SERDAR ANT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SERDAR ANT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Şubat 2016 Çarşamba

« BARIŞ » !


« BARIŞ » !



Serdar ANT

02  06  2009

Geçtiğimiz Aralık ayında Çankaya Köşkü'nde düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri töreninde «Anadolu'da yaşayan her halk kendi ana dilini kullanacak.
Kendi ana dilinde eğitim görecek, kitaplar yazacak, filmler çekecek. Biz çok kültürlü toprak olduğumuzun farkına varacağız, çıkarımızın yasakta değil, özgürlükte olduğunun bilincine varacağız.» (Hürriyet, 5.12.2008) diyen Yaşar Kemal, en sonunda dilinin altındaki baklayı çıkardı. İstanbul Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Çevirmenleriyle ve Yayıncılarıyla Türk Edebiyatı 2'nci Uluslararası Sempozyumu'nun açılışında bir konuşma yapan dünyaca ünlü yazarımız, Türkiye'de 30 yıldır barış olmadığını ileri sürdü ve şunları dedi:

«Barış yok Türkiye'de… «Barış var» diyorlar, bakan arkadaşım da «Barış var» diyordu. Türkiye'nin belasıdır bu savaş. Kardeş kardeşi öldürdü ve hiç kimse «Bu adam ne istiyor, dağlarda niye ölüyor, öldürüyor?» demedi. Bu Kürt meselesini yakında yazacağım, yazdım da zaten. Kötü bir yönetim var Türkiye'de. İnşallah kendilerini gösterirler iyi yönetim olarak. Tez ve tez barış olmalı. Ben bir yazarım, «Barışı isterim» dedim, bir insan barış istedi diye mahkûm ettiler beni. Yine mahkûm ederler. Yine söylerim istediğini yapsınlar» (Hürriyet, 30.5.2009)

Görüldüğü gibi Yaşar Kemal «barış» istiyor! Aslında sadece Yaşar Kemal değil, birçok başka «aydınımız» (!) da «barış» istiyor. Tabii bir de PKK «barış» istiyor! Onun için de her gün bombalı saldırılar düzenliyor, yollara mayın döşüyor, can alıyor, kan döküyor! 30 yıldır kan dökmeye devam eden PKK, bu kıyıcılığını bugün de sürdürürken, Yaşar Kemal gibi dünyaca ünlü yazarlarımız da «hiç kimse «Bu adam ne istiyor, dağlarda niye ölüyor, öldürüyor?» demedi.» diye hayıflanıyor! Ve böyle konuşanlara da güzel ülkemde hâlâ «aydın» diyorlar!

«Tez ve tez barış olmalı» diyor Yaşar Kemal! «Ben bir yazarım, Barışı isterim» diyor!

Kim istemez ki barışı? Ama her şey istemekle bitmiyor. Çünkü barış var, «barış» var! Örneğin Lozan bir barış idi! Ama Sevr de bir «barış» idi! İçinde bir parça yurt sevgisi, biraz insanlık onuru olan kişi Lozan'ı ister, ama Sevr'e karşı çıkar! Kimse Sevr'i «barış» diyerek baş tacı etmez. Kısacası Türkiye'ye yeniden Sevr'in dayatıldığı günümüz koşullarında «barış isterim» demek hiçbir şeyi halletmiyor!

Bugün Savaşanlar Kimler?

Bir yanda bölücü terör örgütü PKK var. Amacı, bağımsız bir Kürt devleti kurmak, Türkiye'yi bölmek… 30 yıldır bu amaç uğruna kan döküyor; asker, sivil, çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden insan öldürüyor PKK… Kan dökerek bu amacına ulaşamayacağını anlayan ve Türk ordusu karşısında yenilen bölücü terör örgütü, şimdi bu hedefine yasal ve barışçı yollardan ulaşmak için «barış» istiyor; kendisinin tanınmasını, dolaylı ya da doğrudan müzakerelerin başlamasını talep ediyor! Yaşar Kemal gibi dünyaca ünlü yazarlarımız da « Hiç kimse « Bu adam ne istiyor, dağlarda niye ölüyor, Öldürüyor? » demedi. » diye hayıflanıyor! Yaşar Kemal, bölücü terör örgütü PKK'nın taleplerini, kendi saygınlığını kullanıp « Barış » Etiketiyle Millete yutturmaya mı çalışıyor?

Bölücü terör örgütünün karşısında da vatanını savunan Türk ordusu var. Türk ordusu «barış» istemiyor mu peki? « Kardeş kardeşi öldürdü » diyor Yaşar Kemal… Türk ordusu, her gün mayınlı tuzaklarla, bombalı saldırılarla kalleşçesine vatan evlatlarını katleden PKK'lı teröristi «kardeşi» olarak kucaklayabilir, bağrına basabilir mi?

Daha açık bir şekilde soralım: « Barış » isteyen Yaşar Kemal, PKK terörüne karşı mı? Mayınlı saldırılarla gencecik Türk askerlerinin katledilmesi konusunda ne düşünüyor acaba? Diyarbakır'da, Ankara'da, Güngören'de ve Türkiye'nin daha birçok bölgesinde sivil halka yönelik bombalı saldırılar gerçekleştirildiğinde, bölücü terör örgütü PKK'ya yönelik tek bir eleştirisi olmuş mu «barış» isteyen Yaşar Kemal'in?

«Barış tacirleri» Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölücü terör örgütü ile masaya oturup görüşmelere başlamasını onaylıyor mu? Çünkü PKK, ancak bu koşulla sözde « barışa » (Silah bırakmaya değil!) yanaşıyor. « Barış » İsteyen Yaşar Kemal'in talep ettiği de bu mudur? Devlet, terör örgütü PKK ile Türkiye'nin bütünlüğünü pazarlık konusu mu yapsın?

Bugün Türkiye'de hangi partinin dağda silahlı gücü var? Hangi siyasal partinin temsilcileri, « Kimse kardeşlerimize terörist dememizi beklemesin » diyor? Böyle mi gelecek o « Barış » ?

Şimdi birileri Yaşar Kemal'in evini bassa, kütüphanesini yaksa, karşı koymaya çalışanları öldürse, dünyaca ünlü yazarımız ne yapacak? «Barış» mı isteyecek? Bu saldırganlık karşısında Yaşar Kemal, « Bu adam ne istiyor, dağlarda niye ölüyor, öldürüyor? » diye sorulmasını mı önerecek? Saldırganla masaya oturup kendi hak ve özgürlüklerinin pazarlığını mı yapacak?

Çiçero « Aşırı Adalet, Adaletsizliktir » demiş. «Barış» kalkanı ardına saklanarak emperyalizme maşalık eden katiller ile vatanı için görev yapanları aynı kefeye koyanlar, gerçek bir barışa ve adalete hizmet etmiyorlar.

Kime hizmet ettikleri ise ortada…

Yazar Serdar ANT
denizkurdu@gmail.com
02  06  2009

https://groups.google.com/forum/#!topicsearchin/liberal-izmirliler/SERDAR$20ANT/liberal-izmirliler/Dd-xcUin09s



19 Şubat 2016 Cuma

ŞEHİT!




ŞEHİT!


Serdar Ant
15.7.2009
denizkurdu66@gmail.com

Haberi bu sabah Milliyet gazetesinin internet sayfasında okudum:

“Afganistan’daki Türk Birliği Komutanı Şehit!”

Afganistan'da görev yapan Türk Birliği'nin komutanı Kurmay Albay Faruk Sungur ile bir uzman çavuşun geçirdikleri trafik kazasında şehit olduklarını duyuran haber şöyle devam ediyordu:



“Acı haberi dün Mısır yolculuğu öncesi basın toplantısı düzenleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül verdi. Kazanın, Albay Sungur'un bulunduğu aracın Faryab kentinden dönüşü sırasında başka bir kamyonla çarpışması sonucu meydana geldiği belirtildi. Kurmay Albay Sungur'un yanı sıra bir uzman çavuşun da şehit olduğu kazada aracın arkasında oturan bir komutanın da ağır yaralandığı öğrenildi. (www.milliyet.com.tr, 15.7.2009)

Öncelikle şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine başsağlığı dilerim. Ne var ki, karşı karşıya olunan durum başsağlığı dilekleri ya da gözyaşları ile geçiştirilecek gibi değil… Öncelikle sormak gerek:

Türk askerinin Afganistan’da ne işi var? Birisi kurmay albay iki askerimizin kaybı gerçekten bir kaza sonucunda mı gerçekleşmiştir, yoksa söz konusu olan kamuoyundan saklanan bir saldırı mıdır?

Şu anda yapılan resmi açıklama, kurmay Albay Sungur ve uzman çavuşun bir kaza neticesinde şehit oldukları yönünde olduğuna göre, bunu doğru kabul etmemiz gerekmektedir. Sonuçta değerli bir komutanımız ve bir askerimiz şehit olmuştur, diğer bir komutanımız da ağır yaralıdır.




Peki, NedirŞehit?

Ferit Develioğlu’nun “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat”ı  “şehit” sözcüğünü şöyle tanımlıyor:

“Şehîd: din veya yüksek bir ülkü uğrunda ölen kimse; savaşta ölen.”

Öte yandan halk arasında “ Şehit ” sözcüğü “ Vatani görevi yapmakta iken herhangi bir şekilde yaşamını yitirenler ” için de kullanılmaktadır.



İyi de Afganistan’da, bir trafik kazasında yaşamını yitirerek şehit olan askerlerimiz, “din uğruna” mı savaşıyorlardı? Ya da Afganistan’da “uğruna ölümün göze alındığı yüksek ülkü” ne idi? Türk Birliği’nin Afganistan’da bulunma nedeninin “vatani görev” olduğu iddia edilebilir mi?

Mehmet Akif, Çanakkale Şehitlerine isimli şiirinde “Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!” diyordu. Afganistan’da şehit olan askerlerimiz gerçekten “bir hilal uğruna” mı yaşama veda ettiler?

Bu soruları yanıtlarken, Büyük Atatürk’ün 1930 yılında Türk ordusu hakkında söylediklerini anımsamak yaşamsal önemdedir:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlâtlarından mürekkep muhterem ve kuvvetli bir heyettir.”  


https://groups.google.com/forum/#!search/SERDAR$20ANT%7Csort:relevance/avrupakemalistplatform/DsEi5bs6fvs/F6FydG3F760J


..

6 Ocak 2016 Çarşamba

VAY TERÖRİSTLER VAY!



VAY TERÖRİSTLER VAY!

Serdar Ant
 25.7.2008


Ergenekon İddianamesi, 13.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. İlk duruşmanın 20 Ekim'de yapılması kararlaştırıldı. Gerçi bugüne kadar Taraf gazetesinin yaptığı müthiş "gazetecilik"(!) neticesinde herkes iddianamede neler olduğunu, iddianameyi hazırlayan savcıdan bile daha iyi biliyor, ama biz yine de soralım:

İddianamede neler var?
Neler yok ki?
Şaka değil, 2455 sayfalık bir iddianame bu…
"Yok" yok…

Ben de 2455 sayfalık iddianamenin detayları ile ilgili ilk haberleri veren gazetelerin ve televizyonların yalancısıyım. Meğer İlhan Selçuk, "silahlı terör örgütü kurucusu ve yöneticisi" imiş! Böylece Cumhuriyet gazetesinin "terör örgütü", onun başyazarı İlhan Selçuk'un da "terör örgütü yöneticisi" olduğunu öğrenmiş olduk! Eh bu durumda da kendimi bildim bileli Cumhuriyet okuyan ben de "terörist" oluyorum!

Tabii İlhan Selçuk, bu "terör örgütü"nü tek başına kurup yönetmiyor. İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu ile beraber yapıyorlar bu işi!

Bilmem ki acaba nasıl karar vermişlerdir?

Kimbilir belki bir gün Kemal Alemdaroğlu, İlhan Selçuk'a gelmiş ve "İlhan Abi, canım çok sıkılıyor yahu, bir terör örgütü kuralım da etraf biraz şenlensin!" demiştir.

İlhan Selçuk da "iyi de Kemal, öyle iki kişilik terör örgütü olur mu? Başka kimler olacak bu işte?" diye sormuştur herhalde…

Bunun üzerine Kemal Alemdaroğlu da, "dert ettiğin şeye bak İlhan Abi, adam mı yok? Bak bizim Doğu var, hazır elinin altında partisi de var. Sonra sizin gazeteden Mustafa'yı alırız. Şimdilik böyle başlayalım da gerisi Allah kerim…" falan demiştir herhalde…

Eh İlhan Selçuk ne de olsa yılların "teröristi", kaçırır mı bu fırsatı, "tamam be Kemal, seni mi kıracağım, kuralım ulan anasını sattığımın terör örgütünü…" diyerek bu işe soyunmuştur.

Yumurtaya can veren yüce rabbim de "terör örgütü" kurup yönetmeye soyunan bu iki kulunun işini kolaylaştırmış, "bizim örgüt" bir anda dal budak salmış, aziz milletimizi ve ülkemizi "babalar gibi satan", "Türkiye'yi pazarlayan" hükümet için bir tehdit haline gelmiştir!  

Sonuçta bir eski rektör, bir de gazete yöneticisi, 80'ini aşmış yılların yazarı…
Demek ki ikisi de "terörist" imiş!
Silahları ne peki?
Odalar dolusu kitap, ciltler dolusu yazı, elde de kalem!

Ayrıca yine gazetelerin aktardığından öğreniyoruz ki,  meğer bu "terör örgütü" Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'a da suikast yapacakmış! Buna göre Büyükanıt'a yapılacak olan suikast planı iddianamede şu cümlelerle anlatılıyormuş:

"İşçi Partisi Genel Merkezi'nde yapılan aramada, girişin karşısındaki sekreter odasının sağ tarafında bulunan masa üzerinde çok sayıda CD bulunarak el konulmuştur. Dönemin Kara Kuvvetleri KomutanıYaşar Büyükanıt'ın koruma planı başlıklı çizelge şeklinde yazı olduğu, içeriğinde Yaşar Büyükanıt'ın belirtilen tarihte İzmir ve Balıkesir'deki yapacağı ziyaretlerdeki koruma planı olduğu anlaşılmıştır."

Eh bu durumda insanın, Genelkurmay Başkanı'na suikast yapmayı planlayanların İşçi Partililer olduğunu düşünmemesi için, afedersiniz ama, eşek olması gerekir! Baksanıza Büyükanıt'ı koruma planı bile İşçi Partisi merkezinde çıkmış!

Anlaşılan o ki, bu İşçi Partililer, günün birinde, Genelkurmay Başkanı'na suikast yapmaya karar vermişler, bir şekilde Büyükanıt'ı koruma planını da ele geçirmişler, sonra da bu suikastın planlarını yapmışlar. İşlerini bitirdikten sonra da o koruma planı ile ilgili yazıyı  "İşçi Partisi Genel Merkezi'nde, girişin karşısındaki sekreter odasının sağ tarafında bulunan masa üzerine" bırakıvermişler!

Tam bir profesyonel işi vallahi!
Büyükanıt'ın verilmiş sadakası varmış, ucuz kurtulmuş!
 
Aziz Nesin'in ruhu şâd olsun. Biz de onu büyük bir mizah yazarı bilirdik!
Meğer ülkemizde daha başka ne "değerler" varmış da haberimiz yokmuş!
 
25.7.2008






3 Aralık 2015 Perşembe

ARINÇ'TAN AKILLICA HAREKETLER



ARINÇ'TAN  AKILLICA HAREKETLER




Adı :        Bülent
Soyadı :  ARINÇ
Görevi :  Başbakan  Yardımcısı 
 Bingöl’de  10 askerin  şehit  olmasıyla  sonuçlanan  son  PKK  saldırısı  ile  ilgili  olarak  geçmiş  kameraların  karşısına  konuşuyor :
 “Son  olay  hakkında  bir  takım  şeyler  yazıldı.   33  askerin  şehit  edilmesiyle  ilgili  yıllar  öncesine  dayanan  acı  hatırayla  bir  benzerlik  kurulabilir.   Teröristler  açısından  akıllıca  bir  hareketle  son  otobüse  ateş  açılmış.   Patlamayla  otobüsteki  askerlerin  pek  çoğu  maalesef  şehit  olmuş.” 
Bülent  Arınç  Türkiye  Cumhuriyeti’nin  Başbakan  Yardımcısı  değil  de  sanki  bir  futbol  maçını  yorumlayan  tarafsız  bir  gözlemci…   Teröristler  akıllıca  bir  hareketle…” 
O zaman aferin o teröristlere! Bülent Arınç bile ne kadar “akıllı” olduklarını teslim etmiş, bundan sonra da hep böyle “akıllıca hareket” etsinler artık…
Türk askerinin eli kanlı katiller tarafından katledilmesini “akıllıca hareket” şeklinde tanımlayan Bülent Arınç, PKK’ya örtük bir şekilde akıl vermekten de geri kalmıyor. CHP’nin Oslo belgelerini açıklaması konusunda,“terörü sona erdirmek için ihtiyaç olursa yine görüşüleceğini” belirterek, “Belki de görüşülüyordur” diyor.
Eh PKK da eşek değil herhalde, mesajı almıştır artık! O “ihtiyacı” yaratmak için elinden geleni yapmalı,“akıllıca hareketler” ile terörü son sürat tırmandırmalıdır ki artık Oslo’da mı olur bir başka yerde mi, Türkiye Cumhuriyeti “terörü sona erdirmek için” yeniden bölücü terör örgütü ile masaya otursun ve görüşsün…

Bülent  Arınç  ile  PKK  arasında,  herkesin  gözü  önünde  gerçekleşen  bu  “dar  alanda 

kısa  paslaşmalar”,  önümüzdeki  süreçte  yeni  “akıllıca  hareketlerin”  habercisidir.

Son  seçimde  akp’ye  % 50  oy  vererek  bu tür adamları

yeniden  iktidar  yapan  “güzel”   “millet”im…

evlatlarının   katili   terör   örgütünün   akıl   hocalığına  

soyunan   başbakan   yardımcınla   ne   kadar   övünsen  

azdır…

Serdar  ANT



.

Demokrasi Soslu Plütokrasi…



Demokrasi   Soslu Plütokrasi…










Çok   şükür,   “Başkanımızı”   seçtik   en   sonunda…

2008 yılından beri “ABD Başkanı” olan “Demokrat” Barack  Obama,   ikinci  kez  seçildi.
Seçimler sonunda kaç delege kazandı, yüzde kaç oy aldı, bunların  hiçbir  önemi  yok.
En nihayetinde milli irade(!) tecelli etti, demokrasinin ne güzel bir şey olduğunu sonunda dost  da  düşman  da  bir  kere  daha  gördü.
Darısı  bizim  başımıza…
İnşallah  biz  de  yakın  bir  dönemde  Başkanlık  sistemine  geçip,  Türkiye’nin  Başkanı’nı  seçeceğiz.
Gidiş  doludizgin  o  yönde…
Ama  o  “mutlu”  günler  gelene  kadar,  şimdilik  ABD  Başkanı  ile  idare  edeceğiz  artık,  ne  yapalım…
“Başkanımız”  diyorum,  ama  doğal  olarak  biz  Türkler  seçimlerde  oy  kullanmadık.
O  zaman  Obama  nasıl  bizim  de  Başkanımız  olabilir  ki ?  diye  sorulabilir.
Vallahi  bal  gibi  olur.
Oluyor  da  zaten…
Biz  ABD’nin  “stratejik  müttefiki”  değil  miyiz ?
İkinci Dünya Savaşı bittiğinden beri “küçük Amerika” olmak için yanıp kavrulmuyor muyuz ?
Bu amaç uğrunda ne kadar yol aldığımız, ne taklalar attığımız ortada değil mi?
Türkiye’yi uzun yıllar, ABD’nin “our boys”, yani “bizim çocuklar” dediği bir takım yönetmedi mi?
Son  on  yıldır  da  bir  “eşbaşkan”  yönetmiyor  mu ?
Neyin  “eşbaşkanı”  o ?
BOP’un  eşbaşkanı !
BOP ne peki?
ABD patentli bir emperyalist proje…
Sonuçta ABD’nin Başkanı, bizim de Başkanımız!
Son 70 yıldır ABD’ye ve Başkanlarına “hayır” diyebilen, karşı çıkan, ayak direyen bir Başbakan’ı ya da Cumhurbaşkanı oldu mu Türkiye’nin?
Olmadı.
Son 70 yıldır, ABD’yi ziyaret edip etkili ve yetkili odakların desteğini almadan siyasete soyunan ve iktidar merdivenlerini tırmanan bir liderimiz oldu mu peki?
Olmadı.
Kısacası, ABD ve Başkanı ile uyum içinde olmak, Türkiye’de “başarılı” siyasetçi ve devlet adamı sayılmanın altın kuralıdır. ABD Başkanlık makamı, sadece ABD yurttaşları açısından değil, bizim devlet adamlarımız ve siyasetçilerimiz açımızdan da çok önemlidir.
Kısacası onların Başkanı, bizim de Başkanımız… Bizim Başbakanlarımız da zaten onların “adamı”! Yani aramızda ayrı-gayrı yok.
İyi de ABD ile bu kadar “can ciğer kuzu sarması”ysak, ABD Başkanlık seçimlerinde neden biz de oy kullanmıyoruz?
Doğru, biz de oy kullansak hiç fena olmaz hani… En azından ortaya daha tutarlı bir tablo çıkar. Ama oy kullanmamamızın o kadar büyük bir kayıp olmadığı da ortada…
Örneğin ABD’deki bu son seçimde 207 milyon seçmenin 90 milyonu, yani yaklaşık yarısı oy kullanmak için kayıt yaptırmadığına göre demek ki oy kullanmak o kadar önemli değil… ABD halkı bile, oy kullansa da kullanmasa da bir şeyin değişmeyeceğinin, Demokrat veya Cumhuriyetçi adayı desteklemenin kendi yaşamında bir etki yaratmayacağının farkında… Çünkü biliyor ki, seçimde Cumhuriyetçi ve Demokrat adaylar değil, onları destekleyen bütçeler yarışıyor! Seçimleri, daha çok oy alan değil, daha çok parası olankazanıyor.
Örneğin salı günü yapılan seçimler için toplam 6 milyar dolar harcandığı belirtiliyor.
2 Kasım tarihli SOL gazetesinde yer alan bir habere göre eyalet seçimleri bütçesi 3,5 milyar dolara,başkanlık seçimi bütçesi ise 2,5 milyar dolara ulaşmış.
Bu para Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan gibi ülkelerin milli gelirinin üzerinde bir rakam…
Cumhuriyetçi Parti’nin başkan aday Mitt Romney seçim kampanyası için 881 milyon dolar harcarken, Demokrat Parti’nin adayı Barack Obama 934 milyon dolar harcamış! Sonuçta daha fazla harcayan da kazandı zaten… Dışarıdan yapılan harcamalar da hesaba katıldığında iki adayın toplam seçim harcaması 2 milyar doları geçiyor.
Üstelik ABD’de seçim kampanyalarında yapılan harcamalar, hızlı bir artış gösteriyor. 2012 Başkanlık seçim kampanyalarına dış gruplar, kara para örgütleri ve şirketler tarafından yapılan bağışların 2008 yılına göreyüzde 400 arttığı görülüyor.
Ne var ki bu tablodan daha mide bulandırıcı olanı, bu milyarlarca doların kaynağı… Yüksek Mahkeme’nin 2010 yılında aldığı bir karara göre hükümetin; şirketlerin ve birliklerin bağımsız siyasi harcamalarına getirdiği sınırlama kaldırıldı. Bunun sonunda “siyasal eylem komiteleri” olarak bilinen Süper PAC’ların seçim kampanyaları için sağladığı kaynaklar 4 kat arttı. Açıkça söylemek gerekirse, küçük bir grup milyoner ve milyarder, seçimlerde milyonlarca orta sınıf aileden daha fazla etki sahibi oldu. 2012 seçim kampanyaları süresince PAC’ların bireylerden topladığı 440,9 milyon dolarlık fonların yüzde 60,5’ini yalnızca 91 kişibağışlamış! (SOL, 7.11.2012)
Örneğin en çok bağış yapan kişi, bir kumar baronu olan Sheldon Adelson… 52,2 milyon dolar bağış yapıyor. Adamdaki şu “demokrasi aşkına” baksanıza!
Yine 1,11 milyar dolarlık seçim bağışının yaklaşık yüzde 25’lik kısmı olan 257,9 milyon dolarınbağışçılarının da ismi açıklanmayan “kara para örgütleri” olduğu iddia ediliyor.
Tabii bunlar Başkanlık yarışına adaylığını koyanların seçim kampanyalarını finanse etmek için ortaya dökülen birkaç milyar dolarcık… O adayların kim olacağı ise, aslında büyük tröstlerin, çokuluslu şirketlerin, petrol kartellerinin, silah tekellerinin iradesi temelinde belirleniyor ki bu saydıklarımız da dünyaya hükmediyor. Açıkçası bu ikincilerin serveti yanında Sheldon Adelson gibi kumarbaz takımının bağışladığı birkaç milyon dolar çerez parası bile değil…
Paranın egemenliği ABD siyasal kurumlarına da yansıyor tabii… Örneğin “Center for Responsive Politics” tarafından açıklanan bir araştırmaya göre Amerika’da kongre üyelerinin yaklaşık yarısı milyoner ve bunların üçte ikisi de senatörlerden oluşuyor. Araştırmaya göre, 535 kongre üyesinden 250’sinin bir milyon dolardan fazla serveti bulunuyor ve milyonerler Amerika nüfusunun sadece yüzde birini oluşturuyor. 2010 yılında bir senatörün ortalama serveti 2.63 milyon dolar ve bu değer 2009 yılına göre yüzde 11 artmış durumda. Bir senatörün mal varlığı bir yılda yüzde 11 artarken bir Amerikalının geliri yüzde 2 ile 3 arasında azalma gösterdi. Demokrat Parti kendisini çalışan insanların savunucusu olarak göstermeye çalışsa da bu araştırmaya göre milyoner Demokrat Parti senatörü sayısı (37 milyoner) Cumhuriyetçi milyoner senatör sayısından (30 milyoner) daha fazla. Kongrenin en zengini ise Cumhuriyetçi kanadından Darrell Issa ve Issa’nın net serveti 448 milyon dolar…” (SOL, 7.11.2012)
İşte ABD, böyle bir “demokrasi”… Siyaset biliminde bu tür rejimlere plütokrasi derler, ama millete “demokrasi” diye yutturmak daha kolay oluyor.
Açıktır  ki  bizim,  ABD  gibi  “demokratik”  bir  ülke  olabilmemiz  için  daha  çok  fırın  ekmek  yememiz  gerek…
Etimiz  ne  budumuz  ne  ki…
Ama  kimse  moralini  bozmasın,  “iyi”  ve  “doğru”  yoldayız.
Gerçi  bu  boyutlarda  olmasa  da  “kara  para”  konusu  ve  “para  aklama”  Türkiye  ekonomisinin  hiç  de  yabancı  olmadığı  işler…
Yine  bu  boyutlarda  olmasa  da  üç  büyük  partinin,   (diğer  partiler  avucunu  yalarken)  her  yıl  aldığı  milyonlarca  lira  devlet  yardımı  ve  seçim  dönemlerinde  devletten  bu  partilere  akan  milyonlarca  lira  seçim  yardımı,  bizim  seçimlerimizin  de  ne  kadar  “adil”  ve  “eşit”  koşullarda  gerçekleştiğinin  bir  göstergesi…
Ama 2012 yılında Türkiye’nin en zengini olan Rahmi Koç’un yaklaşık 8 milyar dolarlık toplam servetiyle son Başkanlık seçiminde iki adayın sadece kampanya masrafları toplamı olan 6 milyar dolarkarşılaştırıldığında, ABD “demokrasisi” şimdilik bize birkaç beden büyük geliyor !
Önümüzde  uzun  bir  yol  var  daha…

Serdar  ANT



8 Kasım 2015 Pazar

KORKMA



KORKMA






KORKMA!..

İstiklal Marşımız nasıl başlar?

«KORKMA, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak…»

Mehmet Akif'in Türk milletinin sesini ve ruhunu yansıtan ölümsüz dizeleri, İstiklâl Savaşımızın en karanlık günlerinde yazılmıştır.

«Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir»diyen ve «ya istiklâl, ya ölüm» azmiyle direnen Türk yurtseverlerinin oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da «milli marş» olarak, o kan ve ateş döneminde kabul edilmiştir.

Ülke işgal altındadır. Emperyalizmin maşalığına soyunan kuklalar, Ankara kapılarına dayanmıştır.
«Memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde»dir ve bu iktidar sahipleri,kişisel çıkarlarını işgalcilerin siyasi amaçlarıyla birleştirmişlerdir.

Millet, yoksulluk içinde bitkin ve ezilmiştir.

İşgal güçleri ile işbirliği halinde olan bu satılmışların kışkırtması ile Anadolu'nun dört bir yanında ayaklanmalar çıkmıştır.Türk milliyetçilerinin elinde ise ne imkân vardır, ne ordu…Vatanı için canını ortaya koyan ve işgalcilere teslim olmayanlar ise «eşkıya» , «çapulcu» , «haydut» vb. sıfatlarla karalanmaya çalışılmaktadır.
Hepsinin boynunda İstanbul hükümetinin verdiği idam kararları asılıdır,ama yine bütün yurtseverlerin yüreklerinde bağımsızlık ve egemenlik için direnme kararlılığı ve ateşi vardır.

İşte bu koşullarda, o ölümsüz dizeler nasıl seslenir Türk milletine?

«KORKMA!»

O günlerin üzerinden neredeyse yüzyıl geçti! Ne acıdır ki yaklaşık bir asır sonra koşullar yine aynı… Ve yine Türk milletine seslenmek gerekiyor:

«KORKMA!»

Atatürk'e ve bize bıraktığı mirasa, yani Cumhuriyetimize sahip çıkmaktan KORKMA!

Egemenliği ve bağımsızlığı korumak için sesini yükseltmekten KORKMA!

Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine «hayır» demekten KORKMA!

Vatanın için göğsünü siper etmekten KORKMA!

Ortaçağ karanlığının temsilcilerine karşı çıkmaktan KORKMA!

Hukuk devleti için mücadele etmekten,demokrasiye sahip çıkmaktan KORKMA! Unutma ki «tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar.»

Ama İstiklâl Marşımız sadece «KORKMA» demekle kalmaz. Bir de çağrı yapar millete:

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

İşte bu «hayâsızca akın» ı durdurmak için ayağa kalk, alçaklık yapanlardan KORKMA!

Tarih önünde «sadece yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.»

Onun için üzerine düşen sorumluluktan kaçma… Laik Cumhuriyeti savunmaktan, savunanlara destek olmaktan KORKMA!

Çünkü « kaçarak özgür olunmaz…»

Yazar Serdar ANT

http://metinozkanvadisi.com/haber/serdarant.html


.

8 Eylül 2015 Salı

Çetin TAŞ ; Serdar Ant, Seçimlere 10 Gün Kala Doğu Perinçek'e Neden Saldırıyor?




Çetin TAŞ   ;  

Serdar Ant, Seçimlere 10 Gün Kala Doğu Perinçek'e Neden Saldırıyor?



(Doğu PERİNÇEK Diyarbakır'da 10 Bin Kişiye Sesleniyor.9 Haziran 2007)
Serdar Ant, Seçimlere 10 Gün Kala Doğu Perinçek'e Neden Saldırıyor?

Öncelikle ne ben, ne bir başkası Serdar Ant'ın doğrudan suçladığı Perinçek'in, M.Bedri Gültekin'in ve geçmiş Aydınlık- 2000e Doğru -Teori dergilerindeki yazı sahiplerinin yerlerine konuşma yetkisine sahip değiliz. Dolayısıyla bizlerle Serdar Ant'ın karşılıklı sürekli yazılar aracılığı ile tartışmamızın çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum, inanmıyorum.
Sadece kendi sıraladığı durum tespitleri ile ilgili kendi düşüncelerimizi yazabiliriz. Hee, eğer içimizde bu dönemlerde İşçi Partisi'nin ve söz konusu dergilerin içinde bulunan kişiler varsa sanırım onlar en azından o dönemde içinde bulundukları için yanıt hakları olabilir. Yoksa şu durumda her birimiz kendi adımıza konuşabilecek durumdayız sadece.

Serdar Ant'ın bahsettiği Doğu Perinçek'in yazısını okudum. Bu yazıdan nasıl Doğu Perinçek'in özerkliği savunduğu anlamını çıkardı, PKK ne zaman Kürt halk kitlesi oldu anlamadım? diye soruyor Serdar Ant ama burada bence ya bir yanlış anlama ya da demagoji var. Çünkü Perinçek'in yazısında kastedilen çok açık bir şekilde PKK değil, Kürt vatandaşlarımızdır. ABD desteği ile Kürt halk kitlelerinin bastırılmasını sağlayan da Türkiye Cumhuriyeti değildir, bizzat PKK'nın kendisidir. Çok yanlış anlamış yazıyı, anlamından 180 derece zıt şekilde anlamış.

Daha önce de bu konu ile ilgili konu başlıklarından birinde yazdığım gibi 15-20 sene önceki siyasi söylemlerinde değişiklik var Perinçek'in ve Aydınlıkçıların. Bu özellikle Atatürk konusunda böyledir. Yanlış anlaşılmasın, dün de saygı duyuyorlardı Atatürk'e ama Atatürkçülük'ün ve Kemalizm'in miyadı dolmuştur tarzında bir söylemi bir süre kullanmışlardı. Ama bunun doğru olmadığını anladılar, bu bugünkü söylemlerinde zaten tüm Türkiye tarafından izleniyor. Kürt sorunu ile ilgili dergi ve gazetelerde PKKlıların ölüm ilanlarının yayınlanması bence de son derece saçma ve yanlış olmuş. Nasıl bir düşünce ile bunu yaptılar, bilmiyorum? Ama olaylara tek pencere ve tek zaman diliminden değil de geldiğimiz noktayı da göz önüne alarak baktığımızda o dönemde Kürt sorununa bakışlarının bugün hemen tüm siyasi partilerin söylemlerinden farklı olmadığı görülüyor, "Kürtçe eğitim olsun, temsil edilsinler mecliste, genel af olsun" şeklinde ki söylemler iktidar partisinin de, muhalefet partilerinin de artık çoktan kabul ettiği ve çeşitli sefer dile getirdikleri şeyler. Burada şu nokta önemli, bunu Perinçek'de ısrarla söylüyor. Eğer 20 sene önce PKK bir şekilde devlet tarafından eylemlerini yapmaktan vazgeçirilseydi gidip Amerika'nın kucağına kalkmamak üzere oturmasına engel olunabilirdi. Bu ülkede bazı söylemler özellikle de GENEL AF insanları ürkütüyor ama geçtiğimiz senelerde dağdan PKK'yı indirmek için kaç kez af ilan edildi, hatırlayın. Türkiye'nin çıkarları göz önüne alınarak askerlerimizi ve vatandaşlarımızı katleden teröristlerin haricindekilerin affedilmesi EĞER SORUN çözülecekse, kalıcı barışı getirecekse tabii ki olabilir. Ama daha önceki aflar çok etkili olmadı, neden? Çünkü Perinçek'in zamanında engel olmaya çalıştığı PKK'nın Amerika'nın kucağına oturtulmasının önüne geçilemedi.

Üstelik bu tartışma biraz bizi günümüzden uzağa götürüyor. Bugün geldiğimiz noktada hain Apo tutuklu olmasına rağmen içeriden hem PKK'yı ve hem de BDP'yi yönetiyor. İç savaş tehditlerinde bulunuyor. BDP'nin belediye başkanları ve milletvekilleri çıktıkları her tv programında, düzenledikleri her eylemde aynı tehditleri sıralıyorlar. Memleketin sözde aydınları, yazarları bütün bu olan bitene DEMOKRASİNİN GEREĞİ diyebiliyor. Konuşması gereken ana muhalefet partisinin genel başkanı bu olaylar konusunda ya tavır almıyor veya o da duruma göre, nabza göre şerbet veriyor.

Peki bütün bu olaylara karşı kim tepki veriyor? Kim karşı çıkıyor bölünmeye? Kim TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE vurgusu yapıyor? Kim doğrudan ABD EMPERYALİZMİNİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ EMELLERİNİ tespit ediyor ve açıklıyor? Her fırsatta bu ülkenin BÖLÜNMEYECEĞİNİ, BÖLDÜRÜLMEYECEĞİNİ kim söylüyor? Serdar Ant'ın eski defterlerini sergilediği Perinçek, Aydınlıkçılar, Cumhuriyet Güçbirliği'nin değerli milletvekili adayları...

Ben DEĞİŞMEYEN TEK ŞEYİN DEĞİŞMENİN KENDİSİ olduğuna inanıyorum. Belli ki Perinçek ve Aydınlıkçılar bazı tespitlerinde yanılmışlar ya da fazla iyi niyetli davranmışlar. Ama bugün geldiğimiz noktada savundukları değerlere vatanını, milletini, Atatürk'ü seven kim itiraz edebilir?

Sonuç olarak kavga ve tartışma seçimlere 11 gün kala vatansever hiç bir kuvvete yaramaz.
İnşallah seçimlerden sonra Perinçek ve arkadaşları tutsaklıktan kurtulurlar ve Serdar Ant gibi vatandaşların kendilerine yönelik suçlamalarına, eleştirilerine ilk ağızdan yanıt verirler.

**************************************************************************

Bir önceki yazımda söyledim, ben veya başka arkadaşlar senin alıntıladığın haberlerle ilgili muhatapların değiliz. Sadece ve sadece yaptığın eleştiriler hakkında kendi düşüncelerimizi yazabiliriz. Şahsen benim yaptığım da bu.

Ben seni tanımıyorum, sen de beni tanımıyorsun. Seninle ilgili, senin benimle ilgili yazdığın YARGI CÜMLELERİNİ yapabilecek durumda görmüyorum kendimi. Sadece göndermiş olduğun yazı ile ilgili düşüncelerimi yazdığım için internet ortamında birbirimizin isimlerini duyduk. Hal böyle iken yazın boyunca beni teröristle sarmaş dolaş olmakla, teslimiyetçilikle, gerçek yüzümü göstermekle ve benzeri çirkin şeylerle suçlamışsın. Ya yazım diline dikkat etmiyorsun, ya da kasten yapıyorsun. Her iki durumda da hatalısın.

"20 yıl önce Bekaa’da Öcalan ile bu nedenle sarmaş dolaş olmadınız mı zaten?" şeklinde ki soru ne kadar çirkin? Sorunun muhatabı ben olmadığım halde bana yazdığın bir yazı da doğrudan beni suçlayan bir ifade bu. Anlattığın olayla ilgili konunun muhatabı Doğu Perinçek. Açıklamasını defalarca yaptı, Apo'ya bile soruldu bu görüşme. Hee, bu açıklama seni tatmin eder, etmez. Ayrı bir konu. Buna rağmen bana hitaben yazdığın bir cevap yazısında bu cümlenin anlamı nedir? Amaç nedir Serdar Ant?

Yoksa ben Çetin Taş olarak hiçbir vatan haini ile, hiçbir terörist ile daha önce nasıl yapmadıysam bugün ve yarın da kucaklaşmayacağımı belirteyim. Ama tavrın gerçekten çok kırıcı ve aşağılayıcı.

Ben senin düşmanın değilim, bu ülkenin düşmanı değilim, hain değilim.
Ülkeme 16 ay yedek subay olarak hem de çok önemli görevlerde hizmet ettim. Allah korusun, bir savaş durumunda yine koşa koşa gider ve vatan hizmetimi canım pahasına yaparım. Üslubun çok çirkin, bu tarz bir söylem neyi amaçlıyor:"Çetin Taş gibi vatandaşlar bence konuşmaya devam etmelidir. Konuşsunlar ki İşçi Partisi ve sempatizanlarının gerçek yüzünü toplumumuz iyice görsün!" ? Neymiş benim gerçek yüzüm? Ben birlik diyorum, bütünlük diyorum, Türkiye diyorum, Atatürk diyorum, Kemalist'im diyorum. Başka bir şey demiyorum ki.

Önce yazıyı okuyup anlamama ihtimalin olduğunu düşünmüştüm ama doğrudan saldırgan tavrın ve aynı yazı üzerinde ki yaptığın yorumlardaki ısrarın demagoji yaptığına inandırdı beni.

Türkiye Kürtleri son derece açık bir ifadedir. Türkiye'de yaşayan Kürtler kastedilmektedir.

Serdar Ant, daha önce açık bir şekilde var olan PKK sempatizanı Kürtçüler ile devletimizin birliğinden yana olan Kürtler arasındaki ayrımın bu iktidar döneminde Amerika'nın da büyük gayretleri ile neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığını görmüyor musun? Perinçek ya da İşçi Partisi'midir her fırsatta BDP'yi Kürtlerin temsilcisi gibi gören ve gösteren? Yıllardır devletin yanında olan korucuların BDP'nin saflarına geçtiklerini açıklamaları Perinçek ya da İşçi Partisi'nin politikası mıdır? Sözüm ona aydınların BDP'nin 7 milletvekili adayının seçimlere katılamayacağı şeklindeki YSK kararını nasıl eleştirdiğini, ana muhalefet partisi başkanının tavrını hatırlamıyor musun Serdar Ant? Televizyonlarda "Kürtlerin temsili engellenmek isteniyor" şeklinde ki söylemler(Kürtler ile kastedilen gayet belli, BDPliler kastediliyor)İşçi Partisi ya da Perinçek'e mi ait? Serdar Ant, YSK kararı sonrası Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki eylemleri izlemedin mi? Bu tarihlerde YSK kararı ile ilgili Ulusal Kanal'ın ya da Aydınlık'ın yayınlarını da mı takip etmedin mi? PKK-BDP ile Kürt vatandaşlarımızı hala birbirinden ayırmasa Aydınlıkçılar neden YSK'nın geri adım atmasını eleştirdiler? Çünkü topluma medya aracılığı ile pompalanan "BDP-PKK Kürtlerin temsilcisidir" söylemini kabul etmiyor Aydınlıkçılar.

Bu konu ile bağlantılı en güzel örnek Diyarbakır Cumhuriyet Köyü'dür, bu köyün hikayesini bilmiyor musun Serdar Ant? Diyarbakır'da PKK, Aşiret, Ağa baskısının ortasında ki bu köy halkının ve muhtarının yıllardır nasıl sahiplenildiği; köy muhtarı Mehmet Tanrıkulu'nun bugün Cumhuriyet Güçbirliği Bağımsız Milletvekili Adayı olmasının anlamı yukarıda ki yazı ile ilgili yaptığın tüm eleştirileri anlamsız kılmaktadır Serdar Ant. Çaba, aksine Kürt vatandaşlarımızı kucaklamak, PKK'nın insafına bırakmamak, terketmemektir.

Bir başka güzel örnekte Doğu Perinçek'in Diyarbakır mitingidir. Tüm tehditlere rağmen henüz CHP'nin Diyarbakır'a gidip miting yapmaya cesaret edemediği günlerde, Doğu Perinçek Türkiye'nin önemli aydınlarını yanına alarak Diyarbakır'da binlerce Türk bayrakları eşliğinde yaklaşık 5 bin vatandaşımıza hitap etmiştir. Bu eylem, bu tavır sana bir şey anlatmıyor mu Serdar Ant? Bana çok şey anlatıyor.

Neticede PKK'nın kim olduğunu, ne olduğunu çok iyi biliyorum, hepimiz biliyoruz.

"Türkiye hakim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir."

Bu cümlede PKK ve Kürt halk kitleleri ayrıca tanımlanmışken, PKK'nın etkisizleştirilmesi ve Kürt halk kitlelerinin bastırılması ayrı ayrı yazılmışken, Serdar, Ant nasıl ikisinin bir olarak kastedildiğini söyleyebiliyorsun? Burada açık bir şekilde PKK ve Kürt vatandaşlarımız birbirinden ayrılmaktadır. Yazının içeriğine gelince, öyle değil midir? Yıllardır teröre karşı mücadelede GÜYA Amerika'dan yardım almıyor mu Türkiye Cumhuriyeti? Oysa ki PKK ile mücadele edilirken Kürt kökenli vatandaşlarımız önce iki arada bırakılıp sonra da izlenen yanlış politikalarla PKK baskısı altına girmek durumunda bırakılmamış mıdır?

Bir önceki yazımda yazdım, bu sefer daha da açarak yazayım; eğer cinayet işlememiş terörist silahını bırakıp topluma kazandırılacaksa ve bu terörün bitmesine yol açacaksa böyle bir af sadece barışı sağlar. Ama askerlerimizi şehit ettikleri ve vatandaşlarımızı katlettikleri bilinen teröristlerin affedilmeleri söz konusu olamaz. olmamalıdır, böyle bir şeyi kim söylerse söylesin ben kabul etmem, desteklemem. Yazdıklarımı anlamlarından farklı şekilde yazmak sadece ve sadece hem sana, hem bana ve hem de bizlerin yazdıklarını okuyan vatandaşlara saygısızlıktır Serdar Ant. Daha da açayım, bir GENEL AF ile kastedilen başta Apo haininin ve askerlerimizi şehit eden, vatandaşlarımızı katleden hainlerin affedilmesi anlamına geliyorsa kesinlikle böyle bir affa karşıyım.

Sonuç olarak kendi adıma şunları ifade ediyorum :
Şu an İşçi Partisi'ni destekliyorum ama ben önce Kemalist'im. Hiçbir zaman bilimsel sosyalist olmadım. Bunu partili arkadaşlarım da biliyorlar. Her zaman vatan, millet,bayrak ve Atatürk ilke ve devrimleri bana yol göstermiştir, ilham vermiştir, böyle olmaya da devam edecektir.

Antiemperyalistim, sen nasıl beni yazdıklarımı amacından saptırıp teslimiyetçilikle suçlarsın? 20 yıl önce ki iktidar bugün Amerika'nın, Avrupa'nın zoruyla yaptığı şeyleri kendiliğinden yapsaydı yani bir takım kültürel hakları Kürt kökenli vatandaşlara verseydi, Kürtçe ile ilgili sıkıntıları ortadan kaldırsaydı, televizyon, radyo gibi bir takım sosyal haklar verseydi ve tabi ki bölge halkının ekonomik ve kültürel gelişimini geliştirseydi, bir türlü yapılamayan TOPRAK REFORMU'nu yapıp ağalık-beylik-aşiret düzenine son verebilseydi işte o zaman PKK eylemlerine devam etmek isteseydi bile arkasındaki halk desteği tamamen ortadan kalkacaktı. Teslimiyetçi olan bu düşünceler değildir Serdar Ant, teslimiyetçi olan yukarıda yazdıklarımın en azından bir kısmını da olsa Amerika'nın ve Avrupa'nın baskılarıyla gerçekleştirenlerdir.

Seçimlere 10 gün kala bu şekilde ortaya çıkmanı anlamlı buluyorum.
Başkalarının yazdıkları ve söyledikleri üzerinden seninle bu tartışmayı da sürdürmeyeceğim. Kendi görüşlerimi ifade ettim.

Benim veya herhangi bir kişinin yazdığı her şeyi eleştirmek hakkına sahipsin. Ama özellikle de benim yazdıklarımı çarpıtmak, beni olmadığım bir kategoriye ve olmadığım bir kimliğin içine sokmak hakkına sahip değilsin.
Perinçek'in geçmişte Kürt meselesi ile ilgili yanılgılarının da, doğru tespitlerinin de olduğu ortada. Fakat bu hatalardan döndüğü ve dile getirdiği dönem tabu olan şeylerin bugün çoluk-çocuğun ağzında olduğu da gerçek.

Ama konu o kadar hassas bir konu ki dışarıdan İP'i ve Aydınlık hareketini takip edenler içerisinde haklı olarak bir güvensizlik oluşuyor.
Burada insanlar geçmişi ve bugünü bir arada değerlendirerek vicdanlarının sesini dinlemelidir.

Kendi adıma hiçbir zaman Kemalist olmaktan vaz geçmeyecek olan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Türk'üm.
Türkiyelilik diye bir kavramı kabul etmem mümkün değil. Öyle bir hareketin içinde olmam da mümkün değil.
Bir insanın, bir düşüncenin geçmişteki hatalarını terk edip doğruları savunabileceğine inandım, hala da inanıyorum.
Çevremizde bu kadar çok olumsuz yöne dönen DÖNEK varken doğruları fark eden insanların da olabileceğine inanmalıyız diye düşünüyorum.

Sonuç olarak bugün geldiğimiz noktada kim-neyi savunuyor, kim-hangi noktada? Bunların sorgulamasını iyi yapmak lazım.

Ayrıca her seçim öncesi birisinin ortaya çıkarak 20 sene önceki bu söylemleri, yazıları ortaya dökmesi de her zaman anlamlı.
Aynı kişiler Ermeni Soykırımı iddialarına karşı Perinçek'in yaşayan en büyük Türk olan sayın Rauf Denktaş ve birçok değerli aydınla yaptıkları mücadeleyi nasıl yorumladıkları;
Perinçek'in özellikle son 15 senedir sürekli birlik ve beraberlik mesajları vermesini nasıl değerlendirdikleri;
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıllarca terörle mücadele etmiş birbirinden değerli komutanlarının Perinçek ve Aydınlık hareketine karşı samimi sempatileri hakkında ne düşündükleri ve aynı İP'in 22-24 Kasım 1996'da CUMHURİYET KANUNLARI VE DEVRİM YASALARI UYGULANSIN kampanyasını başlatması...
O günden beri de sürekli bu tavrını sürdürmesi hakkında ne düşündüklerini merak ediyorum.

Neticede bu ülkenin birliğini savunan insanların bir arada hareket etmesi her zaman milli birlik ve bütünlük için esas olmalıdır.
Çetin TAŞ - 02 Haziran 2011 - Güncel Meydan