60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ., BÖLÜM 3
4. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)
BOP genel olarak Kuzey Afrika ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri, Kafkasya ve Orta Asya’yı kapsayan, coğrafi olmaktan çok, stratejik bir proje olarak algılanabilir.6 Dikkatli bakıldığında BOP’un İslam coğrafyası üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu projenin iki temel hedefi olduğu söylenebilir.
Birincisi, bu bölgeden kaynaklandığı düşünülen terör tehdidinin ortadan kaldırılmasıdır. Tanımlanan bölgede nüfusun ve gelir dağılımı adaletsizliğinin etkisiyle fakirlik artmış ve bu durumun sebebi olarak özelde ABD, genelde ise Batı dünyası görülmüştür.
Bu durum radikal İslam’ın güç kazanmasına, Amerikan karşıtlığının yayılmasına ve sonuçta terör eylemleriyle ABD’yi ve diğer Batı ülkelerini tehdit etmesine sebep olmuştur. Bu olgu, istikrarsız rejimlerin varlığıyla birleşince, terörün artmasının yanı sıra, kitle imha silahlarının yaygınlaşması, uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve kitlesel göç hareketlerinin artması gibi önemli güvenlik ve düzen sorunlarını da beraberinde getirmiştir.7
Bu bağlamda, bölgedeki tehdit unsurlarıyla etkin bir biçimde baş edebilmek için bölge ülkelerinin “çağın gereklerine uygun olarak” demokratikleştirilmesi ve bu amaçla sosyal, ekonomik ve siyasal reformlar gerçekleştirmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, siyasal özgürlüklerin genişletilmesi, rejimlerin iyileştirilmesi, sivil toplumun güçlendirilmesi, yolsuzlukla mücadele, eğitim reformuyla okur-yazarlığın arttırılması, kadın haklarının genişletilmesi, ticaret ve finans sektörlerinin reformu ile girişimciliğin ve serbest ticaretin teşvik edilmesi gibi amaçlar güdülmüştür.8 Ayrıca, terörle mücadele kapsamında bölgedeki radikal İslamcı ve Amerikan karşıtı rejimlerin ılımlı İslami demokrasilerle değiştirilmesi, bölgenin kitle imha silahlarından arındırılması, İsrail-Filistin/Arap sorununun iki devlet esasına göre çözülmesi ve toplumların refah seviyelerinin arttırılması amaçlanmıştır.9
BOP’un ikinci hedefinin, bölgedeki enerji kaynaklarını ve bunların intikal yollarını kontrol etmek olduğu söylenebilir.
Gelişmenin ve refah düzeyinin endüstriyel ilerlemeye bağlı olduğu günümüzde, enerji kaynaklarının ve bunların bulunduğu bölgelerin kontrol edilmesi büyük önem arz etmektedir.10
20. yüzyılın sonlarına doğru bilinen dünya hâkimiyet teorilerinden ayrı olarak “enerji kaynaklarını kontrol eden dünyayı kontrol eder” tezine dayalı yeni bir stratejik anlayış oluşmaya başlamıştır.
Küresel hâkimiyetin yeni belirleyici unsurunun enerji kaynaklarının kontrolüne dayandığı, bu anlayış çerçevesinde ABD’nin, Soğuk Savaş dönemi boyunca tam olarak etkinlik sağlayamadığı Orta Asya ve Ortadoğu bölgeleri üzerine odaklanarak, yeni bir bölgesel etki alanı oluşturmaya çalıştığı görülmektedir.
Bu iki ana hedefi gerçekleştirebilmek amacıyla ABD; Soğuk Savaş döneminde yapılandırılmış kuruluşların, özellikle de NATO’nun, BOP bölgesinin hem askeri, hem ekonomik olarak dönüştürülmesinde aktif görev almasını sağlamaya, bu çerçevede yeni görev tanımlamaları oluşturmaya çalışmıştır. ABD, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini desteklemekte, Orta Avrupa’daki NATO üslerinin sayılarının ve kapasitelerinin azaltılıp Doğu’da kriz bölgelerine daha kolay ulaşabilecek yerlere konuşlandırılmasına çalışmaktadır.
Öte yandan ABD, dünyanın herhangi bir yerinde oluşan krize müdahale etme aşamasına geldiğinde BM, AGİT, NATO gibi uluslararası kuruluşlarla konsensüs
içinde hareket etmek istemektedir. Ancak bu kuruluşlarda kararlar geç alınabilmekte veya alınamamaktadır. Bu nedenle ABD, diğer ülke ve kuruluşları devre dışı bırakarak müdahalesini yapmakta, istediklerini belirli ölçüde elde ettikten sonra savunma masraflarını ve sorumlulukları paylaşmaya ve konuyu hukuki zemine oturtmaya çalışmaktadır. ABD, NATO’yu da bu amaçla çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir.
Bu durum, ABD’nin Irak’ta girdiği çıkmazda da NATO’yu kullanmak istemesi ör-neğinde açıkça görülmektedir. ABD, Irak’ta askeri başarıyı kısa sürede sağlamasına rağmen, Irak’ın sosyal yapısını iyi analiz edememiş, demokrasi, hürriyet ve insan hakları savunuculuğu yaparken, ABD askerlerinin Irak’ta uyguladığı işkence ve kötü muameleden dolayı dünya kamuoyu önünde kötü duruma düşmüş ve Irak’ta iyice çıkmaza girmiştir. Bu çerçevede, ABD içine düştüğü kötü durumdan sıyrılmak için yeni arayışlar içinde NATO’yu devreye sokmaya çalışmıştır.
Diğer bir anlayışla ABD, NATO’yu “kendi küresel polisi haline çevirmeye çalışmaktadır” denilebilir.11
Ayrıca, ABD’nin, NATO’yu özellikle BOP’un bir Amerikan projesi olduğu izlenimini silmek amacıyla projenin uygulanmasına dahil etmek istediği de düşünülmekte dir. Ancak BOP’un ABD’nin hegemonyasını yaymak için oluşturulan emperyalist bir proje olarak görülmeye başlanması sonucunda ortaya çıkan tepkilerden dolayı, 28–29 Haziran 2004 tarihlerinde gerçekleştirilen NATO Zirvesi’nde projenin adı “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” (GOKAP) olarak değiştirilmiştir. Aslında projenin özü aynı kalmıştır. Bu isim değişikliğinin,
oluşmakta olan tepkileri önlemek ve uygulama safhasında ortaklar/müttefikler bulmak amacıyla yapıldığı söylenebilir. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen ABD, Irak’ta istediği sonuca kolay ulaşamamıştır. Irak’ta istikrarın ve güvenliğin sağlanması için Irak ordusunu yeniden teşkil etmiş ve 2008 yılı içinde ABD-Irak güvenlik işbirliği anlaşmasını imzalayarak bir program halinde 2011 yılı sonuna kadar askeri kuvvetlerinin bütününü Irak’tan çekmeyi planlamıştır. ABD’deki yeni yönetim, İran ile diyalog yollarını açık tutacağını da beyan etmiştir.
ABD’nin Ortadoğu’dan vazgeçmesi söz konusu değildir. Ancak Ortadoğu politikalarına yeni bir düzen vereceği anlaşılmıştır.
5. “Yeni Ortadoğu” ve Başkan Barack H. Obama
“Yeni Ortadoğu”, Ortadoğu’da ABD’nin hâkimiyetinin artık sona erdiğini ve Ortadoğu için yeni bir çağın başlangıcını ifade eden bir terimdir. Ortadoğu’da yeni aktörlerin, yeni güçlerin meydana geldiği ve artık sert gücün (hard power) yerini yumuşak güce (soft power) bıraktığı oluşumdur. Bu durumda ABD’nin bölgede etkinliğini askeri güç yerine diplomasi gibi yumuşak güçle sağlamaya çalışacağı anlaşılmaktadır.12
Yeni yönetimin, İran konusunda olduğu gibi diyalog ve müzakere yolunu benimseyeceğini, ancak gerektiğinde askeri seçenekleri gündemde
tutacağını belirtmesi, diplomasi ve yumuşak gücün yeterli olamayacağı zamanlarda sert güç kullanılabileceğini de göstermektedir.
Obama’nın ilgilenmesi gereken en önemli mesele hem ABD’yi hem de tüm dünyayı yakından ilgilendiren büyük ekonomik krizdir. Krizin etkilerinden
kurtulmak ve küresel alanda rekabeti yükseltmek için yeni bir paket hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Küresel ekonomik kriz, başlangıçta ABD’den başlamış ve bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Küresel ekonomik krizin zaman içinde küresel siyasi etkilerinin olacağı da beklenmektedir. Ancak ABD’nin dünyanın en büyük ekonomik imkânına ve kapasitesine sahip olması, IMF’yi kontrol edebilme
gücü, FED’in dünya ekonomisine etkisi, çok ortaklı şirketlerde büyük ortaklıklara sahip olması ve ABD dolarının yatırım ve finans ölçü aracı olarak yaygın bir şekilde kullanılması ve gücünün ABD’nin itibarı ve ekonomik büyüklüğü ile orantılı olarak ölçülmesi, ABD’nin bu küresel ekonomik krizden en erken çıkabilecek ülke olabileceğinin birer göstergesi olabilir. ABD, ekonomisinin sahip olduğu bu özelliklerinden dolayı, krizin küresel siyasi etkisinde de baş rolü oynayabileceği izlenimini vermektedir.
Önemli konulardan biri de hiç kuşkusuz Filistin-İsrail çatışmasıdır. Sonuç alınamayan ve yıllar süren bu problemin bir anda ortadan kaldırılmasının imkânsız olduğunu bilen Obama, bölge için özel temsilci atamıştır. Obama böylece direkt olarak Gazze krizi gibi olaylara müdahil olmamakta, atadığı kişiler aracılığı ile ilişkileri devam ettirmeyi planlamaktadır.13 Bu yöntemle yapılacak çalışmalar ışığında yeni politikaların ortaya konacağı beklenmektedir.
Unutulmaması gereken iki ayrı konu daha vardır, bunlar da Afganistan ve Rusya’dır. Obama’nın, selefi olan Bush’dan farklı olarak bu iki ülke ile ilgili krizlerden kaçınma yolunu seçtiği söylenebilir. Afganistan konusunda, Taliban’a karşı mücadelenin kazanılması amacı varken, Rusya cephesinde ise doğal gaz ve lojistik konular ağar basmaktadır.
Afganistan’da başarı sağlamak için, daha fazla askere ihtiyaç duyulduğunun farkında olan Obama, Irak’tan çekeceği askerlerden bir kısmını buraya göndermeyi planlamaktadır. Diğer taraftan, Obama halka seslenişlerinden birinde, gerektiğinde Taliban ile iletişim kurulmasını ve müzakere edilebileceğini de belirtmiştir.14 Afganistan konusu bir noktada NATO’nun geleceği olarak kabul edilmekte ve NATO ülkeleri öncelikle çatışma bölgesinde görevlendirilmek üzere Afganistan’daki müdahaleye katkıda bulunmaya ısrarla davet edilmektedir. Yeni yönetim, acil bir tedbir olarak Afganistan’a 17000 ilave ABD askeri gönderme hususunu da karara bağlamıştır.15 Afganistan konusu içinde bir
diğer önemli konu ise, ABD’nin askeri lojistik ihtiyacının büyük bir bölümünün Pakistan üzerinden karşılanmasıdır. Özelikle 26 Kasım 2008 Mumbai’deki terörist saldırılarından sonra, Hindistan ile artan gerilim sebebiyle, bu bölgenin istikrarsız hale gelmesi ABD’nin çıkarlarına ters düşmektedir. Hindistan, Pakistan’ın sadece terörizme karşı sözde mücadele ettiğini ve bu konudaki hoşnutsuzluğunu belirtmiştir. Bu nedenle ABD, lojistik ihtiyaçların Afganistan’a intikal ettirilmesi için Pakistan güzergâhından başka hatlar bulmak zorunda kalmaktadır.
Bu durumda ABD, öncelikle Afganistan için hayati önem taşıyan akaryakıt ve mühimmat başta olmak üzere ikmal malzemelerini güvenli alanlardan
geçirmek maksadıyla çeşitli planlamalar yapmaktadır.
Bu noktada karşımıza üç farklı güzergâh çıkmaktadır. Bunlardan ilki, Hazar Denizi’nin iki kıyısını birleştiren Azerbaycan-Türkmenistan boru hattıdır. Ancak bu hat Özbekistan, Gürcistan ve Türkiye tarafından kullanılmak üzere genişletilse de yeterli aktarımı yapabilecek yeterliliğe sahip değildir. İkinci hat ise Özbekistan, Türkmenistan ve Rus topraklarından geçerek Karadeniz ulaşımını da içinde barındıran, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya ulaşan hattır. Üçüncü hat ise direkt İran’dan Hint okyanusuna ulaşan güzergâhtır. Üçüncü hattın uygulamaya
geçmesi ihtimali imkânsıza yakın olsa da potansiyel alternatif hatlar arasında sayılabilir. Görüldüğü gibi bütün hatlar üzerinde Rus etkisi göze çarpmaktadır. Rusya gerektiğinde Azerbaycan ve Türkmenistan’a baskı yaparak, politika
değişikliklerine sebep olmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin de ABD ile Rusya arasında kalabilecek durumlardan kaçınacağı beklenmelidir. Bu takdirde, ABD’nin bu hatları kullanabilmesi için Rusya ile işbirliğine girmesi gerekmektedir. Bu da yumuşak güç politikasının bir gereği olarak nitelendirilebilir. 16
Rusya ve ABD bir yandan silahsızlanma mesajları verirken, bu ülkelerin Orta Asya’da sessiz ve derinden bir güç mücadelesi içinde olduğu da gözden kaçmamaktadır. ABD, Taliban ve El Kaide ile daha etkili mücadele edebilmek için Irak’tan asker çekmeyi ve Afganistan’a daha fazla asker sevk etmeyi planlamaktadır. Rusya ise Orta Asya’daki hamleleriyle ABD’nin genişleme ve etkili olma planını bozmaya çalışmaktadır. Yıllık bütçesi sadece 1 milyar dolar olan Kırgızistan, Rusya’dan 150 milyon hibe olmak üzere 1,7 milyar doları Rus
yatırımı sözü aldıktan sonra ABD’ye ait Manas askeri üssünü kapatacağını açıklamış ve kapatma kararını da almıştır. Manas, Afganistan’daki Amerikan üslerine lojistik destek sağlaması açısından önem taşımaktadır. Kırgızistan bu açıklamayı yaparken Rusya, Afganistan’a lojistik destekte yardımcı olabileceğini belirterek adres olarak Moskova’yı göstermektedir. Bu durumda ABD’nin, ikmal konusunda Türkiye’den de talepte bulunabileceği değerlendirilmektedir. Ancak Kırgızistan, Manas üssü konusunda, ABD’nin girişimi ile bu konuyu yeniden görüşmeye niyetli olarak görünmektedir. ABD ve Rusya güç dengesinde çeşitli hesaplar yapılırken bu kez Moskova, Müşterek Güvenlik Anlaşması Zirvesine ev sahipliği yapmış ve bu zirvede, Beyaz Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan ile birlikte NATO benzeri bir askeri ittifak kurma kararı alınmıştır. Anlaşmaya göre, bu ülkelere dışarıdan gelecek bir tehdit, tüm ittifaka üye ülkelere yapılmış sayılacaktır. İttifakın ilk icraatı, acil bir müdahale gücü oluşturma kararı olmuştur. 04 Şubat 2009’da Moskova’da gerçekleştirilen bu güvenlik zirvesinde krize rağmen, “Rus Marshall Planı” olarak adlandırılan bir askeri yardım planı kabul edilmiş ve 10 milyar dolarlık bir destek
fonu oluşturulmuştur. Fondaki paranın 7,5 milyar dolarının Rusya tarafından karşılanacağı açıklanmıştır. “Rus Marshall Planı”ndan ilk yararlanan
ülke ise 500 milyon dolarla Ermenistan olmuştur.17
Avrupa’nın Rusya ile ilişkilerde en önem verdiği nokta kuşkusuz doğal gaz temini konusudur. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa devleti, Rusya’dan gelen doğal gaza ihtiyacı çerçevesinde karşılıklı anlaşmalar yapmaktadır. Bu bağımlılık, NATO içerisinde de ayrışmalar yaratmaktadır. Örneğin Almanya, Rusya’nın karşı olduğu önemli olaylarda, Rusya’yı karşısına alacak politikalardan kaçınmaktadır. Bu, özellikle Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği sırasında kendini göstermektedir.
ABD’nin Rusya ile olan herhangi bir işbirliğinde, tek taraflı kabullenmelerin olmayacağı açıktır. Bu kapsamda Rusya’nın da ABD’den bazı beklentilerinin olduğu düşünülmektedir. Rusya’nın; Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyelik adaylıklarının iptal edilmesini, eski Sovyet devletlerinin (Estonya, Litvanya, Letonya) NATO tarafından büyük ölçüde silahlandırılmamasını, Orta Asya’daki Amerikan varlığının geri çekilmesini ve Füze Kalkanı Projesinden vazgeçmesini talep etmesi söz konusu olabilir.
Bir yandan küresel mali krizle mücadele, diğer yandan da Afganistan’daki Amerikan varlığında bir olumsuzluk yaşanmaması için Obama, Rusya’dan destek almayı düşünebilir. Ancak bunun gerçekleşme olasılığı zayıf olduğu için ABD, Pakistan’ı elde tutmak zorunluluğunun farkındadır. Afganistan’daki istikrar, Pakistan, İran gibi ülkelerin durum ve tutumlarına da bağlıdır. Bu kapsamda bu ülkelerin barış ve istikrara katkısı önemli olup, ABD, NATO yoluyla da bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir.18
Terörizme karşı daha etkin mücadele ve Ortadoğu barışı için Obama, Afganistan ve Pakistan’a Richard Holbrooke’u özel temsilci olarak atamış olup, bu ülkelerle ilişkileri geliştirmeyi ve derinleştirmeyi düşündüğünü, bu yolla terörizme karşı savaşta daha da güçleneceğini açıklamıştır.
Yeni Ortadoğu içinde önemli bir unsur olarak karşımıza çıkan Filistin sorununu çözmek açısından da, Obama bölgeye George Mitchell’i temsilci olarak atamıştır. Obama, Ortadoğu’da durumun ne kadar karışık ve tehlikeli olduğunun farkında olup, bölge barışının ve istikra-rın ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olduğunu belirtmiştir. Obama’nın öncelikle yumuşak güç kullanımı ile sonuca varmaya çalışacağı değerlendirilmektedir.
Obama’nın gerek Afganistan ve Pakistan’a, gerekse Ortadoğu’ya göndermekte olduğu elçilerin ilk görevinin, kaotik durum içindeki bu ülkelerle karşılıklı koordinasyonun sağlanması olacağı kıymetlendirilmektedir.
ABD, Afganistan’daki güvenlik ve istikrarın sağlanması için, özellikle NATO üyelerinin katkısını talep etmektedir. ABD Afganistan’a olan katkısının artarak devam edeceğini, eksik kalan hususların da üyelerin katkıları ile tamamlanacağı nı, mutlak başarı için çalışılması gerektiğini savunmaktadır. ABD sonuçta, istikrar ve güvenliği göreceli bir şekilde sağlayacağını, ancak bölgenin sosyal ve kültürel yapısının ve buna bağlı olarak da ekonomik durumunun bir sonucu olan direniş hareketlerinin ve terörün tam olarak kalkamayacağını, zemin bulduğunda
tehdidin zaman zaman devam edeceğini de bir gerçek olarak kabul etmektedir.19
Görüldüğü üzere, ABD’nin yeni politikalarında Ortadoğu’nun önemi artmaktadır. Yeni Ortadoğu anlayışıyla ön plana çıkacağı öngörülen “yumuşak güç” anlayışının tam olarak gerçek-leştirilmesinin zor olacağı, sert gücün de gündemde tutulacağı beklenmektedir. Yeni Ortadoğu olarak ifade edilen politika anlayışında ABD’nin yine NATO’dan faydalanmak isteyeceği de aşikârdır.
6. Transatlantik İlişkilerindeki Gelişmeler ABD ve Avrupa, her ne kadar “Batılı olma” kavramı içinde ortak değerlere sahipse de, Avrupa artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi ABD’nin güdümü altında yaşamak istememektedir. Bu nedenle AB, ekonomiyi takiben siyaset ve savunma konularında etkili olmaya çalışmaktadır. ABD’nin, her ne kadar Avrupa’yla köklü dini ve sosyo-kültürel ortak değerleri varsa da, AB ve ABD’nin dünya ekonomisindeki paylarının büyük olması aralarında rekabet yaratmaktadır.
Bu rekabetin küreselleşme çerçevesinde şirket evlilikleri ile ortak ekonomik çıkarlara yönelmesi de normal karşılanmaktadır.
Başkan Bush’un Avrupa’yı göz ardı eden hegemonik politikalara yönelmesi, Avrupa’da hoşnutsuzluk yaratmıştır. Birlik olma yönünde önemli adımlar atan AB, ABD politikalarını genel olarak desteklememiş ve bu politikaların önüne engeller koymuştur. Çok eski mazisi olan “Atlantik Ötesi İlişkiler” duraksamaya girmiştir. Ancak daha sonraki temaslarda yumuşamayı sağlayacak demeç ve davranışlar dikkat çekmiştir. Bu gelişmeler, ABD’nin Avrupa’yla ilişkilerini gözden geçirdiği ve yeni gelişmeler beklediği kanısını yaratmaktadır. Yeni yönetimin
de Avrupa’yla ilişkileri düzgün yürütme niyetinde olduğu anlaşılmaktadır.
Yeni güvenlik ortamında Transatlantik ilişkilerin nasıl olduğunu anlamak için ABD ve AB’nin çatışan ve çakışan çıkarlarını gözden geçirmekte fayda bulunmaktadır.
6.1. ABD ile AB’nin Çatışan Çıkarları
-ABD’nin, Avrupa’yı, hukuku ve başta BM olmak üzere uluslararası organizasyonları göz ardı eden hegemonik politikaları kaygı yaratmaktadır.
Irak’a yapılan tek taraflı müdahale Avrupa tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
-Çıkarların çatışması AB üzerinde de olumsuz etki yaratmış, AB üyeleri temel güvenlik konularında birlikte inisiyatif alamamışlar, hatta ikiye bölünmüşlerdir.
-ABD, NATO’yu güvenlik ve savunma açısından hem askeri bir örgüt olarak güçlendirmek, hem de güvenlik konularında siyasi bir platform olarak kullanmak istemektedir. AB ise; Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) geliştirerek NATO imkânlarını bu maksatla kullanmak istemekte, siyasi platform olarak NATO yerine, ABD-AB arasında yeni kurulacak bir mekanizmayı geliştirmek istemektedir. ABD’nin NATO’yu tercih etmesinin sebebi, üyelerini bu platformda daha kolay ikna edebilme düşüncesine dayanmaktadır. NATO, bu politikalar için meşru ve güvenli bir çatı olarak nitelendirilmektedir. AB ekonomik birliğinden sonra siyasi birliğini oluşturmakta zorlanmakta, hatta savunma birliği konusunda ise siyasi birliğinden de daha geri durumda bulunmaktadır. Güvenlik ve savunma konularında 27 üyenin aynı fikri benimsemesi sorun yaratmaktadır.
Bunun örneklerini komisyon raporlarında ve Avrupa Anayasası’nın Fransa ve
Hollanda’da reddedilmesinde ve buna benzer birçok konuda görmek mümkün dür.
-Uluslararası terörle mücadele konusunda ortak irade olmasına rağmen “yöntem” ve “gücün kullanılması” konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır.
-ABD 1989’dan beri Çin’e Avrupa tarafından uygulanan silah ambargosunun kaldırılması girişiminden “stratejik kaygılar” duymaktadır.
ABD, AB ülkelerinin Çin’in bir numaralı ticari ortağı olmasından ve Çin’in yüksek teknoloji silahlar edinmesinden rahatsız olmaktadır.
-ABD’nin dünyada özgürlük ve demokrasiyi geliştirme konusundaki “önleyici güç” kullanmayı içeren davranışları Avrupa tarafından kabul edilmemektedir. Avrupa, yerleşik kurum ve kuruluşları sebebiyle “önleyici güç”ten ziyade olaylar gerçekleştikten sonra cezai yöntem uygulamayı tercih etmektedir.
-ABD’nin dünya enerji kaynaklarının ve bunların ulaşım yollarının kontrolü konusunda Avrupa’yı dışlayan tek taraflı girişimleri kaygılara
sebep olmaktadır.
-ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında terör üreten ve terörü destekleyen ülke yönetimlerini, kendi lehine hareket edecek yönetimlerle değiştirme girişimleri Avrupa tarafından destek görmemektedir. Avrupa’nın, demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemleriyle yola çıkan ABD’ye, bu çerçevenin çok dışında hareket etmesinden dolayı güvensizliği söz konusudur.
-İran ve Kuzey Kore’nin nükleer silah yapımının önlenmesi ve Suriye’nin Ortadoğu’da barışa zorlanması için ABD’nin askeri seçeneği açık tutması, bu konuda BM Güvenlik Konseyi karar almadan ABD’nin muhtemel bir askeri operasyon düzenleme ihtimali bulunması Avrupa’da rahatsızlık yaratmaktadır.
6.2. ABD ile AB’nin Çakışan Çıkarları
-ABD ve AB’nin, İsrail ile Filistin ve İsrail ile Suriye arasında barış sağlamaya yönelik ortak iradesi bulunmaktadır. Suriye kuvvetlerinin Lübnan’dan çekilmesi için ABD ve Fransa’nın girişimleri ile BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1559 sayılı karar 20 etkili olmuş ve ortak bir zemin yaratılmıştır. Ancak bilahare İsrail’in Lübnan’a müdahalesi yine görüş ayrılıklarına sebep olmuştur.
-İran’da nükleer silah üretimine yarayacak uranyum zenginleştirme programları na son verilmesi için Fransa, Almanya ve İngiltere’nin diplomatik girişimleri ABD tarafından desteklenmektedir.
Hatta konuyu BM çerçevesine oturtmak konusunda ortak bir anlayış doğmuştur. AB öncülüğünde, Avrupa Komisyonu Yüksek Temsilcisi tarafından BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya adına sunulan teklif paketi, AB ve ABD’nin İran konusunda aynı paralelde olduğunu göstermektedir. Bu konuda alınan BM kararları da her iki tarafça olumlu karşılanmıştır.
Bush yönetimi ile Avrupa arasında Ortadoğu’ya ilişkin sorunlar yakından izlendiğinde, temelde görüş ayrılığı olmadığı görülmektedir.
Bu ortak sorunlar; Irak’ta istikrar, İran’da nükleer silah üretiminin engellenmesi, Filistin sorununa çözüm gibi konulardır. Birbirlerinden ayrıldıkları önemli nokta ise; bu hedefe “hangi yöntem”le varılacağı konusudur. Bush güç kullanmaya, Avrupa ise diplomatik yolların kullanılmasına öncelik vermektedir. Ancak, yeni Obama döneminin, Bush’un izlediği hırçın politikalar yerine, diplomasi ağırlıklı usulleri tercih edeceği anlaşılmaktadır.
ABD’nin İran’a güç kullanma seçeneğini, gelişmelere bağlı olarak en son düşüneceği, diplomatik yolların denenmesi ve İran’a birtakım tekliflerde
bulunularak müzakere yolunun açılması girişimleri, şimdilik Avrupa’yla bir konsensüsün sağlandığı anlamına gelebilir. Ancak bundan nasıl bir sonuç
alınacağını zaman gösterecektir.
2004’ün ilk yarısında ABD, NATO gündemine Irak’ta aktif olarak görev alma konusunu getirmiş; ancak AB ülkelerinin önemli kısmı Washington’un bu talebine sıcak bakmamıştır. ABD tarafından NATO’nun askeri rolü dışında ABD-AB arasında siyasi diyalog mekanizması oluşturma girişimini AB ülkeleri ihtiyatla karşılamış ve ayrı bir mekanizma kurulması düşüncesini dile getirmişlerdir.
Başkan Bush’un ilk dönem yönetiminde özellikle terörizmle mücadele ve demokrasinin geliştirilmesinde ABD tarafından yapılan hatalı girişimler “Batı”nın bölünmesini hızlandırdığı gibi “Batı Değerleri” koruyuculuğunun Avrupalıların eline geçmesini sağlamıştır. ABD ve Bush dünya çapında eleştirilirken AB, “Batı değerlerinin” ve barışın adeta “garantörü” sayılmıştır. Bu değerlendirme ışığında “Batı”dan ayrılan ABD, “demokrasi ve özgürlük” demek olan Batı’nın liderliği ve değerlerini temsil etme meşruiyetini yeniden kazanma ve dünya genelinde
oluşan Amerikan aleyhtarlığını azaltma konusunda arayış içindedir. Obama’nın politikalarında bu konu, daha da ön plana çıkmış görünmektedir.
AB’nin önde gelen güçleri Fransa ve Almanya’dır. Fransa geleneksel olarak Amerika karşıtı politikalar uygulamaktadır. Almanya’nın ise her dönemde
ulusal çıkarları ABD ile örtüşmemektedir. Bush AB Konseyinde yaptığı konuşmasında 21, “yeni yüzyılda güvenliğin en önemli direği” olarak tanımladığı “Avrupa ve Kuzey Amerika İttifakı” konusunda “hiçbir geçici görüş ayrılığı, hiçbir dünya gücü bizi ayıramayacaktır”,
temennisinde bulunmuştur. Yine aynı konuşmasında İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’a da göndermeler yaparak “İsrail’i toprak bütünlüğü olan bir Filistin Devleti kurulmasını engelleme” planı nedeniyle eleştirirken, Mısır ve Suudi Arabistan’ı da “demokrasi açıkları” konusunda uyarmıştır.
Bununla ABD, Avrupa’yla aynı görüşleri paylaştığı ve demokrasi konusunda çifte standartlı hareket etmediği imajını vermek istemiştir.
Bush, benzer mesajları NATO Zirvesinde de dile getirerek, “Atlantik ötesi birliğin ve güvenliğin köşe taşı” olmaya devam edeceğini vurgulamıştır. Obama döneminde de bu yaklaşımın takip edileceği beklenmektedir.
ABD ve Avrupa’da dev şirketler iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel “sistemde” etkinliklerini art-tırmışlardır. Artan bu etkinlikler “oligarşik bir düzenin yerleşmeye başlamasına” yol açmaktadır. Dev şirketlerin sistemde oluşturduğu bu oligarşik düzen ABD ve Avrupa’nın iş birliği ve bütünleşmesini de kaçınılmaz hale getirmektedir. Aslında her ikisinin de üzerine oturdukları zemin ve doku aynıdır. Küresel çıkarları ve egemenlik hedefleri “aralarında çatışma yerine bütünleşmeyi” zorunlu kılmaktadır.22 Yaşanan küresel ekonomik kriz de bunun bir göstergesi olmuştur. ABD’nin, Bush’un ikinci döneminde Avrupa’ya yönelerek jeopolitik bütünlüğü sağlamaya yöneldiği ve bunu Obama döneminde de devam ettireceği söylenebilir.
Önümüzdeki dönemde dengeli bir ABD-AB ortaklığının küresel siyasal düzene yeniden egemen olması beklenebilir. Dünya mal ticaretinin yüzde otuzdan fazlası ve hizmet ticaretinin yüzde kırkını aşan bölümü Kuzey Atlantik’in iki yakası arasında gerçekleşmektedir. Görüş ayrılıkları her zaman olabilecek, ABD-AB ilişkilerinde kırılganlıklar görülmeye devam edebilecektir. Ancak buna rağmen, somut olarak saptanmış ortak çıkarlar, iyi anlaşılmış ortak asgari değerler ve iyi paylaşılan rollerle yeni bir döneme girildiği görülmektedir. İlişkilerin temelinin
sağlam olduğu değerlendirilmektedir. ABD’nin daha ziyade askeri üstünlüğü ve yaptırım yeteneğiyle bir “Sert Güç”, Avrupa’nın ise iş birliği, demokrasi, insani yardım gibi araçlarla “Yumuşak Güç” rolünü ön planda tutarak, bu farklılıkların birbirini tamamlayan bir sinerji yaratması önemli sonuçlar doğurabilecektir.
Yeni dönemde Obama yönetiminin verdiği yumuşak güç öncelikli mesajları, yakınlaşmayı daha da artırabilecektir. Kısaca; ABD’nin tek başına gücünün
yetmediği bir dünya gerçeğiyle karşı karşıya olduğunu iyi kavraması, Avrupa’nın ise, “yumuşak” da olsa bir “güç” olmanın temel niteliklerinden kaçınamayacağı nı kabullenmesi gerekmektedir.23
NATO’nun kurulduğu günden bugüne kadar ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyaçlarına karşılık, bu ittifakın, Atlantik’in iki yakasının bir araya
gelerek güvenlik sorunlarını tartıştığı önemli bir diyalog platformu olduğu, önümüzdeki dönemde de terör ve kitle imha silahlarıyla mücadele
konularında NATO’nun bu özelliğine duyulan ihtiyacın daha da artacağı kıymetlendirilmektedir.
Bugün NATO çerçevesinde en önemli eksikliklerin yetenek ve siyasi irade olduğu ve önümüzdeki dönemde NATO’nun etkin bir güvenlik anlayışına erişebilmesi için bu eksikliklerin giderilmesinin gerektiği düşünülmektedir. NATO ile AB’nin uluslararası ortamda iş birliği yapmasının, gerek İttifakın geleceği, gerekse Transatlantik ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde devamı için önemli olduğu kıymetlendirilmektedir.
Önümüzdeki dönemde çeşitli uyumsuzlukların giderilmesi ve ortak tehditlere karşı daha etkin bir savunma yapılabilmesi için NATO ve AB arasındaki stratejik farklılıkların da kısa sürede giderilmesi gerekmektedir. NATO’nun Rusya’yla kurduğu ilişkinin bir benzerini AB’yle de kurabileceği, böyle bir yapının ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyaçları kapsamında dünya barışına da büyük katkıları olabileceği anlaşılmaktadır.
2008 Savunma Bakanları Toplantısında, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına geri döneceği kesinleşmiştir. Böylelikle 1966’dan bu yana AGSP-NATO dengesini sağlamaya çalışan Fransa, politikalarını değiştirerek NATO’nun askeri kanadına geri dönme girişiminde bulunmuştur.
Bu durum, NATO-AB ilişkilerinin daha da düzelebileceğinin ve NATO ile AGSP’nin uyum içinde çalışabileceğinin bir göstergesi olarak da mütalaa edilebilir.
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder