Evet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Kasım 2017 Çarşamba

ALLAH'IM AKLIMIZA SAHİP OL, BU ŞEREFSİZLİĞİN HESABINI VERECEKLER


ALLAH'IM AKLIMIZA SAHİP OL,BU ŞEREFSİZLİĞİN HESABINI VERECEKLER,


Kimden: refhan irtem <rfhi...@gmail.com>
Tarih: 24 Ağustos 2010 18:15
Konu: Re: ALLAHIM AKLIMIZA SAHİP OL....................................
Kime: adam-gib...@googlegroups.com

BU ŞEREFSİZLİĞİN HESABINI VERECEKLER...DEDİ...

Siyasi iktidar bu gün Devlete  hükümet ediyorsa devlet olarak yaptıklarının kanıtıdır zaten. 
Devlete suçu atmak devletlik olsaydı başımızda bir devlet var diye düşünürdük. 
Demek ki başımızda devlet de yok Hanefi Avcı'nın kitabında ki gibi cemaatlerin eline geçmiştir.Bu da gösteriyor ki cemaatlerden emir alınıyor çünki devlet yok!


24 Ağustos 2010 06:42 tarihinde BİLGİ NOTU <blgnt...@gmail.com> yazdı:




Görüşmeyi Hükümet değil, Devlet yapar,


Erdoğan, “İktidar olarak hiçbir zaman terör örgütüyle veya temsilcileriyle masaya oturup görüşme yapmayız. Şu veya bu şekilde çeşitli kurumlarıyla bu tür bazı münasebetler gerekirse devlet onu kendisi yapar” dedi

Görüşmeyi hükümet değil, devlet yapar, Başbakan Tayyip Erdoğan, hükümet olarak hiçbir zaman terör örgütü veya temsilcileriyle masaya oturup görüşme yapmayacaklarını vurguladı. Show TV’de Siyaset Meydanı programına konuk olan Erdoğan “terör örgütünün eylemsizlik kararı ve buna bağlı olarak hükümetin ya da devletin terörist başı ile irtibat kurduğu” yönündeki iddialar anımsatılarak, “ Danışmanlarınızdan Yalçın Akdoğan’ın bir yazısı çok çarpıcıydı, ’ Evet hükümlü ile görüşme olmayabilir bir temas olabilir ’ şeklinde. Böyle bir temas var mı?” sorusu üzerine Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

DEVLET KENDİSİ YAPAR: Burada bir şeyi birbirine karıştırmayalım. Biz siyasi iradeyiz, siyasi iktidarız. Biz iktidar olarak, siyasi hükümet olarak hiçbir zaman bir terör örgütüyle veya temsilcileriyle masaya oturup görüşme yapmayız. Böyle bir şeyimiz bizim asla olmamıştır, yoktur, olamaz da. Şu veya bu şekilde çeşitli kurumlarıyla bu tür bazı münasebetler gerekirse devlet onu kendisi yapar. Burada bunu birbirine karıştırmamak gerekir.

BAZI KİLİTLERİ AÇMAK İÇİN: ( “Devlet kurumları” ile neyi kastettiğinin sorulması üzerine) Devletin İstihbarat kurumu vardır. Bu istihbari görevdir. İstihbari görev nedir, bazı kilitleri açmak içindir, çözmek içindir. Bunları yapar ama hiçbir zaman siyasi irade kalkıp da muhatap alıp masaya oturmaz, böyle bir şey olamaz. 

KİMSE BİZE YIKAMAZ: İstihbarat örgütlerinin görevi de nedir, ağırlıklı olarak zaten bu tür görevlerdir. Bunu yaparken de niçin yaparlar, bir çözüm kilidi açmak için yaparlar. Burada muhalefetin söylediği gibi arkadaşlarımın veyahut siyasi iradenin görüşmeler yaptığı, masaya oturduğu yani bu, ağır konuştum ama bu bir şerefsizliktir. Böyle bir şeyi kimse bize yıkamaz. Böyle bir şeyi ne ben, ne arkadaşlarım, ne benim bilgim dahilinde siyasi iradeden hiçbir kimse bugüne kadar yapmamıştır, yapamaz.

NASIL OLUR DA İNANMAZSINIZ: Burada örgütün kendini meşrulaştırma gayreti var. Bu meşrulaştırma gayreti içerisinde adeta bizi bir karşı taraf olarak masada gösterme gayretidir bu. Bunun da destekçileri ana muhalefettir, diğer muhalefet partileridir. Onlar da onlara meşruiyet kazandırmak için gayretin içerisinde bulunuyorlar. Nasıl olur da siz Kandil’deki adamın sözüne inanırsınız ama bu ülkenin Başbakanı’nın sözüne inanmazsınız. Bu gaflet değil, dalalet değil de nedir?




82’DE ‘HAYIR’ DEDİM: “ 12 Eylül 1982 Anayasasında oyunuzun Rengi neydi?” sorusu üzerine Erdoğan, “ İnancaksanız, ‘ Hayır’ dedim” karşılığını verdi.  

KILIÇDAROĞLU’NA ÇAĞRI: (CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “ Anayasa paketinde neden grev hakkı yok ” sözleri üzerine) Buradan çağrı yapıyorum. Bu konuda kararlıysanız gelin, biz Türkiye’de çalışanlar olarak işçi memur ayrımını kaldıralım. Kendilerine grev hakkını hep birlikte verelim.  

AVCI’YA YANIT: (Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın “ Haliç’te Yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabındaki iddialarla ilgili soru üzerine) Talihsiz bir iştir. Devlet memurunun bu tür bir eseri yazmasının nasıl olacağı konusunu bimesi gerekir. Bunun yasal mevzuat içinde kuralları var. Teftişten sonra konuyu bir yere İçişleri Bakanlığı’mız bağlayacaktır. Ben o iddiaların üzerinde durmam. 



CHP ve MHP’nin Dili Kandil’le örtüşüyor

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Van’da dün 15 bin kişiye seslendi. CHP ve MHP’ye yüklenen Başbakan Erdoğan, şunları söyledi: “Gördünüz değil mi?Dörtyol’da ortaya çıkan kirli ilişkiler dikkatinizi çekiyor değil mi? Kandil ile MHP’nin, Kandil ile CHP’nin dilinin nasıl örtüştüğünü görüyorsunuz değil mi? Terör örgütü burada dağlarda güvenlik güçlerimize vuruyor, Ankara’da CHP ve MHP hükümete vuruyor. Kandil’den iftira atıyor. CHP ve MHP terör örgütünün yalanlarına sımsıkı sarılıyor. Biz artık bu kirli oyunu bozmak istiyoruz.”
Konuşmasında, isim vermeden BDP’yi ayrımcılık yapmakla eleştiren Erdoğan, şöyle devam etti: “Şimdi ‘Kürtler’in temsilcisiyiz’ diyenler, yahu siz ne verdiniz, ne yaptınız? Siz sadece ayrımcılık yaptınız, hâlâ da ayrımcılık yapıyorsunuz. Baskıyla, terör estirerek benim halkımın hakları savunulmaz. Kim ne derse desin, ayrım yok.”




Mitingde Kürtçe Pankart

http://i.milliyet.com.tr/GazeteHaberIciResim/2010/08/24/fft16_mf794525.Jpeg

Erdoğan’ın Van mitinginde Kürtçe “ Ere ere hezar caran ere ” (Evet evet bin kere evet) yazılı pankart dikkat çekti. Başbakan mitingin ardından Ak Parti Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu’nun   babası Niyazi Türkmenoğlu adına yaptırdığı Niyazi Türkmenoğlu  Anadolu Lisesi’nin açılışını yaptı. Erdoğan açılışta halk oyunları ekibiyle bir süre halay çekti. Erdoğan'ı terletecek açıklama geldi

 Erdoğan'ı terletecek açıklama geldi




" Öcalan ile Hükümet Görüştü " iddiasını ortaya atan Karayılan sözlerinin arkasında. Karayılan'ın yeni iddiaları da var.
PKK’nın Kandil’deki lideri Murat Karayılan "Öcalan ile hükümet görüştü" iddiasını sürdürdü. Örgüt adına yapılan açıklamada "Türk devleti adına bazı yetkili organların hükümetin de bilgisi dahilinde Öcalan ile diyalog kurduğu" duyuruldu.

Karayılan’ın açıklamasının “kesinlikle doğru” olduğu iddiasında bulunun örgüt, Başbakan Erdoğan’ın MHP tabanından oy almak için bunu reddettiğiiddiasında bulundu.

Örgütün açıklaması PKK'ya yakın internet sitesinde yayınlandı. Açıklamada şöyle denildi:

“13 Ağustos'tan 20 Eylül’e kadar eylemsizlik sürecini ilan etmiştik. Gerekçelerden biri Türk devleti adına bazı yetkili organların hükümetin de bilgisi dahilinde Önderliğimizle geliştirmiş olduğu diyalogdur. Önderliğimiz hem kendisiyle gerçekleştirilen diyalogu hem de birçok STK ve şahsiyetlerin yaptığı ateşkes çağrılarını dikkate alarak hareketimize barışa bir şans verilmesi yönünde mesaj iletmiştir. Hareketimizin yönetimi bu çağrıyı değerlendirerek, İslam alemi için mübarek olan Ramazan ayını da dikkate alarak eylemsizlik sürecini kamuoyuna açıklamıştır.”

MHP’DEN OY ALMAK İÇİN GÖRÜŞMEYİ REDDEDİYOR!

Karayılan’ın Öcalan ile görüşme olduğu yönündeki ifadelerinin “kesinlikle gerçek” olduğunun vurgulandığı açıklamada ayrıca şöyle denildi:

“Erdoğan devletin bazı yetkililerinin Önderliğimizle diyalog içerisinde olduğu yönündeki açıklamayı bir iftira ve referandum sürecini etkilemeye dönük uydurulmuş bir yalan olarak tanımlamıştır. Murat Karayılan'ın yaptığı açıklama var olan bir süreci doğal bir biçimde ifade edilmesi olup kesinlikle doğru ve gerçektir. AKP hükümeti ve başbakan salt MHP tabanından oy almak için reddedici üslubuyla kendisini tarih karşısında büyük bir yalancı durumuna düşürmektedir.”



Karayılan: Devlet ateşkes talep etti,


PKK liderlerinden Murat Karayılan Fırat Haber Ajansı’na verdiği mülakatta eylemsizlik kararını zorlanarak aldıklarını söyleyerek “Türk devleti ve AKP hükümetine karşı büyük bir güvensizlik durumu söz konusudur” dedi. Karayılan ateşkes teklifinin de devletten geldiğini açıkladı. 

Karayılan eylemsizlik süreciyle ilgili açıklamasında bu kararın ayırd edici özelliğinin öncekilere kıyasla daha yoğun bir istem ardından gerçekleşmesi olduğunu belirterek, "Yani hem devletten yana, hem kamuoyunu önemli oranda temsil eden güçlerden yana daha yoğun bir istemin gündemleştirilmiş olmasıdır" dedi. 

" Devlet Öcalan’la Görüşerek Ateşkes talebinde bulundu"

Karayılan ateşkes sürecinin gelişiminde kritik aşamayı şu şekilde anlattı: 
"Tüm bunlarla beraber artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişmede devletin Önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak talep üzerine yeniden devreye girerek hem yapılan çağrıları ve hem devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak bir kez bir kez daha barışa ve demokratik çözüme şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi."

Taleplerini sıraladı

Karayılan karşılıklı ateşkesi aradıklarını söyleyerek taleplerini şu şekilde sıraladı: 
"Yani karşılıklı ateşkes yapılmalıdır. Ardından 14 Nisan’dan bu yana haksız yere tutuklanan sivil Kürt siyasetçileri ile barış grubu üyeleri serbest bırakılmalıdırlar. Bunların tutuklanması aslında her türlü tahrik ortamını oluşturmuştur. Çünkü hiçbir suçları olmadan tutuklanmışlardır. Sadece Kürt halkının iradeleşmesinin mücadelesini verdikleri için suçlanmışlardır. Bu nedenle bu haksızlık giderilmeden yumuşama ve uzlaşma ortamı gelişmez." 
Abdullah Öcalan’ın da çözüm sürecine aktif katılabilmesinin koşullarının yaratılmasını isteyen Karayılan, "Diğer bir husus ise, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde olmayan yüzde 10 seçim barajının aşağı çekilmesidir. Neden? Çünkü bu Kürtlere karşı bir tampondur. Bu baraj bunun için muhafaza ediliyor. Bu koşullar eğer gerçekleştirilirse, süreç bu biçimde kalıcı bir barışa doğru ilerleyerek sonuç alıcı bir sürece dönüşebilir" dedi. 

"AKP hükümetine karşı büyük bir güvensizlik söz konusu"

Bu kararı tartışırken zorlanarak karar aldıklarını söyleyen Karayılan, bunun nedenini ise şöyle açıkladı: 

"Çünkü Türk devleti ve AKP hükümetine karşı büyük bir güvensizlik durumu söz konusudur. Özellikle AKPnin çok demagojik bir biçimde hiçe sayma ve oyalama taktikleri ciddi bir güvensizlik ortamı doğurmuştur. Bu nedenle çözümün gelişeceğine dair ciddi kaygılar taşıyan arkadaşlarımızın bu karara katılım göstermesi kolay olmamıştır. Bir de ek olarak son dönemde gelişen olaylar vardır. Yandaş diye tabir edilen basın çevrelerinin tahrik edici üslupları, şehit cenazelerimize yapılan işkence uygulamaları Dörtyol ve İnegöl’de görüldüğü gibi halkımıza karşı geliştirilen sindirme politikaları ikna edilmeyi zorlaştıran hususlar olmuşlardır. Bu nedenle hamleye kalkışan güçleri ikna etmek kolay olmamıştır. Diğer bir husus da önderliğin gönderdiğin mesajın etkisidir."

"Hükümet yanlısı basın konuyu es geçti"

Aldıkları karar karşısında basının tutumunu değerlendiren Karayılan’ın AKP yanlısı basına yüklenmesi dikkat çekti: 
"Bu ateşkesi sıradan gösterme, bunun karşısında herhangi bir heyecan duymama tutumu da aynı çerçevededir. Türkiye’de 20’yi aşkın günlük gazete vardır. Bunlardan sadece tek bir tanesi manşet yapmıştır. Öbürleri ya vermemiş ya da çok sıradan basit bir olay gibi göstermiştir. Halbuki, Türkiye’nin gündemini belirleyen bir gelişmedir. Şurası bir gerçek ki önder Apo ve PKK hareketi artık Türkiye’nin gündemini belirleyen en önemli aktörlerden birisi durumundadır. Şimdi tüm Türkiye siyasetinin can simidi gibi yaklaştığı referandum süreci üzerinde en önemli etkiyi yapacak olan hareketin bizim hareket olduğu açık ortadadır. Özellikle de hükümet yanlısı basının konuyu es geçmesi ve hiçbir şey olmamış gibi göstermeye çalışması onların gazetecilik değil politika yaptıklarını ortaya koymaktadır. Bu kesim basın organları aslında gazetecilik mesleğine de ihanet etmektedirler. Çıkarlarına geldiği vakit ala bildiğine öne çıkarıyorlar. Çıkarlarına gelmediği vakit en önemli olayı bile sıradan gösterebiliyorlar. Bu üsluplarıyla sorunun çözümü değil çözümsüzlüğünde en önemli kesim bu olmaktadır."

Fethullahçı basına: Hani Ergenekonla ilintilendiriyordunuz?

"Şimdi ben hükümet yanlısı ve Fettuhlahçı basına şunu sormak istiyorum. Hani siz çeşitli karanlık güçlerle ilintilendiriyordunuz. Ne oldu? Hani siz sayfalar dolusu yorumlarla PKK’nin Ergenekon’la bağlantılı olarak AKP’yi zorlamak için eylem sürecini başlattığını, anayasa değişikliğini engellemek için başlattığını belirtiyordunuz. İşte PKK eylemsizlik ilan etti. Ne oldu da dut yemiş bülbül gibi sustunuz. Çünkü daha önceki iddialarınız ve yorumlarınızın hepsi temelsiz ve yalana dayalıydı. Gerçekle hiçbir alakası yoktur. PKK’nin aradığı kendi kimliği onurlu bir barış yapmaktır."
Karayılan: Savaşı sürdürseydik,



http://www.gundemmersin.com/haberler/resimler/orjinal/8J5V8E8H7S5V7X4M3P4W0A7H9N3W2D.gif

PKK liderlerinden Murat Karayılan, PKK’nin savaşı sürdürmesi halinde referandumda
Murat Karayılan, ANF’ye verdiği röportajın ikinci kısmı bugün yayınlandı. Karayılan röportajda, PKK’nin Türkiye’nin gündemini ve geleceğini belirlemede önemli bir konum kazandığını vurgularken, çarpıcı bir iddiada bulunduk: "Biz şu anda savunma savaşını etkili bir biçimde sürdürmüş olsaydık evetçilerin kaybedeceği kesindir."
Karayılan, PKK’nin Türkiye’nin gündemini ve referandum sürecinin sonucunu belirlemede önemli bir konuma geldiğini şu sözlerle ifade etti:
"Önderlik stratejik bir önderliktir genel çerçeveyi koyar. Ancak uygulamayı ise Kürt hareketi somutlaştırarak yapar. Şurası kesin ki hareketimiz Türkiye’nin gündemini belirlemede ve geleceğini de tayin etmede önemli bir konum kazanmıştır. Çeşitli çevreler bunu kabul etmeseler de gerçek budur. Dolayısıyla Türkiye siyaseti için önem kazanan referandum sürecinin belirlenmesinde hareketimizin rolü çok önemlidir."

Evet’çiler Kaybedecekti...

Murat Karayılan, bu konumun referandumun sonucunu tayin edecek noktaya geldiğini savundu ve alınan eylemsizlik kararı sürece etkisini şöyle değerlendirdi:
"Neredeyse sonucu tayin edecek bir düzeye gelindiği açık ortadadır. Eğer biz şu anda savunma savaşını etkili bir biçimde sürdürmüş olsaydık evetçilerin kaybedeceği kesindir. Bizim eylemsizliği ilan etmemiz bir denge oluşturmuş durumdadır. Aynı zamanda bu AKP’nin eğer varsa bir samimiyeti adım atmasının koşullarını yaratmıştır. Biz referandumun sakin demokratik bir ortamda gelişmesini istiyoruz. Bizim eylemsizlik kararımız da buna imkan sunuyor. Bazı çevrelerin referandum sürecini etkilemek için eylemleri başlattığımız biçimindeki tespitleri doğru değildir. Bizim eylemsizliği ilan etmemizle bu tür çevrelerin tespitlerinin yanlışlığı ispatlanmıştır."


https://groups.google.com/forum/#!topicsearchin/turancatli/HANEF%C4%B0$20AVCI$202010;context-place=forum/turancatli/turancatli/BlXmQrDuqG0




6 Aralık 2016 Salı

Demek ki "Evet"ler PKK'yaymış...




Demek ki "Evet"ler PKK'yaymış...







Gökçe Fırat;
Türk Solu Dergisi
Sayı; 297

Referandumdan hemen önce Tayyip Erdoğan ne diyordu: PKK da
 "hayır"cı, CHP de "hayır"cı, MHP de "hayır"cı... Ve ekliyordu: "Hayır" diyen PKK'lıyla birlikte davranmış olur.


Üstüne bir de Kemal Kılıçdaroğlu'nun "genel af" talebi gelince Tayyip hepten "milliyetçi" kesilmişti.
Meydan meydan gezip, şehitlere olan namus sözlerinden, PKK'ya affa ne kadar da karşı olduklarından, böyle bir öneri gelirse Meclis'te buna karşı en başta kendisinin duracağından dem vuruyordu.





















Selahattin Demirtaş, 
Hasip Kaplan
ve Gülten Kışanak


Peki ne oldu referandumdan sonra?
Milliyetçi İç Anadolu'nun, Karadeniz'in, Doğu Anadolu'nun oylarını alan AKP ne yaptı?

İlk görüşmeyi PKK'nın yasal partisi olan BDP ile yaptı!
Peki bu BDP ne yapmıştı referandum boyunca?

Özerklik ilan edeceklerini açıklamışlardı!

Güneydoğu'nun adının bundan sonra Kürdistan olacağını söylemişlerdi!!
Artık Türk bayrağı değil PKK bayrağı görmek istediklerini söylemişlerdi!!!
Ve elbette en fazla da, Apo'nun Kürtlerin lideri olduğunu, derhal serbest bırakılması gerektiğini açıklamışlardı!!!!

İşte AKP'nin, üstelik hükümet olarak görüşme yaptığı parti bu partidir, yani PKK'dır!..
Görüşmeye Hükümet adına Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı katılmış.
Hadi Başbakan Yardımcısını anladık diyelim peki ya Adalet Bakanı'nın ne işi var?
Demek ki PKK'ya ve Apo'ya af görüşüldü ki Adalet Bakanı oradaydı.
PKK'nın başı Apo içeride olduğu için görüşmeye katılamamış, AKP'nin başı da herhalde ille de dengi ile görüşeceği için katılmamış görüşmeye.
Bu nedenle Apo-Tayyip görüşmesi gerçekleşememiş...
Başka bahara kalmış dostların buluşması böylece.
Ama görüşmeden hemen sonra Anayasa Mahkemesi'nin siyaset yasağı getirdiği Aysel Tuğluk aracı olarak İmralı'ya gönderilecekmiş.

Boşuna Anayasa Mahkemesi'ni ele geçirmek istemiyordu elbette Tayyip. Anayasa Mahkemesi elde olacak ki serbestçe suç işleyebilsinler.
AKP ile PKK arasındaki görüşmeler bu şekilde resmiyet kazanmış oldu. Ama Türkiye çok iyi hatırlıyor ki, Başbakan bir zamanlar, BDP için, "PKK terörünü kınamazlarsa asla onlarla görüşmeyiz" diyordu.

Peki BDP kınadı mı PKK'yı?
Elbette hayır!

Aksine PKK'nın propagandasını yapmaya tam gaz devam ediyorlar.
Ve üstelik BDP adına görüşmeye katılan isimlerden biri Hasip Kaplan.
Kimdir bu adam?

Apo'nun eski avukatladından.

Yani Apo'dan vekalet alacak kadar güvenilir bir PKK'lı kendisi!
Apo yakalandığında, Türkiye'ye getirildiğinde, bu bebek katili caniyi mahkemede savunan adamdır kendisi!
Diğeri BDP'nin genel başkanı Selahattin Demirtaş!
Peki bu adam ne düşünüyor?
Dediği aynen şu:
Ortada terör sorunu yoktur!
Devlet PKK'yı muhatap alsın!
Özerk Kürdistan kurulsun!
Bir üçüncüsü Gülten Kışanak.
Tescilli ve kaşarlanmış PKK'lı.
1980'de cezaevine girmiş, üç yıl orada PKK'lılık yapmış.
Sonra dışarı çıkıp PKK'nın Özgür Ülke gazetesini çıkartmış.
Evet, hükümetin görüştüğü kişiler bunlar.
Şimdi Tayyip sakın çıkıp da biz terör örgütüyle görüşmeyiz demesin.
Çünkü bu kişiler zaten kendilerini terör örgütünün adamı olarak görüyorlar.
Önemli olan Tayyip değil.
O topaç gibidir, bir öyle der bir böyle.
Bir gün şehit anaları için ağlar ertesi gün PKK'lı anaları için.
Bir gün milliyetçidir diğer gün Kürtçüdür.
Peki ama referandumda "evet" diyen insanlar?
Erzurum, Kayseri, Giresun, Kırşehir vb. illerde yaşayıp da "evet" diyen milliyetçi Türkler...
Şimdi tüm Türkiye, özellikle de "evet" diyen Türkler şapkayı önlerine koyup düşünsünler...
Sahi siz neye "evet" demiştiniz?


30 Temmuz 2016 Cumartesi

Evet FETÖ’yü Mutlaka Yok Edelim Ama TSK’ya Kıymayalım!



Evet FETÖ’yü Mutlaka Yok Edelim Ama TSK’ya Kıymayalım!

 
 
30 TEMMUZ 2016 CUMARTESİ
Yazar: Cahit Armağan DİLEK
 
15 Temmuz FETÖCÜ terörist darbe girişimin hemen sonrasında yazdığımız yazılarda ve katıldığımız TV programlarında şunları söylemiştik;
– 15 Temmuz önceki yıllardaki kumpaslar sürecinin ikinci safhası olduğunu ve onu tamamlamak üzere uygulamaya sokulduğunu görmeliyiz.
– Her ikisinde de Türkiye’nin ağırlık merkezi TSK hedef alınmıştır. Ağırlık merkezini yok ettiğiniz ya da etkisiz hale getirip belini kırdığınızda ana hedefi ya da ana kütleyi (ki burada Türkiye) etkisiz hale getirmek mümkün olacaktır.
– 15 Temmuz gecesinde yaşananlar darbe girişiminin bir Etki Odaklı Harekat olarak planlandığını, bu bağlamda darbe girişiminin arkasındaki esas güçlerin darbenin başarısız olmasını, yaratılacak etkiyle sonuç almayı ana hareket tarzı olarak benimsediklerini öne çıkarmaktadır.
Bu kapsamada;
– Türkiye’de muhtelif alanlarda anayasal yasal değişikliklerin yapılmasını zorlamak,
– Türkiye’deki bölünmeleri hızlandırmak,
– Türkiye’yi içinde bulunduğu Batı ittifakının taşeronu haline getirmek,
– Jandarma dahil TSK’nın etkisiz hale gelmesi ülke içinde gittikçe artma meylinde olan terör sarmalına karşı mücadelede başarısız olmasını ve ülkenin bir savaşa sürüklenmesinin önünü açmak,
– Türkiye’nin en başta gelen milli gücü TSK’yı Türkiye’nin dış politikasını destekleyemez duruma sokmak, böylece sınırlarının hemen dışında aleyhimize gelişmelere müdahale edemez konuma sokmak,
– Sadece ülke içinde değil TSK içinde de bölünmeler yaratmak, ayrıca TSK ile Polis’i düşman taraflar olarak konumlandırmak, istihbarat teşkilatının güvenirliğini sıfırlamaktır.
Jandarma ve Sahil Güvenlik’in İçişleri Bakanlığı’na bağlanması
İşte 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı bu etkilerle TSK’nın bir daha darbe yapamaz hale getirilmesi fikrini en üst sıraya çıkartırmış, bu kapsamda darbeye ortam hazırlayan gerçek sebepler araştırılmadan TSK’nın bağlantılarının, yapısının, görevlerinin değiştirilmesi tek çözüm olarak kabullenilmiş, uygulamaya geçilmiştir.
 
Nitekim FETÖ ile mücadele bağlamında Jandarma ve Sahil Güvenlik tam olarak İçişlerine bağlandı. Bu teşkilatları doğrudan İçişleri Bakanlığına bağlayarak FETÖ’nün TSK’ya sızmasının ve etkisinin önleneceği, FETÖ ile mücadele edileceği hesap ediliyorsa da gerçek sebebin bu olup olmadığı bilinmediğinden doğru sonuç almak mümkün olmayacak gözükmemektedir. Çünkü halihazırda İçişleri Bakanlığı emrindeki Polis’ten atılanların sayısı ortada, MEB’deki öğretmenlerin sayısı ortada, Sağlık Bakanlığındaki doktorların, Adalet Bakanlığındaki savcıların hakimlerin sayısı ortada. Yani Bakanlık bağlısı olmak sorunu çözmüyor. Dolayısıyla Jandarma ve Sahil Güvenliği tam olarak İçişleri Bakanlığına bağlamak sorunu çözmeyecektir.  Zaten Jandarmanın İçişlerine bağlanması 15 Temmuz’da gündeme gelmiş bir konu da değildir. Bu konunun uzun yıllar öncesinden buyana zaten Hükümetin gündeminde olduğunu düşündüğümüzde işin başka yönlere kayabileceğini ve FETÖ ile mücadeleden beklenen sonucun alınamayacağı kaygısını ifade etmekte fayda var.
 
Yapılan KHK bağlantı değişikliğiyle Jandarma artık askeri bir kuvvet değil silahlı genel kolluk kuvvetidir. Sahil Güvenlik de aynı şekilde. Bunların askeri kimliği olmadığı söyleniyor ama askeri rütbeler kullanmaya devam edileceği anlaşılıyor. Görev yapan personele subay veya astsubay, general amiral demeye devam ediliyor.  Askeri olmayan bu kuvvetlere er tertiplemeye devam edilecek mi? Subay ve astsubay kaynakları olarak yine TSK’nın okulları mı kullanılacak? KHK de bunlar yazılmamış. KHK’ye göre İçişleri Bakanı Jandarma Sahil Güvenlik Emniyet personelini birbirleri içinde görevlendirebilecek yani karma karışık bir yapı bizi bekliyor. Jandarmanın silah ve teçhizatları Polise devredilebilecek. Böylece Polisin ağır silahları olacak. Polis bu ağır silahları şehir içinde nerede kullanacak? Bu düzenlemelerle Jandarma ve SG kimliği, yapısı, görevi, kapsamı, kültürü karmaşık, karışık birimlere dönüşmüştür. Özellikle Jandarmanın askeri kültürünün ortadan kalkması TSK’nın desteklenmesinde, ülkenin bekasının sağlanmasında ve güncel olarak terörle mücadelede büyük sıkıntılar yaratacaktır.
 
TSK’nın Konumu ne olacak?
 
Bir diğer darbe önleme tedbiri de TSK üzerinden uygulanmaya çalışılıyor. O da Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıklarının nereye nasıl bağlanacağı konusu. Nitekim CB Erdoğan “MİT ve Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığı’na, Kuvvet komutanlıkları ise Milli Savunma Bakanlığı’na bağlansın istiyoruz” dedi. Jandarma ve Sahil Güvenlik’in İçişleri Bakanlığı’na tam olarak bağlanmasından sonra gelen bu tür önerileri ve alınacak kararlar konusunda çok daha dikkatli olmak gerekiyor. Özellikle yukarıda Jandarmanın konumunu açıkladıktan sonra daha dikkatli olmak gerekiyor. Bir ordu düşünün en tepe noktasını ayırmış başka bir makama, geri kalan gövdesini başka bir makama bağlamışsınız. Böyle bir teşkilatlanma bırakın askeri bir yapıda sivil bir yapıda bile olmaz. Bu durumu tarif et deseniz başı koparılmış gibi ortalıkta dolaşan tavuk gibi derim.
Bu durum emir komuta birliğini, zincirini koparmak demektir. Yani harp prensiplerinden biri olan emir-komuta birliğinin yok sayılmasıdır. Yine, Jandarma ve SG’yi de birlikte ele aldığımızda CB’nın önerdiği şekilde yapılacak bir değişiklikle Ordu’nun organizasyon ve teşkilat yapısı harp prensiplerinden biri olan “Sadelik”i de ihlal edecek, karmaşık bir yapı ortaya çıkacaktır. Bu durum TSK bünyesinde diğer Harp prensiplerinin de peşpeşe etkisiz hale gelmesi demektir. Harp prensiplerinden biri de Moral’dir. Kumpas davalarıyla başlayan süreç ile birlikte son 15 Temmuz darbe girişimi TSK’nın moralini zaten alt üst etmiştir. Bu çok kısa özetin anlamı şudur. İktidarın öngördüğü yeni TSK yapılanması bu haliyle gerçekleşirse TSK’nın harp prensiplerinden tamamen uzaklaşması haline dönüşecektir. TSK bir daha darbe yapamaz hale getirilsin diye yapılan düzenlemeler TSK’yı savaşamaz hale getirecektir. Bu da 15 Temmuz darbe girişiminin neden başarısızlık üzerine kurulup etki odaklı harekat olarak icra edildiğini göstermektedir. TSK üzerindeki bu tür hesapsız, uzun vadeli öngörülerden yoksun kararlardan uzak durulmalıdır. Çünkü 15 Temmuz tam da bu tür kararlar alınmasına zorlamak için yapılmıştır.
Bu yazıda sadece TSK kime nasıl bağlanacak konusunu ana hatlarıyla ele aldık. Askeri Liseler ve Harp Okullarının konumu da TSK’nın gücü açısında çok önemli. Harp Okullarını ve hatta Harp Akademilerini bile kapatacak kadar uçuk fikirlerin ortalıkta dolaştığını görüyoruz. Dediğimiz gibi 15 Temmuz’un etki odaklı harekat uygulaması maalesef bu uçuk fikirlerin benimsenmesi tehlikesini içermektedir. Bu uçuk fikirler benimsenirse TSK’nın sonu hazırlanmış olunur.
 
Daha önce de söyledik. Bu tür önemli kararlar sadece iktidarın siyasi öncelikleri ve dar bir bürokrasi kadrosuyla verilecek kararlar değildir. Konunun uzmanı sivil ve askeri (emekliler dahil) uzmanların katılımıyla çalıştay ve arama konferanslarıyla bu sorun incelenmelidir. Ani reaksiyonel kararlardan uygulamalardan sakınılmalıdır.
 
TSK’yı Kıymayalım!
 
İşte bütün tespitlerden sonra şunu hatırlamakta fayda var. Kendi ordusu ve kendi güvenlik güçleriyle karşılaştığı tehditlerle mücadele edemeyen ülkelerin (Afganistan, Irak ve Suriye örneği) dış güçlerden yardım istemek zorunda kalacağı unutulmasın. Böyle bir durumda Türkiye’nin müracaat edeceği yer mevcut konjonktürde, mevcut güvenlik ittifakları yapısı içinde ABD-NATO’dur. ABD-NATO’nun 15 Temmuz darbe girişimindeki yaklaşımları ise hiç de iç açıcı değildir. ABD Merkez Kuvvetler Komutanının ve ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Clapper’ın darbecileri müttefikleri ya da Türkiye’deki muhatapları olarak nitelemeleri çok düşündürücüdür. Her iki açıklamadan anlaşılan şu ki ABD Türkiye ile ilişkilerinde kurumsal değil kişisel ilişkiler üzerinden planlarını yürütmeye çalışmış. Bu ikili ilişkiler açısından çok tehlikelidir. Ayrıca İngiliz gazetelerinde çıkan haberlerde İngiltere’nin Türkiye’de ikinci bir darbe girişimi ve iç savaş beklentisiyle Türkiye’deki vatandaşlarını tahliye maksadıyla büyük bir tahliye-işgal operasyonu planladığı haberlerine de bu bağlamda dikkat çekmek gerekir. Bütün bunlar ortadayken, Türkiye’nin içine düşeceği bir güvenlik-savunma tehdidine karşı ABD-NATO kanadından gelecek desteğin yardımın neye yarayacağı, neye hizmet edeceği şüphelidir.
 
Bugünlerde Batı medyasında TSK bölük pörçük duruma geldi, zayıfladı yorumları yapılmaktadır. Maalesef bu değerlendirmeler belli oranda doğrudur. 15 Temmuz FETÖCÜ terörist darbe girişimi yarattığı etkiyle ve sonuçlarıyla TSK’yı hedef almıştır. İşte yukarıda özetlediğimiz bütün bu tespit, öngörü ve önerileri dikkate alarak FETÖ en küçük izi kalamayacak şekilde başta TSK olmak üzere tüm kurumlardan silinmeli, yok edilmelidir. Ancak hedefin TSK’nın belinini kırılarak aslında Türkiye’nin diz çöktürülmesi olduğu farkında olarak TSK’nın zayıflatılmasına, etkisizleştirilmesine, savaşmaz hale getirilmesine strateji ve harp prensiplerinin aksine yapılanmalar içine sokulmasına izin verilmemelidir. Yani TSK’ya kıyılmamalıdır, TSK’ya kıymak Türkiye’yi her türlü iç ve tehdide yem etmek anlamına gelir. Dış politikasının arkasında askeri güç desteği olmayan Türkiye’nin sınırlarının hemen dışındaki dış politika konularında söz sahibi olamaması, sonuç alamaması demektir. Bunun için de TSK’yı bir milli ordu kimliğinden uzaklaştıracak askeri kimliğini zedeleyecek, geçmişinden koparacak, kendi içinde güveni zedeleyecek, harp prensiplerinden uzaklaştıracak, ordu-millet bağını kesecek, askere karşı polisi öne çıkaracak yaklaşımlardan, uygulamalardan, kararlardan uzak durulmalıdır. Dolayısıyla, evet FETÖ’yü mutlaka yok edelim ama TSK’ya kıymayalım…
 
 
 
 
 
 
..