Avrasya ülkeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrasya ülkeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Aralık 2019 Çarşamba

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 3

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 3




4. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)

BOP genel olarak Kuzey Afrika ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri, Kafkasya ve Orta Asya’yı kapsayan, coğrafi olmaktan çok, stratejik bir proje olarak algılanabilir.6 Dikkatli bakıldığında BOP’un İslam coğrafyası üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu projenin iki temel hedefi olduğu söylenebilir. 

Birincisi, bu bölgeden kaynaklandığı düşünülen terör tehdidinin ortadan kaldırılmasıdır. Tanımlanan bölgede nüfusun ve gelir dağılımı adaletsizliğinin etkisiyle fakirlik artmış ve bu durumun sebebi olarak özelde ABD, genelde ise Batı dünyası görülmüştür. 
Bu durum radikal İslam’ın güç kazanmasına, Amerikan karşıtlığının yayılmasına ve sonuçta terör eylemleriyle ABD’yi ve diğer Batı ülkelerini tehdit etmesine sebep olmuştur. Bu olgu, istikrarsız rejimlerin varlığıyla birleşince, terörün artmasının yanı sıra, kitle imha silahlarının yaygınlaşması, uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve kitlesel göç hareketlerinin artması gibi önemli güvenlik ve düzen sorunlarını da beraberinde getirmiştir.
Bu bağlamda, bölgedeki tehdit unsurlarıyla etkin bir biçimde baş edebilmek için bölge ülkelerinin “çağın gereklerine uygun olarak” demokratikleştirilmesi ve bu amaçla sosyal, ekonomik ve siyasal reformlar gerçekleştirmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, siyasal özgürlüklerin genişletilmesi, rejimlerin iyileştirilmesi, sivil toplumun güçlendirilmesi, yolsuzlukla mücadele, eğitim reformuyla okur-yazarlığın arttırılması, kadın haklarının genişletilmesi, ticaret ve finans sektörlerinin reformu ile girişimciliğin ve serbest ticaretin teşvik edilmesi gibi amaçlar güdülmüştür.8 Ayrıca, terörle mücadele kapsamında bölgedeki radikal İslamcı ve Amerikan karşıtı rejimlerin ılımlı İslami demokrasilerle değiştirilmesi, bölgenin kitle imha silahlarından arındırılması, İsrail-Filistin/Arap sorununun iki devlet esasına göre çözülmesi ve toplumların refah seviyelerinin arttırılması amaçlanmıştır.

BOP’un ikinci hedefinin, bölgedeki enerji kaynaklarını ve bunların intikal yollarını kontrol etmek olduğu söylenebilir. 

Gelişmenin ve refah düzeyinin endüstriyel ilerlemeye bağlı olduğu günümüzde, enerji kaynaklarının ve bunların bulunduğu bölgelerin kontrol edilmesi büyük önem arz etmektedir.10 
20. yüzyılın sonlarına doğru bilinen dünya hâkimiyet teorilerinden ayrı olarak “enerji kaynaklarını kontrol eden dünyayı kontrol eder” tezine dayalı yeni bir stratejik anlayış oluşmaya başlamıştır. 
Küresel hâkimiyetin yeni belirleyici unsurunun enerji kaynaklarının kontrolüne dayandığı, bu anlayış çerçevesinde ABD’nin, Soğuk Savaş dönemi boyunca tam olarak etkinlik sağlayamadığı Orta Asya ve Ortadoğu bölgeleri üzerine odaklanarak, yeni bir bölgesel etki alanı oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. 

Bu iki ana hedefi gerçekleştirebilmek amacıyla ABD; Soğuk Savaş döneminde yapılandırılmış kuruluşların, özellikle de NATO’nun, BOP bölgesinin hem askeri, hem ekonomik olarak dönüştürülmesinde aktif görev almasını sağlamaya, bu çerçevede yeni görev tanımlamaları oluşturmaya çalışmıştır. ABD, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini desteklemekte, Orta Avrupa’daki NATO üslerinin sayılarının ve kapasitelerinin azaltılıp Doğu’da kriz bölgelerine daha kolay ulaşabilecek yerlere konuşlandırılmasına çalışmaktadır. 

Öte yandan ABD, dünyanın herhangi bir yerinde oluşan krize müdahale etme aşamasına geldiğinde BM, AGİT, NATO gibi uluslararası kuruluşlarla konsensüs 
içinde hareket etmek istemektedir. Ancak bu kuruluşlarda kararlar geç alınabilmekte veya alınamamaktadır. Bu nedenle ABD, diğer ülke ve kuruluşları devre dışı bırakarak müdahalesini yapmakta, istediklerini belirli ölçüde elde ettikten sonra savunma masraflarını ve sorumlulukları paylaşmaya ve konuyu hukuki zemine oturtmaya çalışmaktadır. ABD, NATO’yu da bu amaçla çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir. 

Bu durum, ABD’nin Irak’ta girdiği çıkmazda da NATO’yu kullanmak istemesi ör-neğinde açıkça görülmektedir. ABD, Irak’ta askeri başarıyı kısa sürede sağlamasına rağmen, Irak’ın sosyal yapısını iyi analiz edememiş, demokrasi, hürriyet ve insan hakları savunuculuğu yaparken, ABD askerlerinin Irak’ta uyguladığı işkence ve kötü muameleden dolayı dünya kamuoyu önünde kötü duruma düşmüş ve Irak’ta iyice çıkmaza girmiştir. Bu çerçevede, ABD içine düştüğü kötü durumdan sıyrılmak için yeni arayışlar içinde NATO’yu devreye sokmaya çalışmıştır. 
Diğer bir anlayışla ABD, NATO’yu “kendi küresel polisi haline çevirmeye çalışmaktadır” denilebilir.11 

Ayrıca, ABD’nin, NATO’yu özellikle BOP’un bir Amerikan projesi olduğu izlenimini silmek amacıyla projenin uygulanmasına dahil etmek istediği de düşünülmekte dir. Ancak BOP’un ABD’nin hegemonyasını yaymak için oluşturulan emperyalist bir proje olarak görülmeye başlanması sonucunda ortaya çıkan tepkilerden dolayı, 28–29 Haziran 2004 tarihlerinde gerçekleştirilen NATO Zirvesi’nde projenin adı “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” (GOKAP) olarak değiştirilmiştir. Aslında projenin özü aynı kalmıştır. Bu isim değişikliğinin, 
oluşmakta olan tepkileri önlemek ve uygulama safhasında ortaklar/müttefikler bulmak amacıyla yapıldığı söylenebilir. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen ABD, Irak’ta istediği sonuca kolay ulaşamamıştır. Irak’ta istikrarın ve güvenliğin sağlanması için Irak ordusunu yeniden teşkil etmiş ve 2008 yılı içinde ABD-Irak güvenlik işbirliği anlaşmasını imzalayarak bir program halinde 2011 yılı sonuna kadar askeri kuvvetlerinin bütününü Irak’tan çekmeyi planlamıştır. ABD’deki yeni yönetim, İran ile diyalog yollarını açık tutacağını da beyan etmiştir. 

ABD’nin Ortadoğu’dan vazgeçmesi söz konusu değildir. Ancak Ortadoğu politikalarına yeni bir düzen vereceği anlaşılmıştır. 

5. “Yeni Ortadoğu” ve Başkan Barack H. Obama 

“Yeni Ortadoğu”, Ortadoğu’da ABD’nin hâkimiyetinin artık sona erdiğini ve Ortadoğu için yeni bir çağın başlangıcını ifade eden bir terimdir. Ortadoğu’da yeni aktörlerin, yeni güçlerin meydana geldiği ve artık sert gücün (hard power) yerini yumuşak güce (soft power) bıraktığı oluşumdur. Bu durumda ABD’nin bölgede etkinliğini askeri güç yerine diplomasi gibi yumuşak güçle sağlamaya çalışacağı anlaşılmaktadır.12 
Yeni yönetimin, İran konusunda olduğu gibi diyalog ve müzakere yolunu benimseyeceğini, ancak gerektiğinde askeri seçenekleri gündemde 
tutacağını belirtmesi, diplomasi ve yumuşak gücün yeterli olamayacağı zamanlarda sert güç kullanılabileceğini de göstermektedir. 

Obama’nın ilgilenmesi gereken en önemli mesele hem ABD’yi hem de tüm dünyayı yakından ilgilendiren büyük ekonomik krizdir. Krizin etkilerinden 
kurtulmak ve küresel alanda rekabeti yükseltmek için yeni bir paket hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Küresel ekonomik kriz, başlangıçta ABD’den başlamış ve bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Küresel ekonomik krizin zaman içinde küresel siyasi etkilerinin olacağı da beklenmektedir. Ancak ABD’nin dünyanın en büyük ekonomik imkânına ve kapasitesine sahip olması, IMF’yi kontrol edebilme 
gücü, FED’in dünya ekonomisine etkisi, çok ortaklı şirketlerde büyük ortaklıklara sahip olması ve ABD dolarının yatırım ve finans ölçü aracı olarak yaygın bir şekilde kullanılması ve gücünün ABD’nin itibarı ve ekonomik büyüklüğü ile orantılı olarak ölçülmesi, ABD’nin bu küresel ekonomik krizden en erken çıkabilecek ülke olabileceğinin birer göstergesi olabilir. ABD, ekonomisinin sahip olduğu bu özelliklerinden dolayı, krizin küresel siyasi etkisinde de baş rolü oynayabileceği izlenimini vermektedir. 

Önemli konulardan biri de hiç kuşkusuz Filistin-İsrail çatışmasıdır. Sonuç alınamayan ve yıllar süren bu problemin bir anda ortadan kaldırılmasının imkânsız olduğunu bilen Obama, bölge için özel temsilci atamıştır. Obama böylece direkt olarak Gazze krizi gibi olaylara müdahil olmamakta, atadığı kişiler aracılığı ile ilişkileri devam ettirmeyi planlamaktadır.13 Bu yöntemle yapılacak çalışmalar ışığında yeni politikaların ortaya konacağı beklenmektedir. 

Unutulmaması gereken iki ayrı konu daha vardır, bunlar da Afganistan ve Rusya’dır. Obama’nın, selefi olan Bush’dan farklı olarak bu iki ülke ile ilgili krizlerden kaçınma yolunu seçtiği söylenebilir. Afganistan konusunda, Taliban’a karşı mücadelenin kazanılması amacı varken, Rusya cephesinde ise doğal gaz ve lojistik konular ağar basmaktadır. 

Afganistan’da başarı sağlamak için, daha fazla askere ihtiyaç duyulduğunun farkında olan Obama, Irak’tan çekeceği askerlerden bir kısmını buraya göndermeyi planlamaktadır. Diğer taraftan, Obama halka seslenişlerinden birinde, gerektiğinde Taliban ile iletişim kurulmasını ve müzakere edilebileceğini de belirtmiştir.14 Afganistan konusu bir noktada NATO’nun geleceği olarak kabul edilmekte ve NATO ülkeleri öncelikle çatışma bölgesinde görevlendirilmek üzere Afganistan’daki müdahaleye katkıda bulunmaya ısrarla davet edilmektedir. Yeni yönetim, acil bir tedbir olarak Afganistan’a 17000 ilave ABD askeri gönderme hususunu da karara bağlamıştır.15 Afganistan konusu içinde bir 
diğer önemli konu ise, ABD’nin askeri lojistik ihtiyacının büyük bir bölümünün Pakistan üzerinden karşılanmasıdır. Özelikle 26 Kasım 2008 Mumbai’deki terörist saldırılarından sonra, Hindistan ile artan gerilim sebebiyle, bu bölgenin istikrarsız hale gelmesi ABD’nin çıkarlarına ters düşmektedir. Hindistan, Pakistan’ın sadece terörizme karşı sözde mücadele ettiğini ve bu konudaki hoşnutsuzluğunu belirtmiştir. Bu nedenle ABD, lojistik ihtiyaçların Afganistan’a intikal ettirilmesi için Pakistan güzergâhından başka hatlar bulmak zorunda kalmaktadır. 

Bu durumda ABD, öncelikle Afganistan için hayati önem taşıyan akaryakıt ve mühimmat başta olmak üzere ikmal malzemelerini güvenli alanlardan 
geçirmek maksadıyla çeşitli planlamalar yapmaktadır. 

Bu noktada karşımıza üç farklı güzergâh çıkmaktadır. Bunlardan ilki, Hazar Denizi’nin iki kıyısını birleştiren Azerbaycan-Türkmenistan boru hattıdır. Ancak bu hat Özbekistan, Gürcistan ve Türkiye tarafından kullanılmak üzere genişletilse de yeterli aktarımı yapabilecek yeterliliğe sahip değildir. İkinci hat ise Özbekistan, Türkmenistan ve Rus topraklarından geçerek Karadeniz ulaşımını da içinde barındıran, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya ulaşan hattır. Üçüncü hat ise direkt İran’dan Hint okyanusuna ulaşan güzergâhtır. Üçüncü hattın uygulamaya 
geçmesi ihtimali imkânsıza yakın olsa da potansiyel alternatif hatlar arasında sayılabilir. Görüldüğü gibi bütün hatlar üzerinde Rus etkisi göze çarpmaktadır. Rusya gerektiğinde Azerbaycan ve Türkmenistan’a baskı yaparak, politika 
değişikliklerine sebep olmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin de ABD ile Rusya arasında kalabilecek durumlardan kaçınacağı beklenmelidir. Bu takdirde, ABD’nin bu hatları kullanabilmesi için Rusya ile işbirliğine girmesi gerekmektedir. Bu da yumuşak güç politikasının bir gereği olarak nitelendirilebilir. 16 

Rusya ve ABD bir yandan silahsızlanma mesajları verirken, bu ülkelerin Orta Asya’da sessiz ve derinden bir güç mücadelesi içinde olduğu da gözden kaçmamaktadır. ABD, Taliban ve El Kaide ile daha etkili mücadele edebilmek için Irak’tan asker çekmeyi ve Afganistan’a daha fazla asker sevk etmeyi planlamaktadır. Rusya ise Orta Asya’daki hamleleriyle ABD’nin genişleme ve etkili olma planını bozmaya çalışmaktadır. Yıllık bütçesi sadece 1 milyar dolar olan Kırgızistan, Rusya’dan 150 milyon hibe olmak üzere 1,7 milyar doları Rus 
yatırımı sözü aldıktan sonra ABD’ye ait Manas askeri üssünü kapatacağını açıklamış ve kapatma kararını da almıştır. Manas, Afganistan’daki Amerikan üslerine lojistik destek sağlaması açısından önem taşımaktadır. Kırgızistan bu açıklamayı yaparken Rusya, Afganistan’a lojistik destekte yardımcı olabileceğini belirterek adres olarak Moskova’yı göstermektedir. Bu durumda ABD’nin, ikmal konusunda Türkiye’den de talepte bulunabileceği değerlendirilmektedir. Ancak Kırgızistan, Manas üssü konusunda, ABD’nin girişimi ile bu konuyu yeniden görüşmeye niyetli olarak görünmektedir. ABD ve Rusya güç dengesinde çeşitli hesaplar yapılırken bu kez Moskova, Müşterek Güvenlik Anlaşması Zirvesine ev sahipliği yapmış ve bu zirvede, Beyaz Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan ile birlikte NATO benzeri bir askeri ittifak kurma kararı alınmıştır. Anlaşmaya göre, bu ülkelere dışarıdan gelecek bir tehdit, tüm ittifaka üye ülkelere yapılmış sayılacaktır. İttifakın ilk icraatı, acil bir müdahale gücü oluşturma kararı olmuştur. 04 Şubat 2009’da Moskova’da gerçekleştirilen bu güvenlik zirvesinde krize rağmen, “Rus Marshall Planı” olarak adlandırılan bir askeri yardım planı kabul edilmiş ve 10 milyar dolarlık bir destek 
fonu oluşturulmuştur. Fondaki paranın 7,5 milyar dolarının Rusya tarafından karşılanacağı açıklanmıştır. “Rus Marshall Planı”ndan ilk yararlanan 
ülke ise 500 milyon dolarla Ermenistan olmuştur.17 

Avrupa’nın Rusya ile ilişkilerde en önem verdiği nokta kuşkusuz doğal gaz temini konusudur. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa devleti, Rusya’dan gelen doğal gaza ihtiyacı çerçevesinde karşılıklı anlaşmalar yapmaktadır. Bu bağımlılık, NATO içerisinde de ayrışmalar yaratmaktadır. Örneğin Almanya, Rusya’nın karşı olduğu önemli olaylarda, Rusya’yı karşısına alacak politikalardan kaçınmaktadır. Bu, özellikle Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği sırasında kendini göstermektedir. 

ABD’nin Rusya ile olan herhangi bir işbirliğinde, tek taraflı kabullenmelerin olmayacağı açıktır. Bu kapsamda Rusya’nın da ABD’den bazı beklentilerinin olduğu düşünülmektedir. Rusya’nın; Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyelik adaylıklarının iptal edilmesini, eski Sovyet devletlerinin (Estonya, Litvanya, Letonya) NATO tarafından büyük ölçüde silahlandırılmamasını, Orta Asya’daki Amerikan varlığının geri çekilmesini ve Füze Kalkanı Projesinden vazgeçmesini talep etmesi söz konusu olabilir.

Bir yandan küresel mali krizle mücadele, diğer yandan da Afganistan’daki Amerikan varlığında bir olumsuzluk yaşanmaması için Obama, Rusya’dan destek almayı düşünebilir. Ancak bunun gerçekleşme olasılığı zayıf olduğu için ABD, Pakistan’ı elde tutmak zorunluluğunun farkındadır. Afganistan’daki istikrar, Pakistan, İran gibi ülkelerin durum ve tutumlarına da bağlıdır. Bu kapsamda bu ülkelerin barış ve istikrara katkısı önemli olup, ABD, NATO yoluyla da bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir.18 

Terörizme karşı daha etkin mücadele ve Ortadoğu barışı için Obama, Afganistan ve Pakistan’a Richard Holbrooke’u özel temsilci olarak atamış olup, bu ülkelerle ilişkileri geliştirmeyi ve derinleştirmeyi düşündüğünü, bu yolla terörizme karşı savaşta daha da güçleneceğini açıklamıştır. 

Yeni Ortadoğu içinde önemli bir unsur olarak karşımıza çıkan Filistin sorununu çözmek açısından da, Obama bölgeye George Mitchell’i temsilci olarak atamıştır. Obama, Ortadoğu’da durumun ne kadar karışık ve tehlikeli olduğunun farkında olup, bölge barışının ve istikra-rın ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olduğunu belirtmiştir. Obama’nın öncelikle yumuşak güç kullanımı ile sonuca varmaya çalışacağı değerlendirilmektedir. 

Obama’nın gerek Afganistan ve Pakistan’a, gerekse Ortadoğu’ya göndermekte olduğu elçilerin ilk görevinin, kaotik durum içindeki bu ülkelerle karşılıklı koordinasyonun sağlanması olacağı kıymetlendirilmektedir. 

ABD, Afganistan’daki güvenlik ve istikrarın sağlanması için, özellikle NATO üyelerinin katkısını talep etmektedir. ABD Afganistan’a olan katkısının artarak devam edeceğini, eksik kalan hususların da üyelerin katkıları ile tamamlanacağı nı, mutlak başarı için çalışılması gerektiğini savunmaktadır. ABD sonuçta, istikrar ve güvenliği göreceli bir şekilde sağlayacağını, ancak bölgenin sosyal ve kültürel yapısının ve buna bağlı olarak da ekonomik durumunun bir sonucu olan direniş hareketlerinin ve terörün tam olarak kalkamayacağını, zemin bulduğunda 
tehdidin zaman zaman devam edeceğini de bir gerçek olarak kabul etmektedir.19 

Görüldüğü üzere, ABD’nin yeni politikalarında Ortadoğu’nun önemi artmaktadır. Yeni Ortadoğu anlayışıyla ön plana çıkacağı öngörülen “yumuşak güç” anlayışının tam olarak gerçek-leştirilmesinin zor olacağı, sert gücün de gündemde tutulacağı beklenmektedir. Yeni Ortadoğu olarak ifade edilen politika anlayışında ABD’nin yine NATO’dan faydalanmak isteyeceği de aşikârdır. 

6. Transatlantik İlişkilerindeki Gelişmeler ABD ve Avrupa, her ne kadar “Batılı olma” kavramı içinde ortak değerlere sahipse de, Avrupa artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi ABD’nin güdümü altında yaşamak istememektedir. Bu nedenle AB, ekonomiyi takiben siyaset ve savunma konularında etkili olmaya çalışmaktadır. ABD’nin, her ne kadar Avrupa’yla köklü dini ve sosyo-kültürel ortak değerleri varsa da, AB ve ABD’nin dünya ekonomisindeki paylarının büyük olması aralarında rekabet yaratmaktadır. 
Bu rekabetin küreselleşme çerçevesinde şirket evlilikleri ile ortak ekonomik çıkarlara yönelmesi de normal karşılanmaktadır. 

Başkan Bush’un Avrupa’yı göz ardı eden hegemonik politikalara yönelmesi, Avrupa’da hoşnutsuzluk yaratmıştır. Birlik olma yönünde önemli adımlar atan AB, ABD politikalarını genel olarak desteklememiş ve bu politikaların önüne engeller koymuştur. Çok eski mazisi olan “Atlantik Ötesi İlişkiler” duraksamaya girmiştir. Ancak daha sonraki temaslarda yumuşamayı sağlayacak demeç ve davranışlar dikkat çekmiştir. Bu gelişmeler, ABD’nin Avrupa’yla ilişkilerini gözden geçirdiği ve yeni gelişmeler beklediği kanısını yaratmaktadır. Yeni yönetimin 
de Avrupa’yla ilişkileri düzgün yürütme niyetinde olduğu anlaşılmaktadır. 

Yeni güvenlik ortamında Transatlantik ilişkilerin nasıl olduğunu anlamak için ABD ve AB’nin çatışan ve çakışan çıkarlarını gözden geçirmekte fayda bulunmaktadır. 

6.1. ABD ile AB’nin Çatışan Çıkarları 

-ABD’nin, Avrupa’yı, hukuku ve başta BM olmak üzere uluslararası organizasyonları göz ardı eden hegemonik politikaları kaygı yaratmaktadır. 
Irak’a yapılan tek taraflı müdahale Avrupa tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 
-Çıkarların çatışması AB üzerinde de olumsuz etki yaratmış, AB üyeleri temel güvenlik konularında birlikte inisiyatif alamamışlar, hatta ikiye bölünmüşlerdir. 

-ABD, NATO’yu güvenlik ve savunma açısından hem askeri bir örgüt olarak güçlendirmek, hem de güvenlik konularında siyasi bir platform olarak kullanmak istemektedir. AB ise; Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) geliştirerek NATO imkânlarını bu maksatla kullanmak istemekte, siyasi platform olarak NATO yerine, ABD-AB arasında yeni kurulacak bir mekanizmayı geliştirmek istemektedir. ABD’nin NATO’yu tercih etmesinin sebebi, üyelerini bu platformda daha kolay ikna edebilme düşüncesine dayanmaktadır. NATO, bu politikalar için meşru ve güvenli bir çatı olarak nitelendirilmektedir. AB ekonomik birliğinden sonra siyasi birliğini oluşturmakta zorlanmakta, hatta savunma birliği konusunda ise siyasi birliğinden de daha geri durumda bulunmaktadır. Güvenlik ve savunma konularında 27 üyenin aynı fikri benimsemesi sorun yaratmaktadır. 

Bunun örneklerini komisyon raporlarında ve Avrupa Anayasası’nın Fransa ve 
Hollanda’da reddedilmesinde ve buna benzer birçok konuda görmek mümkün dür. 

-Uluslararası terörle mücadele konusunda ortak irade olmasına rağmen “yöntem” ve “gücün kullanılması” konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. 

-ABD 1989’dan beri Çin’e Avrupa tarafından uygulanan silah ambargosunun kaldırılması girişiminden “stratejik kaygılar” duymaktadır. 

ABD, AB ülkelerinin Çin’in bir numaralı ticari ortağı olmasından ve Çin’in yüksek teknoloji silahlar edinmesinden rahatsız olmaktadır. 

-ABD’nin dünyada özgürlük ve demokrasiyi geliştirme konusundaki “önleyici güç” kullanmayı içeren davranışları Avrupa tarafından kabul edilmemektedir. Avrupa, yerleşik kurum ve kuruluşları sebebiyle “önleyici güç”ten ziyade olaylar gerçekleştikten sonra cezai yöntem uygulamayı tercih etmektedir. 

-ABD’nin dünya enerji kaynaklarının ve bunların ulaşım yollarının kontrolü konusunda Avrupa’yı dışlayan tek taraflı girişimleri kaygılara 
sebep olmaktadır. 

-ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında terör üreten ve terörü destekleyen ülke yönetimlerini, kendi lehine hareket edecek yönetimlerle değiştirme girişimleri Avrupa tarafından destek görmemektedir. Avrupa’nın, demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemleriyle yola çıkan ABD’ye, bu çerçevenin çok dışında hareket etmesinden dolayı güvensizliği söz konusudur. 

-İran ve Kuzey Kore’nin nükleer silah yapımının önlenmesi ve Suriye’nin Ortadoğu’da barışa zorlanması için ABD’nin askeri seçeneği açık tutması, bu konuda BM Güvenlik Konseyi karar almadan ABD’nin muhtemel bir askeri operasyon düzenleme ihtimali bulunması Avrupa’da rahatsızlık yaratmaktadır. 

6.2. ABD ile AB’nin Çakışan Çıkarları 

-ABD ve AB’nin, İsrail ile Filistin ve İsrail ile Suriye arasında barış sağlamaya yönelik ortak iradesi bulunmaktadır. Suriye kuvvetlerinin Lübnan’dan çekilmesi için ABD ve Fransa’nın girişimleri ile BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1559 sayılı karar 20 etkili olmuş ve ortak bir zemin yaratılmıştır. Ancak bilahare İsrail’in Lübnan’a müdahalesi yine görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. 

-İran’da nükleer silah üretimine yarayacak uranyum zenginleştirme programları na son verilmesi için Fransa, Almanya ve İngiltere’nin diplomatik girişimleri ABD tarafından desteklenmektedir. 

Hatta konuyu BM çerçevesine oturtmak konusunda ortak bir anlayış doğmuştur. AB öncülüğünde, Avrupa Komisyonu Yüksek Temsilcisi tarafından BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya adına sunulan teklif paketi, AB ve ABD’nin İran konusunda aynı paralelde olduğunu göstermektedir. Bu konuda alınan BM kararları da her iki tarafça olumlu karşılanmıştır. 

Bush yönetimi ile Avrupa arasında Ortadoğu’ya ilişkin sorunlar yakından izlendiğinde, temelde görüş ayrılığı olmadığı görülmektedir. 

Bu ortak sorunlar; Irak’ta istikrar, İran’da nükleer silah üretiminin engellenmesi, Filistin sorununa çözüm gibi konulardır. Birbirlerinden ayrıldıkları önemli nokta ise; bu hedefe “hangi yöntem”le varılacağı konusudur. Bush güç kullanmaya, Avrupa ise diplomatik yolların kullanılmasına öncelik vermektedir. Ancak, yeni Obama döneminin, Bush’un izlediği hırçın politikalar yerine, diplomasi ağırlıklı usulleri tercih edeceği anlaşılmaktadır. 
ABD’nin İran’a güç kullanma seçeneğini, gelişmelere bağlı olarak en son düşüneceği, diplomatik yolların denenmesi ve İran’a birtakım tekliflerde 
bulunularak müzakere yolunun açılması girişimleri, şimdilik Avrupa’yla bir konsensüsün sağlandığı anlamına gelebilir. Ancak bundan nasıl bir sonuç 
alınacağını zaman gösterecektir. 

2004’ün ilk yarısında ABD, NATO gündemine Irak’ta aktif olarak görev alma konusunu getirmiş; ancak AB ülkelerinin önemli kısmı Washington’un bu talebine sıcak bakmamıştır. ABD tarafından NATO’nun askeri rolü dışında ABD-AB arasında siyasi diyalog mekanizması oluşturma girişimini AB ülkeleri ihtiyatla karşılamış ve ayrı bir mekanizma kurulması düşüncesini dile getirmişlerdir. 

Başkan Bush’un ilk dönem yönetiminde özellikle terörizmle mücadele ve demokrasinin geliştirilmesinde ABD tarafından yapılan hatalı girişimler “Batı”nın bölünmesini hızlandırdığı gibi “Batı Değerleri” koruyuculuğunun Avrupalıların eline geçmesini sağlamıştır. ABD ve Bush dünya çapında eleştirilirken AB, “Batı değerlerinin” ve barışın adeta “garantörü” sayılmıştır. Bu değerlendirme ışığında “Batı”dan ayrılan ABD, “demokrasi ve özgürlük” demek olan Batı’nın liderliği ve değerlerini temsil etme meşruiyetini yeniden kazanma ve dünya genelinde 
oluşan Amerikan aleyhtarlığını azaltma konusunda arayış içindedir. Obama’nın politikalarında bu konu, daha da ön plana çıkmış görünmektedir. 

AB’nin önde gelen güçleri Fransa ve Almanya’dır. Fransa geleneksel olarak Amerika karşıtı politikalar uygulamaktadır. Almanya’nın ise her dönemde 
ulusal çıkarları ABD ile örtüşmemektedir. Bush AB Konseyinde yaptığı konuşmasında 21, “yeni yüzyılda güvenliğin en önemli direği” olarak tanımladığı “Avrupa ve Kuzey Amerika İttifakı” konusunda “hiçbir geçici görüş ayrılığı, hiçbir dünya gücü bizi ayıramayacaktır”, 
temennisinde bulunmuştur. Yine aynı konuşmasında İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’a da göndermeler yaparak “İsrail’i toprak bütünlüğü olan bir Filistin Devleti kurulmasını engelleme” planı nedeniyle eleştirirken, Mısır ve Suudi Arabistan’ı da “demokrasi açıkları” konusunda uyarmıştır.

Bununla ABD, Avrupa’yla aynı görüşleri paylaştığı ve demokrasi konusunda çifte standartlı hareket etmediği imajını vermek istemiştir. 
Bush, benzer mesajları NATO Zirvesinde de dile getirerek, “Atlantik ötesi birliğin ve güvenliğin köşe taşı” olmaya devam edeceğini vurgulamıştır. Obama döneminde de bu yaklaşımın takip edileceği beklenmektedir. 

ABD ve Avrupa’da dev şirketler iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel “sistemde” etkinliklerini art-tırmışlardır. Artan bu etkinlikler “oligarşik bir düzenin yerleşmeye başlamasına” yol açmaktadır. Dev şirketlerin sistemde oluşturduğu bu oligarşik düzen ABD ve Avrupa’nın iş birliği ve bütünleşmesini de kaçınılmaz hale getirmektedir. Aslında her ikisinin de üzerine oturdukları zemin ve doku aynıdır. Küresel çıkarları ve egemenlik hedefleri “aralarında çatışma yerine bütünleşmeyi” zorunlu kılmaktadır.22 Yaşanan küresel ekonomik kriz de bunun bir göstergesi olmuştur. ABD’nin, Bush’un ikinci döneminde Avrupa’ya yönelerek jeopolitik bütünlüğü sağlamaya yöneldiği ve bunu Obama döneminde de devam ettireceği söylenebilir. 

Önümüzdeki dönemde dengeli bir ABD-AB ortaklığının küresel siyasal düzene yeniden egemen olması beklenebilir. Dünya mal ticaretinin yüzde otuzdan fazlası ve hizmet ticaretinin yüzde kırkını aşan bölümü Kuzey Atlantik’in iki yakası arasında gerçekleşmektedir. Görüş ayrılıkları her zaman olabilecek, ABD-AB ilişkilerinde kırılganlıklar görülmeye devam edebilecektir. Ancak buna rağmen, somut olarak saptanmış ortak çıkarlar, iyi anlaşılmış ortak asgari değerler ve iyi paylaşılan rollerle yeni bir döneme girildiği görülmektedir. İlişkilerin temelinin 
sağlam olduğu değerlendirilmektedir. ABD’nin daha ziyade askeri üstünlüğü ve yaptırım yeteneğiyle bir “Sert Güç”, Avrupa’nın ise iş birliği, demokrasi, insani yardım gibi araçlarla “Yumuşak Güç” rolünü ön planda tutarak, bu farklılıkların birbirini tamamlayan bir sinerji yaratması önemli sonuçlar doğurabilecektir. 
Yeni dönemde Obama yönetiminin verdiği yumuşak güç öncelikli mesajları, yakınlaşmayı daha da artırabilecektir. Kısaca; ABD’nin tek başına gücünün 
yetmediği bir dünya gerçeğiyle karşı karşıya olduğunu iyi kavraması, Avrupa’nın ise, “yumuşak” da olsa bir “güç” olmanın temel niteliklerinden kaçınamayacağı  nı kabullenmesi gerekmektedir.23 

    NATO’nun kurulduğu günden bugüne kadar ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyaçlarına karşılık, bu ittifakın, Atlantik’in iki yakasının bir araya 
gelerek güvenlik sorunlarını tartıştığı önemli bir diyalog platformu olduğu, önümüzdeki dönemde de terör ve kitle imha silahlarıyla mücadele 
konularında NATO’nun bu özelliğine duyulan ihtiyacın daha da artacağı kıymetlendirilmektedir. 

    Bugün NATO çerçevesinde en önemli eksikliklerin yetenek ve siyasi irade olduğu ve önümüzdeki dönemde NATO’nun etkin bir güvenlik anlayışına erişebilmesi için bu eksikliklerin giderilmesinin gerektiği düşünülmektedir. NATO ile AB’nin uluslararası ortamda iş birliği yapmasının, gerek İttifakın geleceği, gerekse Transatlantik ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde devamı için önemli olduğu kıymetlendirilmektedir. 

    Önümüzdeki dönemde çeşitli uyumsuzlukların giderilmesi ve ortak tehditlere karşı daha etkin bir savunma yapılabilmesi için NATO ve AB arasındaki stratejik farklılıkların da kısa sürede giderilmesi gerekmektedir. NATO’nun Rusya’yla kurduğu ilişkinin bir benzerini AB’yle de kurabileceği, böyle bir yapının ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyaçları kapsamında dünya barışına da büyük katkıları olabileceği anlaşılmaktadır. 

    2008 Savunma Bakanları Toplantısında, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına geri döneceği kesinleşmiştir. Böylelikle 1966’dan bu yana AGSP-NATO dengesini sağlamaya çalışan Fransa, politikalarını değiştirerek NATO’nun askeri kanadına geri dönme girişiminde bulunmuştur. 

Bu durum, NATO-AB ilişkilerinin daha da düzelebileceğinin ve NATO ile AGSP’nin uyum içinde çalışabileceğinin bir göstergesi olarak da mütalaa edilebilir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 2

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 2




1. NATO Düşüncesinin Doğuşu ve Kuruluşu NATO’nun kuruluşuna yönelik ilk düşünceler., 

İkinci Dünya Savaşı sonlarına rastlamaktadır. Savaş’ın sonlarına doğru Sovyetler Birliği, ABD, İngiltere ve Fransa’nın liderleri önce Yalta’da, savaşın hemen bitiminden sonra da Potsdam’da bir araya gelerek diplomasinin alışılmış usullerine göre Avrupa’da sınırları yeniden düzenlemiş, nüfuz bölgelerini belirlemiş ve Milletler Cemiyeti’ni, Birleşmiş Milletler adı altında yeniden örgütleyerek uzun süreli bir barışın esaslarını oluşturmaya çalışmışlardır. Aslında yapılan iş galip gelenlerin milli menfaatlerini gözetmeye çalışmalarından başka bir şey değildir. 

Zira Almanya’ya karşı savaşı yürütmüş olan Batılı müttefikler ile Sovyetler Birliği arasında Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olmasının dışında ortak bir çıkar alanı da yoktur. Daha da önemlisi arada kapatılması imkânsız ideolojik farklılıklar da vardır. 

Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin işgal etmiş olduğu ülkelerde Sovyet ordusunun desteğiyle Komünist partiler, demokratik teamüller dışında yöntemler kullanarak iktidarı ele geçirmişlerdir. O yıllarda Sovyetlerin bu fiili genişleme siyaseti karşısında Batılı ülkeler arasında herhangi bir siyasi veya askeri bir dayanışmayı ortaya koyacak bir antlaşma ve örgütlenme yoktur. Barış ve güvenliğin sağlanmasından sorumlu olan Birleşmiş Milletler, Güvenlik 
Konseyi’ndeki Sovyet vetosu nedeniyle karar alamaz durumdadır. Avrupa’daki müttefikler kendilerini korumasız hissetmeye başlamışlardır. Bu nedenle 17 Mart 1948 tarihinde İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg aralarında imzaladıkları “Brüksel Antlaşması” ile muhtemel bir tecavüze karşı kuvvetlerini birleştirmeyi kabul ederek Mareşal Montgomery’nin komutasında ilk müşterek askeri teşkilatı kurmuşlardır. NATO ittifakının başlangıcı olarak kabul edilen bu teşkilat, 1955 yılında Batı Avrupa Birliği adını alacak olan teşkilatın 
da temelini teşkil etmiştir. 

Brüksel Antlaşması ile gerçekleştirilen bu teşebbüs, Batı Avrupa’nın müşterek savunma yolunda attığı ilk adımdır. Antlaşmayı gerçekleştiren bu beş ülkenin yalnız kendi askeri güçleriyle etkili bir savunma sistemi kuramayacakları 
açıktır. Sovyetlerin askeri gücü karşısında kuvvet dengesinin Batı Avrupa lehine dönmesi, ancak ABD’nin ve Kanada’nın savaş yıllarında olduğu gibi bu ittifaka girmeleri ile mümkün olacaktır. ABD’nin kendi iç siyasi engellerini aşması ile böyle bir ittifak gerçekleşmiş ve 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması ile İttifak, bilinen yaygın adı ile NATO olarak kurulmuştur. Brüksel Antlaşması’na dâhil beş ülkeyle beraber 
müzakere sürecine çağrılan İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz’in de katılımı ile NATO’nun üye sayısı 12’ye ulaşmış, Türkiye ve Yunanistan’ın 1952’de, Almanya’nın 1955’te, İspanya’nın 1982’de İttifaka katılması ile üye sayısı 16 olmuştur. Soğuk Savaş dönemi bu 16 üye ile aşılmıştır. 

2. Soğuk Savaş Döneminde NATO 

NATO, kurulduğu 1949 yılından 1989 yılına kadar geçen 40 sene içinde Avrupa’nın güvenliğini tartışmasız bir şekilde temin etmiştir. Tehdidin mahiyetinin ve büyüklüğünün belli olduğu bu dönemde, savunma stratejileri ve askeri kuvvet yapıları tehdide yönelik olarak tespit ve teşkil edilmiş ve uygulanmıştır. 

Türkiye, Soğuk Savaş döneminde kendisine yönelebilecek silahlı tecavüzlere karşı güvenliğini kendi öz savunması ile birlikte, NATO’nun bir üyesi olarak da sağlamıştır. Her ne kadar bu dönem içinde bir kanat ülkesi olarak Türkiye’nin gerek NATO’ya tahsis ettiği kuvvetler üzerindeki emir-komuta yetkisi, gerekse ülkenin belirli bir bölgesine yönelik mahdut hedefli bir tecavüz vukuunda NATO’nun bütünüyle reaksiyon göstermesi konularında tereddütleri, endişeleri, hatta zaman zaman korkuları oldu ise de 40 yıllık süre içinde ülke güvenliğine 
NATO’nun katkısının büyük olduğu da bir vakıadır. NATO’nun oluşturduğu güvenlikte, genelde en büyük etkenin nükleer dehşet orta-mında ABD’nin sağladığı nükleer şemsiyenin büyük payı olduğunu burada belirtmekte yarar görülmektedir. 

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, dünya iki süper gücün ortaya çıkışına şahit olmuştur. Sovyetler Birliği’nin ‘süperliği’ 45 sene kadar sürmüş, ABD’ninkinin ise daha ne kadar süreceği belli değildir. 21. yüzyılın tamamında tek kutuplu bir dünyada yaşanmayacağı, daha başka güç odaklarının da ortaya çıkacağı, ancak bu yüzyıl içinde ABD’nin süper güç konumunu bir müddet daha sürdüreceği beklenmektedir. 
Savaş’tan birkaç sene sonra ABD bir süper güç olarak dünya çapında sorumlulukları olduğunun farkına varmış, Kuzey Amerika’da ve Pasifik Okyanusu’na dağılmış adalarda oturarak bu sorumlulukları yerine getiremeyeceğini,  Avrupa’nın hâlâ dünyanın merkezi durumunda olduğunu, Avrupa’da söz sahibi olunmadıkça süper güçlük iddialarının da yeterli dayanaktan yoksun olacağını değerlendirmiştir. 
1950’den sonraki yıllar ABD’nin ekonomik ve askeri gücü ile Avrupa’da itirazsız söz sahibi olduğu yıllardır. Güvenlik ihtiyacının gerektirdiği ağır savunma harcamaları, ABD’nin varlığı ile NATO’nun Avrupalı üyeleri için hafiflemiş, savunmadan kısılan imkânlar sosyal devletin gereklerine harcanabilmiştir. 
Bu arada Türkiye modern harp silah ve araçlarına biraz daha fazla sahip olabilme uğruna ekonomik gücünün çok üstünde bir silahlı kuvveti muhafaza ederek hem NATO’nun insan gücü açığını kapatmış ve hem de kendi teknolojik yetersizliğini bu şekilde telafi etmeye çalışmıştır. 

4 Nisan l949’da Soğuk Savaş ortamında kurulmuş olan NATO’nun kuruluş amacı, 1952-1957 yılları arasında görev yapan NATO Genel Sekreteri Lord Ismay’in söylediği gibi, SSCB’yi dışarıda, ABD’yi içeride ve Almanya’yı aşağıda tutmak olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda NATO, kolektif savunma amaçlı bir örgüt olarak kurulmuştur. Bu çerçevede NATO’yu kuran Kuzey Atlantik Anlaşması’nın 5. maddesine göre NATO üyelerinden birine yapılan saldırı tümüne yapılmış sayılacak ve karşılık, kolektif olarak verilecektir. Metinde belirtilmemesine 
rağmen bu ilk maddenin temel amacı SSCB’den gelebilecek bir saldırıya karşı üye devletlerin birlikte hareket ederek birbirlerinin güvenliğine katkıda bulunmalarını sağlamaktır. 

NATO içindeki ABD’nin üstün durumu zaman geçtikçe İttifak’ın Batı Avrupalı üyelerini rahatsız etmiştir. Avrupa Birliği fikri son 50 yıl içinde adım adım gerçekleşip “Birleşik Avrupa Devleti” hedefine doğru ilerledikçe Avrupa devletlerinde ABD’nin askeri vesayetinden kurtulma düşüncesi de gelişmeye başlamıştır. Zaten Fransa 1966 yılında İttifak’ın askeri yapısından çekilmiştir. Öte yandan ABD de İttifak içinde yüklendiği ağır ekonomik askeri yükümlülükler den hoşnut olmayıp Batı Avrupalı İttifak üyelerinin daha fazla yükümlülük almasını istemektedir. Zamanın ABD Dışişleri eski Bakanı H. Kissinger bir konuşmasında NATO’yu Doğu Bloku karşısında bir kolu bağlı olarak dövüşmek 
zorunda kalan bir boksöre benzetmiştir. Bağlı kol durumunda olan Batı Avrupalı İttifak üyelerinin de dövüşe katılmasının gerektiği fikri oluşmaya başlamıştır. 

1984 yılında ABD’nin Sovyetler Birliği ile uzun menzilli füzelerin sınırlandırılması pazarlığına girmesi ve Yıldız Savaşları Projesi ile Kuzey Amerika’yı koruma girişimleri, İttifakın Batı Avrupalı üyelerini yeni arayışlara sevk etmiş ve Batı Avrupa’nın Güvenlik Mimarisinde yeni bir üslup değişikliğine gidilmiştir.1 

3. Soğuk Savaş Sonrası Tehdit Algılamalarında ve NATO’daki Değişim

1989 yılının sonlarına doğru SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte NATO’yu meşru kılan en önemli nedenlerden biri olan Varşova Paktı ortadan kalkmıştır. Batı Bloku’nun savunma örgütü olan NATO ise Varşova Paktı’nın aksine varlığını devam ettirmiş ve dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden organize olma faaliyetlerine girişmiştir. Varşova Paktı, iki kutuplu dünya düzenin de Doğu Bloku’nun savunma ihtiyacını karşılamaktan öteye gidemeyen ve bir anlamda NATO’ya karşı kurulan savunma işlevli bir örgüt niteliğinde iken NATO, Varşova Paktı’na karşı Batı’nın sadece savunma ihtiyacını karşılamakla sınırlı kalmamıştır. NATO’nun bir savunma örgütü olma özelliği kadar önemli diğer bir özelliği de üye ülkeler arasındaki askeri, siyasi ve sistem içi ilişkileri koruma, geliştirme ve düzenleme işlevlerini yerine getirmeye çalışmasıdır. 

Temmuz 1990’da yapılan NATO Zirvesi’nden başlayarak, NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasına karar verilmiş, Kasım 199l’deki Roma Zirvesi’nde NATO’nun yeni Stratejik Konsepti kabul edilmiştir. Yeniden yapılanmanın Sovyet tehdidinin yerini alan yeni tehdit algılamaları göz önüne alınarak gerçekleştirilmesi ve NATO’nun bundan sonra bu yeni tehditlerle başa çıkmasına katkıda bulunması kararlaştırılmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş sonrasındaki gelişmeler, riskler ve belirsizlikler, bir istikrar ve denge unsuruna 
ihtiyaç olduğunu göstermiş ve bunun da NATO ile sağlanabileceğini yaşanan olaylar belirginleştirmiştir. 


Özellikle Balkanlarda, Yugoslavya’nın dağılması sürecindeki soykırıma varan çatışmalar, Avrupa haritasının yeniden belirlenmesinde yaşanan gerginlikler, Sovyet etkisinde olan ülkelerin baskıdan kurtulmaları ile ortaya çıkan belirsiz likler, bu ihtiyacı teyit etmiştir. Çeşitli bölgelerde ortaya çıkan bölgesel problemler NATO’ya, Soğuk Savaş sonrasında da meşruiyet zemini hazırlayacak imkânlar yaratmıştır. 

NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasında, SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin yanında Sovyet tehdidinin ortadan kalkması sonrasında ortaya çıkan belirsizliklerin ve risklerin önemli bir neden olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan yeni duruma göre tehdidin yeniden değerlendirilmesi yapılmış, başta uluslararası terör olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitlesel göç hareketleri gibi tehditler yeni tehdit algılamaları olarak belirlenmiştir. 

Bu bağlamda NATO sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve iş birliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş 2 ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. Ayrıca, örgütün güvenlik konusunda istikrarı bozabilecek yeni yapılanmalara engel olmak ve kendi yapılanmasının etki alanını arttırarak istikrar sağlamak maksadıyla genişletilmesi ne karar verilmiştir. 

Bu bağlamda önce Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya, daha sonra Romanya, Bulgaristan, Slovenya, Slovakya, Estonya, Letonya, Litvanya ittifaka katılmıştır. Orta ve Doğu Avrupa’da, Orta Asya’da ve Kafkasya’da ortaklar edinmek amacıyla Barış için Ortaklık (BİO) Projesi hayata geçirilmiştir. 

Bu çerçevede BİO Projesi kapsamındaki ülkeler NATO tarafından hem askeri konularda hem siyasi olarak (örneğin demokratikleşme konusunda) eğitilmeye başlanmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak NATO Zirvelerinde alınan kararlarla İttifakın, alan dışı olarak kabul edilen Afganistan’dan sonra etkin olmasa da Irak için eğitim amaçlı görev alması da kararlaştırılmıştır. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun siyasi boyutunun önem kazandığı görülmektedir. Son NATO Zirveleri olan sırasıyla Prag, İstanbul, Brüksel Zirveleri, Sofya’daki NATO ülkeleri dışişleri bakanları gayri resmi toplantısı ve Riga Zirvesi’nde alınan kararlarla bu düşünceler güçlendirilmiş, 2008 Bükreş Zirvesi ile bu yöndeki politikalara devam edilmiştir. Sorumluluk sahası konusu da yeni tehdit algılamaları ve kabul edilen misyon çerçevesinde, yazılı olarak belirtilmese de, bütün dünya olarak algılanmaya başlamış ve Birleşmiş Milletler’le (BM) yakın iş birliği konusu güçlenmiştir. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun siyasi boyutunun önem kazandığı görülmektedir.


NATO’nun yeni misyonu çerçevesinde Rusya Federasyonu (RF) ile olan ilişkilerinde de bir değişim yaşanmıştır. Bu değişime göre önceden 19+1 olarak ifade edilen bir yapıya geçilmiştir. Bu yapıyla RF’nin NATO içinde bir nevi gözlemci olarak yer alması ve karşılıklı güvenin oluşmasına yardımcı olmak üzere NATO Karar Alma Sürecini takip etmesi sağlanmıştır. Daha sonra 2002 yılından itibaren de sistemin içine alınarak “20’li yapı” olarak ifade edilen ve Karar Alma Sürecinde beraber çalışılan, ancak oy ve veto hakkı olmayan bir sistem oluşturulmuştur. 

Bu durum NATO’ya yeni üyelerin katılımıyla 2009’da 26+1=27’li yapı olarak sürdürülmüştür. Arnavutluk ve Hırvatistan’ın katılımıyla bu yapı 28+1=”29’lu yapı” olarak sürdürülecektir. 

Daha sonra olabilecek yeni katılımlar ile yapının sayı olarak ifadesi de artış gösterecektir. 

3. NATO’nun Yeni Tehdit Algılamaları Karşısında Oluşturduğu Yeni Stratejiler ve ABD-NATO İlişkileri 

Tehdit algılamalarındaki bu değişim, sonuçta NATO’ya, ilk kurulduğunda sorumlu olduğu bölgelerin dışından da sorumlu olma ve bu bölgelerde istikrara katkıda bulunma misyonunu da yüklemiştir. Bu yeni durum doğal olarak NATO’nun teknolojik ilerlemesini, yeni sistemleri, yeni konseptleri, doktrinleri, kuvvet yapısını da kapsayan yeniden yapılanmasını beraberinde getirmiştir. Düşüncede, teşkilatlanmada, usul ve yöntemlerde değişiklikler olmuştur. Daha uzun mesafelere süratle intikal edebilen, hareket kabiliyeti yüksek, elastiki, çevik, üstün ateş gücüne sahip, istihbarat imkânları teknolojiyi de kullanarak daha da gelişmiş, haberleşme ve komuta kontrolü çok iyi olan, çoğunlukla özel olarak teçhiz edilmiş ve özel eğitim görmüş; ancak daha küçük yapıda birliklerden oluşan bir yapı öngörülmüştür. 

Yeni stratejilerin oluşumunda, tehdit algılamalarının yanı sıra NATO’nun lideri durumunda olan ABD’nin tutumu da etkili olmuştur. Soğuk Savaş’tan sonra oluşan tek kutuplu dünya düzeninde ABD, her alanda belirleyici rol oynamaya başlamıştır. Bu durum ABD’nin dünyadaki gelişmeleri kontrol edebilme, bir noktada hegemonya yaratabilme isteğinin artmasına sebep teşkil etmiştir. Bu çerçevede ABD’nin NATO üzerindeki etkisi de Soğuk Savaş döneminden daha fazla görülmeye başlamıştır. Sonuçta NATO’nun lideri konumundaki ABD’nin 
geliştirdiği stratejilerle NATO’ya yüklenen yeni misyonlar ve örgütün doğuya doğru genişlemesi politikaları arasında paralellikler oluşmuştur. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte 20. yüzyılın başından beri küresel üstünlük sağlamaya çabalayan ABD, uluslararası sistemin en önemli, hatta tek güç merkezi haline gelmiştir.4 
Ancak, ABD doğudan gelen terör ve kitle imha silahlarının yayılması tehdidiyle karşı karşıya kalmış ve ABD’nin hegemonik liderliğini devam ettirebilmesi için bu yeni tehditlerin üstesinden gelmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. 

Bu bağlamda, ABD bu tehditlerin ortaya çıktığı bölgeleri kontrol altına almayı amaçlamakta ve NATO’nun bu bölgelere doğru genişlemesini desteklemektedir. Buna ek olarak, ABD’nin liderlik ettiği NATO’nun genişlemesi, bu genişleme sürecinde NATO’ya giren ve girecek olan her üyenin ABD’nin yanında yer alması, ABD’nin hâkimiyetine ve hegemonik konumuna katkıda bulunmaktadır. Bu yeni durumda NATO genişledikçe ABD’nin gücü artmakta, kendisi ile rekabet etme düşüncesinde olan Avrupa Birliği (AB) genişledikçe karar alma konusunda 
yaşanan sıkıntı arttığından AB’nin gücü azalmaktadır. 

   Ayrıca, hem NATO hem AB üyesi olan eski Sovyet Bloğu ülkeleri güvenlikleri nin sağlanması konusunda ABD’ye güvendiklerinden AB’nin ABD karşıtı politikalar izleme imkânı da, AB’nin bu ülkeleri kapsayacak şekilde genişlemesiyle, azalmaktadır. Bu nedenle ABD, hegemonik konumuna katkıda bulunduğu ve Avrupa’nın doğusundan AB’ye katılan ülkeleri Batı Çıpası içinde tutmaya katkı sağlayacağı için NATO’nun yanında AB’nin genişlemesini de desteklemektedir. 

ABD’nin liderliğini sürdürebilmesi için enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altına alması da çok önemlidir; zira günümüzde endüstriyel kalkınmanın gerçekleşmesi için ihtiyaç duyulan en önemli ham maddeler arasında petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynakları yer almaktadır. 
Bu çerçevede, ABD’nin kurmak istediği Yeni Dünya Düzeni’nin önündeki en büyük tehdit olan terörün ve kitle imha silahlarının yayılmasının engellenmesi ve enerji kaynakları ile yollarının kontrolünün sağlanması amacıyla ABD “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) olarak bilinen projeyi geliştirmiş ve uygulamaya koymuştur.

BOP, ABD’nin dünyayı kontrol edebilme ana politikasının önemli bir ayağı olarak da mütalaa edilebilir. 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 1

60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 1 







Rapor No: 2 
Nisan 2009 - Ankara 
ISBN: 978-605-5330-79-8 
Bu raporun yayınlanmasındaki katkılarından ötürü Coşkunöz Holding’e teşekkür ederiz. 

© 2009 ORSAM 

Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. 

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) 1 Kasım 2008’de çalışmalarına başlamıştır. Ortadoğu ve Avrasya özelindeki çalışmalara yoğunlaşan ORSAM, Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı kuruluşudur. 

ORSAM’ın Ortadoğu ve Avrasya Dünyasına Bakışı 

Ortadoğu’nun ve Avrasya’nın iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne Avrasya ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ve Avrasya ülkeleri, 
halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik haklarına, bireylerin temel hak ve 
hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Söz konusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını 
sürdürmelidir. 

Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın Çalışmaları 

   ORSAM, Ortadoğu ve Avrasya algılamasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. 
Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. 
    Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ORSAM, bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayın altyapısıyla Ortadoğu ve Avrasya literatürünün 
gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokrat ların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, bilgi ve düşüncelerin 
gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. www.orsam.org.tr 

COŞKUN ÖZ HOLDİNG 

Coşkunöz Holding, Bursa merkezli olarak otomotiv, makina, ısı, savunma ve havacılık sektörlerinde faaliyet göstermektedir. 

Grubun ilk anonim şirketi olan Coşkunöz Metal Form A.Ş.’i 1973 yılında kurulmuştur. Bugün 900 çalışanıyla Coşkunöz Metal Form, başta otomotiv sanayii olmak üzere sac şekillendirme kalıpları, montaj ve ölçü kontrol 
fikstürleri, kaynak makinaları, hidrolik ve mekanik pres imali, üretilen kalıplarla çelik ve alüminyum alaşımlı sac malzemelerin şekillendirilmesi, montajı konularında üretim yapmaktadır. Şirket, Türk otomotiv sanayinin gelişiminde 
ve yerlileşmesinde büyük katkılar sağlamış ve Türkiye’nin 500 en büyük firması arasında hakettiği yeri almıştır. Coşkunöz Holding bünyesinde yer alan Beltan Vibracoustic, Betaseals ve Belka firmaları kauçuk-metal sektörüne titreşim kontrol elemanları, rulman contaları, sızdırmazlık elemanları imal etmektedir. Coşkunöz Radyatör ise, ısı sektörüne, panel radyatör ve havlupan üretmekte, bu alanda Türkiye’nin ilk 3 firması arasında yer almaktadır. 20 yıldır savunma sanayine aralıksız hizmet eden Coşkunöz Holding; 2006 yılında Eskişehir’de temellerini attığı Coşkunöz Savunma ve Havacılık A.Ş. ile bu sektörde büyüme hedefine hızla yaklaşmaktadır. Küresel talepler doğrultusunda teknoloji üretimi, rekabetin kaçınılmaz unsuru olmuştur. 2005 yılında kurulan Coşkunöz Ar-Ge, grup şirketlerinin araştırma ve geliştirme faaliyetlerini üstlenmekte, saç işleme süreçlerinde mühendislik katma değerini yükseltmeyi ve teknolojisi yüksek makina ve ekipman üretimini hedeflemektedir. Tüm bu sanayi yatırımlarının yanısıra, Coşkunöz Holding’in kurumsal sosyal sorumluluk anlayışıyla, mesleki eğitime katkı sağlamak için 1988 yılında Bursa Coşkunöz Eğitim Vakfı kurulmuştur. Her yıl Coşkunöz Holding şirketlerinin cirolarından ve karlarından belli bir oran Coşkunöz Eğitim Vakfı aracılığı ile eğitim için ayrılmaktadır. Geçtiğimiz sene kuruluşunun 20. yılı kutlayan Coşkunöz Eğitim Vakfı, Milli Eğitim Bakanlığı’na devrettiği teknik lise, verdiği burslar, düzenlediği meslek edindirme 
programları ve uzmanlaştırma eğitimleri ile sektöre yetişmiş elemanlar kazandırmış, yüzlerce işsiz genci iş ve meslek sahibi yapmıştır. 
www.coskunoz.com.tr 


İçindekiler 

1. NATO Düşüncesinin Doğuşu ve Kuruluşu.................................................................. 5 

2. Soğuk Savaş Döneminde NATO.................................................................................... 7 
2.1. Soğuk Savaş Sonrası Tehdit Algılamalarında ve NATO’daki Değişim............ 7 

3. NATO’nun Yeni Tehdit Algılamaları Karşısında Oluşturduğu Yeni Stratejiler ve ABD-NATO İlişkileri............................................... 10 
4. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)...................................................................................... 11 
5. “Yeni Ortadoğu” ve Başkan Barack H. Obama............................................................. 12 
6. Transatlantik İlişkilerindeki Gelişmeler........................................................................ 14 

6.1. ABD ile AB’nin Çatışan Çıkarları........................................................................ 15 
6.2. ABD ile AB’nin Çakışan çıkarları......................................................................... 16 

7. NATO-ABD İlişkilerinde Enerjinin Rolü...................................................................... 18 

8. 11 Eylül Sonrasında NATO Stratejilerinde Meydana Gelen Değişim, Terörle Mücadelede Şekillenen Yeni Konseptler.......................................................... 19 

9. NATO’nun Terörle Mücadele Konseptlerinin Uygulamadaki Durumu.................... 21 

10. Terörler Mücadele Konsept ve Uygulamalarının Türkiye Açısından Değerlendirilmesi.......................................................................... 22 

11. Terörle Mücadelede Türkiye’nin Beklentileri............................................................. 23 

12. NATO-ABD ve Türkiye arasındaki Son Gelişmeler.................................................. 24 

12.1. Afganistan Konusu................................................................................................ 25 
12.2. Montrö’yü İhlal Teşebbüsleri...............................................................................26 
12.3. Ambargo ve Önleyici Teşebbüsler....................................................................... 26 
12.4. NATO’nun Genişlemesinin Türkiye’ye Etkileri................................................. 26 

13. NATO’daki Son Gelişmeler.......................................................................................... 27 

14. NATO’nun Geleceğine İlişkin Öngörüler ve Türkiye............................................... 29 


Belçika (1) 
Bulgaristan (2) 
Kanada (3) 
Çek Cumhuriyeti (4) 
Danimarka (5) 
Estonya (6) 
Fransa (7) 
Almanya (8) 
Yunanistan (9) 
Macaristan (10) 
İzlanda (11) 
İtalya (12) 
Letonya (13) 
NATO Üyesi Ülkeler 
Litvanya (14) 
Lüksemburg (15) 
Hollanda (16) 
Norveç (17) 
Polonya (18) 
Portekiz (19) 
Romanya (20) 
Slovakya (21) 
Slovenya (22) 
İspanya (23) 
Türkiye (24) 
Birleşik Krallık (25) 
ABD (26) 
Arnavutluk (27) 
Ermenistan (28) 
Avusturya (29) 
Azerbaycan (30) 
Beyaz Rusya (31) 
Hırvatistan (32) 
Finlandiya (33) 
Gürcistan (34) 
İrlanda (35) 
Kazakistan (36) 


NATO ile Ortaklık İlişkisi Olan Ülkeler,


Kırgızistan (37) 
Moldova (38) 
Rusya (39) 
İsveç (40) 
İsviçre (41) 
Tacikistan (42) 
Makedonya (43) 
Türkmenistan (44) 
Ukrayna (45) 
Özbekistan (46) 
Cezayir (47) 
Mısır (48) 
İsrail (49) 
Ürdün (50) 

Akdeniz Diyalogu Ülkeleri 

Moritanya (51) 
Fas (52) 
Tunus (53) 
Belçika (1) 
Bulgaristan (2) 
Kanada (3) 
Çek Cumhuriyeti (4) 
Danimarka (5) 
Estonya (6) 
Fransa (7) 
Almanya (8) 
Yunanistan (9) 
Macaristan (10) 
İzlanda (11) 
İtalya (12) 
Letonya (13) 

NATO Üyesi Ülkeler 

Litvanya (14) 
Lüksemburg (15) 
Hollanda (16) 
Norveç (17) 
Polonya (18) 
Portekiz (19) 
Romanya (20) 
Slovakya (21) 
Slovenya (22) 
İspanya (23) 
Türkiye (24) 
Birleşik Krallık (25) 
ABD (26) 
Arnavutluk (27) 
Ermenistan (28) 
Avusturya (29) 
Azerbaycan (30) 
Beyaz Rusya (31) 
Hırvatistan (32) 
Finlandiya (33) 
Gürcistan (34) 
İrlanda (35) 
Kazakistan (36) 

NATO ile Ortaklık İlişkisi Olan Ülkeler

Kırgızistan (37) 
Moldova (38) 
Rusya (39) 
İsveç (40) 
İsviçre (41) 
Tacikistan (42) 
Makedonya (43) 
Türkmenistan (44) 
Ukrayna (45) 
Özbekistan (46) 
Cezayir (47) 
Mısır (48) 
İsrail (49) 
Ürdün (50) 

Akdeniz Diyalogu Ülkeleri 

Moritanya (51) 
Fas (52) 
Tunus (53) 

Rapor No 2, Nisan 2009 

ORSAM 
E. Tümgeneral Armağan Kuloğlu ORSAM Başdanışmanı 
armagankuloglu@orsam.org.tr 

60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri 

Özet 

NATO İttifakı, yayılmakta olan Sovyet tehdidine karşı kurulmuş ve kurulduğundan bugüne kadar 60 yıl kadar bir süre geçmiştir. Kuruluşundan Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar olan dönemde, içinde bulunulan tehdit algılaması ortamında kuruluş maksadına uygun olarak hareket eden NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Varşova Paktının ortadan kalkması ile varlığını devam ettirip ettirmeme konusunda kendisini sorgulamaya başlamıştır. Bu dönemde, NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasına karar verilmiş, Soğuk Savaş sonrasındaki 
gelişmeler, riskler ve belirsizlikler, bir istikrar ve denge unsuruna ihtiyaç olduğunu göstermiş ve bunun da NATO ile sağlanabileceğini yaşanan olaylar belirginleştirmiştir. NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasında, SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin 
yanında Sovyet tehdidinin ortadan kalkması sonrasında ortaya çıkan belirsizliklerin ve risklerin önemli bir neden olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan yeni duruma göre tehdidin yeniden değerlendirilmesi yapılmış, başta uluslararası terör olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitlesel göç hareketleri gibi tehditler yeni tehdit algılamaları olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda NATO sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve iş birliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. 



Yeni stratejilerin oluşumunda, tehdit algılamalarının yanı sıra NATO’nun lideri durumunda olan ABD’nin tutumu da etkili olmuştur. Soğuk Savaş’tan sonra oluşan tek kutuplu dünya düzeninde ABD, her alanda belirleyici rol oynamaya başlamıştır. Bu durum ABD’nin dünyadaki gelişmeleri kontrol edebilme, bir noktada hegemonya yaratabilme isteğinin artmasına sebep teşkil etmiştir. 

Bu çerçevede ABD’nin NATO üzerindeki etkisi de Soğuk Savaş döneminden daha fazla görülmeye başlamıştır. NATO, eski NATO değildir, değişime uğramıştır. Yeni üyelerin katılımı, NATO’daki ABD kontrolünü arttırmıştır. Ayrıca yeni tehdit algılamaları ışığında oluşturulan stratejiler ile de alan dışına çıkmaya başlamış ve etki alanını bir noktada bütün dünya olarak algılamaya başlamıştır. 

ABD’nin hegemonyasını koruma ve pekiştirme politikası NATO’nun uygulamayı planladığı politikayı da etkilemektedir. Bu durum ise kaçınılmaz olarak Türkiye-NATO ilişkilerine yansımaktadır. Türkiye 1952’den itibaren NATO’nun üyesidir. O yıllarda artan Sovyet tehdidi karşısında kendi güvenliğini güçlendirmek maksadı ile bu teşkilata üye olmuştur. Soğuk Savaş’ın sonuna kadar, NATO’nun sağladığı güvenlik konusunda zaman zaman endişeler, Kıbrıs Harekâtında olduğu gibi, bazı olumsuzluklar yaşamışsa da genel olarak olumlu bir dönem geçirmiştir. NATO, modernizasyon ve batı ile yakın ilişkiler konusunda müspet bir ortam oluşturmuştur. Türkiye de buna karşılık NATO’ya olması gerekenden çok fazla bağlılık ve sadakat göstermiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra 
dünya siyasetinde ve buna paralel olarak güvenlik politikalarında değişim olmuş, NATO’nun değişen ve odağını genişleten misyonuyla beraber, Türkiye oluşması muhtemel kriz bölgelerinin etkilerine açık hale gelmiştir. 

Türkiye’nin, 21. yüzyılda büyük devletlerin çıkar çatışmalarının yaşandığı bölgesel krizlerin merkezinde yer alan bir devlet olarak, bu krizlerden etkilenmemesi, güvenliğini sağlayabilmesi ve bölgede etkili olabilmesi için NATO ve AGSP açılımlarında politik ve askeri olarak etkili bir şekilde yer alması önem arz etmektedir. Ancak bu hususun kendi insiyatifi ile oluşturabileceği bölgesel ve küresel ilişkilere engel teşkil etmemesi de en az bunun kadar önemlidir. 

Uluslararası ortamın önümüzdeki 25-30 yıl içinde tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru bir değişim süreci yaşayacağı, bu kapsamda Rusya, Çin, Hindistan ve bir ölçüde de Japonya’nın bu kutupları oluşturabileceği, AB’nin bir kutup olabilme niteliğinin zayıf bir ihtimal olduğu düşünülmektedir. 
NATO’nun da AB gibi genişlemesini sürekli tutması halinde ve ABD etkisi de azaldıkça karar alma sürecinde karşılaşacağı sıkıntılar nedeniyle önceki gücünü muhafaza edebileceği konusunda tereddütler bulunmaktadır. Özellikle NATO’nun barış adına alan dışına çıkması, BM kontrolünde olmadığı takdirde önemli sıkıntılar yaratabilecektir. Bu nedenle Türkiye’nin NATO ile olan ilişkilerinin yanında diğer faktörleri de gözetmesinde yarar görülmektedir. Ancak yine de Atlantik ötesi ilişkilerin ve bu çerçevede NATO’nun temel güvenlik platformu olarak güçlendirilmesinin Türkiye’nin çıkarlarına uygun düştüğü varsayılmaktadır. 

Türkiye, NATO’yu Transatlantik ilişkilerin temel politik ve askeri yapısı olarak görmektedir. Bu nedenle henüz bu ittifakın yerini doldurabilecek köklü bir yapı bulunmadığından, NATO İttifakı’na önem vermeye devam etmektedir. Ancak diğer taraftan NATO’nun ve dünyadaki tehdit algılamalarının, Türkiye’nin bu ittifaka girdiği ortamda olmadığı, Soğuk Savaşı müteakip ittifakın daha 
çok ABD amaçlarına uygun hareket ettiği, Türkiye’nin bu ittifaka eskisi gibi ihtiyacı bulunmadığı, bu nedenle NATO’ya sadakat derecesinde bir bağlılığın ve bağımlılığın olmasına gerek olmadığı, NATO konusunun denge politikaları çerçevesinde yürütülmesinin Türkiye’nin menfaatlerine daha uygun olacağı da değerlendirilmektedir. Türkiye’nin NATO’ya fazla güvenmeden, ancak 
NATO’nun içinde kalarak ulusal çıkarlarına uygun hareket etmesi, NATO’yu ülkelerle çeşitli konuları müzakere edebilecek, istikrarlı ve geniş bir platform olarak görmesi, çıkarlarına uygun olmayan konularda “veto” hakkını kullanması veya bunun karşılığında başka bir çıkar sağlaması uygun bir yaklaşım tarzı olacaktır. Türkiye’nin bundan sonra kendisini merkeze alan, çevre ülkeleri, 
Rusya Federasyonu, Kafkasya, Orta Asya ve hatta Şangay İşbirliği Örgütü ile diyalog içinde olan çok taraflı bir dış politika uygulamasının yararlı olacağı kıymetlendirilmektedir. Güvenlik politikalarının da NATO’yu dışlamadan ancak yukarıdaki çerçevede ele almasının ve yürütülmesinin gerekli olduğuna inanılmaktadır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***