19 Şubat 2015 Perşembe

PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin bölünüşünü ilan Eden Kanun




  PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin 
bölünüşünü ilan Eden Kanun 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi,
28 Haziran 2014 Cumartesi
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.



Türkiye 2013 yılı başından itibaren sözde çözüm süreci olarak adlandırılan bir süreç yaşıyor. Türk milleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, iktidar partisinin 
milletvekilleri ve hatta hükümet üyelerinin bile içeriğini bilmediği çözüm sürecini yasal güvence altına alacak kanun tasarısı 26 Haziran 2014 tarihli 
Başbakanlık yazısıyla TBMM'ye sevk edildi.

Kanun Tasarısı Üzerine Genel Değerlendirme 

Süreçten sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay konuyla ilgili yaptığı açıklamada "artan kamuoyu desteğiyle birlikte sürecin olgunlaştığı safhada 
bulunuyoruz ve nihai çözüme doğru, kararlı şekilde ilerliyoruz. Bu çerçeve yasa tasarısı tam da bu sırada bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı" diyerek yasa 
tasarısını niye şimdi hazırladıklarını açıklıyor. Türkiye daha çözüm sürecinin içeriğini bilmezken, kamuoyuna ilk sunulduğunda üç aşamadan (PKK'lıların 
çekilmesi, silahlara veda, entegrasyon) oluşacağı belirtilen sürecin daha birinci aşamasının tamamlanıp tamamlanmadığı konusunda hükümet, Kandil, 
İmralı'dan farklı açıklamalar gelirken, sonraki aşamalar önemli değil mühim olan kan akmaması denilerek eleştiriler geçiştirilirken, Başbakan Yardımcısı 
Atalay'ın açıklamasından anlaşılıyor ki hükümete göre çözüm sürecinde sona gelinmiş. Yasa tasarısının içeriğine bakmadan bile hükümetin açıklamaları ve 
gerçekteki gelişmeler arasında tam bir çelişki ve tutarsızlık olduğunu görüyoruz. Bu durum tasarının zamanlaması, gerekçeleri, içeriği, samimiyeti 
hakkındaki şüpheleri artırmaktadır.

Başbakan Yardımcısı Atalay'ın bu tasarıyla ilgili muhtelif zamanlarda yaptığı her açıklamada 19 Mayıs'ta yaptıkları toplantıya sürekli referans vermesi, 19 
Mayıs'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına giden yoldaki başlangıç noktası olduğunu hatırlanırsa, son dönemdeki moda tabiriyle "manidar"dır.

Bu yasayla ilgili en başta söylenecek husus, hükümetin kendi inisiyatifiyle anayasa ve yasalara aykırı olarak yanlış denklem ve şartlarla başlattığı bir 
süreci şimdi devlete mal etmeye, bir gün yasal bir yaptırıma maruz kalınması halinde sorumluluklarını ve muhtemel cezai yaptırımlarını devletin kurumlarına 
yansıtmayı hedeflediğidir.

Diğer taraftan, sözde çözüm sürecinin başlamasından itibaren Öcalan ve Kandil sürecin TBMM'den geçirilmesi yani yasal güvenceye alınması gerektiğinde ısrar 
ediyorlardı.  Bu kanun tasarısı hükümetin derin değerlendirmelerinin sonucunda değil, PKK'nın dayatmalarıyla gündeme gelmişti, yani PKK'nın istediği ve 
hazırladığı bir yasadır. Bunu sağlamak için de Öcalan hükümeti sürekli olarak "bu yaptığımız kanunen suç, hepimiz yargılanacağız" diye adeta korkutuyordu. 
Zaten ömür boyu hapis cezası almış bir kişi başka bir ceza alsa ne olacaktı ki; ama amaç her zaman olduğu gibi tehdit ve şantaj politikasıyla hükümeti 
taleplerini kabule zorlamaktı. Ayrıca çözüm süreci altında hükümeti müzakere masasına oturtmuş olan PKK terör örgütü, Türk devletine karşı mücadelesinde 
ulaşabildiği en yüksek pozisyondayken bunu TBMM'den geçirtebilirse bundan sonra hükümet de değişse, süreç yarıda da kalsa yeni sürece ya da yeni mücadelesine bu pozisyondan (müzakere masasına oturmuş eşit iki taraftan biri) başlamayı garanti altına almış olacaktır.  Bu durum önümüzdeki dönemlerdeki uluslar arası girişimlerde ya da PKK'nın tek taraflı kararlar (müzakerede anlaşamadık biz ayrılıyoruz, kendi bölgemizde kendi yönetimimizi kuracağız gibi) almasında terör örgütüne hayati inisiyatifler verecektir.

Daha haberin duyulduğu ilk andan itibaren kamuoyunda bu yasa tasarısının Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olduğuna ilişkin oluşan genel kanıdır ve 
gerçekte de öyledir. Basına yansıdığı üzere 2006'dan bu yana hükümetin PKK ile yürüttüğü gizli görüşmeler o tarihten itibaren seçimler öncesinde hep PKK'nın 
eylemsizlik uygulamasıyla sonuçlanmış, hükümet bunu propaganda amaçlı kullanmış, seçimlerde başarılı çıkınca PKK'nın talepleri birer ikişer demokratikleşme paketleri adı altında uygulamaya sokulmuştu.  Şimdi de benzer ilişki ağı tekrar hayat buluyor. Ama bu sefer hem hükümet hem de PKK, her iki taraf açısından altın vuruş zamanı. PKK Türkiye'de iktidarın muhtemel el değiştirmesinden önce müzakere yapabildiği AKP iktidarı döneminde nihai hedefine (Öcalan'ın özgür kalması, güneydoğuda bağımsız / Özerk Kürt yönetimi) ulaşmayı arzu ediyor. AKP hükümeti de Kürt orijinli seçmenin de desteğiyle kendi adayının Cumhurbaşkanı olmasını istiyor. Dolayısıyla her iki tarafta son kozlarını oynuyor. İşte Öcalan'ın taleplerinin hemen uygulamaya sokulması teknik olarak mümkün olmayacağından en azından bu taleplerin sağlanacağının yasal garantiye alınması, bu konuda hükümetin elinin kolunun bağlanmasını en iyi seçenek olarak görülmüştür. Bu yasa tasarısı işte bunu gerçekleştirmektedir. Yani hükümet kendi çıkaracağı yasayla aslında kendini hapisteki bir terör örgütü liderine mahkum etmektedir.

Yasa Tasarısının İçeriği Üzerine Değerlendirme

Yasa tasarısı 5 maddeden oluşmuştur. Şimdi sırasıyla bunları ele alalım. Ama önce şu ilginç saptamayı yapalım. Yasa tasarısının hiçbir yerinde PKK terör 
örgütünün adı geçmemektedir. Sadece madde 2.(1)(c)'de "silah bırakan örgüt mensupları..."   ifadesi geçmektedir. Metinde örgütle terör kelimeleri yan yana 
getirilmemiş, PKK'nın adı anılmamış sanki muhatap olunacak yapı terörle ilişkili değildir algısı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Birinci maddede amaç ve kapsamı açıklanırken terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için yürütülen çözüm sürecine ilişkin 
usul ve esasları belirlemek olarak ifade edilmiş. Evet, anladık çözüm süreci terörü sona erdirmek ve toplumsal bütünleşme için uygulanacak; ama çözüm süreci ifadesinin altında, içinde ne olduğu yasa tasarısı metninde geçmediği gibi çözüm sürecinin ne olduğunu açıklayacak bir referans da verilmemiş (olmayan bir şeyi ya da sadece Öcalan'ın bildiği bir şeyi yazmak da kolay değil tabii). Yani içi boş istediği şekilde doldurulacak, Öcalan/PKK'dan talepler geldikçe yazılacak 
bir tanım ve süreç. İşte böyle içi boş hayali bir konuda hükümete ve uygulayıcılara anayasaya aykırı şekilde sınırsız yetki ve dokunulmazlık hakkı 
verilmesi isteniyor.

İkinci maddede uygulama, izleme ve koordinasyon başlığı altında hükümetin çözüm sürecinde yürüteceği çalışmalar sıralanmış. Normal şartlarda bu maddede belirtilen çalışmalar için hükümetin ayrı bir yetki almasına gerek yok ancak hükümet terör örgütüyle yürütülen ancak kendi kontrolünde olmayan sözde çözüm süreci kapsamında anayasaya ve yasalara aykırı biçimde uygulamalar yapıldığını, tavizler verilebileceğini, bizzat terör suçunun içinde olanlarla işbirliği-müzakere yapıldığını, devlete karşı suç işlemiş kişilere yetki ve pozisyonlar verilebileceğini öngördüğünden (zaten 2013 başından bu yana fiilen 
yapılıyor) olacak ki bunlardan kaynaklanabilecek yasal yaptırımlardan kurtulmak için yasal ve meşru olmayan yetki ve dokunulmazlık istiyor.  Düşünebiliyor 
musunuz, son 30 yılda 40.000 kişini hayatına neden olmuş terör örgütünün hapisteki lideri ve Kandil'deki diğer teröristler, şimdi kendi yarattığı sorunun 
çözümünde sözde iyi niyetli muhataplar olarak TC devletiyle eşit statüde masaya oturabilecek, devlet imkanlarıyla görüşmelere getirilip götürülecekler, 
korunacaklar, hiçbir şey yapmamışlar gibi el üstünde tutulacak, devletin yönetim ve karar mekanizmalarına girecekler, Türk milleti adına karar verecekler. 
Hayatın doğal akışına aykırı bu uygulamanın halk tarafından itirazsız kabul edilmesi isteniyor, bunun benimsenmeyeceği bilindiğinden şimdi anayasa ve 
yasalara aykırı meşru olmayan yasayla zorla uygulanmak isteniyor.

İkinci maddede ifade edilen "silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alır" 
ifadesiyle PKK'lı teröristlere sorgusuz sualsiz, yaptırımsız, 40.000 kişinin hayatının kaybetmesine neden olan suçlar için herhangi bir ceza öngörmeyen bir nevi af uygulamasının hayata geçirileceği kabul ediliyor. Bir nevi af diyorum çünkü PKK af istemiyor (çünkü onlar haklı bir mücadele yaptıklarını af edilecek 
pişman olunacak bir şey yapmadıklarını iddia ediyorlar, bunu da hükümete kabul ettirmiş gözüküyorlar ilk işaretini de Habur olayında vermişlerdi), onun için 
zaten bu maddede af kelimesi kullanılmamış. Bu maddeye göre olacak olan şudur; Öcalan/PKK taleplerinin tamamen karşılandığını ve uygulamaya sokulduğunu, anayasa ve yasaların değiştirildiğini görünce biz silah bıraktık deyip hiçbir şey olmamış gibi içimize karışacaklar, yaptıklarıyla övünecekler, siyaset yapacaklar.  Yani inisiyatif onlardadır, sürecinin yürüyüp yürümediğine, bitip bitmediğine, tamamlanıp tamamlanmadığına, silahı bırakıp bırakmadıklarına, ne zaman döneceklerine onlar karar vereceklerdir.

Üçüncü maddede yetki ve sekretarya başlığı altında "çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya yetkilidir" ifadesiyle hükümete sınırsız yetki 
veriliyor. İkinci maddede belirttiğimiz gibi içi boş, sanal bir çözüm süreci ifadesini bu maddedeki "gerekli kararları almaya yetkilidir" ifadesiyle birlikte 
düşündüğümüzde hükümet yaptığı her şeyi, aldığı kararları (askerin operasyon yapmasının engellenmesi, askerin bölgeden çekilmesi, Kuzey Kürdistan adının 
resmileşmesi, PKK asayişlerinin bölgede kontrolü ele almasını, bölgede fiili özerklik uygulamasına göz yumulması ve fırsat buldukça yasal düzenlemelerin 
yapılması, Öcalan'ın karşı tarafın tek yetkilisi olarak doğrudan basına ve halkla irtibat kurabilmesi, Öcalan'ın önce ev hapsine sonra tamamen özgürlüğüne 
kavuşturulması, Kandil'in doğrudan hükümetle ve Öcalan'la görüşmesinin sağlanması vs) çözüm süreci içine sokabilir.

 "Gerekli" kelimesi o kadar geniştir ki hele bir de yaptıklarınızdan dolayı cezai sorumluluğunuzun olmayacağını (dördüncü madde) bilirseniz kararlarınızın 
ve yaptıklarınızın anayasal ve yasal olmasına bakmazsınız. Dördüncü maddede kararlar ve yerine getirilmesi başlığı altında "verilen görevleri yerine getiren 
kişilerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz" ifadesiyle hükümete ve hükümetin kararlarını uygulayanlara tam dokunulmazlık sağlamaktadır.

Hem üçüncü hem de dördüncü maddede verilen sınırsız yetki ve dokunulmazlık/sorumsuzluk TC anayasasının ruhuna ve maddelerine (Başlangıç 
Kısmı,38.madde, 91.madde) aykırıdır. Çünkü hiç kimse anayasadan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaz, işlenen suçlar suçun işlendiği tarihteki yasaya göre cezalandırılır. Bu yasa tasarısının beşinci maddesine göre yasa yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerlidir. Ama hükümet basına da yansıdığı gibi 2006'dan itibaren gizlice, 2009'dan itibaren açılım politikaları kapsamında, 2013 başından itibaren de açıkça sözde çözüm süreci kapsamında PKK terör 
örgütüyle görüşmektedir, PKK'nın dayatmalarını hayata geçirmektedir. Bunlar mevcut Anayasa ve yasalara göre suçtur ve şimdi çıkarılacak bir kanunla o 
suçların yok sayılması anayasa ve yasalara göre mümkün değildir. Yasa bu haliyle hükümetin yasal açıdan sorgulanmasını engelleyemeyecek, sadece Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt orijinli seçmenlerden oy alınmasını sağlayabilecektir (bu yasa çıktıktan sonra gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürtlerin AKP adayına oy vereceği nasıl garanti edilecek (belki gizli bir anlaşma imzalanmıştır) soru işareti olarak kalmaktadır). Ama yasa bu haliyle PKK'nın zaferini, kazanımlarını güvence altına alacak dolayısıyla da pratikte sadece ona yarayacaktır.

Genel Gerekçe Metni Üzerine Değerlendirme

Genel gerekçe metni çözüm sürecini öven, hamisi ifadeler içeren, gerçekleri yansıtmayan (toplumda ayrışma-bölünme artmasına aidiyetin arttığından 
bahsediyor, terör örgütünün süreç boyunca saldırı, adam kaçırma, tehdit, şantaj ve köy korucularını şehit etme olaylarına rağmen 19 aydır hiçbir terör olayının 
olmadığı ifade ediliyor) ifadelerle doludur.

Bu yasa tasarısının Öcalan'ın dayatması olduğunu, PKK'nın talebi olduğunu gösteren en önemli kanıt da bu gerekçe metninde yer alan ve Öcalan'ın söylediği "çözüm süreci çok boyutlu ve değişik aşamalar içeren dinamik bir süreçtir" ifadesinin tam olarak metne dahil edilmesidir. Çünkü hükümet bu söze dayanarak yeni durumlarda yeni adımlar atmak gerekir bu yasa da şu aşamada gereklidir savıyla bu yasayı gündeme getirmişlerdir.

Ama gerekçe metninde yer alan "bir hukuk devletinde çözüm süreci çerçevesinde görevin ifası niteliği taşıyan faaliyetler nedeniyle kişilerin hukuki, cezai ve idari yönlerden sorumlu tutulma tehdidi altında kalmaları da kabul edilemez"  ifadesi tam bir hukuk garabetidir. Hiç bir suç cezasız kalamaz. Hem hukuk devletinden bahsedeceksiniz, hem de kurum ve kişilere karar ve uygulamalarından kaynaklanan hata ve suçlara karşı hiçbir hukuki ve cezai sorumluluk verilmeyeceğini aynı cümlede yazabileceksiniz.

Yine aynı metinde "dünyadaki benzer süreçler incelendiğinde sorunun niteliğinden ve ülkelerin kendi özgün şartlarından kaynaklanan farklı fiili ve yasal uygulamaların söz konusu olduğu dikkat çekmektedir" ifadesi aslında bugüne kadar söylenenlerin ve yapıların yanlış olduğunun ifadesidir. Çünkü PKK ile görüşülmesini, müzakere edilmesini savununlar, destekleyenler hep İRA, ETA, Mandela örneğini vermişler, bizim de onların metodunu izlememiz gerektiğini 
dayatmışlar ve sonunda uygulatmışlarıdır. Şimdi gerekçe metninde sanki hükümet farklı bir yöntem izliyormuş, bu yasa onu sağlayacaktır demek abesle iştigaldir.

Yasa Tasarısına Tepkiler

Hükümet çok iyi bir şey yaptığını düşünmektedir. Tek muhatapları Öcalan ise bunu tarihi bir gelişme olarak nitelemiş ve kendisinin tarih yazdığını ima etmiş, her zaman olduğu gibi en büyük payeyi kendine vermiştir. Öcalan ve hükümet baştan bu yana CHP'yi bu sürece angaje etmeye çalışmıştı. CHP verdiği tepkiyle bu sürece artık dahil olmuştur. Aslında CHP'de bu konuda tek belirleyici olan milletvekili Sezgin Tanrıkulu ilk açıklamalarında neredeyse AKP milletvekillerinden bile daha fazla tasarıya destek (hukuki, ,idari, adli, cezai sorumsuzluk verilmesi uygun değildir görüşüyle) vermiştir. CHP genel başkanı da aynı görüşü dillendirmiştir. TBMM'de bu husus biraz yumuşatılıp örneğin hukuki-idari-adli soruşturma açmaya izin yetkisi Cumhurbaşkanına verilebilir ve CHP'nin yasaya oy vermesi sağlanabilir. Böylece hükümet Türkiye'nin bekasını tehdit eden sürecin uygulanması konusunda siyaseten daha güçlü hale gelebilir. Evet bu madde önemlidir; ama tasarının ikinci maddesinin hükümete sınırsız yetki veren hükümlerinin anayasaya aykırılığı ortadan kaldırmıyor.

Sonuç Olarak;

Hükümet altını, içini dolduramadığı çözüm sürecini yasal zemine oturtmak maksadıyla bir yasa tasarısını TBMM'ye sevk etmiştir. Bu yasa tasarısındaki iki 
maddeyle hükümet sınırsız yetki ve dokunulmazlık istemektedir. Ucu açık ifadeler içeren, yetki ve sorumsuzluk açısından sınır tanımayan, uygulama ve kullanma açısından zaman sınırlaması koymayan bu tasarı anayasa ve yasalara aykırıdır. 

Hükümet çözüm sürecinin ne olduğunu açıklayamamaktadır. Çünkü Türkiye'nin bekasını tehdit eden hususlar içeren, ne zaman ve nasıl ilerleyeceğini sadece 
Öcalan'ın bildiği sözde çözüm sürecini Türk milletine açıklamak ve ikna etmek kolay değildir. Çünkü süreç hükümetin ya da zaman zaman Öcalan'ın kamu oyuna açıkladığı içerikte değil kamuoyuna sızdırılan Oslo ve İmralı görüşme tutanaklarındaki esaslar ve mutabakatlara göre yürümektir. İşte bu yasa tasarısı bu sızdırılan tutanaklarda bahsedilenleri yasal güvenceye alacak bir metindir. 

Bu yasa tasarısının mantığı yeni MİT kanunundan farklı değildir. MİT kanunu MİT personeline sınırsız yetki ve sorumsuzluk, dokunulmazlık verirken, yeni tasarı 
hükümet üyelerini ve çözüm sürecinde görev alanlara ve tabii ki MİT personeline ikinci kat yetki, sorumsuzluk, dokunulmazlık sağlayacaktır. Tabi hükümete 
"gerekli" gördüğü kararları alma ve uygulama yetkisi vermekte, bunların anayasa ve yasalara aykırılığı durumunda suçlanma kaygısı olmayacak. Belki uzun vadede bunlardan da önemlisi bu yasa tasarısı bu haliyle geçerse PKK tarihinin en düzey kazanımlar seviyesine ulaşmış olacak, bir devletle müzakere yapan eşit taraf statüsü kazanacak, herhangi bir şekilde bu süreç aksar, yarım kalırsa bu statüden yeni mücadelesine başlayacak, daha alt seviyeye geri dönüşü olmayacaktır.

Çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte hükümetin askerin operasyon yetkisini almasıyla en zor durumdayken bile alanda askere karşı üstün pozisyona geçen, 
askeri bertaraf eden PKK bu yasayla siyasi alanda da zaferini ilan etmiş olacaktır. Sızdırılan zabıtlarda Öcalan'ın dediği  "bu süreç sonunda hepimiz 
özgür olacağız" sözü gerçekleşmiş olacak, çünkü bu yasa Öcalan'ın özgürlük kapısını açmaktadır. Ayrıca bugün fiilen PKK'lı teröristlere terk edilmiş 
bölgede Kuzey Kürdistan adıyla ayrı bir bölge olduğu kabul edilmiş olacaktır. Bütün bu gelişmelerden sonra Türkiye'nin bölündüğü gerçeği de ortaya çıkmış 
olacaktır.  

19 Mayıs 1919 Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık yolculuğunun başladığı gündür. Türk milleti açısından anlamlı bir gündür. Ümit ederim başka bir 19 Mayıs günü hükümetin ilk toplantısını yaptığı toplantıyla gündeme gelen bu yasa tasarısının yasalaşıp Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmesinin önünü açması gerçekleşmez.

Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
..

Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar




  Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü       
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
17 Şubat 2015 Salı
Ortadoğu’da Sınırlar Değişirken Casuslar
Ümit Özdağ tarafından yazıldı.



Ortadoğu’da 1918’den aşağı yukarı 100 sene sonra tekrar sınırların değiştirilmeye başladığı bir dönemden geçiyoruz. Ortadoğu’nun her yerinde 
casuslar ve özel harekatçılar bundan 100 sene önce olduğu gibi cirit atıyorlar. Bundan 100 sene önce de kimlerin cirit attığını ve neler yaptığını ancak seneler 
sonra öğrendiğimiz gibi muhtemelen bugünlerde Ortadoğu’da ve ülkemizde cirit atan ajanlarında kimler olduğunu önümüzdeki yıllarda öğreneceğiz. 1914-1918 
arasında ülkemize en fazla zarar veren ajanın adı Lawrence’dır. Arabistanlı Lawrence diye de anılan Lawrence aslında bir arkeologdur. Yine arkeolog ve ajan olan hocası Hogart aracılığı ile İngiliz istihbarat servisine Birinci Dünya Savaşı öncesinde girmiştir. İngiliz istihbarat servisi, arkeoloji çalışmaları 
görünümlü istihbarat operasyonlarından bilgi toplamakta faydalandığı için bu çalışmaları finanse etmiştir. 1910’da Berlin-Bağdat demir yolu hattı çevresinde 
arkeolojik çalışmalar yaparken, çalışmalar ile ilgili istihbarat toplamaya başlamıştır. Bu sırada demir yolu inşaatında çalışan Arap işçiler ile konuşarak 
Arapçasını geliştirmiştir. Bu çalışmalar sırasında kendisi gibi İngiliz istihbaratına çalışan ve Irak’ın Osmanlı devletinden koparılmasına katkısı olan Gertrude Bell ile tanışmıştır. Lawrence 1914 başında Sina yarımadasındaki su kaynaklarının yerlerini tespit ettikten sonra Haziran 1914’de İngiltere’ye dönmüştür.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Lawrence haritacı asteğmen olarak İngiliz Ordusuna katılmıştır. 1914 sonunda Kahire’deki istihbarat bürosuna 
atanmıştır. Lawrence, istihbarat çalışmalarına yakalanan Türk casus ve esirleri sorgulayarak başlamıştır. Bu sorgulamalar sırasında Suriye’ye kadar uzanan bir 
istihbarat ağı kurmayı başarmıştır. 1915’de Libya’ya giden Lawrence burada İngiliz Ordusuna karşı savaşan Sunisilerin Türk ve Alman subayların yönetiminde gerçekleştirdiği gerilla savaşını incelemiştir. 1915’de Karkemiş’te tanıştığı Ermeniler aracılığı ile Doğu cephesinde görevli Ermeni kökenli Osmanlı 
subaylarının isimlerini tespit etmiştir. Bu isimleri İngiliz istihbaratına bildirmiştir. İngiliz istihbaratı da bu isimleri Rus istihbaratına iletmiştir. 

Rus Ordusu da bu subayları satın almıştır. Ekim 1915’de Ruslar ihanet eden Ermeni Osmanlı subaylarının katkısı ile Erzurum’a saldırılarını başlatmış, Ocak 
1916’da saldırı güçlenmiş ve Şubat 1916’da şehir düşmüştür. Lawrence bu sonuçtan kendisi için büyük bir istihbarat başarısı çıkarmıştır. Londra’nın gözünde de Lawrence’ın önemi artmıştır.

Lawrence Mart 1916’da Türk Ordusu’nun Irak’ta Kut ül Amare’de İngiliz Ordusunu yenmesi üzerine Mezapotamya’ya yollanmıştır. Lawrence’ın buraya geldiğini tespit eden Türk istihbaratı Lawrence satın almayı denemiştir. Enver paşa’nın amcası Halil Paşa, Lawrence önemli miktarda para önermiştir. Lawrence teklifi reddetmiştir. Lawrence’ın bu geziden sonra Arap kabilelerini Türk Ordusuna karşı ayaklandırma fikrini daha güçlü bir şekilde savunmaya başladığı görülüyor. Ve Londra, Lawrence bu projesine gittikçe daha sıcak bakıyor.

Londra, 1916’da Arap Bürosu adlı bir büro kuruyor. Bu büro, Kahire’deki istihbarat servisinden bağımsız bir teşkilat olarak örgütleniyor. Arap 
Bürosu’nun ilk faaliyeti Hicaz Ayaklanmasını örgütlemek oluyor. Ancak Türk Ordusu ayaklanmayı bastırıyor. Bunun üzerine Arap Bürosu Lawrence’ı Hicaz’a 
yollama kararı alıyor. Lawrence, Hicaz’da Faysal’ı keşfediyor. Lawrence-Faysal ikilisi 1917’de Türk Ordusunun iç hatlarına yaptıkları bugünkü adı ile komando 
saldırıları sayesinde ağır zararlar veriyorlar. Artık karşımızda casus Lawrence değil, onu tarihe geçiren özel harpçi Lawrence vardır. Türk Ordusunun 
Lawrence’ın hesabı ile Arap yarımadasını kontrol altına alması için 600 bin askere ihtiyacı vardır. Oysa, Anadolu’nun bu sayıda askeri çıkarması mümkün 
değildir.  Hikayenin gerisini biliyorsunuz.    

Bugünde modern Lawrence’ların Ortadoğu’nun Türkiye dahil her yerinde dolaştığı ve operasyonlarını gerçekleştirdiği görülüyor. Kendinize “Türkiye Ortadoğu’da mı diye sorarsanız?” Ortadoğu’nun Gaziantep’te bittiğini hatırlamamız yeter. Modern Lawrencelar sadece yabancılardan çıkmıyor. Türkler arasında da çok sayıda modern Lawrence var. Lawrence, Türk Ordusu’nun iç hatlarına saldırılar düzenliyordu. Bugün Lawrencelar Türk subayı üniforması ile komutanlarına tuzak kurdurup hapse attırıyor. Modern Lawrencelar, televizyonlarda Türk Milletini “Müzakere ve barış adı altında” görünürde PKK karşısında ancak aslında Ortadoğu’da sınırları yeniden çizmek isteyen Batı karşısında mağlubiyete hazırlıyorlar. Ancak sadece bununla sınırlı değil Lawrence operasyonları. Değişik Batılı ülkelerden özel harpçiler, özel şirket mensubu istihbaratçı ve emekli özel harekatçılar, istihbarat örgütleri mensupları Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi için çalışıyorlar. Modern Lawrencelar çok daha güçlü ve hazırlıklı.

Öte yandan 1918’den buyana geçen 100 yıl içinde çizilen sınırlar oldukça sağlamlaştığı için şimdi sınırların çizilmesine Ortadoğu dinamikleri büyük 
direnç gösteriyor. Örnek Suriye. Aslında Suriye’de sınırların değişmeye başlaması, Irak’ta başlayan parçalanma sürecini, Türkiye, Ürdün, Lübnan, İran ve Suudi Arabistan’a yayacak. İran ve Hizbullah’ın Rusya’nın desteği ile direnmesi, ABD’nin karada savaşmayacak kadar yorgun olması Suriye’nin parçalanmasını şimdilik engelledi. Peki, Türkiye neden Suriye’de Esad’ın devrilmesi ve böylece parçalanmanın başlaması için çalışıyor? Durumu görmediği için mi yoksa çok tehlikeli bir oyunun peşinde olduğundan dolayı mı? 

Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Gerilla ve Kontrgerilla Savaşı 
  Türk Deniz Kuvvetlerine Yapılan Saldırının Sonucu Ne Olmuştur? 
  Kudüs’te Son Türk Askeri 
  Türk Milleti Türkiye’nin Bölündüğünü Görmüyor mu? 
  Hayalin Böylesi: Güneydoğu Anadolu’yu PKK’ya Bırakan Ortadoğu’yu       Şekillendirme Peşinde 
  Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler 
  PKK Müzakereleri, Ayn El Arap ve Bölgesel Değerlendirmeler 
  Amerika Fransa’ya Nükleer Saldırı Yapmayı mı Planladı? 
  Devrimci Selefilik Antiemperyalist mi? 
  Paris’te Olanlar 
  Erdoğan Yönetimi ve Avrupa Ne Diyor? 
  Son Terörist Eylemler Ne Anlama Geliyor? 
  2015’de Batı-Erdoğan İlişkilerinde İki Muhtemel Yol 
  Çocuk Katilleri İçin İdam Cezası Adil Bir Cezadır 
  AKP Hükümetinden Peşmergeye IŞİD'e Karşı Silah Yardımı 
  Cizre’de Gerçekten Ne Oldu? 
  İç Güvenlik Yasa Tasarısı 
  PKK ile Müzakere Süreci Konusunda Bir Eleştiri 
  Kürt Devletini Kim Kuruyor? 
  Hadi Beşar Esad’ı Devirdik… 
  Jandarma Genel Komutanlığı Türkiye'ye Lazım 
  Tunceli’de Ne ve Neden Oldu? 
  Politikleşmiş İstihbarat ve Milli Güvenliğe Etkisi 
  Mustafa Kemal Atatürk ve Aleykümselam- Rahmetle Anıyoruz... 
  Türkiye’nin Önünde Başka Seçenek Yok mu? 
  Türkiye’nin Önündeki Seçenekler: PKK’nın Ezilmesi, İç Savaş, Bölünme,   Askeri Müdahale 
  PKK Konusunda Meselenin Özünü Konuşmak 
  PKK Neden Sivil Kıyafetli Askerlerimizi Şehit Ediyor? 
  AKP, PKK İle Değil Jandarma İle Mücadele Ediyor 
  ABD-PKK Askeri İşbirliği Ne Anlama Geliyor? 
  PKK Terörü-Türk Öfkesi veya Ahmet Hakan’a Mektup 
  Müttefikler Suriye’de Ne Yapmak İstiyorlar?  
  Suriye-Irak Alanında Neler Yapılmalı? 
  Tezkere Suriye’nin Kuzeyinde PKK Devleti Kurmak İçin Mi? 
  Polis Özel Harekat Yeteneksiz Midir? 
  IŞİD Gerçekten Nedir? 
  Terör Örgütlerinin Esir Aldığı Ülke Türkiye 
  IŞİD Karşında Başarılı Olmanın Ön Şartı 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Dergisi İrtibat;
Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 
Belgegeçer: +90 312 489 18 02  
Elektronik Posta: bilgi@21yyte.org 

..

Meral Akşener : Hani Apo ile Görüşme Yapan Şerefsizdi..,





Meral Akşener : Hani Apo ile Görüşme Yapan Şerefsizdi..,





https://www.youtube.com/watch?v=EuGsWmOubCQ

...

KDP- PKK- IŞİD Üçgeni


  KDP- PKK- IŞİD Üçgeni 





21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   
Irak
12 Ağustos 2014 Salı
Merve Önenli Güven tarafından yazıldı.


21. Yüzyıl Dergisi'nin 68. Sayısı'nda yer alan ve 15.07.2014 tarihinde kaleme alınan yazı... 


Irak’ta IŞİD’in silahlı operasyonları bağlamında yaşanmakta olan gelişmeler çerçevesinde Irak/Kandil Bölgesi’nde önemli bir mevcudiyeti bulunan PKK’nın 
varlığı ve süreç dâhilinde takınacağı tutum, bölgedeki dengelerin nasıl şekilleneceği noktasında önem arz etmektedir. Yaşanmakta olan sürecin ortaya 
çıkartacağı sonuçlar, sadece Irak coğrafyasını değil Ortadoğu coğrafyasını da direkt olarak etkileyecektir. Bu bağlamda bu yazıda, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi 
(IKBY) tarafından bağımsızlık ilanına ilişkin söylemler çerçevesinde, Irak’ın kuzeyinde kurulabilecek olası bağımsız Kürdistan’ın, PKK’nın Irak’taki 
mevcudiyetini nasıl etkileyeceği, ne tür sonuçların ortaya çıkabileceği değerlendirilecektir. Bu amaçla da bölgedeki ana aktörlerin pozisyonları, hareket tarzları ve birbirleriyle olan ilişkileri irdelenecektir.       

KDP-PKK

Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve PKK arasında bir güç mücadelesi olduğu bilinmektedir. Bu güç mücadelesi;

-Türkiye-KDP, PKK-KDP ilişkileri bağlamında PKK’nın Kandil’deki mevcudiyetinin KDP’yi arada bırakması,

-Suriye cephesinden bakıldığında, Suriye’de yaşanmakta olan iç savaş bağlamında hem KDP’nin hem PKK’nın bölgede etkin bir güç kazanma çabası içerisinde olması,

-Irak cephesinden bakıldığında da Irak’ta IŞİD’in ortaya çıkardığı yeni dengeler çerçevesinde KDP’nin Irak’ın kuzeyinde bağımsızlık ilan etmesi ihtimali, bağlamında şekillenmektedir.

KDP ve PKK arasında güç mücadelesinin net bir şekilde yaşandığı alanlardan birisi Suriye’dir. Suriye’de 2011 itibarıyla başlayan iç çatışma çerçevesinde 
her iki tarafta, bölgede etkin ve baskın bir aktör olma hedefiyle hareket etmektedir. PKK’nın Suriye’deki mevcut durumuna bakıldığı zaman Demokratik 
Birlik Partisi (PYD) üzerinden Suriye’nin kuzeyinde kendi savunma güçlerini konuşlandırması, özerklik ilan etmesi, kendi meclisini kurması çerçevesinde 
önemli bir hâkimiyet ve hareket alanı kazandığı görülmektedir. Bu bağlamda KDP ve PKK arasında Suriye’de ciddi seviyede bir güç mücadelesi yaşanmaktadır. KDP ise uluslararası arenada kabul gören bir aktör olmasının verdiği avantajla PKK’nın Suriye’de edindiği güce ortak olma arayışındadır.  

İki tarafın güç mücadelesi içerisinde bulunduğu başka bir alan da Irak’tır. IŞİD faktöründen sonra KDP-PKK arasındaki dengeler farklı bir boyut kazanmıştır. IŞİD tehdidi PKK’nın Kandil bölgesindeki varlığını muhafaza etmesi ve Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Irak’taki etkinliğini koruması açısından bu iki unsuru ortak paydada bir araya getirebilir mi?

Temmuz 2014 ilk haftası itibarıyla KDP ve PKK’nın ortak paydada buluşmak yerine karşı karşıya geldikleri görülmektedir. PKK güdümünde yayın yapan Özgür Gündem Gazetesi ve Fırat Haber Ajansı’nda; Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin görevlendirdiği Azad Bervari’nin 01/06/2014 tarihinde Ürdün/Amman’da Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve Sünni Araplarla görüşerek, Musul’u ele geçirme planı yaptığı, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin bunu öğrenmesi üzerine söz konusu planı engellemek için İran’ı devreye soktuğu yönünde bir haber yayınlamıştır.[1] Bu habere karşılık olarak da KDP’nin resmi internet sitesinde; “PKK’nın iftira attığı ve istihbarat örgütlerinin yürüttükleri planın bir parçası olduğu, peşmergeleri şehit eden IŞİD terör örgütüyle ne bugün ne de yarın ittifak halinde olmayacakları”[2] şeklinde bir açıklama yapılmıştır.

KCK Eş Başkanlığı imzasıyla 08/07/2014 tarihinde KDP’nin söylemlerine yönelik bir açıklama daha yapılmıştır. Söz konusu açıklamada; “KDP’nin her fırsatta 
PKK’ya yönelik düşmanlığını dışa vurduğu, Kürtlerin birliğinin ve siyasi güçlerinin ortak davranması gerektiği bir dönemde KDP’nin bu düzeyde saldırgan 
bir dil kullanmasının anlaşılır olmadığı, KCK ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin bütün bileşenleriyle birlikte ulusal birlik için çalıştığı, bu dönemde birlik olmanın ve ortak hareket etmenin derin sorumluluğu ve bilincinde olduğu, KDP tarzı yaklaşımların Kürt ulusal birliğinin önünde engel oluşturduğu, Kerkük’ün 
savunulmasının Kobani’yi, Cezire’nin savunulmasının, Duhok ve Şengal’in güçlendirilmesinin gerektiği, Amed ve Hewler’de izlenen her politikanın ve 
mücadelenin birbirini savunan pozisyonda olmasının önemli olduğu, Kürt Özgürlük Hareketi olarak KDP’ye bağlı yayın organlarında PKK Eş Başkanları’ndan Cemil Bayık’ın hedef gösterilmesinin Kürt örgütleri arasında ilişkiyi bozmaktan başka bir anlam taşımadığı, bu açıdan KCK Eş Başkanlığı’nı hedef göstermek ve bunu bir mücadele tarzı haline getirilmesinden vazgeçilmesi gerektiği, KDP’nin ulusal birliğe ve ortak tutumlara en fazla ihtiyaç duyulduğu bir zamanda daha sorumlu davranması gerektiği”[3] hususları ifade edilmiştir.

Söz konusu açıklamada öne çıkan iki husus bulunmaktadır. Bunlardan birisi ulusal birlik vurgusu, diğeri ise PKK’nın; Türkiye, Irak ve Suriye’de etkin olduğu 
bölgelerdeki hâkimiyetini pekiştirme ve farklı coğrafi bölgeler üzerinden ortak bir hâkimiyet alanı yaratma hedefidir. Farklı coğrafi bölgeler üzerindeki ortak 
hâkimiyetten kasıt da PKK’nın, KDP’nin hâlihazırda sahip olduğu yönetim gücüne eş olabilme, hatta bu gücün üstünde bir pozisyona erişebilme gayesini net bir 
şekilde ortaya çıkmaktadır.            

Aslında PKK, IŞİD’e karşı KDP’de dâhil tüm Kürtçü yapılanmalar/oluşumlarla birlik kurulması taraftarı olduğu yönünde mesaj vermektedir. Ayrıca bu mesaj 
içeriğinde PKK, silahlı gücünün bu tarz ortak bir tehdide karşı diğer grupları da kendi çatısı altında toplamasına yardımcı olacak bir unsur olarak servis etmektedir. Bu şekilde ulusal birlik kurulması noktasında kendi silahlı gücünün tetikleyici ve ulusal birliği kendi çatısı altında sağlayıcı bir faktör olarak 
kullanabileceği stratejisini yürütme amacını göstermektedir.   

IŞİD hem PKK hem KDP için bölgede önemli bir tehdittir. IŞİD ortak tehdit olarak algılansa da PKK ve KDP arasındaki liderlik savaşının ortadan kalkmayacağı ve iki tarafı da ortak mücadele noktasında bir araya getiremeyeceği, taraflar arasında süregelen anlaşmazlıktan anlaşılmaktadır. KDP’nin, var olan silahlı gücü ve aldığı uluslar arası destek çerçevesinde IŞİD’e karşı mücadelesini, PKK desteğini sunsa da bu teklifi kabul etmeksizin devam ettireceği değerlendirilmektedir. Çünkü KDP hâlihazırdaki gücünü ve meşruluğunu PKK ile paylaşmak istememektedir.

Ancak PKK’nın IŞİD’in yarattığı tehdidin PKK’ya ihtiyaç duyulmasını gerektiren bir ortam yaratması beklentisi içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir 
durumun ortaya çıkması halinde de PKK’nın liderliğe ortak olma amacı çerçevesinde, KDP’nin kabulü halinde, KDP’nin yanında yer alabileceği 
değerlendirilmektedir. PKK’nın KDP’ye yönelik IŞİD’e destek verdiği yönündeki açıklamalarının kaynağı, KDP’nin PKK ile ortak hareket etmeyi tercih etmemesi ve özellikle son dönem içerisinde KDP’nin bölgede edindiği gücün PKK’yı rahatsız etmesi olarak açıklanabilecektir.

Yukarıdaki hususlar bağlamında KDP ve PKK’nın Irak’taki mevcudiyetlerinin IŞİD tarafından tehdit ediliyor olmasından daha çok, tarafların bir tarafın diğerine 
üstünlük sağlamasının önüne geçme çabası içerisinde oldukları görülmektedir. Bu güç mücadelesinin emareleri, Kürt ulusal birliği kurulması çerçevesinde 
yürütülen faaliyetler bağlamında da net bir şekilde görülmektedir. PKK’nın kendi yönetimi ve çatısı altında diğer Kürt oluşumlarını bir araya getirme gayesi, 
diğer taraftan da KDP’nin diğer Kürt oluşumların üstünde etkin olma amacı nedenleriyle hâlihazırda ulusal birlik kurulması çerçevesinde, Kürt Ulusal 
Kongresi hala gerçekleştirilememiştir. Mevcut konjonktür göz önünde bulundurulduğun da söz konusu kongrenin gerçekleştirilmesi halinde dahi, somut ve pratik kararlar yerine muğlak ve geneli kapsayıcı, ileriye dönük temenni niteliğinde hususların sonuç bildirgesinde yer alması kuvvetle muhtemeldir. 

IŞİD-PKK

PKK ve IŞİD arasında Irak ve Suriye’de bir güç mücadelesi bulunmaktadır. IŞİD’in hâlihazırdaki stratejisi ve silahlı faaliyeti PKK için bir tehdit unsurudur. Bu tehdidin PKK açısından iki türlü boyutu vardır. Birisi Arap milliyetçiliği ve Sünni mezhepçiliği, diğeri de IŞİD’in yarattığı ortamın, IKBY’nin mevcut Kürt 
oluşumlar arasında uluslar arası arenada meşru, tanınan/kabul gören ve önemli petrol rezervlerine sahip bir aktör haline gelmesidir. 

PKK, IŞİD’in Suriye’deki ve Irak’taki varlığından memnun değildir. PKK internet sitesinde Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi (KCK) adıyla 08/07/2014 tarihinde yaptığı açıklamada; “Rojava devriminin bölgesel, gerici güçlerin bir çete örgütü olan IŞİD’in açık hedefi durumuna geldiği, halklar için gerçek bir demokrasi ve özgürlük modeli olan Rojava devriminin tasfiyesinin hedeflendiği, IŞİD çete örgütünün Musul’a saldırmasıyla birlikte Ortadoğu’daki gelişmelerin merkezinde olan Kürt sorunu ve Rojova devriminin yeni bir boyut kazandığı,

IŞİD’in belli bir strateji temelinde kullanılan bir çete örgütü olduğu, çatışmaların sadece Şii ve Selefi-Sünni savaşı olmasından öte bir tarafta İran, Irak ve Suriye rejimleri, diğer taraftan ise Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi hegemon güçlerin de yer aldığı, bölgesel dinamiklerin ve dengelerin yeniden belirlenmeye çalışıldığı bu dönemde, Kürtlerin tutumu büyük önem kazandığı,

Hiçbir Kürt örgütünün bu kirli çıkar stratejisine alet ve ortak olmaması gerektiği, IŞİD çete örgütünün Kobani’ye yönelik geliştirdiği son saldırıların demokrasi, özgürlük, barış, kardeşlik ve kadın düşmanı olan bir strateji doğrultusunda yürütüldüğü, Kobani’nin düşürülmesiyle Rojova devriminin tasfiyesinden sonra Güney Kürdistan’ın hedefleneceği, bu nedenle tüm Kürdistan halkının var gücüyle Rojova ve Kobani halkının yanında omuz omuza direnişte yer alması gerektiği, Kobani’nin şahsında Kürdistan’ın özgürlüğünü, varlığını ve geleceğini katletmek isteyen güçlere karşı birlikte direnmenin zamanı olduğu, Kobani’de, YPG ve YPJ güçleriyle birlikte, Kürt halkının topyekûn bir ulusal onur ve özgürlük direnişi içinde olduğu, Kobani direnişinin, gece-gündüz dört gündür aralıksız biçimde sürdüğü”[4] hususları vurgulanmıştır.

Irak’ta Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesi PKK tarafından önemli bir tehdit unsuru olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda PKK; “Musul ve çevresindeki Kürtleri de Kerkük’ü de savunmaya hazır olduğu, Kürtlerin bulundukları her yeri yönetmeye ve savunmaya haklarının olduğu, buna Musul ve çevresi, Kerkük ve diğer Kürt bölgelerinin de dâhil olduğu, Kürt gerillasının fedai bir güç olduğu, Kürt düşmanlarının korktuğu öz savunma gücü olması gerektiği”[5] hususlarını ifade etmiştir.

PKK, IŞİD’i sadece Irak’ta değil Suriye’deki mevcudiyeti bağlamında da önemli bir tehdit olarak görmektedir. PKK’ın söylemlerinden de anlaşılacağı üzere bu 
dönemde izlediği strateji, IŞİD’e karşı silahlı mücadele sürdürmek ve etkin olunan bölgelerde güç kaybını önlemek, ayrıca da ortak tehdide karşı tüm Kürt 
oluşumlarını kendi çatısı altında toplamak yönündedir. Bu nedenle son dönemdeki söylemlerinde “öz savunma gücü” vurgusunu sıklıkla yinelemektedir. Bu durumun önemli kanıtlarından birisi de PKK’nın elinde bulunan Suriye/Halep-Kobani (Ayn-El Arap) İlçesi’nde, IŞİD ve PKK arasında yaşanan çatışmalar çerçevesinde Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye, Türkiye’den de Suriye’ye, Demokratik Birlik Partisi (PYD)/Halk Savunma Birlikleri (YPG) safında savaşmak amacıyla 800 kişinin geçmesidir.[6]  

IKBY-Merkezi Hükümet: Bağımsızlık Referandumu

IŞİD’in hareket tarzından dolayı Irak askerlerinin boşalttığı yerlerin peşmergeler tarafından kontrol altına alınması akabinde KDP, enerji kaynaklarına hâkimiyeti bağlamında hareket kabiliyetini arttırmıştır. Irak Petrol Bakanlığı’ndan 11/07/2014 tarihinde yapılan açıklamada; “Kürt peşmergelerin petrol sahasındaki Arap işçileri kovduğu ve yerlerine Kürt işçileri bölgeye yerleştirdikleri”[7]  açıklanmıştır. Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin petrol 
sahalarını ele geçirmesi nedeniyle IKBY ve Merkezi Hükümet’in arasındaki gerginliğin tırmandığı görülmektedir. Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin IKBY’nin 
IŞİD için güvenli liman haline geldiğini söylemesi ve Kürt yönetimini cihatçılara yardım etmekle suçlaması, karşılık olarak da Kürt yönetimi tarafından Maliki’nin istifaya çağrılması[8], arada yaşanan sorunun nasıl boyutlandığını göstermektedir.

Söz konusu hususlar bağlamında IKBY tarafından bağımsızlık çalışmalarının başlatılması ve Mesut Barzani’nin; “Artık kaderimizi belirlemenin zamanı geldi. 
Artık başkalarının bizim kaderimizi belirlemesine izin vermemeliyiz. ... Kendi kaderimizi tayin etmek üzere referandum hazırlıklarına başlayalım”[9] ifadesi 
önemlidir. Bu ifade üzerinden “bağımsız Kürdistan kurulacaktır” şeklinde bir çıkarım yapmak yerine, bu ifadeyi ve mevcut durumu IKBY’nin aldığı uluslar arası destek ve IŞİD’in hareket tarzından hareketle IKBY’nin kazanımları çerçevesinde değerlendirmek daha faydalı olacaktır.    

-IŞİD’in saldırıları bağlamında Irak askerlerinin Kerkük’te boşalttığı mevzilere peşmergelerin yerleşmesi ve IKBY’nin bu çerçevede Kerkük’ün kontrolünü ele 
geçirmesi,

-İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu tarafından; “Bölgenin (Irak) güvenliği açısından bir Kürt Devleti’nin kurulmasının gerektiği, Kürtlerin mücadeleci bir 
topluluk olarak siyasi şartları yerine getirdiği ve bağımsızlığı hak ettiği”[10] yönündeki açıklaması,

-Amerikan Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın 2006 yılında Dış İlişkiler Komitesi’nde görevliyken; “Irak’ın birliğinin sağlanmasının her etnik-dini gruba 
kendisini temsil etme anlamında hareket alanı yaratmasıyla gerçekleşebileceği, bu nedenle merkezi yönetimin Sünni, Şii ve Kürt olmak üzere üçe bölünmesinin 
sorunun çözümü olabileceği” yönündeki beyanatı,

-Amerika’nın Irak işgali deneyiminden sonra, hâlihazırda bölgede yaşanmakta olan etnik, mezhepsel ve dini güdümlü terör örgütlerinin de mevcudiyeti çerçevesinde, Irak’a yeniden girmeyeceği ve uzaktan yönetim modeliyle bölgedeki etkinliğini muhafaza etmeye çalışacağı,hususlarından hareketle IKBY’nin artan imkan ve kabiliyetleri çerçevesinde, bağımsız Kürdistan’ı ilan etmek açısından, elverişli bir ortam içerisinde olduğu görülmektedir. Ancak bu durumun, Amerika’nın Irak’ın bütünlüğünden yana olduğu yönündeki devlet politikası temelli açıklamaları, İran’ın yaklaşımı ve diğer Arap ülkelerinin sergileyeceği tutumlar çerçevesinde de şekilleneceği aşikârdır. Bu coğrafyada kurulacak dengeler yeni dinamiklerin ortaya çıkışıyla farklı boyutlar kazanabilmektedir.           

Sonuç

Yukarıda bahsi geçen hususlar bağlamında PKK’nın IKBY’nin bağımsızlık ilanına yönelik takınacağı tavır da önem arz etmektedir. İlk olarak PKK, IŞİD’in 
varlığından rahatsızdır; IŞİD’in varlığı ve izlediği strateji PKK için bir tehdit unsurudur. 

Elde edilen bilgiler çerçevesinde IŞİD’in, Irak’ta ele geçirdiği silahları, Suriye’de yürüttüğü silahlı çatışmaya da yönlendirdiği görülmektedir. Bu bağlamda PKK, IŞİD’in Suriye/Halep-Kobani’ye girmesinden dolayı ve bölgede PKK’ya alternatif güç olma imkân kabiliyetini arttırması çerçevesinde IŞİD ile çatışmaktadır.

Diğer taraftan KDP ile PKK ilişkileri çerçevesinde süregelen liderlik savaşı, hâlihazırdaki gelişmeler incelendiği zaman, IŞİD ortak tehdidine karşı KDP’nin 
isteksizliği bağlamında PKK ve KDP’yi ortak hareket etme yönündeki stratejiden alı koymaktadır. PKK’nın KDP’ye yönelik suçlayıcı söylemlerinden de aslında 
PKK’nın IŞİD tehdidini, ulusal birlik ve kendisinin liderlik yolunun açılması bağlamında ortak hareket stratejisini benimsenmesini tercih ettiğini 
göstermektedir. KDP tarafından ortak hareket edilmesi yönünde gelecek olan bir adım, KDP’nin mevcut konjonktürel güç kazanımı çerçevesinde, PKK’nın mevcut 
duruma en azından ortak olabilme çabası bağlamında PKK tarafından olumlu karşılanacaktır.     

IKBY tarafından olası bir bağımsızlık ilanı durumunda PKK, Suriye’deki mevcudiyeti ve etkinliği üzerinden güç dengesini muhafaza etmeye çalışacaktır. 
Ayrıca PKK’nın Kandil’deki varlığına bugüne kadar etki edemeyen IKBY’nin, bağımsızlık ilanından sonra da PKK’nın Irak’taki varlığına çok fazla müdahale 
edemeyeceği değerlendirilmektedir. Bu durumun PKK’nın Suriye’de edindiği güç ve artan imkân-kabiliyeti ile birlikte hâlihazırda Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu 
Anadolu Bölgeleri’nde edindiği alan hâkimiyeti çerçevesinde de irdelenmesi gerekmektedir.   

[1]Barzani-PKK Karşı Karşıya, Cumhuriyet, 06/07/2014 

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/91149/Barzani-PKK_karsi_karsiya.html 

07/07/2014


[2]Barzani-PKK Karşı Karşıya, Cumhuriyet, 06/07/2014 

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/91149/Barzani-PKK_karsi_karsiya.html 

07/07/2014


[3]Halklarımıza ve Kamuoyuna, PKKOnline, 08/07/2014, 

http://www.pkkonline.com/tr/index.php?sys=article&artID=2082   09/07/2014


[4] Basına ve Kamuoyuna, PKKOnline, 08/07/2014, 

http://www.pkkonline.com/tr/index.php?sys=article&artID=2083, 09/07/2014


[5] Basına ve Kamuoyuna, PKKOnline, 08/07/2014, 

http://www.pkkonline.com/tr/index.php?sys=article&artID=2083, 09/07/2014


[6] Sınırda Kobani Alarmı, Radikal, 16/07/2014, 

http://www.radikal.com.tr/turkiye/sinirda_kobani_alarmi-1202100, 16/07/2014


[7] Peşmerge İki Petrol Sahasını Ele Geçirdi, Hürriyet, 11/07/2014, 

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26787767.asp, 11/07/2014


[8] Peşmerge İki Petrol Sahasını Ele Geçirdi, Hürriyet, 11/07/2014, 

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26787767.asp, 11/07/2014


9 Peşmerge İki Petrol Sahasını Ele Geçirdi, Hürriyet, 11/07/2014, 

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26787767.asp, 11/07/2014


[10] İsrail’den Şok Kürdistan Açıklaması, 30/06/2014, 

http://www.internethaber.com/israilden-sok-kurdistan-aciklamasi-691295h.htm, 
17/07/2014

..

KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz?




 KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz? 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                            
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
17 Şubat 2015 Salı
Merve Önenli Güven tarafından yazıldı.


Çözüm süreci adı altında PKK terörünün sonlandırılması amacıyla başlatıldığı söylenen ve halen kör topal devam ettirilmeye çalışılan bir dönemin 
içerisindeyiz. 2006’dan itibaren en somut olarak tanık olunan hususların, seçimler öncesinde “sorunun çözüme kavuşmak üzere olduğu, son adımın kaldığı, PKK’nın silahlarıyla birlikte sınır dışına çekildiği” çerçevesinde şekillendiği görülmüştür. Ancak ontolojik durumun, bu söylemlerden çok farklı olduğuna da 
ayrıca tanık olunmuştur. PKK’nın sürecin kendisine tanıdığı imkan-kabiliyetlerin sıcak çatışmaya girmeyi rasyonel kılmamasından kaynaklanan sözde eylemsizliği, sürecin sağlıklı veya çözüm odaklı yürütüldüğünü gösteren bir kriter değildir. Ne kadar bu durum siyasiler tarafından “analar ağlamıyor” gibi mesnetsiz söylemlerle süslenip püslense de artık yüzler makyaj tutmaz hale gelmiştir.

Sürecin gerçekte nasıl bir seyir izlediğini anlamak için zihni sinir analizlere ihtiyaç bulunmamaktadır. Sürecin taraflarının açıklamalarının satır araları bile 
denemeyecek düzeyde satır başlarına yansıyan mesajlar, zaten gidişatın nasıl olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Şubat 2015 itibarıyla HDP kanadından çözüm 
sürecine ilişkin yapılan açıklamalar önemli göstergeler içermektedir. Yapılan açıklamalarda ortaya çıkan birinci husus, HDP kanadının sürekli AKP Hükümeti 
tarafından bir adım atılmasının yönündeki beklentisini dile pelesenk etmesidir. 

Bu talep, AKP Hükümeti’nin, müzakere olarak adlandırılan ancak müzakere koşullarına hiç bir bağlamda uymayan, süreç dahilinde konuşulan ya da pazarlık 
yapılan hususların gizli tutulması yönündeki hassasiyetine ve ısrarına dair sinyaller de vermektedir.

Buradan anlaşılan AKP Hükümeti’nin yapılması konusunda taahhüt ettiği bazı hususların olduğu ve HDP kanadının da ısrarla bunun hayata geçirilmesini 
beklediği yönündedir. Ancak üstüne pazarlık yapılan konu belli ki seçim öncesinde halktan tepki alabilecek ve bu tepkinin olası oy kayıplarına yol 
açabilecek nitelikte olmasından ötürü de AKP Hükümeti tarafından yapılacağı söylenen ancak yapılmasından şimdilik sarfı nazar edilen bir durumun olduğunu 
göstermektedir.

Müzakerelerde taraflar ortak bir noktada buluşmak suretiyle kırmızı çizgilerini belirleyerek sorunun çözümüne iki tarafın da kazançlı olabileceği şekilde bir 
çözüm arayışında olurlar. Ancak mevcut durumda terörün sonlandırılmasının nihai amaç olarak ortak bir şekilde kararlaştırılmadığı anlaşılmaktadır. PKK 
silahlarını bırakmasını kendisinin ortadan kaldırılması şeklinde algılamaktadır ve geliştirdiği grup kimliği çerçevesindeki kimlik bilinci de kendisini yaratan 
lideri Abdullah Öcalan’ı tanımaz noktaya getirmiştir. PKK tarafından yapılan son açıklamalar bağlamında, gerçekleştirilen son İmralı ziyareti sonrasında, 
Abdullah Öcalan’ın taleplerinin ve söylemlerinin, PKK kanadından çok da karşılık bulmadığı görülmektedir.Teknik anlamda müzakere olarak isimlendirilemeyecek bu sürecin, PKK tarafından Öcalan’ın özgür kalma güdüsü ve gayesi çerçevesinde hareket ettiği izlenimine neden olduğu değerlendirilmektedir. Bu durum aynı zamanda AKP Hükümeti tarafından sürecin olumlu yönde seyrettiği şeklinde yaratılmaya çalışılan havanın da günlük güneşlik olmadığını göstermektedir. Hatta sürecin temel zeminin ne kadar kırılgan olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Halihazırda sürecin sıkıntılı durumunu daha da somut bir şekilde gözler önüne seren diğer bir husus da iç güvenlik paketidir. Bu paket, HDP’li yetkililer 
tarafından müzakere sürecini dinamitleyecek kadar tehlikeli olarak tanımlanmaktadır. Bugüne kadar geçen süre zarfında  bir çok dinamik, HDP ve PKK tarafından müzakere sürecinin önünde engel olarak öne sürülmüştür. Şimdi de iç güvenlik paketi aynı rolü üstlenmiş durumdadır. Ayrıca, güvenlik paketinin çözüm sürecinin önünde büyük bir engel olarak görülmesi HDP tarafından, zaten olumlu yönde devam ettiği kuşkulu sürecin, nasıl devam edeceği noktasında önemli bir sorunu da ortaya çıkarmaktadır. Sürecin en kalıcı unsurlarından bir tanesi de sürekli olarak HDP ve PKK tarafından bitirileceği yönünde imalarda bulunulan müzakerenin,  sağlıksız işleyişini  önüne sermektedir. Hal böyleyken, müzakerelere geçiş aşamasının nasıl gerçekleşeceği sorusu akıllara gelmektedir.

Ayrıca dikkatlerden kaçamayacak kadar çelişkili olan diğer bir husus da bir taraf (AKP) müzakerelerin olumlu yönde seyrettiğini açıklarken, diğer tarafın 
(HDP) müzakereye geçiş aşamasında olunduğunu ifade etmesidir. Bu durum, tarafların karşılıklı yürüttükleri bu süreçte durumu ne kadar farklı noktalarda 
algıladıklarını veya kamuoyunun nasıl algılamasını istediklerini gözler önüne sermektedir. Kullanımı şu günlerde sıkıntılı olan paralel kelimesi, tarafların 
ortak noktadan ziyade hiçbir noktada buluşmadan birbirine paralel şekilde ayrı hatlarda frekans ayarlarıyla oynadıklarını göstermektedir.

Çözüm süreci tekniklerinden olan müzakere yönteminin en önemli özelliklerinden birisi de belli bir süre zarfı planlaması dahilinde, adım adım müzakerenin 
işletilmesidir. Bu çerçevede PKK’nın, süreçte sınır olmadığı yönündeki söylemleri, bu sürece PKK’nın çok da taraf olmadığını, diğer bir deyişle istekli olmadığını göstermektedir. Süreç içerisinde PKK, güvenlik birimlerinin geri duruşundan imkan ve kabiliyetlerini geliştirme ve alan hakimiyetini kazanma noktasında yararlanmış ve bu ortamın yarattığı koşulları kendi lehine çevirerek bu oyunun kazanını olabilecek bir noktaya gelmiştir.

AKP’nin seçim kazanma güdüsü ile Abdullah Öcalan’ın özgür kalabilme gayesi, bir müzakere sürecinin işletilmesi noktasında, iki tarafın ortak zemini bulsada bu süreçten etkilenecek diğer taraflar için ortak zemini yaratamayacak kadar egoist bir çıkar ilişkisinin söz konusu olduğu, gerçekleri görmek isteyenlerin yüzüne bir kez daha vurmuştur. Görüşmelerde öne çıkan en önemli pazarlık konularından bir tanesi olan Öcalan’ın serbest bırakılmasına kadar dillendirilen, Öcalan’ın koşullarının, son açıklamaları ve duruşu bağlamında, artık PKK tarafından çokta öncelikli mesele olarak adlandırılmadığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, Öcalan’ın yerleşim yerlerinde eylem yapılmaması yönündeki telkinlerine rağmen, PKK’nın gençlik kolu YDGH’nin, bulundukları bölgenin otoritesi şeklinde lanse ederek askeri düzende geceleri ansızın baskınlarla cezalandırmalar yapması, aslında PKK’nın hangi noktada olduğunu açıkça ortaya çıkarmaktadır.   

Süreç dahilinde net bir şekilde anlaşılan diğer bir husus da PKK ve HDP içerisinde bu sürecin, kabul edilse de edilmese de bir bölünmeye yol açtığıdır. 
Bir kesimin Öcalan ile duygusal bağını koparamazken, diğer kesim (Cemil Bayık ve ekibi) dışardayken bambaşka bir profil sergileyen Öcalan’ın hareket tarzını 
rasyonel bulmamakta ve kendi varlıklarına karşı, Öcalan’ın özgürlüğünün pazarlık edilmesini kabul etmemektedir.

Bu yazı hazırlanırken KCK tarafından yapılan açıklama da yukarıda analizi yapılan hususların sonuç kısmını oluşturacak şekilde gerçekleşmiştir. Bu 
çerçevede KCK bugün (17.02.2015) yaptığı açıklamada; “Bizim için sürecin 15 Şubat’la birlikte son derece tehlikeli, kritik ve bitme noktasında olduğunu 
belirtmek durumundayız. AKP, kendine yakın basın ve medya organları üzerinden algı yaratmaya ve yönetme politikasını ısrarla sürdürmektedir. AKP’ye yakın birçok köşe yazarı, basın ve medya Kürt Halk Önderi Reber Apo’nun açıklama yapacağı beklentisi içinde olduğunu iddia etmektedir. Erdoğan bir adım daha ileri gidip üstenci bir üslupla; “Bugünlerde bir açıklama bekliyoruz. Ama önemli olan açıklama değildir. Bakalım bu defa silah bırakacaklar mı vs.” 
demektedir.Buna karşılık bizde diyoruz ki önemli olan süreç iyi gidiyor demagojisini yapmak değildir. Bakalım bu defa AKP iktidarı hiç vakit geçirmeden hemen yarın resmi müzakereye başlayacak mı? İzleme heyeti kurulacak mı ve bu heyet hiç vakit geçirmeden Önder Apo’yla görüşecek mi? AKP’nin Kürt sorununun çözümüne ilişkin varsa bir politikası bunu açıkça ortaya koyup somut adım atacak mı? En önemlisi de Reber Apo’nun hareketimizle ve hareketimizin de kamuoyuyla paylaştığı müzakere taslağı karşısında bir adım atabilmiş midir?”[1] hususlarını ifade ederek, beklentilerinin karşılanmaması halinde kendileri için sürecin biteceği söylemlerini eskiye nazaran biraz daha sert bir uslupla dillendirmiştir.

Bu süreç dahilinde PKK, geri adım atmadığı gibi durumu kendi lehine çevirmiştir, ayrıca zaman geçtikçe, süreç adına olumlu gelişmeler yaşanmasa dahi PKK’nın, 
taleplerini sistematik bir şekilde hep daha fazlası yönünde arttırdığı görülmektedir. Ancak bir de bunu göremeyen gözler vardır ki bugünkü açıklama 
sonrasında başlayacak olan “beklenmedik gelişme”, “kriz patlak verdi”, “şok şok” gibi sanki süreç olumlu seyrediyordu da birden PKK çark etti algılaması yaratmak amacıyla yazılar ve söylemlerde bulunacaklardır. Artık buram buram dezinformasyon kokan bu söylem ve yazıları yine bazıları anlamak istedikleri 
gibi anlayacaklardır.

[1]KCK’dan Son Dakika Açıklaması, Milliyet, 17.02.2015, 

http://www.milliyet.com.tr/kck-dan-son-dakika-aciklamasi/siyaset/detay/2015093/default.htm

17.02.2015


Merve Önenli Güven
Uzmanın Diğer Yazıları

  KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz? 
  Üçüncü Senesinde Suriye İç Savaşı 
  Cumhurbaşkanlığı Seçiminden Açılıma Doğru 
  KDP-PKK-IŞİD Üçgeni 
  PKK-KDP Kıskacına Giren Türkiye 
  PKK’nın Eylemleri Ne Anlatıyor?  
  PKK'da Cemil Bayık Liderliği Dönemi 
  PKK Ne Yapmak İstiyor? 
  Seçim Sonuçları BDP Açısından Ne Anlatıyor? 
  30 Mart Yerel Seçimlerinden Sonra PKK’nın ve BDP’nin Hareket Tarzına   İlişkin Senaryolar 
  Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları 

...