PKK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PKK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2019 Salı

TÜRKİYENİN İRAN, İSRAİL/FİLİSTİN VE SURİYE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 4

TÜRKİYENİN İRAN, İSRAİL/FİLİSTİN VE SURİYE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 4




İsrail’le İlişkiler.,

     İsrail-Türkiye ilişkileri son döneme kadar büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’nin etkisi altında şekillenmiştir. 

    İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail’in kurulmasının hemen ardından, Sovyetler Birliği’nden gelen tehditler karşısında bir çıkış yolu arayan Ankara’nın bu arayış içerisinde dönemin “süper gücü” olarak ortaya çıkan ABD’ye yaklaşması kendisini, bu ülkenin desteğine sahip olan İsrail’e de yakınlaştırmış ve Türkiye İsrail devletini tanıyan ilk İslam ülkesi olmuştur. 1964’teki Johnson Mektubu’na kadar ABD ile kurduğu çok yakın ilişkiler nedeniyle İsrail’in bölgedeki saldırgan politikaları karşısında sessiz kalan Türkiye, Johnson Mektubu’nun ardından, özellikle Kıbrıs meselesi çerçevesinde Birleşmiş Milletler’deki yalnızlığını yenmek için giriştiği açılım çerçevesinde Ortadoğu’daki Arap ülkelerine de yakınlaşmaya başlamış, bu da zaman zaman İsrail’e karşı tavır alması sonucunu doğurmuştur. 1973 Arap-İsrail Savaşı sırasında Arap ülkelerine yardım taşıyan Sovyet uçaklarının hava sahasını kullanmasına izin veren Türkiye, 1975’te BM Genel Kurulu’nda “Siyonizmin ırkçılığın bir türü olduğuna dair” kabul edilen karara destek vermiş, 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ederek bütün Kudüs şehrini başkent ilan etmesine karşı çıkarak bu ülkedeki diplomatik temsilciliğini ikinci katip düzeyine indirmiştir. 
Ancak Türkiye, ilişkilerin en gergin olduğu dönemlerde bile, birçok Arap ülkesinin taleplerine karşı çıkarak, İsrail ile diplomatik ilişkileri tamamen kesme yoluna gitmemiştir.

1990’ların başında İsrail-Filistin sorununun çözümü konusunda atılan adımlar (1991 Madrid ve 1993 Oslo), İspanya’dan sürülen Yahudilerin Osmanlı Devleti’ne sığınmalarının 500. yılı kutlamaları ve Soğuk Savaş sonrasında taşların yerinden oynadığı bir dönemde ABD’nin desteğini kaybetmeme endişeleri Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin hızlı bir şekilde yakınlaşması sonucunu doğurmuştur. 
1996’da yürürlüğe giren serbest ticaret anlaşmasıyla ekonomik anlamda birçok alanda ortaklıklar hayata geçirilmiş ve iki ülke arasındaki ticaret hacmi hızla artmıştır. Aynı yıl imzalanan Askeri İşbirliği Çerçeve Anlaşması ile “stratejik ittifak” nitelendirmelerine konu olacak düzeyde gelişen Türk-İsrail ilişkileri, 1999’da Türkiye’de yaşanan büyük depremin ardından bölgeye ilk gelen yabancı sivil savunma ve kurtarma ekipleri arasında İsrail sivil savunma görevlilerinin bulunması ile daha da yakınlaşmıştır. Bu olumlu atmosfer ekonomik ilişkilere de yansıması sonucu İsrail’den Türkiye’ye önemli sayıda turist gelmiş Akdeniz kıyıları İsrailli tatilcilerle dolmuştur. 

Ancak 2000’li yıllara girilmesiyle iki ülke ilişkileri daha ziyade iki ülkenin birbirleriyle olan sorunlarının dışında gelişen olayların ve bu olaylara verilen tepkilerin etkisiyle giderek kötüleşmiştir. İsrail Eğitim Bakanı Yossi Sarid’in 2000 yılının Nisan ayında “İsrailli çocuklara Türklerin işlediği Ermeni katliamının öğretilmesi” gerektiğini söylemesiyle hafif çaplı bir kriz yaşanmıştır. Hemen ardından El-Aksa İntifadası olarak da adlandırılan İkinci İntifada’nın başlaması ve bu süreçte binlerce Filistinli’nin İsrail askerleri tarafından katledilmesi Türkiye’de tepkiyle karşılanmış, İsrail’in halk nazarındaki imajı önemli ölçüde zedelenmiştir. Tam da bu sırada 2002 yılında İslami kimliğiyle öne çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’de açık ara zaferle iktidara gelmesi İsrail’de endişelere neden 
olmuştur. Nitekim bu endişelerin “haklılığı”, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2004’ün Mart ve Nisan aylarında Hamas liderleri Şeyh Ahmet Yasin ve Abdülaziz Rantisi’nin İsrail tarafından öldürülmesine gösterdiği sert tepki ile ortaya çıkmıştır. Erdoğan bu tarihlerde İsrail’in Filistinlilere karşı politikasını “ Devlet Terörizmi ” olarak adlandırmıştır. 

2004 yılında İsrail Başbakanı Ariel Şaron Türkiye’nin İsrail ve Suriye arasında barış görüşmeleri için arabulucu olması teklifini reddetmiş, Türkiye’nin İsrail’e su satışı ihalesi İsrail Hazine Bakanlığı tarafından reddedilmiş ve bunun da etkisiyle İsrailli firmalara Türkiye’de verilen bir takım ihaleler iptal edilmiştir. Sonraki birkaç yılda İsrailli bazı firmaların Kuzey Irak’ta PKK’ya askeri yardımlarda bulunduğu haberleri medyada yer almış ve iki ülke arasındaki ilişkiler daha 
da yara almıştır. Öte yandan Türkiye’nin Suriye ve diğer bölge ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmesi de İsrail’i rahatsız etmişti. Bu rahatsızlık 2007 ve takip eden yıllarda Amerikan politikasında çok güçlü bir konuma sahip olan İsrail lobisinin Türkiye aleyhinde lobi faaliyetleri yapmasına kadar gidecek gelişmelere neden olmuştu. Bu dönemde İsrail lobisinin en güçlü örgütlenmelerinden olan Anti-Defamation League (ADL) Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşadıkları trajediyi ilk defa “Soykırım” olarak kabul etmiş ve bunun Amerikan 
Senatosu’nda kabul edilmesi için çalışmalar yapmıştır.

İlişkilerin bu derece gergin olduğu bir dönemde, Eylül 2007’de İsrail jetleri Suriye’ye girerek Fırat nehri kıyısındaki birkaç hedefi vurmuş ve iki ülke neredeyse savaşın eşiğine gelmiştir.76 Ancak durumu Türkiye açısında da önemli kılan İsrail uçaklarının Türkiye hava sahasına izinsiz olarak giriş yaparak bu saldırıyı gerçekleştirmiş olmasıydı. Dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan İsrail’in bu hareketinin “kabul edilemez” olduğunu söyleyerek tepkisini belirtmişti. Bu olaya rağmen Türkiye, İsrail ve Suriye arasında görüşmelerin yürümesini sağlamış ve diplomatik bir başarı örneği sergilemiştir. Nitekim 
18 Mayıs 2008’de yapılan açıklamada tarafların görüşmelere devam ettiği vurgulanmış ve gerçekten de görüşmeler yaklaşık 6 ay kadar sürmüştür. İsrail Başbakanı Ehud Olmert Aralık ayının son haftası Ankara’ya gelmiş ve Suriye ile artık doğrudan görüşmelere başlayabileceklerinin haberini Başbakan Erdoğan’a bildirmiştir. Ancak Olmert’in, ziyaretinin hemen ardından, 27 Aralık 2008’de, Gazze’ye gerçekleştirecekleri operasyondan Türk Başbakanı’na tek bir kelime 
dahi etmemiş olması yüzünden iki ülke arasında gerçek anlamda bir kriz patlak vermiştir. Ayrıca operasyonla birlikte İsrail-Suriye görüşmeleri de donma noktasına gelmiş ve Türkiye’nin yıllardır sürdürmeye çalıştığı barış görüşmeleri sona ermiştir. İşte 2009 yılı Türkiye ile İsrail arasında daha önce olmadığı kadar gergin bir atmosferde başlamış ve bu gerginlik yıl içerisinde gerçekleşen birçok olayla daha da artmıştır.77 

2009 Yılı Gelişmeleri., 

2009 yılı Ortadoğu’da tüm devletlerle ilişkilerini geliştiren Türkiye için tek istisna olan İsrail ile ilişkilerin ciddi anlamda zarar gördüğü bir yıl olarak kayıtlara geçti. İsrail’in Gazze şeridine yönelik harekâtı sırasında Ankara’dan yoğun eleştiriler gelmiş, bu eleştiriler 29 Ocak’ta Davos’ta düzenlenen “Gazze: Ortadoğu’da Barış 
Modeli” panelinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı’na “Sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum” diyerek toplantıyı terk etmesiyle tüm dünya önünde ortaya konmuş ve Türkiye-İsrail ilişkileri derin yara almıştır. 
Bu olayın ardından Türk-İsrail ilişkileri onarılması güç bir gerileme sürecine girerken yıl içinde gerçekleşen bir takım olaylar bu çatlağı daha da derinleştirmiş tir.    
Bu olaylar arasında İsrail’deki seçimlerden Benjamin Netanyahu’nun başını çektiği aşırı sağ koalisyonun çıkması, TRT’de yayınlanan “Ayrılık-Aşkta ve Savaşta Filistin” isimli dizide İsrail askerlerinin Filistinli çocukları öldürdüğü sahnelerin gösterilmesine İsrail’in sert tepki göstermesi, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail’i her yıl düzenlenen “Anadolu Kartalı” askeri tatbikatından çıkarması en göze çarpanlardır. Ayrıca iki ülke liderlerinin ve politikacılarının 
birbirleri hakkında zaman zaman yaptıkları sert açıklamalar gerginliğin yıl boyunca canlı kalmasına yol açmıştır.

İsrail’in Gazze Saldırısı.,

Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerginleşmesine etki eden en önemli gelişmelerden biri olan Dökme Kurşun Harekâtı (Operation Cast Lead) 2008’in son günlerinde, 27 Aralık’ta İsrail Hava Kuvvetleri’nin Gazze’de sivil hedefleri vurmasıyla başladı. İsrail güçleri Hamas ile bir şekilde bağı olan 603 hedefi operasyondan önce belirlemiş ve ilk dört günde bu hedeflerin hepsi en az bir kere vurulmuştu.78 Filistin İnsan Hakları Merkezi’nin (FİHM) hazırladığı rapora göre operasyonun 
ilk haftası boyunca denizden ve havadan olmak üzere yaklaşık 300 saldırı gerçekleşmiş, bombardımana 37 ev, 67 güvenlik ve eğitim alanı, 20 çalışma merkezi, 25 kamu ve özel kurum, 7 cami ve 3 üniversite hedef olmuştur.79 

İsrail’in Gazze operasyonu sırasında gerçekleşen ölümler konusunda farklı rakamlar rapor edilmekle beraber en az 1400 Gazzeli’nin öldüğü bildirilmiştir. İsrail Savaş Suçlarının Takip Edilmesi ve Belirlenmesi Merkezi Komisyonu’nun (The Central Commission for Documentation and Pursuit of Israeli War Criminals) verdiği rakamlar İsrail’in siviller üzerinde gerçekleştirdiği katliamı açıkça göstermektedir. Merkeze göre 341’i çocuk olmak üzere toplam 1.444 kişi İsrail askerleri tarafından öldürülmüştür.80 FİHM’nin hazırladığı listeye 
göre81 ise öldürülen 1417 Filistinliden 926’sı sivil, 255’i polis, 236’sı Filistinli savaşçılardır.82 Ayrıca öldürülenlerden 313’ünün çocuk ve 116’sının da kadın olduğu belirtilmiştir.

Türkiye’nin İsrail’e gösterdiği büyük tepkinin kaynağında olan sivillere karşı katliamlar Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Goldstone Raporu ile teyit edilmiş, İsrail’in savaş suçu işlediği belirlenmiştir. Bu çerçevede İsrail askerlerinin Filistinlileri operasyonlar sırasında insan kalkanı (human-shield) olarak kullandığı belirtilmiş ve buna maruz kalan Filistinlilerle yapılan mülakatlara yer verilmiştir. 
Bunlar arasında Mahmud el-Ajrami, Abbas Ahmed İbrahim Halava ve Macdi Abd Rabbo ile yapılan mülakatlar, İsrail askerlerinin nasıl savaş suçu işlediklerini açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.83

İsrail’in Gazze operasyonunu Türk hükümeti için daha da anlaşılmaz hale getiren bir nokta da Türkiye’nin İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk görüşmeleri yürüttüğü bir sırada gelmiş olmasıdır. Nitekim İsrail’in o dönemdeki başbakanı Olmert 22 Aralık’ta Ankara’ya gelerek Suriye ile doğrudan görüşmelerin başlaması için hazır olduklarını Erdoğan’a iletmiş, ancak Gazze operasyonu hakkında hiç bir şey söylememiştir.84 

Buna karşılık Erdoğan Aralık ayının sonunda çıktığı Ortadoğu turunda İsrail’i 
programına almamış ve Başbakan “İsrail bir ateşkese yanaşmadan kendileriyle 
görüşmeyeceklerini” belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de “İsrail’in Gazze’de yaptıklarından dolayı insanlık adına utandığını” söylemiştir.85

Davos Etkisi.,

İsrail’in kanlı Gazze operasyonunun ardından Türk hükümeti İsrail’e yönelik eleştirisinin dozunu artırdı. 29 Ocak’ta Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’i Gazze’de yaşananlardan dolayı ağır bir dille suçladıktan sonra, diplomatik tüm teamüllerin ötesinde insani bir tepki göstererek toplantıyı terk etti. Olay ülkede ve 
yurtdışında geniş yankı bulurken birçokları iki ülke ilişkilerinin bir daha eski “mutlu günlerine” dönemeyeceği yorumları yapmıştır.86 Erdoğan’ın Davos’ta bir siyaset adamından beklenmeyecek derecede sert bir çıkış yapmasını nasıl açıklayabiliriz? Bunu sadece Türkiye–İsrail ilişkilerinde derin bir çatlak olarak mı görmeliyiz? 

Öncelikle Başbakan Erdoğan’ın Davos’un ardından binlerce kişi tarafından karşılandığı İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yaptığı basın açıklamasında söylediği bir noktanın altını çizmek gerekir: “Benim kızgınlığım ne Yahudilere, ne de İsrail halkınadır. Gösterdiğim tepki İsrail hükümetinin Gazze’de gerçekleştirdiği operasyonlara ve Filistinlilere karşı olan politikalarına yöneliktir. İnsanlarımız hangi Başbakan olsa aynı tepkiyi vermesini beklerdi”.87 Bu açıklamayla Erdoğan İsrail hükümetine defalarca kez verdiği mesajı yeniden 
tekrarlamış ve Türkiye’nin artık İsrail’in politikaları karşısında sessiz  kalmayacağını ima etmiştir. Bir taraftan da hem Türkiye’deki Yahudi nüfusun herhangi bir tehlike altına girmemesini temin için, hem de İsrail halkına doğrudan bir kastının olmadığını anlatmak için mesajının kime ulaşması gerektiğini kesin bir dille belirtmiştir.

Davos’ta yaşananlar Erdoğan’ın anlık tepkisinin yanında, birikmiş bir politik tepkinin de dışavurumu olarak algılanmalıdır. Nitekim Erdoğan diplomatik bir dil kullanma konusunda kendisinin de zafiyeti olduğunu söylemektedir. Bir başka neden de, Peres’in yaptığı suçlamalara Erdoğan’ın bu şekilde bir tepki göstermemesinin onun yurtiçindeki karizmasını ve itibarını sarsabilecek olmasıydı. Bunu riske etmek istemeyen Erdoğan Peres’in verdiği tepkiye çok daha katısıyla karşılık vermiştir.88 Bir üçüncü neden ise Erdoğan’ın seçmen 
kitlesinin kendisinden böyle bir tepkiyi bekliyor olmasıdır. Bunu, İstanbul’a dönüşünde havaalanında binlerce kişi tarafından karşılanmasın ardından kahramanlık sloganları arasında yaptığı konuşmadan anlayabiliriz. 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun temellendirdiği yeni dış politika anlayışının bir sonucu olarak İsrail’e karşı artık tepkisiz kalamazdı. Bu anlayışa göre, bölgedeki tüm sorunlar birbirleri ile bir şekilde bağlantılıdır ve bir sorun çözülmeden diğerinin çözümü mümkün gözükmemektedir. Bu anlamda İsrail-Filistin sorununun çözümü bölge barışı için bir önkoşul olarak görülmektedir. Ayrıca yine bu anlayışa göre, Türkiye dış politika önceliklerini Batı’dan, özellikle 
Amerika’dan, bağımsız bir şekilde belirlemek zorundadır. Türkiye dış politikasının merkezine kendi paradigmalarını yerleştirerek buna göre uluslararası siyasette boy göstermelidir. Bu çerçevede İsrail ile sınırsız ve sorgusuz işbirliğinden ziyade çıkarların gerektirdiği ölçüde ve kararda bir işbirliği içinde olunmalıdır. 

Olaya İsrail açısından bakıldığında karşımıza çıkan en önemli gösterge, İsrail’in Türkiye’nin bölgedeki yeni politikalarından ve aktivizminden rahatsız olduğu gerçeğidir. İsrail kendisine en yakın Müslüman ülke olan Türkiye’yi her şekilde ikna edebileceğini düşünmekteydi. Ancak Ankara’nın yeni dış politika ilkeleri sonucunda Türkiye’nin politikalarının farklılaştığını anlayan İsrail bölgede iyice 
yalnızlaşacağının farkına vardı. İsrail’den beklenen Türkiye ile arasını iyi tutmasıyken aşırı sağcı hükümetlerin ölçüsüz politikaları sonucunda Türkiye ile ilişkiler her geçen gün gerilmiş ve Davos’ta belki planlanmamış bir şekildeki gövde gösterisiyle olabilecek en kötü noktaya doğru sürüklenmiştir.

Her ne kadar İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez 30 Ocak’ta Başbakan Erdoğan’ı arayarak Davos’ta yaşananlardan dolayı özür dilediyse89 ve Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada “İsrail’le ilişkilerimize önem veriyoruz ve ilişkilerimizi korumak istiyoruz“ dediyse de,90 Davos olayı etkilerini hemen ve daha sonra yıl içinde birçok şekillerde göstermiştir. İsrail-Türkiye ilişkilerinin gerilmesi uluslararası medya tarafından 
ilgiyle takip edilirken, analizlerden çıkan temel noktalar arasında, iki ülke arasında bir bölgesel liderlik çekişmesinin yaşandığı, İsrail’in bölgede yeni yükselen güç olan Türkiye’yi kabullenmekte zorlanacağı, Türkiye’nin “zincirlerinden” kurtulmuş bir şekilde bölgede yeni bir aktör olarak ortaya çıkmasının birçok ülkenin bölge politikalarında değişikliklere yol açacağı ve Amerika’nın bölgenin değişen dinamiklerine göre yeni politikalar şekillendirebileceği sayılabilir.91 

Anadolu Kartalı Tatbikatı’na İsrail’in Davet Edilmemesi.,

İsrail ile gerilen ilişkiler sadece politikacılar seviyesinde değil iki ülke askeri kanadında da kendini göstermeye başlamıştı. 14 Şubat 2009’da İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi uluslararası bir toplantıda Türkiye’yi geçmişte Ermenilere, bugün de Kürtlere yönelik “katliamlarda bulunmakla” suçladı: “Türkiye İsrail’i suçlayacak pozisyonda değildir. İlk önce aynada kendisine bakmalıdır.”92 İsrail ordusu hemen bir açıklama yaparak Mizrahi’nin görüşlerinin kurumun resmi görüşünü yansıtmadığını belirtti.93 

Ancak tatmin olmayan Türk Dışişleri Bakanlığı, İsrail’e nota vererek özür dilenmesini istedi. Türkiye’nin bu talebinin ardından İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Ashkenazi Türk Meslektaşı İlker Başbuğ’u 16 Şubat’ta arayarak  Mizrahi’nin sözlerinden dolayı üzgün olduklarını söylemiştir. Ashkenazi, 
bu açıklamasıyla iki ülke arasında iyice gerilen siyasi ilişkilerin askeri alana da yansımasını engellemeyi amaçlıyordu.94

Her ne kadar İsrail özür dilemiş ve Türkiye’de bunu kabul etmiş gözükse de hasar bir kere yapılmış ve ilişkilerin daha da kötüye gitmesinin önüne geçilememiştir. Bu çerçevede ilk gelişme, 2001 yılından beri Konya’da düzenlenen Anadolu Kartalı askeri eğitim tatbitakına 5 yıldan beri katılan İsrail’in 2009’da davet edilmemesi olmuştur. 
Anadolu Kartalı tatbitakları Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından düzenlenen ve hava savaşlarında kapasiteyi artırmaya ve diğer ülke askeri güçleri ile ortak çalışma yeteneğinin artırılmasına yönelik yaklaşık 10 yıldan beri gerçekleştirilen eğitimlerdir. Sene içerisinde ulusal ve uluslararası olmak üzere birkaç safha olarak gerçekleştirilen eğitimlere başta ABD kuvvetleri olmak üzere birçok ülkenin hava kuvvetleri katılmaktaydı.95 

2009 yılındaki Anadolu Kartalı tatbikatının ilk ayağı 27 Nisan-8 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşmiş ve sadece Türk Hava kuvvetleri içerisinde yapılmıştır. İkinci safha 9-20 Haziran tarihleri arasında olmuş ve bu tatbikata Türk hava unsurlarının yanı sıra ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere ve Ürdün Hava Kuvvetleri ile ABD dışındaki diğer bazı NATO ülkelerinin hava kuvvetlerinin katıldığı eğitimde 61 milli, 22 yabancı olmak üzere toplam 83 uçak ile bin 
24 personel görev almıştır.96 İsrail’in katılım başvurusunun Türkiye tarafından reddedilmesi sonrasında, 12-23 Ekim tarihleri arasında gerçekleşmesi planlanan Anadolu Kartalı tatbikatının üçüncü ayağı diğer katılımcı ülkeler olan Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda ve İtalya’nın da katılmayacaklarını açıklamaları sonucu sadece ulusal düzeydeki katılımla gerçekleştirilmiştir.97 Her ne kadar Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada “tatbikat milli bir faaliyet olarak icra 
edilmektedir. Dolayısıyla, tatbikatın uluslararası bölümünün ertelenmesinden 
siyasi bir anlam ve sonuç çıkartılması doğru değildir”98 açıklamasını yaptıysa da, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kendisine İsrail’in neden tatbikatta yer almadığını yönelik gelen bir soruya karşı “Gazze’deki durumun iyileşeceğini, yeniden diplomatik yollara gireceğini umuyoruz. Bu, Türk-İsrailli ilişkilerinde de yeni bir atmosfer yaratacak. Ancak mevcut durumda elbette ki bu yaklaşımı, 
İsrail’in yaklaşımını eleştiriyoruz” cevabını vererek, üzeri kapalı olarak 
İsrail’in tatbikattan dışlanmasının asıl nedeninin Gazze’de gerçekleştirilen 
operasyon ve sonrasındaki İsrail politikaları olduğunu belirtmiştir.99 

Bu olay İsrail ile ilişkilerdeki gerginliğin askeri alana da sıçradığını gösteren bir gelişme olarak kayıtlara geçmiştir. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

TÜRKİYENİN İRAN, İSRAİL/FİLİSTİN VE SURİYE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 3

TÜRKİYENİN İRAN, İSRAİL/FİLİSTİN VE SURİYE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 3




Ticaretin Gelişimi.,

Türkiye ile İran arasındaki dış ticaret hacmi 2008 yılında vardığı 10,2 milyar dolarla on yıl önceki seviyesi olan 627 milyon doların 17 katına çıkmıştı. Son yıllarda iki ülke arasındaki dış ticarette yaşanan sürekli ve hızlı artış dünya ekonomik krizinin etkisiyle 2009’da devam edememiş, hatta önemli bir düşüş gerçekleşmiştir. 2009 yılında ulaşılan dış ticaret hacminin toplam 5,4 milyar dolar ile 2008 ve 2007 yıllarındaki sadece İran’dan yapılan ithalatın seviyesinin bile altında kalması bu düşüşün boyutlarının büyüklüğünü göstermektedir. 

Ancak Türkiye açısından bu rakamlara bakıldığında tablonun o kadar da olumsuz olmadığı görülmektedir. Türkiye’nin İran’a ihracatında önemli bir değişiklik yaşanmamış, sadece 5 milyon dolarlık bir azalma söz konusu olmuştur. İran’ın Türkiye’ye ihracatında ise düşüş çok büyük olmuş, bir önceki yıla göre 4,8 milyar dolarlık bir azalma yaşanmıştır. Bu rakamlar, Türkiye’nin İran’a yönelik ihracat sektörünün kriz zamanlarında bile sorun yaşamadan faaliyetlerine devam edebildiğini, buna karşılık İran’dan yapılan ithalatın krizlerden çok kolay etkilendiğini göstermektedir. Ekonomik krizden en fazla etkilenen sektör olan enerji alanında İran’dan yapılan ithalattaki düşüş, Türkiye’nin bu ülkeden ithalatındaki büzük azalmanın temel nedenini oluşturmuştur. 2008 yılında 7,5 milyar dolar olan mineral yakıt ve türevlerinden oluşan ürünlerin ithalatı 2009 yılında 3 milyar dolara düşmüştür.

Kaynak: TÜİK verilerinden derlenmiştir.

2009 yılında İran’la olan dış ticaretin Ortadoğu ülkeleriyle yapılan toplam ticaretle karşılaştırılmasına gelince, İran’a yapılan ihracatın bütün Ortadoğu ülkelerine yapılan ihracat içerisindeki payı %10,3 (2008’de %8,4), İran’dan yapılan ithalatın Ortadoğu’dan yapılan toplam ithalattaki payı ise %37 (2008’de %48) olarak gerçekleşti. İran’a ihracatın tüm dünya ülkelerine ihracattaki payı ise %2’ye yükselmiştir (2008’de %1,5). İran’dan yapılan ithalatın Türkiye ’nin toplam ithalatındaki payı ise önemli bir düşüşle %2,4’e gerilemiştir (2008’de %4,1). 
Türkiye ile İran arasındaki ticaretin artırılması amacıyla 2009 yılında çok sayıda girişim söz konusu olmuştur. Ocak ayı sonunda İran’a resmi bir ziyarette bulunan dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen İran Ticaret Bakanı Mesud Mir Kazımi ile görüşmesinde, Türkiye’nin İran’la karşılıklı ticaretin artırılmasına büyük önem verdiğini ve iki ülke arasında bir ekonomik ortak alan 
oluşturmak istediğini ifade etmiştir: “Tarih müşterek diyoruz, coğrafya müşterek diyoruz. Bunlar iki dilde de anlaşıldığı için rahat rahat söylüyorum. En önemlisi din müşterek. O zaman diyoruz ki ticaret de müşterek olacak. Ben, İran-Türkiye ticareti 200 milyon dolar seviyesinde iken bu işlere başladım. 1 milyar doları kimse tahmin etmiyordu. ‘İran’la ticareti 10 milyar dolara getireceğiz’ dediğimizde kimse inanmıyordu. Bugün 10 milyar doları geçtik ve bunu kısa zamanda yaptık. 2002’de 1 milyar dolardı ticaret hacmi, bugün 10 milyar 
doları söylüyoruz, şimdi 20 milyar dolar diyoruz.”45

Sınır ticareti konusunda yapılan çalışmalar sonucu hazırlanan kararnamenin de tamamlandığını ve önümüzdeki günlerde devreye gireceğini söyleyen Tüzmen, Türkiye ile İran arasındaki ticaret hacminin İran’ın lehine olacak şekilde dengesiz bir gelişme gösterdiğini, bunun giderilmesi için karşılıklı olarak gümrük tarifeleri nin düşürülmesi ve İran’ın Türkiye’den daha fazla ithalat yapması gerektiği nin altını çizmiştir: “Biz 2 milyar dolar satıyoruz, siz 8 milyar dolar satıyorsunuz. Diyorsunuz ki, 8 milyar doların çoğu doğal gaz. Petrol ve doğal gaz da Allah vergisi diyorsunuz. O zaman Allah vergisiyse niye bedava vermiyorsunuz? O zaman biz de karşılığında bir şeyler satacağız.”46

Dış ticaretteki bu dengesizlik Nisan ayı sonunda Ankara’da yapılan Türkiye-İran İş Forumu’nda da gündeme gelmiştir. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi bu dengesizliğe işaret ettikten sonra, bu ticaret farkının azaltılmasının uzun dönemde her iki ülke için de faydalı olacağını ifade etmiştir. İran Ticaret Bakanı Mesud Mirkazımi’nin de katıldığı toplantıda konuşan 
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, dünya ekonomik krizinin ekonomik büyüme ve dünya ticaret hacmi üzerinde yol açması beklenen olumsuz etkilere işaret ettikten sonra, bu etkilerden kurtulabilmek için bölgesel işbirliğinin artırılması gerektiğini ifade etmiştir. Kriz koşullarında da İran’la olan dış ticaret hacminin 5 yılda 20 milyar dolara çıkarılması hedefinden vazgeçmediklerini vurgulayan Tüzmen, Türkiye’nin İran’la işbirliğinin artırılması konusunda 5 büyük projesi 
olduğunun altını çizmiş ve bu projeleri şu şekilde sıralamıştır:47

1. Malların serbest dolaşımını öngören bir anlaşmanın imzalanması
2. İki ülke gümrüklerinin tek bir alan olarak yeniden düzenlenmesi ve giriş-çıkış işlemlerinin aynı zaman ve mekânda yapılmasının sağlanması
3. Van Gölü Kuzey Geçişi Projesinin Türk ve İran işbirliği ile tamamlanması ve Avrupa-Çin arasındaki demir yolu taşımacılığının 
bu koridor üzerinden kesintisiz olarak yapılabilmesi olduğunu kaydetti
4. Kara yolu taşımacılığının tam olarak serbestleştirilmesi, kısıtlama ve ücretlerin kaldırılması 
5. İran doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya, İran petrolünün Türkiye üzerinden Karadeniz ya da Akdeniz limanlarına taşınması 
ve iki ülke arasında yüksek kapasiteli elektrik iletim hatlarının yapımı.

Türkiye ile İran arasında bir Tercihli Tarife Protokolü’nün imzalandığı toplantıda, iki ülke arasındaki ticaretin ulusal para birimleriyle gerçekleştirilmesi konusu tekrar gündeme gelmiş, Bakan Tüzmen bu konuda, Türkiye’nin gerekli mevzuat değişikliklerini yaparak Türk bankalarının kendi istedikleri her türlü para birimiyle işlem yapabilmelerine imkân tanıdıklarını ve İran’ın da kendi düzenlemelerini yapmasını beklediklerini ifade etmiştir.48 İran Ticaret Bakanı Mirkazımi de Riyal ve Liranın kullanılması halinde ticarette Batı’da yaşanan 
sorunlardan kurtulmanın mümkün olacağını dile getirmiştir.49 

Türkiye ile İran arasında ticaretin artırılması konusunda önemli bir kalemi oluşturan sınır ticareti konusunda Temmuz ayı içerisinde önemli bir protokol imzalanmıştır. İki ülke dış ticaret müsteşar yardımcıları arasında, iki yıldır sürdürülen görüşmeler sonucunda Van’da imzalanan bu protokolle sınır kapılarından transit ticaret işlemlerinin gerçekleştirilmesi sağlanıyordu. Toplantıda konuşan Türk Dış Ticaret Müsteşar Yardımcısı Şevket Ilgaç, sınır ticaretinin kolaylaştırılması için kararlaştırılan hükümler çerçevesinde Türkiye’nin üzerine düşen adımları attığını, İran’ın da Türkiye’nin yaptığı sınır ticareti düzenlemelerine eşdeğer yeni bir mevzuat geliştirmesini beklediklerini 
ifade etmiştir.50 

Türkiye ve İran arasında ekonomik işbirliğinin artırılması amacıyla 2009 yılında gündeme gelen bir başka konu, iki ülke sınırında bir serbest sanayi bölgesi kurulmasına yönelik açıklamalardır. Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün Eylül ayında gündeme getirdiği bu proje çerçevesinde, Iğdır civarında iki ülkenin sınır bölgesinde kurulacak serbest sanayi bölgesinde sadece İran ve Türkiye değil, ileride Azerbaycan, Ermenistan ve hatta Suriye’den firmaların da faaliyet 
göstermesi amaçlanıyordu. Türkiye’nin benzer sanayi bölgelerine sahip bir ülke olarak mevzuat ve hukuksal altyapısını oluşturma konusunda sorumluluk üstleneceği bu bölgede faaliyet gösterecek firmalara İran’ın da kendi iç piyasasındaki fiyatlardan enerji temin etmesi planlanıyordu.51

Başbakan Erdoğan’ın Ekim ayı sonunda yaptığı Tahran ziyareti sırasında, yukarıda değinilen güvenlik ve siyasi konuların dışında, ekonomik işbirliği konusunda da önemli adımlar atılmıştır. İran’daki temasları sırasında Türkiye-İran İş Forumu’na katılan Erdoğan burada yaptığı konuşmada yeniden, ticarette milli paraların kullanılması konusuna değinmiş, bu konuda yasal düzenlemelerin tamamlandığını ve artık bir engel kalmadığını açıklamıştır. Başbakan Erdoğan, 
İran’ın uyguladığı yüksek gümrük vergilerinden şikâyetini de dile getirerek, “Açalım rekabete. Bu hem kaliteyi hem de yarışı getirir. Ticaret yarış, rekabettir. Tekelci mantık artık ticarette yok” sözleriyle iki ülke arasında ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasını talep etmiştir. Türkiye’nin İran’ın Batı’ya açılan kapısı, İran’ın da Türkiye’nin Asya’ya açılan önemli bir kapısı olduğuna işaret eden 
Erdoğan, iki ülke ekonomilerinin birbirini tamamlayıcı olduğunun unutulmaması gerektiğinin altını çizmiştir. Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan da Erdoğan’ın gümrükler konusundaki eleştirilerini destekleyerek, Türkiye’nin, İran’a uyguladığı gümrük vergisinin ortalama yüzde 4, İran tarafının uyguladığı gümrüklerin ise yüzde 80’ler, yüzde 100’ler seviyesinde olduğunu ifade etmiştir.52

Türkiye-İran İş Forumu’nda konuşan İran Ticaret Bakanı Mehdi Gazanferi’nin, sınır ticareti kapsamında 100 milyon dolar üst sınırına kadar İran ticari mallarının Türkiye’ye tarifesiz olarak ihraç edilmesi konusunda anlaşma sağlandığını açıklaması da iki ülke arasındaki ticarete ivme kazandıracak bir gelişme olarak değerlendirilmiştir.53

Başbakan Erdoğan Tahran temasları sırasında İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Rıza Rahimi ile görüşmesinde, iki ülke arasındaki ticarette son yıllarda yaşanan hızlı artışa dikkat çektikten sonra 20 milyar dolarlık dış ticaret hedefini tekrarlamıştır.54 
Buna karşılık Rahimi bu hedefin 30 milyar dolar olarak belirlenmesinin daha doğru olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’nin İran için her zaman “saygı değer ve önemli bir komşu” olduğunu belirten Rahimi, Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde iki ülke arasındaki ilişkilerin çok daha fazla canlılık ve önem kazandığını dile getirmiştir. Başbakan Erdoğan ve beraberindeki Türk heyetinin, İran’daki devrimden sonra ülkesine gelen en büyük Türk heyeti olduğunu vurgulayan 
İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bu kapsamlı ziyaret sırasında çok önemli kararların alındığını ifade etmiştir: “İranlı ve Türk iş adamları arasında güzel anlaşmalar sağlandı. Türkiye ve İran sınırında toplam 6 bin megavatlık elektrik santralleri kurulacak. Bir tarafta 4, diğer tarafta 2 olmak üzere 6 tane kurulacak. Maliyetleri ülkelere ait olacak. Türk toprakları üzerinden İran gazını Avrupa’ya iletme konusunu görüştük. Karşılıklı olarak Türkmenistan gazının İran 
üzerinden Türkiye’ye taşınmasını görüştük.”55

Türkiye-İran arasında ticaretin artırılmasını amaçlayan bir başka girişim, Aralık ayı başında Van’da yapılan iki ülke sınır illeri toplantısında imzalanan mutabakat zaptı oldu. Van Valisi Münir Karaoğlu ve Batı Azerbaycan Bölge Valisi Vahid Celalzade arasında imzalanan bu protokol ile, iki ülke arasındaki ticareti kolaylaştıracak şekilde, Van’ın Saray ilçesindeki Kapıköy Sınır Kapısı’nın ticarete açılması, Iğdır’daki Boralan Sınır Kapısı’nın aktif hale getirilmesi ve Urmiye 
ile Van arasında uçak seferlerinin başlaması gibi konular karara bağlanmıştır.56

Dış politikayı ekonomik kalkınmanın hizmetine sunan bir anlayışla hareket eden ve ekonomik kalkınmanın da ancak başta komşular olmak üzere dünya ülkeleriyle dış ticaretin geliştirilmesiyle mümkün olacağını düşünen Türkiye’nin bu ekonomik işbirliği merkezli yaklaşımında İran’ın yeri oldukça önemlidir. Çünkü İran, Türkiye’nin en büyük komşusudur ve henüz bu ülke ile olması gereken dış ticaret hacminin %10’una bile ulaşılmış değildir. Türkiye’nin, 
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun arzu ettiği gibi merkezi bir güç olabilmesi için gerekli şartlardan biri, İran ile olan dış ticaret hacmini önce 100, sonra da, Almanya ve Fransa arasındaki dış ticaret hacmi olan 240 milyar dolara çıkarmasıdır. 

Doğalgaz İşbirliği.,

2009 yılında Türkiye-İran ekonomik ilişkilerinde zaman zaman gündeme gelen bir konu da doğalgaz alanındaki işbirliği olmuştur. Bu çerçevede gerek İran doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılması, gerekse Türkiye’nin Güney Pars Doğalgaz sahasından gaz çıkarmasına ilişkin 2007’de varılan mutabakatın hayata geçirilmesi için uygulamaya dair adımların atılması gündeme gelmiştir. İran doğalgazının Nabucco projesine dahil edilmek suretiyle 
Avrupa’ya taşınması konusunda ABD’den ve onun etkisindeki bazı Avrupa ülkelerinden karşı çıkış devam etse de, böyle pahalı bir projenin dünyanın ikinci büyük doğalgaz rezervlerine sahip ülkesi olan İran gazı olmadan ekonomik açıdan yapılabilirliği sorgulanmaya devam etmiştir. Bu çerçevede zaman zaman gerek İran’dan gerekse Türkiye’den, İran doğalgazının Nabucco’ya dahil edilmesi gerekliliği üzerine açıklamalar gelmiştir. 

Mayıs ayı başında Avrupa Birliği Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti’nin ev sahipliğinde Prag’da gerçekleştirilen “AB Güney Koridoru” başlıklı enerji zirvesinde bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’nin dost ülkeler ve ortaklarıyla birlikte başta Avrupa olmak üzere uluslararası toplum açısından büyük önem taşıyan enerji projelerini hayata geçirmek için yoğun çaba harcadığını vurguladıktan sonra, Nabucco Projesi’nin hayata geçirilmesinde, konjonktürün uygun olması durumunda İran’ın da yer 
alabileceğini ifade etmiştir.57 Ancak bu açıklamaya ve Türkiye’nin Nabucco’da İran’ın da yer almasının sağlanması yönündeki çabalarına rağmen 13 Temmuz 2009’da Ankara’da yapılan resmi imza törenine İran çağrılmadı. İmza töreni için Ankara’ya gelen ABD heyetinde yer alan Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Byrza, “Nabucco için İran gazına ihtiyaç olmadığını, Azerbaycan, Türkmenistan ve Irak’tan gelecek gazın yeterli olduğunu” söyleyerek İran’ın 
bölgedeki enerji projelerinden dışlanmasına yönelik Amerikan politikasının 
devam ettiğini göstermiştir.58

ABD’nin bu tavrına rağmen Türkiye’den İran’ın Nabucco’ya dahil olmasına yönelik açıklamalar gelmeye devam etmiştir. Eylül ayı sonunda İstanbul’da yapılan Ulaştırma Şurası’nda Nabucco Projesi’nin imza törenine İran’ın neden katılmadığına ilişkin bir soruyu cevaplarken Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım “Nabucco bir ülkenin değil, Avrupa’dan Asya’ya, Ortadoğu’dan Kuzeye herkesin paylaştığı bir insanlık ve evrensel barış projesidir. Şüphesiz İran’ın bu proje dışında olması asla ve asla beklenemez. Hoş geldiniz Nabucco’ya” ifadeleriyle 
İran’ın bu projeye dahil edilmesi konusundaki Türkiye’nin görüşünün 
altını tekrar çizmiştir.59 

İran’ın Nabucco’ya dahil edilip edilmemesi tartışmaları konusunda bu gelişmeler yaşanırken, ABD’nin karşı çıktığı bir başka doğalgaz projesi olan, İran’daki gaz yataklarında Botaş’ın üretim yapması ve çıkarılacak gazın yarısının Türkiye’ye aktarılması konusunda da yeni gelişmeler yaşanmıştır. Başbakan Erdoğan’ın Ekim ayı sonundaki İran gezisinde gündeme gelen bu konuda, 17 Temmuz 2007 tarihinde imzalanan mutabakat zaptının anlaşmaya dönüştürülmesiyle önemli bir adım atılmış oldu. Başbakan Erdoğan, bu proje çerçevesinde İran’dan gelecek doğalgazın yıllık yaklaşık 35 milyar metreküp olmasının hedeflendiğini, şu anda Türkiye’nin İran’dan aldığı doğalgazın 7 milyar metreküp ile 10 milyar arasında değiştiğini ifade ederek, 2014 yılında tamamlanması planlanan bu çalışmalar 
için 4 milyar dolar civarında yatırım öngördüklerini söylemiştir.60 
Anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte, iki yılı aşkın bir süredir devam eden bir sürecin sonuna gelinmiş ve Botaş’ın İran’daki Güney Pars Sahası’nda doğalgaz çıkarmasının önünde bir engel kalmamıştır. Başbakan Erdoğan’la birlikte Tahran’da bulunan Taner Yıldız, ilk arama çalışmalarının Kasım ayında başlayacağını ifade ettikten sonra, buradan elde edilecek doğalgazın Türkiye’ye aktarılacak kısmının gerek Türkiye’nin tüketiminde, gerekse de ihtiyaç duyulması halinde Nabucco Projesi çerçevesinde kullanılabileceğini vurgulamıştır.61 
Bakan Yıldız ayrıca, yeni anlaşmayla birlikte, daha önce imzalanmış olan mutabakatlarda söz konusu olan Güney Pars bölgesindeki 21, 22 ve 24 nolu sahaların daha verimli olduğuna inandıkları başka sahalarla değiştirilmesine yönelik bir değişikliğin de yapıldığını ifade etmiştir.62

Siyasi İlişkiler.,

Ekonomik ve güvenlik alanındaki iyi ilişkilere bağlı olarak Türkiye ile İran arasındaki siyasi ilişkiler de son dönemdeki trendini devam ettirmiş ve 2009 yılında da oldukça olumlu bir seyir izlemiştir. 2009’da, işbirliği eksenli bir ilişki kurmak konusunda kararlı hareket eden iki ülkeyi birbirine daha da yakınlaştıran gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelere örnek olarak, İsrail’in 27 Aralık 2008 tarihinde başlattığı ve Ocak ayı ortasına kadar süren yoğun Gazze saldırısını 
gösterebiliriz. Öteden beri İsrail’in Ortadoğu bölgesindeki saldırgan politikaların dan rahatsız olan ve bu rahatsızlığını da zaman zaman İsrail’i hedef alan çok sert açıklamalarıyla gösteren Tahran yönetimi, Gazze saldırıları karşısında İsrail’e sert tepki gösteren Türkiye’nin tutumundan çok memnun olmuştur. Türkiye gibi, Ortadoğu’daki önemli bir ülkenin İsrail’in saldırgan politikaları karşısında 
daha fazla sesini çıkarmaya başlaması, İsrail’in haksız politikalarına son verilebilmesi konusunda İran’ın bir müttefik kazandığı şeklinde yorumlanıyordu.63 

Başbakan Erdoğan’ın Gazze saldırısının durdurulması konusundaki girişimlerini ve bu konuda İsrail’i eleştiren sözlerini takdirle karşılayan İran İslami Danışma Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaeddin Burucerdi Türkiye’nin tutumunu şu sözlerle övmüştür: “Türk halkı ve yetkililerinin, özellikle de Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları ve son olarak da Erdoğan’ın 
Brüksel’deki açıklamaları için teşekkür ediyorum. TBMM İsrail Dostluk Grubu’nun dağıtılması, Meclis üyelerinin insan sevgisi ve İsrail’e tepkilerinin bir göstergesidir.”64

İran’dan Başbakan Erdoğan’ın İsrail politikasına yönelik asıl destek ve övgüler ise 29 Ocak’ta Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu çerçevesinde düzenlenen bir panelde Başbakan Erdoğan’ın, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile İsrail’in Filistinlilere karşı saldırıları yüzünden tartışması, Peres’i “Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek çıkmayacak. 
Bunu böyle bilesin. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüz, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum” sözleriyle eleştirmesi ve sonunda da kendisine yeterince söz vermeyen panel yöneticisini protesto ederek toplantıyı terk etmesi sonucu gelmiştir. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad yayımladığı bir mesajda Başbakan Erdoğan’a hitaben, “Cesurca tavrınız, gerçekleri açıkça ifadeniz, Filistin, bölge ve adaletten yana tavrınız 
dünya halkları için mutluluk ve heyecan yaratmıştır. İran halkı, değerli tutumunuzu en samimi kalple selamlıyor, takdirle karşılıyor, sizin ve büyük Türk milletinin başarısı için dua ediyor. Acizane, büyük İran halkının temsilcisi olarak cesurca tutumunuzdan dolayı sizi tebrik ediyorum. Allah’tan siz, Türk devleti ve milleti için sağlık ve başarılar diliyorum” ifadeleriyle memnuniyetini dile getirmiştir. 
İran Anayasayı Koruyucular Konseyi Genel Sekreteri Ayetullah Ahmed Cenneti de benzer bir mesaj yayımlayarak Başbakan Erdoğan’ı tebrik etmiştir: “Aziz ve muhterem kardeşim Erdoğan, İsrail’in katliamları karşısındaki cesurca ve mertçe tutumunuzdan dolayı kendim ve İran halkı adına teşekkür ve takdirlerimi sunuyorum. Türk halkının ve tüm Müslümanların sözünü söylediniz. Yiğitçe tutumunuzla Filistin halkını mutlu ettiniz ve bazı Arap liderleri de utandırdınız. 
Her zaman başınız dik olsun. Başarılar diliyorum.”65

İran Uzmanlar Meclisi Başkanı Ayetullah Haşimi Rafsancani de, Tahran Üniversitesi bahçesinde verdiği cuma hutbesinde Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı’na söylediği sözleri aktardıktan sonra, “Başbakan Erdoğan iyi bir iş yaptı, takdir ve teşekkür ediyorum” ifadelerini kullanmış ve Erdoğan’a destek veren halk için de “Türkiye halkına da başbakanlarını karşıladıkları için teşekkür ediyorum” sözleriyle gelişmelerden duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir. İran Dışişleri Bakanı Manuçer Muttaki de, Türkiye’nin Ortadoğu 
barışı konusunda çabalarını artırdığı bir dönemde İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in Ankara’yı ziyaretini hatırlattıktan sonra “Siyonist Başbakan, bölgede hiçbir olay olmayacağına dair Türkiye’ye güvence vermişti. Ancak, onlar sözlerinde durmadılar ve ziyaretin hemen akabinde Gazze’ye saldırı başlattılar” ifadeleriyle Türkiye’ye çok büyük bir saygısızlık yapıldığını, bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın Peres’e tepkisinin haklı gerekçelere dayandığını söylemiştir.66 

İran Meclis Başkanı Ali Laricani ile eski meclis başkanları Ali Ekber Natık Nuri ve Gulam Ali Adil de yaptıkları açıklamalarda, “Gazze konusunda hangi ülke Filistinlileri daha iyi destekledi ve mertçe hareket etti diye sorarsanız, Türkiye derim ve Türkiye’ye yüz ‘üzerinden yüz veririm”, “Türkiye Başbakanının sözleri tüm Müslümanların sözü oldu” ve “Bu tarihi hareket günümüz dünyası için bir ihtiyaçtı. Tarih, Filistin halkını savunan bu davranışınızı kaydedecek” şeklindeki sözleriyle Başbakan Erdoğan’a, Türkiye’ye ve Türk halkına övgü ve teşekkürlerini dile getirdiler. Büyük Ayetullah Nasir Mekarim Şirazi’nin öğrencilere yaptığı bir konuşmada, İsrail’in saldırgan politikalarına karşı cesur bir duruş sergileyen Erdoğan’ın bölgede barışı güçlendiren bir lider olarak Nobel Barış Ödülü almayı hak ettiğini söylemesi, Başbakan’ın Davos’taki sözlerinin İran’da oluşturduğu 
memnuniyet ve heyecanın ne düzeye ulaştığını gösteren ilginç bir örnekti.67 

Başbakan Erdoğan’ın Tahran Belediye Başkanı tarafından şehrin “fahri hemşehrisi” ilan edilmesi bu heyecanın başka bir örneğiydi. Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bager Galibaf bu kararını açıklarken Erdoğan’a şu sözlerle teşekkürlerini ifade etmiştir: “Kudüs’ün işgalcileri karşısındaki, değerli ve cesurca tutumunuz, özgürlükten yana ve hür düşünceli tüm insanların kalbini hoşnut etmiştir. Türkiye Başbakanının savunmasız çocuk, kadın ve yaşlıların 
katledilmesine sessiz kalamayacağını vakarlı tutumunuzla gösterdiniz.”
68 İki ülkenin bölge sorunlarına yönelik tutumlarının bu şekilde birbirine yaklaşması ve özellikle İsrail’in saldırgan politikaları konusunda benzer yaklaşımlar içerisinde olmaları Türk-İran ilişkilerinin gelişimi konusunda son dönemde oluşan olumlu havayı daha da pekiştirmiştir. Bu olumlu hava, 12 Haziran’da İran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında yaşanan karışıklıklar karşısında Türkiye’nin izlediği yapıcı politikayla bir kez daha kendini göstermiştir. 

Ankara, Batılı ülkeler gibi, İran yönetimini suçlayan ve seçim sonuçlarını sorgulayan bir tutum takınmak yerine, seçimlerin meşruiyetini kabul eden ve İran’da istikrarı destekleyen bir politika izlemiştir.

Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından muhalif adayların taraftarları gösterilere başlayıp sonuçlara itiraz ederken Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül 14 Haziran’da yayımladıkları mesajlarla, yeniden cumhurbaşkanı seçilen Ahmedinejad’ı kutladılar.69 Böylece Türkiye seçim sonuçlarına yapılan itirazlara destek veren Batılı ülkelerden farklı bir tutum izleyerek, İran’da ayaklanma ve istikrarsızlık beklentilerine uygun davranmamış oluyordu. 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da bazı Batılı ülkelere yapacağı bir resmi ziyaret öncesinde Ankara’da yaptığı basın toplantısında İran’daki olaylara ilişkin sorulan sorular üzerine, Türkiye için İran’ın siyasi istikrarının çok önemli olduğunun altını çizdikten sonra, seçimlerle ilgili tartışmaların İran’ın kendi iç meselesi olduğunu vurgulamıştır: “Bu tartışmaların en sağlıklı şekilde neticelendirilmesi ve Türkiye ile İran arasındaki köklü ilişkilerin aynı şekilde sürdürülmesi hepimizin dileğidir.”70

Bu açıklamadan bir hafta sonra başka bir ziyaret için bulunduğu Birleşik Arap Emirlikleri’nde yine İran’daki seçim sonrası karışıklıklarla ilgili sorulara muhatap olan Davutoğlu, İran’ın istikrarının Türkiye ve bölge açısından çok önemli olduğunu tekrarladıktan sonra, bu ülkede yaşanan gelişmelerin kendi iç mekanizmaları içinde, en sağlıklı biçimde neticeye ulaştırılacağını ümit ettiklerini ifade ederek şunları söylemiştir: “Biz bu çerçevede İran’ın, son derece dinamik ve siyasi katılımı yüksek bir seçim gerçekleştirmiş olmasının son gelişmelerle gölgelenmemesini diliyoruz ve İran halkına, en kısa zamanda en doğru kararı alacaklarına inancımızla en iyi dileklerimizi iletiyoruz.”71

İran seçimlerine ilişkin tartışmaların uzaması ve karışıklıkların artması Türkiye’nin, bu ülkenin içişlerine karışmama yönündeki politikasını  değiştirmemiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu çerçevede, resmi bir ziyarette bulunduğu Çin’de İran konusu gündeme gelince, “İran’da her şeyin istikrara kavuşmasını, her şeyin huzur ve anlayış içerisinde, kendi iç barışlarını bozmayacak bir şekilde çözümlenmesini arzu ettiklerini” vurgulamıştır. Türkiye’nin, Ahmedinejad’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini ilk kutlayan 
ülkelerden biri olmasına yönelik eleştirilere karşılık, “seçimler yapıldıktan ve sonuçlar resmen ilan edildikten sonra komşu ülke olarak Türkiye’nin tebrik etmesinin protokol gereği olduğunu” anlatan Gül, bunun aksi bir durumun İran’ın içişlerine karışmak olacağını ve İran gibi büyük bir ülkenin iç işlerine karışmanın doğru olmayacağını ifade etmiştir.72

Türkiye ile İran arasında her alanda kurulmuş olan bu güven ilişkisi Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Ekim ayı sonundaki İran ziyareti sırasında yapılan temaslardaki atmosfer ve açıklamalarda da kendini göstermiştir. Yapılan görüşmelerde Başbakan Erdoğan, Türkiye ve İran’ın, bölgenin en önemli dengeleri olduğunu ve köklü medeniyete sahip iki ülkenin bölge barışı için çok büyük bir güç oluşturduğunu ifade ettikten sonra “İkili ilişkilerimizde atacağımız dostluk ilmikleri bölgesel ve küresel ortama da olumlu katkıda bulunacaktır. İran, gerek stratejik coğrafi konumu, gerekse ekonomik potansiyeli, gerekse 
dinamizmini her vesileyle ortaya koyan, beşeri potansiyeli dolayısıyla 
bölgemizin önemli bir ülkesidir. İran, yapacakları ve yapmayacakları ile barış ve istikrarın temini ve devamı bakımından her zaman anahtar bir konuma sahip olacaktır” sözleriyle İran’ın bölgedeki önemine vurgu yapmıştır.73

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad da, “Siyonist rejime karşı net duruşunuz şüphesiz herkesi sevindirirken dünyada, özellikle de İslam dünyasında olumlu bir etki yarattı” sözleriyle Başbakan Erdoğan’a yeniden takdir ve teşekkürlerini ifade etmiştir.74 Başbakan Erdoğan’ın bu gezi sırasında görüştüğü bir başka İranlı yetkili olan Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Rıza Rahimi de, Türkiye’nin İran için her zaman ‘saygı değer ve önemli bir komşu’ olduğunu ifade ederek, Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde iki ülke arasındaki ilişkilerin çok daha fazla canlılık ve önem kazandığını dile getirmiştir.75

İki ülke liderlerinin, gerek bu gezi esnasında, gerekse Cumhurbaşkanı 
Gül’ün Mart ayındaki Ekonomik İşbirliği Teşkilatı toplantısı vesilesiyle gittiği Tahran’da yaptığı temaslarında ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Kasım ayındaki İSEDAK toplantısı vesilesiyle geldiği Türkiye’de yaptığı görüşmelerde sürekli olarak bu türden olumlu mesajlar vermeleri, Tahran ve Ankara arasındaki işbirliğinin artırılması için kararlılıklarını göstermeleri ve bu işbirliğini bölge barışının temel faktörleri arasında gördüklerini açıklamaları Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin gelmiş olduğu olumlu düzeyi göstermektedir.


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***