Tansu Çiller.Süleyman Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tansu Çiller.Süleyman Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2019 Pazar

OPERASYON BÖLÜM 8

OPERASYON BÖLÜM 8



Yunanistan kurtuluş kapısı mı? 

Öcalan, Suriye’den kovulduğunda, kendisini taşıyan uçağın indiği Yunanistan’da büyük bir sevgiyle karşılaşacağını sanarken yanıldığını çok geçmeden anladı ve şöyle anlattı: 

“Yunanistan’a geldiğimizde o zamana kadar bana büyük ilgi gösteren PKK’ya dost olduğunu ifade eden Yunanistan, son derece kötü yüzünü gösterdi. Bana 3 saat içinde ya geldiğin yere geri döneceksin veya istediğin yere gideceksin dediler. Bu arada Rozerin Yunan gizli servisinden Dimitri’yle görüştü Yunanistan’dan ayrıldık” 

Öcalan’ın Yunanistan’da barınamama nedeni Amerika’ydı.Bir yandan Yunan gizli servisi, diğer yandan Dışişleri Bakanlığı Amerika’nın büyük baskısı altında tutuluyordu. Yunanistan teröre destek veren ülke olarak ilan edilecekti. 

İlişkiler askıya alınacaktı. Amerika’nın tutumundan korkan Yunanlılar, Öcalan’ı bindirdikleri ilk uçakla daha geleli üç saat bile olmadan sınır dışı ettiler. Hem de iltica dilekçesine bile bakmadan. Öcalan doğruca Jirinovski’ye Moskova’ya 
postalanıyordu. Kızgınlıktan çok, yıkılmış bir adam hali vardı üzerinde: 

Ayının İninde 

“Moskova’ya gitmeden evvel Yunanistan’a iltica talebinde bulundum ama kabul edilmedi. Moskova’da Jirinovski kanalıyla temasa geçtim, zaten beni davet etmişlerdi. Mitropano beni Suriye’deyken de davet etmişti. Bu Mitropano, 
Jirinovski’nin partisine mensup bir şahıstır. 33 gün süre içerisinde bunların bulduğu evde kaldım. Bu süre içerisinde Ariski isimli iç güvenlik sorumlusu olan şahısla temaslarda bulundum. Duma 298 oyla benim Rusya’da kalmamı bir 
çekimser oya karşılık kabul ettiği halde Başbakan Primakov anlayamadığım bir nedenle bu kararı uygulatmadı. 33 gün sonra Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldım.” 

MİT Bırakmıyor 

Öcalan, aslında kaçış oyununda Ruslara sığınarak kendisini saklamayı başarmıştı. Ama onu yine kendi alışkanlıkları ele verdi. Yanında taşıdığı çanta tipi bir uydu telefon aracılığıyla sürekli görüşmeler yapıyordu. Bu görüşmeleri 
Amerika’nın teknik takip yapan gizli servisi NSA tarafından saptanınca yeri belirlenmiş oldu. CİA, Öcalan’ın Rusya’da bulunduğunu MİT’e bildirdi. Hem de Moskova’nın ne kadar uzağında olduğunu da aktardı. 

Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Rus büyükelçisini makamına çağırarak durumu aktardı. Elçi bizde yok derken, aldığı adres karşısında şaşkın, geri döndü. Mesut Yılmaz görüşmenin ayrıntılarını şöyle anlattı: 

Rus Elçinin Utancı 

“Apo’nun Suriye’yi terk ettiğini bana MİT bildirdi.Bana Rusya’ya gittiğini söylediler. Ben ‘Rusya’ya gittiğini söylemeniz yeterli değil bana nereye gittiğini söyleyin’ dedim. 

Hakikaten Şenkal Atasagun bir gün sonra bana Amerikalıların telefon konuşmalarını dinleyip Öcalan’ın bulunduğu yerin koordinatlarını bulduğunu söyleyip, Öcalan’ın koordinatlarını verdi. Ben o sırada Rus elçisini çağırdım. ‘Sizde olduğunu biliyoruz. Ya teslim etmenizi ya da tutuklamanızı istiyoruz. 
Bu insan şu kadar insanın ölümünden sorumludur, çağımızın en büyük teröristlerinden birisidir’ dedim. ‘Rusya devletinden bizim talebimiz budur’, dedim. Büyükelçi bana ‘Ben bunu teyit edebilecek durumda değilim, ama hemen konuşacağım Rusya’daki yetkili makamlara bildireceğim, size de yanıt vereceğim’ dedi ve gitti. 

Şimdi tam hatırlamıyorum ya iki gün sonra ya üç gün sonra benden randevu isteyerek geldi ve ‘Yaptığımız araştırmada Rus hükûmetinin bilgisi dahilinde şu anda Rusya’da bulunmamaktadır.’ Ben de kendisine ‘Ben size söylemiştim biz 
Rusya da olup olmadığını sormuyoruz sadece Rusya’dan verilmesini istiyoruz ya da tutuklanmasını istiyoruz. Ben size koordinatlarını vereyim şurda şurda bulunuyor. Moskova’nın bilmem kaç kilometre dışında şu isimli bir kasabada şu 
koordinatlarda kalıyor’ diyerek kendisine notu verdim. Bozuldu tabiî. Aldı gitti onu, ertesi gün beni ziyarete gelen gazeteciler vardı onlara söyledim, onlar da gazeteye bastı. Ondan sonra artık inkâr etme imkânları kalmadı.

Bundan sonra Rus büyükelçisi dedi ki, ‘Hükûmet dışında bazı güçler var, parlamenterlerden bu adama destek olanlar var, onun için işimiz zor, ama şunu bilin ki, Başbakan Primakov bu konuda size yardımcı olmak için elinden geleni yapacağını söylememi istedi.’ 

Sonra Cumhuriyet’in yıldönümü için dışişleri bakanları gelmişti. Bana Primakov’un bir mesajını getirdi orada da aynı şeyleri söylüyordu . Neticede bizim baskımız sonucu Ruslar buna ülkeden gitmesi için baskı yaptılar.” 

Rusya’dan Kaçış. 

Rusya’da milliyetçi unsurların temsilcisi olan eski KGB ajanı ve Türkiye uzmanı Vilademir Jirinovski’nin Öcalan’dan aldığı paralar da onu kurtarmaya yetmemişti. Baskı büyüktü. Türkiye Rusya’nın üzerine çalışırken, Amerika tutumunu kararlılıkla koruyordu. Öcalan istenmeyen kişiydi. Oradan oraya kaçmak durumunda olan Öcalan başına gelenleri ve gelecekleri henüz kavrayamamıştı. Olayları yorumlayamıyor, sadece kaçıyordu. Yaşadıkları üzerinde hiçbir kontrolü yoktu:

“33 gün sonra Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldım. Avrupa temsilciliğimiz vasıtasıyla İtalya’dan davet alıp almadığımı araştırdım. Nitekim bana ‘yeniden yapılanma’ adı altındaki bir oluşuma mensup olan gerek muhalefet gerekse iktidardaki bazı milletvekillerinin daveti olduğunu söylediler. Esasen bu milletvekillerinden Mandovani yanında bir arkadaşıyla Suriye’ye gelerek daha evvel benimle görüşmüştü. Bunu üzerine yanımda Roma temsilcim Ahmet 
Yaman olduğu halde bir Rus yolcu uçağıyla Roma’ya geldim.” 

Kanlı Makarna 

“İtalya’da siyasî iltica talebim kabul edilmesini beklerken tutuklama olayı gündeme geldi, hastane adı altında bir tecrit yerine konuldum. Daha sonra Adalet Bakanlığı benim serbest kaldığımı belirtti ancak ben Roma yakınında 
Cehennem Vadisi denilen bir evde kalmaya başladım. Burada kalmamı söylediler. İltica talebim konusunda belirsizlik devam etti. Bazen kabul edecek gibi bir davranış gösterdiler daha sonra iltica talebimin kabulünü beklemeye aldılar halen de bu talebim askıdadır. Daha önce gerek İtalya gerekse Avrupa devletleri her gün yüzlerce Kürt’ün siyasî bile olmayan iltica taleplerini kabul ederken, benim siyasî olan iltica talebimi kabul etmediler. Giderek üzerimdeki baskı arttı. Kaç kurtul şeklinde bana karşı olan bir tutum göstermeye başladılar. Bu baskılar karşısında İtalya’dan ayrılmam ve tekrar Moskova’ya gitmem gündeme geldi. Şunu da belirtmek istiyorum. Yunanistan’dan Rusya’ya küçük bir uçakla gittim. Bu Yunan istihbarat servisinin özel bir uçağıydı. İtalya’da toplam 66 gün kaldıktan sonra 16 ocak 1999 günü İtalya’dan ayrıldım. İtalya’da kaldığım süre zarfında Tayfun Talipoğlu isimli bir gazeteci geldi kendisi ile röportaj yaptım. Daha sonra Milliyet gazetesinden Nilgün Cerrahoğlu geldi, bununla da fazla kapsamlı olmayan bir röportaj yaptık, bilahare Haluk Gerger isimli doçent gelerek benimle görüştü, bunun dışında Avrupa’da bulunan Kürtler, Avrupa milletvekilleri, heyetler, gazeteciler geldiler görüşmeler yaptık.” 


9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

OPERASYON BÖLÜM 7

OPERASYON BÖLÜM 7


Mesut Yılmaz bir Dönemin gizli tarihini açıklıyor 

Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile Öcalan yakalandıktan ve hakkındaki idam kararı Yargıtay’da onandıktan sonra bu konuda çok özel bir söyleşi yapma fırsatım oldu. Yılmaz bu söyleşide Öcalan’la ilgili gelişmeleri şöyle anlattı: 

“Ben aslında Öcalan Suriye’yi terk etmeden çok önce, sanırım 6 ay önce, Milli Güvenlik Kurulu’nda bu işin mutlaka Suriye üzerine baskıyı yoğunlaştırmak yoluyla çözümleneceğini dile getirdim. 

Ama o tarihte belli bir konsensus oluşmamıştı. Sonra komuta kademesinde bir değişiklik oldu. 

Yine bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yemek yedik. Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş Paşa bana, ‘Bölgede görev yaptığını bu işin tek çözüm yolunun Suriye üzerine baskı yapmak olduğunu; Suriye’nin ancak sert dilden anlayacağını aksi takdirde PKK ve Öcalan himayesinin devam edeceğini’ söyledi. Ben ilk defa orada bu konuda artık bir devlet politikasının oluşabileceğini 
düşündüm. Hatay’a, Hatay’ın kurtuluşu için gittiğimde bu mesajı verdim.Çok sert konuştum. Türkiye’nin bu konuda gerekli her şeyi yapabileceğini söyledim. Bir süre sonra da bana gayrı resmi yollardan Suriye Dışişleri Bakanı Şara’dan 
sitem mesajı geldi: ‘Dostum Yılmaz bizi savaşla tehdit ediyor’ diye. Arkasından Kara Kuvvetleri Komutanımız sınırda denetim yaptı. 

Arkasından Cumhurbaşkanı’nın Meclis’in açılışında Suriye’ye dönük çok sert mesajları oldu. Baktık ki bu girişimlerimiz Suriye üzerinde sonuç vermeye başladı. İran ve sonra Mısır, Hüsnü Mübarek devreye girdi. Mübarek hatta Ankara’ya geldi arabuluculuk için bizimle görüşme yaptı.O görüşme de biz, Cumhurbaşkanı ve ben de kesinlikle bu işi çözmek kararında olduğumuzu, bunun için savaşmayı göze aldığımızı çok kesin dille söyledik. Mübarek ve dışişleri bakanı hemen Ankara’dan Şam’a gittiler. O tarihten sonra Şam hükûmetinin Öcalan üzerindeki baskısı çok arttı. MİT telefon konuşmalarını takip ediyordu ve biz Apo’nun Suriye’yi terk edeceğini, terk etmesinin gün meselesi olduğunu biliyorduk. O telefon konuşmalarından önce Irak’ta Saddam Hüseyin’in kontrolündeki bölgeye gitmesi ihtimali kuvvetliydi. Oradaki PKK’lılarla irtibat içindeydi. Fakat daha sonra oraya gitmek yerine ayrılıp Rusya’ya gitti.” 

Amerika ve İsrail Kartları 

Peki bu süreç içinde Amerikalılar hiç devreye girmiş miydi? 

Dönemin Başbakanı Yılmaz yanıt verdi: 

“Amerikalılar devreye sadece MİT kanalıyla devredeydiler. Direkt bizimle hiçbir temasları olmadı. Ama ben Rus elçisiyle görüşmemden sonra Amerikan elçisini çağırıp bilgi verdim. Almanya elçisini de çağırdım ona da bilgi verdim. 
Ama resmen bize hükûmet kanalıyla bir şey gelmedi.” 

Peki İsrail ile Öcalan konusunda daha önceden yapılan anlaşmalar hiç gündeme gelmemiş miydi? İsrail ile Türkiye arasında Öcalan hakkında neler yapılmıştı? Yılmaz bu konuya da açıklık getirdi:

“Yine hükûmet olarak devreye girmedi. Ama ben eylül ayında New York’ta o zaman ki İsrail başbakanıyla yaptığım baş başa görüşmemde bu konuyu dile getirdim. Kendisi de bana yardımcı olmayı vaat etti. Ondan sonra MİT 
müsteşarımız İsrail’e gitti. Karşılıklı yardımlaşma yoğunlaşmıştı.Ben İsrail ziyaretimi New York’a gitmeden önce gerçekleştirmiştim. İsrail’de yine gazetecilerin bir sorusu üzerine İsrail’i ziyaret etmemin Suriye’yi çok tahrik ettiği konusunda Arap gazeteciler sorular sordular. Ben de hiç umurumuz da değil Suriye’nin tepkisi diye sert çıktım. Bir ay sonra New York’ta Natenyahu’yla çok iyi ilişki kurduk. New York’ta Türk evine geldi bizi ziyaret etti.Orda baş başa 
görüşmede Suriye üzerinde baskıyı devam ettireceğimizi, kendilerinden de bize yardımcı olmalarını istedim. O da bana yardımcı olmayı vaat etti. MİT müsteşarının ziyareti bunun üzerine gerçekleşti, ben gönderdim.” 

Suriye Sıkışınca 

Tarih ağlarını örerken ve açıklamalar üst üste gelirken Abdullah Öcalan Suriyeli yetkililerin “Ya Türkiye ile savaşacağız, ya da seni Türkiye’ye teslim edeceğiz” büyük baskısı sonucu Şam’ı terk etmesinin zamanının geldiğini anladı. 

Öcalan’ın Suriye serüveni aslında Ortadoğu ve Türkiye üzerinde hiç bitmeyen büyük oyunlar açısından iyi incelenmesi gereken bir olay. Çünkü dün Öcalan’la kullanılan bu senaryonun yarın bir başkası için kullandırılmayacağının garantisi hiçbir zaman yok. 

Öcalan Suriye serüvenini de sorgusu sırasında anlattı. Bu noktada onu dinlemekte fayda var sanıyorum: 

Neden Suriye ? 

“1979 yılı temmuz ayında benim kuryem olan Suruçlu Ethem Akcan isimli kuryemle birlikte Suriye’ye geçtik. 

Ethem Akcan alanı çok iyi tanıyan bir elemandı, onunla birlikte geçişi yaptık. Evvela Suruç’un karşısına düşen Kobani denilen kasabada Ethem’in amcası olan Ömer Muhtar’ın evinde bir müddet kaldık. Bu arada Filistin Örgütü’yle irtibat 
kurarak bu örgütten ‘Demokratik Cephe kimliği’ elde ettik. Temin ettiğimiz bu kimliklerle Lübnan’a geçtik. Filistin Örgütü bize Bekaa Vadisi’nde yer verdi. Bu yeri kendi kampımız haline getirdik. Giderek örgüte bağlı elemanları burada topladım. Burada kendi eğitimimizi kendimiz yaptık. Her ne kadar Filistin Örgütü bizleri kendi askerleri gibi görüyorlardıysa da biz kendimizi ve onlardan ayrı olduğumuzu kabul ettirdik. Bu kampta üç yıl faaliyet gösterdik. Helve 
adı verilen bu kampa daha sonra Mahsun Korkmaz Akademisi ismini verdik. 1992 yılında Türkiye’den bugünküne benzer baskılar gelmesi üzerine ve aynı zamanda Kuzey Irak’ta bizim için faaliyet alanları doğması ve dolayısıyla 
Bekaa Vadisi’nin eski işlevini kaybetmesi üzerine Suriye’ye geçtim. Önce Hafız Esad’ın kardeşi Cemil Esad’la ilişki kurdum. Cemil Esad sosyal ilişkileri geliştiren ve kuran bir insandır. Suriye bizi siyasetten hiçbir zaman kabul etmedi. 

Sosyal ilişkiler çerçevesinde kabul etti. Cemil Esad’ı bayramlarda ziyarete giderdim. Bu arada bizim Şam’da büyük bir tüccar olarak tanıdığımız Ağa kod adlı Mervan Zerki’yle yoğun ilişkilerimiz sonucunda bu şahsın ‘El-Muhaberat’ 
denilen Suriye istihbarat servisinin elemanı olduğunu öğrendim. Mervan Zerk aslen Erzurumlu olan Kürt kökenli bir insandır. Dolayısıyla Mervan Zerki Suriye istihbaratı ve devletiyle aramızda bir halka oluşturuyordu. Suriye bizi resmen 
ve siyasetten tanımamakla, kendisinden sorulduğumuzda bizde Apo kod adlı Abdullah Öcalan isimli birisi yoktur diyebiliyordu. Yani Suriye’nin bizi siyasetten tanımaması ve sosyal ilişkiler içinde tanıması kendi açısından aldığı bir 
tedbirdir. Mervan Zerki ile ben Suriye’den ayrıldıktan sonra Al-Tecalma, Al-Vatan, El-Demokrasiye (Ulusal Demokratik Birlik) adı altında bir parti kurdu ve kurduğu bu partiyle PKK’nın mirasına konarak bizim çekilmemizden sonra Suriye’deki çok geniş olan Kürt potansiyeli toparladı. Biz Suriye’ye geldiğimiz zaman kalabalık olduğumuz için geniş evler satın almış veya kiralamıştık. Daha sonra bu evleri parti okullarına çevirdik. 
Bir Kürtçe eğitim bir de Türkçe eğitim yapan okul açtık, Suriye makamlarına ise hastalarımız ve sakatlarımız var bu evler bize lazım dedik, onlarda bu görüntü altında müsaade ettiler, ancak zaman zaman El-Muherabat’ın elemanları okullarımıza geliyorlar ve   denetliyorlardı. Şam’da ikamet ettiğim evi de kendim satın aldım. Korumamızı da kendimiz yaptık. Suriye hükûmeti uzaktan gözetleme yapmış olabilir. Suriye’de bulunduğum süre içerisinde Ali Ammar adına tanzim edilmiş Demokratik Cephe kimliğiyle dolaştım. 1992 sonunda 09 ekim 1998 tarihine kadar ağırlıklı olarak Şam’da kaldım, zaman zaman 
Lübnan’a da gittim. Benim okullarım biraz şehrin dışında kalır, Kürtçe ve Türkçe eğitim yapan iki okul ile birlikte burada bir evim daha vardır, bir de şehir merkezinde bir evim vardır.” 

Suriye’den Çıkmadan önce 

“Türkiye’nin baskısı üzerine Suriye hükûmeti bana ‘Ya Türkiye ile aramızda savaş çıkar veya biz seni yakalar Türkiye’ye teslim ederiz, tercih yapmak zorundasın’ dedi. Bu tebliği bana Ağa kod adlı Mervan Zerki yaptı. Bizde Yunanistan formülünü tercih ettik. Suriye’den çıkmadan evvel örgüt arşivini Şam’da bulunan Kürtlere dağıttık. Bu arşiv halen onlarca Kürt’ün evinde bulunmaktadır. O tarihte iki milyon iki yüz elli bin dolar param vardı. 50 000 dolarını yanıma aldım 2 milyon 200 bin dolarını Delil isimli adamıma bıraktım. Delil rastgele bir temsilcimdir. Delil’in esas ismini bilmiyorum. Diyarbakırlıdır, eşinin kod adı Mizgin’dir. Onunda ismini bilmiyorum. Delil’in Suriye’yi terk edeceğini zannetmiyorum. Sıkışırsa Kuzey Irak’a gider.” 

Abdullah Sarıkurt 

“1993 süreci Türkiye için bir tarihî fırsattı, Türkiye’nin çok barışçı bir çözüm yolu imkânı idi. Türkiye’nin cumhurbaşkanı düzeyinde en yüksek yetkilisinin kabulü vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri de pratikte iyi niyetini göstermişti. Ancak bu süreç işlemedi. Yetersizlik nedeniyle ve Özal’ında ölümüyle bu süreç bozuldu. Özal’ın 
ölümünden sonra ailesine çektiğim başsağlığı mesajını tarih bu sürecin haklılığını kanıtlayacak ve aynı noktaya gelecektir. Yani Özal’ın başlattığı sürece tekrar gelinecektir demiştim. Nitekim 01 eylül 1998’de yeniden ateşkes ilan ettik. 

09 ekim 1998 günü yanımda Yunanca bilen ve Yunanistan temsilcisi olan Rozerin kod adlı Ayfer Kaya olduğu halde bir Suriye uçağıyla çıkış yaptım. Çıkmadan evvel Avrupa temsilciliğinden bana Abdullah Sarıkurt adına düzenlenmiş bir pasaport temin ettim. Pasaporta kendi fotoğrafımı yapıştırdım.” 

Kuş Kafesini arıyor 

Abdullah Öcalan için Suriye’yi terk etmek sonun başlangıcı olmuştu. Öcalan ölümü göze alarak Türkiye’de dağlarda dolaşan, Kuzay Irak’ta, Suriye’de veya İran’da kamplarda bulunan Kürt gençleri gibi değil de rahata doğru kanat açmayı yeğlemişti. Suriye’de kafesinin kapısı açılan kuş, kendisine yeni kafes olarak Avrupa’yı seçmişti. Rahat edecekti. Korunacaktı. O güne değin Avrupa’nın verdiği destekler onu rahatlatıyordu. Acı gerçekle çok geçmeden karşılaşacaktı. Ama daha görmesi gerekenler vardı. Gerçi yakalanıp hakkında idam kararı verildikten sonra bu konuda kendisini şöyle savundu: 

‘‘Suriye’den Avrupa’ya çıkmamı şöyle açıklayabilirim: dağa çıksaydım birey olarak benim için kurtuluş olabilirdi. 

Benim için 40 yıllık bir hayal olan dağı tercih etmedim. Çünkü dağa çıkar çıkmaz durum daha derinleşirdi. Halk ve hareketin bundan dolayı zorlanacağını biliyordum. Avrupa’yı da çok kapalı buldum. İtalya’da kalmakta ısrar etseydim 
kalabilirdim. İnsanın onuru üzerine oynama tehlikesini görünce oradan ayrıldım. Bundan sonra Kenya sürecini de bir çeşit kadercilik olarak değerlendiriyorum. Adeta kafam donmuştu. Uçaktaki o barış sözcüğünü kullanmam da yeni bir 
sürecin başlangıcı oluyordu.” 

Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkışı konusunda Türkiye’ye ilk bilgi hem Amerikan kaynakları hem de Mossad tarafından ulaştırıldı. PKK lideri artık Suriye sığınağından mahrumdu. 

8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

24 Mayıs 2019 Cuma

OPERASYON BÖLÜM 6

OPERASYON BÖLÜM 6


Yeşil, Apo’nun peşinde 

Anayol Hükûmeti, Mercedes Operasyonu’ndan tam bir ay sonra 6 haziran 1996 tarihinde son buldu. Yerine Necmettin Erbakan’ın başkanlığındaki Refahyol Hükûmeti kuruldu. DYP lideri Çiller, koalisyonda Dışişleri bakanlığı görevini üstlenmişti. MİT’in Öcalan’ı hedef alan planlarında bir değişiklik olmadı. Planlanan ikinci operasyon 27 kasım 1996’da yürürlüğe kondu. Bu tarih, PKK’nın kuruluş yıldönümüydü. Abdullah Öcalan, her yıldönümünde PKK’nın Bekaa Vadisi’ndeki bir örgüt evine giderek, buradan radyo konuşması yapıyordu. Öcalan tam bu konuşması sırasında ortadan kaldırılacaktı. Mercedes Operasyonu’nda sıradan bir oyuncu olan Yeşil, bu kez Metin Atmaca adına 
düzenlenmiş bir pasaportla başroldeydi. 23 kasım 1996 tarihinde Esenboğa Havaalanı’nın protokol salonundan uçağa bindirildi. Yeşil, önce THY iç hatlar uçağıyla İstanbul’a geçti. İstanbul’dan transfer yaparak Lübnan Havayolları’na ait bir uçakla Beyrut’a hareket etti. MİT’in Kontr-Terör Merkezi’nin bir elemanı ile Yeşil ayrı ayrı gittiler. Yanlarında MİT’den kimse yoktu. İki ayrı grup halinde ayrı ayrı noktalardan Lübnan’a girdiler. 

Yeşil, Bekaa Vadisi’ne Beyrut üzerinden geçecekti. Ancak önce kendisiyle buluşması gereken kişilerle buluşmakta gecikti. Diğer eleman olay yerine geç gelince buluşma gerçekleşmedi. Ama diğer elemanlarla buluştu. Fakat Bekaa’daki örgüt evinde patlama olmadı. Evde büyük bir tadilat yapılıyordu ve evin içi inşaat malzemesi ve kum doluydu. Sadece bir bekçi ve ailesi vardı. Yeşil ve diğer casuslar yanlarındaki bombaları yerleştiremediler. Operasyon bir sene sonrasına bırakıldı. Yeşil bundan öncede MİT mensuplarıyla katıldığı bir başka operasyonda gözaltına bile alındı. Ama 3 gün süreyle sorguya dayanınca serbest bırakıldılar. 

Yeşil olayın ardından havayoluyla Ankara’ya geldi. Ertesi gün raporunu yazmak üzere MİT’e davet edildi. (Raporunu yazdı. Kritik yapmak üzere hazırlanan toplantıya gelmedi. Biz her faaliyetin ardından bu şekilde toplantılar yapar, hata varsa onların tekerrür etmemesine çalışırdık.) Ama o bir daha ortalıkta gözükmedi. Onu en son görenler Ankara Esenboğa Havalimanı’nda yanında bulunanlar oldu. Bir daha ne rapor ne de ses verdi. 

Operasyonlar Genelkurmay’ı kızdırdı 

Yıllar sonra bu operasyonda kullanılan Metin Atmaca kimliğine ait pasaport bana posta yoluyla gönderildi. Bazı çevreler bunun Yeşil’in öldürüldüğü şeklinde yorumlanması gerektiğini ileri sürerken, MİT bu pasaportu yayımladığım 
için bana dava açtı. Ayrıca pasaportu imha etmediği gerekçesiyle Yeşil’e son görevlerini veren dönemin MİT Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür’de aynı dava içinde yargılandı. 

Öcalan’a karşı sadece MİT ve polis değil, aynı zamanda askerî kaynaklar tarafından da yakalanması veya öldürülmesi noktasında pek çok operasyon düzenlendi. Onlarda da başarı sağlanamadı. 
Bu arada Genelkurmay Başkanlığı yapılan operasyonlardaki başarısızlıklar yüzünden bu faaliyetlerde yer alan tecrübeli iki muvazzaf subayı operasyon aşamasında “kursa gidecekler” diye geri çekti. Dönemin Genelkurmay İkinci 
Başkanı Çevik Bir MİT yetkililerinin ısrarları karşısında onların telefonlarına çıkmayarak tepkisini gösterdi. Zamanın askerî istihbarat başkanı da Şam’daki askerî ataşeye telefonla “Oraya ekipler yolladık. Apo’yu yakında ayağına ip 
bağlayıp sürükleye sürükleye getirecekler. Şimdi Suriyeliler dinliyordur. İyi dinleyip öğrensinler” şeklinde açık ve tepkili mesajlar iletti. Bunlar askerin duyduğu tepkilerin dışavurumuydu. 

Akrebin Etrafındaki Ateş 

Amerika’nın, Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesiyle ilgili teklifi aslında aylar öncesinin bir senaryosuna dayanıyordu. 
Amerika Öcalan’la ilgili kararını çoktan vermişti. Bu konudaki ilk bulgular Milliyet gazetesinin Washington muhabiri Yasemin Çongar’ın kaleminden Türkiye’ye yansıdı. Amerikalı profesör Michael Gunter, Şam’da Abdullah Öcalan’la 
görüşmüştü. Hem de 10 saat boyunca. Görüşmede ve sonrasında Öcalan’ın Şam sokaklarında gezerken çekilen “enfes” fotoğrafları Türk basın mensubuna veriliyordu. Oysa Suriye, Türkiye’ye hep aynı yalanları söylemişti yıllar boyunca: 
“Öcalan bizde yok”. 

Şimdi tanıklar Amerika’dan sesleniyordu: “Türkiye bak Öcalan Suriye’nin başkenti Şam’da elini kolunu sallayarak geziyor”. 

Amerikalı Profesör. 

Yasemin Çongar bu görüşmeyle ilgili olarak Gunter’den ve onun aydınlattığı Amerikalı çevrelerden edindiği izlenimlerini şöyle aktarıyordu: 

“PKK lideri Abdullah Öcalan yoğun bir çelişki yaşıyor. Öcalan, bir yandan örgütünün askerî açıdan geriletilmiş olması ve kendisinin yıllardır Suriye dışına çıkamaması nedeniyle ‘yalnızlaşan, güçsüzleşen’ bir görünüm çizerken; bir 
yandan da, başta Şam, Atina, Bonn gibi başkentlerden gördüğü muameleden ‘memnuniyet’ belirtiyor ve PKK’nın yakın dönem hedeflerini ‘uluslararası nüfuzu ve etkinliği artırma’ diye saptıyor. Kürt sorununa ‘Türkiye sınırları içinde siyasî 
çözüm’ istediğini belirten ve Türk askerî liderleri ile Türkiye’deki ‘PKK dışı’ Kürt temsilcilerinin ‘diyalog’ başlatmasını öneren Öcalan, Clinton yönetimini de, bu yönde nüfuz kullanmaya davet ediyor. Suriye devletinin Öcalan’a verdiği, 
Şam’daki dayalı döşeli apartman dairesinin yanı sıra, kente 10 kilometre uzaklıkta tahsis edilen iki ayrı villada PKK’lılara Kürtçe ve Türkçe eğitim yaptırılıyor. Öcalan, sonuncusu 13 martta kendisini ziyaret eden PASOK üyesi iki Yunan milletvekili olmak üzere, uluslararası heyetleri de, bu villalarda ağırlıyor. Suriye - PKK yakınlığını yansıtan bir başka yeni olgu da, örgüt militanlarının yüzde 25’ini ‘Suriyeli Kürtler’in’ oluşturması. Şemdin Sakık’ın KDP’ye sığınmasından ‘rahatsız’ olan Öcalan’ın, yeni siyasî danışmanı ise PKK üyesi değil. 1946’da kurulan ve bir yıl yaşayan ‘tarihteki tek bağımsız Kürt devleti’ Mahabad Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Muhammed’in tek oğlu, İran kökenli Ali Gazi sık sık Almanya’dan Suriye’ye gelerek Öcalan’la siyasî istişare yapıyor. Öcalan’ın ruh haline ve PKK’nın son durumuna ilişkin izlenimleri, ABD’li siyasetbilim profesörü Michael Gunter’dan öğreniyoruz. Kürt sorunu konusunda 
yayınları olan, Tennessee Teknolojik Üniversitesi öğretim görevlisi Gunter, 13 - 14 mart 1998 tarihlerinde Şam’da, Öcalan’la 10 saati aşan bir görüşme yaptı. Gunter, ‘ABD hükûmetine yakında ileteceğim’ dediği siyasî mesajları da 
içeren bu görüşmenin ayrıntılarını, Şam dönüşünde bana aktardı.” Gunter’ın ağzından “Öcalan 1998” şöyleydi: 

Amerika’nın Gözünde Öcalan 

“Öcalan’ı biraz izole olmuş buldum. PKK’nın birçok yöneticisi Avrupa’da, Türkiye’de, Kuzey Irak’ta yaşıyor. Mart başında, Kani Yılmaz’ın Almanya’da serbest bırakılmasının ardından, Avrupa’da çok önemli bir PKK toplantısı 
yapılmış. Buraya katılamamaktan sıkıntılıydı. Ancak kanımca, örgüt üzerindeki denetimi tam ve çevresindekilerden sadakat görüyor. Öcalan, 1979’dan beri, Suriye ve Suriye denetimindeki Lübnan toprakları dışına çıkmamış. Tek 
istisnası, 1982’de K. Irak’ta KDP lideri Mesut Barzani’yle buluşması. Belki birkaç kere daha Irak sınırını geçmiş. 

Ancak İran’a, Kıbrıs’a, Yunanistan’a gittiği haberleri yalan. Ancak ziyaretçisi eksik olmuyor. Beni ilk gün, yanındaki iki PASOK milletvekili nedeniyle bekletti. Daha sonra milletvekilleri, Öcalan ve Londra’dan gelen bir İngiliz hanım, hep 
beraber yemek yedik. 

Şam’ın sağladığı olanaklar ortada; Öcalan’ın Suriye’de çok rahat hareket ettiği belli. Ancak terörist Carlos’un sonunda Sudan tarafından Fransa’ya iade edilmesi gibi, örneğin ‘su pazarlığı’ sonucunda Öcalan’ın da Şam tarafından Türkiye’ye verilmesi mümkün. Öcalan, Almanya’nın kendilerini siyasî muhatap olarak kabul etmeye başlamasından memnun olduğunu, ancak bu tutumun, Avrupa Birliği’ne yansıtılamadığını, çünkü Alman hükûmetinin Kürt meselesine ‘uluslararası’ değil, ‘içişleri’ boyutunda baktığını söyledi. Öcalan’a göre, Türkiye’yi ‘siyasî çözüme’ zorlayabilecek tek ülke ABD. PKK lideri, Washington’ın tutumundan hiç memnun değil. Öcalan’ın önerisi, Türk devleti ile Kürt halkının temsilcileri arasında diyalog başlatılması. PKK’nın terörist etkinlikleri nedeniyle, bunun ilk başta PKK’lılarla 
olamayacağını kabul ediyor. Ancak günün birinde Arafat gibi, Mandela gibi kendisinin de ‘siyasî kabul’ göreceği inancında. Diyaloğun ilk aşamada, basına hiç yansımadan gizli yürütülmesini isteyen Öcalan’a göre, Türkiye’deki Kürt 
kökenli ve bunu reddetmeyen milletvekilleri, HADEP ya da başka kültürel Kürt oluşumları temsilci olabilir. Şerafettin Elçi’yi sorunca, ‘Onu, kendi halkı kabul etmez’ diye karşı çıktı. Diyaloğun ‘devlet’ tarafında, Türk genelkurmayı olması 
gerektiğini, çünkü sivillerin bu konuda irade gösteremeyeceğini söylüyor. Cumhurbaşkanı Demirel’den ‘işi bitmiş, tükenmiş’ diye söz etti. Deniz Baykal’dan ‘umudu olup olmadığını’ sordum; ‘umutsuz’ konuştu. Mesut Yılmaz’ı ‘güçsüz’ buluyor. Öcalan, ‘Özal yaşasaydı, Kürt sorunu çözülürdü’ diyor. PKK lideri, Özal ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in, Kürt sorununda açılım istedikleri için öldürüldükleri iddiasında. Bağımsız devlet fikrini bıraktıklarını söylüyor. Kürtlere kültürel ve siyasî haklar verilmesini, bağımsız bir Kürt partisine olanak tanınması nı istiyor. Ancak PKK’nın, Sürgündeki Kürt Parlamentosu’nu, İran, Irak ve Suriye Kürtleri’ne açma kararı, Kürtler’in federasyon kurması ve sonunda genel bir Ortadoğu Kürt-Türk-Arap-Acem federasyonuna gidilmesi planları, Öcalan’ın diğer söyledikleriyle tam bir çelişki içinde. 

Öcalan’ın eşi ve sevgilisi yok. Erkek kardeşlerinden Kuzey Irak’ta PKK komutanı olan Osman’la temasta. Türkiye’deki kardeşi Mehmet’i apolitik, kendi halinde bir adam diye anlatıyor ve Türk devletinin onu genelde rahat bırakmasından memnun. Öcalan hayatında hiçbir insana ateş etmediğini söylüyor. Ancak onca insana öldürme emri veren birinin, böyle konuşmasına anlam veremedim.” 

Öcalan’ın Amerikalıları. 

Bunlar Çongar’ın aktardıkları. Bu görüşmede Öcalan’ın artık terör yerine siyasî kimlikle ortaya çıkma isteğini belirtmesi dikkat çekici. Kenya operasyonunda bu isteğin etkisinin de büyük olduğu açık. Terör yaratmayan bir Öcalan ve PKK, bölgenin diğer siyasî güçleri olan Mesut Barzani ve Celal Talabani’yle çatışmaya girecektir. Ama ne gariptir ki Öcalan Suriye’den Türkiye’nin baskısıyla çıkartılmadan önce gerçekleşen bu görüşmenin bir benzeri , Amerikalı iki 
casus ile Öcalan arasında, Öcalan Kenya’da yakalanmadan birkaç gün önce tekrar gerçekleştirilmek istenmiştir. 

PKK’nın yayın organlarından MED TV Öcalan’ın yakalanmadan hemen önce uçakta kaleme aldığı bir mektubu yayınladı. Daha sonra bu mektup ayrıca PKK’nın Almanya’da yayımlanmakta olan günlük gazetesi Özgür Politika’nın 
11 ekim 1999 tarihli sayısında da tekrar edildi. Abdullah Öcalan’ın kendi el yazısıyla kaleme aldığı mektup 16 ocak 1999 günü iki Amerikalı’ya hitaben yazılmış. Bunlar Peter Galbright ve Graham Fuller. Öcalan Amerikan gizli servislerinin bu iki önemli adına mektupta şöyle diyor: 

‘‘Sizlerle yapacağım ve çok önemli bulduğum görüşmeyi elimde olmayan nedenlerle gerçekleştiremeyeceğimi üzüntüyle sizlere belirtmek durumundayım. 

Bu dönemde böyle bir görüşme hayra,öneme haizdir. İleride koşullar elverirse gerçekleştirmek arzumdur. 
Ortadoğu’da önemli gelişmeler arifesinde diyalog birçok yanlışı önleyebilir ve bazı doğrulara uygulama şansı verebilir. 
Benim yerime sizlerle görüşecek arkadaşlara vereceğiniz mesaj ve yaklaşımları beklediğimi önemle belirtirim. 

Gelişiniz için teşekkürlerimi belirtir, saygıyla selamlarım. 
16.1.l999 Abdullah Öcalan. ’’ 

Roma’dan, Rusya’ya doğru kaçmakta olan Öcalan’ın görüşemediği iki Amerikalı ’ya yazdığı mektup bu. Kendisiyle görüşmek için Roma’ya gelen iki önemli Amerikalı elleri boş dönmek zorunda kalıyorlar. Çünkü Öcalan, kaçmak 
durumunda. 

KİTABIN ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ

Av olma Duygusu 

Öcalan’ın Türkiye açısından sorun olma zamanları 1970’li yıllar. 1970 yılında DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) üyesi olarak siyasete atılan Öcalan, 1971 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt yaptırmış. Bu yıllarda THKP-C örgütüyle ilgilenmiş. Nisan 1972 tarihinde bildiri dağıtırken yakalanmış ve 7 ay Mamak Askerî Cezaevi’nde tutuklu kalmış. Tutukluluk yıllarında zaman zaman polis muhbiri olarak kullanılmak istenmiş. 
Bu nedenle de içerden çıkartılmasında “devlet” çokça yardımcı olmuş. 1975 yılına kadar Ankara’da devlet bursu alarak da okuyan Öcalan, sonrasında tapu kadastro memuru olarak Şanlıurfa’ya gitmiş. Herkes onu kadastro çalışması yapıyor zannederken o 1976 yılından 1978’e kadar bölgede Kürtçülük üzerine çalışmış. 1978’de ise PKK terör örgütünün resmen kurulması sağlanmış. 27 kasım 1978 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Ziyaret köyünde kurulan terör örgütü PKK’ın ilk ve değişmez elebaşı olma özelliği var Öcalan’ın. 

Terör Bilançosu 

15 Ağustos 1984 PKK’nın kanlı terör eylemlerinin başladığı tarih. Eruh ve Şemdinli ilçelerine silahlı saldırılarda bulunulmasıyla PKK terörü kan dökmeye başlamıştı. PKK’nın silahlı faaliyetine başladığı 15 Ağustos 1984 tarihinden 
30 eylül 1999 tarihine kadar geçen dönemde; 21 631 terör olayı gerçekleşti. Olaylardan 6 742’si saldırı, 8 511’i güvenlik kuvvetleriyle çatışma, 3 473’ü mayın döşeme ve bombalama suretiyle patlama, 411’i gasp, 1 076’sı yol kesme ve adam kaçırma, 758’i kanunsuz toplantı düzenleme, 660’ı bildiri dağıtma şeklinde gerçekleşti. 

Bu olaylarda 4 018’i asker, 1 264’ü GKK, 254’ü polis olmak üzere toplam 5 536 güvenlik görevlisi şehit oldu. 8 644’ü asker, 1 723’ü GKK, 987’si polis olmak üzere toplam 11 354 güvenlik görevlisi yaralandı. 4 558 vatandaş bu olaylarda hayatlarını kaybettr. 5 853 vatandaş da yaralandı. 

Bu olaylara neden olan 18 741 terörist ölü ele geçirildi, 2 133 terörist de güvenlik güçlerine teslim oldu. 

Güvenlik güçlerinin yapmış oldukları başarılı operasyonlar neticesinde örgüte ait 23 611 uzun namlulu silah, 5 552 tabanca, 21 276 bomba ve çok miktarda mühimmat ele geçirildi. (Kaynak: EGM, TEMÜH Daire Başkanlığı verileri.) 

Öcalan Takibi başlıyor 

Terör ateşinin, varoluşuna saldırdığını anlayan Türkiye için artık karar günleri yaklaşmıştı. Türkiye ile Suriye ve İran arasında PKK destekçiliği konusundaki tartışmalar, bölgede suların ısındığının ilk işaretleri oldu. Suriye Türkiye 
karşısında dayanabilecek durumda değildi. 

16 eylül 1998 günü Suriye sınırına giden Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ateş çok sert bir üslupla Türkiye’nin “Sabrımız taştı” mesajını Suriye’ye verdi. 

Orgeneral Atilla Ateş, Suriye’yi PKK’ya destek verdiği için uyararak “Artık sabrımız kalmadı. Eğer gerekli tedbirleri almazlarsa biz Türk Milleti olarak her türlü tedbiri almak zorunda kalacağız” dedi. Suriye sınırı yakınlarındaki 
Hudut Bölük Komutanlığı’nı denetleyen Ateş, Reyhanlı’da yaptığı açıklamada Suriye başta olmak üzere bazı ülkelerin 

Türkiye’nin iyi niyetini suiistimal ettiğini vurguladı. Ateş “Bütün bu iyi niyetimize ve gayretimize rağmen, bazı komşularımız özellikle ismini açıkça söylüyorum Suriye gibi komşular, iyi niyet ve gayretimizi yanlış tefsir ediyorlar. 

Apo denen eşkıyayı destekleyerek, Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye, iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Ancak artık sabrımız kalmadı.” 29 eylülde Türkiye, Suriye sınırına askerî yığınak yapmaya başladı. Suriye PKK’nın merkezi olmanın bedelini Türkiye’yle savaşarak mı ödeyecekti? 

Ortadoğu Karışınca 

Türkiye uzun zamandır Arapların PKK’ya verdikleri destek nedeniyle Ortadoğu politikalarında büyük değişiklikler yapmıştı. Bölgede Araplara karşı İsrail’le iyi ilişkiler geliştirme politikası izleniyordu. Özellikle askerî alanda Türkiye 
ile İsrail arasında yaşanan yakınlaşma ve işbirliği, ortak tatbikatlarla perçinleniyordu. Arap dünyasında Türkiye ile Suriye arasında gerilen ip hemen fark edildi. Ortadoğu’nun kurnaz ve etkili politikacısı Hafız Esad Türkiye’yle yakın diyaloğu bulunan Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’ten arabulucuk yapmasını istedi. Mübarek Türkiye’ye gelirken, İran’da devreye girdi. Bir anda ortalık toz bulutu içinde kalmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yığınağı devam ederken, 1 Ekimde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Şam’ı çok sert bir şekilde uyardı. Türkiye Öcalan’ın Şam’da korunmasını ve buradan terör olaylarını yönetmesini savaş sebebi sayacaktı. 

Tam bugünlerde İstanbul’da görüştüğüm birçok üst düzey yetkili, bu savaş oyunlarıyla ilgili olarak bana, “Bunu sonuna kadar devam ettireceğiz. Kararlılığımız bu noktada önemli. Ama savaş var mı diyorsan? Savaş zor bir karar”dedi. 

Aslında Öcalan’a karşı ilk zafer diplomatik alanda kazanıldı. Burada sivil, asker Türk yetkilileri büyük bir başarıya imza attılar. 
Bu diplomasi oyununda Türkiye’nin Amerika ve İsrail kartlarını çok iyi kullanması bir diplomatik zafer getirdi. 


7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

OPERASYON BÖLÜM 5

OPERASYON BÖLÜM 5


- Güneydoğu Anadolu’da terörle mücadele ve Irak’la müşterek sınırımızın daha etkin bir şekilde kontrolü ve güvenliğini temin için Kuzey Irak Kürtleri ve liderleriyle temas ve ilişkilerimiz özel bir önem taşımaktadır. Muhtelif 
zamanlarda ülkemize gelen ve her seviyede temaslarda bulunan Kuzey Irak Kürtleri liderlerinden Celal Talabani ve Mesut Barzani, her vesileyle Türkiye’yle daha yakın ilişkilere büyük önem verdiklerini, PKK’yla mücadelede istihbarat dahil her alanda işbirliğini arzuladıklarını, Kuzey Irak’ın yeniden inşası ve iktisaden ayakta durabilmek için destek ve yardımımıza ihtiyaç duyduklarını belirtmektedirler. Kuşkusuz, oradaki durum bizi de yakından ilgilendirir ve 
etkileyebilir. Bu itibarla, bu liderlerle ilişkilerimizi ve temaslarımızı dikkatle, ihtiyatla ve kararlılıkla sürdürmemizin yararı açıktır. Kuzey Irak’taki bu grupları, niyetleri belli bazı dış güçlerin etkisine açık bırakmak yerine, bizim bunlara 
hâkim olmamız yararlı olacaktır. Bunları mümkün olduğu kadar etkimiz altında tutmak ve adeta hamilik rolünü üstlenmek keyfiyetlerini göz önünde bulundurmalıyız. Saddam rejiminin PKK’yı desteklediği ve her türlü yardımı 
yaptığı bilinmektedir. Saddam rejiminin PKK ile beraber Kuzey Irak Kürtlerini ve Türkmenleri zayıf düşürmesi, hatta bertaraf etmesi veya PKK karşısında etkisiz hale getirmesi, bu terör örgütünün Kuzey Irak’ta daha rahat faaliyet 
göstermesine yol açacaktır. Ayrıca PKK’ya ilaveten Talabani ve Barzani’yi de karşımıza almamızın yararımıza olmayacağı izahtan varestedir. Bu itibarla, bu liderlere ve Türkmenlere ihtiyatı elden bırakmadan kendileriyle yakından 
ilgilendiğimiz ve varlıklarını sürdürmelerine önem verdiğimiz mesajını vermekte yarar vardır. Bu cümleden olarak, bazı sembolik jestler yapabileceği akla gelmektedir. Mesela, bunlara, bazı insanî yardımlara ilaveten, çeşitli ihtiyaçlarını 
tesbit için ufak bir teknik heyet gönderilebileceği gibi, bu bölgenin yeniden imarı konusunda Türk müteahhitlerinin ilgisi teşvik edilebilir. 

- Temaslarımızda bugüne kadar olduğu gibi, müstakil bir Kürt devletinin mümkün ve “feasible” olmadığını, sorunlarının en iyi demokratik bir sistem kurulmasıyla çözülebileceğini, kimsenin Irak’ın coğrafî sınırlarının 
değiştirilmesini kabul edemeyeceğini ve Kürtlerle beraber Türkmenlerin de menfaat ve haklarının sağlanmasının bizim için önem taşıdığının vurgulanması yararlı olacaktır. 
- Kuzey Irak Kürtleri’nin, Kürt kökenli vatandaşlarımızın soydaşları olduğunu, aralarında kız alıp verme dahil, yakın ilişkiler bulunduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. 
- Özellikle, Irak’ta ileride normal ve demokratik bir düzen kurulduğunda, Kuzey Irak Kürtleri’yle ilişkilerimizi bugünden izleyeceğimiz politikanın büyük ölçüde etkileyeceği açıktır. 

Çözüm Hakkında bazı Düşünceler: 

- Yukarıdaki hususların ışığında, karşılaştığımız sorunun, basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikârdır. Bu itibarla, çözümleri kısa-orta vade ile orta-uzun vadeli çözümler olarak düşünmek, ayrıca terörle mücadele için 
yapılacaklarla, bölge halkıyla ilişkilerde hareket tarzını ayırmak gerekmektedir. 

Kısa ve Orta vade için Düşünceler 

- Bu olayların iç ve dış nedenleri hakkında oldukça bilgi mevcut bulunmasına rağmen, derinlemesine analiz edilmediğini görmekteyiz. İzlemekte olduğumuz politikanın etkinliğini artırmak için, bir yandan terörle mücadele ederken, öbür yandan da ülke içi ve dışından bilim adamlarının da iştirakiyle, bazı derinlemesine çalışmaların yapılması yararlı olacaktır. Her şeyden önce, en büyük eksiklik olarak gözüken bölge ve olaylarla ilgili bilgi eksikliğini gidermek 
amacıyla ve yukarıda belirtilen gözlemlerle ilgili alanlarda süratle araştırma grupları kurulmalı ve bu araştırmacılar sosyoekonomik, psikolojik harekât ve diğer alanlarda detaylı araştırmalar yapmalı, gerekirse kamuoyu yoklamalarına 
başvurarak olayın ve eğilimlerin ne olup olmadığı bütün boyutlarıyla ortaya konulmalıdır. Bu araştırma gruplarına yukarıda belirtilen bilim adamları, devlet görevlileri, istatistikçiler, askerler ve diğer uzmanlar dahil edilmelidir. 
- Terörle mücadele ediyoruz derken, halkın ciddi şekilde rahatsız edildiği, hırpalandığı, hatta küstürüldüğü göz önünde bulundurulmalıdır. Bu uygulamada, varsa yapılan hataların ve eksikliklerin, gerçekler hiç saklanmaksızın ortaya 
konularak tartışılması ve bunlara gerçekçi çözüm bulunması gerekmektedir. 
- Güvenlik güçlerinin eğitimi, teçhizatı, teknikleri ve halkla ilişkiler konusunda yetiştirilmelerinin yeniden düzenlenmesi yararlı olacaktır. 
- En kritik yerlerden başlayarak, Güneydoğu’daki dağlık bölgelerden köy ve mezraların tedricen boşaltılması, PKK terör örgütünü besleyen ve toplam nüfusu 150 000-200 000’i geçmeyen bu topluluğun, bir plan dahilinde, ülkenin batı 
kesimlerine serpiştirilerek yerleştirilmesi düşünülmelidir. Böylece, hem bu halkın yaşam standardı artırılmış, hem de örgütün lojistik kaynakları, büyük ölçüde kurutulmuş olacaktır. İş ve kadro verme öncelikleri bu taşınan gruba tahsis 
edilebilir. 
- Bu dağlık terör merkezlerine hem civar yerlerin tahliyesiyle terör örgütü iyice tecrit edilmiş olacak hem de lojistik destekten mahrum kalacaktır. Bunun için bu kesimler kontrol altına alınmalı, tekrar yuvalanma önlenmelidir. Bu kesimlerde tekrar iskânı ve dönüşü önlemek ve göçe teşvik için bölgedeki müsait yerlerde çok sayıda baraj yapılabileceği akla gelmektedir. 
- Bütün anayollarda 24 saat kesintisiz, elastikî, çevik, gündüz helikopterlerle, geceleyin görüş cihazıyla takviye edilmiş özel timler ve zırhlı araçlarla devriye hizmeti verilmeli, güvenlik güçleri savunan değil, devamlı arayan ve vuran 
bir konuma getirilmelidir. Bu faaliyetler gece ve gündüz sürdürülmelidir. 
- Silahlı Kuvvetlerimize ve güvenlik güçlerimize öncelikle bu bölgede hizmet veren unsurlara acilen münasip sayıda (20 adet) Cobra tipi silahlı helikopter ile asgari 20-30 adet Scorsky tipi ağır silah ve personel taşıyan helikopterler 
alınması, bölgede aynı anda birden fazla olaya müdahale edebilecek çevik bir kuvvet yaratacaktır. Ayrıca, olay mahallerine zaman kaybetmeden bir an evvel ulaşılması da mümkün olabilecektir. İstihbarat eksikliği için merkezdeki 
ve bölgedeki birimler süratle yeniden tanzim edilmeli, MİT, jandarma, Silahlı Kuvvetler ve polis gibi çeşitli birimler arasındaki kopukluk giderilerek koordineli bir çalışma ortamı yaratılmalıdır. 
- Esas sıcak teması, mücadeleyi yapmak üzere, tam anlamıyla profesyonel, en az 1 yıl özel eğitim görmüş ve en az bölgede 5 yıl süreyle hizmet verebilecek, 40 000-50 000 kişilik özel bir kuvvet kurulmalı, bunlara iyi ücret verilerek burada hizmet cazip hale getirilmelidir. 
- Bu özel kuvvetin teçhizatı, ulaşım vasıtaları, silahlı ve silahsız helikopterleri, istihbarat unsurları özel olmalı, başındaki komutan her konuda inisiyatif sahibi ve yetkili olmalıdır. Tabiatıyla, bu özel kuvvetin diğer birimlerle de koordinesi sağlanmalıdır. Bu özel kuvvet hafif, esnek, çabuk tepki koyabilen, savunmada kalmayıp devamlı arayan ve teröriste saldıran tipte konuşlanmalı; klasik Türk Silahlı Kuvvetleri birlikleri ise, sadece tıkama ve belli yerleri kontrol 
gibi görevlerde kullanılmalıdır. 
- Özellikle sınır bölgelerinde yaşayan halkımızın önemli bir geçim kaynağı olan sınır ticaretinin geliştirilmesi, hatta serbest bırakılması zaruridir. Bunu teminen, mevcut sınır ticareti yerlerinin geliştirilmesi, kapatılanlar varsa bunların 
yeniden açılması, Suriye’yle sınır dahil hudut bölgelerinde yeni kapılar açılması gereklidir. Devlete fazla yük getirmeyen sınır ticaretinin bir an evvel geliştirilmesi ve teşviki büyük ölçüde bölge halkına imkânlar sağlayacak, hiç 
olmazsa bir kısmını rahatlatacaktır. 
- PKK terör örgütüne olan desteği kesebilmek için, halkın kazanılmasına önem verilmeli, hizmet götürülmesi güç olan mezra ve köyler büyük yerleşim yerlerine katılmaya teşvik edilmelidir. 
- Göçün, bu eğilimde devamı halinde yakın bir gelecekte, bölgede 2-3 milyon civarında nüfus kalacağı, diğerlerinin batıya göç edeceği anlaşılmaktadır. Ancak, eğer bu göçe el atılmaz ve bir plana bağlanamaz ise, sadece hali vakti 
yerinde olanların göç etmesi, fakirin bölgede kalması sonucu doğacak, bu da bölgeyi anarşiye hassas, yardımcı hale getirecektir. Bunu önlemek için göçün planlı, her kesimden alınarak ve batıda dengeli bir şekilde dağıtılarak yapılmasına yardımcı olunması, hatta düzenlenmesi gerekmektedir. 
- Terör örgütü, bölgede sürdürdüğü terör faaliyetlerine ilaveten bölge halkının beynini yıkamak, korkutmak ve kendine çekmek amacıyla etkin bir propaganda faaliyeti sürdürmektedir. Buna karşı koyacak halkın devlete bağlılığını 
kuvvetlendirecek ve moralini yükseltecek, aynı zamanda yanlış ve yanıltıcı bilgileri düzeltecek karşı propaganda faaliyeti büyük önem taşımaktadır. 
- Bu çerçevede gerek iç kamuoyunu, gerek dış dünyayı bu konuda aydınlatmak için özel gayret sarf edilmesi büyük önem taşımaktadır. 

Bunu teminen uzmanlardan müteşekkil bir ekip oluşturulması bilinçli bir şekilde ve millî menfaatlerimiz doğrultusunda aydınlatma ve kamuoyu oluşturma çalışmaları yapılması ve açıklama, haber sızdırma, görüntü verme, icabında 'dezenformasyon’   gibi konularda etkinliği artıracaktır. 
- Devlet güçlerinin terör örgütüne karşı giriştiği mücadeleyle ilgili basına verilen haber ve açıklamaların çok iyi bir şekilde düzenlenmesi büyük önem arz etmektedir. Karşı tarafça istismara açık, terör örgütünü kahraman ya da mazlum gibi gösterecek haber ve görüntülerden imtina edilmesi zaruridir. 
- Bölgedeki devlet güçlerinin kapalı istihbarat yanında, açık istihbarattan da faydalanılmasını sağlayacak yöntemler geliştirmelidir. 

Orta, Uzun vade için düşünceler: 

- Bölgede cazibe merkezleri olarak belirlenecek bazı illere (Adıyaman, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman, Siirt, Elazığ, Malatya, Erzincan, Erzurum, Kars, Ardahan, Iğdır) özel bir teşvik sistemi uygulanarak, yatırım ve yerleşme için çekici hale getirilmeli, böylece kırsal kesimin boşaltılması teşvik edilmeli ve kolaylaştırılmalıdır. 

- Bunu teminen istihdamda gelişmeyi sağlamak, olayları azaltmak için, bölgede özel sektör yatırımlarının teşviki ve özendirilmesi sağlanmalıdır. Bu çerçevede devlet yatırımlara destek vermeli (Kaynak Kullanma Destekleme Fonu 
örneğinde olduğu gibi), Kurumlar Vergisi alınmayan ve uzunca vergisiz bir dönem olmalı, Gelir Vergisi düşük tutulmalı, elektrik daha ucuz verilmelidir. 
- Bu meseleyle ilgili herşey tarafsız, önyargısız bir şekilde açıkça ve serbestçe tartışılmalıdır. Tartışma ortamı doğruları ve yanlışları ortaya çıkaracak ve gerçekleri daha kolay öğrenmemize imkân sağlayacaktır. Tartışmayı 
engellemek, gerçekleri saklamak meseleyi azaltmayacak, aksine tedbirler yanlış olacağı için giderek daha da büyültecektir. 

Sonuç: 

Gerek dünyadaki son oluşumlar sonucu ortaya çıkan etnik milliyetçilik anlayışının etkisi, gerekse Türkiye’nin yakaladığı tarihî büyüme fırsatını engellemek isteyen dış güçlerin teşvik ve desteğiyle bugünkü ciddi boyutlarına ulaşan 

Güneydoğu ateşi; eğer yanlış yapılmaz, acele ve fevri davranılmaz, soğukkanlılık kaybedilmez ise, 5-10 yıl içinde milliyetçilik akımının şiddetini kaybetmesi ve dış desteğin azalması sonucu kendiliğinden hafifleyerek sönecektir. Dış dünyaya, özellikle bu meseleden korktuğumuz, çekindiğimiz ve endişe ettiğimiz izleniminin verilmemesi ve devletin her şeyin üstesinden gelecek güçte olduğunun belirtilmesi büyük yarar sağlayacaktır. 

Bu nedenle, devletin her kesimindeki görevlilerinin, politikacıların ve basının; terörle bölge halkını birbirine karıştırmadan, her ikisine farklı ve anladıkları, layık oldukları şekilde yaklaşarak, üniter devlet anlayışını bozmadan, bölge halkının sıkıntılarını giderecek yukarıda zikredilen tedbirlerin süratle alınıp uygulanması, terörü zamanla etkisiz hale getirmesi eksin bir zorunluluk ve herkes için sorumluluktur.” 

Öcalan bir Özal’ı anladı. Ama yanlış anladı 

Bu mektupta Özal’ın dile getirdikleri çatışmadan ve silahlı mücadeleden geçiyor.Aslında Özal’ın Kürt politikaları Amerikan modeline dayanıyor. Yani Barzani ve Talabani’yi kolla PKK ve Öcalan’ı yok et. Bu anlayış mektupta açıkça 
ifade ediliyor. Öcalan’ın Özal sevgisi Kürt kartının Amerikan destekli versiyonundan kaynaklanıyor olsa gerek. Hem o dönem Özal’ı sorunun çözümünde etkin bir rol oynayacak kişi olarak değerlendiren Türk aydınlarının önemli bir bölümü, hem de Öcalan, Özal’ın bu konudaki iki taraflı oyununu görememişlerdir. 

Özal bütün iktidarı boyunca Kürt sorununun silahlı çözümünden yana olmuş, buna yatırım yapmıştır. Bu noktada uluslararası silah tekellerinin etkinliğini de en önemli pazar haline gelen Türkiye’yi yöneten kişi üzerindeki siyasal baskılarını da unutmamak gerek. Turgut Özal silah pazarı haline dönüşen Türkiye’de Amerikan politikalarının gelmiş geçmiş en etkin savunucusu olarak bu 
baskılardan etkilenmiştir. Bundan kendisinin Amerika destekli yeni bir Türk-İslam sentezli Turan politikasının etkisi büyüktür. Ona göre Amerika’yla birlikte Ortadoğu’da petrol yataklarına ve kutsal topraklara inip buraları kontrol altına 
almak, ayrıca Kafkaslar’da da olabildiğince açılabilecek yeni politikalarla Osmanlı’dan sonra yeniden bu topraklara sahip olmak mümkündü. Bu ancak Amerika’yla birlikte gidilerek başarılabilirdi. 

En Barbarın Gürültüsü 

Ama bu politikada Öcalan’ın yerinin bulunmadığı geç de olsa Öcalan’ın Kenya operasyonuyla CİA destekli yakalanmasında ortaya çıktı. Amerika PKK terörü sırasında özel sektörünün silah satışlarıyla Türkiye’den önemli bir ekonomik kazanç elde etti. Barzani ve Talabani’yi Türkiye’yle buluşturdu. Irak, Suriye, İran denetimini sağladı. Öcalan da bu oyunda Türkiye’nin ayağındaki pranga olarak kullanıldı. Ama o bunu göremedi. Öte yandan diğer bir Kürt lider Kemal Burkay silahlı mücadeleye karşı çıkarak ve Kürt sorununa siyasal çözümler arayarak terörden uzak kaldı. Ama o asla dinlenmedi. En barbar olan en çok söz geçiren oldu. 

KİTABIN İKİNCİ BÖLÜM.,

Öcalan’a Karşı ilk Eylemler., 

Ankara’da Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesiyle ilgili MİT ile CİA arasındaki görüşmelerin başladığı tarih 4 şubat 1999 perşembe günüydü. 
Ancak Türkiye Öcalan’ın takibi konusunda oldukça deneyimliydi. 

PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik aktif operasyonel çalışmalara 1993 ortalarında başlandı. 1994 nisan ayına kadar daha ziyade çeşitli ülkelere mensup taşeronlar kiralanmış ve bunlara büyük ücretler ödenmişti. Bunlar MİT içinde 
6 ayrı grupta tasnif ediliyor. Parayı alanlardan bazıları birkaç göstermelik çalışma yapmış, birkaç sayfa rapor yazmış, malzeme alımı, günlük masraflar seyahat masrafları vb adı altında büyük paraları aldıktan sonra, ortalardan kaybolmuşlar  dı. Ciddi çalışmalar 1994 nisan ayından sonra, netice alıcı çalışmalar ise 1994’ün sonlarına doğru, ağırlıklı olarak MİT personeli kullanılarak yapılmaya başlandı. Çünkü 1993 yılında yapılan bir MGK toplantısında MİT Öcalan’la ilgili olarak pasifize olmakla ve geri kalmakla suçlanmıştı. Bu toplantılarda dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Ertuğrul Güven askerî kanadı eleştirmiş ve PKK sorunuyla mücadelede yanlış yapıldığı yorumlarını dile getirmişti. Güven’in adı 
daha sonra Azerbaycan’daki darbe girişimlerine karıştı ve Güven emekli edildi. 

Kelle Avcılığı 

Öcalan, MİT tarafından tıpkı Mossad’ın bir dönem Yaser Arafat’ı izlediği gibi izleniyordu. Bir harita üzerinde Öcalan o an nerede ise kırmızı bir ışık yanıyordu. Bu ışıklı gösteri sık sık Öcalan konusunda sıkılaştırılan MİT’in siyasîlere sunduğu şovlardan biriydi. 

Bu ışıklı şemada Öcalan’ın bulunduğu yer yanıp söndükçe, onun peşindeki takip de artıyordu. Çünkü siyasîler o ışığın sönmesini istiyorlardı. Bu konuyu bir iç siyasî koz olarak kullanmak isteyen DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’a her seferinde aynı şekilde bağırıyordu: “Bana Öcalan’ın kellesini getirin” Köksal, Çiller’in tacizlerinden epeyce bunalmıştı. Hatta bir ara Çiller’in baskısından kurtulabilmek için eşi Özer Çiller’i devreye sokmak konusunda ataklarda bulundu. Özer Çiller’le iki kez yemek yenildi. Bunlardan biri MİT’in karargâh binasında, diğeri ise Çiftlik olarak adlandırılan Ankara yakınlarındaki bir ek binada. Bu yemeklere bütün MİT üst düzey yöneticileri katıldılar. Hatta Çiftlik’teki yemek sonrasında buradaki poligonda Özer Çiller’le birlikte bir atış talimi de yapıldı.Bu yemeklerde Özer Çiller’le bir yakınlaşma doğması arzulanıyordu. Çünkü Tansu Çiller MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ı dikkate almıyordu. Bütün istihbarat çalışmalarını Mehmet Ağar ve Ünal Erkan ikilisiyle birlikte götürüyordu. Hatta bir ara Ünal Erkan’ın MİT müsteşarı yapılması konusunda ciddi girişimlerde bulunan Tansu Çiller’i, eşi Özer Çiller bu konuda kendisine yapılan ricalar nedeniyle engelledi. Özer Çiller MİT için etkin olarak devreye sokulmuştu. Tansu Çiller MİT’e adım atmıyordu ama, onu atlayan MİT yöneticileri Özer Çiller aracılığıyla isteklerini gerçekleştirme yoluna gidiyorlardı. Bu nedenle MİT yararına bazı kadrolarla, maaşlarla ilgili imzalar Özer Çiller’e rica edilerek yaptırılabiliyordu. 

Özer Çiller’e APO Brifingi 

Ankara’da Çiftlik’te yenilen yemek sırasında bir de Abdullah Öcalan nasıl yakalanır ve öldürülebilir brifingi verildi. 

Bu olay MİT içinde en ciddi tartışmalardan birini ortaya çıkardı. Özer Çiller’in resmî bir sıfatı yoktu. Devletin en gizli bilgileri nasıl oluyor da Özer Çiller’e aktarılıyordu? Bu brifinge karşı çıkan şimdiki Müsteşar Şenkal Atasagun ile 
Sönmez Köksal’ın arası açıldı.Köksal’ın bazı uygulamalarına karşı çıkan Atasagun daha önce aralarında baş gösteren görüş ayrılıklarını masaya koydu. Köksal artık eski arkadaşıyla birlikte çalışmak istemiyordu. Bu yüzden, merkezden uzaklaşsın diye İngiltere temsilciliğine atadı. Atama konusunda direnen siyasîlere “Atasagun MİT içinde kalırsa büyük kavgalar çıkacak. İkilik olacak diyordu.” Çiller seçimlere Öcalan’ı sağ veya ölü olarak Türkiye’ye getiren lider olarak girmek istiyordu.Bunun için İsrail başta olmak üzere çalınabilecek bütün kapıları çaldı. 

Yanında en önemli destekçisi 

olarak dönemin Emniyet Genel müdürü olan daha sonra partisinden milletvekili ve bakan yaptığı Mehmet Ağar’ı bulunduruyordu. MİT’in yanı sıra Abdullah Öcalan’ın yakalanması için emniyette de alarm durumuna geçilmişti. Ağar, 
özel ekipler hazırlıyordu. Oysa polis teşkilatının böyle bir görevi yoktu. Ayrıca bu konuda milyarlarca lira tahsisatı harcayan polis, Öcalan’ın nerede olduğunu bile bilmiyordu. Çünkü bunu öğrenebileceği teknik ve yasal yapılanmadan yoksundu. Ocak 1995’de Öcalan’a yönelik operasyonlar için MİT’in yönetiminde “Müşterek Faaliyet Grubu” kuruldu. 

Bu grupta MİT, Genelkurmay ve Emniyet Genel Müdürlüğü uzmanları yer aldı. Herkes elindeki bilgiyi bu gruba taşıdı. 

Bir süre sonra bu grubun Öcalan’la ilgili olarak yaptığı bir hazırlık basına bilgi sızdığı için yapılamadı. Daha sonra yapılan araştırmada bilginin polis kaynaklarından çıktığı anlaşıldı ve polis uzmanları grup çalışmasından çıkartıldılar. 

Trilyonlar Boşa gitti 

Öcalan’ın yakalanabilmesi veya öldürülmesi amacıyla örtülü ödenekten pek çok uyuşturucu kaçakçısı ve mafyacıya paraların çıkartıldığı, İsrail’e Öcalan’la ilgili alınan bilgiler karşılığında milyonlarca doların ödendiği, bu paraların büyük 
bir kısmının ortadan kaybolduğu sonradan ortaya çıktı. Çiller’in, diğer liderler gibi Öcalan’ı iç politikada kullanma isteği ötekilerden farklı olarak, Türkiye’ye pahalıya patlamıştı. Bu dönemin bedeli ilgili ilgisiz kişilere örtülü ödenekten 
dağıtılan tam 50 milyon dolardı. Yanlış okumadınız. Çiller boş vaatler için tam 50 milyon dolar harcadı. 
Tansu Çiller Sönmez Köksal’a o kadar kızgındı ki bir İsrail gezisi sırasında görüşmelere Köksal’ı almayıp kapıda bekletirken, Mehmet Ağar’ı sokmuştu. Mossad başkanı ile Türk heyeti çeşitli konularda görüştükten sonra, Tansu Çiller 
yalnız görüşmek isteğini belirterek, Türk heyetindeki MİT ve diğer görevlileri dışarı çıkarttı. Kısa bir süre sonra da Mehmet Ağar’ı içeriye çağırttı. Sönmez Köksal’ı dikkate almamak konusunda Çiller kararlıydı. MİT’i tamamen göz 
ardı etmekteydi. Aynı uygulamaya Beyaz Saray’da Özal tarafından maruz bırakılan dönemin Devlet Başkanı Ali Bozer istifa etmişti. Köksal ise bekleyip, görme politikasını izlemeyi yeğledi. Çiller kendisini dışladıkça o Özer Çiller ile 
Cumhurbaşkanı Demirel’e yaklaşıyordu. 

MİT bu durumdan duyduğu rahatsızlığı art arda gerçekleştireceği Öcalan operasyonlarıyla gidermek için çalıştı. Ama iktidar değişmiş ve Çiller başbakanlıktan gitmişti. Köksal yeni gelen Başbakan Mesut Yılmaz’a Öcalan 
operasyonu yapmak için izin verip vermediğini sordu. Yılmaz onayladı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı’nda Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz’a bir brifing verildi ve hazırlıklar anlatıldı. Bu brifingde kullanılan elemanlar ve resimleri de vardı. Ne yapılacak nasıl yapılacak bir bir aktarıldı. Yani operasyon hazırdı. Ayrıca bir brifing de dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya verildi.Sadece bu üçlüden onay alındı. O zaman operasyon ekibinde 
bulunanlar arasında olan ve resmi bulunan Mahmut Yıldırım’ın kim olduğunu hiçbiri bilemedi. Zaten işin bu yanıyla ilgilenen de olmadı. Sunuştan tatmin oldukları için liderler fazla soru da sormadılar. Böylece düğmeye basıldı. Ancak 
talimat ile tatbikat arasında uzunca bir süre geçti. Her üç lider de sık sık “Ne oldu, ne zaman yapacaksınız?” diye sabırsızlık ve merakla soruyorlardı. 

İlk Ciddi Operasyon: Mercedes 

Sönmez Köksal bu olur üzerine ilk büyük ve ciddi operasyon için MİT Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür’ü görevlendirdi. Eymür MİT’e döndüğü 1984 yılından itibaren aslen bu işle ilgili çalışmalar yapıyordu. 

Öcalan’a karşı girişilen en önemli operasyonun adı “Mercedes” olarak kayıtlara geçti. Bu operasyonun uygulanmasında gönüllülerden yararlanıldı. Bunlardan birisi de “Yeşil” olarak tanınan Mahmut Yıldırım’dı. O dönem MİT kontrolünde bulunan Yıldırım operasyon içinde görev yaptı. 

MİT, Öcalan’a karşı iki önemli operasyon gerçekleştirdi. Bunlardan birincisi Şam’da, diğeri ise Bekaa Vadisi’nde gerçekleşti. Her iki saldırıda da Öcalan büyük bir şans eseri kurtulmayı başardı. 

Mercedes Operasyonu için önce istihbaratı toplama aşaması uygulamaya konuldu. Bu amaçla bir grup ajan, Suriye’ye sızdı ve Apo’nun faaliyetlerini gözlemeye başladı. 

Amaç, Apo’nun yaşam biçimini öğrenmek, hangi zamanlarda nerede bulunduğunu tespit edip, “vurma noktası”nı bu bilgilere göre saptamaktı. Bu istihbarat faaliyeti, meyvesini aylar sonra verecekti. PKK liderinin en düzenli konakladığı mekân, Şam’ın güneyinde Basatin semtindeki çiftlik eviydi. Mercedes Operasyonu’nun “patlama” noktası bu çiftlik evi olarak seçildi. Eğitim çalışmaları için kullanılan, zaman zaman hastane görevi gören büyük ev çok iyi korunuyor du. Bu nedenle çiftlik evinin mümkün olduğu kadar yakınına park edecek bir araca yüklü miktarda patlayıcı madde konup, patlamanın etkisiyle APO’nun bulunduğu ev havaya uçurulacaktı. Ancak daha sonra APO’nun kaldığı diğer adresler de gözden geçirildi. Kırsal alanla uzun telefon konuşmalarını Şeba köyünde Mahsun Korkmaz Akademisi’nden yapıyordu. Onun için yeni hedef olarak burası seçildi. Plan aynıyla burası için uygulanmaya konuldu. Her şey çok iyi gidiyordu. 

Mayıs ayının ilk günlerinde 500 kiloya yakın C-4 patlayıcısının bulunduğu bir minibüs, sınır noktasını geçerek, geceyarısı Suriye topraklarının içinde kayboldu. Araçta bulunan gönüllülerden biri de Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım idi. Yolda kendilerini kaçakçılar olarak tanıtan grup, patlayıcı yüklü minibüsle Şam’a ulaştı. Tarih, 6 mayıs 1996’ydı. Suriyeli kaçakçılarla birlikte eroin işi gösterilerek organize edilen eylem uygulamaya konuldu. Öcalan’ın gelmesi beklendi. 

Öcalan Şans eseri Kurtuldu. 

Ankara’da MİT içinde bir izleme birimi oluşturuldu. Apo, Mahsun Korkmaz Akademisi’ne geldi.Suriyeli uyuşturucu kaçakçısına araç teslim edildi.Kaçakçı içinde uyuşturucu olduğunu sandığı aracı, Öcalan’ın bulunduğu yerin 
saptanan noktasına park edemedi. Çünkü trafik polislerinin denetimi onu ürkütmüştü. Bunun yerine araç evin karşı kaldırımına ve evden yaklaşık 100 metre uzağa park edilmiş olarak patlatıldı. Büyük bir infilak meydana geldi. Patlamanın sesi Şam’ın her semtinden duyuldu. Minibüsün olduğu noktada patlamanın etkisiyle 7-8 metrelik bir çukur açıldı. Aynı anda Şam’daki pek çok farklı noktada patlamalar meydana geldi. Ankara’da oluşturulan izleme 
birimi patlamalar nedeniyle büyük bir sevinç içinde Öcalan’ın öldüğünü sandı. Öcalan’ın bulunduğu yerdeki ve civardaki bütün haberleşmeler susmuştu çünkü. Ancak sevinç kısa sürdü. Patlamadan bir süre sonra Öcalan’ın evine ilk 
telefon haberleşmesi gerçekleşti. Öcalan sağdı. Apo suikasttan sağ olarak kurtulmuş, ancak kendisini ortadan kaldırmak isteyen Ankara’nın evinin dibine kadar sokulabileceğini de görmüştü. 

Öcalan bu operasyonla ilgili olarak bu organizasyon içinde Viranşehir Belediye Başkanı İbrahim Abdi Keleş’in bulunduğunu saptadıklarını anlattı, yakalandıktan sonra.Bu nedenle Keleş aşiretinin önde gelenlerinden Abdi Keleş PKK’nın öncelikli hedefi haline gelmişti. Öcalan kendisine karşı girişilen bu bombalı operasyonla ilgili olarak sorgusunda şunları aktardı: 

“6 mayıs 1996 senesinde Şam’daki evimin önünde bir tonluk bir bomba patladı, (Şam’daki evim ifadesi doğru değil. 

Zaman zaman kaldığı evi yine o yakınlarda bir yerdeydi. Zaman zaman da kamptaki iki katlı villasında kalıyordu) bombayı dolmuş içine yerleştirmişlerdi. Burada hedef benim öldürülmemdi. Bu olay üzerine örgütlü olarak biz araştırma yaptık. Suriye Kürtleri’nden Malasino ailesinden bir genci de yakaladık, onu sorguya çektik. Bu gencin ismini hatırlayamıyorum. Yalnız bana verilen bilgide evimin önünde patlayan aracı bu gencin kullanmış olduğudur. 

Biz de araştırma yaptık, yaptığımız araştırmalar sonucunda Siverek, Viranşehir ve Suriye’de Haseki şehri hattında Sedat Bucak, Viranşehir Belediye Başkanı Keleş Abdioğlu ve Malasino ailesinden o gencin bana suikast düzenlemek üzere 
hazırlık yaptıklarını ve anlaştıklarını tespit ettik. Hatta örtülü ödenekten de 50 milyon doların bu iş için ayrıldığını öğrendik. Aynı olay Susurluk Raporu’nda da anlatılmıştır. Benim Abdi Keleş Abdioğlu’nu hedef göstermememin asıl sebebi budur. Yani bana yapılan suikast teşebbüsüdür. 

Soruldu: 6 mayıs 1996 tarihinde Suriye’de evinizin yakınına patlayıcı madde dolu bir kamyonun bırakılmasından ve patlamanın meydana gelmesinden evvel Yalçın Küçük’ün bu girişimi size haber verdiği iddiası var. Yalçın Küçük 

Ankara DGM’de bir yargılaması nedeniyle verdiği ifadesinde bir siyasî parti liderinin bu durumu kendisine haber verdiğini, kendisinin de kaçması için size haber verdiğini söylemiştir. 
Cevap: Yalçın Küçük’ün bana telefonla ‘Bugünlerde size karşı bir saldırı gerçekleştirelecek hazırlıklı olun’ dediği doğrudur. Ancak herhangi bir siyasî parti mensubu veya lideri bunu haber verdi diye bir şey söylemedi. Ancak normal 
olarak muhalefetteki siyasî partilerin bu haberi vermesi normaldir. Çünkü bu saldırı gerçekleşseydi iktidardaki parti puan kazanacaktı. Ancak dediğim gibi isim vermemişlerdir. Ayrıca ben Yalçın Küçük’ün haber vermesi nedeniyle özel bir tedbir almadım zaten her zaman tedbirli idim.” 

Bu operasyonla ilgili hazırlık talimatı MİT’e Tansu Çiller tarafından verilmişti. Uygulama Mesut Yılmaz başbakanken yapıldı. Siyasî liderler ve partiler Öcalan’a karşı girişilen operasyonlarda fikir birliği içinde davranıyorlardı. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***