BÜLENT ARINÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÜLENT ARINÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2016 Çarşamba

Cemaat Savaşları ,



Cemaat Savaşları ,



Barış Yarkadaş
Tarih:02/12/2013 
Türü:İç Politika 
www.acikistihbarat.com
29.11.2011


Erdoğan’ın Gül – Arınç – Cemaat üçlüsüne karşı verdiği mücadele, sadece dershaneler üzerinden değil, başka alanlarda da sürüyor.2011 seçimlerinde cemaate yakın sadece dört ismi milletvekili yapan Erdoğan, artık bu üçlünün hiçbir isteğini gerçekleştirmiyor.

Öyle ki; TRT’den sorumlu olan Arınç, uzun süredir bu kuruma hiç kimseyi atayamıyor.

Erdoğan, Arınç’ın hiçbir atama kararını imzalamıyor.

Erdoğan ile Gülen arasında patlak veren “iktidarı bölüşememe” kavgasının son ayağı ise hastanelerde sürüyor.

Nasıl mı?

Erdoğan’ın Hedeflerinden biri ise Dini Lider olmak…

AKP ile Fethullah Gülen Hareketi arasında kıyılan ‘‘zoraki nikah”ta sona geliniyor.
Dershanelerin kapatılması üzerinden başlayan ve artık gizlenemeyen kavga, tarafların karşılıklı restleşmesiyle sürüyor.

AKP ile Cemaat arasında patlak veren kavga, Türk medyasında ilk kez bu köşede yer almıştı.
Medyada hiç kimsenin konuşmaya dahi cesaret edemediği kavganın boyutlarını 2011 yılının ortalarında tüm boyutlarıyla köşeme taşımış, katıldığım TV ve radyo programlarında da anlatmıştım.
AKP ile Cemaat arasında yaşanan “iktidar kavgası”nı anlattığım günlerde, AKP de Cemaat de söylediklerimi yalanlamıştı.
Zaman Gazetesi beni “fitnecilik” , AKP’nin sesi Akif Beki ise “meczup olmak”la suçlamıştı.
Kavganın su yüzüne çıkmaya başladığını anlattığım yazımda, “Erdoğan, 2010 yılındaki referandumda yüzde 58 oranında oy aldığı için, artık hiçbir ittifaka ihtiyaç duymuyor” tespitini yapmıştım.

Geride kalan zaman bizi doğruladı.

Erdoğan, cemaatin bürokrasideki kadrolarının bir kısmını zamanla tasfiye etti, etkisizleştirdi.
Bir kısmını ise yanına çekerek, cemaatin altını boşalttı.
İktidarın nimetlerinden yararlanmaya başlayan cemaatin birçok kadrosu, Fethullah Gülen yerine Erdoğan’a biat etmeye başladı.
Cemaat bu yüzden, Erdoğan’a yüksek perdeden yanıt veremedi.
Çünkü; cemaatin tabanı da AKP’nin yarattığı “ekonomik kaynaklar”dan sonuna kadar faydalanmaya başlamıştı.
Cemaat bu gerçeği bildiği için, AKP’ye açık bir tavır alamadı.
Zira; AKP’yle girişilecek bir kavgada, tabanı ellerinde tutamayacaklarını gördüler.

Cemaat ile AKP arasında başlayan ‘‘iktidarı bölüşememe” kavgası, 2013 yılının mayıs ayında birkez daha patlak verdi.
Türkiye’den ABD’ye götürülen sekiz gazeteci, Fethullah Gülen’le yaklaşık üç saat boyunca görüştü.
Ancak bu sekiz gazeteci, Gülen’in Başbakan Erdoğan için kullandığı hiçbir ifadeyi köşelerine taşımadı, taşıyamadı!
Gülen, sekiz gazeteciyle yaptığı sohbette, Başbakan Erdoğan için “Otoriter, diktatör” demiş, Erdoğan’ın “güç zehirlenmesi yaşadığı”nı söylemişti.

Sekiz gazetecinin okurlarından sakladığı bu bilgiler, yine bu köşede sansürsüz bir şekilde yer aldı.
Fethullah Gülen Hareketi’nin kurumları, köşemizde yer alan ifadelerin hiçbirini yalanlamadı.
Ve daha ilginci yalanlamama kararı aldı.
O görüşmede, hatırlanacağı üzere Mehmet Altan da yer almış ve Gülen’e “AKP ancak İstanbul’dan yıkılır.
Yerel seçimlerde AKP kaybederse otoriter yönetimin sonu gelir” demişti.

Çok fazla uzatmaya gerek yok:

AKP ile Cemaat arasında “ İktidarı Bölüşememe ” üzerinden başlayan kavga, hayatın tüm alanlarında sürüyor.
AKP iktidarı ve Başbakan Erdoğan, cemaatin var eden tüm kurumları yok etmeye kararlı gibi görünüyor.
Bunun bir ayağının dershaneler olduğu görülüyor.
Erdoğan’ın cemaatin insan kaynağı haline gelen dershanelere yönelik operasyonu uzun bir süredir devam ediyor.
Hatırlarsanız, yine bu köşede, 4+4+4 adlı yeni sistemin hedeflerinden birinin sadece laik kesim değil, cemaatler de olduğunu söylemiştim.

Erdoğan, 4+4+4 adlı sistemle, “dini eğitim”i devlet okullarının bünyesine katarak, cemaatin insan kaynağını kendi denetiminde tutmayı hedeflemişti.
Buna paralel olarak ise TOKİ’ye “öğrenci yurdu yapması” talimatı vermişti.

2011 yılının başından beri, Türkiye’nin dört bir yanında onlarca öğrenci yurdu yapıldı.
Erdoğan, cemaatin beslendiği en önemli kaynaklardan biri olan öğrenci evlerini de devletin bünyesine katmak, daha doğrusu kendi kontrolüne sokmayı istiyordu.

Erdoğan, bu projesinde kısmen başarılı da oldu.

Birçok öğrenci, Gülen Hareketi’nin yurtları yerine AKP kontrolündeki devlet yurtlarında kalmaya başladı.

Bugün yaşanan “öğrenci evi” tartışmasının sebeplerinden biri de budur.

Erdoğan, yasal düzenleme yaparak, öğrencilerin cemaat evlerinde kalabilmesinin önüne geçmek istiyor.

Zira; Erdoğan, cemaatin en önemli insan kaynağının öğrenci evleri ve dershaneler olduğunu biliyor.
Türkiye’yi tek başına yönetmek ve gücünü hiçbir odakla paylaşmak istemeyen Erdoğan, bu yüzden Gülen Hareketi’nin tüm nefes borularını tıkamak istiyor.
Bu operasyonda en önemli ayak olarak ise istihbarat teşkilatı kullanılıyor.
Hakan Fidan’ı “Başbakan olma hayali”yle motive eden Erdoğan, Fidan’ın cemaate ilişkin ataklarının tümüne tam destek veriyor.

Erdoğan’ın Gül – Arınç – Cemaat üçlüsüne karşı verdiği mücadele, sadece dershaneler üzerinden değil, başka alanlarda da sürüyor.2011 seçimlerinde cemaate yakın sadece dört ismi milletvekili yapan Erdoğan, artık bu üçlünün hiçbir isteğini gerçekleştirmiyor.

Öyle ki; TRT’den sorumlu olan Arınç, uzun süredir bu kuruma hiç kimseyi atayamıyor.

Erdoğan, Arınç’ın hiçbir atama kararını imzalamıyor.

Erdoğan ile Gülen arasında patlak veren “iktidarı bölüşememe” kavgasının son ayağı ise hastanelerde sürüyor.

Nasıl mı?

Bilindiği üzere, cemaatin en önemli finans kaynaklarından birini dershanelerin yanı sıra, hastaneler oluşturuyor.
Cemaat, dershanelerden hem insan kazanıyor hem de para…

Hastanaler ise daha çok para kaynağı yaratmaya hizmet ediyor.
Türkiye’nin dört bir yanında, cemaatin yüzlerce hastanesi ve tıp merkezi bulunuyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) cemaatin en önemli kaynaklarından biri olan hastanelere yönelik, önemli bir genelgel yayınladı kurban bayramından birgün önce…
Cuma günü saat 17.43'te yayınlanan genelgeye göre, SGK artık vakıf üniversitelerinin hastane haricindeki tıp merkezlerine giden hastaların parasını ödemeyecek…

Bu şu demek:

Örneğin, bir hasta cemaate yakın bir vakıf üniversitesinin hastane bünyesi dışındaki “Tıp Merkezi”ne gittiğinde, SGK hasta başına en az 60 TL ödüyordu.
Son genelgeyle birlikte, bu para artık ödenmeyecek.
Yani; SGK genelgesine göre, hiçbir hasta Tıp Merkezi’ne SGK katkısıyla gidemeyecek.

Genelgenin yansımaları üzerine sohbet ettiğim bir hastane sahibi, “Bu genelge, çoğunluğu cemaate ait olan tıp merkezlerini vuracak.
Hastalar artık tıp merkezlerine gidemeyecek.
Cemaate yakın isimlerin para kaybı bir yıl içinde milyar dolara yakın olacak” dedi.
Görüldüğü üzere, Başbakan Erdoğan’ın iktidarını hiçbir şekilde bölüşmek istemediği cemaate karşı yaptığı hamleler birçok alanda sürüyor.
AKP ile cemaat arasındaki kavga, özellikle 7 Şubat MİT krizinin ardından daha da sertleşiyor.
Bu sertleşme, iddialara göre Obama ile Erdoğan’ın son görüşmesinde de ele alındı.
AKP’ye yakın kaynaklar, Obama’nın Erdoğan’a cemaate yönelik tutumundan vazgeçmesini istediğini söylüyor.
İddialara göre, Obama “Sizin aranızdaki gerilim, bizim Ortadoğu’daki politikamızı uygulamamıza engel oluyor” diyor.
Başbakan Erdoğan ise cemaatin “paralel devlet” oluşturduğunu ve buna izin vermeyeceğini dile getiriyor.

Erdoğan’ın cemaati ve onu destekleyen Arınç – Gül ve iş dünyası ile uluslararası uzantılarının bir kısmına yönelik verdiği mesaj ise kavganın sebeplerini daha iyi anlamamıı sağlıyor:

Başbakan, uluslararası destekli Gül, Arınç ve cemaatin “Erdoğan’sız AKP, Erdoğan’sız Türkiye projesi”nin ayaklarını oluşturduğunu biliyor.
Kendisinden hiçbir koşulda vazgeçilemeyeceğini göstermek isteyen Erdoğan, “Türkiye’yi bensiz yönetme hesapları içine girerseniz, bunun altında kalırsınız.
Giderken hepinizi de beraberimde götürürüm” diyor.

Bu bağlamda, Erdoğan’ın Gülen Hareketi’ne yönelik sert adımlarının ve tasfiye girişimlerinin sadece “siyasi” sebeplerle açıklanamayacağını da söylemek gerekiyor.
Biliniyor ki; Erdoğan aslında Fethullah Gülen’e çok öykünüyor.
Erdoğan, aslında Fethullah Gülen gibi bir dini lider olmak ve tarihe bu şekilde geçmek istiyor.

“ Başbakanlık ” makamının geçici olduğunu bilen ve bir gün tarihin tozlu raflarında unutulacağını düşünen Erdoğan, bu yüzden Fethullah Gülen’in tahtına oturmak istiyor.
Başbakan Erdoğan, Gülen’in insan ve para kaynağını tükettiği, cemaati nefes alamayacak hale getirdiği taktirde, dini liderlik yolunun açılacağını hesap ediyor.



http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10438

..

11 Şubat 2016 Perşembe

Başkentteki Görüşmelerin Perde Arkası


Başkentteki Görüşmelerin Perde Arkası








 
Gül Arınç

11 Şubat, 2016 

11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmenin ardından dün de Arınç, Çelik, Ergin ve Ergün ile bir araya gelmesi siyaset kulislerini hareketlendirdi.

CNN Türk’ün Gül’e yakın kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Erdoğan ve Gül önce İstanbul’da bir davette, ardından düğünde bir araya geldiler. Sonrasında iki telefon görüşmesi yaptılar ve yüz yüze görüşme kararı verdiler. Erdoğan, Ankara’da tedavi görmekte olan anne-babasını ziyaret için başkentte bulunan Gül’ü resmi konutuna davet etti. İkili 9 Şubat’ta Beştepe Devlet Konukevi’nde akşam yemeğinde bir araya geldi ve buluşma yaklaşık 3 saat sürdü.
Yakın çevresi son tartışmalardan çok rahatsız olduğunu belirttikleri Gül’ün, “Hepimiz aynı gemideyiz. Aynı davanın insanlarıyız” görüşünü bu yemekte paylaştığını ifade etti; görüşmenin çok olumlu bir havada geçtiğini belirttiler.
Edinilen bilgilere göre, 1 Mart tezkeresi konusu ise Erdoğan-Gül görüşmesinde gündeme gelmedi.
Bu yemekten bir gün sonra Gül bu kez Arınç’ın evinde Sadullah Ergin, Nihat Ergün, Hüseyin Çelik ve Suat Kılıç ile bir araya geldi. Gül’e yakın kaynaklar, “Abdullah Bey dün ne konuştuysa bugün de aynısını konuştu. Sadece saygı duyulan bir insan sıfatıyla” vurgusunu yaptılar. Buna göre, Gül dünkü yemekte, “Biz hepimiz aynı gemideyiz, bu gemi su alırsa hepimiz zarar görürüz. Terör ve dış politikadaki konular ciddi sorunlar ve gelişmeler varken, enerjimizi başka şeylere harcamak yanlış olur. Partide dün görev yapanların da bugün görev yapanların da itibar ve şerefi önemlidir. Trollerin yaptıkları ne kadar yanlışsa basın üzerinden konuşmak da o kadar yanlıştır” görüşlerini paylaştı.
Diğer yandan CNN TÜRK’e konuşan Bülent Arınç da, “Dostane bir ziyaretti. Ben kendim davet ettim. Ülkenin tüm meselelerini konuştuk. Biz hep beraber AK Partiliyiz” dedi.
Ayrıca CNN TÜRK’ün ulaştığı kaynaklar, Arınç’ın açıklamalarıyla başlayan tartışmadan sonra, “Yeni bir siyaset hareketi gündeme gelebilir” iddialarını kesin bir dille reddetti. Parti içi muhalefet olgusunun da AK parti geleneğinde bulunmadığına dikkat çektiler.
Arınç, Habertürk’e de toplantıyla ilgili şu açıklamayı yaptı:
“Farklı anlamlar yüklememek lazım. Dün Sayın Cumhurbaşkanı ile görüştüler, gündüz de Ankara’daydılar, akşam da ben davet ettim. Mesle bundan ibaret, dostane bir ziyaret. Bir araya geldik. Biz bu partinin kurucularıyız, iyi bir AK Partiliyiz, trollerin, troliçelerin ne dediğinin önemi yok.”
Habertürk’ün “Erdoğan’a kırgın mısınız? Bu konu gündeme geldi mi?” sorusuna ise Arınç, “Hissi konulara girmemek lazım. Ben cevap verdim, edepli terbiyeli cevaplardır bunlar. Umarım herkes bu açıklamalardan bir ders çıkarmıştır. Hükümetimizi ve ülke meselelerini görüştük, faydalı oldu” yanıtını verdi.


...

3 Aralık 2015 Perşembe

ARINÇ'TAN AKILLICA HAREKETLER



ARINÇ'TAN  AKILLICA HAREKETLER




Adı :        Bülent
Soyadı :  ARINÇ
Görevi :  Başbakan  Yardımcısı 
 Bingöl’de  10 askerin  şehit  olmasıyla  sonuçlanan  son  PKK  saldırısı  ile  ilgili  olarak  geçmiş  kameraların  karşısına  konuşuyor :
 “Son  olay  hakkında  bir  takım  şeyler  yazıldı.   33  askerin  şehit  edilmesiyle  ilgili  yıllar  öncesine  dayanan  acı  hatırayla  bir  benzerlik  kurulabilir.   Teröristler  açısından  akıllıca  bir  hareketle  son  otobüse  ateş  açılmış.   Patlamayla  otobüsteki  askerlerin  pek  çoğu  maalesef  şehit  olmuş.” 
Bülent  Arınç  Türkiye  Cumhuriyeti’nin  Başbakan  Yardımcısı  değil  de  sanki  bir  futbol  maçını  yorumlayan  tarafsız  bir  gözlemci…   Teröristler  akıllıca  bir  hareketle…” 
O zaman aferin o teröristlere! Bülent Arınç bile ne kadar “akıllı” olduklarını teslim etmiş, bundan sonra da hep böyle “akıllıca hareket” etsinler artık…
Türk askerinin eli kanlı katiller tarafından katledilmesini “akıllıca hareket” şeklinde tanımlayan Bülent Arınç, PKK’ya örtük bir şekilde akıl vermekten de geri kalmıyor. CHP’nin Oslo belgelerini açıklaması konusunda,“terörü sona erdirmek için ihtiyaç olursa yine görüşüleceğini” belirterek, “Belki de görüşülüyordur” diyor.
Eh PKK da eşek değil herhalde, mesajı almıştır artık! O “ihtiyacı” yaratmak için elinden geleni yapmalı,“akıllıca hareketler” ile terörü son sürat tırmandırmalıdır ki artık Oslo’da mı olur bir başka yerde mi, Türkiye Cumhuriyeti “terörü sona erdirmek için” yeniden bölücü terör örgütü ile masaya otursun ve görüşsün…

Bülent  Arınç  ile  PKK  arasında,  herkesin  gözü  önünde  gerçekleşen  bu  “dar  alanda 

kısa  paslaşmalar”,  önümüzdeki  süreçte  yeni  “akıllıca  hareketlerin”  habercisidir.

Son  seçimde  akp’ye  % 50  oy  vererek  bu tür adamları

yeniden  iktidar  yapan  “güzel”   “millet”im…

evlatlarının   katili   terör   örgütünün   akıl   hocalığına  

soyunan   başbakan   yardımcınla   ne   kadar   övünsen  

azdır…

Serdar  ANT



.

2 Eylül 2014 Salı

BÜLENT ARINÇ (ERGÜN POYRAZ'IN ''MUSA'NIN MÜCAHİTİ'' ADLI KİTABINDAN ÖNSÖZ...)

.

BÜLENT ARINÇ (ERGÜN POYRAZ'IN ''MUSA'NIN MÜCAHİTİ'' ADLI KİTABINDAN  ÖNSÖZ ..,

2012-12-20 12:04:00

BÜLENT ARINÇ (ERGÜN POYRAZIN MUSANIN MÜCAHİTİ ADLI KİTABIN |  görsel 1

BÜLENT ARINÇ (ERGÜN POYRAZ'IN ''MUSA'NIN MÜCAHİTİ'' ADLI KİTABINDAN ÖNSÖZ...)

Amerika ile 1946 yılında yapılan anlaşmaların ve istihbarat örgütlerimizin kayıtlarının ve faaliyetlerinin CIA'ya aktarılmasının ardından en önde eski tüfek solcular, kadın bacaklarına şiir yazan şairler, birer birer İslamcı olmaya başlıyorlardı. Bunların en ünlüsü "Kadın bacakları" şiirinin yazarı Necip Fazıl idi. Necip Fazıl amaca ulaşmak için talebelerinin Tekfur Sarayı'nı basan bahadırlar gibi bir makyaja bürünmelerini, kamufle olmalarını istiyordu.

Yine bu akımla, 1492 yılında Osmanlı'nın bağrına bastığı Yahudiler, nasıl Osmanlıyı yıktılarsa, aynı oyunla bu defa da son Türk Cumhuriyeti'ni yıkma çalışmalarına başlıyorlardı. Tacirleri, Şirketleri, Sanayicileri, Siyasetçileri, Bürokratları, İstihbaratçıları ve her türlü elemanları ile Din maskesi ardına saklanıyorlar, gündüz Müslüman gece Yahudi ve Hıristiyan kimliklerine bürünüyorlardı. Öyle ki, kripto yani "Gizli Yahudi" olmayan evliya bile olamıyordu.

Masonlar, tarikatlar, din taciri partiler; kimi sarığın üzerine Melon şapka takıyor, kimi melon şapkayı sarıkla kamufle ediyordu. Kimi gece hahamlık yapıyor, gündüz imam olup namaz kıldırıyordu. Kimi gündüz, gezici-seyyar vaizlik yaparken gece papazlık yapıyordu. Kimi gündüz "Ben imamım" diye bağırırken, gece hahamların önünde bu ülkeyi parçalamanın yeminlerini ediyordu. Bu Müslüman görünümlü Kripto Yahudiler ve Sabetaylar; İngiliz, Amerikan ve İsrail istihbaratından alıp dağıttıkları paralara kutsiyet masalları uydurup, saf insanlarımızı kandırıp aldatarak, ülkemizi sömürmek suretiyle Amerika ve İngiltere'ye peşkeş çekmenin son versiyonlarını sergiliyorlardı.

1948 yılında ters bir doğumla dünyaya gelen Bülent Arınç, bu tersliğini hayatı boyunca yaşıyordu.

TBMM Başkanı sıfatıyla Amerika'ya giden Arınç, Musevi lobisi ve papazların yönettiği üniversitede temaslarda bulunuyordu. Bülent Arınç'ın, Amerika ve İsrail'e muhalefetin az sayıda bir grup aşırı dinci unsurların görüşü olduğunu belirtiyordu. Arınç, Yahudilere soykırım yapıldığını belirterek şöyle diyordu:

"Bu tür korkunç olayların tekrarlanmaması için yeni nesillerin bilinçlendirilmesine verdiğimiz önem çerçevesinde, 1 Kasım 2005 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen "Yahudi Soykırımının (Holokost) anılması" başlıklı karar tasarısının ortak sunucuları arasında Türkiye de yer almıştır."

Oysa aynı Arınç, oy toplamak için partisinin propaganda toplantılarında şöyle konuşuyordu:

"...Şöyle bir hadisi şerif var, Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Bu harpte Müslümanlar galip gelecektir, öylesine galibiyet ki, Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak, ağaçlar haber verecektir, "Ey Müslüman arkama Yahudi saklandı gel onu öldür" diye¬ceklerdir."

"Türkiye aslında ABD'nin gerçek anlamda güvenebileceği ve bölge sorunlarının çözümü için işbirliği yapabileceği bir dosttur. Bu böyle bilinmelidir..." diyen Bülent Arınç, bir zamanlar ABD için ağzını açıyor, gözünü yumuyordu:

"İncirlik'e Türk işçisine saldıran Amerikan köpeklerinden hesap soracağız. Irak'ta, İmam-ı Azam'ın türbelerini her gün bombalayan Amerikan katillerinden hesap soracağız..."

Bülent Arınç, bir zamanlar Doğramacı'nın üniversitesini yerden yere vururken şunları söylüyordu:

"Çağdaş uygarlık adına Bilkent Üniversitesi'nde işlenen rezalete dikkatinizi çekiyorum. Bilkent Üniversitesi'nin kantininde çizi krakerden daha çok, sigaralardan daha çok satılan bir şey var; Doğum kontrol hapları. Bilkent Üniversitesi kantininde şu yazılı; "Aşk yap çocuk yapma." Doğum kontrol hapı ve prezervatif peynir, ekmekten daha çok satılıyor.

İnsanlık vasfını kaybetmiş köpeklerden daha adi bir yaşayış içinde hiç birimiz yaşamak istemiyoruz. Biz en güzel ahlakla yaşamak istiyoruz. En güzel ahlakın ülkemizde hakim olmasını istiyoruz.
Şimdi bu Ankara'da bir üniversitedeki olay!.. Milyarlık bütçelerle insanlarımızı kısırlaştırmak ve çocuktan mahrum et¬mek için cinayet işleyenler..."

Dün böyle konuşan Arınç, 2007 yılında TBMM Onur Ödülü'nü Prof. Dr. İhsan Doğramacı'ya veriyor ve onu kutsuyordu:
"Doğramacı'nın "Kurduğu üniversiteler ve Türk eğitim hayatına sağladığı büyük katkılar, tıp alanında yapmış olduğu akademik çalışmalarla sağladığı başarılardan dolayı aday gösterildiğini" üstüne basa basa anlatıyordu.

Masonlar için "Hiram Usta'nın kulları" sözlerini kullanan Arınç, sözlerine şöyle devam ediyordu:

"Değerli kardeşlerim, bize gerici diyorlar. İlericilik onların ellerinde, gericilik bizim elimizde. Şunu açıklıkla söylüyorum. Türkiye'de masonlardan daha fazla gericiler yoktur. Hala iki bin yıllık Hiram ustalarının efsanelerine inanıyorlar. Hala pergelin, gönyenin, malanın peşinden koşuyorlar... Hala dul kesesi öpüyorlar... Hala gözleri kapalı sağda solda dolaştırılıyorlar... Masonlardan daha gerici, daha iptidai, daha sapık dü¬şüncelere sahip olan insanları düşünebiliyor musunuz?"

Aynı Bülent Arınç'ın partisi AKP, İktidara geldiğinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde görülen türban davasına Mason Münci Özmen'i gönderiyorlar, türban'ın yasa dışı bir giyim tarzı olduğunu iddia ediyorlardı.

Ama parti toplantılarında "Türban sorununu çözmek namus borcumuz", "Türban Bayragımızdır" diyorlardı.

Musa'nın dikensiz gül bahçesindeki yeni tomurcuklarıyla buluşmak dileğiyle.

Ergün Poyraz 06.06.2007-Ankara