TÜRKLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2018 Cuma

Amerikan Arşiv Vesikalarında Büyük Taarruz BÖLÜM 2

Amerikan Arşiv Vesikalarında Büyük Taarruz BÖLÜM 2


Amerikan kaynaklarında Anadolu’daki Yunan işgaliyle ilgili önemli bir tespitte bulunularak, “Yunanlılar koparabileceklerinden fazlasını ısırmışlardı.” 
denilmektedir. Amerikalılara göre; Yunan Ordusu ve Hükümeti Sakarya yenilgisi sonrasında ikiyeayrılmıştı: (1) Savaşın çok maliyetli olduğu, bu yüzden barış yapılarak asgari kazanımların korunması gerektiğini düşünenler. (2) Üç yıldır harcanan para ve ölen Yunan askerlerinin anısına saygısızlık yapılıp İzmir terk edilerek Yunanistan’a dönmemeye kararlı olanlar. İkinci görüşteki Yunanlı subaylar, kendilerine çekilme emri verilse bile Anadolu’dan çıkmayacaklarını Atina’ya bildirmişlerdi. Şayet Atina, geri çekilme emrinde ısrarcı olursa, bu subaylar Anadolu’da kalıp Mustafa Kemal’in yaptığı gibi gönüllülerden oluşan bir ordu kuracaklar ve Türklere karşı savaşarak işgale devam edeceklerdi.26 

Amerikan belgelerinde yer alan bu bilgi dikkat çekicidir. Hükümetinden emir almayan ya da bu emre karşı çıkan bir ordu siyasi ve askerî literatürde asi, başıbozuk güç kategorisine girer. Oysa subayların isyan kokan söylemleri Atina’daki savaş taraftarlarınca kahramanlık ve vatanseverlik olarak karşılanıyor, isyan emareleri gösteren subaylar çoğunluk tarafından destekleniyordu.27 Bu gelişmeler içinde Anadolu işgal güçlerine komuta eden General Anastasios Papulas görevden alınarak, yerine Yorgo Hacıanestis getirildi. Yunan Hükümeti, Papulas’ın yaş haddinden dolayı emekliliğini istediğini ilan etti. Oysa, görev değişikliği tamamen siyasi gerekçelerle yapılmıştır. Zira Yunan Orduları Başkomutanı Papulas, Atina’ya savaşın bitirilmesini ve siyasi çözüm aranmasını tavsiye eden bir rapor göndermişti. Böyle bir gelişme Başbakan Gunaris liderliğindeki Yunan Hükümeti için kabul edilebilir olmadığından Papulas istifaya zorlanmıştı. Amerikan arşiv belgeleri; Papulas’ın yetenekli bir komutan 
olduğunu, görevden alınması üzerine Yunan Ordusundaki altı kabiliyetli generalin daha değişikliği protesto ederek emekliliklerini istediklerini kaydetmektedir. Altı generalin talebi kabul edilip, yerlerine yüksek komuta ve kurmay pozisyon larından atamalar yapıldı. Amerikan arşiv kayıtları, bu değişiklikler sonucunda Yunan Ordusu’nun 1922 yılı baharında moralini kaybetmiş, kendisini ittifak halinde destekleyen bir hükümetten yoksun, çarpışma ve savaş konusunda çok az bilgi sahibi generaller tarafından idare edilen bir durumda olduğunu kaydetmektedir.28 

Amerikan arşiv belgeleri, işgalci Yunan Ordusunun düzenini Büyük Taarruz öncesinde şu şekilde göstermektedir: Yunan güçlerinin sağ kanadı Ege Denizi’nden başlayarak Menderes nehrinin güneyinden aşağı inip Nazilli demiryoluna kadar uzanıyordu. Bu hat İtalyan Ordusundan alınmıştı ve böylece Mandarin Dağı ile Kancalı Dağı’na hakim bir nokta elde tutuluyordu. Yunan sağ kanadı Nazilli’den Afyonkarahisar’a uzanıyordu. Amerikalılara göre bu iki bölge arasında çok önemli stratejik bir yer yoktu. Yunan işgal hattı Afyonkarahisar’ın birkaç kilometre doğusundan geçiyordu. Böylece, şehrin doğusunda bulunan savunmaya elverişli tepeler işgal edilmiş, Yunan ordusunun ikmal ve iaşesi kolaylıkla sağlanabilir hale getirilmişti.29 

Genelkurmay Başkanlığı Anadolu’daki Yunan işgal yerleşimini şu şekilde betimlemektedir: Afyonkarahisar’dan, Mudanya ve Gemlik’e kadar uzanan Yunan hattının geçtiği konumlar dikkatli bir şekilde seçilmiş ve bir yıllık sürede buradaki savunma cephesi güçlendirilmişti. Eskişehir, stratejik yollar üzerinde bölgedeki vadilere hâkimdi; burası Haydarpaşa-Ankara, Haydarpaşa-Afyonkarahisar-Adana ve Afyonkarahisar-İzmir demiryolları geçişi üzerinde bulunuyordu. Afyonkarahisar, Akdeniz sahillerinin büyük kısmını kontrol edebilecek yollara hakimdi. Afyonkarahisar’ı elinde bulunduran taraf, doğu ve batı yönündeki harekâtları da kolaylıkla kontrol edebilirdi.30 

Amerikan arşiv vesikaları bir yıllık dönemde Türk güçleri Yunan Ordusuna saldırmadığı için Yunanlıların savunma hattını kolaylıkla kurup tahkim edebildiğini belirtmektedir. Bütün Yunan hattıboyunca sadece güney-kuzey grupları arasında 32 km. uzunluğundaki bir alan hariç, iki kademeli hendek siperler yapılmış, siperlerin önüne bol miktarda dikenli tel örülmüştü. Yunan cephesinin pek çok yerinde, siperlerin önüne makineli tüfekler yerleştirilmişti. Makineli tüfekler ağaçlar tarafından saklanmakta ve korunmaktaydı. Ağaç olmayan yerlerde üçüncü, bazen dördüncü hendek siperler oluşturularak makineli tüfekler gizlenmişti. Bu siperlerin önünde de bol miktarda dikenli tel vardı. Türk Ordusu, bir yıl gibi uzun bir süre düşmana saldırmayarak bu kadar güçlü ve müstahkem cephenin Eskişehir civarlarından Bilecik ve İznik’e kadar 
kurulmasına fırsat vermişti. Yunanlılar birkaç makineli tüfeği taş duvarlar arkasına saklayarak tepelere yerleştirmişlerdi.31 

Yunanlıların, 1921 yılı Eylül ayından 1922 yılı Temmuz ayına kadar geçen yaklaşık bir yıllık sürede Anadolu’da oluşturdukları devasa uzunluk ve derinlikteki savunma cephesi, akla bu ordunun işgale devam etme niyetinde olmadığını getirir. Zira Yunan savunma hattı, Fransa tarafından, II. Dünya Savaşı öncesinde Almanlara karşı bütün doğu ve kuzey sınırlarını korumak üzere inşa edilecek Maginot Hattının prototipi gibidir.32Tek farkla Yunanlılar milyonlarca metreküp beton kullanamamışlar, toprağı kazarak ve dikenli tel sererek siperler oluşturmuşlardı. Yunan cephesinin en kuzeydoğu noktasında, İznik Gölü’nün, Mekece-Lefke Vadisi’nin ve Kocaeli’ndeki Türk ana karargâhının gözlemlenebildiği Kızıldağ bulunuyordu. Yunanlılar, Bursa yakınındaki hâkim konumlarıyla Türk Ordusuna gelen iaşe ve silahları kolaylıkla tespit edebiliyor, buradaki ordunun gücünü kestirebiliyordu.33 

Amerikan arşiv belgeleri Büyük Taarruz öncesinde Yunan güçlerinin açık ara avantajlı bir konumda bulunduklarını yazmaktadır. Zira Nazilli’den Afyonkarahisar’a, buradan da Marmara’ya uzanan Yunan savunma hattı, aşılması imkansız çelik bir duvar gibiydi. Yunanlıların Menderes nehri boyunca uzanan güney hattı demiryoluna paraleldi ve hemen bütün hat, iaşe ve cephanenin kolaylıkla sevk edilebileceği şekilde demiryolları yakınında kurulmuştu. Balacık’tan Söke’ye uzanan alt kolun ucunda liman bulunuyordu. Oysa, Eskişehir civarındaki hatlar hariç Türk güçlerinin elinde değil demiryolu, nakliyede kullanılacak kamyon, kamyonların gidebileceği doğru dürüst karayolu bile yoktu. Cephane ve malzemeler kağnılarla, öküz arabalarıyla taşınıyordu.34 

Amerikan arşiv belgeleri Yunan Ordusu’nun Büyük Taarruz öncesindeki durumu hakkında detaylı bilgi vermektedir. Nazilli ile Afyonkarahisar arasındaki Yunan cephe hattı da demir yollarından kolaylıkla iaşe ve nakliye için faydalanılabilmek idi. Savunma hattının bu kısmı, İzmir-Alaşehir-Uşak demiryolu tarafından besleniyordu. Amerikan arşiv belgeleri Yunanlılar’ın, İzmir’den demiryolunu kullanarak Afyonkarahisar’a yığınak yaptığını göstermektedir. Afyonkarahisar’da, 100.000 askeri 15 gün süreyle besleyip donatabilecek büyük bir depo kurulmuş, gerekli malzemeler demir yoluyla buraya nakledilmişti. Afyonkarahisar’da bir de büyük askeri giyim malzemesi bulunan depo vardı. Harita üzerinde bakıldığında, Yunan ordusu Afyonkarahisar’dan Bilecik’in kuzeyine kadar uzanan Bağdat demir yolunu da kontrol etmekteydi. Bu yol da, savunma hattına paralel bir şekilde uzanıyordu. 
Bu kısımda demir yolu ile ön cephe arasında belli bir mesafe mevcuttu. Ön cepheye malzeme aktarılırken belli güçlüklerle  karşılaşılmakta idi.35 

Amerikan arşiv kayıtlarına göre; ileri cephe hattı oluşturulurken hâkim konumlar tercih edildiğinden savunma hattı tren yolundan uzağa kurulmuştu. Demiryolu 
malzemesi eksikliği nedeniyle Eskişehir etrafındaki birliklere ve kuzey grubuna İzmir’den iaşe ve cephane gönderilememişti. Yunan Ordusunun Uşak, Afyonkarahisar, Kütahya ile Bursa’da uçuş pistleri, Anadolu’da 30’a yakın uçağı vardı. Atina’da yedekte bekletilen 39 uçak daha eklendiğinde Yunanlıların 69 uçaklık bir hava gücü olduğu görülür. Bu uçakların bir kısmı bombardımanda da kullanılabiliyordu. Yunan Ordusundaki ağır atış gücüne sahip top sayısı Amerikan belgelerine göre 155’dir. 
Ellerinde Afyonkarahisar ve Eskişehir’in her iki yanına yerleştirilmiş sayıları tam bilinmeyen birkaç İngiliz Howitzer topu da vardı. Yunan savunma hattının büyük 
kısmında 75’lik dağ topları bulunuyordu. Yunan topçuları, hâkim tepelerdeki konumları sayesinde Türk makineli tüfekleri tarafından rahatsız edilmeden toplarını doldurabilmekteydiler. Yunanlılar, sahip oldukları coğrafi avantajlar ve silah üstünlüğü nedeniyle hemen her noktasını savundukları hattın geçilmez olduğuna inanıyordu.36 

Amerikan arşiv belgeleri; 1922 yılı Haziran-Temmuz ayında cephedeki Yunanlı generallerin, güney cephesi komutanı hariç Türk Ordusunun genel bir taarruz yapmasına ihtimal vermeyip, böyle bir taarruzu beklemediğini yansıtmaktadır. Oysa Türk Ordusu, 1922 yılı baharında genel taarruza karar vermiş, fakat imkânsızlıklar nedeniyle taarruz önce 20 sonra da 26 Ağustos’a ertelenmişti. Yunan generalleri içinde Türk Ordusunun genel bir taarruza hazırlandığını ve her an Yunan hatlarına saldırabileceğini öngören yegâne general, Yunan güney grubuna komuta eden I. Kolordu Komutanı Nikolas Trikopis idi. Amerikan belgelerine göre Trikopis; Türk Ordusunun Fransız ya da İtalyanlardan veya her ikisinden bol miktarda ağır top aldığını tahmin ediyordu. Trikopis ayrıca Türk karşı saldırısının, Bağdat demiryoluyla taşınacak ağır toplar eşliğinde Afyonkarahisar’dan başlaması halinde başarılı olabileceğini düşünüyordu.37 

Büyük Taarruzu değerlendiren Amerikan askerî belgeleri burada Yunan Ordusunun önündeki seçenekleri analiz etmektedir. Buna göre Yunan Ordusu; 
Türk Ordusundan yaklaşık 20.000 asker fazlaydı. Yunan ordusu: (1) Sayı ve silah üstünlüğüyle insiyatif ele alınıp Türklere kesin darbeyi vurmak için Ankara’ya bir taarruz düzenlenebilirdi. (2) Anadolu işgal harekâtından külliyen vazgeçilerek sorun olduğu gibi bırakılabilirdi. (3) Ya da en iyisi uzun süredir beklenen ve hakkında haber gelen Türk taarruzunun başlaması beklenebilirdi.38 

Belirtilen seçeneklerin hiçbiri 1922 yılı baharında Yunanlıları tatmin edecek durumda değildi. Bu nedenle Yunan Ordusu alışılmadık bir plan uygulamaya koydu. 
Amerikan kayıtları, Yunan Ordusunun yenilmesinin nedenini Trikopis’in öngörüsünün dikkate alınmaması ve bu alışılmadık planın uygulanması olarak görür. 

Türk Ordusunun aynı dönemdeki durumu Amerikan arşiv belgelerinde şu şekilde değerlendirilmektedir: (1) Türkler için durum Yunanlılardan tamamen farklıydı ve onları destekleyen bölünmüş bir hükümet yoktu. (2) Politik olarak atanmış askerlikten anlamayan generalleri yoktu. (3) Tüm ihtiyaçlarını, silah, cephane, top [istihbarat] karşılayan bir süper güce sahip değillerdi. Fakat Türkler Yunanlılarda olmayan bir şeye “esprit de corps”birlik ruhuna sahiptiler. Önemli bir davaları vardı, anavatanları, doğdukları topraklar, evleri için savaşıyorlardı. Bir gaspçının ülkelerini işgal ettiğini düşünüyorlardı ve bir bilge adam onların haklı davasına liderlik ediyordu. Yeni Ulusal Hükümetlerine güveniyorlardı, düşmanı Anadolu’dan kovmaya kararlıydılar. Türkler için tek seçenek, hazırlanmak ve en uygun an için sabırla beklemek ve ilk fırsatta Yunanlılara saldırmaktı. Yunanlılardan farklı olarak Türkler, Yunan mevzileri karşısında müstahkem savunma hatları inşa etmemişlerdi. Belli yerlerde savunma 
mevzileri vardı. Türk Ordusunun gücü 120.000 askerdi ve bunların 90.000’i silahlıydı. Yunan cephesinde 65.000 Türk askeri vardı ve bunların 55.000’ni savaşçı, 10.000 kadarı da destek birliğiydi. İki ordu ve bir bağımsız ordu grubu oluşturulmuştu. Yunan [Türk Batı] cephesindeki askerlerin tamamına İsmet Paşa komuta ediyordu.39 

Amerikan belgeleri burada, Milli Mücadele için yerinde bir tahminde bulunmakta dır. Buna karşın Milli Mücadele en başından itibaren, işgalcilerin yanında çok sayıda zorlukla da savaşılarak kazanılmıştır. Zira bir yıl önceki Sakarya Meydan Muharebesi, hem mali kaynaklara hem de askeri idare kapasitesine büyük darbe vurmuştur. Savaş bittiğinde Ordunun elindeki cephane hemen hemen tükenmiştir.40 Biri İstanbul’da diğeri Ankara’da olmak üzere iki başlı bir hükümet vardı. Ankara’da Mustafa Kemal’e karşı önemli bir muhalefet mevcuttu. Halk; vergilerden, bitmeyen savaşlardan bıkmıştı, düzenli orduya geçilirken çok sayıda sorun ve isyan yaşanmıştı. 

Ülkenin yarısı işgal altında, kalanyarısı yoksulluk içindeydi. Deniz gücü yoktu ve sahil şeritleri Yunanlılara karşı savunmasızdı. İtalya ve Fransa’dan silah alındığı doğrudur, fakat alımlar bin bir zorlukla yapılmıştı. Bolşevikler, Orta Asya Türklerinden gelen altınların bir kısmını Ankara’ya ulaştırmış, fakat bunun karşılığında kendilerine yakın bir hükümet kurabilmek için Anadolu’da yoğun bir Bolşevik propagandası başlatmışlardı. 

Bütün olumsuzluklara rağmen Türk halkı Milli Mücadelesini yürütüyor, geleceğe güvenle bakan ve ümidini kaybetmemiş bir lider önderliğinde varoluş mücadele  si veriyordu. Türk Ordusunun en büyük avantajı, son kaleyi savunurken, ömrü cephelerde geçmiş bir kurmay kadrosuna ve Mustafa Kemal Paşa gibi askeri bir dehaya sahip olmasıdır. 

Amerikan arşiv kayıtları; Yunan cephesindeki Türk güçlerinin yaklaşık 60 sahra ve çeşitli kalibrelerde 50 büyük topu bulunduğunu kaydetmektedir. Türklerin 
ayrıca modern tip iyi durumda 35 uçağı vardı. Türk askerleri aşağıdaki iaşe hatlarını kullanmaktaydı: 

(1) İzmit-Adapazarı-İncirlik. 
(2) Ankara-Beylik-Akhor. 
(3) Çay-Konya. 
(4) Denizli-Dinar. 

Amerikalılar Tük Ordusu’nun baharda taarruz planladığını düşünüyordu. Fakat bu girişim ertelenmek zorunda kalınmıştır. Ertelemenin nedeninin, daha uygun bir 
fırsat için beklemek mi yoksa İtilaf Devletleri’nin barış teklifi mi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bununla ilgili kesin bir emare de yoktu.41 

Amerikan kayıtları, 1922 yılı 31 Mart ile 31 Mayıs tarihleri arasında Türk-Yunan savaşının resmen sürdüğünü, fakat çatışmaların fiili olarak durduğunu 
kaydetmektedir.42 Bu bilgi doğrudur zira bahsedilen iki aylık dönemde İngiltere ve Fransa’nın girişiminde Paris’te bir konferans toplanmıştır. Amaç Sevr’in yumuşatılmış halinin Ankara’ya kabul ettirilmesiydi. İtilaf Devletleri’nin niyetini bilen Ankara, görüşmeler için önce Anadolu’daki işgalci Yunan askerlerinin tamamen çekilmesini istedi. Bu nedenle de Paris görüşmelerinden herhangi bir sonuç çıkmadı. 

Daha önce de ifade edildiği gibi Anadolu’daki işgalci Yunan komuta kademesi General Trikopis hariç, birkaç kat hendek ve ağır silahlarla donatılı cephe hattı ile birliklerine o kadar güveniyorlardı ki, Türk Ordusunun Yunan cephe hattına karşı bir taarruz yapabileceğine ihtimal verilmiyordu. Fakat Yunan Hükümeti ve işgalci komutanlar, Eskişehir’den batıya geçmeyi de göze alamıyorlardı. Nitekim ilerlemeyi planlayan bir ordunun yaklaşık 600 km’lik cephe hattında birkaç sıra hendek ve dikenli tel manialarından oluşan bir savunma kurması anlamsızdı. 

Amerikan arşiv vesikalarının Yunanlıların savaşı kaybetme nedeni olarak gösterdiği alışılmadık plan uygulamaya konuldu. I. Dünya Savaşı’nın galibi İngiltere idi. Atina, İngiltere’nin Yunan işgal planlarına karşı çıkmayacağını düşünüyordu. Ya da Londra tarafından Yunan Hükümeti’ne bu yönde bir işaret verilmişti. Paris görüşmelerinden bir ay sonra, 1922 yılı Temmuz’unda İstanbul’u işgal için harekete geçildi. Dönemi anlatan belgelerin satır araları, Yunan Hükümeti’nin İstanbul’u işgale karar verdiğini göstermektedir. İşgali, İtalya ile Fransa’nın direnci ve Kocaeli’ndeki Türk Ordusu’nun varlığı önlemiştir.43 

Amerikan belgeleri, Yunanlıların başarısız geçen Paris görüşmeleri sonrasında bir güç gösterisi yapmak için İstanbul’u işgale niyetlendiklerini, aslında amacın gerçek bir işgal olmadığını ileri sürmektedir. Amerikan belgelerine göre; Paris görüşmeleri sonrasında Yunanlılar, anlaşmazlığı kesin olarak çözecek bir konferansın toplanması ve oradan büyük bir kazanç elde edebilmek için bu tür gösteriş yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Yunan komuta kademesi, Temmuz ayında 20.000 askerden oluşan iki tümeni Afyonkarahisar cephesinden Trakya’ya kaydırarak buradaki birlikleri takviye etti. Amaç, Trakya’daki askerlerin İstanbul’a yürüyerek şehri ele geçirmesiydi, fakat bunun için Müttefiklerin rızasına ihtiyaç vardı.44 

Amerikan vesikaları; Atina Hükümeti ve Yunan komuta heyeti tarafından, İstanbul’un işgalinin Türk Ordusu’nun güvenini ve cesaretini kırarak olası konferansta Yunanlılar için daha lehtar şartların oluşmasını sağlayacağının umulduğunu kaydetmektedir. Yunanlılar, İngiltere başta gelmek üzere Müttefiklerin İstanbul’un işgaline karşı çıkmaları için bir neden göremiyorlardı. Hatta savaşta yeteri kadar yardım etmedikleri için Müttefiklerin Yunanlılara borçlu olduğu bile düşünülüyordu. Atina’daki planların aksine, Müttefikler İstanbul’un işgalini reddettiler. Buna karşın Anadolu’dan gelen birliklerle birlikte Yunan Trakya Ordusu sayı üstünlüğüne sahipti. 
Müttefik askerleri olası Yunan işgaline karşı Çatalca hattına kaydırıldı.45 Yunanistan, tepki üzerine İtilaf Devletleri’ninizni olmadan İstanbul’u işgale niyeti olmadığını ilan etti ve 30 Temmuz’da Batı Anadolu İyon Devleti’ni ilan etti.46Bu adım İzmir’in ilhakı için atılmıştı. 

Amerikan belgelerinin aktardığı olay örgüsünde, İstanbul’un sadece avantajlı şartlar için işgal edilmek istendiği bilgisi ihtiyatlı değerlendirmeye muhtaçtır. Zira Yunanlılar bir kez İstanbul’u işgal edebilselerdi, kanlı bir savaş yaşanıp mağlup edilmeden şehirden çıkmazlardı. Yunanistan’ın olası İstanbul işgali karşısında Türk Ordusu İzmit’e doğru kaydırılarak tedbir alınmıştır.47 Trakya’da Yunan Ordusu, İstanbul ve Boğazlarda İtilaf Devletleri ve İzmit’te Türk Ordusu bulunuyordu. Yunanlılar Anadolu’da Milli Mücadele’ye karşı savaşıyordu ve İngilizler onları destekliyordu. 

Yunan Ordusu’nun Temmuz ayında Trakya’ya birlik kaydırması, hiçbir şekilde bir Türk taarruzuna ihtimal verilmediğinin açık kanıtıdır. İngiltere’nin Yunanlılara 
istihbarat bilgisi aktarmaması olası olmadığına göre, Yunan Genelkurmayı’nın kendine aşırı güven duyarak bu uyarılara dikkate almadığı söylenebilir.48 
Trikopis hatıratında, 

Büyük Taarruz’dan iki ay önce kaçarak kendilerine sığınan bir Türk askerinin 23 Ağustos’ta, Türk karşı saldırısını haber verdiğini kaydetmektedir. Bu bilgi üzerine yapılan keşif raporları da ifadeyi doğrulamaktaydı.49Bu bilgi ve keşif raporları dikkate alındığında Yunan Ordusu’nun Amerikan arşiv vesikalarında iddia edildiğinin aksine Büyük Taarruz’a hazırlıksız yakalanmadığı görülür. 

Amerikan arşiv belgeleri; Yunan Ordusu’nun Trakya’daki planlarının Mustafa Kemal Paşa’nın uzun süredir beklediği fırsatı sağladığını kaydetmektedir. İki Yunan tümeninin Trakya’ya kaydırılmasıyla Türk birliklerinden daha güçlü olan Yunan cephesi zayıflamış, iki ordu arasındaki güç makası daralmıştı. Amerikan belgelerine göre; Mustafa Kemal Paşa bunlara ek olarak Yunan işgal Orduları komutanı Hacıanestis ile komuta kademesindeki diğer generallerin ve kurmay heyetinin taktik durumlar hakkında deneyim sahibi olmadıklarını, Yunan ordusunda morallerin bozuk olduğunu, savaştan bıkan Yunan askerlerinin bir an önce eve dönmek istediğini, Türk Ordusu karşısındaki Yunan Ordusu’nun artık hemen hemen eşit güçte olduğunu bildiğini kaydetmektedir. Amerikalılara göre; Türk Ordusu hava üstünlüğüne sahipti ve iyi bilinen bir dünya gücü tarafından bol miktarda silah ve cephane ile donatılmıştı. Mevcut avantajları değerlendiren Mustafa Kemal, taarruza karar verdi. Fakat ne zaman ve nereye saldırılacaktı. Yunanlılar bu bilgiye tam manasıyla sahip değillerdi.50 

Arşiv vesikalarındaki kayıtlarla ilgili birkaç açıklama ve düzeltme yapmak gereklidir. Amerikan Belgeleri Yunanlılar tarafından Doğu Karadeniz’de bir Pontus devleti kurmak için oluşturulan önce 10.000 kişilik daha sonra Yunanistan, Sovyet Rusya ve Kafkasya’dan getirilen Rumların katılımıyla 25.000 kişilik bir güce ulaşıp Doğu Karadeniz’i terörize eden Yunan çeteleri hakkında hiç bilgi vermemektedir. Doğu Karadeniz bölgesindeki Pontus Rum çetelerinin mezalimi perdelenmeye çalışılmaktadır.51 

Oysa, bu dönemde Amerikan misyonerleri ve tütün tacirleri Karadeniz’de yoğun olarak faaliyetteydi. Amerikan destroyerleri de düzenli olarak 
Türk kontrolündeki limanları ziyaret ediyordu. Belirtilen nedenlerle rapor yazarlarının Pontus çetelerinden ve Türk Ordusu’nun bir kısmının Karadeniz’de, diğer kısmının Koçkiri İsyanı nedeniyle Doğu ve Güneydoğu’da meşgul olduğunu bilmemesi imkânsızdır. 

Bunlara ek olarak daha önce de belirtildiği üzere Ankara Hükümetinin elinde deniz gücü yoktu, donanma İtilaf Devletleri tarafından Haliç’te enterne edilmişti. 
Balıkçı tekneleri ve eldeki iki gambot yardımıyla Karadeniz’de bin bir zorlukla silah sevkiyatı yapılabiliyordu. Buna karşın Yunan Ordusu’nda irili ufaklı 24 savaş gemisi vardı. Bu gemiler, Karadeniz’deki Türk ulaştırmasını engellemek için zaman zaman iskele ve limanları bombalıyorlardı. Şartlar hiçbir şekilde eşit olmadığı gibi, 

Yunanlıların mezalim ve katliamları Batı kamuoyu tarafından ya görmezden geliniyor ya da Türklere mal ediliyordu.52 

Büyük Taarruz’a hazırlanan Türk Ordusu’nun Batı Cephesi karargâhı Sivrihisar’da; Kocaeli Grup karargâhı Dağküplü kuzeydoğusunda konuşlanmıştı. 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması sonrasında Güney Cephesi’ndeki birlikler Batı Cephesi’ne katılmıştı. Eskişehir’den taşınan hava gücü, taarruz öncesinde Konya’da bulunuyordu. Ankara, çeşitli kaynaklardan silah, uçak ve cephane elde etmişti. 1922 yılı Mart ayında uçuşa hazır 13 uçak vardı. 

Ankara Antlaşması sonrasında Fransa’dan alınan 10 Brege tipinde iki kişilik keşif uçakları da bu güce katılmıştı. Bunlara ek olarak İtalya’dan 20 adet Spat 13 avcı uçağı ile Almanya’dan birkaç uçak alınmıştır. Taarruz öncesinde bu uçaklar da hazırlanmaktaydı.53 40’ı keşif, 10’u avcı olmak üzere 50 uçağı bulunan Yunan Ordusu halen hava üstünlüğüne sahipti. Bunlara ek olarak Atina’da yedek bir filo mevcuttu. Yunan hava gücü, Afyonkarahisar, Uşak ve Garipçe’de konuşlanmıştı. Bütün bu sayısal rakamsal verilere karşın Amerikan arşiv vesikalarında hâlâ Yunanlıların büyük bir gücün kayıtsız şartsız tam desteğine sahip olmadığı iddia edilmektedir. Oysa İngiliz subaylar Yunan işgal birliklerinin eğitim, sevk ve idaresine aktif olarak katılmakta, işgalcilerin istihbarat açıklarıyla silah ve 
cephane ihtiyaçları karşılanmaktaydı. 

Taarruz öncesinde Türk güçlerinin Akarçay-Afyonkarahisar ve bu bölgenin güneydoğusunda kuvvet topladığı Yunanlılar tarafından fark edildi. Buradan ya da Dinar-Denizli hattından yapılacak olası bir taarruzu engellemek için Yunan Ordusu tedbir aldı. Yunan ordusunu uzun süre teyakkuzda bekletmek için4. Kolordu Bolvadin, 

1. Kolordu Çay dolaylarında bekletiliyordu. Amerikan vesikalarının belirttiği şekilde Büyük Taarruz planlaması iki Yunan tümeninin Trakya’ya kaydırıldığı ay olan Temmuz’da başladı. Fakat, Amerikan vesikalarının aksine yegane sebep Yunan tümenlerinin yer değiştirmesi değildi. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta, Haziran ayında taarruza karar verildiğini ve eksikliklerin giderilmeye çalışıldığını kaydetmektedir.54 

Taarruz uzun süredir planlanıyordu, işgalcilerin son hareketi sadece taarruzu kolaylaştırılabilecek etkide bulunmuştur. 28 Temmuz 1922 tarihinde, Konya’da 
düzenlenen bir futbol maçı bahanesiyle Türk Komuta Heyeti, bir gün önce Akşehir’e gelmiş olan Mustafa Kemal Paşa komutasında toplandı. Gerekli planlama ve kuvvet yapılanması gözden geçirilerek taarruz planı oluşturuldu. Taarruz harekât planlaması en son yine Akşehir’de 20 Ağustos’ta yapılan son toplantı ile kararlaştırıldı.55 Büyük Taarruz harekât hazırlıklarına gizliliğin sağlanabilmesi için “sad .” işareti verilmişti. Haberleşme kâğıtları üzerinde de gizlilik “ .” harfi konularak sağlanmaktaydı. İlk planlamaya göre taarruz kış başlamadan yapılacaktı.56 

Amerikan arşiv vesikaları, Büyük Taarruz’un zamanlamasının mükemmel olduğu konusunda hem fikirdir. Arşiv vesikalarına göre; Türklerin 1922 yılı bahar başında bir genel taarruz yapacağı bekleniyordu. Taarruz yapılmayınca İstanbul’daki askeri gözlemciler söylentilerin blöf olduğunu ve Türklerin genel bir saldırı başlatabilecek güce sahip olmadıklarını düşünmeye başladı. Yunanlılar, saldırının bahar başında yapılacağını düşünerek buna göre hazırlandılar. Fakat zaman geçip de hiçbir saldırı yapılmayınca, boşuna cephe hattında teyakkuzda beklediklerini düşünmeye başladılar. Amerikan belgelerine göre; Mustafa Kemal’in amacı, düşmanı her an bir şey olacakmış gibi teyakkuzda bekletmek ve tam düşmana bir şey olacağı yok boşuna bekliyorum fikri hâkim olduğunda, sonuç alıcı vuruşu yapmaktı. Mustafa Kemal bu planı mükemmel şekilde uyguladı. Fakat yağmurlu mevsim yaklaştığından genel taarruzu çok fazla ertelemesi riskliydi ve ayrıca şartlar bir daha bu kadar müsait olmayabilirdi.57 

Mustafa Kemal Paşa, Amerikan vesikalarının kaydettiği şekilde bir taarruz planı uygulamamıştır. Zira Ordu tebliğleri ve bizzat Nutuk’ta Mustafa Kemal Paşa 
tarafından açıklandığı üzere, düşmana taarruz için hazırlıkların tamamlanması bekleniyordu. Hazırlıklar Haziran ayında tamamlanmış olsaydı, iki Yunan tümeni 
Trakya’ya kaydırılmadan taarruz başlayacaktı. Taarruzun ertelenmesinin asıl nedeni askeri hazırlıkların tamamlanamaması, Anadolu’daki isyanlar, cephane ve silah eksikliğidir. Sakarya Savaşı’nın insan kaynakları ve maddi açılardan yıpratıcılığını telafi etmek kolay olmamıştır. 

Amerikan arşiv belgelerine göre; Büyük Taarruz öncesinde, 1922 yılı Ağustos ayında Yunan Ordusu yaklaşık 400 mil (ortalama 600 km.) uzunluğunda bir cephe hattı kurmuşken Türk Ordusu 40 mil (ortalama 60 km.) bir cephe hattına sahipti. Mustafa Kemal taarruzun başlamasına karar verdi ve İsmet Paşa [İnönü] da en uygun yeri tespit etti. İsmet Paşa, Afyonkarahisar’ın kuzeyinden Mudanya’ya kadar uzanan Yunan Ordusu’nun kesintisiz bir cephe kurduğunu belirlemişti. Cephedeki yegâne boşluk noktası kuzey ve güney ordu grupları arasındaki yaklaşık 20 millik (30 km.) alandı.58 

Yunan cephesinin diğer kısımlarına saldırmak zorlu bir savaşı gerektirecekti. Türk Ordusu’nun, Afyonkarahisar’ın kuzeyinden Yunan cephe hattını 
geçmesi durumunda, düşmanın güney ordu grubu İzmir’den kuzey ordu grubu ise Mudanya’dan ihtiyaç duyduğu iaşe ve desteği almaya devam edebilecekti. 
Bu durumda işgalci Yunanlılara esaslı bir darbe vurmak imkânsız olacaktı. Türk saldırısının Afyonkarahisar’a yapılması durumunda, daha önce I. Yunan Kolordu Komutanı General Trikopis tarafından da öngörüldüğü şekilde başarı ihtimali çok yüksekti.59 

Taarruz başladığında Türk Genelkurmay kayıtlarına göre iki ordunun askerî durumu şu şekildeydi:60 


ASKER ve ASKERİ MALZEME 



Afyonkarahisar’ın geri alınabilmesi durumunda, Yunan iaşe ve iletişimi kesilmiş olacaktı. 100.000 askerlik beslenme ve tedarik malzemesi ele geçirilecekti ve 
daha önemlisi Yunan cephe hattında esaslı bir kesinti oluşturulabilecekti. Amerikalılar, Mustafa Kemal’in Afyonkarahisar’a saldırmak için tereddüt etmediğinin, Yunanlıların en zayıf noktalarının Afyonkarahisar olduğunun ve İsmet Paşa’nın da bu zayıflığı tespit ettiğinin farkındaydılar.61Türk Ordusu’nun elindeki silahların en önemli sorunu, farklı kaynaklardan elde edildikleri için birbirleriyle uyumlu olmamaları, birinde kullanılan yedek parça ya da mühimmatın çoğunlukla diğerinde kullanılamamasıdır.62 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Amerikan Arşiv Vesikalarında Büyük Taarruz BÖLÜM 1

Amerikan Arşiv Vesikalarında Büyük Taarruz BÖLÜM 1,


AMERİKAN ARŞİV VESİKALARINDA BÜYÜK TAARRUZ ,




Hikmet ÖKSÜZ*
* Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, 
h.oksuz@ktu.edu.tr  

İsmail KÖSE** 
** Doç. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 
ismailkosetr@ktu.edu.tr 




Makale Geliş Tarihi: 17.10.2017 
Kabul Tarihi: 21.11.2017 

ÖZET 

I. Dünya Savaşı sonrasında galipler tarafından oluşturulan sömürü düzenine dayalı emperyalizmin kendi içindeki tutarsızlıklar nedeniyle uzun süre ayakta 
kalamayacağı belliydi. Yeni düzene ilk başkaldırı Milli Mücadele’dir. Milli Mücadele’nin başarısı Büyük Taarruz, ismiyle müsemma bir dikkat ve özenle 
hazırlanmıştır. İngiltere’nin askeri, istihbarat ve siyasi desteğine sahip Yunan Ordusu, 1921 yılı sonunda Afyonkarahisar-Eskişehir-Bilecik-Mudanya cephe 
hattında durdurulabildi. Yunan Ordusu, işgal ettiği cephe hattında güçlü savunma sistemleri kurarak durumunu sağlamlaştırmaya çalıştı. Hemen bütün 
gücünü son yıllardaki savaşlarda tüketmiş olan Türk Ordusu’nun işgalcileri Türk topraklarından atmak için tek hamlelik şansı vardı. Büyük Taarruz adı verilen 
bu hamle işgalcileri üç haftadan daha kısa sürede Anadolu’dan söküp atmıştır. 

Büyük Taarruz ile ilgili çok sayıda Türkçe kaynak ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan Harp Cerideleri mevcuttur. Buna karşın bu kadar önemli 
bir askeri harekatın farklı kaynaklardan değerlendirilmesi ilmi metodoloji açısından esaslı bir gerekliliktir. İşgalcilerin planlarını, beklentilerini, taarruz 
esnasındaki durumu ve Türk Ordusu’nun ilerleyişini detaylı bir şekilde nakleden Amerikan Askeri Arşiv Vesikaları bu çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. 
Amerikan vesikaları her ne kadar olayları Yunan bakış açısına göre ele almış olsa da tarihe ışık tutacak, birinci elden bilgilere ulaşmasını sağladığı için 
incelenmeye değer görülmüştür. 

Anahtar Kelimeler: Büyük Taarruz, Küçük Asya, Türkler, Yunanlılar, savaş, Hikmet ÖKSÜZ, İsmail KÖSE,

Giriş 

Dünya tarihindeki ilk büyük harp olan I. Dünya Savaşı (Harbi Umumi) sonrasında galipler kendi çıkarlarını sürdürülebilir kılmak ve daha fazla kaynağa 
ulaşmak için yeni bir sistem oluşturdular. Bu düzende mağluplara, kendilerine dayatılan şartları kabul etmekten başka çare bırakılmadı. 
Amerika Birleşik Devletleri Monroe Doktrini doğrultusunda tekrar izolasyonist politikalara döndüğünden, Savaş sorasının tartışmasız muktediri İngiltere idi. İngiltere, 1919 yılında dünyanın üçte birini müstemleke haline getirmiş, bir tarafı yeryüzünün kuzeybatı ucunda Kanada’ya diğer tarafı güneydoğu ucunda Avustralya’ya uzanan devasa bir sömürge imparatorluğu görünümündeydi. Aynı zamanda en fazla Müslüman sömürgesi olan devletti. Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve onun gibi düşünenlerle işbirliği içinde İslam’ın en güçlü devletine sahip olan Türklere, sömürgelerindeki Müslümanların ümitlerini kıracak bir ders vermek istiyordu. Nitekim dönemin Başbakanı Lloyd George hatıratında, “İngiltere’ye savaş ilan ettiği için Osmanlı Devleti’ne etkili bir darbe vurarak, Türklerin Müslümanlar üzerindeki prestijini sarsmak istediklerini”  itiraf etmektedir.1 

Şerif Hüseyin ve Arap kabileleri Harbi Umumi başlamadan önce İngiltere ile temasa geçmişlerdi.2 Çanakkale’de Türk milletine vurulamayan darbe, savaş sonrasının realist politikasında Lloyd George Hükümeti tarafından Yunanistan’a Anadolu’nun işgali için sağlanan koşulsuz destekle gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. 

Türk Milleti son yüzyılı savaşlarla geçirmiştir. Tamamı 19. yüzyılda gerçekleşen Sırp İsyanı, Yunan İsyanı, Mısır İsyanı, Kırım Savaşı, 93 Harbi, Yunan Savaşı ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Trablusgarp Savaşı, Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu seri; hizmetin asgarisine mecbur bırakılıp, yükün azamisini taşıyan Anadolu’nun insan gücünü kırmış, eldeki ekonomik kaynaklar tüketilmişti. Lloyd George, “Türklerin iyi idare edildiklerinde yenilmez savaşçılar olduklarını” biliyordu. 
Bu durumu hatıratında dile getirmektedir. Ümidini; Arap isyanının sonuçlarına, Balkan Savaşları’ndaki yenilgiye, Osmanlı devletinin harabeye dönmüş siyasi yapısına ve çağın çok ötelerinde kalmış endüstriyel geriliğine bağlamıştı.3 

Viyana Bozgunu (1683) sonrasındaki ilk esaslı ileri harekât olan Büyük Taarruz, askerinin önemli bir kısmının ayağında yürüyecek çarığı bile olmayan bir 
orduyla gerçekleştirilmiştir. Öyle ki Büyük Taarruz öncesindeki ileri yürüyüşte Batı Cephesi tümenlerindeki askerlerin önemli kısmının ayaklarında zemin vuruğuna bağlı yaralar oluşmuştur.4 

Milli Mücadele ile ilgili Genelkurmay Başkanlığı harp tarihi ve cephe tebliğleri dâhil çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Milletler, tarih yazarken genellikle 
başarısızlıklarını kabul edilir hale getirmeyi, başarılarını ise olduğundan büyük göstermeyi tercih ederler. Düşman güçlerini mevcuttan fazla, kendi güçlerini 
mevcuttan az yazarlar. Böylece yenilgi meşrulaştırılırken, zaferdeki şan ve şeref daha değerli hale getirilir. Harp tarihi yazıcıları objektif olsalar da bu beynelmilel kural okuyucuların bilinçaltındaki soğuk varlığını korur. Aynı dönemde yazılmış tarafsız ya da en azından savaşa dâhil olmayan tarafların görüşleri belirtilen noktada etkili doğrulama araçlarıdır. Türkçe kaynaklara ek olarak, Anadolu’daki mücadele ile ilgili, bu dönemde Anadolu’da bulunan Batılı gözlemciler tarafından da detaylı kayıtlar kaleme alınmıştır.5 Fakat her millet gibi Avrupalı tarih yazıcıları da, gözlemlerini yazıya dökerken genellikle inanç asabiyeti ve taassubu ile hareket etmişlerdir. 

Yukarıdaki keyfiyete karşın, bir kısmı subay olan Batılı görevliler tarafından yazılan raporların satır aralarında yapılacak dikkatli bir bakış, okuyucuya pek çok vaka hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. Milli Mücadele esnasında Anadolu’da tarafsız Batılı devlet yok gibidir. İtalyanlar, Yunanlılara kızgın oldukları için kısmen nötr-pasif bir tutum almışlardı, kalanların hemen tamamı gönlünde Yunan zaferini arzuluyordu. 
Dönemin Batı menşeli raporları incelenirken zikredilen gerçek göz önünde tutulmalıdır. 
Bu çalışmada, Amerikan Ulusal Arşivleri’nde (NARA) bulunan ve erişime açık olan tarihi vesikalardaki Büyük Taarruz ile ilgili kayıtlar ele alınacaktır. 
NARA Arşivi’nde saha raporlarına ek olarak, Büyük Taarruz hakkında Amerikalı Piyade Yüzbaşı Carl B. Wilson tarafından 1930’lu yıllarda kaleme alınan bir değerlendirme ile Taarruz esnasında Anadolu’da bulunan Amerikalı askeri görevlilerin raporları, el çizimi harita ve cephe krokileri de yer almaktadır.6 

Milli Mücadele esnasında Anadolu’daki gidişatı takip eden Amerikalı subaylar Yunan Ordusunu yakından, Türk Ordusunu ise elde edebildikleri bilgiler ve ikincil kaynaklardan izlemişlerdir. Piyade Yüzbaşı Carl B. Wilson, Büyük Taarruz ile ilgili değerlendirmesini hazırlarken; Halide Edip Adıvar, İstanbul’daki Ermeni Askeri Ataşesi, Edward M. Earle, Grace Wilson, Winston Churchill, Sir Valentine Chirol ve Amerika’nın Atina Askeri Ataşesinin kayıtlarından yararlanmıştır. Saha raporlarıysa, olayların gerçekleştiği anda büyük oranda gözlem ve birinci elden bilgiler değerlendirilerek kaydedilmiştir.7 Yukarıda açıklanan bilgiler ışığında bu çalışmanın amacı; Milli Mücadele ile ilgili farklı bir kaynağı, Amerikalı bir subay tarafından yazılan değerlendirmeyi ve dönemin saha raporlarını araştırmacıların dikkatine sunmaktır. 

Dönemin Amerikan vesikaları; İzmir’in işgalinden itibaren Anadolu içinde kuş uçuşu 500 km. ilerleyerek ana üsten uzaklaşan işgalcilerin önünde iki seçenek. 

1. Büyük Taarruz’a Hazırlık;

Anadolu’da Yunan işgali, 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan Ordusu’nun İzmir’e çıkmasıyla başlamıştır. Yunan Kralı Konstantin, İzmir işgalinden 18 ay sonra, 1920 yılının sonunda Venizelos seçimleri kaybedince tahta çıkmıştır. 
Amerikan arşiv kayıtlarına göre; tahta yeni çıkan Kral Konstantin, İmparator I. Konstantin’e özenerek ondan 16 asır sonra Doğu Roma’yı (Bizans’ı) yeniden kurma hayalleri içindeydi. Konstantin, 1921 yılı Mart ayından itibaren Anadolu’ya yeni birlikler göndermeye başladı. Bu takviyelerle işgalci Yunan Ordusunun asker sayısı 180.000’e ulaştı. Yunan takviyelerine karşın, ilk başta Türk Ordusu Yunan işgal güçleri karşısında batı cephesinde 60.000; Fransa’ya karşı güney cephesinde (Kilikya) mücadele eden birlikler 25.000 olmak üzere toplam 85.000 askerden ibaretti.8 

Amerikan askeri belgeleri tarafından da hemen hemen teyit edilen bu durum, Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk gücünün Yunan Ordusunun yarısından bile daha az olduğunu göstermektedir. 

Yeni birliklerle takviye edilen Yunan Ordusu, 23 Mart’ta Eskişehir-Afyonkarahisar cephesini yarmak için taarruza geçti. Amerikan belgeleri, Fransa ile 11 Mart’ta anlaşma sağlandığından güney cephesi (Kilikya) cephesindeki 25.000 kişilik Türk gücünün, Yunan cephesindeki ana birliklere katılmak üzere serbest kaldığını bildirmektedir. Bekir Sami Bey’in yaptığı bu antlaşma TBMM tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmemiştir. Belirtilen nedenle Amerikan vesikaları 
tarafından verilen bilgi hatalıdır. Zira Fransa ile 9 Haziran’da başlayan müzakere ler Sakarya Savaşı sonrasında sonuçlandırılıp, bu devletle 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara Antlaşması imzalanmıştır.9 

Amerikan belgelerinin iddia ettiği gibi güney cephesindeki güçler serbest kalsa bile, ulaşım ve nakliye imkânlarının sınırlı olduğu Anadolu’da bu birliklerin kış 
şartlarında Anadolu’daki orduya katılmaları en iyi ihtimalle birkaç aylık bir zaman gerektirmekteydi. Güney cephesinin tamamen boşatılması da olası değildi. Üstün kuvvetler karşısında savaşarak Sakarya nehrinin doğusuna çekilmek zorunda kalan Türk Ordusu, Eskişehir-Kütahya savaşları esnasında 60.000 rakamını aşmamıştır, Yunan Ordusu 180.000 asker civarında olduğu için simetriden yoksun kuvvet dengesi üçte biri oranındadır. Bu durum Amerikan arşiv vesikaları tarafından da teyit edilmektedir.10 

Yunan Ordusu ilk olarak, Uşak’ın 30 km. doğusuna kadar ilerledi. Anadolu işgalinde Yunan Ordusunun kesin zafer kazandığı tek savaş olan 1921 yılı 
Temmuz’undaki çarpışmalar sonrasında Yunan güçleri; bir ucu kuzeyde İzmit-Gemlik, diğer ucu Bozdağ sırtlarından Seyitgazi-Afyonkarahisar hattının 40 km. doğusuna uzanan çizgi üzerinde savunma cephesini kurdu.11 

Kütahya-Eskişehir savaşlarıyla bulunduğunu bildirmektedir. İlk seçenek: İzmit-Seyitgazi-Afyonkarahisar hattında durarak güçlü bir savunma kurup daha sonra ileri harekâta girişmekti. İkinci seçenek ise zafer rüzgârını değerlendirerek Anadolu içine doğru ilerleyip Türk Milliyetçilerine [Milli Mücadele] ölümcül son darbeyi vurmaktı.13 

< Yunanistan, Anadolu içinde kuş uçuşu ortalama 200 km’lik bir mesafede esaslı bir ilerleme kaydetti. Böylece 1921 yılı Temmuz ayında Anadolu’nun yaklaşık üçte biri Yunan işgali altına girmiş oldu.12 >

Kütahya-Eskişehir Savaşları sonrasında Yunan güçleri Sakarya nehrinin doğu yakasına geçerekbirkaç önemli müstahkem mevkii ele geçirmeyibaşardı. Yunanlıların hedefi Milli Mücadele’nin kalbi Ankara’ydı. Sakarya’nın güneyinde toplanan Türk Ordusu Yunan ilerleyişini durdurarak düşmanın moral motivasyonunun bozulmasını sağladı. İki hafta süren şiddetli çarpışmalar sonrasında Yunanlılar, Afyonkarahisar-Eskişehir hattınageri çekilmek zorunda kaldı. Yunan güçleri 23 Eylül’de işgal ettikleri yerlerin tamamını terk ederek Ağustos saldırısının başladığı hatta geri çekildiler.14 

İngilizlerin yönlendirmesindeki Yunanlılar kararlarını ilerlemeden yana kullanarak 1921 yılı 12-13 Ağustos’unda yeni bir saldırı başlattı. Amerikan gözlemcileri tarafından Washington’a gönderilen raporlarda, Eskişehir işgal edilirken 

5.000 Türk askerinin esir alındığı, bir o kadarının de öldürüldüğü kaydedilmektedir. Raporda metni kaleme alan subayın Yunan ilerleyişinden duyduğu memnuniyet ve şevk açıkça görülür. Rapor, Yunan Ordusu’nun çok iyi savaştığını ve moralinin yüksek olduğunu kaydetmiştir.15 

Sakarya muharebeleri 23 Ağustos 12 Eylül tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Amerikan vesikalarındaki bilgiler muharebeler öncesindeki kısa süreli çatışmalar 
olmalıdır. Amerikan vesikalarının Sakarya Savaşı öncesindeki bu çarpışmalardan Yunan zaferi şeklinde bahsetmesi, Yunan propagandasına Atina’daki Amerikan 
Askeri Ataşesinin de inandığını göstermektedir. Oysa Yunanlılar, Eskişehir-Kütahya Muharebeleri ve Afyonkarahisar çarpışmalarındaki küçük çaplı birkaç başarı haricinde ve bir bütün olarak Sakarya Muharebelerinde herhangi bir zafer kazanamamışlardır. 

Genelkurmay Başkanlığı tebliğlerinde, Yunan Ordusunun Kral Konstantin tarafından verilen ilk hedef Ankara emriyle, 14 Ağustos’ta Eskişehir hattından ileri doğru harekete geçtiği, 22 Ağustos’ta Ilıca Deresi güneyine ulaşan Yunan birliklerinin ertesi gün Türk birliklerini kuşatmaya çalıştığı kaydedilmektedir. Bu tarihten itibaren 22 gün ve gece aralıksız süren çarpışmalar neticesinde iki taraf da önemli kayıplar vermiştir. Mustafa Kemal Paşa tarihi, “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, o satıh bütün vatandır…” sözünü Sakarya çarpışmaları esnasında söylemiştir. Bundan sonra başlayan karşı taarruzlarla Yunan ordusu Sakarya Nehri’nin batısına atılmıştır.16 

1921 yılının Mart-Eylül ayları arasında yaşanan çarpışmalarda Yunan ordusunun taarruz gücü kırılmıştır. 
Yunan kamuoyuna Afyonkarahisar’daki küçük çaplı zaferler büyük başarılar gibi yansıtılarak, Sakarya mağlubiyeti önemsizleştirilmeye çalışılmaktaydı.17 

Oysa Cephede durum Farklıydı. 

Viyana Kuşatması sonrası başlayan büyük gerilemenin sona erip, ilk esaslı taarruz sayılabilecek harp, Sakarya Savaşı sonrasında yaşandı. Amerikan kayıtları, Sakarya Meydan Muharebesi’ni kaybeden Yunan Orduları Başkomutanı General Papulas’ın, güçlerini Sakarya Nehri’nin batısına çekip, Sakarya’yı Türk Ordusu ile kendi birlikleri arasında doğal bir hat olarak kullanmak zorunda kaldığını kaydetmektedir. İngiliz yardımıyla güçlendirilen Yunan Ordusu, Sakarya’dan güneye bir sur gibi dizildi. 
Yunanlıların kuzeydeki birlikleri Mudanya’dan Afyonkarahisar’a, güney kısmı ise İzmir’e doğru yayıldı ve yaklaşık 650 km. uzunluğunda bir hat oluşturuldu. Mevcut cephane ile 65 km’lik bir hat oluşturabilen Türk Ordusunun, büyük kısmı İngilizler tarafından sağlanan makineli tüfek ve topçularla tahkimli düşmanın bu demir surunda gedik açabilmesi hemen hemen imkânsız görünüyordu.18 

Amerikan vesikalarına göre; Türkler için en etkili saldırı noktası Yunanlıların harp stratejileri açısından sene başında General Trikopis’in de öngörüde bulunduğu 
Afyonkarahisar’dı. Türkler açısından bu kentin alınabilmesi durumunda bol miktarda askeri malzeme ele geçirilebilir, düşmanın iletişim hatları da koparılabilirdi. Bu süreçte Trikopis haricindeki Yunan askeri erkânı Türk Ordusunun kendilerine taarruz edebilecek kudretten yoksun olduğunu düşünüyordu.19 

Sakarya’daki zafer sonrasında Yunan Ordusu takip edilip ona kesin darbenin vurulması düşünülmüştür. Fakat gerek cephane yetersizliği gerekse askeri eksiklikler nedeniyle bu düşünce hayata geçirilememiştir. Sakarya Meydan Muharabesi sonrası, Ekim 1921 ile 1922 yılı ayları arasındaki dönemde iki ordu arasında resmen savaş durumu devam etmesine rağmen fiilen ciddi bir çatışma yaşanmadı. Her iki taraf da bulunduğu hattı koruyarak beklemeyi tercih etmekteydi. Bu dönemde Yunanistan’da Kral taraftarları ve karşıtları arasındaki siyasi bölünmüşlük hüküm sürüyordu.20 

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları da bu dönemde eş zamanlı olarak Milli Mücadele karşıtlarıyla mücadele etmekteydi. TBMM’deki Muhalifler, Türk Ordusu’nun taarruz kudretinde olmadığı iddialarını ortaya atarak Mustafa Kemal’i yıpratmaya çalışıyorlardı.21 

Mustafa Kemal, zaferi kazanırsa lider olacaktı, kazanamazsa O ve Türk milleti sonu belli olmayan bir savrulma daha yaşayacaktı. 
Son savaşta sığınak Anadolu idi, Milli Mücadele başarısız olduğunda büyük olasılıkla Hint Müslümanları ve Orta Asya Türklerinden başka Türk milletine yardım edecek hiç kimse olmayacaktı. 
Anadolu’da kanlı çarpışmaların yaşandığı esnada Arapların bir kısmı; İngiltere ve Siyonistler tarafından kendilerine biçilen sömürge rolünden habersiz Osmanlı ’dan  kurtuluş kutlamaları yapıyordu.22 

Sakarya’nın batısında güçlü bir savunma hattı oluşturan Yunan Ordusu Türk Genelkurmay tebliğlerine göre; 180.000 asker, 88.000 tüfek, 3.000 makineli tüfek/ mitralyöz ve 300 toptan oluşuyordu. Son yüzyılı savaşlarla geçirmiş ve Büyük Harp yorgunu Türk askerinin hemen yarısı zaferden ve gelecekten ümidini keserek firar edip köyüne dönmüştü. Bu nedenle Türk Ordusu, 92.000 asker, 48.000 tüfek, 819 makineli tüfek/mitralyöz ve 145 toptan oluşuyordu. İki ordu arasındaki asimetrik güç farkı Sakarya sonrasında biraz daha artmıştı.23 

Amerikan arşiv kayıtlarına göre; 1922 yılı Ağustos ayında ne Yunan Ordusu ne de Türk Ordusu diğerine karşı kesin zafer kazanabilecek bir üstünlüğe sahipti. 
Yunan Ordusu’nun Sakarya’daki mağlubiyetine rağmen işgalciler doğuya doğru ilerleyerek Ankara’yı işgal etmek için büyük bir istek duyuyorlardı. 
Yunan Ordusu üç yıldır Anadolu’daydı. Lloyd George’un, Halifeliği hâlâ elinde tutan Türkleri yenme hırsına aldanıp intikam rüzgârına kapılmış, sonu belirsiz bir maceraya atılmışlardı. İşgalin haftalık maliyeti 300.000 İngiliz Sterlini tutuyordu. Bu yüzden Yunan maliyesi iflas etmişti, subayların ve askerlerin maaşları ödenemiyordu. Askerlerin aylarca maaş alamadıkları oluyordu.24 

Amerikan belgeleri, Yunan yenilgisini haklı göstermek amacıyla asker ve subayların Ankara’yı alsalar bile savaşın bitmesine yönelik ümidi kaybettiklerini, 
Müttefiklerin ise Yunanistan’a yardım etmediğini kaydetmektedir. Müttefiklere göre; Yunanlılar işgal ettikleri yerleri ellerinde tutmak ve İzmir’e sahip olmak 
istiyorlarsa bunu kendileri yapmalıydılar.25 Oysa Lloyd George Hükümeti aktif olarak Yunanistan’a yardım etmekteydi. Amerikalı saha görevlileri büyük olasılıkla bu yardımları yetersiz görerek yukarıdaki tespitte bulunmuşlardır. 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler BÖLÜM 4




Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler  BÖLÜM 4


100. Yılında I. Dünya Savaşı 


D.Batı’nın Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına Bakışı 

Batı kamuoyunda Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından önce yapılan ana propaganda Türkiye’de savaş yanlısı bir hükümetin olduğu ve bu hükümetin barışa asla yanaşmayacağıydı. Fakat Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla bu tavır değişmeye başlamıştır. İngiltere ve Fransa ile yaşanan sorunlardan sonra Batılı ülkeler Türkiye’nin bağımsızlığından asla ödün vermeyeceğini, komşularıyla barış içerisinde yaşamak istediğini, kendisini bağlayıcı ittifaklardan kaçınarak serbest hareket etmeyi tercih ettiğini, değişen politikaları takip ederek kendisine avantajlı bir durum oluşturmayı bildiğini anlamışlardır. Batılı ülkelerin en büyük endişesi Türkiye’nin Sovyet Rusya ile birlikte hareket ederek zamanla 
aynı devlet düzenini benimseyeceğiydi. Fakat Türkiye’nin politikalarını görünce bu endişelerinin yersiz olduğunu anlamışlardır. Mustafa Kemal Atatürk, Batılı ülkelerle münasebetlerinde ve Sovyet Rusya ile ilişkilerinde denge politikası güderek her iki bloğun tepkisini çekmekten kaçınmıştır. 

Türkiye’nin Milletler Cemiyetine girmesi de Batlı ülkelerin endişelerinin yersiz olduğunu göstermiştir. Ayrıca Türkiye sorunlarının halledilmesi konusunda her zaman barışçıl yolları denemiştir. Örneğin Boğazların statüsünün belirlenmesinde saldırgan bir politika takip etmemiş ve müzakere ederek bu isteğini yerinde çözmüştür. Türkiye’nin bu barışçıl politikası Avrupa kamuoyunda takdir toplamıştır. Aynı dönemde İtalya ve Almanya’nın saldırgan politikalarına karşı durmaya çalışan Avrupa ülkeleri Türkiye’nin politikalarına destek olmuşlardır. Türkiye izlediği dış politika sayesinde kendi bölgesinde büyük bir güç olmuş ve diğer ülkelere karşı denge politikası izlemeye başlamıştır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’nın çıkacağına yönelik öngörüler ışığında Türk dış politikası oldukça başarılı olmuştur. 

Türk dış politikasında İngiltere önemli bir yer edinmiştir. Çünkü başta Lozan olmak üzere, Musul meselesi ve diğer konularda Türkiye’yi hep zorlamıştır. İngiliz kamuoyunda Türkiye saldırgan ve barışa yanaşmayan bir tavır sergileyen, Osmanlı politikalarını takip eden bir devlet olarak görülmüş ve Sovyet Rusya ile birlikte hareket etmesi tehlikeli olarak değerlendirilmiştir. Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ve Musul meselesinin çözümlenmesinden sonra İngiliz kamuoyunda Türklerin barışçıl politikalar izlemeye başladığı ve aslında Batılı bir ülke olma yolunda  önemli adımlar atıldığı görüşü hâkim olmuştur. İngiliz gazeteleri genelde Türkiye’nin Sovyet Rusya’nın etkisinden kurtulması için gerekli yardımların yapılması gerektiğini ve Türkiye’nin coğrafi konumunun İngiltere’nin çıkarları açısından çok önemli olduğunu işlemişlerdir. Türkiye’nin sorunlarını kısa sürede çözümleyerek Milletler Cemiyetine girmesi ile Batılı ülkelerle olan münasebetleri hızla gelişmiştir. İngiltere 1932 yılından 
sonra Türkiye yanlısı bir politika izleyerek her konuda yardımcı olmaya çalışmıştır. Bu politikasının temelini de İtalya ve Almanya’nın saldırgan 
politikalarına karşın Avrupa’da Türkiye’yi kendi tarafına çekmek istemesi etkili olmuştur. Atatürk’ün uyguladığı dış siyaset ve içerideki uygulamaya koyduğu inkılâplar, Batılı ülkelerin Türkiye’ye karşı tavrını olumlu yönde değiştirmiştir. 


Sonuç 

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupalı Devletlerin asıl politikasını Osmanlı Devleti’nin parçalanması oluşturmuştur. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına dair görüşler 1815 yılında yapılan Viyana Kongresi’nde tartışılmış ve Şark Meselesi (Doğu Sorunu) adı altında Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslimlerin Müslümanlarla eşit haklara sahip olması şeklinde açıklanmıştı. Bu düşünce Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanını ilan etmesiyle yürürlüğe konulmuştu. Bundan sonraki süreçte Şark Meselesinin içeriği Batıdaki Müslümanların Avrupa’dan çıkarılması şeklinde yürürlüğe konulmaya çalışılmıştı. 1913 yılında Balkan ülkelerinin topluca Osmanlı Devletine karşı mücadele etmesi bu düşüncenin ana temelini oluşturmuştu. Osmanlı Devleti’ni “Hasta Adam” olarak nitelendiren Avrupa Devletleri, Şark Meselesini daha da genişleterek Osmanlı topraklarının tamamının paylaşılması olarak nitelendirmişlerdir. 1907’de 


İngiltere Kralı VII. Edward ve Rusya Çarı II. Nikolay’ın Reval’de23 yaptıkları gizli görüşmelerde Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasına dair planları ele almışlar ve Osmanlı topraklarının paylaşılması konusunu tartışmışlardır. Osmanlı toprakları nın paylaşılması için Birinci Dünya Savaşı önemli bir fırsat oluşturmuştur. 

Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı sırada Osmanlı Devleti İttihat ve Terakki Partisi tarafından yönetiliyordu. Osmanlı devlet adamlarının başlıca amaçları, kaybedilmiş toprakları geri almaktı. Birinci Dünya savaşı öncesinde Osmanlı yetkilileri İngiltere ve Almanya ile dostluk ilişkilerinin artırılmasına yönelik çabalar göstermişlerdir. Çünkü kaybedilen toprakların bu iki ülkenin içerisinde yer alacağı bir blok sayesinde geri alınabileceğine inanılıyordu. İttihat ve Terakki Partisi üyeleri bir blok içerisinde yer alma düşüncesiyle ilk olarak İngiltere’ye ittifak teklifinde bulunmuşlar, 1911’de İngiltere Denizişleri Bakanı Winston Churchill’e yapılan bu teklif İngiltere’nin yeni siyasi teşekküller altına girmek için hazır olmadığı cevabıyla reddedilmiştir. İngiltere her ne kadar bu teklifi henüz ortamın hazır olmadığı bahanesiyle reddetmişse de asıl sebep Rusya’yla yapılan 
anlaşma gereği “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti topraklarının önceden aralarında paylaşılmış olmasıydı. Ayrıca İtalya’nın bu dönemde Kuzey Afrika’da Osmanlı Devletiyle mücadele içerisinde olması, İngiltere’nin İtalya’yı Üçlü İtilaf içerisine almak için yürüttüğü çabalarda Osmanlı Devleti’nden uzak durmak istemesi de bunun sebepleri arasında gösterilebilir. Balkan Savaşları sırasında Rusya, İngiltere ve Fransa’nın tutumları nedeniyle Osmanlı Hükümeti, İtilaf Devletlerine güvenemiyordu. Böylece Osmanlı Devleti, ittifak yapmak için Almanya üzerine yoğunlaşmaya başladı. Çünkü diğer Avrupa devletlerinin Osmanlıyla ittifak yapmama istekleri kesin olarak anlaşılmıştı. Almanya ile yapılan görüşmeler 2 Ağustos 1914’te ittifak anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanmıştır24. 


Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri ve müttefik olarak Osmanlı Devleti’nin yenik ayrılmasıyla İtilaf Devletleri planladıkları projelerin başarıya ulaşacağını düşünmüşlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Sevr Antlaşması ’yla Şark Meselesinin başarıya ulaştığını düşünen Avrupalı devletler, Millî Mücadelenin başarıya ulaşmasıyla bu hayallerini bir süre ertelemek zorunda kalmışlardır. 29 Ekim 1923’te kuruluşunu ilan eden Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet başkanlığına getirilen Mustafa Kemal Atatürk, Türk dış politikasının ilkelerini şöyle belirlemiştir: 

- Millî sınırlarımız içinde varlığımızı korumak, 
- Gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinde koşmamak, 
- Medenî ve insanca davranarak bunun karşılığında destek beklemek, 
- Diğer devletlerin iç politikalarından ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek, 
- Hiçbir ülkenin iç işlerine karışmamak; kendi iç işlerimize de dış devletleri karıştırmamak, 
- Millî politikayı uygularken kamuoyunu dikkate almak, 
- Dürüst, açık ve tutarlı olmak, 
- Dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmek, 
- Barış içinde hakka ve hukuka uygun bir şekilde sorunları çözmektir. 

28 Haziran 1914’te başlayarak 11 Kasım 1918’e kadar devam eden Birinci Dünya Savaşı’na kadar devletler arasında bu derece büyük ittifaklar (bloklar) olmamıştır. Savaş Avrupa’da başlamasına rağmen, sömürgeler yoluyla 5 kıtaya yayılmıştır. Savaş sonunda Osmanlı Devleti, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu, Rus Çarlığı, Alman İmparatorluğu yıkılmıştır. Çekoslovakya, Avusturya, Macaristan, Polonya, Litvanya, Ukrayna, Estonya ve Yugoslavya devletleri kurulmuştur. İlk kez; uçak, denizaltı, zehirli gaz, zırhlı araç bu savaşta kullanılmıştır. İtilaf devletleri savaşta 42 milyon kişiyi askere almış ve bunlardan 22 milyonu hayatını kaybetmiştir. İttifak devletleri ise 23 milyon kişiyi askere almış ve bunlardan 15 milyonu hayatını kaybetmiştir. Osmanlı Devleti bu savaşta bir milyon kişiyi kaybetmiştir. Dünya devletleri bu derecede büyük savaşları engellemek amacıyla Birinci Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’ni (Cemiyet-i Akvam) oluşturdular. Fakat Birinci Dünya Savaşı sonunda gerçek bir barış sağlanamayınca, antlaşmaların sonuçları bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştur. 


DİPNOTLAR;


1 Ülman, A. Haluk, I. Dünya Savaşına Giden Yol ve Savaş, Ankara, 1972, 389 s. 
2 Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi I (1914-1918), Ankara, 1982, s. 102-103. 
3 Kodaman, Bayram, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul, 1983, 192 s. 
4 Graves, P. Phılıp, İngilizler ve Türkler (1789-1939), Osmanlıdan Günümüze Türk-İngiliz İlişkileri, (Çev: Yılmaz Tezkan), Ankara, 1999, 190 s. 
5 Sander, Oral, Siyasi Tarih, 8. B., İmge Yayınları, Ankara, 2000, s. 158-193. 
6 Fermanın Türkçe metni için bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt:V, Ankara, 1988, s. 255-258. 
7 Çadırcı, Musa, “Tanzimatın Uygulanmasındaki Güçlükler”, Tanzimatın 50. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 1994, s. 296. 
8 Roberts, J. M., Avrupa Tarihi, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 2010, s. 483-488. 
9 Erim, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Cilt:I, Ankara, 1953, s. 316-353. 
10 Fermanın metni için bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt: IV, s. 293-296. 
11 Sayar, Ahmet Güner, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, İstanbul, 1986, s. 240. 
12 Karal, Enver Ziya, a.g.e., Cilt:VI, s. 173. 
13 Küçük, Cevdet, “Abdülmecid”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Cilt:I, İstanbul, 1988, s. 259-263. 
14 Küçük, Cevdet, “Abdülhamid II”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Cilt:I, İstanbul, 1988, s. 221. 
15 Ortaylı, İlber, İkinci Abdülhamid Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Ankara, 1981, s. 3 vd. 
16 Gürün, Kamuran, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s. 117. 
17 Esmer, Ahmet Şükrü, Siyasi Tarih (1919-1939), Ankara, 1953, s. 204. 
18 a.g.e.., s. 204-205. 
19 Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (1919-1980), 
Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (1919-1980),  (Editör: Baskın Oran), Cilt: I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s. 267-268. 
20 Esmer, Ahmet Şükrü, a.g.e., s. 199. 
21 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, İkinci Takım, Cilt: II, İstanbul, 1993, s. 3. 
22 Sarınay, Yusuf , “Atatürk’ün Hatay Politikası-I (1936-1938)”, Atatürk Dönemi Dış Politika, Ankara, 2000, s. 359. 
23 Günümüzde Estonya’da bir kent. 
24 Halil Menteşe’nin Anıları, İstanbul, 1986, s. 187-189. 


Kaynaklar 

Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi I (1914-1918), Ankara, 1982. 

Çadırcı, Musa, “Tanzimatın Uygulanmasındaki Güçlükler”, Tanzimatın 50. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 1994. 

Erim, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Cilt:I, Ankara, 1953. 

Esmer, Ahmet Şükrü, Siyasi Tarih (1919-1939), Ankara, 1953. 

Halil Menteşe’nin Anıları, İstanbul, 1986. 

Gürün, Kamuran, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991. 

Graves, P. Phılıp, İngilizler ve Türkler (1789-1939), Osmanlıdan Günümüze Türk-İngiliz İlişkileri, (Çev: Yılmaz Tezkan), Ankara, 1999. 

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Cilt:IV, Ankara, 1988. 

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Cilt:V, Ankara, 1988. 

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Cilt:VI, Ankara, 1988. 

Kodaman, Bayram, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul, 1983. 

Küçük, Cevdet, “Abdülhamid II”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Cilt:I, İstanbul, 1988. 

Küçük, Cevdet, “Abdülmecid”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Cilt:I, İstanbul, 1988. 

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, İkinci Takım, Cilt: II, İstanbul, 1993. 

Ortaylı, İlber, İkinci Abdülhamid Döneminde Osmanlı İmparatorluğu ’n da Alman Nüfuzu, Ankara, 1981. 

Roberts, J. M., Avrupa Tarihi, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 2010. 

Sander, Oral, Siyasi Tarih, 8. B., İmge Yayınları, Ankara, 2000. 

Sarınay, Yusuf, “ Atatürk’ün Hatay Politikası-ı ( 1936-1938 ) ”, Atatürk Dönemi Dış Politika, Ankara, 2000. 

Sayar, Ahmet Güner, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, İstanbul, 1986. 

Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (1919-1980), (Editör: 
Baskın Oran), Cilt:I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002. 

Ülman, A. Haluk Ülman, I. Dünya Savaşına Giden Yol ve Savaş, Ankara, 1972. 

Turks’ Politics with Great Governments Before and After World War I 


***