Ağlanacak Hâlimize etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ağlanacak Hâlimize etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2015 Pazar

Güleriz Ağlanacak Hâlimize...




Güleriz Ağlanacak Hâlimize...



Yekta Güngör Özden

İnsanımızın işi Allah’a kalmış, eğitim dershanelere, sağlık türbelere ve medyumlara bırakılmış, işçi işverenin insafına terkedilmiş, mafya olmayanların boyu yüksek yargıya uzanmış ve daha nice aykırılıklarla olumsuzluklar birbirini izlemiş, kimsenin umurunda değil. Lâik Atatürk Cumhuriyeti’nin temelleri yıkılıyormuş, kurucusuna ve ilkelerine karşı olanlar yönetimi ele geçirmekle yetinmeyip düşlerindeki düzeni gerçekleştirmek için alabildiğine kadrolaşıyormuş, Türkiye AB ile ABD’nin güdümüne sokuluyormuş, aldıran pek yok. Gazetelerin başsayfalarında toplum liderleri yerine mafya liderlerinin görüntüleri ve olayları, dergilerle televizyonlarda süslü izlenceler, eğlenceler, eğitsel değeri olmayan boş konuşmalar, izleyenleri yanıltan, kendi doğrultularına yönlendiren, sorunlarla ilgisini, yurttaşlık duyarlığıyla bağını koparan amaçlı etkinlikler yer alıyor. Her şey yolundaymış gibi, kraldan çok kralcı tutumuyla siyasal iktidarı öven yorumlarıyla giderek küçülen sözde siyasetçiler, sözde bilim adamları, sözde yazarlar. Avrupa, Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla Lozan’ın acısını unutamadı. Silâhla alamadığını parayla almaya çalışıyor. AB’ni kullanarak Türkiye’yi avucunun içinde biçimlendirmeye uğraşıyor. Günümüz iktidarı kendi varlığını ve geleceğini Avrupa’nın desteğinde bulduğundan her ödünü çekinmeden veriyor. Sözleri, eylemleri birbirini tutmuyor. Avrupalı olmayı yapıdan yaşama, kuraldan kuruma, düşünceden anlayışa bir bütün değeriyle algılamayıp kâğıt üzerinde anlaşmaya indirgeyince gelecek kuşkusu artıyor. Almanya’da yalnız öğretmenlerin değil, memurların da sıkmabaşı kullanması yasağı getirilirken, Fransa yasal başörtüsü yasağında ödün vermezken günümüz iktidarının ısrar ve inadı, sözde ve biçimsel Avrupalılığı çağrıştırıyor. Bu nedenle de asla güven vermiyor.

İlerleme Raporu

geri gidiş belgesidir

“AB yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen Mesut Yılmaz bile gerçek yolun onurdan, eşitlikten, hukuktan, adaletten geçeceğini söyleyerek AB Komisyonu İlerleme Raporu’nu terbiyesizlikle suçladı. Ama onun sözünü Roth yineleyerek yine Diyarbakır’ı gösterdi. Varsa yoksa Diyarbakır. Samsun, Sivas, Erzurum, Gaziantep, Malatya, Tokat, Manisa, Hakkâri demiyorlar. Amaç, Türkiye’yi bölecek, yıpratıp yıkacak olumsuz gelişmeleri desteklemek. Kürtçülüğü kışkırtmak. Ümmetçiler ulusalcı olmadıklarından, olamayacağından tam bağımsızlık, onurlu dış ilişkiler, temel haklar ve özgürlükler onları pek ilgilendirmiyor. Dinci açılımlarına elverişli olmak koşuluyla AB ya da ABD ne isterse veriyorlar, verecekler. Aşağılanma, edilgen ve güdümlü duruma düşürülme, tasaları değil. Helsinki’de verilen söze, imzalanan ölçülere uymadıkları gibi bitiş günü belirsiz, görüşme evrelerinde bir zaman “hayır” diyebilecekleri bir yöntemi içeren, Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin her zaman karşı çıkması çok olası görüşmelerde dayatılacaklar. En başta Güney Kıbrıs’ı tanımak, KKTC’den askerleri çekmek, Ege sorunlarını Yunanistan yararına kapatmak, kürt kökenlileri azınlık konumuna geçirmek, alevileri dinsel azınlık yapmak gibi gerçeklere, hukuka, hakkaniyete, Lozan Barış Antlaşması’na tümüyle aykırı öneriler yanında Rum Patriği’nin ekümenliği, Heybeliada Ruhban Okulu da demoklesin kılıcı gibi duruyor. Bu türden, bu ölçüde ödünleri Libya, İran, Yemen de verse AB’ne alırlar. Kıbrıs konusundaki tutarsızlık açık. M. A. Talât yönetimiyle Kıbrıs elden çıkarılmaktadır. Türkiye’nin AB’ne girmesi için sanki Kıbrıs rüşvet verilmektedir. 1968’lerin baş anarşistlerinden Bendith “Diyarbakır İstanbul olmazsa AB kapısı kapalı” derken yıllardır Avrupa’da kürtçülerin yaptığı propagandanın nerelere ulaştığı görülmektedir. Kaçıp Avrupa’ya sığınan, Avrupa’da beslenen kürtçülerin ölçüsüz eylemleri, ilişki ve bağlantıları Türklerin gözardı, kürtlerin baştacı edildiğini ortaya koymaktadır. Bir devlet yöneticisi, bir bilim adamı, bir sanatçı gitse Leyla Zana gibi karşılanıp ağırlanmaz. Bu muhabbetin nedeni, Sevr özlemidir. Bırakınız başka illeri, yöreleri, Ankara İstanbul değildir ki Diyarbakır İstanbul olsun. Kürt kökenlilerin hangisinin hakkı bizimkinden az, ya da bizim haklarımız onlarınkinden fazla? Kürt kökenlilere özgü, özel konum ve durum hiç bir ilkeyle bağdaşmaz. Çoğunluğun asıl öğesini azınlık kılmak düşmanlıktan başka bir şey değildir. Almanya, beslediği Kaplan ailesi kendisi için sorun olunca Türkiye’ye geri verdi. Sabancı cinayetinin sanığı Fehriye’yi kimler besliyor? Öbürlerini de. Avrupa’nın ikiyüzlüğü her konuda sırıtıyor. Kemalizm’e karşı çıkanlar, barışa önem vermiyor. Varsa yoksa kendi çıkarları. Atatürkçülüğü, ulusalcılığı, ulus-devleti kendileri için sakıncalı bulanlar, kendi varlıklarını korumak söz konusu olunca, kendi ulusalcılıklarına toz kondurmuyorlar.

Öğrenciler şaşkın. Üniversiteler suskun. Memurlarla işçiler ayakta. Başkent’in göbeği Kızılay’da polis panzerleri sıralanıyor. Zam yağmuru fırtınaya dönüştü. Solda temelsiz, ilkesiz, sağlıksız, göstermelik yapay birliktelik çabaları. Kapsamı dar. Ciddî, etkin ve yararlı bulunmayan kişisel amaçlı, özel hesaplı görülen girişimler. Aykırılık, çelişki, bozukluk, siyasal kadrolaşma sürüyor. Bu ortamda yazımın başlığı “Vur patlasın, çal oynasın!” da olabilirdi. İçerde değişen bir şey yok. Pohpohlayanların beklentileri nedeniyle olacak, dillerinin değişmesi dışında olumlu bir gelişmenin tanığı değilim. Türk Ceza Yasası’nın Cumhurbaşkanınca imzalanıp yayımlanmak üzere Resmî Gazete’ye gönderilmesi, başka yasaların yürürlüğe konulması, anlayış ve tutum değişmedikçe hiç bir olumlu yansıma savunulamaz. Günümüz iktidarının tutkusu sıkmabaş ve imam hatip okulları. Abdullah Gül’ün sıkmabaş yasağının kalkacağını, Millî Eğitim Bakanı’nın meslek liseleri üzerinden imam hatip okulları ayrıcalığının sağlanacağını söylemeleri boşuna değil. Sıkmabaş yasağını getirenler, kullananlarla destekleyicileridir. Onlar bir siyasal simge gibi lâik cumhuriyet niteliğine karşı düşmanlık gösterisi aracı yapmasalardı yasak konulmazdı.

Daha neler

Kimileri her şeyi bildiğini, hem de herkesten iyi bildiğini sanarak konuşup yazıyor. Bilgileri yetersiz, terbiyeleri düşük olduğundan düşünce ve görüşleri değil, kişilik ve onuru eleştiriyorlar. Onların istedikleri gibi konuşup yazmaları demokrasi gereği, sizin düşünce ve görüşlerinizi açıklayıp savunmanız değil. Böyle bir çarpıklık, hiçbir uygarlık, demokratlık, bilimsellik gereğiyle bağdaşmaz. Şöyle ya da böyle bir köşe ele geçiren, bir köşeye yerleştirilen, içtenlikle değil aylıkla yazı yazan kimileri akılları ersin ermesin kendilerinden döktürüyorlar. Özellikle hukuksal sorunların, bilimsel konuların kaynakları, dayanakları, ulusal gerekleri, karşılaştırmalı değerlendirmeleri, ortam, olanaklar, koşullar, uyulması zorunlu kurallar gözardı edilerek, kişisel eğilimler ve istekler ölçü alınıyor. Özelde uygun düşen, işe gelen düzenleme Anayasa’ya aykırı ise iptal oyu kullanılır. Konu üzerinde yeterli eğitimi, bilgisi olmayan kimselerin demokratik hakları kapsamındaki eleştiriyi kendine göre yapması ayrı, buna katılmayanları suçlama çirkinliği ayrıdır. Adaletin ideolojisi yalnızca adalettir. Adalette ve sanatta hatır asla gözetilemez. Yargıçlık nitelikleri ile meslek gereklerine uymayanlar yargılama görevi yapamaz. Hukuk Fakültesi diplomasıyla Avukatlık Ruhsatnâmesi kişiyi hukukçu yapmaya yetmeyen, biçimsel dayanaklardandır. Faşistlikten şeriatçılığa soyunanlar, Atatürkçülüğü karalayıp kötüleyenler bir bahane bulup sataşır ya da saldırırlar. Benim özelleştirme konusundaki Anayasa Mahkemesi Kararı’na kullandığım karşıoyumda sözünü ettiğim “Atatürkçü ekonomi düzeni”ni kavrayamayan, Atatürk ilkelerine dayanan ekonomik yaşamın Türkiye’mizi ulaştıracağı düzeyi kestiremeyenler, çağdaş ve gerçekçi yöntem ve yönelişleri egemen güçlerin sözcüleriyle birlikte eleştirirler. Cumhuriyet’in ilânından önce 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan 1. İktisat Kongresi’nde Mustafa Kemal’in (TBMM Başkanı ve TBMM Orduları Başkomutanı iken) yaptığı anlamlı konuşmanın ereklerini bilincine yerleştiremeyenler ulusalcı ekonomiyi bilemezler. Devletçiliği savunan kimileri bunun özel girişim karşıtlığı olduğunu savunurken, özel girişimi savunan kimileri de aynı yanılgıyı ortaya koyar. Mustafa Kemal’in CHF 1931 Kurultayı’ndaki konuşması, notları unutulur. Osmanlı borçları ödenir, millîleştirmeler yapılır, ülke bayındır kılınırken ne borç alınıyordu, ne enflâsyon, ne devalüasyon vardı. 1 doların karşılığı 94 kuruş idi. 1930’ların ilkeliliğini, tutarlılığını, devingenliğini, devrimciliğini, gerçekçiliğini unutturmak için o yılları tümüyle karalayanlar bugünkü iç ve dış borçlarla câri açığı içine sindirebilen nankörler ve yalakalardır. Atatürkçü ekonomi, kendimize özgü kalkınma çabalarının felsefesinin adıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kazanılan tam bağımsızlığı, özgürlüğü ve ulusal egemenliği özenle koruyarak ekonomik atılımlarla çabaların, yabancılara bağımlı olmadan, borca boğulmadan, kendi kaynaklarımıza öncelik vererek kalkınmaya özgülenmesidir. 1982 Anayasası’nda özelleştirme yoktur. Anayasa Mahkemesi, özelleştirmeyi yorumla uygun bulmuş, ancak uygunluk denetimine getiriler kurallarla özelleştirme yapılamayacağını karara bağlamıştır. Yağma, peşkeş, başka sakınca yollarını kapatmıştır. Ekonomik alanda benimsenen doğrultu, Mustafa Kemal’in belirlediği ilkelerin yeğlenmesiyle anlam kazanır, yararlı olur. Karıştırıcılar, yabancı hayranları, Atatürkçülüğün ne olduğunu da bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor. Atatürkçülük dogma değildir. Türkiye’mize özgü kurtuluş, kuruluş ve yaşam biçimi, dünya görüşü, sürekli kendini yenileyen devrimci bir düşünce dizgesidir. “İtikat”tan (inançtan) çok çok üstündür, daha değerli ve daha önemlidir. Siyasal inanç ve siyasal düşünce, siyasal ve ulusal amaç bileşkesidir. Kötüleri, kötülükleri bırakıp Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye saldıranların neyinden kuşkulanılsa haklarında ne söylenip yazılsa yeridir.

AB’ne AKP değil Atatürk sayesinde gireceğiz

Araştırıp soruşturmadan, tartışıp öğrenmeden birbirlerine bakarak, alıntılarla eleştirmeye kalkışanlar yanılmaktadır. 1919’lar, 1923’ler, 1925’ler, 1930’lar bugünlerin temelidir, yarına bile ışık tutmaktadır. O koşullarla başarılanlar bugünlerde başarılamayanlara bakmak yeter. Lozan’da ödün verildiğini, ulusal çıkarlara aykırı davranıldığını yazarak kurtarıcı ve kurucularla birlikte tüm kazanımlarını karalamak isteyen bir gerici ortaklığı var. Savaştan yorgun çıkmış, yokluklar ve yoksunluklar içindeki bir ülkenin yeterli gücü vardı da kullanmadı mı? Her istediğini almak kolay mı? Bugün Silâhlı Kuvvetleri, ekonomik olanakları, öbür tüm kurumlarıyla birlikte 70 milyonluk Türkiye her istediğini alabiliyor mu? Yaptırabiliyor mu? Bugün 1920’lerin tersine, boyun eğikliği var. Eğilenin ezileceği unutularak verilen ödünler var. Lozan’da alınabilecek her şey alınmıştır. Bağımsızlık, hukuk devleti kesinleşmiş, kapitülâsyonlar kaldırılmıştır. Avrupa’lılar beklediklerini bulamamışlar, umdukları kursaklarında kalmıştır. O gün alamadıklarını bugün almışlardır, almaktadırlar. Bunlara karşın düğün-bayram havası estirilmektedir. Başbakan bile “Bu bir başlangıçtır, sonuç değildir” derken, sonu belirsiz, belki de 15-20 yıl gerektiren, sonuçsuz kalması olası bir durum söz konusu iken, her şey bitmiş, AB’ne girilmiş gibi çok abartılı yorumlar, değerlendirmeler, yansıtmalar birbirini izlemektedir. Koşulların ağırlığı, aşağılayıcı tutum, ayrı uygulama, eşitliğe ve hakkaniyete aykırı yöntem unutulup başarıdan söz ediliyor. Neyin başarısı? Ne başarı? Kim başarılı? Bilgisizler, bağnazlar, çıkarcılar kuru gürültüyle toplumu aldatıyor. Fransa’nın Türkiye’nin katılımı için halkoylamasına gideceğini söylemesi, görüşmenin her evresinde kesilmesi olanağı, Almanya’dan yükselen itirazlar, sonuçta her üye ülkenin yasama organında oylama, önümüzde dağ gibi durmaktadır. Şimdiden olumsuzlukları görmezlikten gelip etekleri zil çalarcasına yandaşlık Avrupa’nın daha çok bastırmasına, daha çok oy isteyip almasına, bizim daha çok zarar etmemize yol açacaktır. “Ne isterseniz yapmaya hazırız, ne verirseniz yetiniriz” izlenimi uyandırılırsa Avrupa her şeyimizi ister. Henüz fol yok, yumurta yok. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Gümrük Birliği içine almak bile onlar için yeterli değil. Tanımayı dayatacaklar. Durumda genel bir düzelme, iyileşme, yükselme varmış, hiç bir koşul getirilmemiş gibi davranmak yalnıştır. Yargının ve eğitimin siyasallaşmasına göz yumulur mu? İlerleme Raporu bir oyalamadır. Bir koşullar çizelgesidir. Bahaneler görüşmelerde dizi dizi gelecektir. AKPM, KKTC’li parlamenterlerin rumların oluruna bağlı kalmaksızın çalışmalara doğrudan ve etkin katılımına karar verdi. Genel Kurul’un ve komisyonların tüm çalışmalarına katılıp konuşabilecekler ama oy kullanamayacaklar. 4.10.2004’te de kabul edilen memorandumun sonucunda katılacak üye zaten 1 kişi olacak. Demek istediğim, AB’nin Güney Kıbrıs’ı tanıtma baskısı öyle ya da böyle sürecektir. Lozan’ı değiştirme çabaları artacak, uluslararası anlaşmalara konulan haklı çekincelerin kaldırılması istenecek, Türkiye’yi güç duruma düşürüp yıpratıp yıkma çabaları kürtçüler kullanılarak geliştirilecek, demokratik gelenekler, ulusal yapı, eğitim, bilim, hukuk vd.nin sözü bile geçmeyecektir. Geçmişi, kökü, bağlantıları, eğilimleri düşkünlükleriyle karışışık ve karanlık kişilerin övgüleri, sergilenen dalkavukluklar tiksindirici. AB’nin uygun gördüğü dinci-ırkçı yapı, Türkiye’nin gerçeğine ırasına, yaradılışına uygun değil. ABD’nin ılımlı İslam pompalaması dine aykırı, dinin güvencesi olan laikliğe ters. AB yapılanmasında yasama organı değil, Bakanlar Konseyi üstte ve daha yetkili. Sözde çağdaş demokrasi. İşlerine öyle geldiği için. İlerleme raporu haklarımızı vermedi.Öbür aday ülkelerden farklı koşul ve yöntem gelecekte karışalaşacağımız güçlüklerin belirtisidir. Türkiye’deki AB Komisyon Temsilicisi Hans Jörg Kretschemer’in sözleri de olumsuz yaklaşımın kanıtıdır. Kürt kökenlileri azınlık yapmak ve hepsi varolan kültürel hakları ayrımcılıkla istemek gibi. Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs, Patrikhane, Ruhban okulu koşullarını sıralaması da böyle. Günümüz Başbakanı’nın “medeniyetler uzlaşması” nitelemesi ve savunmasıyla uygarlıkla dini bir tuttuğu, Türkiye’yi İslam dünyasının temsilcisi gördüğü kanısı verilmek isteniyorsa bu da yanılgıdır. AB’ne eşit ve onurlu girmeyi, ödün vermeden, yitiklerle yıpranmadan katılmaya karşı çıkan çok az olur. AB’ne girmek için anahtar olacak Gümrük Birliği şimdilerde kilit oldu. Her şeye karşın AB’ne gireceksek yine Atatürk sayesinde gireceğiz. O’nun cumhuriyetle Avrupalı’lı kıldığı, Avrupa düzeyini sağladığı, onlar başarılmasaydı bugün asla Avrupalı sayılmayacağımız gerçeği, bu yargıya ulaştırıyor. Bugünün iktidarı hiçbir olumlu gelişmeyle övünemez.

Olacaklar olmuyor

olmayacaklar oluyor

31 Mart Ayaklanması’nda kaçarak idamdan kurtulup Isparta’ya sürülen, şeriata dayanan İslam Birliği’ni savunan, Nakşibendilik’e bağlı Nurculuğun kurucusu, cumhuriyet düşmanı, hükümlü Bediüzzaman Said-i Nursi (Kürdi) ağırlıklı sempozyum düzenlenmesi, sözde bilimadamlarının katılımı yanında iktidar ağırlıklı destekçilerinin ve izleyicilerinin çokluğu AB’ne katılma öncesinde nerede bulunduğumuzun ve toplumsal düzeyimizin bir göstergesidir. Ilımlı İslam dayatmalarının yeni bir açılımı olan bu toplantı bir başlangıçtır. İktidar hastalığı siyasal mikropları çeker. Toplumsal ve ulusal bedenin sağlığı dayanma gücüyle ölçülür. Aydınların dağınıklığı, ayrılığı bağnazları sevindirmektedir. Bu gerici gidişler ve kadrolaşma ikinci bir 31 Mart’ı getirebilir.

Zana ve arkadaşları AB’nin kucağında mutluluk gülücükleri dağıtırken PKK/Kongra-Gel’in mayınlarıyla yeni şehitler verilmektedir. Suriye kökenli kürt şarkıcı Ciwan Haco’nun İstanbul’daki konserinde baş terörist A. Öcalan için sloganlar atılabilmektedir. Dış güçlerin kuklası teröristlere karşı önleme çalışmalarını durdurup engellemek için canlı kalkan olmaya kalkışanlara rastlanmaktadır. Tokat’ta öldürülen DHKP-C militanlarının cenazeleri Küçükarmutlu sokaklarında dolaştırılabilmektedir. Dördüncü sınıf Türkçe kitaplarında q, x, w harfleriyle abcmiz 32 harfe çıkarılmaktadır. Tokat SSK Hastanesi’nde baylar ve bayanlar için ayrı ilaç dağıtımı “Bay Doktoru” ve “Bayan Doktoru” uygulamasıyla genişlemektedir. Emniyet Genel Müdürü G. Aydıner ülkemizde 5’i radikal dinci olmak üzere eylemde 10 terör örgütü olduğunu açıklarken, Genelkurmay Başkanlığı’nın 2002’ye ilişkin 12 sayfalık raporunun sonuç bölümünde tehlike olarak gösterilen şeriatı üniversite açış konuşmasında Cumhurbaşkanı başlıca tehlike olarak vermektedir. Tehlike gerçekten büyüktür.

İktidarın başı, yasamanın yürütme ve yargının üstünde olduğuna ilişkin ilkel görüşü nedeniyle haklı tepkiler aldı. Anayasa hukukunu bilmemesi bir yana, yürürlükteki anayasanın başlangıçtaki bölümüyle öbür kurallarını da bilmediği, okumadığı, okusa da anlamadığı görülüyor. Parlamenter demokrasi, güçler ayrılığı ilkesinin ortaya çıkışı, yayılıp benimsenmesi ve Türkiye uygulaması konusunda bilgiye gereksinimi var. Astlık-üstlük sözkonusu olmadan uygar işbölümü ve işbirliği ile her gücün-erkin kendi işlevini yerine getirme özeni amaçtır. Aklın ve bilimin dokuduğu Atatürkçülük dizgesindeki ilkeler bu konuda da çağdaş çizgiye yöneliktir.

AB’nin kimlere niçin ödün verdiği, AB İlerleme Raporu’nun açıklanmasıyla Almanya’daki kürtçülerin bayram yaptığı, Yunanlılarla rumların dikleştiği gözönünde tutulursa bize karşı oluşların ve oluşumların güçlendiği anlaşılır. Barzani kimlere güvenerek rest çekiyor? Kimi yazarlar ülkemizde “adam olmadığını, partilerden adam çıkmadığını, kaç düzgün adam var sorusuna yanıt veremediğini” üzüntüyle açıkladılar. “Elbet adam vardır ama sayı vermemiz güç” diyememeleri daha üzücü.

Açıklarımız yalnız bütçede, ticaret hesaplarında değil. Düşünsel ve ahlâksal alanlarda da açıklarımız artmaktadır. Çok boyutlu sorunlar siyasal dengenin, toplumsal barışın ve ulusal dayanışmanın önemini daha da arttırmaktadır. Çanlar bizim için çalıyor. 81. yıldönümünü kutlamaya hakkımız olup olmadığını düşünerek kendimizi sorgulayalım. Biz üzerimize düşenleri gerektiği gibi yapsaydık böyle olur muydu? İtilip kakılan yalvaran ve yakaran bir devlet hepimizi utandırır. Bize böyle bir devlet emanet edilmedi. Sahip çıkmalıyız.

Not: Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin 77. yıldönümü ve Ahmet Taner Kışlalı’nın 5. ölüm yıldönümünde onları saygı ve bağlılıkla ve yaraşır olma özlemiyle anıyorum.

http://www.turksolu.com.tr/67/ozden67.htm