Avrupa Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrupa Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2020 Cumartesi

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 3

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler  BÖLÜM 3



Avrupa Birliği’nin Suriye Politikası 


Doç. Dr. M. Murat ERDOĞAN 


< Dünyanın sadece % 7-8’lik bir nüfusuna ama en müreffeh ve barışçı bölgelerinin başında olan AB’nin ortak bir dış ve güvenlik politikası konusunda uzun zamandır ortaya koyduğu çabaların hala son derece yetersiz olduğu bizzat AB üyeleri tarafından da kabul edilen bir gerçektir. SDE Analiz >

Uluslararası krizlerde Avrupa Birliği sıklıkla gövdesi ile kafası arasındaki 
dengesizliğin vurgulandığı benzetmelerle ifade edilir. Bu durum özellikle 
Soğuk Savaş sonrasındaki dünyada daha da belirgin bir hal aldı. 1990’ların 
ilk yarısında önce Körfez Krizi, ardından Balkanlardaki savaşlar AB’nin ulus 
devletlerin birliği olduğunu ve ortak bir dış politika geliştirme konusunda son 
derece yetersiz olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koydu. “AB ekonomik 
bir dev, siyasi bir cüce ve askeri anlamda bir elma kurdu” olarak tanımlandı. 
Ancak AB’nin küreselleşmenin önlenemez biçimde her alanda yaygınlaştığı 
ve eş zamanlı olarak da bölgeselleşmenin yaşandığı dünyada yeni bir 
siyasi kimliğe sahip olması gereği bizzat Avrupalılarca sıkça dile getirildi. 
Bu nedenle ortak dış ve savunma politikasının geliştirilmesi, buna yönelik 
gerekli lojistik ve altyapının NATO ile işbirliği halinde gerçekleştirilmesi 
hususunda önemli adımlar da atılmaya çalışıldı. 

Ancak başını FransaAlmanya’nın çektiği AB ile “ABD’siz olmaz” diyen İngiltere ve çevresindeki AB üyeleri için ortak bir dış politika geliştirmenin ne kadar zor olduğu her krizde tekrarlandı. Bunlardan en çarpıcılarından birisi 2003’de ABD’nin Irak operasyonunda da yaşandı. Fransa-Almanya ABD’nin müdahalesine karşı AB içinde cephe oluşturmaya çalışırken, AB içinde başta İngiltere ve İspanya olmak üzere pek çok üye ABD ile işbirliği yönünde karar aldı. Daha çarpıcı olan ise AB ile üyelik müzakeresi içindeki pek çok AB adayı ülkenin ABD’yi AB’ye tercih etmeleri oldu. 

Dünyanın sadece % 7-8’lik bir nüfusuna ama en müreffeh ve barışçı 
bölgelerinin başında olan AB’nin ortak bir dış ve güvenlik politikası 
konusunda uzun zamandır ortaya koyduğu çabaların hala son derece 
yetersiz olduğu bizzat AB üyeleri tarafından da kabul edilen bir gerçektir. AB 
politikalarının “Soft Power” kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün 
olsa da, bunun krizler için etkisinin son derece sınırlı kaldığı da açıktır. 

Lizbon Anlaşması ile çerçevesi oluşturulmaya çalışılan ve dış politikada tek 
sesliliği amaçlayan düzenleme ile AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek 
Temsilciği oluşturuldu. Halen Catherine Ashton’nun üstlendiği bu görev, 
hem kurumsal hem de Ashton’un yetkinliği çerçevesinde sıkça eleştirilere 
uğramaktadır. Bu durum Suriye Krizi’nde de tekrar yoğun olarak gündeme geldi. 

Tunuslu Muhammed Buazizi’nin kendisini yakması ile Ortadoğu’da başlayan 
ve adına “Arap Baharı” / “Arap Uyanışı” denilen süreç sadece bölge 
ülkeleri için değil, aynı zamanda dünyaya şekil veren güçler bakımından 
da son derece önemli bir sınava dönüştü. AB bütün bu gelişmelerde 
hem kendi içinde birlik görüntüsü vermekten uzak oldu hem de özellikle 
Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya arasındaki ciddi politika farklılıkları 
çatışmalarla anıldı. Tunus’ta Buazizi’nin kendini yakması ile ilk hareketlenme 
başladığında, Fransa “isyancıların bastırılması için Tunus yönetimine destek 
verme” önerisinde bulunmuştu. Ancak olaylar kontrolden çıkıp Ortadoğu 
rejimleri teker teker bu dalganın karşısında sarsılınca, başta Fransa olmak 
üzere bütün AB ülkeleri politikalarında radikal değişiklik ihtiyacını hissettiler. 
Bu konuda en şaşırtıcı değişimlerden birisi de Libya krizinde yaşanmış, 
Kaddafi’nin “kazanamayacağını” farkeden Fransa, İngiltere ve İtalya önce 
muhalefeti örgütlemiş, ardından da BM’den çıkan müdahale kararının baş 
aktörleri olmuşlardı. 

< Suriye’nin başta petrol olmak üzere doğal kaynaklarının yeterince çekici olmaması, ülkede yaşanan isyan hareketine yönelik Beşşar Esed rejiminin aşırı güç kullanımı da belki de ilk kez AB içinde “daha ortak” bir yaklaşımla eleştirildi, reddedildi. SDE Analiz >

Suriye’de yaşanan kriz, Ortadoğu’da yaşanan “uyanış” hareketinin son 
halkalarından birisi olarak aslında önemli bir tecrübe birikimi ile karşılandı. 
Suriye’nin başta petrol olmak üzere doğal kaynaklarının yeterince çekici 
olmaması, ülkede yaşanan isyan hareketine yönelik Beşşar Esed rejiminin 
aşırı güç kullanımı da belki de ilk kez AB içinde “daha ortak” bir yaklaşımla 
eleştirildi, reddedildi. AB’ye yön veren Fransa, Almanya, İngiltere ve 
diğer AB üyesi ülkeler Suriye’de yaşananlar konusunda ağız birliği içinde 
doğrudan Esed rejimini ve özellikle de Beşşar Esed’i eleştirdiler ve hatta 
suçlu ilan ettiler. Bu arada AB üyesi ülkeler, BM ve Arap Birliği’nin Suriye 
Özel Temsilcisi Kofi Annan tarafından yapılan çalışmalara da tam destek 
verdiklerini net bir biçimde ortaya koyarlarken, Rusya ve Çin’i de eleştirdiler. 

AB’nin Dağınıklığı 

AB politikalarına yön verme kabiliyetinde olan İngiltere, Fransa ve 
Almanya’nın Suriye politikalarına yakından bakıldığında, en azından söylem 
bazında önemli bir yakınlaşma olduğu dikkati çekmektedir. İngiltere’de 
Cameron hükümeti Esed yönetiminin kendi halkına uyguladığı şiddet 
politikasını derhal sonlandırması çağrısında bulunurken, Esed yönetimini 
şiddeti sona erdirmeye mecbur bırakacak yaptırımların bir an önce yürürlüğe 
girmesi konusunda da son derece istekli bir görüntü vermektedir. İngiliz 
Dışişleri Bakanı William Hague, Tunus’ta gerçekleşen Suriye’nin Dostları 
Toplantısı’nda Suriye’deki muhalefete desteklerini açıkça dile getirmiş, 
Güvenlik Konseyi’ne hitaben “Dünyanın büyük bir çoğunluğunun gözünde 
bu konsey Suriyelilere karşı sorumluluklarını yerine getirmekte başarısız 
olmuştur” diyerek, üyeleri birlik olmaya çağırmış, Suriyelilerin öncülük ettiği 
bir siyasi değişimi’ desteklerini ifade etmiştir. İngiliz hükümetinin Suriye’ye 
rejiminin biran önce demokratikleşmesi ve muhaliflerin taleplerinin yerine 
getirilmesine dair beklentisi son dönemde yerini Esed yönetiminin acilen 
tasfiyesi beklentisine bırakmıştır. İngiltere’nin Suriye’ye yönelik bir askeri 
müdahaleye sıcak bakmadığı da anlaşılmaktadır. 

< Her ne kadar AB üyesi ülkelerin Suriye konusunda neredeyse hiç olmadığı kadar aynı görüşte olmalarına rağmen, AB’nin Suriye konusunda etkin ve ortak bir politika geliştirebildiği ise kesinlikle söylenemez. SDE Analiz >

Suriye ile yakın tarihi ve siyasi bağları olan Fransa’nın Esed rejimine 
karşı yaklaşımı da oldukça serttir. N. Sarkozy, açık bir biçimde Suriye 
Devlet Başkanını suçlayarak “Esed, utanmadan yalan söylüyor” demiş ve 
Kaddafi’nin Bingazi’yi yok etmek istediği gibi Esed’in de Humus’u yok etmek 
için çalıştığını şeklinde bir açıklama ile Suriye’ye yönelik askeri müdahale 
ihtimalini de akıllara getirmektedir. 

AB’nin diğer büyük gücü Almanya da benzer tepkileri verirken, bu konuda 
özellikle ABD ile yakın davranmayı önemsediğini de belli ediyor. İstanbul’da 
gerçekleştirilen Suriye’nin Dostları İkinci Toplantısı’nda Alman Dışişleri 
Bakanı G. Westerwelle Suriye’de çözüm konusunda bir mühlet tanınmasına 
bile karşı olduklarını söyledi. Bir zaman kısıtlamasına gitmenin çözüm 
üretmeyeceğini belirten Westerwelle, «Bir sınırlandırma bu dönemde yanlış 
anlaşılabilir» diyordu. 

Her ne kadar AB üyesi ülkelerin Suriye konusunda neredeyse hiç olmadığı 
kadar aynı görüşte olmalarına rağmen, AB’nin Suriye konusunda etkin ve 
ortak bir politika geliştirebildiği ise kesinlikle söylenemez. AB’nin aldığı 
tedbir ve yaptığı açıklamaların Esed’in politikalarını ve uygulamalarını 
engellemekten son derece uzak, sembolik çıkışlar olduğu da net biçimde 
ortaya çıkmıştır.1 BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın 
çalışmalarını destekleyen AB’nin Suriye’ye silah satışını durdurması 
yönündeki karar belki de bu çerçevede yapılan en önemli girişim olarak 
kabul edilebilir. Ancak Rusya’nın Suriye’nin silah tedarikçisi olması ve 
tedarike devam etmesi, bu kararın etkisini ciddi bir biçimde azaltmaktadır. 

Lizbon Anlaşması ile kısmen güçlendirilen ve ortak politikalar geliştirme 
konusunda umut yaratan Avrupa Birliği Dışİlişkiler Yüksek Temsilciliği 
ve onun başındaki Cathron Ashton sıkça eleştirilerin hedefi olmaktan 
kurtulamıyor. Zira Suriye’de devam eden insanlık dramının engellenebilmesi 
için doğrudan askeri müdahale olmasa da AB’nin öncülüğünde dünya 
kamuoyunun daha etkin hale getirilmesi ve daha etkili caydırıcı yaptırımların 
uygulanması gerekiyor. AB yoğun kamuoyu baskısı ile şu ana kadar Suriye 
Merkez Bankası’nın Avrupa Birliği’ndeki bütün banka hesaplarını dondurdu 
ve banka ile tüm finansal işlemlere son verildi; Suriye uçuşşirketlerine 
ait kargo uçaklarının Avrupa Birliği’ne uçuşları yasaklandı. Suriye ile 
değerli maden ticaretine de yasak getirildi. 27 ülkenin dışişleri bakanları 
Polonya’daki toplantıda Suriye petrolünü boykot kararı adlı. Ancak İtalya 
boykota yürürlükteki bir sözleşme yüzünden 15 Kasım’da başlayabileceğini 
duyurdu. Bu arada, Devlet Başkanı Esed’in kabinesindeki dokuz bakana 
daha Avrupa Birliği’ne seyahat yasağı getirildi ve Avrupa’daki banka 
hesapları donduruldu. AB ilki Tunus’ta ikincisi ise İstanbul’da gerçekleşen 
“Suriye Halkının Dostları Grubu” toplantılarında da aktif yer aldı. Bu arada 

C. Ashton AB adına Suriye muhalefeti olarak “Suriye Ulusal Konseyi”nin 
muhatap alınacağını açıkladı. Ancak Ashton’a göre “Avrupa Birliği askeri 
müdahaleyi düşünmeyerek Suriye krizine çözüm bulmaya çalışıyor.” 
Eleştirilerin hedefinde olan Ashton’a Euronews muhabirinin “Suriye 
konusunda çok açıktınız ve net konuşuyordunuz. Ancak öyle görünüyor 
ki, geçtiğimiz birkaç hafta içinde hararetinizi kaybettiniz” sorusuna Yüksek 
Temsilci “Tam olarak değil. Ancak şu anda yapmamız gereken sistematik 
bir şekilde Suriye’ye baskı uygulamak” dedikten sonra Libya türü bir 
müdahaleye çok da sıcak bakmadığını ortaya koyuyordu. 

AB’nin Dış Politikasızlığı 

< AB’nin politika üretememesi kuşku yok ki sadece Yüksek Temsilci ile açıklanamaz. Ancak son dönemde Ashton’un hem AB hükümetleri hem 
de bizzat Avrupa Parlamentosu tarafından çok ciddi bir şekilde eleştirildiği 
görülmektedir. SDE Analiz >

AB’nin yeteneksizliği ve politika üretememesi kuşku yok ki sadece Yüksek 
Temsilci ile açıklanamaz. Ancak son dönemde Ashton’un hem AB hükümetleri 
(özellikle de Fransa ve İngiltere) hem de bizzat Avrupa Parlamentosu 
tarafından çok ciddi bir şekilde eleştirildiği, “görevinde yeterince etkili 
olmadığı” düşüncesinin sıkça tekrarlandığı görülmektedir. Ashton’u daha 
aktif olmaya çağıran AB Parlamentosu milletvekilleri, Ortadoğu’da yaşanan 
olaylara ilişkin AB’nin uluslararası alanda tavrını belli etme konusunda geç 
kaldığını ifade ederken C. Ashton’un verdiği cevap son derece çarpıcıdır: 
“En önemli şeylerden biri insanları dinlemek. Biz, Mısır ve Tunus halkını 
desteklemek için neler yapabileceğimizi düşünürken onlar geleceklerini 
güvence altına almak istiyor. Onların ihtiyaçlarına kulak vermek bir bakıma 
tepki göstermektir.” Bu açıklama AB’nin kapasite ve politik gücünü görmek 
bakımından oldukça önemli bir açıklama olarak kabul edilebilir. Ancak 
sorunun sadece Ashton değil, üye ülkeler arasındaki çıkar farklılığı olduğu 
görüşü de yine sıkça dile getirilmektedir. Örneğin Avrupa Parlamentosu 
Sosyalist Grup Başkanı M. Schulz, bazı üye ülkelerin kendi çıkarları için 
çalışmaktan vazgeçmeleri gerektiğini söylüyor ve “Onun için en büyük 
engel, Almanya’nın Dışişleri Bakanı G. Westerwelle, Londra’da W.Hague, 
Paris’te A. Juppe veya herhangi bir diploması şefi. Çünkü onlar önce ülkem 
daha sonra Avrupa Birliği diyor. Bu düşünce tarzı değişmeli” eleştirisini getirmektedir. 

< Soğuk Savaş sonrasından günümüze, AB’nin neredeyse hiçbir dış krizde 
birlik politikaları geliştiremediği net olarak ortaya çıkmıştır. Hiç kuşku yok ki, derin olmayan ve AB üyeleri arasında ciddi politika farklılıklarının yaşanmadığı 
krizlerde AB bir “yumuşak güç” olarak devreye girmiştir. SDE Analiz  >

Bilindiği üzere karar alma mekanizmasını hızlandırmayı hedefleyen Lizbon 
Antlaşması, Avrupa Birliği’nin tek bir ağızdan konuşmasını hedefliyor. 
Ancak pek çok AB milletvekiline göre o günden bu yana hiç bir değişiklik 
olmadı. Alman Yeşiller Partisi Avrupa Parlamentosu Üyesi Daniel Cohn-
Bendit, “Bence en büyük sorun Sayın Ashton’un kendini koordinatör olarak 
görmesi oysa o tavrını belli etmeli. Gerekirse üye ülkeleri eleştirmeli çünkü 
dış politika sorunu “tek bir ağızdan konuşmak”. Bu sorun aşılmadıkça 
ilerleme kaydedemeyeceğiz” demektedir. Avrupa Parlamentosu’ndaki (AP) 
Liberal Grup Başkanı G. Verhofstadt ise hem AB hem de BM’yi sert şekilde 
eleştirilerek «AB ve uluslararası ortakları sadece oturup Esed’in sıradan 
işiymiş gibi katliamı sürdürüp kendileriyle alay etmesini seyredemezler. 
Diplomasi politikanın ikamesi değildir. AB ve BM’nin Suriye krizini yönetme 
başarısızlığı Esed sayesinde ortaya çıkmıştır. AB’nin dış ilişkilerle ilgilenen 
değil dış politika yapan bir Yüksek Temsilciye ihtiyacı var» demiştir. 

Yumuşak Güç Suriye’yi Korumada Yetersiz Kalıyor 

< Savunma harcamalarından kaçan ve sorunları ABD ve NATO eliyle çözmeye 
çalışan yaklaşım, AB’nin edilgen bir pozisyonda kalmasına neden olmaktadır. Bunun için Amerikalılar “pay, but not play” diyebilmektedirler. SDE Analiz  >

Soğuk Savaş sonrasından günümüze, AB’nin neredeyse hiçbir dış krizde 
birlik politikaları geliştiremediği net olarak ortaya çıkmıştır. Hiç kuşku 
yok ki, derin olmayan ve AB üyeleri arasında ciddi politika farklılıklarının 
yaşanmadığı krizlerde AB bir “yumuşak güç” olarak devreye girmiştir. 
Ancak bunun dışında AB’den operasyonel bir tavır beklemek ve krizleri 
engelleyecek, durduracak ya da çözüme ulaştıracak bir güç olarak söz 
etmek son derece zordur. Suriye konusunda da AB’nin etkin ve çözüm 
üretecek bir politika izlemesini beklemek çok gerçekçi olmayacaktır. Ancak 
AB’nin demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, sivil toplum vb. konularda 
ortaya koyduğu söylemin uzun vadede bölgede toplum nezdinde katkısı 
olacağı söylenebilir. AB’nin bu tür krizlerde etkili olabilmesinin iki önemli 
zemini olması gerektiği açıktır. Bunlardan birincisi AB’nin çıkar uyuşmasını 
sağlaması, yani AB çıkarları ile üye devletlerin çıkarları arasındaki çelişkilerin 
en az düzeye indirilmesidir. Bu AB’nin gerçek bir birlik olmasının da 
ön koşuludur. İkinci önemli zemin ise AB’nin ortak dış politika ile savunma 
politikasını daha yüksek bir kapasite ve öncelikle ele almasıdır. Savunma 
harcamalarından kaçan ve sorunları ABD ve NATO eliyle çözmeye çalışan 
yaklaşım, AB’nin edilgen bir pozisyonda kalmasına neden olmaktadır. 
Bunun için Amerikalılar “pay, but not play” diyebilmektedirler. Aslında 
ortak dış ve güvenlik politikalarının, ortak bir AB’yi de birlik olma konusunda 
geliştireceği ve küresel-bölgesel düzeyde ciddiye alınır bir güç olmasına 
büyük katkı sağlayacağı söylenebilir. Kendi insanına savaş ilan edip ateş 
edebilen zulümde sınır tanımayan bir rejimin AB’yi ciddiye almasını ve 
yaptırımlarından ürkmesini gerektirecek çok az unsur bulunduğu üzücü bir 
gerçektir. 

17 Ocak 2020 Cuma

AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE,

AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE,




Hazırlayan:

Özdem Sanberk, 
RAPOR NO: 3 
Avrupa Birliği ve Türkiye, 

NOT: BİLGESAM farklı disiplin ve görüşlere sahip bilim adamlarını sinerji sağlayacak şekilde bir araya getiren araştırma merkezidir. Bu nedenle raporda yeralan konular BİLGESAM’ ın resmi görüşlerini değil, raporu hazırlayanın 
görüş ve yaklaşımlarını yansıtmaktadır. 

Özdem Sanberk, 

SUNUŞ. 

     Türk tarihi incelendiğinde geçmişteki başarıların arkasında iyi yetişmiş bilge adamların bulunduğu görülmektedir. 
Ancak günümüzde olayların çok boyutlu olarak gelişmesi ve sorunların karmaşıklaşması, birkaç bilge kişinin veya aydının gelişmeleri zamanında ve doğru olarak algılamasını ve alternatif politikalar üretebilmesini zorlaştırmakta dır. 
     Gelişmelerin yakından takip edilmesi, gelecekle ilgili gerçekçi öngörülerin yapılabilmesi ve doğru politikalar üretilebilmesi için farklı disiplinlere ve görüşlere sahip bilge adamlar ile genç ve dinamik araştırmacıların, esnek organizasyonlar içinde sinerji sağlayacak şekilde bir araya getirilmesi gerekmektedir. 

     Dünya’daki ve yurt içindeki gelişmeleri takip ederek geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak; 

Türkiye’nin ikili ve çok taraflı uluslar arası ilişkilerine ve güvenlik stratejilerine, yurt içindeki siyasi, ekonomik, teknolojik, çevresel 
ve sosyo-kültürel problemlerine yönelik bilimsel araştırmalar yapmak; karar alıcılara milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi, dinamik çözüm 
önerileri, karar seçenekleri ve politikalar sunmak maksadıyla Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) kurulmuştur. 
     BİLGESAM’ ın vizyonu, amacı, hedefleri, çalışma yöntemi, temel nitelikleri ve teşkilatı..,  

http://www.bilgesam.org/tr web sitesinde sunulmaktadır. 


BiLGESAM, Bilge Adamlar Kurulu’nun ilk toplantısında alınan kararlar doğrultusunda çeşitli konularda raporlar hazırlamaktadır. 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK tarafından hazırlanan “ Avrupa Birliği ve Türkiye ” başlıklı Rapor faydalanılmak üzere yayınlanmıştır. 

Atilla SANDIKLI 
BİLGESAM Başkanı 


Özdem SANBERK 
DIŞ İşleri Bakanlıgı Eski Müsteşarı Emekli Büyükelçi., 

Galatasaray Lisesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olan Özdem Sanberk, Dış İşleri Bakanlığı memuru olarak Madrid, Amman, Bonn ve 
Paris Büyükelçiliklerinde ve OECD ve UNESCO Daimi Temsilciliklerinde çeşitli derecelerde görevde bulunduktan sonra, 1985 _ 1987 
yılları arasında zamanın Başbakanı Turgut Özal’ın dış politika danışmanlığını yapmıştır. 

Sanberk 1987-1991 yılları arasında Avrupa Topluluğu nezdinde Büyükelçi Daimi Temsilci, 1991-1995 yılları arasında Dış İşleri Müsteşarı ve 
1995-2000 yılları arasında da Londra Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. 

2000 yılında emekliye ayrılan Sanberk, 2003 Eylül ayına kadar Türkiye Ekonomik Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) Direktörlüğü görevinde bulunmuştur. 
   Özdem Sanberk evli olup ( Sumru Sanberk ) Nazlı Sanberk’in babasıdır. 


Avrupa Birliği ve Türkiye 
I. AVRUPA BİRLİĞİ İÇİNDEKİ GELİŞMELER. 

Kriz., 

Avrupa BirliĞi 1950’li yyllaryn ilk yarysyndan bu yana krizden krize geçerek kendi 
entegrasyon hareketini sürdürüyor. Türkiye ise, takriben son elli yyldan bu yana, Avrupa 
Birliği ile yaşadığı büyük zorluklara rağmen bu gün tam üyelik süreci içindedir. 

Birlik son olarak Lizbon Anlaşması’nın İrlanda halk oylamasında reddiyle, yeniden 
bir belirsizlik dönemine girmiş bulunuyor. 

Kendini Sorgulayabilme kabiliyeti 

Avrupa Birliği 60 yıllık geçmişinde başka krizler de geçirdi. Ama bugüne kadar geldi. 
Bu güne kadar gelebilmesinin temelinde dünyadaki gelişmeler karşısında kendi 
meşruiyetini sürekli sorgulaması yatıyor. Birlik bu sayede kendini dünyanın yeni 
gerçeklerine uyduruyor ve hatta bu değişiklikleri mümkün olduğu ölçüde kendi lehine 
yönlendirebiliyor. Bunu da kuruluş mantığında yer alan ilkelere bağlı kalabildiği için başarıyor. 

Süper Ulus Devlet değil 

Avrupa ve Türkiye kamuoylarynda genellikle sanylanyn aksine, Avrupa Birliği bir 
süper ulus devlet değildir. Bunun en önemli kanıtı da Birliğin bizzat kendisinin ulus 
devletlerden meydana gelmiş olmasıdır. 

Avrupa Birliği gerçekte üye ülkelerin kendi milli hedeflerine erişmeleri için kullandıkları 
araçtır. Avrupa Birliği Üye ülkelerin yerine geçmez. Onları tamamlar. 

Avrupa Birliği üye ülkelerin milli hedeflerine ulaşmaları için yardımcı olur. Avrupa 
Birliği entegrasyon hareketinin amacı Avrupa’da bir süper devlet yaratılması değil, 
fakat Kıta’da etkinlikle işleyen bir ekonomik ve ticari pazar kurulabilmesi için Avrupa 
devletlerinin bu amaca uygun kurumsal yapılanmalara kavuşturulmasıdır. 

Avrupa Birliğinin bir süper Devlet olmasını hedefleyen siyasi partiler ve siyasi çevreler bugün 
Avrupa’da özellikle Fransa, Belçika ve Lüksemburg gibi bir kısım kurucu ülkelerde mevcuttur. 
Siyasi güçleri bu görüşlerini kuvvet den fiile çıkarmalarına imkân verecek düzeyde bulunmamaktadır. 
Avrupa kamuoyunun ezici çoğunluğu Süper Devlet fikrine karşıdır. 

Yetki Paylaşımı, 

Bugünkü haliyle Avrupa Birliği, her biri birbirinden çok farklı ulus-devletlerden oluşan, kendine 
mahsus tarihi geçmişe, kültürel özelliklere, milli davalara ve eşit haklara sahip bir uluslararası 
kuruluştur. Bu kuruluşu öteki geleneksel çok taraflı işbirliği kuruluşlarından ayıran özellik, 
gösterdikleri farklılıklara rağmen bazı şeyleri birlikte yapmak amacıyla ortak bir kurumsal 
yapılanmayı gerçekleştirmedeki iradeleri dir. 
Bu amaçla bazı yetkilerini muhafaza ederek, açıkça belirtilmiş sınırlı alanlarda bazı yetkilerini paylaşırlar. 
Bu kısmi yetki paylaşımını, yine kendi özgür iradeleriyle kurdukları ortak kurumlara devrederek yaparlar. 
Bu kurumlar o alanlarda kendilerini yaratan üye ülkelerden bağımsız hareket eder. 
Bu alanlar teknik ve ticari alanlar ile tarım alanıdır. 
Siyasi, sosyal ve güvenlik alanında riayeti mecburi ortak politikalar yoktur. 
Ortak müzakere prosedürleri vardır. 

Gönüllü İrade ve Gönüllü katılım., 

Üye ülkeler bu yöntemi, tek ba.laryna yapabileceklerinden daha fazlasyny beraberce 
yapabilmek ve etkin bir yöneti.im sistemi kurmak için seçmişlerdir. Başka deyimle, 
sınırlı alanlarda ulus-üstü nitelik, üyelerin baskı veya dayatma altında kabul ettikleri 
bir yöntem değil, modern ve karmaşık dünyanın sorunlarıyla baş etmek ve ekonomik, 
ticari (,) ve teknik alanlardaki küresel rekabette başarılı olmak için ortaya koydukları 
kendi özgür tercihlerinden ve isteyerek razı oldukları gönüllü katılımlarından meydana gelir. 

Asıl Yetkiler., Üye Devletler de 

Avrupa Birliğinde birincil yetki ortak kurumlarda, yani merkezde veya gövdede 
değil, gövdeyi meydana getiren parçalarda, yani üye ülkelerde dir. Merkezin yetkisi 
ikincil (subsidiary), üye ülkelerin yetkisi ise birincildir ( primary). 

Barışın Temeli ortak Ekonomik çıkar., 

Avrupa Birliğinin temelinde kıta ülkeleri arasında barışın sağlanması yatar. Bu hedefe 
ulaşmalarını mümkün kılan yöntem ise ortak ekonomik çıkar temelinde ortak 
kurumsal yapılanmalarının sağladığı karşılıklı ekonomik bağımlılıktır. 

Birliğin dünyadaki rolü veya siyasi amaçları.,

Avrupa Birliği üyeleri şu sırada ‘’... 27 üye ülke olarak birlikte ne yapmak istiyoruz?.’’. 
sorusuna yanıt verememektedirler. Halen içinde bulundukları krizin temel 
nedenlerinden biri de Birliğin dünyada oynayacağı role ilişkin belirsizliktir. 

Kültür., 

Avrupa Birliğinin kuruluşunun temellerinde de kültür birliği yatmaz. Tam tersine 
kültürel çoğulculuk esastır. Bir Avrupa Birliği kültürü yoktur. Ancak Birliği ortak 
kültür modelinde görmek isteyenler vardır. Bu model çoğunluktaki görüşler tarafından 
reddedilmektedir. 

Kimlik ve aidiyet duygusu 

Ortak bir kültür olmadığı gibi bir Avrupa Birliği kimliğinden bahsetmek olanaksızdır. 
Çünkü Avrupa’da bugün sırf Avrupa kökenliler yaşamıyor. Avrupa bugün ancak 
kısmen Hıristiyan’dır. Ama aynı zamanda vicdan özgürlüğünü, agnostisizmi ve 
ateizmi barındırıyor. Bizzat Jacques Delors’un dediği gibi bazylarının hoşuna gitmese de 
Avrupa artık biraz da Müslüman’dır. Avrupa Birliği kimliği halen inşa halinde olan bir 
kimliktir. Bu kimlik Avrupalıların arkasında değil önündedir. Ve oluşmasına, Kıta’nın 
tüm halkları gibi Türkler de katkıda bulunmaktadır. 

Avrupa Birliğinin kendisi için öngördüğü aidiyet algılaması, milliyetçilikten değil, 
demokrasi, barış ve refah gibi ideallerden kaynaklanır. Avrupa Birliği kimliği XX. 
yüzyıldaki iki Dünya Savaşı’nın Avrupa halklarına öğrettiği acı tecrübelerden ve bu 
ve benzeri acıların bir daha yaşanmaması iradesinden doğmuştur. Birliğin mimarisinin 
temelinde askeri zaferlerden değil, aksine savaşların tahribatlarından çıkarılan dersler yer alır. 

Karar Alma Mekanizmaları., 

Bugünkü krizin nedenlerinden biri de, üye sayısı artan Birliğin karar alma mekanizmalarının 
işlemez hale gelmiş olmasıdır. Roma Antlaşmaları’nda esas itibarıyla altı üye için öngörülmüş 
olan karar süreçleri, bazı teknik konularda ağırlıklı oy verme sistemine geçilmesine rağmen, 
yirmi yedi üyeli bir Birlik için uygulanabilir olmaktan çıkmıştır. 

Birlik genişledikçe karşılaşacağı yönetim sorunlarının çözümlenmesinde çok vitesli 
esnek bir yapılanmanın benimsenmesi en pratik yollardan biri olarak giderek daha 
sık dile getirilen bir çare olarak konuşulmaya başlanmıştır. 

Demokrasi Açığı., 

Komisyon üyeleri ve Komisyon başkanı görevlerine seçimle değil atama yoluyla 
geldikleri için Avrupa Birliği öteden beri demokratik hesap verme sorumluluğunu taşımamakla itham edilmiştir. Bu nedenle Komisyon başkanının seçimle gelmesi hükmü son Lizbon Antlaşmasında yer almış ve böylece bu demokratik açığın kısmen kapatılması amaçlanmıştır. 
Ancak Lizbon Antlaşması yürürlüğe giremediği için eski uygulama devam.., Halen devam etmektedir. 

Seçilmişler Atanmışlar., 

Her ne kadar Avrupa Komisyonu, Avrupa Adalet Divanı ve Avrupa Merkez Bankası yöneticileri ve üyeleri seçilmiş değil atanmış kişilerden meydana gelmiş olsalar da bu kurumların yapılanma ve çalışma şekli ulus devletlerdeki karşıt kurumların yapılanma ve çalışma şekillerinden farklı değildir. 
Bu kurumlar belirli teknik ve spesifik işlevleri yerine getirmek üzere sorumluluk taşıyan kurumlardır ve bu görevlerini ifa edebilmeleri için kendilerini kuran ulus devletlerden müstakil ve bağımsız hareket kabiliyetine sahip olmaları gerekir. 
Kurucu Antlaşmaların temelinde yatan ana ilke de aslında budur. 

Birliğin sınırlı yetkileri., 

Öte yandan Birlik her ne kadar Devletlerin yaptığı işlevlerin bir kısmını yerine getiriyorsa da devletlerin her yaptığını yapmamaktadır. Örneği sağlık sigortası, istihdam politikaları, emeklilik, eğitim, asayiş, güvenlik ve vergilendirme gibi konular Birliğin yetki sahasının geniş ölçüde dışında yer alan konulardır. Birliğin yetkisi dâhiline giren işlevler ise ortak ekonomik pazarın kurulmasına ve düzenlenmesine ilişkin işlemler ile kısmen parasal politikalardır. 

Lizbon Gündemi., 

Lizbon Antlaşması aslında üye ülkelerin sorumluluklarına ait olan sahalarda Birliğin yetki kullanmasını imkân veren hükümler içermektedir. Örneğin istihdam politikaları konusunda Avrupa Birliği yetkili değildir. 

Ayni şekilde büyüme, rekabet veya emeklilik reformu gibi politikalarda da Birlik kurumlarının üye ülkelerin kararlarına müdahale hakkı yoktur. 

Ayrıca Birlik bu konulara karışmak istese bile gerekli müdahale araçlarına da sahip bulunmamaktadır. 

Birliğin Lizbon Antlaşması’ nın İrlanda tarafından reddiyle 
bu gün karşılaştığı kriz kısmen Lizbon gündeminin bu yetki sınırlarını zorlamış olmasında kaynaklanmıştır. 

Temel Disiplin: Hukuk. 

Avrupa Birliği entegrasyon sürecinde tek pazarı, ekonomiyi, ticareti, sosyal hayatı ve tüm politikaları çerçeveleyen ana disiplin(i) hukuk kurallarıdır. Birliğin temel disiplinini Hukuk, temel ilkesini de hukukun üstünlüğü oluşturur. 

Müzakere., 

Avrupa Birliği aynı zamanda sürekli bir müzakere sürecidir. 
    Birlik, üye ülkelerin kendi milli çıkarlarını korumak ve ilerletmek için sürekli uzlaşma aradıkları bir ortamdır. 
Üye ülkelerin, milli çıkarlarını ararken Birliğin ortak çıkarlarını göz önünden 
tutuşu varsayılırsa da, gerçek hayatta bu her zaman böyle olmaz. Üyeler fiili durumlarda kendi milli çıkarlarını önde tutarlar bu nedenle de gerektiğinde veto silahına başvurma sık rastlanan bir yöntemdir. Avrupa Birliği dinamik bir kavram olduğu için müzakere süreci hiç bir zaman bitmez. Varılan hiç bir karar son karar olmaz. Bu nedenle Birlik içinde anlaşmazlıklar hiç bir zaman tükenmez. 
Buna paralel olarak belirsizlikler de bitmez. Birlik krizden krize geçerek gelişir. Belirsizlik bir bakıma Avrupa Birliği’nin doğasının bir sonucudur. Bir müzakere sürecinin sonlanması yeni bir sürecin başlangıcı olduğundan Birlik ilerlemesini ve çok ağır da olsa gelişmesini sürdürür. 

Avrupa Birliği tamamlanmamış bir projedir. 

Bu günkü Avrupa 1960’ların Avrupa’sı değil., 

Bu nedenle gelecekte karşımıza çıkacak bugünkünden çok farkly bir Avrupa olacaktır. 
2000’li yılların Avrupa Birliği karmaşık bir dünyada küresel sorunlarla baş etmeye çalışan ve Kıta’nın tamamına yayılmış bulunan çok katmanlı entegrasyonlara sahip bir Avrupa olacaktır. 

   Türkiye de, bu günkü Avrupa’ya değil, yarın karşımıza çıkacak olan çok katmanlı bütünleşmelerin 
geçerli olacağı bir Avrupa’ya katılacaktır.

Örneğin bugün dahi bir Shengen Avrupa’sı, bir Tek Para, tek Merkez Bankası Avrupa’sı, bir Savunma ve Güvenlik Avrupa’sı gibi sınırlı üyeliklerden oluşan her bir üye ülkenin ortak politikalarına katılmadığı çeşitli entegrasyon katmanlarından oluşan bir Birlik vardır. 
(Örneğin İngiltere ve yeni üyelerin çoğu tek kur politikalarına katılmamaktadır) 
Üye ülkeler bu entegrasyon katmanlarından ancak iştirak ettikleri ortak politikalarda veto hakkına sahip bulunmaktadır. 
Gelecek on yıllarda bu tür sınırlı üyelikli ortak politikalarının sayısı artacak ve çoğunluğu oluşturan üyeler bakımından Avrupa Birliği üyeliği bu tür esnek üyelikler anlamını taşıyacaktır. 

Yumuşak Güç., 

Avrupa Birliği bu gün karşı karşıya bulunduğu bütün güçlüklere ve eksikliklerine 
rağmen Kyta’da ve çevresinde önemli bir dönüştürme etkisine sahiptir. “Yumuşak Güç” adı verilen bu yeteneğinin 2001-2005 arasında Türkiye’de nasıl bir “ Sessiz Devrim ”e yol açtığı, buna karşılık 2005’ten bu yana AB’den gelen olumsuz sinyallerin Türkiye’de nasıl bir içe kapanma eğilimi yarattığı Avrupa Birliği’nin bu etkisini kanıtlayan en somut örneklerden biridir. 


II. TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ VE TAM ÜYELİK MÜZAKERELERİ, 

40 yıllık hedefin gerçekleşmesi., 

Türkiye’nin Avrupa Birliği stratejisi çok eskilere gider. Avrupa Birliği’ne üyelik 
hedefi ise hiçbir zaman şu veya bu Hükümetin, şu veya bu partinin tekelinde olmamıştır. 

    AB politikası bir devlet politikasydır. Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu 1959 Roma Antlaşması’nı akdetmişlerdir. İsmet İnönü 1963’te Ankara Antlaşması’ nı imzalamıştır. 
   Süleyman Demirel 1971’de katma Protokolü yapmıştır. 
Turgut Özal 1987’de tam üyelik müracaatını gerçekleştirmiştir. Tansu Çiller 1995’te Gümrük Birliği kararını aldyımıştır. Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz 1999’da Helsinki’de adaylığımızı resmen kabul ettirmiş ve ilk reform paketini açtırmıştır. 

   Tayyip Erdoğan 2005’te Müzakereleri başlatmıştır. Hiçbir askeri Hükümet de 
bu politikadan ayrılmamıştır. Türkiye Avrupa’daki tüm hasım çevrelerin ve bir kısım büyük üye devletlerin direncine rağmen 40 yıldır beklediği bir hedefe ulaşıp 2005 yılında müzakereleri başlatmış ve bir katılım ülkesi statüsü kazanmıştır. Ancak Birliğin Türkiye’ye karşı ikircikli, olumsuz ve hatta hasmane davranışları ve ikinci Erdoğan Hükümeti’nin politikalarındaki öncelik sırasında Avrupa Birliği hedefinin yerini gerilere taşıması Türk kamu oyunda Avrupa Birliği hedefinin doğurduğu heyecan ve enerjiyi son bir kaç yılda hemen hemen (tamamen) ortadan kaldırmıştır. 

Adaylık Kriterleri., 

Kopenhag Kriterlerinin yazılı ifadesi bir iki cümleden ibarettir ve ezcümle aday 
ülkede işleyen bir demokrasi bulunmasını ve hukuk devletini, insan haklarını ve 
azınlıkların korunmasını garanti altına alan kurumların işlemesini öngörür. 

Ancak, aday ülkenin toplumsal yapısında temel sorunlarıyla ilgili olarak büyük 
çatlakların ve kutuplaşmaların bulunmaması bir nevi yazılı olmayan kriterlerdir. 

Kıbrıs, 

Avrupa Birliği Kıbrıs’ın üyeliğe kabulünde kendi koyduğu kuralları çiğneyerek ülkenin yarısında egemenlik kullanamayan, BM Güvenlik Konseyi’nin sürekli gözetimi altında bulunan ve BM Barış Gücü ile güvenlik sağlanan bir ülkeyi istikrarlı kabul ederek üyeliğe almıştır. 

Fransa ve Almanya, 

Türkiye’nin üyeliğine karşı en büyük direnç iki büyük kurucu ülke olan Fransa ve 
Almanya’dan gelmektedir. Bu direncin temelinde adı geçen ülkelerin Birlik içinde 
şu anda en fazla nüfusa sahip Devletler olarak Topluluk organlarının karar mekanizmalarında kazanmış bulundukları avantajlı durumu kaybetme korkuları yatmaktadır. 

Tam üyelik perspektifi, 

Türkiye’nin tam üyelik perspektifleri Avrupa içinde üyeler arası rekabet nedenleriyle ve bu ülkeler arasındaki güç dengesi mücadeleleri dolayısıyla zorluklarla karşılaşmaktadır. 
Türkiye’nin üyeliğine karşı bazı Avrupalı politik çevreler Türkiye ile ciddi bir krizin çıkmaması için en iyi çareyi Türkiye’nin adaylığını bizzat kendisinin geri çekmesi olduğunu düşünmekte ve bunu beklemektedirler. 

Oysa dünyanın en önemli stratejik alanlarına komşu olan ve ayrıca enerji yollarında yer alan Türkiye’nin üyeliği Avrupa Birliği’nin güvenlik ve dış politika boyutunu ve enerji güvenliğini özlü şekilde güçlendirecektir. 

Gümrük Birliği., 

Birliğin aslında Türkiye’nin katılımından çok şey kazanacağı genellikle herkes tarafından kabul edilmektedir. Türkiye bakımından ise yararları açıktır. Sırf üyelik perspektifi dahi ülkemize büyük ölçüde yabancı sermaye girişine sebep olmuş ve geniş kapsamlı demokratik reformların gerçekleştirilmesini sağlamıştır. Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girdiği tarih olan 1996’dan 2006’ya kadar geçen on yıllık dönemde Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ihracatı üçe katlanmış ve 2006’da yılda 58 milyar dolara yükselmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihracatı ise aynı dönemde dörde katlanmış ve 2006’da 48 milyar dolara yükselmiştir. 

   Bugün Avrupa Birliği Türkiye’nin birinci ticaret ortağıdır. İthalatının %42’sini, ihracatının da %52’sini karşılamaktadır. 

  Türkiye şimdi Avrupa Birliği için Japonya’da’ daha önemli bir ticari partnerdir. 
2004’e kadar yılda ortalama 1 milyar dolayında olan yabancı sermaye, müzakerelerin açıldığı yıl olan 2005’te 9 milyar dolara, 2006’da ise 20 milyar dolara ulaşmıştır. 

   Bu meblag aynı yıl Hindistan’a giren yabancı sermayeden daha fazladır. Türkiye’ye yatırım yapan yabancı şirket sayısı 15.000’ i geçmiş olup, bu şirketlerin yarısından fazlası, yani 8300 adedi Avrupa Birliği menşelidir. 

Ancak Türkiye, Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle yaptığı ticaret müzakerelerinde söz sahibi değildir. Bu da Gümrük Birliği kararının büyük bir eksikliğidir. 
Türkiye müzakerelerinde söz sahibi bulunmadığı Anlaşmalara uymak mecburiyetinde kalarak ticaret saptırması yoluyla ayırımcı muameleye maruz kalmakta ve bu yüzden zarara uğramaktadır. 

AB artık Kıtanın tümünü kapsıyor, 

Avrupa Birliği önümüzdeki on yıllarda Batı Balkanları, yani Arnavutluk, Makedonya, Hırvatistan, Bosna Hersek ve Sırbistan’ı da içine alacaktır. Muhtemelen Ukrayna, Moldova ve Belarusya da ileriki on yıllarda Birliğe üye olacak ve Birlik Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan ile özel ilişki kurma sürecine girecektir. 

Türkiye’nin Dışlanma riski.,

    Bütün Kıta’yı kapsayacak bir Avrupa Birliği’nin dışında kalacak olan bir Türkiye güçler dengesinde zaafa uğrar. Bu nedenle halen müzakere sürecinde bulunmak gibi avantajlı bir durumda bulunan ülkemizin mücadeleden vaz geçmesi tarihi bir hata olur. 
    Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan lehine Balkanlar’da ve Güneydoğu Avrupa’da ki tarihi ve kültürel mirasını kaybeder. Çünkü Birliğin Ortak Dış ve Savunma ve Güvenlik Politikaları Arnavutluk, Makedonya, Moldova, Bosna, Kosova ve Sancak’taki Türkçe konuşan Müslüman nüfusu zaman içinde tedricen Türkiye’nin tarihi ve kültürel nüfuz sahasından uzaklaştırır. Batı ve Kuzeybatı Karadeniz siyasi ve güvenlik etki alanımızın dışına kayar. 

Kaçırılmış Fırsatlar tarihi., 

Türkiye-AB ilişkileri tarihi aslında bir nevi kaçırılmış fırsatlar tarihidir. Bu fırsatların bir daha kaçırılmasına izin vermememizin tek yolu, Avrupa Birliği hedefi yönünde oluşacak bir genel konsensüs etrafında Türkiye’nin bugünkü ideolojik ve siyasi krizler gündeminden ekonomik, sosyal, demokratik ve teknik icraatlar yapılmasını öngören bir gündeme geçmesidir. Başka bir deyimle Türkiye’nin gelecek perspektifinde bir modernleşme idealine kavuşması ve geniş ufuklu bir siyasi vizyonu benimseme kapasitesini göstermesidir. Avrupa Birliği katılım süreci bize bu perspektifi sağlayabilecek en somut yol haritasıdır. Bu yeni gündem ancak bizi sürekli krizler sarmalından kurtarabilir ve Kıta’nın değişmekte olan siyasi ve askeri kuvvetler dengesinde yerimizi kaybetmememizi sağlar. Bu nedenle biz reformları yerine getirelim ama Avrupa Birliği’ne katılsak da olur katılmasak da olur tarzındaki görüşler, ülkemizin Kyta’ daki tarihi ve insani varlığının zaman içinde yitirilmesi halinde gelecek kuşaklar için doğabilecek siyasi ve güvenlik maliyetlerini hesaba katmayan vizyonsuz görüşler olup, bizi bu mücadeleden    uzaklaştırmak isteyen ve Birlik için bir tampon bölge haline getirmeyi hedefleyen ülkelerin ve etnik lobilerin ekmeğine yağ sürmek anlamını taşır. 

Büyük ve net bir strateji ihtiyacı 

   Eğer yine zaman kaybedip gelecek kuşakların önünü kesmek istemiyorsak, başta Siyasi Partilerimiz olmak üzere (siyasi partiler dâhil) hepimize görev düşüyor. 
   Bu görev son iç olayların kaldırdığı toz bulutunun arasından Avrupa Birliği sürecinde önümüzü görebileceğimiz ve kararlılığımızı yeniden pekiştirebilecek orta ve uzun vadeli yalın bir stratejiyi ve siyasi yönelimi ortaya koyabilmektir. 

Sırf Hükümete ait bir sorumluluk değil., 

Bu nedenle kanımızca Türkiye’nin, ülkeyi çağdaşlaşma ideali etrafında birleştirecek, bir Büyük Strateji üzerinde bir konsensüse varması ve bu konsensüsü gündemimize yeniden oturtması gerekecektir. Bu konsensüsün yerleştirilmesi yalnız yürütme organına düşen bir görev değil, devletin tüm yetkili organlarını, TBMM’yi, tüm siyasi partileri ve tüm sivil toplumu ilgilendiren tarihi bir sorumluluktur. Avrupa Birliği’ne katılma hedefi Türkiye için duygusal bir tutku değil, tarih bilinci içinde ve gelecek perspektifinde rasyonel bir tercihtir. 
Bize karşı gösterilen direncin yoğunluğu bizim tercihimizin doğruluğunu kanıtlayan en somut kanıtı oluşturmaktadır. 

Katılım sürecimize yeniden canlılık kazandırabilir miyiz? 

   Bu gözlemler bizi bazy temel sorularla karşı karşıya bırakmaktadır. 
Türkiye açısından, bu gün ülkemizin içinde bulunduğu koşullar altında Avrupa Birliği sürecinin geçerliliği var mıdır ? 
   Eğer varsa bu geçerlilik bir ivedilik taşımakta mıdır? 

   Bu her iki sorunun yanıtı olumlu ise, bu sürecin Avrupa Birliği açısından, en azından Fransa ve Almanya gibi kimi ülkelerde geçerliliğinin tartışmalı olduğu ve ivediliği nin ise bulunmadığı düşünülünce, sürece karşılıklı canlılık kazandırılma sının mümkün olup olamayacağı ciddi bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. 

  Bu durumda bizim katılım sürecimizle Avrupa Birliği’nin buluşma alanı son derece daralmaktadır. Bu daralma bizden kaynaklanan sorunlar kadar, Avrupa bütünleşme sürecinin bu gün geldiği aşama ve bir türlü aşamadığı kendi zorluklarıyla da irtibatlıdır. 

   Bu gözlem Türkiye’nin katılım sürecini Avrupa bütünleşme projesinin göstereceği gelişmelere bağlı kılmaktadır. 
   Bu aslında hem teknik hem de siyasi nitelikte doğal bir bağ oluşturmaktadır. 

İki süreç arasındaki irtibat., 

Ancak unutulmamalıdır ki Türkiye bugüne kadar kendi katılım süreciyle Avrupa 
Birliği bütünleşme süreci arasındaki bu doğal bağı, şimdiye kadar, gözlerden kaçmasına rağmen, yaşatmasını bilmiştir. 

Nitekim 

1959 TBMM irade beyanı 
1957 Roma Antlaşması’nın imzalanmasına, 
1963 Ankara Antlaşması 
1959 Roma Antlaşması’nın yürürlüğe girmesine, 
1971 Katma Protokolün imzalanması 90’lı yıllara kadar uzanan 12 ve 22 yıllık 
listelere, o zamanki adıyla Topluluğun 1970 ve 80’ler deki dönüşümleri 
ve Tek Senet’e doğru giden gelişmelerine, 1987 tam üyelik başvurusu AB Tek Pazar hedefine, Matutes Paketi 1990’lı yıllarda Birliğin yatay ve dikey        büyümesine, 

Gümrük Birliği Kararının alınmasına ve 12 ve 22 yıllık listelerin geçiş sürelerinin dolmasına verdiğimiz yanıtları oluşturmuştur. Aslında bu listeyi tam üyelik müzakerelerinin başladığı 3 Ekim 2005 tarihine kadar uzatmak ve bizim sürecimizle Birliğin bütünleşme süreci arasındaki teknik ve siyasi bağları gözler önüne daha açık şekilde sermek mümkündür. 
Ama bu ayrı ve yararlı bir çalışma konusu olur. 

Uzun İnce yol.,

Sonuçta yukarıda değindiğimiz aşamaların her biri, tam üyeliğe giden ince uzun 
yol’a yıllar boyunca döşenmiş taşlardır. Yolumuzun kısalmış olması gerekirken biz duraklama yaşıyoruz. 
Aynen 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanmasından sonra reform sürecini askıya aldığımız gibi. Çünkü o anı, yani müzakerelerin başlamadığı anı, adeta doğal bir aşama gibi heves ve heyecanımızın bittiği bir aşama olarak kanıksadık. 

Muhalefet olayın tarihi anlamını göz ardı ederek Müzakere çerçeve belgesindeki eksiklikleri vurguladı ve sonucu küçümsedi. Hükümet Avrupa Birliği’nde her bir aşamanın bir diğer yeni aşamanın başlangıcı olduğu gerçeğini görmezden gelerek hedefe daha güçlü kilitlenmek yerine adeta muhalefetin iktidarı yönlendirmek istediği doğrultuda önceliklerini değiştirdi. 

Şimdi mesele bu taşları koymaya yeniden başlayıp başlayamayacağımız noktasında toplanmaktadır. Bunun ancak siyasi partilerimize ve TBMM’ye yeni bir siyasi iradenin hâkim olması ile mümkün olacağı açıktır. Ancak o zaman gerekli heyecan ve hevesi kamuoyuna yeniden yaymanın ve Hükümet ile muhalefetin önceliklerini yeniden düzenlemelerinin yolu açılabilir. İlgiyi canlı tutmanın yolu güncel bilgiden geçmekte, reformlara yeniden başlama iradesini ise katılım duygusu güçlendirmektedir. 

Bu noktada Avrupa Birliği’ne de sorumluluk düşeceği bellidir. 

Kötümserlik., 

Bugün ülkemizde Avrupa Birliği, bu alanda emek verenlerce terk edilmi. bir alan 
görünümündedir. ..” Ben de bu konularda çaba sarf etmiştim ama ...”  şeklinde kendine noktayı koymuş olanların içinde bulundukları bir nevi nostalji ve hüsran kapanı görüntüsünü yansıtmaktadır. 
   Oysa katılım iradesi alternatif maliyetlerin iyi hesaplandığı bu hesaplar ışığında yönelimin sürekli doğru konulabildiği ve güncel anlamını yeniden elde edebilen bir konum kazanabilmelidir. Bu raporun temel amacını oluşturan da budur. 

Sürece Zihinsel katılımın çeşitlendirilmesi., 

     Katılım iradesine yeniden geçerlilik kazandırılmasının pratik ifadesi herkesin görüşüne saygı gösterilmesi, her çevreden öneri beklenmesi ve duraklayan sürecin zihinsel katılımın  çeşitlendirilerek canlandırılmasıdır. 
Avrupa Birliği (bir) “ imtiyazlı bir grubun düşünce alanı ” değildir. 
Ancak salt “ savunma veya saldırı hattı ” da değildir. 

    Süreç bir paylaşma, ayrışma ve ortak seslendirmeyi arama zemini olarak görülebilmelidir. 
Tartışmalarımızın yelpazesi ne kadar geniş ise Avrupa projesi o kadar sağlıklı tartışılır. 

Sağlıklı Zeminde yeni bir tartışma, 

   Türkiye, Avrupa projesinin bugün hangi noktalarında güçlü, hangi noktalarında zayıf görünmektedir? 
Neyi takip ediyoruz, neyi kaçırıyoruz? 
   Özgün kimliğimiz hangi açıdan bugün daha değerlidir? 
   Bugün Türkiye hangi tartışmalarda Avrupa Birliği’nin yönelimlerine güç katabilir? 
   Üyelik sürecinin ara görünürlük aşamalarını nerelerde sağlayabiliriz? 
   Bu görünürlük neden önemlidir? 
   Bunlar, ülkemizde Avrupa Birliği tartışmalarının Sevr sendromlarından, bölme ve dayatma sarmalından, soğukkanlı ve sağlıklı zeminlere çekilmesini sağlamak için fikir verebilecek yalnızca birkaç soruyu oluşturuyor. Daha birçok soru ilave edilebilir. 

Bugün varılan aşama çok önemli., 

  Türkiye aslında uzun ince yolda çok büyük mesafe kat etmiş bulunmaktadır. Geldiğimiz aşama küçümsenmemelidir. 
   Avrupa Birliği bütünleşme süreci sonuçta, gönüllü iradeye dayalı bir projedir. 
Projenin bitmeyen zorlukları, tartışmaları, hayal kırıklıkları ve umutları bellidir. 
Bunlar kuşkusuz devam edecektir. Bu nedenle tartışmalardan çekinmeye gerek yoktur. 
Avrupa Birliği’nin ve kimi üyelerinin bize karşı tavırları zaman içerisinde dondurulamaz. 
Bütünleşme süreci hem bizim için hem Birlik için dinamik bir süreçtir ve bu dinamiği ne Avrupa Birliği ne de biz tek başımıza belirleyebiliriz. 

   Türkiye’nin üyelik surecinin başarısı bir mucizeye bağlı değildir. Başarı kapsamlı ve gerçekçi bir stratejiye ve bu stratejinin kararlı bir şekilde uygulanmasına dayanacaktır. 

III. STRATEJİNİN ANA HATLARI., 

Gündemimiz ve Temel hedeflerimiz., 

   Üyelik müzakereleri toplumumuzda kırılmalar yaratan dğ.il ulusal birlik ve beraberliği pekiştiren bir sürece dönüştürülmelidir. 

   Cumhuriyetimizin temel aldığı ülke bütünlüğünü, tekil Devlet-kucaklayıcı yurttaşlık kavramını ve laiklik gibi değerleri, Birliğin ortak mukadderat felsefesiyle bağdaştıran ve AB ile ortak geleceği bu zeminde inşa eden bir siyasi irade sergilenmelidir. 
   Üye ülkelerin, çağdaş Demokratik kriterlere dayalı Anayasal düzenlerinin hangi yönetim modellerini benimseyeceği Avrupa Birliği’ni ilgilendirmez. 

Bu iki hedefe varılmasını teminen hem Türkiye içinde AB hedefine, hem de Türkiye ile AB arasında karşılıklı güven sağlanmalı; bu bağlamda: Ahdi yükümlülüklere karşılıklı olarak uyulması esas alınmalı, 

Türkiye kendi yargı sistemini mevzuatta ve uygulamada Avrupa Birliği standartlarıyla tam olarak uyumlulaştırmalı, 

Türkiye ’yi de içine alan Avrupa bütünleşme projesinin komşu coğrafyamızdaki 
başlıca etkileri, aynen Avrupa kıta sında olduğu gibi barış, güvenlik, istikrar, ekonomik gelişme ve demokratikleşme olmalı, 

AB üyesi ülkeler ile ilişkilerimiz ikili düzeyde de güçlendirilmelidir. 

Yaklaşımımız, süreçte ilerlemeyi, Türk kimliğinin zengin çeşitliliğinden ve tarihi 
ve kültürel muhtevasından gurur duyarak, barış, gönüllü katılım iradesi ve uzlaşma kültürü temelindeki ortak idealleri paylaşma zemininde sağlama çabasına dayandırılmalı ve ülkemiz Avrupa bütünleşmesinin aktif bir aktörü olabilmelidir. Katılım sürecimizle Avrupa projesi arasındaki bağı, karşılıklı hasım hane tutumlar, ya da çatışmacı yaklaşımlar değil, birlikte düşünme, karşılıklı dayanışma ve ortak çaba anlayışı kurabilmeli, birbirimize karşı değil, birbirimiz için beraberce çözüm üretmeyi hedef alan bir yaklaşım(dan) benimsenmelidir. Stratejik düşünme bireyin gündelik yaşantısında karşılaştığı sorunlara duyarsız kalma anlamına gelmemelidir. 

   Müzakerenin tam üyelik hedefimize yönelik olduğu hususuna netlik kazandırmalı bu amaçla TBMM’den bir karar çıkartarak müzakere heyetimizin yetkisinin sadece tam üyelik hedefiyle sınırlı olduğu dünyaya ilan edilmelidir. 
   Böylece, imtiyazlı üyelik formüllerinin önü kesin şekilde kapatılmalıdır. 
   Önceliklerimiz ve ara hedeflerimiz belirlenmeli ve Avrupa’daki ve dünyadaki gelişmelerin sürekli nabzı tutularak gelişmelere göre öncelik ve hedeflerimiz güncelleştirilmelidir. 
   Bu öncelik ve ara hedeflere riayeti sağlayacak etkin bir koordinasyon mekanizması kurulmalıdır. 
   Süreç, gerginlik yaratan değil, uzlaşma zeminlerini besleyen ve dürüst bir çabayı sergileyen bir nitelik taşımalıdır. 
   Kamuoyunu yanıltmamak temel yaklaşım olmalıdır. 
   Müzakere başlıklarında ilerleme toplumsal zeminde iyi anlaşılabilmeli, sırf göz boyamak için alelacele düzenlemelerden kaçınılmalıdır. 

   Türkiye Orta Doğu, Kafkasya, Karadeniz, Hazar ve Akdeniz bölgelerinde, enerji güvenliği ve ulaşım gibi mukayeseli avantajlara sahip olduğu politikalarında etkin rol oynama çabalarını sürdürmeli ve bu politikalarından alacağı sonuçların Avrupa Birliği’ne katılma sürecinde önemli siyasi kozlar oluşturacağının bilincinde olmalıdır. 


***

22 Aralık 2019 Pazar

AVRUPA BİRLİĞİ NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRKİYEDE YAŞAM BOYU EĞİTİM POLİTİKALARI BÖLÜM 2

AVRUPA BİRLİĞİ NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRKİYEDE YAŞAM BOYU EĞİTİM POLİTİKALARI BÖLÜM 2





Tablo 4’ün de gösterdiği gibi, Türkiye’de 25 yaş altı nüfus toplam nüfusun yaklaşık %50.1’ini oluşturmaktadır. Türkiye, genç bir nüfusa sahiptir. Yaşam yılı beklentisi erkekler için 68.9 ve kadınlar için 73.6’dır. 2004 yılında toplam doğurganlık oranı 2.21’dir. Türkiye nüfusu için 2050 yılı tahmini 97,000,000 olarak gerçekleşmektedir (Eurostat, 2005; 2007; İçduygu, 2006; TUİK, 2007). 

Türkiye, AB’ne göre daha genç bir nüfusa sahiptir. 2050 yılına yönelik olarak gerçekleştirilen nüfus tahminlerinde ise bu farklılığın korunacağı gözlenmektedir. Türkiye ve AB arasındaki bu fark, yaşam boyu eğitim politikalarını etkiler niteliktedir. AB, yaşam boyu eğitim yaklaşımlarının geliştirilmesini, yaşlanan nüfusuna dayandırmaktadır. AB açısından, nüfus giderek yaşlandığından 
yetişkinlerin eğitimi, iş piyasalarının ihtiyaçları açısından yaşamsaldır. 

Türkiye’de 2000 yılında GSMH’den kişi başına düşen pay $3,130’dır. Yıllık ortalama büyüme oranı %1.8’dir (UNESCO, 2000). 

2000 yılında toplam 2,547,218 kişi işsizdir. İşsizler içinde 734,804’ü kadın, 1,812,414’ü erkektir. Bu sayılarla birlikte Türkiye’de işsizlik oranı %8.9 olarak gözükmektedir (TUİK, 2007; Eurybase, 2007). 

Türkiye’de eğitim işlerinin yürütülmesini düzenleyen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre, eğitim sistemi örgün ve yaygın olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Örgün eğitimin yanında ya da dışında yürütülen tüm eğitim etkinlikleri yaygın eğitim kapsamında yer alır. Milli Eğitim Bakanlığı kapsamında bu işlerin yürütülmesi ile ilgili sorumluluk Çıraklık ve Yaygın Eğitim 
Genel Müdürlüğü’ne aittir. 1973 yılında yürürlüğe giren bu yasada eğitimin yaş ve süre ile sınırlanamayacağı ile ilgili ifadeler olmakla birlikte yaşam boyu eğitim kavramı yer almamaktadır. Kavram ancak son yıllarda, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin hız kazanmasıyla Milli Eğitim belgelerinde yer almaya başlamıştır. 

Resmi düzeyde yaşam boyu eğitimle ilgili kapsamlı bir çalışma Ekim 2006 tarihli, “Türkiye’nin Başarısı İçin İtici Güç: Hayat Boyu Öğrenme Politika Belgesi”dir (www.megep.meb.gov.tr). Rapor, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yürüttüğü MEGEP (Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi) dâhilinde hazırlanmıştır. MEGEP beş yıllık bir projedir ve amacı, Türkiye’deki mesleki ve 
teknik eğitim sisteminin sosyo-ekonomik gereksinimler ve yaşam boyu öğrenme ilkeleri doğrultusunda bütünlüklü olarak güçlendirilmesidir. Projenin bütçesi 58 milyon Avro’dur ve bunun 51 milyon Avro’su Avrupa Birliği hibesidir. Mesleki eğitimin niteliğinin yükseltilmesi, kamu kurumları ve özel sektör arasındaki işbirliğinin sağlanması ve mesleki eğitimin yerinden yönetime geçirilmesi özel 
hedefleri ile yürütülen proje kapsamında gerçekleştirilmesi planlanan etkinlikler den biri Türkiye’nin yaşam boyu öğrenme politikasının geliştirilmesidir. 

Rapor, yaşam boyu eğitimin Türkiye’deki durumunu analiz etmek için nüfus, eğitim, iş piyasası ve istihdam ve bölgesel eşitsizlikler ile ilgili verileri değerlendirdikten ve yaşam boyu eğitim politikalarının uygulanmasında resmi ve resmi olmayan ortakları ve olası katkılarını sıraladıktan sonra etkili bir yaşam boyu eğitim politikasının iş piyasası üzerindeki olumlu etkilerinden bahsetmekte  dir. Rapora göre eğitim düzeyi arttıkça iş piyasasına katılım artmakta, eğitime katılım azaldıkça istihdam riski arttığından sosyal dışlanma gibi başka olumsuz sonuçlar doğmaktadır. Türkiye’nin, yaşam boyu öğrenme kavramı kapsamında mesleki eğitime ve öğretime özel önem vermesi, hükümet ve sosyal ortaklar arasındaki işbirliğini geliştirmesi ve bu doğrultuda eğitimin, ilgili kurumların yetki devriyle yerinden yönetime geçmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Raporun önerdiği bir diğer etkinlik ise yaşam boyu eğitim faaliyetlerinin izlenmesini sağlayan bir veri toplama sistemi geliştirilmesidir. Yaşam boyu eğitimin finansmanı konusunda ise rapor her şeyin hükümetlerden beklenmemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Finansman sorununun çözümünde eş finansman 
kavramını vurgulayan rapora göre, katılımcıların eğitim sonrası gelirleri artacağından maliyete ortak olmaları gerektiği belirtilmektedir. Ancak eğitim sırasında katılımcının geliri henüz artmamış olduğundan ertelenmiş ödeme önerilmektedir. Eğitimden faydalanan katılımcıyı bir çeşit borçlandırma anlamına gelen bu yaklaşım, raporun finansman sorunu konusundaki en temel önermesi  dir. Raporun öneriler kısmında rekabetçilik için öğrenmeye mutlak öncelik verilmemesi gerektiği, sosyal katılım, demokrasi ve vatandaşlığa ilişkin konuların ihmal edilmemesi gerektiği vurgulanırken, gerçekte raporun bütününe hâkim olan yaklaşımın tam aksi yönde gerçekleştiği söylenebilir. 

Rapor öncelikli program alanlarını da temel hayat becerileri ve yetişkinler için okuma yazma eğitimi, hayat boyu öğrenme programları için kırsal kesimi geliştirme, kapsamlı bir temel beceriler ve anahtar yetkinlikler geliştirme stratejisi, sivil toplumun hayat boyu öğrenmenin uygulanmasına dâhil edilmesi ve bu konuda desteklenmesi, işletme eğitimi, beceri seviyelerinin standart  laştırılması ve belgelendirilmesi ve daha geniş hizmet sunumu, uygulayıcıların kapsamlı biçimde eğitilmesi ve iş içinde yeniden eğitilmesi, bilgi ve farkındalık oluşturma kampanyası, medya ve hayat boyu öğrenme olarak tespit etmektedir. 

Türkiye’de yaşam boyu eğitim yaklaşımı, 17. Milli Eğitim Şurası’nda da ayrı bir başlık olarak ilk defa yer almıştır (www.meb.gov.tr). Şura kararlarının ikinci alt başlığı olan “Küreselleşme ve Avrupa Birliği Sürecinde Türk Eğitim Sistemi” 
bölümünde birinci kısım ‘Yaşam Boyu Öğrenme’dir. Yaşam boyu eğitim kavramı etrafında bir ulusal politika geliştirilmesi gerekliliğine dikkat çekerek başlayan belge, yaşam boyu eğitim kapsamında ele alınabilecek eğitim etkinliklerinin, bu etkinliklerle ilgili verilerin ve belgelendirme yöntemlerinin standartlaştırılması ihtiyacından bahsetmektedir. Ulusal istihdam politikası ile eğitim sistemi 
arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi gerektiğini söyleyen belge, sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin, özel öğretim kuruluşlarının bu alana dönük katkılarının artırılması gerektiğinin altını çizmektedir. Belge, yeni kurumlar oluşturmak yerine varolan kurumların bu içerikte yeniden düzenlenmesini önermekte ve Avrupa Birliği sürecinde yabancı dil öğretiminin güçlendirilmesine, 
yetişkin eğitimi lisans programlarının yeniden açılmasına, kitle iletişim araçlarının öğrenme olanakları hakkında bilgilendirici işlevinin geliştirilmesine, bilgi iletişim teknolojilerinin yaygın ve etkin kullanımına, açık üniversitenin açılmasına ve engellilerin de dikkate alınması gerektiğine işaret etmektedir. 

17. Milli Eğitim Şurası’nda yaşam boyu öğrenmenin önemine yapılan vurgunun ardından 2010 yılında gerçekleştirilen 18. Milli Eğitim Şurası’nda kavrama atfedilen değerin gerilediği görülmektedir. Şuranın sonuç metninde kavram, başka konu başlıkları altında yapılan dolaylı göndermelere indirgenmiştir. “Eğitim Ortamları, Kurum Kültürü ve Okul Liderliği” başlığında eğitim ortamlarının dünyada ve Türkiye’de kabul gören hayat boyu öğrenme stratejisi dikkate alınarak tasarlanması gerektiği ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra “Spor, Sanat, Beceri ve Değerler Eğitimi” başlığında bu eğitim alanlarında özellikle Halk Eğitimi Merkezleri’nde hayat boyu öğrenme kapsamında daha fazla kurs açılması gerektiği belirtilmektedir (www.meb.gov.tr). Her iki başlık altında da kavrama ilişkin yapılan göndermelerin kavrayışı güçleştirecek düzeyde muğlâk olduğunu söylemek yerinde olacaktır. 
Sonuç metnindeki ilgili ifadelerde göze çarpan bu muğlâklık, bir önceki Şura’da yaşam boyu öğrenme kavramına verilen önemin yüzeysel bir söylemden ibaret olduğu izlenimi uyandırmaktadır. 

Türkiye’de yaşam boyu eğitimle ilgili yukarıda anılan metinlerin ve benzerlerinin tamamı hedefler düzeyindedir. 

Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda (2007-2013), ‘Eğitimin İşgücü Talebine Duyarlılığının Artırılması’ bölümünde yaşam boyu eğitim kavramı şu ifadelerle ağırlıklı bir yer tutmaktadır: 

570. Değişen ve gelişen ekonomi ile işgücü piyasasının gerekleri doğrultusunda, kişilerin istihdam becerilerini artırmaya yönelik yaşam boyu öğrenim stratejisi geliştirilecektir. Bu strateji, kişilerin beceri ve yeteneklerinin geliştirilebilmesi için, örgün ve yaygın eğitim imkanlarının artırılmasını, söz konusu eğitim türleri arasındaki yatay ve dikey ilişkinin güçlendirilmesini, çıraklık ve halk eğitiminin 
bunlara yönelik olarak yapılandırılmasını, özel sektör ve STK’ların bu alanda faaliyet göstermesini destekleyecek mekanizmaları kapsayacaktır. 

571. İşgücü piyasasına ilişkin bilgi sistemleri geliştirilmesi, eğitim ve işgücü piyasasının daha esnek bir yapıya kavuşturulması ve istihdamın ve işgücü verimliliğinin artırılması için, yaşam boyu eğitim stratejisi dikkate alınarak ekonominin talep ettiği alanlarda insangücü yetiştirilecektir…… (DPT, 2006). 

Plan metninin, ‘Eğitim Sisteminin Geliştirilmesi’ bölümünde ise yapılması düşünülen işler şöyle ifade edilmektedir: 

583. Eğitim sistemi, insan kaynaklarının geliştirilmesini desteklemek üzere, yaşam boyu eğitim yaklaşımıyla ve bütüncül olarak ele alınacak; sistemin etkinliği, erişilebilirliği ve fırsat eşitliğine dayalı yapısı güçlendirilecektir…. 

594. Toplumda yaşam boyu eğitim anlayışının benimsenmesi amacıyla e-öğrenme dahil, yaygın eğitim imkanları geliştirilecek, eğitim çağı dışına çıkmış kişilerin açık öğretim fırsatlarından yararlanmaları teşvik edilecek, beceri kazandırma ve meslek edindirme faaliyetleri artırılacaktır (DPT, 2006). 

Görüldüğü üzere, Dokuzuncu Kalkınma Planı, yaşam boyu eğitimi mesleki eğitimle neredeyse eş tutar bir yaklaşım sergilemektedir. Her ne kadar 583. madde, yaşam boyu eğitimi, eğitimi sisteminin bütüncül yapılandırılması için genel bir yaklaşım olarak ifade etse de, gerek aynı maddedeki gerekse diğer maddelerdeki ve hatta plan metninin bütününde ifadesini bulan insan kaynakları yaklaşımı belirginliğini korumaktadır. Aynı yaklaşımı yine Devlet Planlama Teşkilatı’nın 2007-2009 yılları için yayımladığı Orta Vadeli Program’da da görebilmek mümkündür (DPT, 2005. s.11). Hatta bu metinde yaşam boyu eğitimin mesleki eğitimle eş tutulması o derece açıktır ki, kavram ‘İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ve İstihdam Edilebilirliğin Artırılması’ bölümünde gündeme girerken, ‘Eğitim’ bölümünde yer almamaktadır. 

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2009 yılında hazırlanan “Hayat Boyu Öğrenme Strateji Belgesi”, Türkiye’nin nasıl bir yaşam boyu eğitim politikası tasarladığının anlatıldığı en temel politika metnidir (www.megep.meb.gov.tr). Bu metinde de yaşam boyu eğitime salt ekonomik bir anlam yüklendiği söylenebilir. Rapora göre bireylerin, dinamik ve değişken işgücü piyasasında rekabet edebilmeleri ve ekonomik seviyelerini koruyabilmeleri için “istihdam edilebilme” niteliklerini kazanmaları ve sürekli yenilemeleri gerekmektedir. Bunun yolu da “hayat boyu öğrenme”dir. Raporun “Genel Hedef” başlığında AB’nin Lizbon Stratejisi açıklanmakta ve Türkiye açısından Lizbon Stratejisi’nde ortaya konulan hedeflerin ne kadar önemli olduğunu altı çizilmektedir. Metin bu genel hedef 
doğrultusunda 16 öncelik alanı belirlemektedir. Bunlar yasal çerçevenin düzenlenmesi, hayat boyu öğrenme kültürünün oluşturulması, bir veri toplama sisteminin oluşturulması, okuryazarlık oranının artırılması, tüm eğitim kademelerinde okullaşma oranlarının artırılması, kurumların altyapılarının geliştirilmesi, programların güncellenmesi, bilgi iletişim teknolojilerinin kullanımının artırılması, dezavantajlı bireylere özel önem verilmesi, mesleki rehberlik hizmetinin geliştirilmesi, mesleki yeterlilik sisteminin geliştirilmesi, iş ve okul bağının güçlendirilmesi, işgücü niteliğinin uluslararası rekabete uygun hale getirilmesi, hayat boyu öğrenmenin finansmanının taraflarca paylaşılmasının sağlanması, uluslararası işbirliğine daha fazla önem verilmesi, 
yaşlıların ekonomik hayata katılımlarının sağlanmasıdır. Bu öncelik alanlarının Lizbon Stratejisi ile birebir uyum içinde olduğu açıkça görülmektedir. 

Hayat Boyu Öğrenme Strateji Belgesi’nde bahsi geçen en önemli önermelerden biri Hayat Boyu Öğrenme Koordinasyon Kanunu’dur. 
Belgenin birinci öncelik olarak tespit ettiği “Hayat Boyu Öğrenmenin Eş Güdümü İçin Tarafların Görev ve Sorumluluklarının Açıkça 

Belirtildiği Bir Yasal Düzenlemenin Yapılması” konusu, Türkiye açısından bir ilk olarak görülebilir. Yetişkin eğitiminin koordinasyonu alanında öteden beri yaşanan yasal boşluk bilinmektedir (Bilir, 2009). Strateji belgesi, bu alandaki yasal boşluğun görmezden gelinmediğini dile getirmesi bakımından önemlidir. Metinde, taraflar olarak ifade edilen birey, aile, iş dünyası, sivil toplum kuruluşları, kamu kurum ve kuruluşları ve medyanın yaşam boyu eğitim esaslarına göre eğitim sisteminin yeniden yapılandırılmasında üstlenecekleri rolleri tanımlayan bir yasal düzenleme olarak tarif edilen tasarının, henüz TBMM gündemine girmediğini de belirtmek gerekir. 

TARTIŞMA 

Yaşam boyu eğitim politikalarını tanımlayan metinlere bakıldığında, Türkiye’nin metinlerinin, Avrupa Birliği metinleri temel alınarak hazırlandığı göze çarpmaktadır. Gerek kullanılan dil, gerekse de eğitim ihtiyaçlarının ve hedeflerinin ortaya konuluşunda şaşırtıcı bir benzerlik görülmektedir. Türkiye’nin, yaşam boyu eğitim politikalarını geliştirirken dayandığı tek dinamiğin Avrupa Birliği’ne üyelik olduğu, resmi metinlerden de anlaşılmaktadır. Oysaki Türkiye’nin özgün sorunları da vardır ve bu sorunlar özgün eğitim 
ihtiyaçları doğurmaktadır; o halde yaşam boyu eğitim politikalarının geliştirilmesinde de özgün bir yaklaşım gerekmektedir. 

Hızla değişen dünyada, eğitim ihtiyaçları da hızla değişmektedir. Eğitim ihtiyaçlarındaki değişim ise eğitim sistemlerinin ihtiyaca göre yeniden düzenlenmesini gündeme getirmektedir. Eğitim alanında yaklaşık olarak son yirmi yılda ağırlık kazanan yaşam boyu eğitim kavramı, bugün için uluslararası planda yürütülen tartışmalarda eğitim sistemleri açısından genel bir düzenleyici ilke olarak anlam kazanmaktadır. Doğaldır ki her eğitim söylemi gibi bu kavram da, daha genel ekonomik, sosyal ve siyasal güç ilişkileri bağlamında kendine yer edinmekte, daha geniş bir tartışma düzleminin eğitimdeki izdüşümü olarak hayat bulmaktadır. 

Yaşam boyu eğitimin, küresel düzeyde önem kazanması, küresel rüzgârlar eşliğinde gerçekleşmektedir. 

Yaşam boyu eğitim kavramının son dönemlerde büyük önem kazanmasını, eğitim alanında küreselleşme süreci ile birlikte güç kazanan insan kaynakları yaklaşımı, yeni meslekileşme eğilimleri ve eğitimin piyasalaştırılması çerçevesi içinde kavramak gerekmektedir. İleri kapitalist ülkelerin yaşlanan nüfusları ve işgücü piyasasında yaşanan hızlı ve sürekli değişim nedeniyle yetişkin eğitiminin 
geliştirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Yetişkin eğitiminin geliştirilmesi ise örgün eğitim sistemleriyle bağlantısının güçlendirilmesini gerektirdiğinden, bütünleştirici bir yaklaşım olarak yaşam boyu eğitim kavramı sahneye girmektedir. Kavramın bu biçimde anlam kazanması da, taşıdığı daha insani potansiyellerin güdükleşmesine neden olmaktadır (Hake, 2005; Hirtt, 2005). 

İnsanı, üretim sürecindeki bir girdiye ve eğitimi de bu girdinin verimliliğini artıran bir teknolojiye indirgeyen yaklaşımların aksine, insanileştirilmiş bir yaşam boyu eğitim anlayışı geliştirmek mümkündür. Kavram, yetişkin eğitimi ile örgün eğitim sistemlerine sunduğu bütünleştirici perspektifiyle önemli bir potansiyele sahiptir. Yaşam boyu eğitim, katılımcılarının toplumsal hayatta saygın ve dönüştürücü birer özne olarak var olmalarını sağlayan, eşitlikçi ve özgürlükçü bir içerikte ele alındığında ve toplumsal hayata salt ekonomi alanından değil demokratikleşme cephesinden de katkı sunduğunda bu potansiyelin insancıl bir yönelim kazanması mümkün olabilir. 

Böyle bir içerikte ele alındığında, yaşam boyu eğitim, Türkiye’de eğitim ihtiyaçlarının giderilmesinde etkin bir rol oynayabilir. Ancak bugün kavramın Türkiye’de ağırlıkla, küreselleşme yönelimleri doğrultusunda değerlendirildiğini 
söylemek yanlış olmayacaktır. Küreselleşmeye entegrasyon fikri, Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi biçiminde dillendirilmekte ve Türkiye, bizzat devlet eliyle bu hedefe doğru köklü dönüşümler yaşamaktadır. 

Türkiye, 12 Eylül 1963 tarihinde Avrupa Topluluğu ile imzaladığı ve 1 Aralık 1964’te yürürlüğe giren Ankara Antlaşması ile başladığı Avrupa’ya katılım serüveninde 3 Ekim 2005 tarihinde yeni bir evreye girmiştir. AB’ye tam üyelik hakkını kazanmak olarak belirlenmiş siyaset çok çeşitli siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel temelli eleştirilerle birlikte, bu tarihte üyelik müzakerelerinin 
başlatılmasına karar alınması ile yeni tartışmalar başlatmıştır. Uzun bir süre alabileceği belirtilen üyelik müzakereleri öncelikle karşılıklı mevzuat taraması ve ardından uyum için yapılacak değişiklikler ve düzenlemeler şeklinde ilerlemekte dir. Bu süreçte 35 ana müzakere konusu bulunmaktadır. Bu başlıklardan bir tanesi “Eğitim ve Kültür”dür. Bu başlık altında yapılacak uyum çalışmalarında 
Türkiye’nin eğitim ve kültür mevzuatının taranması, uygulamadaki durumun ortaya konulması ve Avrupa Birliği’nin eğitim ve kültür politikalarıyla uyumlu hale getirilmesi için düzenlemeler yapılması yer almaktadır. 

Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkilerinin bugün aldığı şekil, Türkiye’nin iki yüz yıllık Batılılaşma yönelimi bağlamında değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme, Batılılaşma fikrinin Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal yapısındaki belirleyici etkisi nedeniyle önemli görünmektedir. Nitekim Türkiye’de eğitim uygulamalarında da bu fikrin, dönem dönem ağırlığı değişse de belirgin bir etkisi vardır. Batılılaşma ya da modernleşme, çok daha kapsamlı bir tartışmayı gerektirmekle beraber denilebilir ki, tarihsel süreçte Türkiye’de kapitalizmin kendi dinamikleriyle aşağıdan yukarıya değil, devlet eliyle yukarıdan aşağıya inşa edilmesi nedeniyle, kendine özgü çarpık bir biçimde yaşanagelmiştir. En temel düzenleyici fikirler, Cumhuriyet tarihi boyunca, Batı’dan ithal edilmiş, bu nedenle de gerçek ihtiyaçları karşılama olanakları, kültürel gerilimler arasında sıkışarak, gerçek kazanımlara dönüşme potansiyellerini yitirmişlerdir. Oktay (2006) bu durumu, Türk Aydınlanması’nın sezaryen ameliyatla doğmuş olmasına bağlamaktadır. Ona göre Tanzimat ve onun devamı niteliğinde olan 

Cumhuriyet, asker-sivil bürokrasi ve onları takip eden entelektüeller tarafından, kimseye danışılmadan inşa edilmiştir ve bu nedenle de Fransız ve Rus devrimleri kadar kitle tabanına sahip olmamıştır. Cumhuriyet’in kitle tabanı, onu kuran ve yürüten kadrolar tarafından süreç içinde yaratılmıştır ancak kendi karşıtını da sürekli olarak gizlenmiş biçimlerde de olsa ayakta tutmuştur. 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci de bu sürecin bir parçasıdır. Cumhuriyetle birlikte yüzünü Batı’ya dönen Türkiye’nin yaklaşık yarım yüzyıllık hedefi olan Avrupa’ya katılım sorunu, son dönemlerde küreselleşme süreci ile birlikte Avrupa Birliği’nin yönelimleriyle de kesişmesi sonucunda yeni bir boyut kazanmıştır. Sürecin kazandığı yeni boyutta, Türkiye kendisini Avrupa Birliği’ne 
uydurmaya çalışmaktadır. Bunun somut karşılığı farklı alanlarda farklı biçimlerde yaşanmakla birlikte, eğitim alanında yaşam boyu eğitim kavramı etrafında gerçekleşmektedir. Ancak kavram, Türkiye’nin Batı ile kurduğu çarpık ilişki bağlamında ele alınmakta ve Türkiye’nin gerçek eğitim ihtiyaçlarıyla ve sunduğu olanaklarla ilgisiz bir yer edinmektedir. Türkiye’de yaşam boyu eğitimle ilgili 
metinlerin Avrupa Birliği metinleriyle taşıdığı mutlak ortaklık, bu durumun göstergelerinden biridir. Metinler incelendiğinde Türkiye’nin eğitim ihtiyaçlarının Avrupa Birliği ülkeleri ile aynı olduğu hissi uyanmaktadır. Hatta Türkiye’de sorun olarak varolmayan konuların bile eğitim hedefleri içine yerleştirilmesine rastlanmaktadır. 

Bugün Avrupa Birliği nitelikli işgücüne ihtiyaç duymaktadır. Yaşlanan nüfusu, ekonomik büyüme öngörüleri ve işgücü ihtiyacı projeksiyonları Avrupa Birliği’ni bir bütün olarak yaşam boyu eğitim politikalarına yöneltmiştir. Bu yönelim içinde yaşam boyu eğitim, işgücü piyasasında ihtiyaç duyulan niteliğin çalışma hayatı içinde giderilebilmesine dayanan bir çeşit mesleki eğitim düzeyinde ele  alınmaktadır. Yaşam boyu eğitimle ilgili ileri sürülen diğer fikirler, verili yaşam boyu eğitim politikaları göstermektedir ki, kavramın popülerleştirilmesi için kullanılmakta olan argümanlar düzeyindedir. 

Avrupa’nın tespit ettiği gerçek ihtiyaç iş içinde kendisini yenileyebilen, hatta mümkünse farklı bir işle ilgili bilgi ve becerileri de sonradan edinebilen bir işgücü tipidir. Bugün Avrupa’da yaşam boyu eğitimle ilgili her tartışmanın arkaplanında bu tespit yatmaktadır. Bu tespitin rasyonelliği tartışmalıdır ancak Avrupa’da eğitim sistemleri her düzeyde bu ihtiyaca göre yeniden düzenlenmektedir. 

Türkiye ise ilgili tartışmaların bir katılımcısı düzeyinde olmasına rağmen bu alanda ciddi bir ilerleme kaydetmemiştir. Örgün eğitimin yaşam boyu eğitimi destekleyen bir niteliğe kavuşturulmaya çalışıldığı iddiası mevcut olmakla birlikte asıl sorun alanı olan yetişkinlerin eğitimi için elle tutulur bir proje bulunmamaktadır. Nitekim Türkiye 7.589.657 okumaz yazmazıyla (TUİK, 2010) çok büyük eğitim problemleriyle karşı karşıyadır. 

Diğer taraftan Avrupa Birliği’ne üyelik süreci iç politikanın sürekli bir tartışma konusudur. Üyeliğe karşı olanlar, taraf olanlar ve başka bakış açılarından yaklaşanlar mevcuttur. Taraf olanlar, Avrupa Birliği’nin yaşlanan nüfusunu yaygın bir argüman olarak kullanmaktadırlar. Buna göre Avrupa, ihtiyaç duyduğu genç işgücünü karşılamak için dışarıdan insan kaynağı bulmak 
durumundadır. Başvuracağı ilk yer de genç nüfusa sahip Türkiye olacaktır. 
Birlik üyesi Türkiye, Avrupa’nın insangücü kaynağı olarak sürekli işgücü ihraç edecektir. Böylece Türkiye’deki işsizlik problemi de ortadan kalkacaktır. 

Bu beklentinin dayanakları, yani Avrupa’nın genç işgücü ihtiyacının sürekli arttığı ve bunu kendi nüfusu içinden karşılayamadığı doğrudur. Ancak ihtiyaç duyulan işgücü, özellikle hizmet sektöründe istihdam edilecek yüksek nitelikli işgücüdür. 
Başka bir deyişle, 1950 ve 60’larda Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu işgücüyle şimdiki Avrupa’nın ihtiyacı farklıdır. Bu ihtiyacı bir olanak olarak kullanmak üzere Türkiye’nin herhangi bir politikası mevcut değil gibi gözükmektedir. 

SONUÇ 

Türkiye’de eğitim sisteminde yaklaşık son yirmi yıldır hüküm süren bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu dönüşüm 80’li ve 90’lı yıllarda Dünya Bankası’nın talepleri ile şekillenirken 2000’li yıllarda temel ekseni Avrupa Birliği oluşturmaya başlamıştır. Türkiye’de eğitim istihdam sorunları bağlamında ele alınmakta ve ekonominin bir alt dalına indirgenmektedir. Kamunun eğitime katkısı azaltılmakta ve ortaya çıkan boşluk özel sektör ve katılımcılarla paylaşılmaktadır. Hem içerik hem de finansman boyutlarında yaşanan bu dönüşüm, eğitim sisteminin tamamına etki etmesi beklenen yaşam boyu eğitim kavramının Türkiye’deki karşılığına da yansımaktadır. 

Nüfus yapıları bakımından AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin çok daha genç bir nüfusa sahip olduğu görülmektedir. 
Nüfus yapıları arasındaki bu fark aslında eğitim ihtiyaçlarını da farklılaştırmak tadır. Türkiye’de yetişkin eğitiminin anlamı, bu nedenle AB ülkelerine göre değişmektedir. Nüfusun genç olması nedeniyle yaşam boyu eğitime yapılan vurgu, Türkiye’de daha çok işgücünün nitelik açığının kapatılması ve rekabet edebilir bir ekonomik yapılanma doğrultusundadır. 

Okullaşma oranları bakımından Türkiye, AB ortalamasının gerisindedir. 
Bu durum Türkiye’de yetişkin eğitimine katılımı da etkilemektedir. Yetişkin eğitimine katılım bakımından Türkiye AB’ye göre daha düşük bir katılım oranı göstermektedir. Bu sorunun çözümünde eğitimde yapılan kamu harcamalarının artırılması gerektiği söylenebilir. Ancak Türkiye, eğitimde kamu harcamaları 
bakımından da AB ülkelerine göre daha geri bir durumdadır (Aytaç, 2004). Eğitimde kamu harcamalarının bir ülkenin eğitime verdiği önemin açık bir göstergesi olduğu genel kabul görmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin AB’ye göre hem nicel hem de nitel anlamda çok daha gelişkin olan eğitim ihtiyaçlarına karşı eğitime daha az kamu yatırımı yapmasından, eğitime AB ülkelerinden daha az önem verdiği sonucu çıkarılabilir. Bu bulgu, resmi ağızlar tarafından dillendirilen politika söylemlerinin aksini göstermektedir. 

Türkiye’de yaşam boyu eğitim politikaları ile ilgili az sayıdaki resmi raporda, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin izlerini açıkça görmek mümkündür. Bu metinler AB metinlerinin neredeyse birer kopyası niteliğindedir. Örneğin 17. Milli Eğitim Şura’sının kararlar metninin ilgili bölümünde yer alan 20. maddesinde toplumsal entegrasyonu sağlayamayan ailelere yönelik eğitim girişimlerine duyulan ihtiyaçtan söz edilmektedir. Bu ihtiyaç Avrupa’da dışarıdan işçi göçüne bağlı bir toplumsal soruna dayanmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerine dışarıdan gelen işçi aileleri ve çeşitli biçimlerdeki diğer göçmenler ile mevcut toplumsal yapı arasında yaşanan kültürel çatışmaların tanımlanması amacıyla kullanılan ‘entegrasyon sorunu’ kavramı, Birliğin eğitim ile ilgili metinlerinde sıklıkla karşılaşılan ve çözümünde eğitime büyük misyonlar biçilen bir sosyal sorunu ifade etmektedir. Türkiye’de, çeviri metinler dışında, böyle bir sorun olduğuna dair herhangi bir ipucu bulunmamaktadır. Türkiye’de yaşam boyu eğitim politikalarıyla ilgili metinlerde karşılaşılan bu tip ifadeler, metinlerin dilinin Avrupa Birliği’nin kendine özgü dili ile taşıdığı benzerlikler ve kavramla ilgili bütün metinlerin üst başlığında Avrupa Birliği bağlamının bulunması, Türkiye’nin kavramla ilgili politika tartışmalarında temel dinamiğin Avrupa Birliği ile uyum süreci olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin kendine özgü sorunları ve eğitim ihtiyaçları yokmuşçasına hazırlanan bu metinler üzerine kurulacak politikaların, gerçek sorunları es geçmesi ve yüzeysel uygulamalar olarak kalması 
muhtemeldir. 

Türkiye’nin eğitim ihtiyaçlarının ne olduğuna dair gerçek verilere ya da öngörülere rastlamak bilimsel anlamda mümkün değildir. Eğitimle istihdam arasında kurduğu sorunlu bir dolaysız bağlantı ile küresel düzeyde ortaya çıkmış bulunan işbölümünde kendi payına düşeni sorgusuzca içselleştiren Türkiye’nin eğitim ihtiyaçlarının ne olduğunu belirleyecek çalışmalara ihtiyaç vardır. 

Gerçek eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesi, yaşam boyu eğitim politikalarının da hangi yönde ilerlemesi gerektiğini, yeniden yapılanmanın ve yaşanan dönüşüm ün eleştirel bir gözle ele alınabilmesini sağlayacak zemini oluşturacaktır. 
Bu zemin halen belirsizliklerle doludur. 

Türkiye’nin eğitim politikalarını belirleme zeminindeki bu belirsizlik, konu yaşam boyu eğitim olduğunda, kavrama küresel metinlerde yüklenen anlamlardaki belirsizlik ile birleşmekte ve Türkiye’nin yaşam boyu eğitim politikaları gerçek ihtiyaçlarla ilişkisi kurulmamış bir dizi soyut söylemden ibaret kalmaktadır. Türkiye’nin yaşam boyu eğitim kavramına yüklediği anlamı netleştirmeye, 
anlamı nispeten sabitlenmiş bu kavramın hangi eğitim ihtiyaçlarına karşılık geldiğini belirlemeye ve bu belirleme ışığında somut ve gerçekçi politikalar üretmeye ihtiyacı bulunmaktadır. 

Türkiye, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel sorunlarını çözmek için eğitim alanında bazı değişikliklere gitmelidir. Yaygın bir yetişkin okumaz yazmazlığı sorunu olan, sınıflar-cinsler-bölgeler arası eşitsizliklerin hızla derinleştiği, toplumsal ayrışmanın eğitim alanından beslendiği (Ünal vd., 2010), töre cinayetleri ve kan davaları gündeminden düşmeyen, kendisine benzemeyen herkese düşman gözüyle bakan genç bir kuşağa sahip ve giderek muhafazakar laşan Türkiye’nin, salt işgücü ihtiyacını karşılamak üzere bir yaşam boyu eğitim politikası geliştirmesi doğru değildir. Bu alanlarda yaşanan sorunların çözümü tek başına eğitimde değildir ancak eğitim, daha büyük ve bütünlüklü bir dönüşüm projesinin etkin bir parçası olarak görülebilir. Böyle bir değişim sürecinde yaşam boyu eğitim, önemli dayanak noktalarından biri olacaktır. Sonuç olarak Türkiye’nin, eşitlikçi ve özgürlükçü eğitim fikirlerini, kendine özgü bir aydınlanma perspektifiyle harmanladığı yaşam boyu eğitim politikalarına ihtiyacı olduğu söylenebilir. 

KAYNAKÇA 

Aytaç, D. (2004). Türkiye’de Konsolide Bütçe Harcamalarının Gelişimi: Avrupa Birliği Ülkeleri İle Bir Karşılaştırma. Yayınlanmamış 
Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 

Bilir, M. (2009). “Yetişkin Eğitiminin Tarihsel Gelişimi”. Yetişkin Eğitimi. s.25-85. Kalkedon Yayınları. Ankara 

DPT (2001). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Hayatboyu Eğitim veya Örgün Olmayan Eğitim Özel İhtisas Komisyonu Raporu. 
http://ekutup.dpt.gov.tr (23.08.2011) 
------------- (2005). Orta Vadeli Program 2007-2009. 
http://ekutup.dpt.gov.tr (23.08.2011) 
------------- (2006). Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007-2013. 
http://ekutup.dpt.gov.tr (23.08.2011) 

European Comission (2000). A Memorandum On Lifelong Learning. www.eu.int (23.08.2011) 

------------- (2001). The Concrete Future Objectives of Education 
Systems. europa.eu.int/eur-
lex/en/com/rpt/2001/com2001_0059en01.pdf (23.08.2011) 

------------- (2001). Making a European Area of Lifelong Learning a Reality. 
ec.europa.eu/education/policies/lll/life/communication/com_en.pdf 
(23.08.2011) 

------------- (2001). National Actions To Implement Lifelong Learning in Europe. 
www.eurydice.org/ressources/eurydice/pdf/0_integral/026EN.pdf 
(23.08.2011) 

------------- (2005). Key Data On Education In Europe. 
www.eurydice.org (23.08.2011) 

------------- (2005). Progress Towards the Lisbon Objectives in 
Education and Training. ec.europa.eu/education/policies/2010/doc/progressreport05.pdf 
(23.08.2011) 

------------- (2007). Non-Vocational Adult Education in Europe. 
www.eurydice.org/ressources/eurydice/pdf/0_integral/083EN.pdf (23.08.2011) 

European Research Associates (2004). Exploring Sources On Funding For Lifelong Learning. 
http://ec.europa.eu/education/doc/reports/doc/ lllfunding.pdf 
(23.08.2011) 

Eurostat (2005). Europe in Figures. http://epp.eurostat.ec.europa.eu/ (23.08.2011) 

------------- (2006). Türkiye’de Eğitim Sisteminin Genel Yapısı. 
http://194.78.211.243/Eurybase/Application/frameset.asp?country=TR&language=VO (23.08.2011) 

------------- (2007). Demographic Outlook: National Reports On Demographic Developments in 2005. 
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/ (23.08.2011) 

------------- (2007). Living Conditions in Europe: Data 2002-2005. 
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/ (23.08.2011) 

Eurydice (2000). Lifelong Learning: The Contribution of Education Systems in the Member States of the European Union. 
www.eurydice.org (23.08.2011) 

------------- (2001). Thematic Bibliography – Lifelong Learning. 
www.eurydice.org (23.08.2011) 

Hake (2005). “AB Politikaları ve Bilgi Ekonomisi: Yaşam Boyu Öğrenme İçin Stratejik Bir Rol”. Yaşam Boyu Öğrenme 
Sempozyumu (9-10 Aralık 2004). PegemA Yay. Ankara 

Hirtt, N. (2005). Brüksel’den Lizbon’a. Eğitim, Bilim, Toplum Dergisi. Sayı: 10. s.74-86. Eğitim Sen Yay. Ankara 

İçduygu, A. (2006). Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Bağlamında Uluslararası Göç Tartışmaları. TUSİAD. 
www.tusiad.org.tr/turkish/rapor/goc/goc.pdf (23.08.2011) 

MEB (2006). 17. Milli Eğitim Şurası Kararları. 
http://www.ttkb.meb.gov.tr/ duyurular/17sura/17surakararlari.pdf (23.08.2011) 

------------- (2011). 18. Milli Eğitim Şurası Kararları. 
http://www.ttkb.meb.gov.tr/ duyurular/18sura/18surakararlari.pdf (23.08.2011) 

Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi 
[MEGEP] (2006). Türkiye’nin Başarısı İçin İtici Güç: Hayat Boyu Öğrenme Politika Belgesi. www.megep.meb.gov.tr/ 

megep/genel/hayatboyu/HayatBoyuOgrenmePolitikaBelgesiEkim2006.pdf (23.08.2011) 

------------- (2009). Hayat Boyu Öğrenme Strateji Belgesi. 
www.megep.meb.gov.tr (23.08.2011) 

Miser, R. (1999). Halk Eğitimi ve Toplum Kalkınması. TTK Basımevi. Ankara 

Oktay, A. (2006). “Modernleş(e)meden Küreselleşmek”. Türkiye’de Aydınlanma Hareketi. s.215. Der: Server Tanilli. Alkım 
Yayınları. İstanbul 

Sayılan, F. (2001). “Paradigma Değişirken: Küreselleşme ve Yaşam Boyu Öğrenme”. Cevat Geray’a Armağan. Mülkiyeliler Birliği 
Yayını. Ankara 

TUİK (2007). Türkiye İstatistik Yıllığı. www.tuik.gov.tr (23.08.2011) 

------------- (2010). Türkiye İstatistik Yıllığı. www.tuik.gov.tr (23.08.2011) 

UNESCO (1997). ISCED 97. www.unesco.org (23.08.2011) 

------------- (2000). World Education Report. www.unesco.org (23.08.2011) 

------------- (2006). Global Education Digest 2006: Comparing Education Statistics Across the World. 
http://www.uis.unesco.org/TEMPLATE/pdf/ged/ 2006/GED2006.pdf (23.08.2011) 

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu [UTMK] (1985). Yetişkin Eğitimi Terimleri Sözlüğü. UTMK. Ankara 

Ünal vd. (2010). Eğitimde Toplumsal Ayrışma. Ankara Üniversitesi Yayınları 

 ***