrupa Topluluğu, şimdiki AB) 6 Mart 1995’de Gümrük Birliği yoluyla Türkiye’yi avucunun içine aldı. Medyanın yanıltıcı, aldatıcı, unutturucu, gerçekleri dışlayıcı tutumu yüzünden çok kimse durumun bilincinde değil.

Medyanın Büyük Kesimi

Nitelik değil, nicelik nedeniyle sayı yönünden büyük sözcüğünü kullandım. Utanmadan “Sivilleşme, nefes almak” diye başlayıp cumhuriyeti unutuyor ve “Mutlakiyetçi yönetim” diye Atatürk dönemini suçluyorlar. Nerden, ne koşullarda cumhuriyete kavuştuğumuzu bilmeyecek ölçüde bağnazlar. Gerçek “mutlu son” padişahlıktan sonra cumhuriyettir. AB uyduluğu değil. Devletin, ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olduğunu, niteliklerini, özelliklerini, yükümlülüklerini, yetki ve görevlerini bilmiyorlar. Sokak kabadayısı ağzıyla yazıyorlar. Medya tetikçilerinin, palyaçolarının, soytarılarının, duyarlık ve özeni suçlayan gerçek paranoyaların, şeriatçı ve ırkçı saldırganlarla patron ve para zaptiyelerinin, bilgisiz ve ahlâksız papağanların neler döktürdüğünü ibretle izliyoruz. Birkaç yurtsever, aklıbaşında, düzeyli yazarın karşısında çelik çomak oynar gibi dökülen nankör güruhu ulusumuz sağduyusuyla değerlendirmektedir. Menemen-Kubilây vahşetine soyunanlara destek verenler, bunları övgüyle alkışlayanlar bırakınız solculuğu sağcı bile olamaz. Saddam’ın genel tutumuna karşı çıkıp özelde yurdunu işgale karşı korumasını uygun bulanları Saddamcılıkla suçlayanların, Susurluk’a özenenlerin, Atatürk ve Cumhuriyete karşı çıkanların adamlıkla ilgisi olamaz.

Bilgileri ve kültürleri de yok. Lâiklik 1921 Anayasası ile gündeme geldi. (20.1.1921, madde 1). Özellikle 3 Mart 1924 yasaları ve 1926 Medeni Yasası ile yaşamdaki yeri pekişti. Nice devrim atılımları birbirini izledi. 1928’de Anayasa’dan dine ilişkin kural çıkarıldı. 1934’lerde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 1937’de altıok Anayasa’ya girdi. Hani Atatürk zamanında lâiklik yoktu? Atatürk’ün amaçladığı çağdaş uygarlık düzeyi her an gözeteceğimiz içinde bulunduğumuz zamanın uygarlık düzeyidir. O’nun tüm sözleri doğrudur ve yarınları bile karşılar. Sözün söylendiği zamanla sınırlı tutulması aymazlıktır. Medeni Yasa tasarı durumundayken azınlıklar Lozan Barış Antlaşması’nın 1923’de öngördüğü haklarından vazgeçtiklerini dilekçe ile Adalet Bakanlığı’na bildirmişlerdir (1925-1926). Tam eşitlik geldiği için. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu düzenden ulusal düzene geçildiği, din bağı yerine ulus bağı seçildiği için. Bunları bilmeyen ya da iyi değerlendiremeyenlerden kimi amaçlı, kimi unvanına güvenerek bilgiçlik taslıyor ve tosluyor.

Milliyetçilik dincilikle birleşmez. Çatışmasa da çelişir. Köktendincileri destekleyerek terbiye dışı afişler, zorbalıklar, Atatürk karşıtlığı halkı milliyetçilikten soğutur. Sokak örgütü, mafya türü görünüm kötüye gidişin yaklaşan belirtisidir. En büyük Türk milliyetçisi Atatürk’ü ve ilkelerini unutup başkalarının, hele köktendincilerin peşine düşenler asla milliyetçi olamazlar. Milliyetçiliğin özü bağımsızlıktır. Bağımlılık yozlaşmanın son noktasıdır.

Tarih ve hukuk bilgisi, Anayasa saygısı, yurttaşlık bilinci, yeterli insanlık ve demokrasi anlayışı, felsefe yaklaşımı olmayanların Lozan’ı, Türkiye’yi, AB’ni değerlendirmesi inandırıcı olamaz, güven duyuramaz. Kişisel eğilimleri, düşünsel ve duygusal bağımlılıkları ağır bastığından, önyargılarına tutsak olduklarından aykırı ve karşıt görüşlerini dayatmaya çalışırlar. Önemi yoktur ama yanıtlanmaları, desteklenmemeleri gerekir. Devleti temsil edenler uluslararası bir antlaşmanın bağlayıcılığını, düzenlenirken günün koşullarına göre uzun tartışmalarda şimdiki akıl hocalığına soyunanlardan daha çok bizim tarihsel kişilikli temsilcilerimiz görüş açıklamışlardır.

AB’ne girince sanki her sorun çözülecek kişisel ve toplumsal bozukluklar kendiliğinden kalkacak, her yönden arınma olacak, düzeyimiz birden yükselecek, ekonomi şahlanacak, güçlenecekmişiz gibi beklenti var. Biz yaraşır olmazsak, kendimizi düzeltip uygun düzeye gelmezsek bize kimse birşey veremez. Geçici desteklerle ayakta durulamaz. Beklemekle, dilenmekle bir şey kazanılmaz. Çalışıp üretmezsek, ölçülü tüketmezsek, siyasal bir büyü gibi her şeyi AB’ne havale edersek ancak eğilir ve eziliriz. Onurlu girişi savunanlara bu nedenle saldırılmaktadır. Maskaralık şampiyonları körükörüne girişi pompalayarak ne olduklarını göstermekte, dayatmaları, aşağılanmaları kahkahayla karşılamakta, hattâ alkışlamaktadır. AB 17 Aralık’ta görüşme günü verse de Türkiye’yi üyeliğe almayacak, oyalayacak belki de görüşmeler bitmeden AB dağılacaktır. Ama görüşme günü verilmesi ülkemizde üyeliğe alınmışız gibi algılanacak, AB de başka ödünler almak için işine gelen bu iktidarı destekleyecek, iktidarın sürmesi, ilerici güçlerin susması için, kimilerinin de “demokrasiye engel oldu” suçlamasıyla karşılaşmaması için tepkisizliği sağlanmak üzere görüşmeler içtensizlikle sürdürülecektir. Ulus devlet modelini tek kültürlü gösterip ayrılıklara ve bölünmelere çağrı niteliğindeki görüşler ve raporlar yaraşır olduğu yanıtı elbet alacaktır. Doyurucu kültürü olanlar zaten böyle saçma sapan, ipe sapa gelmez savda bulunmazlar. Saplantılı Avrupalılar kürtçüleri, karşıtları, ayrılıkçı bölücüleri, kendi yandaşlarını Diyarbakır’da güçlü bulduklarından ya da öyle sandıklarından orayı merkez gösterip bölgeyi koparmaya çalışıyorlar. “Kürdistan ve Başkent Diyarbakır” söylemleri eskidir, amaçlıdır ve tam bir sapkınlıktır. Dostlukla, AB yapısı ile asla bağdaşır değildir. Bu arada sanatçı Bedri Baykam’ın haklı tepkisine neden olan AB’cilerin beyin yıkama etkinliklerinin kimlik bunalımı çekenlerin gösteri ortamına dönüştüğünü belirtmek gerekiyor.

Güncel Olaylar

AB’yle ilgili konuların her biri için çok sayfalı kitaplar yazılır. Konu genelge tüm ülke, tüm ulus için, başta iktidar ve anamuhalefet partileriyle tüm siyasal partiler, kuruluşlar ve yurttaşlar için bir sınav niteliğindedir. Neler verecek, neler alacağız, göreceğiz. AB’nin para yardımıyla dolaşanlar, etkinlik düzenleyenler, kendi çıkarları için uğraş verenler ortaya çıkacaktır. Yansız, bağımsız, gerçekçi görüşleri, içtenlikli eleştirilere kulaklarını tıkayanlar sorumluluğu yükleneceklerdir.

Akaryakıta beş ayda 5. zam yapıldı.

Memurlara yapılacak zam için Danıştay’a başvuruldu.

Yargıtay bildirisi yargıya yönelik saldırılara gereken yanıtı verince yarası olanlar gocunup eleştiriye başladı.

Havza’da Suboğan türbesini yedi kez dolaştıran eski bandocunun kimlere güvendiği araştırılmalıdır. Tetikçileri kimlerin kullandığı, soyguncu ve hortumculara zamanında kimlerin yardım ettiği araştırılmalı, saptanmalı, açıklanmalıdır.

Barzani Kerkük için Tehditlerini Sürdürmektedir.

Irak’ta Türk sürücüler öldürülmektedir ve bu iki durum için de iktidar eli-kolu bağlı beklemekte, ABD’nin oyalamasına kanmaktadır.

Tunceli’de 22.10.2004’de iki şehit daha verilirken Zana ve arkadaşları yanıltıcı çıkışlarla toplantılar düzenlemekte, yeni parti kurma hazırlıklarından sözetmektedirler.

İstanbul, Etiler Akmerkez’deki Atatürk Fotoğrafları Sergisi’nin anı defterine insanlıkdışı yazılar yazılabilmektedir.

AB dayatmalarına dayanamayıp teslim olanlar “Daha az Türklük” çağrısı yapabilmektedir.

Marksist-Maocuların kürtçülüğü kışkırtmalarına görüşleriyle katılıp onları yeni yöntemlerle açıklayanları fikirbabaları eleştirmektedir.

Ramazan sınırlamaları, büyük yerleşim yerlerinde bile ağır baskı biçiminde genişlemekte, oruç tutmadığı için pencereden atılanlara köprüden dereye atılanlar eklenmektedir.

Yıllar önce yanıtını açılış töreni konuşmamda verdiğim anayasal vatandaşlık yeniden gündeme getirilmektedir.

Körükörüne AB yandaşı olanların önerdikleri gerçekleşirse bir gazetenin “Türkiye Türklerindir” logosu ne olacaktır diye soranlar çıkmaktadır.

Türkiye’de siyasal partilerin kapatılması dâvasını Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açtığı, 11 üyenin karar verdiği, Yeşiller Partisi’nin iki kez uyarıya karşın hesabını vermediği için zorunlulukla kapatıldığı, Anayasa Mahkemesi’nin Evren zamanında Büyük Türkiye Partisi’nin, 1995’lerde Barış Partisi’nin kapatılmasını geri çevirdiği unutulmaktadır.

Avrupa Parlamentosu Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Jeost Lagendijk’e ülkesini kötüleyen yurttaş çıktığını, ancak konuk yabancının bile bu suçlamayı kabûl etmediğini basından öğreniyoruz. Bağımlılık, önyargı, koşullanmışlık, ideolojik saplantı neler getiriyor, görülmektedir.

Samsun’da çalışan evli kadınlar için çalışma saatlerinin ramazana göre düzenlendiği duyuruluyor.

Van’da Apo’nun serbest bırakılması için yüz kişi imza toplayıp gösteri yapabiliyor. Teröristbaşının avukatlarına yeni gemi verilirken ilgili yönetmelikler çiğnenip kimi emeklilerin koruma önlemleri zayıflatılıyor. Yetkili ve sorumlular araştırıp sormuyor.

TBMM Başkanı ile Başbakan Yardımcısı yargının ancak kararlarının bilimsel gereklerle eleştirilebileceğini, yasal önerileri tartışma dışında varlık, yetki ve konumuna söz getirilmesinin sakıncalı olduğunu bilmez görünüyorlar. Bağımsızlığı, yargıç güvencesi sözde kaldıkça gerçek hukuk devleti savunması inandırıcı olamaz. Ermeni soykırımı savlarına karşı çıktıkları yok.

SSK’nun 148 hastanesi, 212 dispanseri, 202 sağlık istasyonu, 3 ağız ve diş sağlığı merkezi, 6 dispanser/ağız ve diş sağlığı merkezi, 2 dispanser ve hemodiyaliz merkezi ile gözsağlığı merkezi içinde olmak üzere tüm varlıklarına elkonulacağı yazılmaktadır. TV dizilerine ağırlık veren halkımızın bu sorunlarla ilgilenmesi AB kadar önemlidir.

İstanbul’da bir dershanenin haremlik selâmlık uygulaması da basında yer aldı. İktidar kendi doğrultusundaki olumsuzlukları ilgisizlikle karşılıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin büyüklüğü dikkat çekiyor. Din devletiymişçesine katkı yanlılığın kanıtıdır.

AB üyelerinin gündem değiştirmek ve iktidarı desteklemek için olacak peşpeşe arananları teslim etmesi, geri vermesi ilgiyle karşılanmaktadır.
Soytarıların ve soysuzların zaptiyeleri böyle durumlara değinemezler.

Genel ve özel kimi durumlar

Eleştiri ve yakınmalarımızda haklı çıkıyoruz. Yapılanları görmeyecek kadar kör, yapılacakları anlamayacak kadar duyarsız olanlarla kazıkların tellâllığına soyunanlara her zaman rastlanacaktır. Olanlar ve olmayanlar ortada. Görünen köy klavuz istemez.

Yine de Atatürkçüler, gerçek Atatürkçüler yüzakımızdır. Kimi küçükler “Atatürkçüler kitaplardan para kazanıp yittiler, görünmüyorlar” diyormuş. Ben, Atatürkçü olmaya çalışan, bunu onur sayanlardan birisiyim. Emekliliğimi bu yolda çalışmalarla doldurup değerlendiriyorum. Kitaplardan para almıyorum. Son kitaplarımın tümünü, daha önce yazdığım gibi, bu yolda uğraşlarına destek için Atatürkçü gençlere bıraktım. Satış yöntemlerine, parasına, geldisine, gittisine asla karışmıyorum. Bunun yanında liselerde, üniversitelerde, derneklerde konuşmalarımı sürdürüyor, öğretim görevlisi olarak dersler veriyorum. Karşılık beklemeden yaptığım katkılarımın reklamına girişmiyorum. Bilenler biliyor. Öte yandan medya adımdan bile söz etmekten özenle kaçındığı gibi yalan yanlış, amaçlı yayınla da kötülemeye uğraşıyor. Örneğin, bir iş adamı öğrendiği rahatsızlığım için meslektaşım avukatıyla bana yurtdışından kendisi için getirttiği ilâçlardan göndermiş. Bedelini önermişim, almamış. Bu insanî yaklaşıma 1996’da yazıyla teşekkür edip hekimime danışarak kullanıp kullanamayacağımın belli olacağını bildirmişim. Kaçınıp çekinecek bir şey yok. Nezaketin gereğini herkese karşı her zaman yerine getiririm. Yanıtsız bıraktığım bir mektup ve kart yoktur. Kişiliğimin ve terbiyemin gereği budur. Beni tanıyanlar bilir. İlâcı gönderenle hiç karşılaşmamışım, el sıkışmamışım, aynı ortamda bulunmamışım, yemek yememişim, başka bir ilişkim olmamış. Benim görev alanıma giren sorunu da olmamış. Kaldıki avukatlık yıllarımda ona karşı dâva ve sonuç da almışım. Teşekkür yazımı dosyaları içinde bulup da bir şeymiş gibi basına sızdıran utanmaz, sıkılmaz niteliksiz görevliler kime yaranmış oldular? Beni doğrulayıp yayını kınayan telefonlar geliyor. Soran gazeteciye durumu olduğu gibi anlattım. O da sözünde durmadı. Ben bir şey yitirmedim, bana hiçbir şey olmaz. İnsanî ilişkileri, nezaket gereklerini gözardı eden kabalık ve ilkellik kimseye birşey kazandırmaz. Bana ilâç gönderenle dost ve sıkı ilişki içinde göstermek çabasıyla küçülenler düşünsün. O yıllarda onunla görüşen, çalışan, ilişkileri olanlar yok mudur? Birlikte ve onun işyerlerinde çalışanlar kötü mü? Düzeysizliğin böylesi, çirkinliğin bu türü az görülür. Yazılacak neler var, onlara, kendilerine ve çevrelerine baksınlar. Yazacak bir şey bulamayınca ne yapsınlar, şaşırıyorlar. Yineleyenler daha beter.

İş ortağı, şirketlerinin paydaşı, bankalarının yatırımcısı değilim. Kaldıki bir dernekte, vakıfta, partide birlikteliğimiz, tanışıklığımız, dostluğumuz olabilirdi, akrabam da olabilirdi. Suçlar ve cezalar kişiseldir. O kişinin eylemi beni etkilemez ve ilgilendirmez. Olayın haber değeri yoktur. Amaç, mide bulandırmak. Sanırım haberi yayımlayanlarla ekranlara taşıyanlar birbirlerini kutlayacaklardır. Yasayla affedilenlere, dokunulmazlık zırhına bürünenlere, din ve siyaset yoluyla kurtarılanlara, kurtuldu sanılanlara yönelsinler. On yıldan bu yana, aranmalarına kadar ilişkide oldukları suçlu mu? Gericilerin hastanelerinde tedavi olanlar gerici mi? Gülüp geçiyorum. Soytarıların ve soysuzların sözcülüğüne, zaptiyeliğine soyunan, Türklüğünden utanıp bilgisizlikle değil amaçlı olarak Türkiyelilik savunmasına girişenler gibi kendilerinin ne olduklarını, olabileceklerini gösterenler kamu vicdanında değerlerini bulacaklardır. Yılışık ve yavşak kimilerinin yüzüne bile bakmak benim için düşünülemez.

Bu hafta Cumhuriyetle kapanıyor, 19 Kasım etkinlikleriyle açılacak. Atatürk olmasaydı belki cumhuriyet olurdu ama biçimsel ve geç olurdu. Şimdi AB mi önemli, Cumhuriyet mi önemli diye her yurttaşın kendisine sorması gerekir. Cumhuriyeti değerleriyle, nitelikleriyle koruyarak AB’ne katılmak yanlış mı? Öbür ülkeler kendi değerlerinden vazgeçtiler mi? Türkiye’de hâlâ sıkmabaş affı, af yasası ile diploma düşünülüyor. Siyasal partiler böylece oy alacakları sanısıyla siyaseti de eğitimi de bozuyorlar. Türk Ceza Yasası’nın yeni kuralları nedeniyle terör örgütü militanlarından yalnız Diyarbakır’da 200’ünün salıverildiği yazılıyor.  Bunların düzelip düzelmedikleri, ne yapacakları görülecektir.

Paramızın değeri gücü değişmiyor, biçimi, rakamı değişiyor. Bu işlemi bile abartarak şişirerek veriyorlar. Kimse gerçeği aramıyor. AB için Fransa ile yapılan uçak anlaşmasının rüşvet sayılabileceği savları var. Bunca ödün, bunca sunumla görüşme günü almak başarı diye balonlar uçurulacak.

Bürokratlar da iktidara ayak uyduruyor. Dostluk, insanlık ilişkilerini iktidar ve yandaşlarının bakışlarına göre ayarlıyorlar. Bir insan için, üstelik belli yerlere gelmiş olanlar için ne kadar acı, yazık.

Ulusal bayramlarda asılan Atatürk posterlerinin kimilerinin değişikliği, çirkinliği özellikle Atatürk karşıtlığını sergilercesine kullanılıyor. Yetkililer ilgilenmezler mi? Atatürk’e ilgi duymayan, ilgisiz kalan ne ile ilgilenir, ne yapar?

http://www.turksolu.com.tr/68/ozden68.htm

..