60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 4
7. NATO-ABD İlişkilerinde Enerjinin Rolü
ABD, Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla birlikte yeni öncelikler belirlemiş ve çıkarları doğrultusunda geliştirdiği yeni politikalarında NATO’ya önemli roller biçmiştir. ABD’nin yeni öncelikleri arasında Ortadoğu’daki enerji kaynaklarıyla birlikte eski Sovyet Bloğu ülkelerinin enerji kaynaklarını ve bunların aktarıldığı yolları kontrol etmek de vardır.
Tarihsel olarak bakıldığında ABD’nin dış politika ve milli güvenlik stratejisini her zaman jeopolitik temeller üzerine kurduğu görülmektedir.
Bu çerçevede “Doğu Avrupa’ya hâkim olan, merkez bölgesine 24 hâkim olur”, anlayışına dayanan “Kara Hâkimiyet Teorisi”, “denizlere hâkim olan, dünyaya hâkim olur” anlayışına dayanan “Deniz Hâkimiyet Teorisi”, “Avrasya’ya hâkim olan, dünyaya hâkim olur; Avrasya’ya hâkim olmak için de merkez bölge ile denize kıyısı olan devletler arasında kalan kenar kuşak bölgesine hâkim olmak gerekir”, anlayışına dayanan “Kenar Kuşak Teorisi”, “yeterli hava gücüne sahip olan dünyaya hâkim olur” anlayışına dayanan “Hava Hâkimiyet Teorisi” gibi teoriler geliştirilmiş ve ABD, stratejilerini belirlerken bu teorileri temel referans kaynağı olarak kullanmıştır. 20. yüzyılın son yarısıyla birlikte “enerji kaynaklarını kontrol eden dünyayı kontrol eder”, anlayışına dayalı yeni bir stratejik anlayış oluşmaya başlamıştır. Bu bağlamda, ABD için, kendi enerji ihtiyacını karşılamak dışında, özellikle ağırlıklı olarak Avrupa’nın bağımlı olduğu enerji kaynaklarını ve bunların geçiş yollarını kontrol etmek, hem güvenlik sağlamak hem de gerektiğinde AB’yi kısıtlayabilmek açısından ABD’nin hegemonyasını sürdürmesi
için önemli hale gelmiştir.25 Aslında temel değerleri paylaşan ABD ve AB’nin arası SSCB’nin yıkılması sonucu ortak tehdidin ortadan kalkmasıyla birlikte açılmaya başlamıştır. ABD’nin terörle mücadele çerçevesinde izlediği müdahaleci ve sert politikalar sonucunda ABD ile AB arasında oluşmaya başlayan uçurum daha da genişlemiştir.
Bu koşullar altında AB’nin bağımlı olduğu enerji kaynaklarını kontrol etmek ABD’nin hegemonyasını sürdürmek açısından önem verdiği bir husustur. Ayrıca Çin’in giderek artan enerji ihtiyacı üzerinde kontrol sağlamak da, bu hegemonyanın güçlenmesine katkıda bulunabilecektir. Kısaca, gelişmenin ve refah düzeyinin artmasının endüstriyel ilerlemeye bağlı olduğu günümüzde ABD, AB ve Çin’in olduğu gibi diğer ülkelerin de enerjiye olan ihtiyacı ve bağımlılığı artmaktadır. Dolayısıyla, küresel hâkimiyetin yeni belirleyicisi enerji kaynakları nın kontrolüdür. Bunların ışığında, BOP’un içine aldığı bölgede AB’nin bağımlı olduğu kaynakları da içeren iki önemli enerji kaynağının bulunduğunu vurgulamak gerekir. Bunlar Ortadoğu enerji kaynakları ve Hazar enerji kaynaklarıdır. Doğal enerji kaynaklarının coğrafidağılımına bakıldığında ağırlık merkezinin Ortadoğu bölgesi olduğu görülmektedir. Ancak Hazar bölgesindeki enerji kaynakları da hatırı sayılır miktardadır. Bu bölgedeki enerji kaynakları, tarih boyunca dünya üzerinde egemenlik kurmayı amaçlayan ülkelerin ilgi odağı olmuştur.
Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler, dünya egemenliği kurma stratejisi çerçevesinde ve Rusya’ya karşı yürüttüğü mücadelede bu bölgedeki enerji kaynaklarını ele geçirmeye çalışmıştır. Bugün, Amerikan Enerji Bakanlığının verilerine göre Hazar Bölgesi’ndeki ispatlanmış ve olası petrol rezervlerinin toplamı günümüz petrol rezervlerinin yaklaşık %26’sını oluşturmaktadır.26
Bu da oldukça önemli bir orandır. Ayrıca bu bölgeden çıkan enerji ürünlerinin çok kaliteli olduğu bilinmektedir. ABD, hem Ortadoğu hem de Orta Asya enerji kaynakları ve yolları üzerinde hâkimiyet sağlayarak bir yandan kendisi tek kaynağa bağımlı olmamayı hedeflerken, diğer yandan da bu kaynakların
ve yolların güvenliğini sağlamayı, bölgede etkin olan Rusya ve Çin gibi aktörlerin etki alanını sınırlandırmayı, bu bölgeden gelecek enerjiye muhtaç olan endüstriyel demokrasileri korumayı ve gerektiğinde yönlendirebilmeyi amaçlamaktadır.27
Bir taraftan ABD, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’da etkili olmaya çalışırken, diğer taraftan Rusya’da öncelikle Kafkasya ve Orta Asya’da ABD hegemonyasına
karşı koymak için yeni stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır. Orta Asya’da kendisi dâhil 7 ülkeyle kurduğu yeni ittifak bunun bir sonucudur.
Rusya’nın ayrıca Ortadoğu’da etkili olabilme teşebbüsleri bulunmaktadır. Rusya’nın Suriye’nin Tartus Limanında bir deniz üssü açma ve daha sonra diğer Ortadoğu ülkelerinde de benzer tesisler kurma niyetinde olduğu açıklanmıştır.
Önümüzdeki yıllarda enerji güvenliğinin, kaynaklarının ve intikal yollarının önemi artarak devam edecektir. 2030’lu yıllara gelindiğinde hidrokarbon, yine enerjide hâkim faktör olma durumunu koruyacaktır. Kuzey kutbu, küresel ısınmanın etkisi ile petrol arama ve kaynaklarının ortaya çıkmasına elverişli hale gelecektir.
Bu durum yeni siyasi ilişkileri beraberinde getirecektir. Enerji güvenliğinin yanında gıda, su ve çevre konuları da öncelikli sorunlar haline gelecektir.
Dünya genelinde nüfus artışı da bu sorunların içinde olacaktır. Ancak gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanması, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki genç ve eğitimsiz nüfus ve bunun bir sonucu olan göç hareketleri bir çatışma ortamı yaratabilecektir. Diğer tehditleri de göz ardı etmemek gerekmektedir. Yeni tehditlerin nereden geldiği henüz daha tam olarak belirlenememiştir. Bu yıllara gelindiğinde devlet, yine en önemli güvenlik sağlayıcısı, aynı zamanda tehdit kaynağı olacağından bu durumda askeri güç, önemini korumaya devam edecektir.28
Dolayısıyla NATO’nun askeri bir güç olarak önemini koruyacağı anlaşılmaktadır.
Tüm bunlara bakıldığında, NATO’nun doğuya doğru genişleme ve bu bölgede istikrar sağlanmasına yardımcı olma stratejisi ile ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve bölge üzerinde oluşturduğu politikalar arasında ciddi örtüşmeler olduğu görülmektedir. ABD, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini desteklemektedir; çünkü NATO’nun genişlemesi demek onun lideri olan ABD’nin hâkimiyet ve etki alanının genişlemesi demektir.29
Bu da, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde yer alan Ortadoğu ve Hazar enerji kaynaklarının ve yollarının NATO, dolayısıyla ABD kontrolü altına girmesi anlamına gelmektedir.
Bu çerçevede bir NATO ülkesi ve bu örgütün lideri olarak ABD, birliklerini yeniden yapılandırma ve konuşlandırma çalışmalarına başlamıştır. Örneğin, ABD Avrupa’daki (özellikle Almanya’daki) ve Uzak Doğu’daki (Güney Kore ve Japonya’daki) birliklerini Ortadoğu, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve Orta Asya’ya kaydırma çalışmaları yapmaktadır.30 Bu durum, Bush yönetiminin milli güvenlik stratejisinin ve ABD gücünün dünya üzerindeki yeni yayılımının bir çıktısıdır. ABD henüz yeni bir güvenlik stratejisi oluşturmadığından, bu anlayışın yeni dönemde de küçük sapmalarla devam edeceği beklenmektedir. Her ne kadar bu yeniden konuşlandırmanın terörle daha etkili mücadele etme amacını taşıdığı söylense de, tüm bu değerlendirmelerin ışığında, enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol etme stratejisinin de, bu yeniden konuşlandırma çalışmalarında etkili olduğu yorumunu yapmak yanlış olmayacaktır. Ancak Irak’tan kuvvetlerini bir plan dahilinde çekip, Afganistan’daki askeri gücü arttırmak birinci öncelikli konu olarak ortaya çıkmıştır.
Afganistan’a diğer NATO ülkelerinin de katkısı üzerinde ısrarla durulmaktadır. Çünkü Afganistan konusu NATO’nun geleceğini etkileyen bir konu olarak algılanmaktadır.
8. 11 Eylül Sonrasında NATO Stratejilerinde Meydana Gelen Değişim, Terörle
Mücadelede Şekillenen Yeni KonseptlerGünümüzde asimetrik güçlerin mücadele yöntemi olarak ortaya çıkan şiddet ve terör, bölgesel sınırların ötesine geçmiş ve küresel nitelik kazanmıştır. Küresel Terörizm, dünyanın olduğu gibi NATO’nun da gündemini değiştirmiştir. Terörizm ile mücadelede BM, NATO, AB ve AGİT’in çalışmalarının artarak devam edeceği beklenmektedir. Gelişen yeni tehditlerin
niteliği, NATO üyelerinin bu tehditlere en etkin şekilde mukabele etmede fikir birliğine varmalarını zorunlu kılmaktadır. NATO Müttefikleri, 11 Eylül saldırısının ardından NATO Anlaşması’nın 5. maddesini yürürlüğe koyarak Afganistan’a kuvvet göndermek suretiyle bu yolda önemli bir adım atmışlardır.31
Terörizmle mücadele konusu NATO’nun 1999’daki Washington Zirvesi’nden itibaren şekillenmeye başlamış, 2002 Prag Zirvesi’nde terörizmle mücadele konsepti onaylanmıştır. Bu gelişme ile İttifak üyelerinin halkına, kuvvetlerine, topraklarına ve uluslararası güvenliği hedef alan tüm terör hareketlerine karşı mücadele kararlılığı ifade edilmiştir. Kabul edilen konseptte, alınacak önlemlerin teröristleri caydırabilecek, durdurabilecek ve karşı savunma yapabilecek nitelikte olması öngörülmekte ve önlemlerin NATO’nun çıkarlarının olduğu bölgelerde
uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Terörizm konusunda Prag’da onaylanan Ortaklık Eylem Planı, ortaklara ulusal reformlarında ve güvenlik konularında geniş kapsamlı yardım yapılmasını esas almaktadır. Terörizmin temel nedenleri üzerinde duran bu planın, terörizmin sınırlar ötesine taşmasının önlenmesinde olumlu etkilerinin olacağı değerlendirilmiştir. Planda NATO-AB arasında hem güvenlik hem de transatlantik ilişkilerinin geliştirilmesi düşünülmüştür.
2004 yılında İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi, ABD ve AB’nin küresel kerörizmle uluslararası alanda mücadelenin etkin yürütülebilmesi için ortak yaklaşım ve işbirliği için önemli bir imkân yaratmıştır. Soğuk Savaş döneminde askeri tehdide dayalı güvenlik anlayışı egemen olurken, Soğuk Savaş sonrası dönemdeki gelişmelere uygun olarak NATO, terörizmin en büyük tehdit olduğu yönünde aldığı kararla, algılama ve görev tanımlaması boşluğundan kendini kurtarmaya çalışmıştır. Ayrıca terörizmle mücadelede önalıcı (proaktif) güvenlik anlayışını
benimsemiştir. Bu zirvede İstanbul İşbirliği Girişimi oluşturulmuştur. Körfez İşbirliği Konseyi kurularak ve Güçlendirilmiş Akdeniz Diyalogu ile Doğu Akdeniz’in güvenliği ve istikrarı için önemli bir girişim başlatılmıştır.
Güçlendirilmiş Akdeniz Diyalogu ile Diyalog ortaklarının birbirlerine yakınlaşmaları, terörizm ve kitle imha silahlarının yayılması gibi ortak tehditler karşısında daha yakın bir ortaklık geliştirilmesi amaçlanmıştır.
28-29 Nisan 2006’da Sofya’da yapılan NATO
Dışişleri Bakanları toplantısında NATO’nun “Küresel İttifak”a dönüştürülmesinin düşünülmediği; ancak küresel tehditlerle daha çok mücadele edilmesinin amaçlandığı vurgulanmıştır.32 Kasım 2006 Riga Zirvesi’nde de bu konu teyit edilmiştir.
Haziran 2008’de yapılan NATO Savunma Toplantısı’nda, Afganistan’da olası strateji değişimi ve uyuşturucuyla mücadele konuları da ele alınmıştır. 2003 yılından bu yana Afganistan’da görev yapan NATO’ya bağlı ISAF (Afganistan’daki Uluslararası Destek Gücü) tarafından Taliban’ın yılda 100 milyon dolara yakın uyuşturucu gelirinin kesilmesi yönünde adımlar atılması tartışılmıştır. Küresel uyuşturucu üretiminin yüzde 90’ının bu bölgeden çıkıyor olması, bu konu hakkında mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Yalnız Almanya, İspanya, Portekiz, Romanya, Yunanistan, Belçika ve İtalya gibi Avrupalı müttefik devletler sivil can kayıplarının artacağını, yöre halkının haşhaş ekiminden
gelir sağladığını, engellenmesi durumunda yeni huzursuzlukların çıkacağını belirtmişlerdir.
Buna karşılık ABD, Kanada, Hollanda ve İngiltere ise uyuşturucu ile mücadeleden yana olduklarını ifade etmişlerdir. Bu ayrışmaların ışığında, 2008 yılında yapılan Budapeşte Zirvesi’nde de uyuşturucuyla mücadele konusunda kesin bir sonuca ulaşılamamıştır.33 Bununla beraber ISAF’a ilave askeri kuvvet konusu da tartışılmış ve sonuçta Fransa’nın 7001000 kişilik, ABD’nin 3 bin 500 ve Gürcistan’ın da 500 kişilik ilave kuvvet göndereceği açıklanmıştır.
Bükreş Zirvesi’nin ardından Haziran 2008 Brüksel’de yapılan Genelkurmay Başkanları Toplantısı’nda, Zirve’de alınan askeri kararların görüşülmesinin yanında toplantının ana konusunu oluşturan siber savunma konusunda da geniş katılımlı bir görüşme yapılmıştır. Özellikle 2004 yılında İttifaka katılan Estonya’ya, Rus kaynaklı sanal saldırılar sonucu, hem Estonya’nın hem de diğer üye devletlerin bu yöndeki mücadele isteğini içeren önerilerde bulunulmuştur. Estonya’daki Siber Savunma Merkezi ile 6 NATO üyesi (Almanya, İtalya, İspanya, Slovakya, Litvanya, Letonya) arasında yapılacak anlaşmayla, bir NATO Sivil Savunma Mükemmeliyet Merkezinin kurulması kararlaştırılmıştır.34
NATO kapsamında yapılan tüm toplantılar ve girişimler sonucunda varılan ortak noktalara baktığımızda şu hususların ön plana çıktığı görülmektedir:
-Kaynağı, sebebi ve amacı ne olursa olsun, uluslararası terörizmin eylem, yöntem ve uygulamaları kınanmaktadır.
-Ülkelerin toprak bütünlüklerini tehdit eden terör; barış, güvenlik ve istikrarı tehdit etmektedir.
-Uluslararası terör suçları hiçbir şekilde haklı gösterilemez.
-Terör hem insanlık onurunu ve haklarını hem de uluslararası ilişkilerin normal seyrini tehdit etmektedir.
-Terörün önlenmesi ve bastırılması için mümkün olan en etkili iş birliğinin yapılması gerekir.
-İttifak içindeki bazı düzenlemeler de dâhil olmak üzere, İttifakın terörle mücadele konusundaki çabaları desteklenecektir.35
ABD Hükümeti tarafından 11 Eylül’den sonra hazırlanan raporda da;
-Terör örgütlerinin büyük çaplı eylem planlama, organize etme ve değerlendirme yeteneklerini geliştirdikleri,
-Yeni eleman toplama, fikirlerini aşılama ve yeni personel eğitme olanaklarını genişlettikleri,
-İleri muhabere, istihbarat imkân ve kabiliyeti ile kayda değer finans kaynaklarına sahip oldukları,
-Personelini uzak bölgelere gönderebildikleri belirtilmektedir.36
NATO Genel Sekreter Yardımcısı John Colston da;
- Terörün küresel bir sorun olduğunu,
- Mücadelenin uluslararası iş birliğine bağlı olduğunu,
- Terör belası ile tek başına mücadele edecek hiçbir uluslararası kuruluş ya da devlet bulunmadığını,
- Mücadelede silahlı kuvvetlerin rolünün çok önemli olmakla beraber, uluslararası kuruluşların ve devletlerin de bu konuda sorumluluklarının bulunduğunu,
- Tehdit nereden geliyorsa oraya müdahale edilmesi gerektiğini, NATO’nun eşsiz bir operasyonel kabiliyete sahip olduğunu, siyasi ve askeri ittifaklarla terörizmle mücadeleye katkı sağlayabileceğini belirmiştir.37
Bütün bu açıklamalar ve kavramlar, NATO içinde terörle mücadele konusunda bir görüş birliği oluştuğunu ve üyelerin bu konuda iş birliğine hazır olduklarını ve NATO imkân ve kabiliyetlerinin de bunu başarabilecek durumda olduğunu göstermektedir. Ayrıca mücadelede NATO’nun uluslararası iş birliğine açık olduğu görülmektedir. Bu konuda 2006 yılında Sofya’da yapılan NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda NATO Genel Sekreteri Scheffer’in, NATO ile Rusya arasında varılan iş birliği anlaşması çerçevesinde, özelikle uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizmle mücadele alanla-rında başarılı iş birliği sergilendiğini belirtmesi örnek olarak gösterilebilir.38 Bu konu 2009 yılına kadar yapılan bütün toplantılarda güncelliğini korumuştur.
9. NATO’nun Terörle Mücadele
Konseptlerinin Uygulamadaki DurumuYapılan toplantılar ve alınan kararlardaki olumlu yaklaşımlar ve yaşanan acı gerçeklere rağmen, NATO içinde uygulamalara bakıldığında terörle mücadelede tam bir konsensüs sağlandığını söylemek mümkün değildir. Hatta bu olumsuz anlayışın devam edeceği de anlaşılmaktadır. Terörizmin tanımı ve terörizmle mücadele noktasında nasıl bir ortak politika uygulanacağı konusunda belirsizlikler sürmektedir. Bu belirsizlikler, aslında NATO’nun sağlıklı bir vizyon ortaya koymasını engellediği gibi, uluslar arası ilişkilerde de bir fay hattı oluşturmaktadır.
Bu fay hattının oluşturacağı kırılganlıklar ise, terörizmle mücadelede başarılı adımlar atılmasını engelleyecektir.
Tehdidin salt askeri tehdit olmayıp asimetrik yapıdaki terör tehdidi olduğu düşünüldüğünde, aslında ortak politika belirlemenin önemi daha fazla ortaya çıkmaktadır.
Realizm ile idealizmin mutlaka birbirinden ayrılması zarureti bulunmaktadır. Aktörlerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki politikaları analiz edildiğinde ve bu açıdan NATO içinde ABD ve Avrupa yaklaşımlarına bakıldığında, ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrasında daha çok güç kullanma ve savaş yöntemi ile güvenlik sorunlarını çözmeyi amaçladığı, Afganistan ve tek başına Irak’a müdahalesinin bu politikaların bir sonucu olduğu görülmektedir. Avrupa’nın ise, diplomasi ve müzakere yöntemlerini kullanarak güvenlik sorunlarını çözme eğiliminde olduğu müşahede edilmektedir. ABD ve Avrupa’nın güvenlik sorunlarında tercih ettiği bu yöntem farklılığı, uluslararası güvenlik alanında yeni tehdit algılaması olarak ortaya çıkan terörizm konusunda NATO’da ortak politika üretilmesine önemli bir engel oluşturmaktadır.
Ancak, terörle mücadelede ortak politikanın belirlenememesine Soğuk Savaş sonrası dönemdeki belirsizliğin bir sonucu olarak bakıldığında çok da umutsuz olmamak gerekir. İleride bu belirsizlikten uzaklaşıldığı noktada belki bir ortak politikaya varılabilecektir. Ancak halen toplantılarda ve uygulamalarda ülkelerin ortak hareket etme eğiliminden daha fazla olarak kendi kazanç hanelerini düşündüklerine şahit olunmaktadır. 2004 İstanbul Zirvesi’nde, Afganistan’da NATO’nun görev alanının genişletilmesi, Irak konusunda görüş birliğine varılması ve Irak’tan kaynaklanan terör tehdidinin varlığının kayıt altına alınması, İstanbul İşbirliği Girişimi’nin Akdeniz Platformu ile birlikte
işlem görecek biçimde yaşama geçirilmesi daha çok ABD’nin kazanç hanesini ilgilendirmektedir. NATO aldığı bu kararlar ile ABD’nin dış politika uygulamalarını meşruiyet zeminine çekmiştir.39
Terörle mücadelede gerçeklerle karşı karşıya kalındığında ülkelerin, özellikle ittifak üyesi ABD’nin alınan ortak eylem kararları dışına çıktığını ve hatta BM girişimini dahi beklemeden tek başına hareket etme eğiliminde olduğu görülmektedir. Bunun nedenleri incelediğinde, terör örgütlerinde karar alma sürecinin kısa olduğu, aldığı kararı hemen uygulama imkânına sahip olduğu, bununla mücadele edecek olan uluslararası kuruluşlarda ise karar alma mekanizmasının bu kadar çabuk çalışmadığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle ABD’nin tek kutuplu dünya düzeninin hâkim kutbu durumunda olmak ve ittifak içinde de lider durumunda bulunmak avantajını kullanarak hareket ettiğini söylemek mümkündür. Daha sonra yapılan ittifak toplantılarında, yapılan işleme destek alınmak istendiği ve meşruiyet zeminine oturtulmaya çalışıldığı müşahede edilmektedir. Yukarıda ifade edilen İstanbul Zirvesi’nde alınan kararlar bu uygulamaya bir örnek teşkil etmektedir. Daha sonraki toplantı ve uygulamalarda bir değişikliğe rastlanmamıştır.
10. Terörle Mücadele Konsept ve Uygulamalarının Türkiye Açısından Değerlendirilmesi
Türkiye terörizmden en fazla zarar gören ülke konumundadır ve bu nedenle terörle mücadelede en duyarlı ülkedir. NATO toplantılarında ortak kararlar alınmasına en fazla destek olan ve alınan kararları da NATO ve insani menfaatler istikametinde uygulayan bir ülke konumundadır. Türkiye gerek zarar gören ülke konumundan doğan hassasiyeti, gerek NATO ittifakına verdiği önem gerekse insani duygularla, NATO’nun terörle mücadele konsept ve doktrin geliştirme faaliyetlerine destek sağlamakta ve bu konuda NATO ve diğer ülkelere operatif
ve stratejik seviyelerde eğitim vermektedir. Afganistan’daki NATO gücüne olan katkılarını ve eğitim amaçlı açtığı “Terörle Mücadelede Mükemmeliyet Merkezi”ni bu uygulamalarına iyi birer örnek olarak göstermek mümkündür.
Terörle mücadelenin uzun vadeli bir konu olduğu, özellikle toplumun teröre karşı direnişinin, başarının temel koşullarından biri olduğu kıymetlendirilmektedir. Askeri düzeyde uluslararası işbirliğinin terörle mücadelede gerekli, ancak yeterli olmadığı düşünülmektedir. Teröre karşı ordunun esas rolünün terörün yayılmasını engellemek, caydırmak ve terörün nedenlerini ortadan kaldıracak sivil teşebbüsler için zemin yaratmak olduğu değerlendirilmektedir. Uluslararası düzeyde ülkeler, terörizmin ortak tanımı üzerinde mutabakata varmalıdır.
Ancak bunun objektif olarak gerçekleştirilmesinde ülkelerin kendi çıkarlarını düşünmesinden dolayı güçlük bulunmaktadır. Bu nedenle bu konuda
yapılan bazı teşebbüsler de olumsuz sonuçlar vermektedir. Herhangi bir nedenle bir ülkede terörist olarak adlandırılan bir kişi veya örgüt, diğer ülkede özgürlük savaşçısı gibi farklı şekilde kabul ediliyorsa, o zaman bu mücadelenin başarılı olma şansı yoktur. Terörü kendi amaçlarına ulaşmak için bir yöntem olarak kullanan kişi veya örgütler terörist olarak adlandırılmalıdır. Bugün terör tehdidinin büyüklüğü konusunda genelde devletlerarasında ortak bir anlayış vardır. Ancak asıl anlaşmazlık, hangi şiddet ve tehdit kullanımının terör kapsamında algılanması gerektiği yönündedir.40
Diğer uluslararası kuruluşlarda olduğu gibi NATO’da da terörün ortak bir tanımını yapmak mümkün olmadığı gibi NATO’nun terör örgütleri listesi üzerinde tam bir mutabakat sağlandığını söylemek de mümkün değildir. Türkiye 25 yılı aşkın bir süredir PKK terörü ile mücadele etmektedir. NATO’nun terör konusundaki hassasiyeti de bilinmektedir. Ancak içinde PKK’nın da bulunduğu NATO’nun terörist listeleri yıllara sari olarak güncelleştirilirken, PKK terör örgütünün listeye dahil edilmesinde zaman zaman güçlüklerle karşılaşılmaktadır.
Bu yaklaşım, NATO’nun terörle mücadeledeki ciddiyeti ve tutumu ile bağdaşma maktadır. PKK terör örgütünün Avrupa’da büroları vardır. Avrupa’dan televizyon yayını yapmaktadır. Bu Avrupa ülkeleri NATO üyesidir. PKK, NATO üyesi olan Türkiye’ye zarar vermeye devam etmektedir. Bırakın NATO’nun bu örgütle aktif mücadelesini, üyeler Türkiye’ye zarar veren unsurlara dahi engel olmayıp, faaliyetlerinin devamına imkân vermektedir. Türkiye’nin yapmakta olduğu mücadeleye, çeşitli nedenlerle doğrudan veya dolaylı olarak engel olunmaktadır.
Bu gerçekler görmezlikten gelinmektedir. Türkiye’nin bu beklentisinden, bir tehdit unsuru olan PKK ile mücadelesini NATO’ya yüklemek istediği gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Türkiye’nin güvenliğini bir başka ülkeye veya kuruluşa aktarma düşüncesi ve niyeti yoktur. Kendi güvenliğini sağlayacak güçtedir. Ancak güçlü bağlarla bağlı olduğu ve güvenilir bir müttefiki durumunda bulunduğu NATO’dan, hakkı olduğu desteği beklemesi de yadırganmamalıdır.
5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder