Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 10
Türk Dış Politikasında Suriye Dönüşümü: Güvenliğe Geri Dönüş
Doç. Dr. Murat ÇEMREK
Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu mütevazı çalışma, Türk Dış Politikasının
(TDP) Suriye’ye dair dönüşümünü kısaca incelemeye matuftur. Burada
“dönüşüm” kavramı hem kavramın en vulgar, basit ve sözlükteki etimolojik
karşılığıyla var olan formunun ötesine geçmesi yani bir önceki formunu
aşmasıyla ulaştığı yeni formu ve değişikliği kastetmektedir. Diğer anlamda
ise, döngüsel tarih anlayışının bidayetten nihayete eren çizgisi bağlamında
1998 Adana Mutabakatı ile başlayan Türkiye-Suriye ilişkilerindeki pozitif
ilerlemenin Suriye yönetimi protestoculara “sniper” dâhil olmak üzere orantısız
güç kullanması sonrasında artan ölüm olaylarının artık katliama varması
sonrası geri döndürülemez bir noktaya gelmiştir. Burada da ilginç olan,
Türkiye, Arap Baharı başladığında veya Suriye’de protestolar başladığında
değil ölüm olayları artık katlanılmaz bir düzeye ulaştığında bu adımı atmıştır.
TDP, on yılı aşkın bir süredir “örnek” gösterilen ilişkilerini elbette bir anda
çöpe atması beklenemeyeceği için geliştirilen iyi ilişkilerden elde edilen
bakiyeyi Suriye rejimi üzerinde “nush ile uslandırma” ve ikinci aşamada
da “tekdir” noktasına getirmiştir. Bu aşamalardan sonuç alınamadığı için
TDP yapıcıları uluslararası toplumla beraber hareket etmenin ötesinde sivil
ölümleri önleme amacıyla öncü bir rol oynama girişimine yönelmiştir. İşte
dönüşümden kastımız olarak form değişikliği, birinci altı ayında tedricen
değişen üslubun artık formu değiştirmesidir.
< TDP, on yılı aşkın bir süredir “örnek” gösterilen ilişkilerini elbette bir anda
çöpe atması beklenemeyeceği için geliştirilen iyi ilişkilerden elde edilen bakiyeyi
Suriye rejimi üzerinde “nush ile uslandırma” ve ikinci aşamada da “tekdir” noktasına getirmiştir. SDE Analiz >
Suriye’de yaşananlar artık hiç kimsenin yadsıyamayacağı ve gözlerini
kapayamayacağı sadece bölgesele değil küresel bir güvenlik sorununa
dönüşmektedir. En son Esed yönetiminin bile kınadığı Hula’da 32’si çocuk
olmak üzere kadın-erkek demeden 108 masum insanın hunharca öldürülmesi
on üç Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkenin ve Türkiye’nin ülkelerindeki Suriye
büyükelçilerini personanongrata (istenmeyen adam) ilan etmesiyle zirveye
ulaştı. Bu şartlar altında başta ABD ve büyük ölçüde hegemonik bir şekilde
tanzim ettiği uluslararası kamuoyunun önündeki diplomatik seçenekler yerini
hızla askerî tercihlere bırakma eğilimi göstermektedir. Kimse söylemese de
Suriye’de adı konmamış bir “iç savaş” yaşanmaktadır.
< Türkiye’nin AK Parti iktidarında başta askerî ve oligarşik vesayeti aşma girişimleri bağlamında Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve Anayasa değişikliğine dair referandumlar katılımcı demokrasiyi de pekiştiren örnekler olarak bölgenin
demokratikleşmesiyle sağlam bir zemin kazanacaktır. SDE Analiz >
Elbette “iç savaş” dediğimizde Ortadoğu’da en iyi bilinen haliyle din ya da
mezhep üzerinden silahlanan grupların devletin Weberyen anlamda şiddet
üzerindeki monopol otoritesini aşarak birbirlerini yok etmesinden ziyade,
içinde belirgin miktarda devlet terörü barındıran ve ülke içinde Hobbesian
anlamda bir doğal durumun oluşmasını kastediyoruz. Zaten devlet otoritesi
çözüldükçe devlet bu çözülmeyi önlediğini gösterebilmek için daha çok
şiddete başvurmakta ve bu da diğer tarafın karşı koyma şiddetini arttırdıkça
şiddet sarmalı büyümektedir. Nihayetinde şiddet sarmalı devletin şiddet
üzerindeki tekel konumunu daha fazla aşındırdığı bir kısır döngüye doğru
evirilmektedir. Şiddet diyalog kapılarını kapattıkça sivil siyasetin varlık
sebebi olan meseleleri konuşarak çözmek rafa kaldırılmaktadır ve artık
silahlar konuşmaktadır. İşte Türkiye’nin Suriye konusundaki kilit konumu
sadece 910 km’lik uzun sınırı, ortak tarih, akrabalık bağları, Türkiye’nin
bölgesel etkinliği değil ülkesindeki iç siyasetini özellikle askerî bürokrasinin
vesayetinden kurtararak sivilleştirdikçe bölgede siyasetini şiddetten
arındırma girişimleridir. Bu bağlamda, Türkiye’nin bölge halklarının
sandığa yansıması anlamında bile Arap Baharı’nı desteklemesi demokratik
standartlarını pekiştiren bir ülke olmanın ontolojik ve yapısal gerekliliğidir.
Türkiye’nin AK Parti iktidarında başta askerî ve oligarşik vesayeti aşma
girişimleri bağlamında Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve Anayasa
değişikliğine dair referandumlar katılımcı demokrasiyi de pekiştiren örnekler
olarak bölgenin demokratikleşmesiyle sağlam bir zemin kazanacaktır. İşin
özü, Türkiye demokratikleştikçe bu konudaki ivmesi bulunduğu coğrafyadaki
diğer demokrasilerle mümkün olacağı için en azından bölgesel anlamda
demokratik barış kuramını imar etmek durumundadır.
Arap Baharı, Tunus ve Mısır’dan sonra 2011 Mart’ında Suriye’ye ulaştığında
protestoların başlamasıyla projeksiyonlar bu ülke üzerine çevrildikçe
Türkiye’nin de bu konuda takınacağı tutum bir odak noktası haline geldi.
1998 Adana Mutabakatı öncesinde Suriye’nin PKK’ya ve lideri Abdullah
Öcalan’a lojistik ve barınma desteği sağlamasından dolayı savaşmalarına
ramak kalan iki ülke arasındaki ilişkiler, Hafız Esed’in ölümü sonrasında
koltuğunu devralan oğlu Beşşar Esed’in ziyareti -ve özellikle AK Parti’nin
2002 Kasım’ında iktidara gelişiyle-tarihinin hiçbir döneminde olmadığı
kadar çeşitlenmiş ve her geçen gün derinleşmişti.
11 Eylül saldırıları sonrasında Afganistan ve Irak işgalinin yarattığı
kasvetli ortam ve uluslararası izolasyonu aşmak için Suriye, Türkiye’ye
güçlü bir motivasyonla yaklaşırken Türkiye de Ortadoğu’da pekiştirmek
istediği nüfuzunu bir ölçüde Suriye’yi küresel sisteme entegre ederek
gerçekleştireceğini fark etti. Türkiye de bu konuda Suriye’ye hocalık
vazifesini şevkle üstlendi. 2007’de Serbest Ticaret Antlaşması’nın yürürlüğe
girmesine aynı yıl imzalanan “Türkiye ile Suriye Arasında İşbirliği Mutabakat
Zaptı” eşlik etmiş ve Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması’nın
imzalanmasıyla da stratejik ortaklık düzeyine çıkan işbirliği, ortak Bakanlar
Kurulu toplantısı, vizelerin kaldırılması ve Ürdün ile Lübnan’ın da parçası
kılındığı Şamgen Antlaşması ile taçlandırıldı. Atılan bu adımların hem iki
ülke arasında hem de bölgede taşları yerinden oynatıp kartları yeniden
belirleyecek ve kimsenin daha önce düşünmeye bile cesaret edemediği
devrimsel bir ivme kazandırdığı ortadaydı.
Türkiye-Suriye ilişkileri bugün yeniden Adana Mutabakatı öncesine hatta
daha kötü bir döneme girmiştir. İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde
kat edilen onca mesafeye rağmen bu denli kötüleşmesinde elbette gelişi
ve sonuçları öngörülemeyen Arap Baharı kadar Türkiye’nin Suriye’deki
dönüşümü uzun zamana yayan ıslahatçı bir yaklaşımın gerçekliğini yitirmesi
büyük rol oynamıştır. Türkiye, Suriye’yi küresel sisteme entegre etmeyi
üstlendiğinde bunun bir gecede olmayacağı için hem Suriye’nin dönüşüm
imkanlarını hem de sistemin Suriye’yi hazmetme kapasitesi arasındaki ince
hassas dengeyi yakalamak zorundaydı. Bundan dolayı zaman “en iyi ilaç”
gibi duruyordu.
< Türkiye, Arap Baharı Kuzey Afrika’da ilerlerken Suriye’ye hızlı bir şekilde yenilenen konjonktür karşısında bir yol haritası sunmuş ve Esed yönetiminden
de aldığı taahhüt bağlamında talep edilen değişimi itidalle kabullenmesini
beklemiştir. SDE Analiz >
Türkiye’deki dış politika yapımının hükümet kanadı, “eksen kayması”
tartışmaları bir yana, Ortadoğu diktatörleri ve monarşileriyle başta ekonomik
merkezli olmak üzere ilişkileri derinleştirmeyi benimsemişti. Aslında AK
Parti’ye kronik muhalefetleri ve iktidarda bulunmasından duydukları
rahatsızlıklarını Türkiye’nin Batı kampından koptuğu vehmini dillendirmekle
kendilerini görevlendiren ülkedeki laikçi çevreler, Türkiye’nin Ortadoğu’ya
yakınlaştıkça ekseninin ve şaftının kaydığını ifade ediyorlardı. Dünyayı ve
zamanı hala Soğuk Savaş refleksleriyle okuyan bu güruha göre Türkiye,
Batı’nın azat istemez bir kölesi olmalı ve Türkiye’nin belki de coğrafî
yakınlığından dolayı en çok etkili olabileceği Ortadoğu bölgesini unutmaya
devam etmeliydi. Türkiye, Ortadoğu ülkelerin demokratikleşmesinde
doğrudan bir rol oynamak yerine karşılıklı vize muafiyetiyle bu ülke
halklarının Türkiye’deki demokratik dönüşümü yerinde görerek zamanla
içselleştireceklerini umuyordu. Fakat Arap Baharı evdeki hesabı altüst
edercesine çok hızlı bir şekilde diktatörlükleri sel misali önüne katarken
Ortadoğu monarşileri petrol gelirleri ve/ya toplumlarındaki hegemonik
altyapılarıyla ömürlerini şimdilik biraz daha uzatmış gözükmektedir.
< Siyasetin ekonomi ayağını yadsımadan Türkiye’nin bütün yapmak istedikleri ulusal, bölgesel ve küresel piyasalardan bağımsız değildir. Türkiye elbette
büyüyen ekonomisi için genel anlamda tüketim kalıpları modernleşmese
de nüfusu genç Ortadoğu pazarlarını kaptırmaması gereğinin farkındadır. SDE Analiz >
Türkiye, Arap Baharı Kuzey Afrika’da ilerlerken Suriye’ye hızlı bir şekilde
yenilenen konjonktür karşısında bir yol haritası sunmuş ve Esed yönetiminden
de aldığı taahhüt bağlamında talep edilen değişimi itidalle kabullenmesini
beklemiştir. Öte yandan Suriye ise yönetim, Esed ailesi, Baas Partisi, el-
Muhaberat, Nusayri kliği hatta ve hatta toplumun seküler unsurlarının
etkinliği protestolarının kanlı bir şekilde bastırılmasının önünü açmıştır. Bu
şartlar altında Türkiye’nin başta Suriye’de değişimin mümkün olacağına dair
umut dolu beklentisi yerini derin bir hayal kırıklığına ve sivil protestoculara
uygulanan orantısız güç sonucunda katliama varan ölümlerin artmasıyla
öfkeye bırakmıştır.
Öte yandan, Fuat Keyman’ın AK Parti’nin TDP anlayışını “realist proaktivizm”
olarak nitelendirmesinden hareketle, 1 Mart 1848’deki Avam Kamarası
konuşmasında “Bundan dolayı bu ülke ya da şunun İngiltere’nin ezeli
müttefiki ya da ebedi düşmanı olarak yaftalanması dar bir siyasadır. Ezeli
müttefiklerimiz ve ebedi düşmanlarımız yoktur. Çıkarlarımız ezeli ve ebedidir
ve görevimiz bu çıkarları takip etmektir” (”Therefore I say that it is a narrow
policy to suppose that this country or that is to be marked out as the eternal
ally or the perpetual enemy of England. We have no eternal allies, and we
have no perpetual enemies. Our interests are eternal and perpetual, and
those interests it is our duty to follow.” Speech to the House of Commons,
1 March 1848, Hansard’s Parliamentary Debates. 3rd series, vol. 97, col.
122) diyen siyasî kariyerine Muhafazakâr Parti’de başlayıp Liberal Parti’de
tamamlayan dönemin Britanya Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’un sözlerini
en azından hatırda tutmasını beklenirdi. Bu minvalde, AK Parti iktidarının
daha önce “eksen kayması” tartışmalarında eleştiri konusu yapılan
politikalarının yerini Arap Baharı eşliğinde gelen zikzaklar, tutarsızlıklar hatta
Başbakan Erdoğan’ın “NATO’nun Libya’da ne işi var” deyip sonra NATO
komutasında en büyük deniz muhrip gücünü göndermesindeki savrulma ön
plana çıktı. Eğer bu dönüşümler realizmin gerekleriyse hükümetin Suriye
konusunda insan yaşamını merkeze alan söylemi giderek ahlâkîliğini ve
gerçekliğini yitirmektedir. Yok eğer bu yapılanlar proaktivizmin gerekleriyse
yani herkesten önce adım atmak gerekliliğine dair bir tavır ise, Türkiye en
son Hula’daki katliam sonrasında ancak on üç AB ülkesi gibi Suriye’nin
büyükelçisini “personanongrata” ilan edebilmiştir. Bu anlamda proaktivizm
değil ancak arkada kalmak söz konusudur.
Siyasetin ekonomi ayağını yadsımadan Türkiye’nin bütün yapmak istedikleri
ulusal, bölgesel ve küresel piyasalardan bağımsız değildir. Türkiye elbette
büyüyen ekonomisi için genel anlamda tüketim kalıpları modernleşmese
de nüfusu genç Ortadoğu pazarlarını kaptırmaması gereğinin farkındadır.
Aslında bu eleştirileri yaparken Türkiye’nin dış politika yapımına hadi
kuruluşundan beri değilse bile Soğuk Savaş boyunca sirayet etmiş “akmaz,
kokmaz ve bulaşmaz” bir dış politika yapımının en azından önce çeperini
sonra da cevherini kırma gayretlerinin yaşadığı sancılı süreç olarak da
okumak gerekir. Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşuyla unuttuğu bir coğrafyayı
ve politika yapma usulünü hatırlamaya çalışmaktadır ve seksen-doksan yıllık
unutması sistemli bir şekilde becerilmiş bir hafızayı tazeleme çabaları kolay
olmazken oluşan yoğun atalet yerini hemen proaktivizme bırakmamaktadır.
AK Parti politikalarını destekleyen yayınlarıyla bilinen Zaman’daki 02 Kasım
2011 tarihindeki “Sıfır Sorunsuz Komşu” başlıklı köşe yazısında -daha
önce AB Karma Parlamento Komisyonun da Eşbaşkanlık da yapan- Joost
Lagendjik, TDP’yi inceleyen yabancı analistlerin büyük çoğunluğunun
özel görüşmelerinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve mimarı olduğu
“komşularla sıfır sorun” politikasıyla ile ilgili şakalarında en çok “sıfır sorun”
kavramını ti’ye aldıklarını belirtiyor. Lagendjik’e göre, Türkiye’nin bırakın
komşularıyla sorunlarını sıfırlamasını, azaltamadığı gibi sınırları daha
sorunlu hale gelmiştir. Lagendjik, “Davutoğlu’nun fikirlerini gerçekleştirmek
için yorulmak bilmez çabalar, komşularla sıfır sorun değil, sorunsuz sıfır
komşu yaratmış durumda. Buna dair kanıt listesi de cesaret kıracak raddede
uzun” derken AB ile tıkanan üyelik müzakerelerini, Kıbrıs’la hâlâ çok kötü
olan ilişkileri, Ermenistan’la ilişkileri iyileştirme çabalarının başarısızlığını ve
buna rağmen Azerilerde yol açtığı rahatsızlığı, İran ile NATO füze savunma
kalkanına ev sahipliği ve Suriye’ye dair farklı tutumların arayı açmasını,
Türkiye-İsrail arasındaki “keskin söylemleri ve kopan diplomatik ilişkileri,” ve
en önemlisi Şam rejimine yönelik değişikliği saymaktadır.
Lagendjik, German Marshall Fonu (GMF) tarafından hazırlanan Arap
Baharı’nın Türk dış politikası üzerindeki etkilerini inceleyen bir rapora
verdiği referansla; Mısır, Libya ve Suriye’deki isyanların “[TDP’]deki bir dizi
tutarsızlığı açığa vurdu[ğunu] ve Davutoğlu’nun stratejisine ‘içkin normatif
ve reelpolitik boyutlar arasındaki gerilimi’ ön plana çıkardı[ğını] belirtiyor.
Aynı yazar 15 Nisan 2012’deki adı geçen gazetedeki “Annan’ın Suriye
Planı Ortadaki Tek Seçenek” başlıklı köşe yazısında Türkiye’nin Suriye’ye
olası bir tek taraflı askerî müdahalede bulunmayacağına dair umudunu
belirtirken Suriye askerlerinin sınır ihlâli içeren Türkiye topraklarına ateş
< Suriye konusunda Türkiye’deki özellikle liberal entelektüellerden gelen eleştiriler, Davutoğlu’nun vurgu yaptığı güvenlik özgürlük dengesinde
Türkiye’nin dış politikasını “desecuritize” ettikçe özgürlükler lehine ekonomik
alanda işbirliğine vurguyla örtüşüyordu. SDE Analiz >
< Başbakan Erdoğan’ın “Suriye iç meselemiz” ifadesinden bu yana her geçen gün militer çözüme doğru evirilen ve gittikçe sertleşen söylemler,
Türkiye’nin “soft power” olmaktan vazgeçip “hard power” olmaya mı gittiğinin
sorgulanmasına da sebebiyet vermektedir. SDE Analiz >
açmasına Başbakan Erdoğan’ın NATO anlaşmasının 5. maddesine atıfta
bulunarak karşılık vermesini hatalı buluyor. Lagendjik Türk hükümetine
Suriye ile savaş bahsini kapatıp ortada başka seçenek olmadığından
hareketle Annan Planı’nın işlemesi için çaba göstermesini tavsiye ediyor.
Elbette Nisan ortasındaki tavsiyeler, zaten ölü doğan Annan Planı’nı daha
da işlevsizleştirirken diplomasinin önü giderek tıkanmakta ve Suriye’deki
hem iktidar hem de muhalif unsurlar adeta tüm dünyayı kıyamete icbar
etmek için uğraşmaktadırlar.
Davutoğlu’nun çeşitli vesilelerle Türkiye’nin artık Soğuk Savaş’ın ‘kanat
ülke’si değil bölgesinin ‘merkez ülke’si ve ‘akîl ülke’si olduğundan dem
vurmasından hareketle Türkiye’nin TDP’de yaşadığı söylem ve pratik
düzeyde yaşadığı dönüşüm, hem ontolojik olarak teori ve pratik arasındaki
sosyal bilimlerde eşyanın tabiatı gereği ahlâk ve reelpolitik arasındaki
uçurum hem bu bölgede politika üretmenin zorluklarını içermektedir.
Aslında şu an TDP’de yaşanan, var olan tansiyonun su yüzüne çıkmasından
başka bir şey değildir. Suriye konusunda Türkiye’deki özellikle liberal
entelektüellerden gelen eleştiriler, Davutoğlu’nun vurgu yaptığı güvenlik-
özgürlük dengesinde Türkiye’nin dış politikasını “desecuritize” ettikçe
özgürlükler lehine ekonomik alanda işbirliğine vurguyla örtüşüyordu. Fakat
bugün gelinen noktada tam tersine TDP’nin eski “güvenlikçi” algısı daha
ön plana geçmiş gözükmektedir. Yazının başlığında da ifade ettiğimiz
güvenliğe geri dönüş TDP’nin güvenlikçi reflekslerinin ön plana çıkmasını
ifade ettiği gibi bu güvenlik endişelerinin sadece ulusal sınırları içermediğini
bölgeye dair de endişelerle şekillendiği ifade etmek gerekir. Güvenli
boğucu etkisiyle dozajı arttıkça özgürlüklere ket vurmasından hareketle
siyasetin sivil unsurlarını yok ederek militerleşmekte ve böylece de diplomasi
giderek sakıt kalmakta. Hatta bu haliyle Suriye’ye askeri müdahale ihtimali
belirginleştikçe “komşularla sıfır problem”den “sırf sorun” ve “sıfır komşu”
anlayışına doğru irredentist bir algı toplum nezdinde beslenmektedir.
Başbakan Erdoğan’ın Iraklı mevkidaşı Maliki ile girdiği mezhep polemiği,
İran ile iyiden iyiye su yüzüne çıkan Soğuk Savaş, Suriye konusunda Rusya
ile farklı kamplarda yer alınmasının getirdiği gerilim ne demek istediğimizi
anlatmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın “Suriye iç meselemiz” ifadesinden
bu yana her geçen gün militer çözüme doğru evirilen ve gittikçe sertleşen
söylemler, Türkiye’nin “soft power” olmaktan vazgeçip “hard power” olmaya
mı gittiğinin sorgulanmasına da sebebiyet vermektedir. Bu konuda belki
dikkate değer bir teselli, 23-30 Aralık 2011 tarihleri arasında dördüncüsü
yapılan Büyükelçiler Konferansı’nın temasının “Türk Dış Politikasının Temel
Dayanakları:
Demokratik Değerler ve Ulusal Çıkarlar” olarak belirlenmesinin
TDP’nin hedeflerini perçinlemesi açısından önemli olduğudur. Bugün zaten
tartışılan bu değerlerin bölgede nasıl hayata geçirileceğidir. Üsluba gölge
düşüren ise Başbakan Erdoğan’ın kısa süre önce yaptığı Suudi Arabistan
ve Katar ziyaretlerinde Arap Baharı’nı boğan ve manipüle eden iki ülkenin
liderleriyle aynı görüşte olduklarını açıklamasıdır. Türkiye’nin bölgenin
demokratikleşmesinde demokrasi düşmanı arkaik monarşilerden medet
umması, Türkiye’nin “ileri demokrasi” çıtasına da gölge düşürmektedir.
< AK Parti’nin yaklaşık on yıllık iktidarındaki TDP yaklaşımını özetleyen
“komşularla sıfır sorun” politikası Suriye özelinde yakaladığı başarıyla TDP’nin “amiral gemisi” iken bugün gelinen nokta itibariyle “yumuşak karnı”/
“Aşil topuğu” haline gelmiştir. SDE Analiz >
Sonuç olarak, AK Parti’nin yaklaşık on yıllık iktidarındaki TDP yaklaşımını
özetleyen “komşularla sıfır sorun” politikası Suriye özelinde yakaladığı
başarıyla TDP’nin “amiral gemisi” iken bugün gelinen nokta itibariyle
“yumuşak karnı”/ “Aşil topuğu” haline gelmiştir. Bu geriye ket vurma basit bir
epistemolojik dönüşüm olmayıp ontolojik olarak en güçlü noktanın bağımsız
değişkenlerin etkisiyle nasıl da en zayıf halka haline gelebileceğinin en
billur örneğidir. Bir savaş çeşitli rıza üretim teknikleriyle elbette rasyonize
edilebilir ve böylece de meşrulaştırılabilir fakat hangi yol benimsenirse
benimsensin Türkiye yanı başındaki ABD’nin Irak’ı işgaline ve sonrasında
bugün Suriye’den daha fazla sivilin ölmesiyle sonuçlanmasına dair tutumunu
sorgulamadıkça yapacağı hamle ister tek başına ister bir koalisyonun parçası
olarak olsun bu tasarrufun ahlâkîliğine gölge düşürecektir. Bu bağlamda,
Suriye farklı bir düzlemde TDP’nin motoru olmaya devam etmektedir.
Türkiye, Suriye konusunda nasıl bir çözüm bulursa bulsun bundan sonra
TDP’nin hangi yönde, hangi üslup ve mekanizmalarla ilerleyeceğine ışık
tutacaktır.
(Bu yazının daha önceki bir versiyonu Stratejik Düşünce 2012 Mayıs
sayısında yayınlanmıştır.)
...
Suriye Misak-ı Millîsi
Suriyeli muhalefet grupları 1 Nisan 2012’de İstanbul’da gerçekleşen
Suriye’nin Dostları Toplantısı’ndan sonra Suriye Misak-ı Millîsi’ni açıkladılar.
-Suriye medeni, demokratik, çoğulcu, bağımsız ve özgür bir devlettir.
Bu devletin egemenliği demokratik süreçle halk tarafından belirlenir.
-Bugünkü gayrı meşru yönetimin devrilmesinden sonra kurulacak geçici
geçiş hükümeti özgür ve nezih bir seçim düzenlenmesini taahhüt eder.
Seçimler sonucunda kurucu meclis oluşur ve bu meclis bu sözleşmede
yeralan ilkeleri içeren yeni bir anayasayı oluşturur ve özgür referandum
çerçevesinde halka sunar.
-Yeni Suriye, demokratik bir cumhuriyet olacak ve düşünce, etnik ve din
aidiyetine bakmaksızın vatandaşlarını hukukun egemenliği çerçevesinde
eşit gören anayasal düzene dayalı olacaktır.
-Doğacak yeni demokraside devlet ve toplum içerisinde insan haklarına
saygı temel ilke olacaktır.
-Suriye halkı içinde barındırdığı farklı kültür, İslami, Hıristiyan veya
herhangi bir dini inanca mensup olmaktan kaynaklanan inanç
çeşitliliğinden iftihar duymaktadır. Tüm katmanlara mensup şahıslar,
dışlanmadan, ayrımcılığa uğramadan bu birliktelikteki yerini alır.
-Anayasa, Suriye toplumunun katmanları arasında dine, mezhebe dayalı;
Arap, Kürt, Asuri-Süryani, Türkmen ve diğer etnik unsurlar arasında ayrım
yapılmayacağını vurgular. Suriye’nin toprak ve halk birliği çerçevesinde
bunların haklarını tanır.
-Ülkede özgür, nezih ve periyodik seçimler düzenlenir. Çok partili sistem
kurulur. Suriye’de demokratik, siyasi hayata katılma yönünde isteği
bulunan bir vatandaşın önüne herhangi bir engel konulamaz.
-Özgür seçimle gelen parlamento meclisi halkın iradesini ve çıkarlarını
yansıtır. Parlamento, içinden çıkacak olan hükümetlere de meşruiyet
kazandırır. Suriye Başkanı halk veya parlamento tarafından özgürce
seçilir. Birey veya herhangi bir konseye yönetim verilmez.
-Seçilecek hükümet, yargı ve kurumlarının bağımsızlığını
şüpheye mahal vermeyecek şekilde tamamen güvence altına alır.
-Vatandaşların uluslararası anlaşmalar çerçevesinde görüş ve ifade
özgürlüğü, tercih ve inanç özgürlükleri dahil genel ve özel özgürlüklerini
korur.
-Devlet, kadın hak ve özgürlüklerine riayet eder.
-Yeni devlet, dini katmanların haklarını en üst düzeyde korur, din, inanç
ve fikir özgürlüğünün fiiliyata dönük veçhelerini güvence altına alır.
-Resmi otoritenin tümü, devlet kurumları ve kurumlardaki çalışanlar,
halkın hizmetinde olur; aksi olmaz.
-Kimseye, cezadan kaçmaya müsaade edilemez. Ceza ilkeleri yasalara
göre ve adil bir yargı yoluyla yine adil bir şekilde pekiştirilir.
-Suriye silahlı kuvvetleri siyasi otoriteye tabi olur. Bugünden sonra
siyasi hayata ve rejimin çıkarlarını muhafaza etmek için müdahalede
bulunmasına izin verilemez.
-Güvenlik teşkilatları, yasama otoritesinin gözetiminde olabilmeleri,
vatandaş ve vatanın hizmetinde bulunabilmeleri amacıyla yasal ve
anayasa temelleri üzerine yeniden yapılandırılır.
-Yeni Suriye, ülkeler arasındaki hak ettiği yere kavuşacaktır. Bölgesel
ve uluslararası ilişkilerin de ise karşılıklı çıkar, işbirliği ve ortak çalışma
ilkeleri esasa alınacaktır.
-Suriye, bölgede istikrar faktörü olmak için Arap Ligi kapsamında
çevresindeki Araplar içerisindeki aktif rolünü geri kazanacaktır.
-Suriye tüm meşru yöntemlerle Golan Tepelerini geri almaya çalışır.
Haklarını geri alma konusunda yaptıkları mücadelede Filistin halkına
destek verecek, hedeflerine ulaşabilmeleri için Filistinliler arasındaki
birliğin muhafazasına katkıda bulunacaktır.
-Suriye ekonomisi ve çalınan kamu malları kanlı rejim ve soyguncu
SDE Analiz
grupların elinden alınarak halkın hizmetine sunulacaktır. Devlet,
dürüst rekabet ve piyasa yasaları çerçevesinde ekonomik özgürlüğün
perçinleşmesine çalışır. Ayrıca devlet, ulusal zenginliğin adil dağılımını
sağlamakla yükümlüdür.
Suriye İçin Annan Barış Planı SDE Analiz
1. Suriye halkının istek ve endişelerine yanıt sunacak Suriye öncülüğünde
bir siyasi süreç
2. Sivillerin korunması için BM gözetiminde her tür silahlı şiddete son verilmesi
a) Hükümet meskun alanlara asker sevkini ve silah kullanımını durdurup
buralarda bulunan askerleri çekecek
b) Muhalefet çatışmalara son verme taahhüdünde bulunacak
3. Tüm taraflar çatışma yaşanan bölgelere insani yardım sevkini sağlayacak
ve insani amaçlarla her gün iki saatlik sükunet dönemleri sağlanacak
4. Yetkililer keyfi şekilde tutuklanmış kişilerin serbest bırakılması sürecinin
hızını ve kapsamını artıracak
5. Yetkililer ülkede gazeteciler için hareket serbestîsi temin edecek
6. Yetkililer toplanma ve barışçı şekilde gösteri yapma hakkına saygı
gösterecek. Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler AVRUPA BİRLİĞİ’NİN SURİYE POLİTİKASI
Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN
Son Notlar ;
1. Bu konuyla ilgili son derece ayrıntılı bir derleme ve analiz için
Bkz.: Dr. Dilek Yiğit, “Avrupa Birliği’nin Suriye’deki Olaylara Karşı
Tutumu” <http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1611/avrupa-birligininsuriyedeki-
olaylara-karsi-tutumu.aspx> FRANSA’NIN SURİYE POLİTİKASI Zeynep SONGÜLEN İNANÇ
2. Bkz. O. Sander, Siyasi Tarih, 1918-1994, Ankara, İmge Kitabevi,
2005; F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 1914-1995, İstanbul, Alkım
Yayınevi, 2005; M. A. Okur, “Emperyalizmin Ortadoğu Tecrübesinden
Bir Kesit: Suriye’de Fransız Mandası”, Bilig, Sayı 48, 2009, s. 137-156.
3. P. Larrouturou, “Trente ans de relations complexes entre les présidents
syriens et français”, Le Monde, 29.04.2011.
4. R. H. Harboun, “La Politique française avec la Syrie”, http://www.
mandelmike.fr/harboun//index.php ?option=com_content&task=vie
w&id=939&Itemid=151.
5. Fransa’nın Suriye Büyükelçiliği, http://www.ambafrance-sy.org/
Presentation,22. SDE Analiz
6. “Daha Fazla Gözlemci mi, İnsani Koridor Mu?” Radikal, 19.04.2012,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&Arti
cleID=1085414&CategoryID=81.
Suriye Krizi’nde Bölgesel
ve Küresel Aktörler
7. “Fransa Suriye’ye Müdahale Şartını Açıkladı”, Radikal, 18.11.2011,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=HaberYazdir&ArticleI
70D=1069951.
8. “La France prête à intervenir en Syrie?” Le Point, 30.11.2011,
http://www.lepoint.fr/monde/la-france-prete-a-intervenir-ensyrie-
29-11-2011-1402017_24.php. SURİYE KRİZİ VE İSLÂM DÜNYASI
Doç. Dr. Ahmet UYSAL
9. http://www.thenational.ae/news/world/asia-pacific/malaysiancrackdown-
ahead-of-mass-rally-planned-by bersih
RUSYA’NIN SURİYE POLİTİKASI Amine YAZICI
10. ARMAOĞLU Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914- 1995, İstanbul 2004
11. Çevreleme Politikası, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Soğuk
Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin (SSCB) yayılmacı politikasına
karşı izlediği askeri, ekonomik ve diplomatik unsurlar içeren dış politika
stratejisidir. Dışişleri Bakanlığı’nın SSCB danışmanı George F. Kennan,
SSCB’deki rejimin yumuşayacağı ya da çökeceği beklentisiyle «Rusların
yayılmacı eğilimlerinin, uzun dönemli, ama sarsılmaz ve uyanık
bir politikayla çevrelenerek denetim altına alınmasını» gerektiğini
söylemiştir.1947’deki Truman Doktrini çevreleme politikasının ilk
yansımasıydı. Amacı komünizmin yayılmasını engellemek, ABD’nin
güvenliği ile yurtdışındaki etkisini geliştirmek ve bir domino
etkisini engellemek olan çevreleme politikası Sovyetler Birliği’nin Doğu
Avrupa, Çin, Kore ve Vietnam’da giriştiği genişleme politikasına karşı
oluşturulmuştu.
12. KARABULUT Bilal, “Karadeniz’den Ortadoğu’ya Uzanan Bir Dış Politika
Geçmişten Günümüze Suriye-Rusya İlişkileri”, Karadeniz Araştırmaları,
Sayı: 15, Güz 2007, s.67-88
13. A.g.e. s.73 SDE Analiz
14. A.g.e. s.75
15. Yakın çevre doktrini ile Rusya Federasyonu eski Sovyet topraklarını
nüfuz alanı olarak kabul etmiştir.
16. Renkli Devrimler, Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta ve Doğu Avrupa
ile Kafkaslar ve Ortadoğu’da bir dizi yönetim değişikliği meydana
gelmiştir. Sırasıyla Sırbistan (Eylül 2000), Gürcistan (Kasım 2003),
Kıbrıs (Aralık 2003), Ukrayna (Kasım 2004), Romanya (Kasım ve Aralık
2004), Lübnan (Şubat 2005) ve Kırgızistan (Mart 2005)’da meydana
gelen yönetim değişiklerine verilen isimdir.
17. Sami Mobayad, “Syria’s One True Friend-Iran,” Asia Times, 12 Temmuz
2006.
18. Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz.: Çavuşî, Meryem, Ber-resi-yé
Revâbét-é Îrân ve Sûriye Be’d ez Énghelab-é Éslâmî-yé Îrân (19792001),
yüksek lisans tezi, Allame Tabatabai Üniversitesi, Hukuk ve
Siyasal Bilimler Fakültesi, Uluslararası
İlişkiler Bölümü, Tahran-İran.
19. Altı dönemi kapsayan bu tasnif,United States Institute of PeaceThe Iran
Primer’ın resmi sitesinde yer alan http://iranprimer.usip.org/resource/
iran-and-syria adresindeki Goodarzi, Jubing’in Iran and Syriaadlı
makalesinde yapılmıştır.
20. Sinkaya, Bayram, Ortadoğu Analiz, Cilt: 3, Sayı: 33, s. 40, Eylül 2011,
Ankara.
21. Tüm alıntılar İran İslam Cumhuriyeti lideri Ayetullah Seyyid Ali
Hamanei’nin resmi internet sitesinden yapılmıştır; http://www.
khamenei.ir
22. İran İslam Cumhuriyeti Resmi Devlet Sitesi www.dolat.ir
23. www.dolat.ir İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI Uğur KÖROĞLU SDE Analiz
24. 8 Eylül 2011 tarihli Aftab News haber ajansının haberi.
25. Suriye özel temsilcisi Faysal Mikdad ile Ahmedinejad’ın görüşmelerinden,
Asr-ı İmruz Haber Ajansı, 28 Mart 2012
26. www.dolat.ir,
27. www.dolat.ir,
28. İran ve Suriye, kurdukları ittifaka son zamanlarda Mukavemet/Direniş
Hattı adını vermektedirler.
29. www.dolat.ir 72
30. “U.S. secretly backed Syrian opposition groups,” The Washington Post,
18 April 2011.
31 “Iran calls Syrian protests a Western plot,” Reuters, 12 Nisan 2011.
32 Fatih Altaylı, Habertürk Gazetesi, 22 Şubat 2012.
33. Bu yazı hakkında incelemeler yaparken konuyla ilgili medyamızda
da çıkan ve İranlı yetkililere dayandırılan “Mehdi geliyor” şeklindeki
haberlerin kaynakları araştırılmasına rağmen bu tarz bir ifadelere
rastlanılmadı.
34. Talhamy,Yvette, The Syrian Muslim Brothers and the Syrian-Iranian
Relationship, The Middle East Journal, Volume 63, Number 4, p. 563
Autumn 2009, Washington-USA.
***