Köy Enstitüleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Köy Enstitüleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2018 Pazar

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 6

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 6



   Haziran 1970 Sabahı bütün fabrikalarda çalışmalar duruyordu. İşçiler ellerinde bayraklar, üstlerinde tulumlarıyla yolları doldurdular. 

Bütün yollar tutuldu. Trafik durdu. 200 kadar büyük fabrikadan 150 bin kadar iş bırakmış işçi yürüyordu. Ankara İstanbul trafiği kesilmişti. Haberleşme aksamıştı.
Gebze'den başlayan Kartal mıntıkasının işçilerini de alarak dev bir yürüyüş kolu oluşmuştu. Aynı anda İzmit'te de bütün fabrikalarda direniş başlamıştı.
Ankara'da da direniş hızla yayılıyordu. İzmir'de DİSK'e bağlı sendikaların işyerlerinde oturma grevleri yapılıyordu. İstanbul'da güvenlik güçlerinin "süngü tak" emriyle çıkan çatışmalarda 3 işçi ve 1 polis öldü, 100'ü aşkın kişi yaralandı. İkinci gün hükümet öğleden sonra alelacele toplanarak Adapazarı, İstanbul, İzmit, Zonguldak illerinde  sıkıyönetim ilan etti. 
    Sıkıyönetim üzerine İstanbul ve İzmit'te grev ve gösterilerin durdurulmasına karşın, işçiler protesto eylemlerini İzmir, Ankara, Adana ve Gaziantep gibi illerde
sürdürdüler. Bu illerdeki gösteriler, 1317 sayılı yasa 29 Haziran'da Senatoca kabul edilip 12 Ağustos'ta Resmi Gazetede yayımlanınca daha geniş boyutlara ulaştı. 
Bu arada Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Hukuk Fakültesi öğretim üyeleri, yasanın Anayasaya aykırı olduğunu bir bildiriyle kamuoyuna duyuruyorlardı.

   1317 sayılı yasa TBMM'ce kabul edilmesine, Resmi Gazetede yayınlanmasına karşın, uygulama olanağı bulunamadı. Önce TİP, daha sonra CHP yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdular. Anayasa mahkemesi, 9 Şubat 1972'de 15-16 Haziran'a neden olan 1317 sayılı yasayı anayasaya aykırı bularak iptal etti.  (Ancak 15-16 Haziran olaylarından 29 yıl sonra 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası'nın 12. maddesine işkolunda 1/3 barajı olmasa da %10 barajı  getirilecekti [16].)

ABD ve Avrupa'da Ekonomik Kriz Baş gösteriyor

   12 Mart 1971 darbesi yalnızca yükselen işçi hareketlerinin ve öğrenci olaylarının önüne geçilmesi amacını mı taşıyordu? Yoksa kapıda bizleri bekleyen büyük bir ekonomik kriz anı gelip çattığında ülkeye hakimiyetin sağlanmasında, gerektiğinde kemer sıkma politikalarının uygulanmasında bir baskı unsuru oluşturmak mı hedefleniyordu? Belki her ikisi de doğru. Bunu anlamak için 1960'lı yılların sonunda Türkiye'de olduğu kadar dünyada da ardarda yaşanan ekonomik buhranlara çeviriyoruz gözlerimizi.
Haziran 1944 de, ABD'nin Bretton Woods adlı bir kasabasında toplanan batılı maliyeci ve iktisatçılar, 1930'lu yılların depresyon felaketini bir daha yaşamamak amacıyla, ulusal paralarının dolar karşısında sabit oranlarda değiştirilebilmesini kararlaştırmışlardı. Bu karar doğrultusunda, uluslararası ödemeleri düzenlemek amacıyla Uluslararası Para Fonu (IMF) kurulmuş, paritelerdeki herhangi bir değişikliğin ancak ödemelerdeki dengesizliği gidermek amacıyla ve önceden IMF'ye danışılması suretiyle gerçekleştirilmesi karara bağlanmıştı. Batı Blokuna dahil 25 ülkenin imzasıyla yürürlüğe giren Bretton Woods Antlaşması'na göre ve 1946 yılından itibaren, ABD dışındaki bütün ülkeler, IMF'ye karşı yükümlülüklerini dolar alıp satarak yerine getirdiler. ABD ise 1971'e kadar, 35 $/oz sabit rayiç üzerinden, Altın Alış veriş yükümlülüğünü yerine getirmişti.

   Ancak 1960'da ABD dışındaki dolar miktarı, ABD'nin altın ve döviz rezervlerini aştı. 1968'de ABD'nin rezervleri 15,7 milyar dolar değerinde iken, ülke dışındaki dolar miktarı 41,9 milyar doları bulmuştu. ABD artık dolar karşılığında altın ödeyemeyeceği kuşkusu içinde altına hücumu başlattı. Altın fiyatları yükseldi ve enflasyon sonucu zaten bozulmuş olan doların altın paritesi iyice düştü. 1968 altın krizi, ABD Başkanı Johnson tarafından getirilen ikili altın fiyatının kabulü ve hükumetlerin serbest piyasada altın satışını durdurmalarıyla geçici olarak çözüme bağlandı. Ancak 1967 ve sonrasında Vietnam Savaşı nedeniyle ABD'den dolar çıkışı arttı. 

Büyüyen dış ödemeler dengesi açığına ABD'nin 20. yüzyılda ilk kez verdiği dış ticaret açığı da eklenince özellikle Avrupa'da ellerinde büyük miktarda dolar bulunanlar onu sağlam paralarla değiştirme yoluna gittiler. Ülkeden ülkeye serseri mayın gibi dolaşan milyarlarca dolar, Avrupa ekonomileri üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. 

   ABD Ekonomisinin gerilemesi, dünya sanayi üretimi ve dünya ihracatındaki payının düşüşü ile de somutlaştı. Dolar, 1971 başlarında Nixon tarafından devalüe edilmek zorunda kaldı. Bretton Woods anlaşması, Nixon'ın 1971 Ağustos'unda dolar - altın takasını iptal etmesi, ardından 1973'de sabit kambiyo sisteminiiptal etmesiyle birlikte tarihe karıştı. 1974'de zincirinden boşanan altın fiyatları, 1972 ve 1980 yılları arasındaki dokuz yıllık dönem içinde 70 $/oz dan 875 $/oz a kadar yükseldi.
Bu buhranın Türkiye'ye yansımaları ağır olacak, ülke bir başka darbeye, 12 Eylül'e doğru adeta koşar adımlarla gidecekti. Bu bakımdan 12 Mart 1971 sonrasında Türkiye'de peşpeşe alınan "ekonomik tedbirleri" bu genel perspektif içinde değerlendirmekte yarar var. 1960'ların son yıllarına gelindiğinde Türkiye'nin de ekonomik durumu hiç içaçıcı değildi. 9 Ağustos 1970'da devalüasyon oldu. Türk Lirası dışarıda %67 oranında değer kaybetti. Hükümet, gider vergilerini yüzde yüze kadar artırma yetkisi veren kanunu uygulamaya başladı ve ilk olarak şeker ile akaryakıta zam yaptı. (Bu kanun, 15 Haziran 1971'de Anayasa Mahkemesi tarafından, "Anayasa'nın 5, 61 ve 64. maddelerine aykırı olduğu" gerekçesiyle iptal edilecekti.) Devalüasyonla birlikte ithalat teminatı yüzde 50 oranında düşürüldü. 

   İthalattan alınan damga resmi yüzde 25'ten yüzde 10'a indirildi. Küçük esnaf ve sanayicilere verilecek kredilerin faizi yüzde 9'dan yüzde 10.5'a çıkarıldı.
Devalüasyondan sonra uluslararası kuruluşlar, 10 Ağustos 1970'de Türkiye'ye 3 yılda kullanılmak üzere 1 milyar dolarlık kredi açtı. Kredileri aralarında Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Para Anlaşması'nın (EMA) da bulunduğu çeşitli kuruluşlar sağladı. Kredinin 100 milyonluk ilk bölümü 14 Ağustos'ta, 150 milyonluk ikinci bölümü de Eylül ayından itibaren açılacak ve 1970 yılı sonuna kadar 352 milyon dolar kullanabilecekti. 

   12 Kasım 1970'de İngiltere hükümetiyle Türkiye arasında 1 milyon sterlin tutarında kredi anlaşması imzalandı. Kredinin ödeme süresi 25 yıl, faiz oranı ise 
yüzde 2 olacak, kredi, İngiltere'den yapılacak mal ve hizmet ithalatının finansmanında kullanılacaktı. 23 Kasım 1970'de Avrupa Ekonomik Topluluğu (Ortak Pazar) ile Türkiye arasında geçiş döneminin başlamasını öngören katma protokol Brüksel'de törenle imzalandı. Katma protokolün yanı sıra yeni bir mali protokol ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun yetki alanına giren maddelerle ilgili bir anlaşma imzalandı. AET 1976'ya kadar Türkiye'ye 200 milyon dolar kredi verecekti. Katma protokol, işçilerin serbest dolaşımının Ankara Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden itibaren 12 - 22 yıl arasında Ortaklık Konseyi'nce tespit edilecek şartlara göre aşamalı olarak gerçekleşmesini öngörüyordu. (2005 yılında “şartların” halen olgunlaşmamış olduğunu görüyoruz.)

    1 Ocak 1971 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, yılbaşı nedeniyle yayınladığı mesajda "Eylemler ve anarşik olaylar devletin temelini sarsacak hale geldi. Ordu, durumdan endişe ediyor" dedi. Aynı gün Türk-İş Genel Merkezi'ne yapılan bombalı saldırıyı kınamak için iki saat süreyle işi bırakma eylemine yurt genelinde bir milyonu aşkın işçi katıldı.

2 Şubat 1971'de Anayasa Mahkemesi siyasi partilere bütçeden mali yardım yapılmasını Anayasaya aykırı buldu ve bu yönde 2 Şubat 1970'de çıkarılan 1219 sayılı kanunun tüm maddelerini iptal etti. (Bu konu, 30 Haziran 1971'de yeniden hükme bağlandıysa da Anayasa Mahkemesi, bu kez farklı bir görüşle ilke olarak bu yasayı da iptal etmiştir. TBMM ile Anayasa Mahkemesi arasında bu geliş-gidişler 1980'lerde de devam etmiştir. Konu ile ilgili kapsamlı bir araştırma, Ömer Faruk Gençkaya tarafından yapılmıştır [17].) 

4 Şubat 1971'de toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşmaya varılamaması üzerine Petrol-İş Sendikası Mobil, BP ve Shell şirketleri işyerlerinde greve gitti. Grev bu şirketlerin Benzin, Mazot, Fuel-oil, Gaz, Motoryağı satışlarını durdurdu. Türkiye'nin akaryakıt ihtiyacının yüzde 69'unu bu üç şirket karşılıyordu. 5 Şubat 1971'de Bakanlar Kurulu, Petrol-İş grevini milli güvenliği zedeler nitelikte olduğu gerekçesiyle 30 gün süreyle erteledi.

    Aynı gün, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kurban Bayramı nedeniyle yayınladığı mesajda orduya yöneltilen suçlamalara değinerek 
"Silahlı Kuvvetler'in bunlara daha ne kadar mukavemet edeceğini kestirmek mümkün değildir" diyordu. Oysa ekonomide herşey yolundaydı sanki. 21 Şubat 1971'de İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Türk ekonomisiyle ilgili olarak yayınladığı raporda 9 Ağustos devalüasyonu ile geçen yıl alınan vergi ve iktisat tedbirlerini “çok olumlu bir adım” olarak karşıladığını açıkladı. 26 Şubat 1971'de yurtdışından getirilen otomobillerden alınan "İstikrar Fonu" kaldırıldı. Böylelikle Türkiye, sınırlarını “serbest piyasa ekonomisi”ne açmakta küçümsenmeyecek bir adım atıyordu. Türkiye'den Avrupa ülkeleri ve Avustralya'dan sonra Amerika'ya da işçi gönderilmesine başlanmıştı. 1 milyon 66 bin 38 işçinin yurtdışına gitmek için sıra beklediği açıklanıyordu.

   4 Mart 1971'de Ankara'da 4 Amerikalı asker, Türk Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından kaçırıldı. 4 gün sonra serbest bırakıldılar. 5 Mart 1971'de ODTÜ'de Amerikalı askerleri kaçıranların ODTÜ yurtlarında barındıkları gerekçesiyle yurtlar sarıldı, yaylım ateşi açıldı. Yurtların çatısından olayları izleyen bir öğrenci öldü, onlarca öğrenci yaralandı. ODTÜ'de aranan "eylemcilerden" hiçbiri bulunamamıştı. Olaylardan sonra ODTÜ Akademik Konseyi bir bildiri yayınlayarak olayların Türk gençliği ile Türk Silahlı
Kuvvetlerini karşı karşıya getirmek için tertiplendiğini açıklıyor, bunun üzerine 10 Mart 1971'de Mütevelli Heyeti, Akademik Konseyi lağvediyordu. Provokasyonlar  sürüyordu. Hatay - Kırıkhan'da bir Camiye bombalı saldırı yapıldı. Halk, protesto için sokaklara döküldü, güvenlik kuvvetleriyle çatıştı. Ölen ve yaralananlar oldu.

Öte yandan 10 Mart 1971'de Yargıtay Başsavcılığı, Erbakan ve arkadaşlarının kurduğu "Milli Nizam Partisi"nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. 
Anayasa Mahkemesi, Necmettin Erbakan'ın kurduğu ve Genel Başkanlığı'nı yaptığı 'Milli Nizam Partisi' hakkında, 'Laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması' prensiplerine aykırı olduğu gerekçesiyle 21 Mart 1971'de kapatılmasına karar verecekti.

Ancak bu Erbakan'ı asla yıldırmayacak, kapatılan Milli Nizam Partisi yerine hemen 1972'de kurduğu Milli Selamet Partisi, 1973 seçimlerinde meclise, oradan da kabineye girecek, ancak 12 Eylül 1980'de tüm partilerle birlikte o da kapatılacaktı. Erbakan'a siyasi yasak da gelelecekti ama ne gam. 1983'de kurulan Refah Partisi,  Erbakan'ın siyasi yasağının kalkmasını bekleyecek, 1996'da DYP-RP koalisyonunda Erbakan'ı Başbakanlığa taşıyacaktı. 1998'de RP de kapatılacak, ancak 1997'de kurulan Fazilet Partisi, kapatılan RP'lileri kucaklayacaktı. Ancak Fazilet Partisinin 2000'de kapatılması sonrasında aynı birlik ve beraberlik gösterilmeyecek, Erbakan ağırlıklı Saadet Partisi ile Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Adalet ve Kalkınma Partisi olmak üzere ayrışma olacaktı.


... ve 12 Mart 1971

^^ 12 Mart 1971'de Türk Silahlı Kuvvetleri ünlü "12 Mart Muhtırası"nı verdi:

<  1-Parlamento ve Hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş. Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamu oyunda yitirmiş ve Anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
    2-Türk Milletinin sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ümitsizliği giderecek çarelerin partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut
anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili
zaruri görülmektedir.
    3-Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.” > ^^

    Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyicioğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzalı bu muhtıra, Cumhurbaşkanı'na, Cumhuriyet Senatosuna ve TBMM Başkanlığına  verildi.

  Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. CHP Lideri İnönü, Silahlı Kuvvetlerin muhtırası ve Demirel'in istifası üzerine, "Demokratik bir istifadır." dedi.
17 Mart 1971'de Genelkurmay Başkanlığı "Görülen lüzum üzerine", 5 general (dördü karacı, biri havacı) ve 10 albayı emekliye ayırdı. Bu kişilerin 11 Mart 1971 günü 46 subayla birlikte "Darbe" girişimi hazırlığı yaptıkları, bu nedenle emekliye sevkedildiği ileri sürülüyordu.

   19 Mart 1971'de CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim, Kabineyi kurmakla görevlendirildi. Topun, 1960 ihtilali ile DP'den alınıp CHP ağırlıklı kurucu meclise verildiği gibi 1971 darbesinde de kapatılan DP'nin yerine kurulan AP'den alınıp yine CHP'ye, veya CHP kökenlilere veriliyor olması, rastlantı mıdır?
26 Mart 1971'de Türkiye'nin 12. Başbakanı Nihat Erim, kabinesini açıkladı. Kabinede, 5 AP'li, 3 CHP'li, 1 MGP' li, 1 MBK üyesi (tabii senatör) ve Parlamento dışından 14 teknisyen görev aldı. 7 Nisan'da yapılan oylamada 46 red, 3 çekimser oya karşın 321 oyla güvenoyu aldı. 74 milletvekili oylamaya katılmadı.

    26 Nisan 1971'de Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiyesine uyarak, şiddet olaylarının artması nedeniyle 11 ilde sıkıyönetim ilan etti. 
    Ankara, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Sakarya, Zonguldak, Eskişehir, Adana, Hatay, Diyarbakır, Siirt'te ilan edilen sıkıyönetimin süresi 1 aydı. Sıkıyönetim ilan edilen kentlerde Türkiye nüfusunun %31'i yaşıyordu.

    28 Nisan 1971'de İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı "Akşam" ve "Cumhuriyet" gazetelerini onar gün süreyle, Ant dergisi süresiz olarak kapattı. Bu arada 6 dernek kapatıldı. 83 kişi gözaltına alındı. Mayıs 1971'de Sıkıyönetim mahkemelerinde duruşmalar başladı. Tüm yurtta arama ve taramalar aralıksız sürdürülüyordu. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul'da arama yapılması için kentte cumartesi gece yarısından pazar günü saat 15.00'e kadar sokağa çıkma yasağı koyuyor, 25 bini aşkın polis ve asker aramalara katılıyordu.

Mayıs'ın ikinci haftasında TBMM'den hızla geçirilen yeni bir Sıkıyönetim Kanunu ile gözaltına alma süresi 30 güne çıkarıldı. Yasaya göre basımevleri kapatılabilecek, her türlü yayına sansür konabilecekti. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, yeni yasa çıkar çıkmaz 78 kişiyi tutuklamış, 91 kişiyi gözaltına almıştı. Sıkıyönetim Komutanlığınca uzun bir "yasak kitaplar" listesi yayınlanmıştı. 17 Mayıs 1971'de İsrail'in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom kaçırıldı. Kaçırıldıktan 6 gün sonra ölü bulundu. Kaçıranlar, cezaevindeki tutukluların serbest bırakılmasını istemişlerdi. O gün, 18 Mayıs sabahına kadar 19 ilde 427 kişi gözaltına alınmıştı. 

<  Nihat Erim, "Burası İsviçre değil. 12 Mart öncesine kadar Uygulanan Üniversite özerkliğine bizim coğrafyamız izin vermez" dedi. Bu demeç, Washington'un 
     "Türkiye eninde sonunda bir Ortadoğu ve İslam ülkesidir. Henüz demokratik çoğulcu düzen bu yapıya uygun değildir" görüşüyle tümüyle örtüşüyordu. Vedii Bilget, Girdap [18]  >

Gözaltına alınanlar arasında Başbakan Nihat Erim'in Anayasa konusunda danıştığı Bahri Savcı, Prof. Bülent Nuri Esen, Prof. Munci Kapani, Prof. Mümtaz Soysal, Prof. Tarık Zafer Tunaya, Prof. Muammer Aksoy, Prof. Uğur Alacakaptan gibi üniversite öğretim üyeleri de vardı. 

  İstanbul Sıkıyönetim Konutanı Faik Türün, "masum gençleri kışkırtıcı yayın" yaptıkları gerekçesiyle aranan 49 kişilik yazar, sendikacı, profesörler listesi yayınlıyordu. Tutuklamalar herkesi kaygılandırmıştı. 
Başbakan, " Ne yapabilirim, örfi idare [sıkıyönetim] tatbikatına biz karışamıyoruz" diyordu. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Türk Hukuk Kurumu'nu süresiz kapattığı sırada Başbakan, Fransız basınına "Türkiye'de aydınlara baskı yapılmıyor" şeklinde demeç veriyordu.

   7 Haziran 1971'de Başbakan Nihat Erim, radyodan bir konuşma yaptı:

   "Ordu durup dururken 12 Mart Muhtırasını vermedi. Memleket bir ortamın i ç ine götürülmüştü, sürüklenmişti ve bu ortamda çok tehlikeli bir hal almıştı. 
O kadar tehlikeli bir hal almıştı ki, bir sabah uyanacaktık, belki Endonezya'daki gibi komünist avına çıkmış kitleler görebilirdik. Böyle tahrikler, böyle kışkırtmalar vardı. Yahut aksi, bir gece bakacaktık ki, çok küçük bir azınlık fakat kararlı, silahlı, dinamitli, gayet iyi örgütlenmiş çok küçük bir azınlık, memlekette bir darbe yapmış. İşte bu ortamın karşısında buldum kendimi ve ordu bunu önlemek için 12 Mart Muhtırası'nı verdi.." (Demek ki bunları görmek için Başbakan olmak gerekiyormuş.) 1 Temmuz'da ABD Başkanı Nixon, Erim Hükümetinin çalışmalarından övgüyle sözediyor, aynı gün Cumhuriyet Gazatesi yazarı İlhan Selçuk ile yazı işleri Müdürü Oktay  Kurtböke birer yıl hapis cezasına çarptırılıyordu.

<  ABD, "Amerika Kıtası Amerikalılarındır" diyen içe kapalı Monroe doktrinini rafa kaldırmıştı. "Batı dünyası, ABD denetimindedir" görüşündeki yepyeni bir "Pax Americana" bakışı gündemdeydi artık.
Vedii Bilget [18]  >

    20 Temmuz 1971'de Anayasa Mahkemesi, Türkiye İşçi Partisi'nin temelli kapatılmasına karar verdi. Kapatma kararına gerekçe olarak TİP'in faaliyetlerinin Anayasa'nın 57. maddesiyle, Siyasi Partiler Kanunu'nun 89. maddesine aykırı oluşu gösterildi. TİP'in mallarına el konulurken, 41 yönetici beş yıl süreyle parti kuramayacaktı. Gerekçe, 29 Ekim 1970'de yapılan 4. Büyük Kongre'de alınan 6 sayılı karar idi. Bu karar ile Doğu'da bir Kürt halkı olduğu, "doğu sorunu"nun kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının sonucu olduğu vurgulanıyordu.

   6 Ağustos 1971'de Türkiye'de ilk kez doların karaborsa fiyatı, resmi kurdaki fiyatın altına düştü. Resmi kurda 15 lira olan dolar o gün karaborsada 14 lira 89 kuruştan işlem gördü.

Nixon, Dolar - Altın paritesindeki dengesizlik nedeniyle 15 Ağustos 1971'de doları devalüe edecek, kur düzenlemeleri sorunu çözmeyecek, paniğin artmasına neden olacaktı.

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 5

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 5



Bu arada “Kıbrıs” konusu durulmak bilmiyordu. 31 Ekim 1967'de Kıbrıs Türk Topluluğu Lideri Rauf Denktaş, Kıbrıs'ta Rum yönetimi tarafından tutuklandı. Denktaş'ın tutuklanması Ankara, İstanbul, Eskişehir ve Diyarbakır'da düzenlenen mitinglerde protesto edildi. 12 Kasım 1967'de Lefkoşe Cezaevi'nden Türkiye'ye dönmek şartıyla serbest bırakılan Denktaş Ankara'ya geldi. Denktaş "Enosis fiilen olmuştur. Yeni bir siyaset takip etmek lazım. Beklemekle birşey elde edemeyiz" diyordu. 

15 Kasım 1967'de Rum birlikleri Boğaziçi ve Geçitkale Türk köylerine saldırarak işgal etti. Türk Silahlı Kuvvetleri alarma geçti. 17 Kasım 1967'de TBMM hükümete  "Türk Silahlı Kuvvetlerini yabancı ülkelere gönderme" yetkisini verdi. 18 Kasım 1967'de Türk jetleri Kıbrıs üzerinde 4 ihtar uçuşu yaptı. Kriz hızla tırmanıyordu. 
Yunan Cuntası, Türk notası karşısında olumsuz tavır aldı. 22 Kasım 1967'de ABD Başkanı Johnson, Kıbrıs anlaşmazlığı nedeniyle bir Türk-Yunan çatışmasının çıkmasını önlemek amacıyla özel temsilcisi Cyrus Vance'ı uçakla Ankara'ya gönderdi. 26 Kasım 1967'de Türkiye ile Yunanistan arasında anlaşma oldu. 

   Atina adada bulunan anlaşma dışı askerlerini BM Barış Gücü kontrolünde ve 1.5 ay içinde çekmeyi kabul etti. Böylece Kıbrıs buhranı Yunanistan'ın, Türkiye'nin isteklerini kabul etmesiyle sona erdi. 29 Aralık 1967'de Kıbrıs'ta "Geçici Türk Yönetimi" ilan edildi. Kıbrıs Türk Cemaati, Makarios'un Kıbrıs Anayasası'nı ve anlaşmaları  ihlal ederek yarattığı fiili durum karşısında Geçici Türk Yönetimi'ni kurdu. Türk yönetim başkanlığına Dr. Fazıl Küçük, yardımcılığı na ise Rauf Denktaş getirildi.

Dış kaynaklı “ Yardımlar ” sürüyordu. 11 Ağustos 1966'da Dünya Bankası Türkiye'ye 15 yıl vadeli yüzde 6 faizli 25 milyon dolarlık kredi açtı. Krediyle ilgili anlaşma Washington'da imzalandı. 1967'de Uluslararası Para Fonu'ndan, 27 milyon dolar, ABD'den 65 milyon dolar, Almanya'dan 184 milyon marklık kredi anlaşmaları imzalandı. 
,
Almanya'dan alınan 184 milyon markın 119 milyonu eski borçların tescili ve faizlerinde kullanılacaktı. 1968'de İngiltere'den 2,5 milyon sterlin, Dünya Bankası'ndan 150 milyon dolar istedik. Almanya, Türkiye'nin 1968 yılı içinde vadesi gelen 95 milyon Mark tutarındaki borç faizini ertelemeyi, ayrıca 80 milyon Mark kredi vermeyi kabul etti. 

1969'da Hollanda Hükümeti OECD konsorsiyum çerçevesinde Türkiye'ye 3,5 milyon gulden kredi veriyordu. Türkiye, adım adım batağa saplanıyor, vadesi gelen borçlarını ödemek için yeni krediler almak zorunda kalıyordu.

1966 yılı içinde “ithalat rekoru” kırıldı. İthalatımız bir önceki yıla oranla %25 artarak 143 milyon dolar fazlalıkla 715 milyon dolara, dış ticaret açığımız bir yılda  %100 artarak 226 milyon dolara çıkmıştı. Ülkede artan işsizlik ve geçim sıkıntısıyla yurtdışına işçi olarak gitmek için sıra bekleyenlerin sayısı Ocak 1966'da 650 bin olarak açıklanıyordu.

<  […] Tarımsal ithalatın serbest bırakılmasıyla, ucuz fiyatlı ürünler iç pazarlarımızı işgal etmeye başladı. Düşük fiyatlarla yapılan ithalat, IMF ve Dünya Bankası'nın yüksek faizli kredileri ile karşılanıyordu. Doğal olarak ülkede tarımsal sermaye birikimi ve üretim hızla gerilemeye başladı. Ulusal üretim ortadan kalktıkça, Türkiye daha fazla ithalat yapmaya, dışa gittikçe daha bağımlı hale gelmeye başladı. Tarımda dışa bağımlılık bugün de artmaya devam ediyor. Türkiye, bir zamanlar fazlasıyla ürettiği ve ihraç ettiği birçok tarımsal ürünü dışardan, AB ülkelerinden ve ABD'den alıyor artık. İthalat pirinçle başladı,
neredeyse tüm tarım ürünlerine yayıldı.

    […] Türkiye 1990'lara kadar pamuk ihraç eden bir ülkeydi. Dünyanın 7. büyük pamuk üreticisiydi. Bugün 3. sırada, ancak dünya pamuk ithalatçıları -evet, ne yazık ki ithalatçıları- arasında 3. sırada! Pamuk ithalatının yüzde 40'ını Amerika'dan, yüzde 20'sini Yunanistan'dan yapıyoruz. […] 1989'da Türkiye Mercimek ihracatında üçüncüydü. Bugün Dünyanın Dördüncü büyük ithalatçısı durumundadır. Fındık, Üzüm, İncir, Şeker pancarı ve diğer ürünlerde de aynı oyunlar oynanmakta, Köylü ve üretim bitirilmektedir. İdil Konyalı [12] >

     Eylül 1967'de Devlet Planlama Teşkilatı, hükümete verdiği özel tedbirler raporunda enflasyona karşı "kısmi tedbirler" yerine Türkiye ekonomisinin şartlarına uygun "temel tedbirler" alınmasını istiyordu. 1967 sonunda Hazine'nin nakit açığı 3 milyar lirayı aşmış, 1968 programında ek finansman ihtiyacı 1 milyar 265 milyon  lira olarak belirtilmişti.

<  Çok uzun zamandır toplumsal değerlerimizi maddi ölçütlere teslim edegeldik. Gayri Safi Milli Hasılamıza - ki eğer Amerikayı bununla ölçüyorsak - Hava kirliliği,  sigara reklamları, otoyollarımızdaki ölü ve yaralılarımızı toplayan ambülanslar dahil. Kapılarımızdaki özel kilitler ile bu kilitleri kıranları koyduğumuz hapishanelerimiz  dahil. Kızıl Çamlarımızın katli ve doğal güzelliklerimizin başıbozuk yayılımla yokedilmesi dahil. Napalm, nükleer başlıklar, sokak göstericileriyle savaşan polisin zırhlı araçları dahil. 
[…]  Çocuklarımıza şiddeti özendiren televizyon programları dahil. 
[…] Özetle, yaşamımızda yer alan herşeyi kapsıyor yaşamı yaşanır kılan özellikler dışında. Robert F. Kennedy, Kansas Üniversitesinde yaptığı konuşmadan, 18 Mart 1968 >

1968'e gelindiğinde tablo vahimdi:

1966 yılında 132,5 Ton olan ALTIN Stoğumuz 109 Tona düşmüş, bunun 98 tonu ise Rehindeydi. Son altı yıl içinde altın rezervimiz 15 ton, serbest altın miktarı ise 30 Ton azalmıştı. Yılın ilk beş ayı içinde protesto edilen senet sayısı geçen yılın aynı dönemine göre %53 oranında artmış, protesto edilen senetlerin parasal değeri 533 milyon  TL'yi bulmuştu. “ Tahıl Ambarı Anadolu ” Almanya, ABD ve Kanada'dan Buğday ithaline başlamıştı. Dünyada esen '68 rüzgarları bizi de sarıyor ABD'nin 1965'de Vietnam'ı işgali, tüm dünyada yankı buldu. Tüm dünyada gençlik, özgürlük ve demokrasi için yürüyordu. 9 Ekim 1967'de Küba Devrimi'nin liderlerinden Ernesto Che Guevara Bolivya dağlarında öldürüldü.

  Che, tüm dünyada gençlerin özgürlük simgesi haline gelmişti. 1967'de Mao Tse Tung önderliğinde Çin'de başlayan "Kültür Devrimi", pek çok ülkede gençlik arasında örnek gösteriliyordu. 10 Mayıs 1968'de Paris'te “Barikatlar Gecesi”nde bir milyon kişi, “işçi öğrenci öğretmen el ele” sloganıyla sokaklara döküldü. İtalya'da 1967 Eylül'ünde onaltıbin işçinin katıldığı Olivetti grevi, 1968 Şubat ayında Torino'daki Michelin lastik fabrikalarına yayıldı. 

    Almanya'da 1967'de İran Şahı Rıza Pehlevi'nin ziyareti sırasında protesto göstericilerine polisin ateş açması ve bir gencin vurularak öldürülmesi, öğrenci hareketinin  ansızın yükselmesine yol açtı. Öğrencinin cenaze törenine katılan onbeşbin kişinin gösterileri, 2. dünya savaşından sonra Almanya'daki en büyük kitlesel gösteriydi. 
Protesto gösterileri kısa sürede Berlin dışına da yayıldı. 11 Nisan 1968'de devrimci gençlik önderlerinden Rudi Dutschke'nin Berlin'de konuşma yaparken vurulmasıyla  Almanya'nın 27 kentinde her gün onbinlerce kişinin katıldığı protesto gösterileri yapıldı. 1968 ilkbaharında Fransa, İtalya ve Almanya'daki hareketler İngiltere'ye sıçradı.  17 Mart 1968'de yirmibin kişilik topluluk, Vietnam savaşını protesto için ABD Büyükelçiliğine doğru yürüdü. Polisle saatler süren çatışmalar oldu.

   Ekim 1968'de Londra'da Vietnam Savaşına karşı yapılan yürüyüşe katılanların sayısı 100 binin üzerindeydi. 21 Ekim 1967'de Vietnam Savaşı'nı protesto etmek için binlerce Amerikalı Washington'a yürüdü. Sloganları, Başkan Johnson'a yöneltilen bir soru biçimindeydi: “Bugün kaç çocuk öldürdün?” Siyahi özgürlük savaşçısı Martin Luther King 4 Nisan 1968'de, Vietnam savaşına son vereceğini vaadederek seçim kampanyalarını yürüten Başkan adayı Robert F. Kennedy 5 Haziran 1968'de suikastte yaşamını yitiriyordu.

Türkiye de kaynıyor

Hayat pahalılığı tüm yurtta işçi eylemlerinin yoğunlaşmasına neden oluyordu. 1966'da Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası'nda, Türk Pirelli Lastik Fabrikası'nda, 
Kula Mensucat ve İzmir Yün Mensucat fabrikalarında, binlerce işçiyi kapsayan grevler yapılıyordu. 26 Nisan 1966'da Lastik-İş sendikası 7 işyerinde grev başlattı. 

3 Haziran 1966'da Çelik Sanayileri İşçileri Sendikası, 12 bin işçinin çalıştığı Türkiye Demir Çelik İşletmesi'nde greve gitti. 26 Eylül 1966'da İskenderun-Batman boru hattı işçilerinin almış olduğu grev kararı, ' Milli Güvenliği Bozucu ' nitelikte görülerek Bakanlar Kurulu kararıyla ertelendi. 4 Ağustos 1967'de toplu sözleşme  görüşmelerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle SSK'da greve başlandı. SSK'nın 18 şubesi ve bunlara bağlı işyerlerinde 7 bin memur ve hizmetlinin katıldığı grevin,  56 bin işyerini ve 533 bin sigortalı işçiyi etkilediği açıklandı. 22 Eylül 1967'de Harp-İş Federasyonu, İncirlik'ten sonra, Amerikalılara ait Ankara'daki 7 işyerinde greve  başladı. Greve 600 işçinin katıldığı bildirildi. 6 Şubat 1968'de Ereğli Kömürleri İşletmesi'nin Kozlu üretim bölgesindeki ocaklarda çalışan 4 bin işçi işbaşı yapmadı. 

Bu hareket, akşam saatlerinde diğer bölgelere de sıçradı ve gece 10 bin işçi şehre yürüdü. 9 Eylül 1968'de Kavel Kablo Fabrikası, işçiler tarafından işgal edildi.
İşgal bir gün sonra anlaşmayla sona erdi. 10 Ocak 1969'de Singer'in Kartal Cevizli'deki Dikiş Makineleri Fabrikası, burada çalışmakta olan 450 işçi tarafından işgal edildi. 
İşçilerle polis arasında meydana gelen çatışmada 120 işçi gözaltına alındı,14 işçi ve 8 polis yaralandı. Kars'ın Susuz ilçesinde iki köyde köylüler toprak için yürüyüşe  geçti. Yürüyüşe jandarma müdahale etti. Ağrı'da 7000 kişinin katılımıyla “İşsizlik Mitingi” yapılıyordu. Ülkede işçi hareketlerinin yanısıra gençlik hareketleri de yoğunlaşmaya başlamıştı. Mayıs 1968'den itibaren İstanbul'daki üniversitelerde "NATO'ya Hayır" gösterileri yürütülüyor, boykot ve eylemler sürüyordu. 
   
   Haziran 1968'de İstanbul'dan sonra Ankara'da da 10 fakülte öğrencileri dersleri boykot etti. Ankara Fen Fakültesi işgal edildi. Çatışmalar yoğunlaştı.

<   Türkiye ' de ' 68 ' in , oyılın sonbaharında gerçekleştirilen üniversite işgalleriyle başladığı sanılır. Bu, '68'i, yalnızca bir öğrenci hareketi olarak kabul etsek bile doğru olmayacaktır. Türkiye'nin '68'i, genel ve kronik hale gelmiş siyasal ve iktisadi bunalımın içinden yükselen kitle hareketinin bir parçası olarak doğdu ve bu koşulların  devam ettiği yıllar boyunca başlıca özelliklerini korudu.
Aydın Çubukçu, >

   Tam da bu sırada, 15 Temmuz 1968'de ABD 6. filosu İstanbul'a demirledi. Haziran 1967'de İstanbul'a gelen 6. filo, yoğun protesto gösterilerine ve yürüyüşlere neden olmuştu. Yürüyüşçüler, Dolmabahçe'deki direkten ABD bayrağını indirmişler, İstiklal Marşı eşliğinde Türk bayrağını çekmişlerdi. 

< 6. Filo'ya Hayır gösterileri, 1968   >
< " Malum araba ", 1969
Fotoğraflar : ODTÜ Tarihçe 1956-1980 (14)  >

   6. Filonun 1968'de yeniden gelmesi, kanlı olaylara sebep oldu.

    15 Temmuz'da İTÜ'lü öğrenciler, ABD bayrağını indirip Türk bayrağını çektiler ve İstiklal Marşını okudular. 15 ve 16 Temmuz geceleri, Beyoğlu'nda dolaşmaya çıkan ABD'li denizcilere boya ve mürekkep atıldı. 17 Temmuz 1968 gecesi polis İTÜ Yurdu'nu bastı. Polis tarafından pencereden atılan İTÜ öğrencisi Vedat Demircioğlu 7 gün  komada kaldıktan sonra 24 Temmuz 1968 günü hayatını kaybetti. Büyük bir öğrenci kitlesi 18 Temmuz günü 6. Filoyu Protesto Yürüyüşü düzenledi. Kalabalık, sel gibi Dolmabahçe'ye aktı. Kıyıda beklemekte olan Amerikalı erler “denize döküldü”. 20 Temmuz 1968'de Beyazıt Meydanı'nda “Bağımsız Türkiye Mitingi” yapıldı. 
    29 Ekim 1968'de gençlik, Samsun'dan başlayıp 9 Kasım'da Ankara'da sona erecek “Mustafa Kemal Yürüyüşü”nü başlattı. Bu arada ABD adına Güney Vietnam'da  “Barış Koruma Programı” Müdürü olarak görev yapmış olan Robert Kommer, Ankara'ya büyükelçi olarak atanmıştı. 28

    Kasım 1968 günü Ankara'ya gelen Kommer'i gençlik örgütleri Cumhurbaşkanı Cevdey Sunay'a bir telgraf çekerek protesto ettiler. Kommer, ayağının tozuyla 
6 Ocak 1969'da ODTÜ'yü ziyaret etti. ODTÜ öğrencileri, Kommer'in Rektörlük önünde bekleyen arabasını ateşe verdiler. Bu olay devrimci basında 
“İkinci Milli Kurtuluş Savaşımızın meşalesi ODTÜ'de yakıldı” başlıklarıyla yer aldı.

Bu arada gençlik ve işçi hareketlerine karşı provokasyonlar ve saldırılar gündeme gelmeye başladı. 16 Şubat 1969 Pazar günü Taksim Meydanı'nda Amerikan 6. Filo'ya karşı yapılan ve 30 binin üzerinde işçi ve öğrencinin katıldığı “Emperyalizme Karşı Mustafa Kemal Yürüyüşü”ne “Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye” sloganlarıyla saldıranlar, Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan isimli işçileri öldürmüş, iki yüz kişiyi de yaralamıştı. Olay, tarihe Kanlı Pazar olarak geçecekti.

Grevler durmak bilmiyordu. 11 Mart 1969'de günlük haber trafiği 190 bin kelime olan Anadolu Ajansı 48 yıldan beri ilk defa sustu. 

   Toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşmaya varılamaması nedeniyle alınan grev kararı ajansın Ankara, İstanbul, İzmir ve Adana işyerlerinde uygulandı. 
Türk-İş grevi desteklediğini açıkladı. 15 Nisan 1969'da İstanbul'da Şehir Tiyatrosu oyuncuları greve gitti. 21 Nisan 1969'da Basın-İş Sendikası tarafından 
Türkiye Basımevi'nde 413 gündür sürdürülen Türkiye'nin en uzun grevi, işverenin grevci işçileri tazminatlarını vererek işten çıkarmasıyla sona erdi. 2 Haziran 1969'de Petrol-İş Sendikası, Mersin ATAŞ rafinerisinde grev kararı aldı. 1 Ağustos 1969'da Silahtar'daki demir döküm fabrikası, gece burada çalışan 2200 işçi  tarafından işgal edildi. Türkiye Metal-İş Federasyonu, 70 gündür süren görüşmelerden bir sonuç alınamaması üzerine Ereğli Demir Çelik Fabrikası'nda grev kararı aldı. 
Greve 4.400 işçinin katılacağı bildirildi. 24 Ağustos 1969'de 50 bin işçi Ankara'da miting yaptı. Türk-İş tarafından düzenlenen mitingde, hükümet ve parlamento protesto  edildi. 

1969 GENEL SEÇİMLERİ: "İnsan Haklarına Dayalı Hür Demokratik Hukuk Devleti"


12 Ekim 1969'da yapılan Genel Seçimler, 4 yıllık AP iktidarında yoksulluğun ve işsizliğin arttığı, dış borçların had safhaya ulaştığı, işçi ve gençliğin ekmek ve özgürlük  için meydanlara döküldüğü bir zamanda yapıldı. Sandıktan %47 oy oranı ile yine AP çıkmıştı.
CHP, %27'de kalmış, AP 260, CHP 144 milletvekili çıkarmıştı. 


.
Şekil1. Türkiye'de seçimler ve temsiliyet (15)

Değişen seçim sistemiyle  TİP, %2,68 oy oranıyla bu kez yalnızca 2 milletvekili çıkarabilmişti. (Türkiye, çok partili seçim sistemlerinin uygulanmaya başlandığı 1950  yılından günümüze seçim sistemini 8 kez değiştirmiştir. Milli Bakiye sistemi, 1965 seçimlerinde ilk ve son kez uygulanmıştır. 1950 - 2002 yılları arasındaki seçimlerde, partilerin mecliste temsiliyeti ile hükümetlerin iktidardaki gün sayısına bakıldığında 1965 seçimlerinin özel bir yeri olduğu görülmektedir.



<  15 Haziran yürüyüşünden
    Fotoğraf: Tarih Vakfı Arşivi >

  Bir yandan seçime giren partilerin temsiliyetinde en yüksek oranın yakalandığı, diğer yandan da hükümet süresinin en uzun sürelerden biri olduğu görülmektedir (Şekil 1). 

   2002 seçimlerinde temsiliyette oransızlık, çok partili seçimlerin yapıldığı 1950'den bu yanan en yüksek noktasına ulaşmıştır. Seçim sistemlerine ilişkin ayrıntılı bir çalışma, Emre Erdoğan tarafından yapılmıştır[15].)

< 16 Haziran Olayları
   Fotoğraf: İletişim Yayınları Arşivi >

Hükümetin ilk icraatlarından biri Sendikalar Kanunu'nda değişiklik yapılması oldu. Sanki yükselen işçi hareketine inat yapılan bu değişiklikle Türk-İş dışındaki sendikaların kapanmasına yol açacak bir baraj sistemi getiriliyor, bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmesi koşulu getiriliyordu. Yasanın 12 Haziran 1970'de TBMM'de kabul edilmesiyle birlikte işçiler sokağa döküldü. 15

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 4


KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 4



    27 Mart 1960 ihtilalinden yara almadan sıyrılan islami hareket, sınırlarını genişletiyordu. 1951 1959 yılları arasında Adnan Menderes'in başbakanlığı süresince  19 İmam hatip okulu açılmış, buna karşılık İnönü'nün başbakanlığında yalnızca 1962-1963 yıllarında açılan imam hatip okulu sayısı 7'yi bulmuştu.
ABD ve Almanya'dan yardımlar ise sürüyordu. 2 Eylül 1961'de Türkiye'nin 3 milyar 731 milyon liralık dış borcunun 12 taksitte ve yüzde 3 faizle ödenmesi konusunda yapılan anlaşma ile ilgili kanun tasarısı Meclis'te kabul edilirken 24 Ocak 1962'de OECD Beşyıllık planların gerektirdiği finansmanın sağlanması için bir konsorsiyum kuruyordu.
    Milletlerarası Para Fonu ile İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, Türkiye'nin dış ödemeler açığı için 83,5 milyon dolar tutarında kredi vermeyi kabul etti. 
Bu kredinin 50 milyonunu İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, kalanını ise Milletlerarası Para Fonu tarafından verilecekti. Aynı tarihlerde Türk-Amerikan sermayesi ile Adapazarı ve İzmit yakınlarında iki lastik fabrikası kurulacağı açıklandı. Bunlar Türk bankaları ve işadamlarıyla " U.S. Rubber Company " tarafından kurulacak 
" U.S. Royal Lastik A.Ş.", diğeri ise yine bir Türk Bankası ile Goodyear tarafından kurulacak olan " Goodyear Lastikleri AŞ" idi. Her iki firmada hisselerin çoğunluğu ABD'ye aitti. 24 Şubat 1962'de Avrupa Para Fonu direktörler meclisi, Türkiye'ye 45 milyon dolarlık kredi açılmasını kabul etti. Bu yardım 1962 yılı dış ödemeler açığının kapatılması için kullanılacaktı. 20 Haziran 1962'de Türkiye ile Almanya arasında sermaye yatırımlarının karşılıklı olarak teşvik ve himayesini öngören antlaşma imzalandı. 

Ve nihayet 31 Temmuz 1962'de "Türkiye'ye Yardım Konsorsiyumu" kuruldu. Konsorsiyumda yer alan ülkelere bakıyoruz: 

ABD, Almanya, Kanada, Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya. 25 Eylül 1962'de de Avrupa Ortak Pazar ülkelerinin Bakanlar Kurulu, Türkiye'ye Avrupa İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)  Çerçevesi içinde 300 milyon dolar yardım edilmesine karar verdi.

    Bu arada 23 Ağustos 1962'de Almanya'ya çalışmaya gitmek için 78 bininci işçi başvurmuştu. Yalnızca 1 Ekim 1961'den bu yana Amanya'ya gönderilen işçi sayısı 7565'i bulmuştu. Hayat pahalılığı ve işsizlik, çok sayıda işyerinde grevlere ve gösterilere neden oluyordu. DİE Türkiye'nin, hayat pahalılığında dünya ikincisi olduğunu açıklıyordu. 28 Ocak 1962'de Çalışma Bakanı Bülent Ecevit'in başkanlığında toplanan III. Çalışma Meclisi, toplantılarının 13. gününde işçiye grev, işverene de lokavt hakkının verilmesini oybirliğiyle kabul etti. Kabul edilen raporda grev yapılamayacak işyerleri de belirlendi.

Cumhuriyet tarihinde ilk kapsamlı grev, 28 Ocak 1963'de KAVEL Kablo Fabrikası'nda 173 işçinin iş bırakması ile başladı. Bunu öteki sanayi kollarındaki grevler izledi. 

Grevler, henüz yasa çıkmadan başlamıştı. 26 Nisan 1963'de Millet Meclisi'nin birleşiminde 3,5 saat süren görüşmelerden sonra yasa kabul edildi. Grevcileri bir sürpriz beklemekteydi: Grev ve Lokavt birlikte yasallaştırılmıştı. "Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu"nun uygulamaya konduğu 24 Temmuz, “işçi bayramı” ilan edildi. 

1 Mayıs " Bahar Bayramı" ydı artık.

   Yasa neyi değiştirmişti? 14 Kasım 1963 İstanbul'da her türlü grev ve lokavt, Sıkıyönetim Komutanlığı'nın iznine bağlandı. Ocak 1964'de ATAŞ Rafinerisi'nde 16 günden beri devam eden grev, işverenin "Grevden önceki şartları kabul ederseniz çalışın" şeklindeki sözleri üzerine gergin bir havaya girdi. Bakanlar Kurulu yaptığı toplantıda " Milli Güvenliği Bozucu" nitelikte gördüğü grevin bir ay süreyle ertelenmesini kararlaştırdı.
   Bu arada, 27 Mayıs İhtilali'nde öncü rol oynamış olan "genç subaylar", 21 Mayıs 1963 tarihinde ikinci kez ihtilal girişiminde bulundular. 5 Eylül 1963'de Mamak Askeri
Mahkemesi 'nde yargılanan sanıklarından aralarında Talat Aydemir'in de bulunduğu 7'si ölüm cezasına, 29'u da ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 
31 Ekim 1963'de verilen ölüm cezalarından dördü, Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer'in cezaları TBMM tarafından onaylandı. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in idamlarını onayladığı Fethi Gürcan 27 Haziran 1964'de, Talat Aydemir 5 Temmuz'da idam edildiler. Bir süre sonra Silahlı Kuvvetler'den " Süvari Sınıfı kaldırıldı.

<  Büyük Türk Milletine,
    Gayesi ve vazifesi milletimizin kurtarıcısı Cumhuriyetimizin koruyucusu büyük Atatürk'ün ilkeleri ile çizdiği yolda yürümek ve milletimizi çağdaş uygarlık seviyesine ulaştıracak refah, huzur ve güvenlik içinde yaşatmak olan Büyük Millet Meclisi ve onun hükümetlerinin, mevcut anayasa ve kanunları hiçe sayarak partizan bir zihniyetle hareket etmeleri neticesinde ekonomik, sosyal ve politik hayatımızı tamamen felce uğratmışlar, millet ve devletimizin bekasını tehlikeye düşürmüşlerdir. Durumu çok yakından ve hassasiyetle izleyen Türk Silahlı Kuvvetleri bu şartlar altında Büyük Milletimizin isteklerine uygun olarak ve bunu milli vazife bilerek idareye el koymak zorunda kalmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri Genel Karargahı 20 Mayıs 1963, saat 23:35, Ankara Radyosu [4]
[...] Onlara göre 27 Mayıs hareketi, Türkiye'nin sosyoekonomik sorunlarına, Atatürk devrimlerinin, onun ölümüyle birlikte 1938 yılında rafa kaldırılmsına duyulan tepkiden doğmuş, DP iktidarının diktatörlüğe giden yönetimi bu tepkiyi büyütmüş, ihtilali hızlandırmıştı.
Türkiye, ancak Atatürk'ün tanımladığı tam bağımsızlık ve gelişmişlik düzeyine gelerek kurtulabilirdi. Devrimin amacı bu olmalıydı. İktidarı bir partiden alıp diğerine  teslim etmek devrim olarak nitelendirilemezdi. 
Nesrin Turhan, İhtilalin Süvarisi [8]   >

Ve Avrupa Birliği'ne ilk adım atıldı: 12 Eylül 1963'de "Ortak Pazar Antlaşması" imzalandı.

24 Kasım 1963'de Başbakan İnönü, Kennedy'nin cenaze töreninde bulunmak için ABD'ye gitti. İnönü'nün Amerika'da bulunduğu sırada CHP dışındaki koalisyon ortakları koalisyondan çekilme kararı aldı. İnönü 2 Aralık'ta yurda döndü ve "... Koalisyonun dağıldığı hakkındaki haberi, Amerika'da herkesle beraber duydum..." diyerek istifasını Cumhurbaşkanı'na sundu. İnönü 14 Aralık'ta hükümeti kurmakla tekrar görevlendirildi. 4 Ocak 1964'de İnönü'nün 10. ve son 
kabinesi 175'e karşı 225 oyla güvenoyu aldı. Kabinede 3 Bağımsız Milletvekili bulunuyordu. 12 Mart'ın ardından başbakanlık koltuğuna oturacak olan Ferit MelenMaliye Bakanlığı, Bülent Ecevit ise Çalışma Bakanlığı görevlerine getirildi.

   25 Haziran 1964'de "Türkiye'ye yardım konsorsiyumu" 149 milyon dolar kredi vermeyi kabul etti. 14 Temmuz 1964'de Türkiye Uluslararası Kalkınma Birliği Kredi Antlaşmasına katıldı. 20 Ağustos 1964'de Ankara'da Türkiye ile Fransa arasında " İnsan gücünde işbirliği anlaşması " imzalandı. Anlaşma ile ilk etapta 10 bin Türk işçisi kuzeydeki kömür ocaklarında çalışmak üzere Fransa'ya gidecekti. İş ve İşçi Bulma Kurumu kanalıyla 1961 yılından 1964 yılı Temmuz sonuna kadar çeşitli dış ülkelere 5511'i kadın 80 bin 864 işçi gönderildiği açıklandı. Çalışma Bakanı Bülent Ecevit, önümüzdeki 3 yıl içinde 300 bin işçinin daha başta Batı Almanya olmak üzere muhtelif Batı Avrupa ülkelerine çalışmaya gideceğini açıkladı.

    Bu arada ülkedeki ekonomik istikrarsızlığın üzerine bir de Kıbrıs sorunu başgöstermişti. 25 Mart 1963'de EOKA'cılar Kıbrıs'ta iki camiye bomba attılar. 
Kıbrıs'ta, Türklere karşı şiddet olayları hızla tırmanıyordu. 30 Kasım 1963'de Kıbrıs Anayasası'nda değişiklik yapılması için Cumhurbaşkanı Makorios Türk Hükümeti'ne muhtıra verdi. Kıbrıs'ta kanlı olaylar artıyordu. 15 Şubat 1964'de Kıbrıs sorununu çözümlemek üzere Londra'da biraraya gelen Türkiye, Yunanistan ve İngiltere çözüm anlaşmasına varamayınca konferans sonuçsuz dağıldı. İngiltere, sorunun çözümü için Birleşmiş Milletler'e başvurdu. 4 Mart 1964'de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Kıbrıs'ta üç ay süre ile görev yapacak Uluslararası Barış Gücü gönderilmesine karar verdi. 10 Nisan 1964'de karasularımız 12 mile çıkarıldı. 300 Yunan uyruklunun işlerini 15 gün içinde tasfiye etmeleri istendi. 30 Yunanlı işadamı da sınırdışı edildi.

   Kanlı olayların durmaması üzerine Türkiye, Kıbrıs'a müdahale kararı aldı. Bu kararın üzerine ABD Başkanı Johnson, 4 Haziran 1964'de İnönü'ye sert bir mektup gönderdi. Tam da bu sırada Türkiye'de ikamet etmekte olan Yunan uyruklulara bazı özel ayrıcalıklar tanıyan ve 1930 yılında imzalanan "İkamet, Ticaret ve Seyrü sefain Anlaşması"nın 16 Eylül 1964 tarihinde sona ermesiyle 5000 Yunan uyruklu sınırdışı edildi.

Bunun öncesinde sınıdışı edilen Yunan uyrukluların sayısı 6800'ü bulmuştu.

Hükümet içinde huzursuzluk, iktidar kavgaları da bitmek bilmiyordu. 22 Kasım 1964'de Çankaya'da Cumhurbaşkanı Gürsel'in başkanlığında toplanan parti liderleri rejimin korunması hususunda anlaşmaya vardı. Ancak siyasi çekişmeler durulmuyordu. 4 Ocak 1964'den beri işbaşında bulunan İnönü hükümeti, 1965 bütçesinin  TBMM'de reddedilmesi üzerine 13 Şubat 1965'de düştü. 20 Şubat 1965 Suat Hayri Ürgüplü'nün başkanlığında AP, CKMP, YTP ve MP'nin katılımıyla oluşan dördüncü koalisyon hükümeti kuruldu. Yeni hükümette AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, başbakan yardımcısı olarak görev aldı.

   12 Mart 1965'de Kozlu, Karadon, Gelik, Kilimli üretim ocaklarında işçilerin madene inmeyerek başlattıkları grev kana bulandı. İlgililerin ocağa inmeleri yolundaki uyarılarını dinlemeyen işçilerle jandarmalar arasında çıkan çatışmada 2 işçi öldü, 12 işçi ile 12 er çeşitli yerlerinden yaralandı. Olaylar üzerine sıkıyönetim ilan edildi.

 30 Mart 1965'de OECD Türkiye'ye 70 milyon dolarlık (630 milyon lira) kredi açmaya karar verdi. Kredinin, Türkiye'nin dış borçlarının ödenmesini kolaylaştırmakta kullanılacağı belirtildi. 4 Mayıs 1965'de OECD, Türkiye'nin bu yıl 5 yıllık kalkınma planının uygulanmasında kullanması için Batı ülkelerinden 335 milyon dolar kredi alacağını açıkladı. 27 Temmuz 1965'de Beş Yıllık Planı "çok mükemmel" bulan Türkiye'ye Yardım Konsorsiyumu 400 milyon dolarlık yardım yapılmasını kararlaştırdı. 

Bu yardımın 200 milyon dolarını ABD verecekti.

1965 genel seçimlerine gidildiğinde Türkiye, son beş yılda bir ihtilal, iki ihtilal girişimi, dört koalisyon hükümeti görmüştü. Bu, henüz başlangıçtı.

1965 GENEL SEÇİMLERİ: "Demokrasi Gelecek, Hesap Sorulacak!"

10 Ekim 1965 genel seçimleri, sonuçları açısından 14 Mayıs 1950 seçimleri kadar ilginç sayılabilir. Meclisteki 450 sandalyeden 240'ı AP'nin olmuş, CHP 1961'deki 
oy sayısını bile koruyamamış, oyların ancak % 29'unu alabilmişti. Ama bunların dışında parlamentoda bir “yenilik” de vardı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) oyların %3'ünü alarak 15 milletvekili ile meclise girmişti. 11 Kasım 1965'de birinci Demirel Hükümeti TBMM'de 172 red oyuna karşılık 252 oyla güven oyu aldı.

    1965 - 1970 dönemini, AP'nin “önlenemeyen yükselişi” olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. 5 Haziran 1966'da 23 ilde yapılan senato kısmi seçimleri ile 1 ilde yapılan milletvekili seçimini AP açık farkla kazandı. Olaylı geçen ve çıkan kavgalarda 15 kişinin öldüğü, 50 kişinin yaralandığı 2 Haziran 1968 kısmi senato seçimlerinde de AP 38, CHP 13, GP 1, MP 1 senatörlük çıkarmış, ayrıca açık bulunan 5 milletvekilliği için yapılan seçimde AP 5 milletvekilliğini de kazanmıştı.

   Bu sonuçlara Paralel olarak bu dönemde sanayi yatırımlarının hızla arttığına tanık oluyoruz. Tunçbilek Termik Santralı ek tesisleri, Keban Barajının yapımına başlanması, Kütahya Suni Gübre Fabrikası ek tesisleri, Ankara Çimento Fabrikası ek tesisleri, Karadeniz Çimento, Bursa Çimento'nun üretime geçmesi, Netaş'ın kurulması, ilk ticari otomobil “Anadol” un üretimi, Ankara Televizyonu'nun deneme yayınına başlaması, Çinkur A.Ş.'nin kurulması, bu döneme rastlar. (Bunlardan Karadeniz Çimento 1991 yılında Uzan Grubu'na satılmış, Çinkur, 2002'de özelleştirilmiştir.) Öte yandan 1963'de kurulmaya başlanan “ 

Komünizmle Mücadele Dernekleri ”nin sayısının 10'dan,  1968'de 141'e ulaştığını, 1965 - 1971 arasında açılan yeni İmam Hatip okulları sayısının 46 olduğunu görüyoruz. 1968'de seçim sisteminde “ Milli Bakiye ” kaldırılarak daha az sayıda Oy alan Partilerin TBMM'de temsil edilmeleri engellendi. 1965 seçimlerinde oy oranı %3 olan Türkiye İşçi Partisi, 15 milletvekili ile  meclise girmeyi başarmıştı. 1969 genel seçimlerinde oy oranı %2,68 olan TİP, meclise ancak 2 milletvekili ile girebilecekti.

   Rahatsızlığı giderek artan Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, 2 Şubat 1966'da ABD Başkanı Johnson'un " Mavi Kuş " adlı özel uçağı ile tedavi için Amerika'nın Washington  kentine gitti.

   28 Mart 1966'da TBMM Genel Kurulu'nda, Sağlık Kurulunun Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in görevini yapmasına tıbben imkan olmadığı yolundaki raporun okunup onaylanmasından sonra kontenjan senatörü Cevdet Sunay, Cumhurbaşkanlığa seçildi. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, müebbet hapse mahkum üçüncü Cumhurbaşkanı  Celal Bayar'ı 8 Temmuz 1966'da Anayasa'nın 97. maddesine dayanarak affetti. Türkiye'nin dördüncü Cumhurbaşkanı ve 27 Mayıs ihtilalinin lideri Cemal Gürsel, 219 gün  süren komadan sonra Ankara Gülhane Hastanesi'nde 14 Eylül 1966 sabahı saat 6.45'de hayata gözlerini yumdu. 

... ve bitmeyen çilemiz: "Avrupalı" olmak

^^ O günlerdeki bazı gazetelerden alıntılar [9, 10, 11]:

(   7 Aralık 1967

"Ortak Pazar'da bize güçlükler çıkarıldı. Türkiye ile Ortak Pazar ülkeleri Ortaklık Konseyi'nin son toplantısında, Ortak Pazar'a dahil altı ülkenin 
Türkiye'den indirimli gümrük tarifesine tabi 12 yeni kalem ihraç maddesi alması kabul edildi. Ancak Fransa, İtalya ve Hollanda zeytinyağı ihracatımız konusunda Yunanistan'a büyük avantajlar sağlandığı halde aynı avantajın Türkiye'ye sağlanmasını ertelettiler. Bu nedenle zeytinyağının Ortak Pazar üyesi ülkelere ihracı meselesi sonuca bağlanmadı."  ) 
 (  14 Eylül 1969
"Ortak Pazar geçiş dönemi için yeşil ışık yaktı. Ortak Pazar Türkiye Ortaklık Komisyonu, 4 yıllık dönem raporunda Türkiye'nin ekonomik ve ticari durumunu  eleştirdikten sonra komisyonun birleşik oturum çalışmalarında Türkiye'nin Ortak Pazar üyeliğinin ikinci ortaklık dönemine (geçiş dönemi) girmesine karar verildiğini açıkladı."   ) ^^

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 3

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 3


   Adım adım ihtilale doğru28 Nisan 1960'da İstanbul Üniversitesi'nde I. sınıf amfisinde kurulan Tahkikat Komisyonu'na gönderme yapıp, ''Hukukun
bittiği yerde hukuk okunmaz'' şeklinde ateşli bir konuşma yapan hukuk öğrencisi Nuri Yazıcı kürsüden iniyor, binlerce öğrenci arkasından yürüyerek orta bahçeye çıkıyordu. Orta bahçe tıklım tıklım dolu, heykelin önünde İstiklal Marşı söyleyen gençlerin üzerine, polis cipi hışım ile  sürülüyor, eli tabancalı polisler büyük hukukçu İstanbul Üniversitesi  Rektörü Prof. Dr. Sıddık Sami Onar'ı tartaklıyorlar, yerlerde sürüklüyorlar, Beyazıt Meydanı'nda atlı polisler gençleresaldırıyordu. Bu olaylarda Orman Fakültesi  öğrencisi 20 yaşındaki Turan Emeksiz kurşunlara hedef oldu, yaşamını yitirdi. Yüzlerce üniversiteli 
genç yaralandı. 5 Mayıs 1960'da da Ankara, öğrencilerin DP iktidarını protesto gösterilerine sahne oldu.




555 K Olayları (beşinci ayın beşinci günü saat beşte Kızılay'da) olarak tarihe geçen bu gösterilerde göstericiler arasında sivil giyinmiş çok sayıda genç subay da vardı. 
Bu olaylarda Başbakan Adnan Menderes'in yurtdışından dönüşünde aracının yolu kesildi, Adnan Menderes tartaklandı.

14 Mayıs 1960 günü Ankara çevresinden geldikleri anlaşılan çember sakallı, kasabalı görünümlü kalabalıklar Kızılay'a doluşmaya başladı. Böyle bir güruhun gözlerine kestirdikleri gençleri hırpaladığı haberini alınca genç süvari subayları Kızılay'a inerek gençlerin yanında yer aldılar. 21 Mayıs 1960 günü ise Ankara, halkın alkışları arasında Harp Okulu öğrencilerinin DP aleyhine gösterilerine sahne oldu.

Ve DP iktidarı, 27 Mayıs 1960 ihtilali ile son buldu.

27 MAYIS İHTİLALİ: " Ordu - gençlik El Ele!"




27 Mayıs 1960 günü Türk Silahlı Kuvvetleri DP iktidarını devirerek, yönetimi fiilen eline aldı. Cumhuriyet tarihinin en önemli dönemeçleri arasında olan bu olayla 10 yıllık"demokrasi denemesi" son buluyordu. Celal Bayar, Adnan Menderes ve DP ileri gelenleri tutuklandılar. Halk bu olayı sevinçle karşıladı. Orduya sevgi gösterilerinde bulunuldu.
Cemal Gürsel Devlet Başkanlığına getirildi. TBMM'nin yetkileri feshedildi, anayasanın bazı maddeleri geçersiz sayıldı. Onun yerine 12 Haziran 1960'da kurulan Milli Birlik Komitesi (MBK) tüm yetkiyi eline aldı. 38 üyeden oluşan MBK ülkeyi fiilen yönetmeye başladı.




   3 Ağustos 1960'da 235 general ve amiral emekliye sevk edildi. Bu olay 'Eminsular' adıyla anılır. 27 Ekim'de Üniversite öğretim üyelerinin affına ve yer 
değiştirilmelerine dair kanun kabul edildi. Sonradan 147'ler olarak adlandırılacak olan 147 öğretim üyesi görevlerinden uzaklaştırıldı. Günler geçtikçe MBK içinde 
çelişkiler artıyordu. Bu çelişkilerin sonucunda MBK üyesi 14 subay ordudan uzaklaştırılarak, yurtdışına " Müşavirlik " adı altında sürgüne gönderildiler. 14'ler adı verilen bu subaylar arasında Alpaslan Türkeş, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı, Münir Köseoğlu, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Şefik Soyuyüce, Fazıl Akkoyunlu, Rıfat Baykal, Dündar Taşer ve Numan Esin gibi isimler vardı.

   14 Ekim 1960'da DP'li yöneticilerin yargılandığı Yassıada mahkemesi başladı. Bu mahkemeler 203 celse sürmüş, 529 sanık, 1063 tanık dinlenmiştir. 
15 kişi ölüm cezası, 31 kişi müebbet hapis, 418 kişi muhtelif cezalar almış, 123 kişi ise beraat etmiştir. MBK, 15 ölüm cezasından 4'ünü onaylamamış, Celal Bayar'ın cezası yaşından dolayı hapse çevrilmiş, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun idamları ise onaylanmıştır. Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan hakkındaki karar İmralı Adası'nda 16 Eylül 1961'de yerine getirildi. Üçüncü idam mahkûmu devrik Başbakan Adnan Menderes, Yassıada'da intihar girişiminde bulunduysa da kurtarıldı. Hükmün infazı için iyileşmesi beklendi ve ertesi gün, 17 Eylül 1961'de idam edildi. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir başbakan idam ediliyordu.

Demokrasiye geçiş ve sivil yönetim konusunda gerek yurtdışından, gerekse yurtiçinde baskılar artmaya başladı. Yeni bir anayasanın oluşturulması ve ülkenin yeniden seçime götürülmesi göreviyle Kurucu Meclis oluşturuldu. Siyasi arena, Kurucu Meclis'in işbaşı yapmasıyla hareketlendi. 11 Şubat 1961'de eski
DP'lilerin kurduğu Adalet Partisi (AP), 13 Şubat 1961'de de Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruldu.

Bu arada ordu içindeki terfi ve tayinlerde hükümetin fazlaca etkin olması, ordu içinde huzursuzluk yaratmaya başladı. 6 Haziran 1961'de ordu içindeki Silahlı Kuvvetler Birliği, ihtilalin lideri Cemal Gürsel'e bir muhtıra verdi. Muhtırada görevden alınan Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel'in göreve iadesi istendi. 
    8 Haziran'da İrfan Tansel Hava Kuvvetleri komutanlığına döndü.
    9 Temmuz 1961'de halk oyuna sunulan yeni anayasa %65 evet, %35 hayır oranıyla kabul edildi. Bu anayasa cumhuriyetin en demokratik ve özgürlükleri genişletenanayasası olarak bilinmektedir.


< 6 Haziran 1961'den itibaren Türkiye yeni bir döneme girmişti. Kutuplar İnönü'nün güdümündeki Çankaya Köşkü ile Harp Okulu'ndaki Aydemir'in Komutanlık Odası arasında geriliyordu. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'ın beraberlikleri 6 Haziran 1961'de meyvesini verdi ve 8,5 ay fiilen, 1 yılı aşkın bir süre dolaylı olarak, etkileri  ise yaklaşık 20 yıl sürecek ve ancak 12 Eylül 1980 darbesinde ortadan kaldırılacak, "genç subaylar demokrasisi"ni yaşattı Türkiye'ye.
Öner Gürcan [4] >

1961 Anayasasına göre yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu' ndan kuruludur. Millet Meclisi , genel oyla seçilen dört yüz elli milletvekilinden kuruludur. Cumhuriyet Senatosu ise üç çeşit üyeden oluşmuştur.

Yüzelli adet olan birinci grup üyeler halk tarafından seçilir. Onbeş adet olan ikinci grup üyeler ise Cumhurbaşkanınca seçilir. Bu iki grup üyelerin görev süresi altı yıldır.  Ancak Cumhuriyet Senatosu seçimleri altı yılda bir değil, iki yılda bir yapılır. Her seçimde, Cumhuriyet Senatosu üyelerinin üçte biri yenilenir. 
Üçüncü grup üyeleri ise ömür boyu görev yapar. Anayasa bunlara “tabii üyeler” demektedir. Bunlar da kendi içinde iki gruba ayrılır. 
    Bunlardan birincisi 13 Aralık 1960 tarih ve 157 sayılı Kanunun altında adları bulunan Millî Birlik Komitesi başkan ve üyeleridir.
İkincisi ise eski Cumhurbaşkanlarıdır. (Senato, 1982 Anayasası ile kaldırılacaktı.)


<   Cumhuriyetin nitelikleri konusunda 1961 Anayasası, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunundan oldukça farklıdır. 1924
    Teşkilât-ı Esasîye Kanunu 2'nci maddesinde devletin temel nitelikleri olarak cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık sayılmıştır. 1961 Anayasası bu altı ilkeden halkçılığı, devletçiliği ve inkılapçılığı kabul etmemiştir. Milliyetçilik ilkesini ise “ Millî Devlet ” olarak değiştirerek kabul etmiştir.
     Anayasa bunların yanında, “insan haklarına dayanan devlet”, “Demokratik Devlet”, “Sosyal Devlet”, “ Hukuk Devleti” gibi yeni temel ilkeler kabul etmiştir. 
Bu ilkelerden hukuk devleti ilkesi gibi bazılarının temelleri eski Anayasalarımızda mevcuttur. Ancak sosyal devlet ilkesi tamamıyla bu Anayasanın bir yeniliği dir.
  Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku [5] 1961 Anayasası, 27 Mayıs askeri harekatının ''beraatı'' dır. Bu anayasa Türk toplumunun binlerce yıllık tarihi içinde yarattığı en ilerici anayasadır. 
Dr. Alev Coşkun,
1961 Kurucu Meclis Üyesi [6] >


  1961 Anayasasının, ancak %65 "evet" ile kabul edilmesi dikkat çekicidir. Bu oran, 1981 anayasasının niteliği ve kabul oranıyla karşılaştırıldığında, iki halk oylamasının  yapıldığı ortamdaki demokratikliğin bir göstergesi olabilir mi diye düşünüyor insan. Ülkenin, 1960 ihtilalinden sonra yaşayacağı genel seçimlere giderken ABD ve Avrupa ile ilişkilerinde fazlaca değişen birşey olmamıştı. ABD'nin Ocak 1961'de yaptığı 43 milyon dolarlık yardımla birlikte 27 Mayıs'tan beri yapılan yardım tutarı 279 milyon doları bulmuştu. 17 Şubat 1961'de Türk ve Alman İş ve İşçi Bulma Kurumları arasında anlaşmaya varıldı. 105 kişilik ilk Türk işçi kafilesi Almanya'da bir inşaat firması tarafından işe alındı. 2 Haziran 1961'de Almanya'nın Türkiye'ye vereceği 200 milyon mark tutarındaki kredi ile ilgili anlaşma imzalandı.

   Ancak ülkenin onurunu kurtarma çabaları da gözden kaçmıyor: 30 Mayıs 1961'de DP iktidarı döneminde yabancı bankalara rehin edilen altınlarımızdan kurtarılan 4 tonluk ilk parti Londra'dan yurda getirildi. Altınlar 1955 - 56 yılları arasında rehin edilmiş, rehindeki toplam 85 ton altının büyük bölümü ABD, İngiltere ve Fransa'da 
bulunuyordu.

1961 GENEL SEÇİMLERİ: İlk koalisyon(lar) dönemi 15 Ekim 1961'de yapılan genel seçimlerde CHP umutluydu. DP'nin 27 Mayıs'ın altında ezilip yokolduğu düşünülüyordu. 
Ama beklenen gerçekleşmedi. Seçimlerde yaklaşık 10,5 milyon oy kullanılmıştı. CHP ancak %36,7 oy alabilmişti. DP'nin yerine kurulan AP ise seçimlerden %34,8 ile  başa baş çıkmıştı. 450 üyeli mecliste CHP 173, AP 158 milletvekiline sahip olmuştu. CHP açısından senato üyeliklerinde durum daha da vahimdi. 

   150 Üyenin 71'ini AP, 36'sını CHP almıştı.

Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümeti, İnönü'nün deyimiyle "Karma Hükümet", CHP ile AP tarafından kuruldu. 26 Ekim 1961'de de Türkiye'nin
dördüncü Cumhurbaşkanlığı'na, ihtilal lideri Cemal Gürsel seçildi. 22 Şubat 1962'de Ankara'da Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir'in başlattığı ayaklanma girişimi, hükümet ve cumhurbaşkanı ile yapılan anlaşma ile sonuçlandı. Ertesi gün, 22 Şubat direnişine katılan genç subaylar emekli edildiler. Harp Okulu öğrencileri de 1 ay zorunlu izne gönderildiler.

   10 Mayıs 1962'de "Asker kişiler tarafından 22-23 Şubat 1962 olayları dolayısıyla veya daha evvel bu olaylara esas teşkil edebilecek mahiyette işlenen fiil ve hareketler için ceza kovuşturması yapılmaması hakkındaki kanun" kabul edildi. Bu kanunla Talat Aydemir ve arkadaşları affedildiler. 22 Mayıs 1962'de CHP ile AP  arasındaki "af" tartışması sertleşti ve 30 Mayıs 1962'de İnönü, AP'nin af ile ilgili tutumu üzerine istifa etti. CHP-AP Koalisyonu çekildi. 
   2 Haziran 1962'de İnönü, yeniden kabineyi kurmakla görevlendirildi. Çok çetin geçen görüşmelerden sonra dönemin ikinci koalisyonu,  CHP-YTP-CKMP Koalisyonu kuruldu. 9.
   İnönü Kabinesi (2. Koalisyon Hükümeti) 134 red, 4 çekimser oya karşın 259 oyla güvenoyu aldı.

  < Seçimler bilindiği gibi sonuçlanınca Milli İrade'nin tam olarak gerçekleşmediği inancına varmıştık. Bu anda Türk Silahlı Kuvvetleri içinde fikir ayrılığı belirmeye başladı. Kanaat o idi ki, memleketin muhtaç olduğu ekonomik ve sosyal reformlar ilmi tarzda değil, gelişigüzel uygulanacak ve siyasi kavgalarla memlekette 27 Mayıs'tan 
öncesine nispetle daha gergin bir hava yaratılacaktı…
Talat Aydemir Ve Talat Aydemir Konuşuyor [7]
22 Şubat 1962 olaylarından hep Talat Aydemir'in başlattığı 22 Şubat İhtilali diye bahsedilir. Oysa 22 Şubat günü yaşananlar, ihtilalci subayların bir oldu bitti ile bulundukları yerden sürülmeleri amacıyla yürütülen ve bizzat İnönü tarafından başlatılan bir karşıdevrimdir.
Öner Gürcan [4] >

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL'E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 2

KURTULUŞTAN 12 EYLÜL'E YAKIN TARİHİMİZE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 2























http://www.68liler.org/belgeler/12Eylul_Kitap.pdf

ÖNSÖZ

   12 Eylül askeri darbesinin 25. yıldönümünde bu yazının amacı, Cumhuriyetin ilanından hareket edip zaman içinde bir yolculukla 12 Eylül 1980'e ve oradan
günümüze gelmek, bu kısa yolculukta Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve dış politikasına yönelik alınan kararlar arasında dikkat çekici unsurları vurgulamak.

   Bir ümmetten millet yaratmış, yokluk içindeki bir ülkeyi yeniden kurmuş, halkı yanına alarak Kurtuluş Savaşı ile ülkenin bağımsızlığı için ölümü göze almış,
meydanlarda kazanılan zaferden sonra da aydınlığın ve uygarlığın yolunda savaşmaya devam etmiş büyük devrimci Kemal Atatürk'ün anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Nermin FENMEN (CHE'80)
Ankara, Ağustos 2005

Bir Cumhuriyet kuruluyor

1924 - 1938 yılları arasında TBMM'de yasalaştırılan konulara baktığımızda Cumhuriyet Türkiyesi'nin en büyük düşmanının bağnazlık, en önemli hedefinin ise eğitim, eğitimin de en önemli dayanağının kadın olduğu bilinciyle hareket edilmiş olduğunu görüyoruz.

1924'de Yeni Anayasa (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) kabul edildi. 1928'de Anayasa değişikliği yapılarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti, laik bir devlet haline getirildi. 
1937'de ise TBMM'nin aldığı bir kararla, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na: "Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, devrimcilik" ilkeleri kondu, yani Cumhuriyetin altı oku. Bu ilkelerin pekiştirilmesine yönelik aşamalara göz atalım.




    Eğitimde Seferberlik alanında 1924'de eğitimde birlik sağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu, 1926'da Milli Eğitim Bakanı Mustafa Nejat tarafından açılan "Köy Muallim Mektepleri"ni, 1928'de "Millet Mektepleri"ni ve yeni Türk Harfleri'nin kabul ve uygulanmasıyla ilgili yasanın yürürlüğe girdiğini görüyoruz. Atatürk'ün emriyle 1931'de Türk Tarih Kurumu, 1932'de Türk Dil Kurumu kuruluyor. (Her iki kurum da 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kapatılacaktı).

   Kadının bu süreç içinde yerini almasında cesur adımlar atılıyor. 1926'da kabul edilen Medenî Kanun ile Türk kadını medenî haklara kavuşuyor, çok evlilik yasaklanıyor. Türk kadınına 1933'de köy ihtiyar heyetlerine, 1934'de de milletvekili seçme ve seçilme hakkı veriliyor.

   Cumhuriyet devrimlerinin pekiştirilmesinin önündeki en önemli engel olan bağnazlığın yokedilmesi gerekiyor. 1924'de hilafet kaldırılıyor. Halife ve Hanedan yurtdışına sürülüyor. (Bu kanunun 2, 3, 4 ve 5. maddeleri 15.5.1974 tarih ve 1803 sayılı Genel Af Kanunu ile kaldırılmıştır.) Şer'iye Mahkemeleri kaldırılıyor. 1925'de ise dinin siyasete alet edilmemesi hakkındaki kanun kabul ediliyor, tekke, zaviye ve türbeler kapatılıyor.

   Ve 1932'de cesur bir adım daha atılıyor: Ezan Türkçe okunmaya başlanıyor. Türkçe ezan okunması konusu, Meşrutiyet dönemindeki bazı aydınlar tarafından da  dile getirilmişti.
Ziya Gökalp (1876 - 1924), Vatan başlıklı şiirinde buna değinmektedir: 

"Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur, 
Köylü anlar manasını namazdaki duanın.
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur, 
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın. 
Ey Türk oğlu, İşte senin orasıdır Vatanın."

Aynı yıllarda ekonomik yönden ve dış ilişkilerimizde meydanlarda kazanılan tam bağımsızlığın pekiştirilmesine çalışıldığına tanık oluyoruz. 1926'da yerli sanayinin
desteklenmesi amacıyla 'Yerli Kumaştan Elbise Giyilmesine Dair Kanun' yürürlüğe giriyor.

1929'da Anadolu-Bağdat, Mersin, Tarsus, Adana demir yolları ile Haydarpaşa Limanı Devletçe satın alınıyor. 1930'da Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu kabul ediliyor. 1931'de ithalat sınırlamaları sistemine ilişkin kanun ile Gümrük Muhafaza Genel Komutanlığı kurulmasını öngören kanun kabul ediliyor.1933'de Sümerbank, 1935'de Etibank kuruluyor. 1938'de KİT'lerin kurulmasına önayak olan "Sermayesinin Tamamı Devlet Tarafından Verilmek Suretiyle Kurulan İktisadi Teşekküllerin Teşkilatıyla  İdare ve Murakabeleri Hakkındaki Kanun" yayınlanıyor.

Dış ilişkilerde tam bağımsızlık süreci devam ettiriliyor. 1936'da Montreux Boğazlar Sözleşmesi imzalanıyor, Boğazlar tümüyle Türk egemenliğine geçiyor. Aynı yıl Türk Hükümeti, Fransız Hükümeti'ne bir nota vererek Antakya ve İskenderun sancağına bağımsızlık verilmesini istiyor. 1937'de Hatay'ın bağımsızlığı, Milletler Cemiyeti  tarafından kabul ediliyor.

1940 - 1946 dönemi: İlk Ekonomik tavizler;

1940 ile, Cumhuriyetin ilk muhalefet partili seçimlerinin yapıldığı 1946 arasında eğitim seferberliğinin sürdürüldüğünü görüyoruz. 17 Nisan 1940 da Köy Enstitüleri  kuruluyor. 1942'de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açılıyor. 1946'da Köy Enstitülerinin sayıları 21'e ulaşıyor. Aynı dönemde Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk işçi  hareketlerine, sendikalaşma hareketlerine tanık oluyoruz. 20 Şubat 1947'de işçi ve işveren sendikalarının kurulmasına ilişkin yasa kabul ediliyor.

Ulusal ekonomiye yönelik adımların sürdürülmesi kapsamında 18 Ocak 1940'da yayınlanan Milli Koruma Kanunu'nu görüyoruz. Bu kanun ile Devlet'in ekonomideki ağırlığı daha da sistemleştirilmiş, daha önce TBMM yetkisinde olan KİT'lerin kuruluşu Bakanlar Kurulu'nun yetkisine bırakılmıştır. Böylece, hükümet her türlü alanda,  her türlüticari ve endüstriyel işletme kurma, hatta gerekli gördüğü özel sektör işletmelerine elkoyabilme ve bunları işletme imkanına sahip olmuştur.

Ancak ekonomik durum, savaş yıllarının da etkisiyle iç açıcı olmaktan uzaktı. Devletin, öngördüğü yatırımlar için kaynağa gereksinimi vardı. 
1941'de özellikle gayrimüslim ticaret erbabını hedefleyen "varlık vergisi" kanunu çıkartıldı. Uygulama 1,5 yıl sürdü. Ödeme yapmayanlar çalışma kamplarına gönderildi. 

Halkın tepkisinin yoğunlaşması nedeniyle uygulamadan vazgeçildi. Kaynak yaratma çabalarının yoğunlaştığı bir zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun Kapitülasyonlar döneminden bu yana ekonomik bağımlılığının giderek arttığı ve Kurtuluş Savası öncesinde fiili toprak işgaline dönüşen

Avrupa Devletleri ile ilişkilerin yerini ABD ile ilişkilerin almaya başladığına tanık oluyoruz:

1941'de ABD, 2. Dünya Savaşı süresince "ABD Başkanı'nın uygun göreceği herhangi bir maddi veya manevi karşılık" ile ödenmek koşuluyla ABD'den silah yardımı yapılmasını öngören " Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu "ndan (Lend-Lease Act) Türkiye'nin de yararlanmasına karar veriyor. 23 Şubat 1945'de Türkiye-ABD ikili yatırım antlaşması imzalanıyor. 1946'da Amerika ile askeri yardım antlaşması imzalanıyor, ABD Donanmasına ait Missouri savaş gemisi İstanbul'a geliyor. 
Gemi, Amerika'da ölen elçimiz Münir Ertegün'ün tabutunu taşıyordu. Bu, basit bir ziyaret olmayıp, Türk-ABD ilişkileri için jest olarak algılanır. 
Bu ziyaretin ardından Hükümet, ABD'den 500 milyon dolar kredi istemiştir.

Bu dönemde siyasi arenada hareketlilik gözlüyoruz. 7 Eylül 1944'de başlayan ve aralarında Reha Oğuz Türkkan, Fethi Tevetoğlu, Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan 
ve Alpaslan Türkeş gibi isimlerin bulunduğu "Irkçı-Turancılar Davası"nın 10 sanığı, on yıla kadar çeşitli hapis ve sürgün cezaları alıyor. 148. Maddeye muhalefet ile yargılanan Alparslan Türkeş 9 ay 10 gün hapse mahkûm ediliyor. Karar temyiz ediliyor ve Askerî Temyiz Mahkemesi kararları esastan ve usulden bozuyor, sanıklar 26 Ekim 1945 tarihinde tahliye ediliyor. 4 Aralık 1945'de ise dönemin en tanınmış ve sol eğilimli gazetelerinden "Tan" gazetesi ve matbaası kışkırtma sonucu öğrencilerce basıldığını, gazete ve matbaanın tahrip edildiğine tanık oluyoruz.

    7 Ocak 1946'da Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi isimlerden oluşan bir grup CHP'den ayrılarak, Demokrat Parti'yi kuruyor. Cumhuriyet tarihinin ilk "parti kapatma"  davası da bu döneme rastlar: 23 Mart 1946'da Türk Sosyal Demokrat Partisi kapatılır.

1946 SEÇİMLERİ: Eğitimde ”karşı devrim” süreci başlıyor

    Cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet partili seçimi, 21 Temmuz 1946'da yapıldı. CHP 396, çiçeği burnunda DP ise 61 milletvekili çıkardı. Eğitim, siyaset, ekonomi  ve dış ilişkiler konularında kronolojik gelişmeler, Cumhuriyet devrimlerinde bir değişim sürecine girdiğimizi gösteriyor. 

    1926'da Köy Öğretmen Okulları'nın açılmasıyla, ardından 1940'da Köy Enstitülerinin kurulmasına ilişkin yasa ile sürdürülen eğitim seferberliğinin 
ardarda yara almaya başladığına tanık oluyoruz: 1947'de aynı yıl içinde önce Köy Enstitüsü öğrencilerinin enstitü yönetiminde söz sahibi olmalarına son veriliyor,  kız ve erkek öğrenciler ayrılıyor, ardından Yüksek Köy Enstitüsü kapatılıyor. 
    Bunlar yerine 1949'da ilk İmam Hatip Kursları açılıyor. Aynı yıl içerisinde din dersleri 4 ve 5. sınıflarda seçmeli okutulmak üzere eğitim öğretim müfredatına konuyor, Ankara Üniversitesi bünyesinde İlahiyat Fakültesi açılıyor. 1 Mart 1950'de türbelerin açılmasına ilişkin yasa kabul ediliyor.




1941'de ABD ile başlayan yakın ilişkilere göz atacak olursak, bu dönem içinde 24 Kasım 1946'da bir ABD filosunun İzmir'e geldiğine, 1947'de Türkiye'nin IBRD 
(International Bank for Reconstruction and Development / Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası) veya kısa adı ile Dünya Bankası'na üye olduğuna ve 12 Mart 1947'de Cumhuriyet tarihi içinde ilk ABD yardımının gerçekleştiğine tanık oluyoruz. 2 Mayıs 1947'de de yine İstanbul'a gelen bir ABD filosunun komutanıyla görüşmek için Başbakan İnönü, Ankara'dan İstanbul'a gidiyor. 4 Temmuz 1948'de ABD ile Ekonomik İşbirliği Anlaşması imzalanıyor, hazır üye olmuşken 8 Ekim 1948'de Dünya Bankası'ndan 50 milyon dolarlık kredi alınmasıiçin girişimde bulunuluyor.

Bu arada Avrupa, boş durmuyordu. 2. Dünya Savaşı'nın dışında kalmak için çabagösterse de Türkiye'nin, ABD ile ittifak halindeki Avrupa devletlerince savaşa çekilmesi, taraf olmaya zorlanması için girişimler sürüyordu. Savaş yıllarının da etkisiyle gençTürkiye Cumhuriyeti'nin yoksulluğu, bu devletler için hala bir koz oluşturuyordu.
Türkiye'nin 3 Nisan 1948'de Avrupa Ekonomik İşbirliği'ne, 5 Mayıs 1949'da da AvrupaKonseyine katıldığını görüyoruz.

1950 GENEL SEÇİMLERİ: “Yeter, Söz Milletin!”

DP, 1950 seçimlerine büyük avantajlarla girdi. Yıllardır süren “Milli Şef” döneminin ardından DP, halk için büyük bir “umut”tu. DP, CHP'nin %39,5 oy oranına karşılık %53 ile daha düne kadar hemen tümü CHP'li milletvekilleriyle dolu olan parlamentoyu ele geçirmişti.

22 Mayıs 1950'de iktidarı resmen devralan DP, aynı gün Celal Bayar'ı cumhurbaşkanlığına çıkarttı. 2 Haziran 1950'de, Adnan Menderes Başbakanlığında oluşan DP hükümetinin ilk işlerinden biri de ordunun üst düzey görevlilerini tümüyle değiştirmek oldu.



   Bu dönemindeki uygulamalara kısa bir yolculuk yapalım: 16 Haziran 1950'de ezan yeniden Arapça okunmaya başlanıyor. 4 Kasım 1951'de ilkokulların ders 
programlarına din dersleri alınıyor.

1951'de aynı yıl içinde Ankara, İstanbul, Aydın, Isparta, Maraş, Konya, ve Kayseri'de imam-hatip okulları açılıyor.

Köy Enstitüleri 1954'de çıkarılan bir yasayla kapatılıyor.

1950 - 1954 dönemi ABD'ye bağımlılaşma sürecinin hızla sürdüğü bir dönem olmuştur. Marshall Planı devreye sokularak 1947'de çıkarılan Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu,1951'de iyice pekiştirilerek aktif hale getirildi. Dünya Bankası'ndan ilk borçlar alındı. 1951'de bir ABD Mühendislik Grubu, İncirlik Hava Üssü'nün inşaatına başladı. ABD HavaKuvvetleri, üssün orta ve ağır bombardıman uçakları için kullanılmasını planlamıştı.

   İncirlik ilk kez, 1958'de ABD'nin Lübnan'a saldırmasında kullanılmıştır. 27 Haziran 1950'de ABD'nin savaşına destek için Kore'ye 4500 asker gönderildi. (Anayasaya göre savaş açma yetkisi ancak TBMM'ye aittir. DP ise, bu kararı Bursa'daki bir kabine toplantısında gizlice almıştır.) Savaşa karşı çıkan Barış Derneği yöneticileri tutuklandı.
Kore Savaşında 1298 şehit verecektik. ABD Senatörü Mac Carthy'nin "komünizmle mücadele dernekleri"nin Türkiye'de ilk kurulmaları bu dönemdedir. Ardından "1951 Tevkifatı" ile yüzlerce aydın, yazar, yurtsever tutuklandı, sürgüne gönderildi. Ve nihayet 18 Şubat 1952'de Türkiye NATO'ya üye oldu.

1954 GENEL SEÇİMLERİ: “Her Mahallede Bir Milyoner Yaratacağız!”

2 Mayıs 1954'de yapılan seçimlerde, DP oyların % 57'sini, meclisteki 541 sandalyenin de 503'ünü almıştı. 
İlk icraatlerden biri 30 Haziran 1954'de Seçim Kanunu'nda yapılan değişiklikle propaganda yapma özgürlüğünü, iktidar partisi lehine bozmak oldu. 
30 Haziran 1954'te Demokrat Partiye oy vermeyen Kırşehir ili, ilçe haline getirilerek cezalandırıldı. (1930 yılında CHP de, Silifke ilini Serbest Fırkaya oy verdiği için ilçe haline getirmiştir. Dolayısıyla bu uygulamanın eski örneği de vardır.)

6 Eylül 1955'de "Yunanlılar Atatürk'ün Selanik'teki evini yaktı"  kışkırtmasıyla tarihe 6-7 Eylül Olayları olarak geçecek katliamda İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde azınlıklara ait yerler, özellikle de Rumların oturdukları semtler yakılıp yıkıldı. Malları yağmalandı. 3 kişi öldü, 30 kişi yaralandı. Bu gelişmelerin ardından sıkıyönetim ilan edildi, yüzlerce ilerici, demokrat, aydın tutuklandı. (27 Mayıs İhtilali sonrası, olayların DP tarafından tertiplendiği iddiasıyla Yassıada Mahkemesi tarafından yargılanan yöneticiler çeşitli cezalara çarptırılmıştır.)



Takip eden yıllarda sayıları hızla artan İmam Hatip okullarına ek olarak 1956'da orta okullara din dersi konması süreci eklendi. 1960'da islam enstitüleri açıldı.
Dış politikada tavizler sürmekteydi: 1956'da İngiltere, Fransa ve İsrail Mısır'ı işgal ettiğinde Türkiye, Nasır'a karşı işgalci ülkelerin yanında yer alıyor, 
Cezayir'in 1957-58'de Fransız sömürgeciliğine karşı bağımsızlık savaşı desteklenmediği gibi Cezayir'in bağımsızlığı konusunda Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamada da çekimser kalıyordu.

1957 GENEL SEÇİMLERİ: “30 Yıl Sonra Türkiye Küçük Amerika Olacak!”

   27 Ekim 1957'de yapılan seçimlerde CHP oy oranını artırmış, DP'nin %48 oy oranına karşılık %41'i yakalamıştı. DP'nin kendi dışındaki siyasi güçleri tasfiye etme çabası artık açık saldırı haline gelmeye başladı. Bu uygulamalardan biri de 1958 yılında "Vatan Cephesi" adıyla yapılan uygulamadır. CHP'nin karşısındaki kişileri "vatansever" gören buanlayış çerçevesinde radyolarda isim listeleri yayınlanmaya başlandı.

18 Nisan 1960'da "Tahkikat Komisyonları" kuruldu. Tahkikat Komisyonları gazetelere ve matbaalara el koymak yetkisine sahipti. Ayrıca Komisyonlar, kararlarına karşı çıkankişileri hiçbir yargılamaya tabi tutmadan tutuklayıp 3 yıla kadar alıkoymak gibi çok tehlikeli yetkilerle donatılmıştı. TBMM'de iktidar milletvekillerine olağanüstü yetkilerveren bu komisyonların kurulması üzerine İsmet İnönü, DP'liler için ünlü sözü, "Sizi ben bile kurtaramam"ı sarfetmiştir.

    Bu arada 30 Ekim 1959'da sessiz sedasız, Anadolu topraklarında bir füze üssü kurulması kabul edildi. ABD, Türkiye'ye ilk nükleer başlıkların Şubat 1959 yılında konuşlandırıldığını belirtiyor. Bu gelişmelerden hiç haberi olmayan Türk kamuoyu, Türk topraklarında nükleer başlıklı Jüpiter füzelerinin yerleştirildiğini ancak Ekim 1962'de kopan ve dünyayı nükleer felaket eşiğine getiren Küba Füze Krizi ile öğrenmiştir. (Zamanında Akhisar füze üssünün montajında çalışmış olan George L. Smith'in anı ve fotoğrafları, "İbrahim 2" Jupiter füzelerinin 1961'de kurulduğunu belgelemektedir [3].)




3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***