ARNAVUTLUK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ARNAVUTLUK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2020 Perşembe

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ BÖLÜM 2

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ BÖLÜM 2




Kosova’nın Bağımsızlığını ilk tanıyan devletler, 18 Şubat’ta yani bağımsızlık ilanının ertesi gününde ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Arnavutluk ile ABD-NATO güdümlü Afganistan ve Kosta Rika oldu. Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasını ve Sırbistan’a askeri müdahale yapılmasını açıkça desteklemiş olan bir başka önemli Batılı güç Almanya ise Kosova’nın bağımsızlığını üç gün sonra 20 Şubat’ta resmen tanıdı.22 Ama BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olan Rusya ile Çin ve AB üyeleri olan İspanya, Yunanistan, Romanya, Slovakya ile
Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs Rum Kesimi) Kosova’yı tanımadılar. Kosova, kendisini tanımayan Rusya ve Çin’in vetosuyla karşılaşacağını bildiği için ve ayrıca kendisini tanıyan devlet sayısı henüz yeterli olmadığı için şimdiye kadar BM’ye üyelik başvurusunda bulunmadı.23 

   Ayrıca Kosova, kendisini tanımayan Avrupalı devletlerin karşı çıkmasından dolayı AGİT’e ve Avrupa Konseyi’ne katılamadı. Fakat Kosova, Örgüt içinde en fazla oy hakkına sahip olan ABD, Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle IMF ile Dünya Bankası’na üye olmayı başardı.

    Kosova, uluslararası alanda “tanınmama” problemini ABD-İngiltere-Almanya-Fransa dörtlüsünden aldığı büyük destek ile aşmaya çalıştı ve çalışıyor. Bu çalışmanın, şimdiye kadar önemli bir başarı elde etmiş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Şubat 2014 itibariyle BM üyesi olan 193 devletten 108’i Kosova’yı tanımış bulunuyor.24 Bu sayının önümüzdeki yıllarda artması bekleniyor. Çok sayıda Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı çevre kapitalist devlet;

ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın girişimleri ve talepleri sonucunda Kosova’nın bağımsızlığını tanıdı. Yani Kosova’yı tanıyan devlet sayısında meydana gelen artış, Priştine’nin çabaları sonucunda değil, Sırbistan’a karşı Kosova’yı destekleyen dört emperyalist devletin inisiyatifi sonucunda gerçekleşti.

Sonuç

NATO, SSCB’nin yıkılışına kadar her hangi bir askeri operasyon gerçekleştiremedi.

SSCB'nin yıkılmasıyla birlikte ABD liderliğinde NATO operasyonları başladı ve giderek hız kazandı. İlk olarak 1991 Körfez Savaşı sırasında Irak’a karşı NATO uçakları ve askerleri kullanıldı. İkinci olarak Bosna-Hersek’teki Sırp kuvvetlerine karşı havadan operasyon gerçekleştirildi. Kosova müdahalesi NATO’nun üçüncü askeri operasyonu oldu. Bu operasyon, ABD - Batı Avrupa ittifakı tarafından gerçekleştirildi. Ayrıca bu ittifak, Kosova’daki ayrılıkçı milliyetçi UÇK örgütünü doğrudan destekledi ve güçlendirdi. NATO’nun müdahalesi sonucunda Sırbistan ordusu ve polisi Kosova’yı terk etmek zorunda kaldı. Bununla eş zamanlı olarak NATO ve Batılı devletler bölgeye yerleştiler.

  Akabinde Ahtisaari Planı çerçevesinde görüşmeler başlatıldı. Görüşmelerin sonucunda taraflar ortak bir çözüme ulaşamayınca Kosova Parlamentosu tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlık ilanını ABD-Batı Avrupa ittifakı derhal tanıdı ve destekledi. Kosova Savaşı’nda Türkiye de Batı ittifakı içinde yer aldı.

1999 NATO müdahalesi Kosova’nın Sırbistan'dan ayrılmasını sağladı. Başka bir ifadeyle Kosova, NATO müdahalesi yoluyla Sırbistan’dan koparıldı. Bu süreçte Sırbistan ordusu ve polisinin Kosovalı Arnavutlara yönelik gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleri ve etnik temizlik, sürekli Batılı devletler ve basın-yayın organları tarafından gündeme getirildi ve eleştirildi. Böylece insan hakları ihlalleri ve etnik temizlik, NATO müdahalesinin resmi gerekçesi haline getirildi. NATO ve Batılı hükümetlerden gelen resmi açıklamalar göre, bölgedeki insan hakları ihlallerini önlemek ve Arnavut sivilleri Sırp saldırısına karşı korumak için askeri müdahale yapıldı.

UÇK’nın, Kosovalı Sırplara, Romanlara ve UÇK karşıtı Arnavut sivillere yönelik
gerçekleştirdiği saldırılar, katliamlar, çeşitli insan hakları ihlalleri ve organize suç faaliyetleri Batılı devletler tarafından görmezden gelindi. Çünkü merkez kapitalist devletlerin (özellikle ABD-Almanya-İngiltere-Fransa ittifakının) amacı, bölgedeki silahlı çatışmaları sona erdirmek, etnik temizliği ve insan hakları ihlallerini engellemek ve nihayet bölgeye barış getirmek değildi. Eğer amaç bu olsaydı, sadece Sırp hükümete ve Miloseviç’e değil, aynı zamanda UÇK’ya ve bu örgütün liderlerine de baskı uygulanırdı. Ama Sırp tarafına her türlü baskı uygulanırken UÇK’lılar “özgürlük savaşçıları” ilan edildiler. Hatta savaş sırasında çeşitli savaş suçları işlemiş olan UÇK komutanları, savaş sonrasında da Batı tarafından
(özellikle de ABD ve Almanya tarafından) desteklendiler. Bu destek sayesinde UÇK komutanları, savaş sonrasında Kosova’da üst mevkiler (başbakanlık, bakanlık, milletvekilliği gibi) elde etmeyi başardılar.

ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa; Kosova konusunda Sırbistan’a karşı işbirliği yaptılar ve UÇK’yı desteklediler. Çünkü bu devletlerin Kosova ve Sırbistan’a ilişkin dört amacı vardı.

Aşağıda özetlediğim bu amaçlar, adı geçen dört merkez kapitalist (emperyalist) devletin Kosova politikasını belirledi:

(1) ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın amacı, özelde Kosova’ya ve genelde Balkan coğrafyasına askeri ve siyasal olarak yerleşmek idi. Bu amaçla Kosova’yı Sırbistan’dan koparmak ve bölgeye asker sokmak istediler.

(2) Miloseviç liderliğindeki Sırp devleti, 1990’ların başından itibaren Balkanlar’da “Büyük Sırbistan”ı kurmayı amaçlıyordu. Oysa adı geçen dört emperyalist devlet, kesinlikle bölgede büyük ve güçlü bir Sırbistan’ı istemiyordu. Daha doğrusu; hiçbir Balkan devletinin (Türkiye dahil) bölgede güçlenmesini ve etkili olmasını istemiyorlardı. Bu nedenle “Büyük” Sırbistan’ın (daha doğrusu bölgede herhangi bir “Büyük” devletin) kurulmasını engellemeye çalıştılar.

(3) Batılı Emperyalist devletler, tüm dünyada “söz dinleyen devletleri / hükümetleri / rejimleri” istiyor. Bu nedenle, “söz dinlemeyen devletler / hükümetler / rejimler”, ABD başta olmak üzere Batılı hükümetler ve liberal basın tarafından “haydut devlet” olarak tanımlanıyor ve aşağılanıyor. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa; Balkanlar’da Kosova, Karadağ, Makedonya, Bosna-Hersek gibi “söz dinleyen” çevre (bağımlı zayıf) kapitalist devletlerin var olmasını istiyorlar ve bu durumdan büyük memnuniyet duyuyorlar. 

   Oysa Miloseviç liderliğindeki Sırp devleti / hükümeti, 1990’lı yıllarda büyük kapitalist Sırbistan’ı kurmak istiyordu ve bu amaçla saldırgan bir dış politika izliyordu. Yani Sırp devleti/hükümeti, “söz dinlemiyordu.” Dolayısıyla Sırbistan’ın, “söz dinleyen devlet” haline getirilmesi gerekiyordu.25


(4) Son iki asırdır en güçlü Dört Emperyalist devlet olan ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, 1917’den itibaren SSCB’yi ve 1990 sonrasında Rusya’yı kendilerine rakip ve tehdit olarak gördüler. Rusya, SSCB dağıldıktan ve kapitalizme geçildikten sonra yeni bir emperyalist (merkez kapitalist) devlet haline gelmeye çalışıyor. Bu nedenle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa, Rusya’nın güçlenmesini ve dünya siyasetinde ve ekonomisinde etkili olmasını engellemeye büyük özen gösteriyorlar. Ama bunu yaparken, nükleer süper güç olan Rusya ile her hangi bir silahlı çatışmaya girmemeye de aynı özeni gösteriyorlar. Dolayısıyla, adı geçen dört Batılı devletin Rusya politikası, 1990 sonrasında genel hatlarıyla şöyle şekillenmiş bulunuyor: 

(a) Rusya ile doğrudan silahlı çatışmaya girmeyecek şekilde rekabet etmek ve onu zayıflatmak. 

(b) Rusya’nın müttefiklerini zayıflatmak. Çünkü Rusya’nın müttefiklerinin zayıflatılması, dolaylı olarak Rusya’nın da zayıflatılması anlamına geliyor. 

(c) Rusya’nın, “eski SSCB nüfuz alanında” (yani Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde) etkinliğini sınırlandırmak. 

    1990 sonrasında (yani SSCB ve YSFCparçalandıktan sonra) Rusya’nın Balkanlar’daki en sıkı ve güçlü müttefiki hiç kuşkusuz Sırbistan idi. Dolayısıyla Sırbistan’ın güçlenmesi, aynı zamanda Balkanlar’da Rusya’nın da (müttefiki Sırbistan üzerinden) güçlenmesi anlamına gelecektir. Veya tam tersi: Sırbistan’ın zayıflaması, aynı zamanda bölgedeki Rus etkisinin de zayıflaması anlamına gelecektir. Bu nedenle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa, Rusya’nın müttefiki olan Sırbistan’ı zayıflatmak yoluyla Rusya’nın da Balkanlar’daki nüfuzunu sınırlandırmak / azaltmak istediler.

    İşte bu amaçlarından dolayı Batlı emperyalist devletler, 1990’lı yıllarda “Arnavut dostu” ve “insan hakları koruyucusu” haline geldiler. ABD-Almanya-İngiltere-Fransa ittifakı, Sırbistan ve Kosova konusunda kendi amaçlarını, NATO’yu ve UÇK’yı kullanarak gerçekleştirdi.

    NATO müdahalesi sonrasında bu dört devlet, askeri ve siyasi olarak Kosova’ya yerleşti. Haziran 1999’dan bu yana Kosova’yı bu dört devlet kontrol ediyor ve yönetiyor. Dolayısıyla Kosova’nın seçilmiş meclisi, hükümeti ve yöneticileri, ne yazık ki “resmi formalite”den öteye geçemiyor Kosova siyasetinde.

Sırp devleti ve kamuoyu ise, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasını bir türlü kabullenmedi.

Kosova Cumhuriyeti’ni halen tanımayan Sırbistan, bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka ve BM Kurucu Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu ileri sürdü. Belgrat yönetimi, BM Genel Kurulu’na, “Kosova Yönetimi Geçici Kurumları’nın tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmesi uluslararası hukuka uygun mudur?” sorusunu yöneltti. Genel Kurul, 8 Ekim 2008’de, Uluslararası Adalet Divanı’ndan bu konuda istişari görüş talep etti. Adalet Divanı, merakla beklenen görüşünü 22 Temmuz 2010’da “14 oyçokluğu” ile açıkladı: “17 Şubat 2008’de kabul edilen bağımsızlık deklarasyonu, genel uluslararası hukuka, 1244 (1999) sayılı
Güvenlik Konseyi kararına veya Anayasal Çerçeveye aykırı değildir.” 26
Böylece Sırbistan’ın, uluslararası hukuk ve uluslararası toplum nezdinde Kosova’nın “meşruiyetini yıkma” girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Buna rağmen Sırpların “Kosova inadı” devam ediyor. Belgrat yönetimi, halen bölgenin Sırbistan’ın bir parçası olduğunu söylüyor. Ayrıca Kosova’da yaşayan %5’lik Sırp azınlık, Kosova Meclisi’nin bağımsızlık ilanına tepki olarak 28 Haziran 2008’de Mitrovica’da “Kosova-Metoya Meclisi”ni açtı. Meclise, 26 belediyeden seçilen Sırp, Roman, Gorani ve Boşnak temsilciler katıldı. Bu meclis, resmi düzeyde Kosova devleti, BM, AB ve Batılı devletler tarafından tanınmıyor olsa
da, Kosova Sırpları arasında etkili oldu ve Belgrat yönetimi ile sıkı bağlar geliştirdi. 27

Bu meclisin amacı, bölgedeki küçük Sırp nüfusunu korumak ve bölgenin Belgrat ile bağını – son derece zayıflamış olsa – devam ettirmektir. Ama Kosova’nın geleceğini, bölgenin otokton milletleri olan Sırplar ile Arnavutlar’dan çok, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa belirleyecektir. Çünkü 1999’dan bu yana bölgeyi fiilen yönetmekte olan temel aktörler, bu dört devlettir. Önce Kosova’yı Sırbistan’dan koparan ve ardından yeni bir Arnavut Kosova devleti inşa eden esas güç, Kosovalı Arnavutlar değil, dört Batılı emperyalist devlettir: 

ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa. Dolayısıyla uzun bir süre daha Kosova’nın geleceğini bu devletler belirleyecektir.

Kaynakça

Accordance with international law of the unilateral declaration of independence in respect ofKosovo. Summary of the Advisory Opinion, International Court of Justice, The Hague, 22 July 2010, 
http://www.icj-cij.org/docket/files/141/16010.pdf, (04.08.2013).  Aydınlık, 04.07.2013.

Bujosevic, Dragana; Radovanovic, Ivan: The Fall of Milosevic: The October 5th Revolution,Palgrave Macmillan, New York, Hampshire 2003.

Dedeoğlu, Beril: Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Yeniyüzyıl Yayınları, İstanbul 2008.

Jovanovic, Igor; Foniqi-Kabashi, Blerta: “Kosovo Serbs convene parliament; Pristina, international authorities objects”, 
http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/en_GB/features/setimes/ features/ 2008/06/30/feature-01,    (04.08.2012).

Judah, Tim: Kosovo: War and Revenge, Yale University Press, New Haven, London 2002.

Oğuz, Özgür; Yıldırım, Korhan: “Balkanların gizlisi saklısı”, Detay, Sayı 31, İstanbul 2001.

Savran, Sungur: Avrasya Savaşları: Körfez’den Afganistan’a Yeni Dünya Düzeninin Kuruluşu, Belge Yayınları, İstanbul 2001.

Sönmezoğlu, Faruk: Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul 1995.

Travers, David: “The UN: Squaring the Circle”, The Kosovo Crisis: The last American war in Europe?, Ed. Tony Weymouth, Stanley Henig, Reuters, 
London 2001.

Williams, Christopher: “Kosovo: A Fuse for the Lighting”, The Kosovo Crisis: The last American war in Europe?, Ed. Tony Weymouth, Stanley Henig, Reuters, 
London 2001.

Woodward, Susan L.: “The West and International Organizations”, Yugoslavia and After: A
Study in Fragmentation, Despair and Rebirth, Ed. David A. Dyker, Ivan Vejvoda, Longman, London 1996.

http://en.wikipedia.org/wiki/International_recognition_of_Kosovo , (17.03.2014).
http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_Liberation_Army, (31.07.2013).
http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_War, (02.08.2013).
http://en.wikipedia.org/wiki/Rambouillet_Agreement, (02.08.2013).
http://en.wikipedia.org/wiki/Slobodan_Milo%C5%A1evi%C4%87, (05.09.2013).
http://www.balkanpeace.org/index.php?index=/content/balkans/kosovo_metohija/articles/kam01.incl, (31.07.2012).
http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=6209, (30.07.2012).
http://www.mfa-ks.net/?page=2,33 , (17.03.2014).
http://www.milligazete.com.tr/makale/kosovada-cosku-ve-sevinc-sirbistanda-ofke-ve-kin-101071.htm, (30.07.2012).

DİPNOTLAR;

1 Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Yeniyüzyıl Yayınları, İstanbul 2008, s. 101-103 ; Faruk Sönmezoğlu, UluslararasıPolitika veDış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul 1995, s. 339-340. 
2 Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti (YSFC), altı federe cumhuriyetten ibaretti. Bunlardan Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek cumhuriyetleri bağımsızlık ilan ettikten sonra geriye sadece Sırbistan ve Karadağ cumhuriyetleri kaldı. Bu iki cumhuriyet, yeni bir anayasa hazırlayarak YSFC’nin adını 27 Nisan 1992’de “Yugoslavya Federal Cumhuriyeti” (YFC) olarak değiştirdiler. Yani YFC; Sırbistan ve Karadağ cumhuriyetlerinden oluşuyordu. Kosova ise bu tarihte halen resmi olarak Sırbistan Cumhuriyeti’nin bir paçasıydı. Mart 2003’te kabul edilen yeni anayasa YFC’nin ismini “Sırbistan ve Karadağ Federal Cumhuriyeti” olarak değiştirdi. 3 Haziran 2006 günü Karadağ Meclisi bağımsızlık ilan etti ve böylece Sırbistan-Karadağ Federasyonu da sona ermiş oldu.
3 Bkz.: David Travers, “The UN: Squaring the Circle”, The Kosovo Crisis: The last American war in Europe?, Ed. Tony Weymouth, Stanley Henig, Reuters, London 2001, s. 250-254.
4 Susan L. Woodward, “The West and International Organizations”, Yugoslavia and After: A Study in Fragmentation, Despair and Rebirth, Ed. David A. Dyker, Ivan Vejvoda, Longman, London 1996, s. 163.
5 Makaleden aktaran http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_Liberation_Army,    (31.07.2013).
6 Rapordan aktaran http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_Liberation_Army,     (31.07.2013).
7 Özgür Oğuz, Korhan Yıldırım, “Balkanların gizlisi saklısı”, Detay, Sayı 31, İstanbul 2001, s. 6. 
8 Tim Judah, Kosovo:War and Revenge, Yale University Press, New Haven, London 2002, s. 120. 
9 Gazeteden aktaran 
   http://www.balkanpeace.org/index.php?index=/content/balkans/ kosovo_metohija/articles/kam01.incl, (31.07.2012). 
10 http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_Liberation_Army, (31.07.2013). 
11 Aydınlık, 04.07.2013, s. 9. Fethullah Gülen hallen ABD’de ikamet ediyor. Yasin El-Kadı ise, ABD’ye yönelik 11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrasında BM kararıyla “teröre destek veren kişiler” listesine dahil edildi. 
12 Sırbistan’ın güney doğusunda yer alan Presevo, Bujanovac ve Medveda belediyelerini kapsayan bölge. 
13 Christopher Williams, “Kosovo: A Fuse for the Lighting”, The Kosovo Crisis: The last American war in  Europe?, Ed. Tony Weymouth, Stanley Henig, Reuters, London 2001, s. 27. 
14 http://en.wikipedia.org/wiki/Rambouillet_Agreement, (02.08.2013). 
15 A. y. 
16 Saldırıya katılan devletler Belçika, Kanada, Çek, Danimarka, Fransa, Almanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, Türkiye, İngiltere ve ABD idi. NATO üyesi olan Yunanistan ise bu saldırıya karşı çıktı. Yapılan kamuoyu yoklamasına göre Yunan halkının %97’si saldırıya karşı idi. 
http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_War, (02.08.2013). 
17 Aktaran Sungur Savran, Avrasya Savaşları:Körfez’den Afganistan’aYeniDünya Düzeninin Kuruluşu, Belge Yayınları, İstanbul 2001, s. 128. 
18 http://en.wikipedia.org/wiki/Kosovo_War, (02.08.2013). 
19 Bu olaydan sonra Sırbistan’da Miloseviç’e karşı muhalefetin eli güçlendi. ABD ve Batı Avrupa (özellikle İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda) muhalefete parasal ve siyasal destek verdi. (Bkz.: Oğuz, vd., a.g.e., s. 6).  Batı destekli muhalif gruplar 2000’nin başından itibaren kitlesel gösteriler düzenlemeye başladılar. Giderek güçlenen gösteriler Ekim başında bir ayaklanmaya dönüştü. Daha fazla direnemeyen Miloseviç, 5 Ekim günü  devlet başkanlığı görevinden istifa etti. Miloseviç devrildikten sonra Vojislav Kostunica başkanlığında “ılımlı 
 Milliyetçi” hükümet kuruldu. (Bkz.: Dragana Bujosevic, Ivan Radovanovic, The Fall of Milosevic: The October 5th Revolution, Palgrave Macmillan, New York, Hampshire 2003). Lahey’deki Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, 27 Mayıs 1999’da (yani Sırbistan’a yönelik NATO saldırısı başladıktan yaklaşık iki ay sonra) Miloseviç’i “savaş suçlusu sanığı” ilan etmişti. Miloseviç devrildikten sonra kurulan yeni Kostunica hükümeti, ABD ile AB’nin isteği üzerine 2001’de Miloseviç’i Lahey’deki mahkemeye teslim etti. Hırvatistan, Kosova ve Bosna-Hersek’te yaşanılan savaşlar sırasında “insanlığa karşı suç”, “savaş suçu” ve “soykırım suçu” işlemekten dolayı yargılanan devrik Sırp lider
    Miloseviç, dava süreci sonuçlanmadan cezaevindeki hücresinde kalp krizi nedeniyle 11 Mart 2006 günü hayatını kaybetti. (http://en.wikipedia.org/wiki/Slobodan_Milo%C5%A1evi%C4%87, (05.09.2013)).
20 http://www.milligazete.com.tr/makale/kosovada-cosku-ve-sevinc-sirbistanda-ofke-ve-kin-101071.htm, (30.07.2012).
21 http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=6209, (30.07.2012).
22 Bkz.: http://www.mfa-ks.net/?page=2,33 , (17.03.2014).
23 Bir devletin BM’ye tam üye olabilmesi için, BM Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine BM Genel Kurul’un en az üçte iki çoğunlukla kabul etmesi gerekir. Yani Güvenlik Konseyi’nde yer alan daimi devletlerden birisi  (ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya) “veto” ederse veya Genel Kurul’da 2/3 çoğunluk sağlanmazsa tam üyelik gerçekleşemez.
24 Ayrıca BM üyesi olmayan Tayvan da Kosova’yı tanıyor. Bkz.:
     http://en.wikipedia.org/wiki/International_recognition_of_Kosovo , (17.03.2014).
25 Aynı durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye, “söz dinlediği” sürece ABD ve Batı Avrupa’nın “stratejik müttefikidir”. Ama “söz dinlemediği” zamanlarda Türkiye, cezalandırılması gereken bir “yaramaz küçük kardeştir”. Örneğin Türkiye, Batı’ya rağmen 1974 Kıbrıs Harekatı’nı gerçekleştirdikten sonra ABD’nin silah ambargosuna maruz kaldı. Bundaki amaç, “sözden çıkan” Türkiye’yi cezalandırmak ve “söz dinler” hale getirmekti. Bunun farkında olan Türk siyasetçileri, hükümetleri ve kapitalist sınıfı, özellikle 1947 Truman Doktrini’nden bu yana ABD ile “iyi ilişkiler” kurmaya özen gösteriyorlar. Çünkü ABD ile “iyi ilişkiler” kurulmadığı zamanlarda ABD’nin “cezalandırıcı gücüyle” karşılaşılacağının farkındalar.
26 Accordance with international law of the unilateral declaration of independence in respect of Kosovo. Summary of the Advisory Opinion, International Court of Justice, The Hague, 22 July 2010, 
 http://www.icjcij.org/docket/files/141/16010.pdf, (04.08.2013), s. 1, 14-15.
27 Bkz.: Igor Jovanovic, Blerta Foniqi-Kabashi, “Kosovo Serbs convene parliament; Pristina, international authorities objects”, 
    http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/en_GB/features/setimes/features/2008/06/30/feature-01,   (04.08.2012).




***

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ BÖLÜM 1

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ. BÖLÜM 1 



Caner Sancaktar
* Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 
E-mail: caner.sancaktar@kocaeli.edu.tr 



Giriş 


NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen komünizm hareketini ve SSCB’yi çevrelemek amacıyla kuruldu. Ayrıca ABD, özelde Avrupa kıtasında genelde ise kapitalist dünya sisteminde kendi hakimiyetini tesis etmek için askeri alanda NATO’yu kullandı. 1991’de SSCB’nin resmen yıkılması ve komünist hareketin bu yıllarda dünya ölçeğinde gerilemesi sonrasında NATO’nun yeni işlevi ortaya çıktı: Batılı merkez kapitalist devletlerin (özellikle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın) kapitalist dünya sisteminde hakimiyetini koruma ve güçlendirme.

ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere Batılı merkez kapitalist (emperyalist) devletler, kapitalist dünya sisteminde kendi hakim pozisyonlarını muhafaza etmek ve güçlendirmek amacıyla gerektiğinde (yani diğer ekonomik ve siyasal araçlar etkisiz kaldığında) bir askeri araç olarak NATO’yu kullanıyorlar. Bu amaçla NATO’nun askeri kapasitesi, ilk defa SSCB yıkıldıktan sonra yani başka bir ifadeyle iki kutuplu sistem sona erdikten sonra 1991 Irak Savaşı’nda kullanıldı. NATO’nun Balkanlar’daki ilk askeri operasyonu Bosna-Hersek’te ve ikinci olarak Kosova’da başarıyla gerçekleştirdi. Bu operasyonları Asya’da Afganistan ve Kuzey Afrika’da Libya müdahaleleri takip etti. NATO müdahala lerini sadece “askeri operasyon” veya “savaş” olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Çünkü her savaş, Prusyalı General Karl von Clausewitz’in belirttiği gibi, bir “siyasal eylemdir” ve “askeri araçlarla sürdürülen siyasettir”.1 Her savaşın siyasal veya ekonomik nedeni ve amacı vardır. Pek çok savaşta ise siyasal ve ekonomik nedenler ve amaçlar iç içe geçer. Dolayısıyla NATO müdahalesi de, siyasal-ekonomik nedenden kaynaklanır ve siyasal-ekonomik amaca yönelir. Yani NATO’nun gerçekleştirdiği askeri müdahaleler, başlı başına amaç değil, amaca ulaşmak için kullanılan askeri araçtır. Amaç, hedef ülkede / bölgede siyasal-ekonomik yeniden yapılanma gerçekleştirmek ve böylece Batılı merkez kapitalist devletlerin hakimiyetini kurmak, devam ettirmek veya güçlendirmektir.

Şimdiye kadar gerçekleştirlmiş olan her NATO müdahalesini, bir sonraki aşamada geniş kapsamlı siyasal-ekonomik yeniden yapılanma takip etmiştir / ediyor. Dolayısıyla NATO müdahalesi, amaçlanan siyasal-ekonomik yeniden yapılanmanın ön aşamasıdır. Her NATO müdahelesi ve akabinde gerçekleştirilen siyasa-ekonomik yeniden yapılanma, hem hedef ülkede/bölgede hem de kapitalist dünya sistemi ölçeğinde ABD başta olmak üzere Batılı merkez kapitalist (emperyalist) devletlerin hakimiyetini güçlendiriyor. Dolayısıyla
NATO’nun Kosova müdahalesi de, bu bağlamda ele alınması ve açıklanması gerekiyor.

Batı’nın UÇK’ya Desteği

Kosova’da Sırp-Arnavut çatışması 1990’lı yıllarda giderek tırmandı ve sivil kayıplar arttı. Bu durum dünya kamuoyunun dikkatini bölgeye çekti. 1998 yılına gelindiğinde Batılı merkez kapitalist devletler (ABD ve Batı Avrupa devletleri), Kosova sorununu BM Güvenlik Konseyi’ne taşıdılar. Güvenlik Konseyi 31 Mart’ta “Kosova krizinin çözülmesi” için Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne (yani Sırbistan, Karadağ ve Kosova’ya) 2 silah ambargosu uygulama kararı aldı (1160 sayılı karar). Kosova’da yaşanılan olayların bir “iç mesele” olduğunu söyleyen Çin oylamada çekimser kaldı. Ayrıca 23 Eylül’de BM Güvenlik Konseyi, Sırp ve Arnavut güçlerini silahlı çatışmaları durdurmaya çağırdı (1199 sayılı karar).
Bu oylamada da Çin, aynı gerekçeyle çekimser davrandı.3

Liberal Batı Avrupa ve Amerikan basını sürekli olarak Sırp milliyetçiliğini suçladı. Özellikle de Miloseviç’in tehlikeli ve saldırgan bir cani olduğu yönünde yayınlar yapıldı. Miloseviç’e “Balkan Kasabı” lakabı Amerikan liberal medyası tarafından yapıştırıldı. Ardından bu kasaplık lakabı tüm Sırp ulusuna genelleştirildi. Alman basınında bu işin liderliğini Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinin yayıncısı Jorg Reismuller ile yazar Viktor Maire üstlendi. ABD, 1989’dan itibaren Kosova’daki ayrılıkçı Arnavut milliyetçiliğini destekledi ve Miloseviç yönetimini, Arnavutların haklarına tecavüz etmekle suçladı. Ayrıca ABD, Sırbistan’ı, uluslararası hukuku çiğneyen, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden “haydut
devlet” ilan etti.4

ABD, İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere Batılı merkez kapitalist devletler, sadece Sırp polis ve ordusunun Arnavut sivillere yönelik saldırılarını görüp kınadılar. Ama Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK)’nun Sırp sivillere yönelik saldırılarını görmezden geldiler.

Başlangıçta UÇK’yı terörist sayan ABD, 1998’de bu örgütü kendi terörist listesinden sildi ve örgüt liderleriyle resmi diplomatik görüşmeleri başlattı. Aynı davranışı Batı Avrupa hükümetleri de sergilediler. Batılı önemli basın-yayın organları, UÇK’nın bizzat Batılı devletler tarafından silahlandırıldığı ve eğitildiği yönünde önemli haberler ve makaleler yayınladı. Örneğin; Fransız uzman Roger Falggot, İngiltere’de yayınlanan haftalık The European dergisi için kaleme aldığı makalesinde şunları yazdı:

“Alman sivil ve askeri istihbarat servisleri, Balkan bölgesinde Alman etkisini
güçlendirmek amacıyla isyancıların eğitilmesi ve donatılması çalışmalarına
karıştılar… UÇK’nın 1996’da doğuşu, Hansjoerg Geiger’in BND (Alman gizli
servisi)’nin yeni başkanı olarak göreve atanmasıyla aynı döneme denk geldi... BND adamları, UÇK’nın komuta yapısı için elemanların, Arnavutluk’taki 500.000 Kosovalı arasından seçilmesi sorumluluğunu üstlendiler.”5

Alman parlamentosu danışmanı Matthias Küntzel ise, UÇK’nın kuruluşundan itibaren Alman gizli diplomasisinin bu örgüte yardımcı olduğunu ispatlamaya çalıştı. Yugoslavya, Bulgaristan ve Arnavutluk’ta görev yapmış olan Kanadalı Büyükelçi James Bissett, hazırladığı medya raporuna şu notu düştü:

“1998 başında İngiliz Özel Hava Servisi, Kosova Kurtuluş Ordusu üyelerinin
silahlandırılması ve eğitilmesi için CIA’ya yardım etti… Umut edilen, alevler içinde yanan Kosova’ya NATO’nun müdahale edebilmesi idi.”6

CIA ajanları UÇK militanlarına “sabotaj eğitimi verdi. Telefon hatlarının nasıl devre dışı bırakılacağı, akaryakıt depolarının nasıl kundaklanacağı öğretildi… Amerikan gizli servisinin bu çabaları Kosova’da KFOR gücünde yer alan Avrupalı subaylar tarafından da doğrulandı.”7 Yugoslavya üzerine önemli çalışmalarıyla tanınan Tim Judah, UÇK’lı yöneticilerin Amerikan, İngiliz ve İsviçre istihbarat servisleriyle görüştüklerini yazdı.8 

  The Sunday Times’ın 12 Mart 2000 tarihli baskısında şu çarpıcı haber yer aldı: “Amerikan istihbarat ajanları, NATO’nun Yugoslavya’yı bombalamasından önce UÇK’nın eğitilmesine yardımcı oldukların itiraf ettiler.”9 

    Haberin devamında şu önemli bilgiler yer aldı: NATO bombalaması başlamadan önce AGİT gözlemcileri Kosova’dan ayrıldılar. Gözlemciler,
Kosova’dan ayrılırken ellerindeki uydu telefonlarını ve iletişim sistemlerini gizlice UÇK yöneticilerine teslim ettiler. Bundaki amaç, UÇK’nın, NATO ve Washington ile temas halinde olmasını sağlamak idi. Nitekim UÇK liderlerinin elinde NATO Komutanı General Wesley Clark’nın cep telefonu numarası mevcuttu. CIA ekibi UÇK’ya istihbarat ve silah desteği sağladı. AGİT için çalışmış olan bazı Avrupalı diplomatlar, “Amerikan politikasının Sırbistan’a askeri müdahaleyi kaçınılmaz hale getirdiğini” açıkladılar.

1990’larda UÇK liderlerinden birisi olan ve daha sonradan Başbakanlık (2006-2008) yapacak olan Agim Çeku, Hırvat ordusu vasıtasıyla Amerikalılarla temas kurdu. UÇK komutanlarından Shaban Shala, 1996 yılında Kuzey Arnavutluk’ta Amerikan, İngiliz ve İsviçre ajanlarıyla görüşmeler yaptığını açıkladı. Amerikan “Military Professional Resources” şirketi UÇK’ya eğitim desteği sundu. UÇK’nın en büyük finansçısı, New York’ta yaşayan Arnavut müteahhit Florin Krasniqi idi. Krasniqi, 1990’larda Amerika’daki Arnavut diasporasının UÇK’ya yüklü meblağda para ve silah yardımı yaptığını açıkladı. Krasniqi, sniper ve zırh-delici Barratt marka tüfeklerin Amerika’dan Kosova’ya ihraç edildiğini ve bunu yaparken, “federal yasalardaki boşluklardan” faydalandıklarını itiraf etti.

   Cumhuriyetçi Parti’den ABD Kongre üyesi Dana Rohrabacher, ABD’nin UÇK’ya silah yardımı yapılmasını savundu ve bunun için yoğun çalışmalarda bulundu. Bu “özverili çalışma”, 23 Temmuz 2001’de New Jersey’de düzenlenen törende “Arnavut-Amerikan Sivil Birliği” tarafından ödüllendirildi. Birlik Başkanı Joseph J. DioGuardi, Rohrabacher’ı kastederek, “O, Kongre’nin, Birleşik Devletler’in Kosova Kurtuluş Ordusu’nu silahlandırması konusunda ısrarcı olan ilk üyesidir ve günümüzde Kosova’nın bağımsızlığını açıkça destekleyen birkaç üyeden birisidir” dedi. Ardından mikrofonu eline alan Rohrabacher, çok ilginç bir biçimde, UÇK’nın ABD tarafından silahlandırılmasını, Fransa’nın 1776 Amerikan Devrimi’ni desteklenmesine benzetti.10

UÇK’nın silahlandırılması operasyonuna bir destek de Türkiye’den geldi: ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (National Security Agency - NSA)’nda çalışan Wayne Madsen, 10 Ocak 2007’de bir rapor yayınladı. Madsen’in raporuna göre CIA, 1990’lar boyunca UÇK’ya silah verdi. Fethullah Gülen Cemaati ve Yasin El-Kadı, silahların bölgeye ulaştırılmasında aracılık yaptı. Ayrıca aynı rapora göre, Fethullah Gülen’in kitapları Arnavutça’ya çevrildi ve UÇK eliyle bölgedeki Müslüman Arnavutlara dağıtıldı.11

Rambouillet Sözleşmesi ve Askeri Müdahale,

UÇK’nın nihai amacı, Kosova’yı Sırbistan’dan koparmak ve “Büyük Arnavutluk” devletini kurmak idi. Büyük Arnavutluk’un sınırları Arnavutluk, Kosova, Batı Makedonya ve Presova Vadisi’ni kapsayacaktı.12 Bu nedenle UÇK, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağırısına (1199 sayılı karara) kulak verilmedi ve sistematik olarak Kosovalı Sırplara yönelik saldırılar  gerçekleştirdi. 

   Çok sayıda Sırp, UÇK güçleri tarafından katledildi, göçe zorlandı ve çeşitli
baskılara / şiddete (tecavüz, adam kaçırma, işkence, tartaklama gibi) maruz bırakıldı. Hatta UÇK güçleri, bölgedeki Romanlara ve UÇK’ya karşı olan barışçıl Arnavutlara karşı da şiddet uyguladı. Ama buna rağmen Batılı merkez kapitalist devletler, BM Güvenlik Konseyi’nin 1199 sayılı kararını çiğneyen ve sivillere saldıran UÇK’yı hiçbir zaman suçlamadılar ve kınamadılar. Ama Belgrat yönetimi, sürekli olarak Batılı devletler ve liberal basın tarafından, etnik temizlik uygulamakla, Arnavut halkı göçe zorlamakla ve çeşitli insan hakları ihlalleri
yapmakla suçlandı. Yani Sırp hükümetin gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini ve katliamları kınayan / eleştiren Batı, UÇK’nın gerçekleştirdiği ihlalleri ve katliamları görmezden geldi. Batılı liberal basın-yayın kanallarının çoğu, UÇK’nın gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini, organize suç faaliyetlerini ve katliamları haber yapmaktan kaçındı.

Amerikan, İngiliz, Alman ve Fransız hükümetleri, insan hakları ihlallerini, katliamı ve savaşı durdurmak “bahanesiyle”, Sırbistan’a, bölgeden askerlerini ve polisini çekmesi için baskı yaptılar. Sırp lider Miloseviç, bu baskıya direnince Sırbistan’a askeri müdahale yapılması gündeme getirildi. Bunu da, BM Güvenlik Konseyi kararıyla yapmak istediler. Böylece Sırbistan’a yönelik askeri saldırı uluslararası hukuk ve uluslararası toplum nezdinde “meşrulaştırılacaktı”. Ama konseyde veto yetkisi bulunan Rusya ve Çin, “Sırbistan’a askeri müdahale” teklifine kesin olarak karşı çıktılar. Bu nedenle ABD-İngiltere-Fransa ittifakı, BM
Güvenlik Konseyi’nden askeri müdahale kararını çıkaramadı.

Güvenlik Konseyi’nden istedikleri kararı çıkaramayan ABD ve Batılı müttefikleri, Kosova meselesini NATO’ya taşıdılar. 28 Eylül 1998’de “Kosova’da şiddet durdurulmadığı takdirde NATO’nun hava saldırısı düzenleyeceği” şeklinde bir ültimatom verildi.13 Ayrıca 30 Ocak 1999’da NATO Konseyi, “sorunun siyasal çözümünü gerçekleştirebilmek için, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (YFC) topraklarındaki hedeflere hava saldırısı düzenlenebilir” açıklaması yaparak Belgrat’a gözdağı verdi. 

   Bu gözdağından sonra ABD-İngiltere-Almanya-Fransa dörtlüsü, Kosova meselesi hakkında  Güvenlik Konseyi dışında görüşmelerin yapılmasını önerdi. 
Bu öneriye Sırbistan ve Rusya olumlu  karşılık verince Parisyakınlarındaki tarihi Rambouillet Kalesi’nde (Chateau de Rambouillet)  6 Şubat 1999’dagörüşmeler başlatıldı. Arabuluculuk görevini, dönemin NATO Genel Sekreteri Javier Solana
yürüttü.

Yapılan görüşmelerin sonunda Amerikan, İngiliz ve Arnavut delegasyonları 18 Mart’ta “Rambouillet Sözleşmesi”ni imzaladılar. Sözleşme, siyasi ve askeri olmak üzere iki bölümden oluşuyordu. Siyasi bölüme göre; Kosova, YFC içinde özerk eyalet olacak, eyalette özgür ve adil seçimler düzenlenecek, demokratik kurumlar oluşturulacak, adil yargı sistemi kurulacak, azınlık ve insan hakları korunacaktı. Sözleşmenin askeri bölümünde ise, bağımsız bir devletin kabul etmesi mümkün olmayan hükümler yer alıyordu: Kosova’ya 30 bin kişilik NATO gücü yerleşecek, bölgenin güvenliğini NATO sağlayacak, NATO birliklerine YFC topraklarından tam (engelsiz) geçiş hakkı verilecek, NATO ve NATO mensupları YFC yasalarından muaf tutulacak. 23 Mart’ta YFC Meclisi, Rambouillet Sözleşmesi’nin siyasal bölümünü kabul ederek, sorunu “barışçıl ve demokratik” biçimde çözme niyetini açıkça ortaya koydu. 

  Ama tabii ki YFC Meclisi, sözleşmenin askeri hükümlerini, “Sırbistan’ın egemenliğini zedelediği” gerekçesiyle reddetti.14

Amerikan-İngiliz delegasyonu, bu askeri taleplerin YFC tarafından kabul edilmeyeceğini gayet iyi biliyordu. Asıl amaç; YFC’nin önüne “kabul edilmesi imkansız” istekler koymak, bu isteklerin reddedilmesini sağlamak ve böylece NATO saldırısının bahanesini üretmek idi. Nitekim ABD eski Devlet Sekreteri ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, 28 Haziran 1999’da Daily Telegraph’a verdiği demecinde şunu söyledi:

    “Rambouillet metni… bombalamayı başlatmak için bir provokasyon, bir bahane idi.

Rambouillet, bir melek Sırp’ın dahi kabul edebileceği bir belge değildi. O şekilde hiç bir zaman sunulmaması gereken korkunç bir diplomatik belgeydi.”15

     Yani Rambouillet Sözleşmesi, YFC’ye sunulan bir “savaş ültimatomu” idi. YFC Meclisi bu ültimatomu reddedince NATO kuvvetleri 24 Mart 1999 günü saat 19.00’da Sırbistan’a yönelik hava saldırısını başlattı. Saldırıya 15 NATO ülkesi16 ve Arnavutluk katıldı. UÇK birlikleri saldırı sırasında NATO ile birlikte hareket ettiler. NATO, bu işbirliğine karşılık olarak UÇK’yı “özgürlük savaşçısı” ilan etti.

     Mart 1999’da NATO kuvvetleri Sırbistan’ı bombalamaya başlamadan hemen önce, dönemin ABD Başkanı Clinton hiç çekinmeden şunu söylemişti: “Eğer bütün dünyaya satış yapmamızı da içerecek güçlü ekonomik ilişki kurabilecekse, Avrupa bunun anahtarı olmak zorundadır.

    Bu Kosova davası, baştan aşağı bununla ilgilidir.”17 Clinton, bu konuşmasını yaptığı günlerde Amerikan iş dünyasını, Sırbistan’a askeri operasyon düzenlen mesi konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Nitekim aradığı desteği buldu ve saldırı “başarılı” biçimde gerçekleştirildi.

NATO uçakları, sadece askeri değil aynı zamanda sivil hedefleri de bombaladı: Okullar, hastaneler, evler, köprüler, enerji istasyonları, devlet televizyonu binası, bazı siyasi parti binaları… Zastava Otomobil Fabrikası gibi Sırbistan sanayisinin önemli fabrikaları özellikle NATO savaş uçaklarının hedefi oldu. Hava bombardımanı süresince Belgrat halkı, meydanlara çıkıp şehirlerini koruyabilmek için “canlı kalkan” haline dönüştürdü kendisini.

Ama ağır bombardımana fazla direnemeyen YFC yönetimi, NATO’nun taleplerini 3  Haziran’da kabul etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine NATO bombardımanı 10 Haziran’da  sona erdirildi. 

İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin raporuna göre NATO bombardımanı nedeniyle 488-527 kadar sivil hayatını kaybetti. Ama YFC’nin resmi açıklamasına göre en az 1.200 sivil ve 462 asker NATO bombaları altında can verdi. 1 Ocak 1998 – Aralık 2000 arasında Kosova’da  yaşanılan çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayısı ise 13.421 olarak kayıtlara geçti. Bunun etnik gruplara göre dağılımı şöyleydi: 10.533 Arnavut, 2.238 Sırp, 126 Roman, 100 Boşnak ve diğerleri. ABD’nin resmi açıklamasına göre YFC güçleri 1990’lar boyunca Kosova’da 10.000 kadar sivili öldürdü. Savaş sona erdikten sonra 850.000 kadar sığınmacı Kosova’ya geri döndü. Savaş sırasında 90.000 Sırp, yaşanılan çatışmalardan ve baskılardan dolayı Kosova’yı terk etmek zorunda kaldı. Savaş sona erdikten sonra bu sayı 164.000’i buldu.18
Yani 1990’lar boyunca yaşanılan Sırp-Arnavut çatışmaları ve akabinde gelen NATO saldırısı sonucunda bölgede büyük insani ve maddi yıkım gerçekleşti. Bu yıkımın yaraları halen tam olarak sarılmış değildir. On yıllar boyunca da yıkımın izleri yaşamaya devam edeceğe benziyor…

Ahtisaari Planı ve Bağımsızlık İlanı

YFC Başkanı Miloseviç, NATO’nun isteğine uyarak Kosova’daki askerlerini ve polis gücünü 10 Haziran’da geri çekti.19 İki gün sonra NATO komutasındaki uluslararası Kosova Gücü (KFOR: Kosovo Force) bölgeye girmeye başladı. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan Birleşmiş Milletler Kosova Misyonu (UNMIK: United Nations Mission in Kosovo) bölgeye yerleşti. Ardından Kosova’nın nihai statüsünün ne olacağı tartışmaya açıldı.

Arnavutlar “tam bağımsızlık” isterken, Sırbistan Kosova için “geniş ve demokratik özerklik” önerdi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’yi 2006 başında “BM Kosova Elçisi” olarak görevlendirdi. Kosova’nın nihai statüsünü belirlemek amacıyla Ahtisaari tarafından “Kosova (Ahtisaari) Planı” hazırlandı.

Şubat 2007’de Sırbistan ve Kosova hükümetlerine sunulan Plan, Kosova’ya anayasa, bayrak, milli marş ve uluslararası örgütlere üye olma hakkı tanıdı. Ayrıca planda AB, NATO ve BM Güvenlik Konseyi’ne “denetim” yetkisi veriliyordu. Başta Kosovalı Sırplar olmak üzere eyalette yaşayan tüm azınlık grupların haklarının korunması yönünde çağrıda bulunuldu.

   Planın uygulanmasını denetlemek üzere bölgeye bir “Uluslararası Sivil Temsilci” atanacaktı.

    Bu temsilci, plana göre, BM Güvenlik Konseyi ve AB tarafından görevlendirilecekti.
Temsilcinin, yasaları veto etme ve Kosova’lı yöneticileri görevden alma gibi son derece geniş yetkilere sahip olması planlandı. 1999 yazından itibaren bölgede bulunan KFOR ve UNMIK ise Kosova’da kalmaya devam edecekti. Ayrıca plan, Kosova’ya bir AB Polis Misyonu yerleştirilmesini önerdi. AB Polis Misyonu, Ahtisaari Planı çerçevesinde oluşturulacak kurumların “etkili, adil ve temsili şekilde çalışmasını” sağlayacaktı. Belli bir süre sonunda  (bu sürenin ne olduğu Ahtisaari Planı’nda belirtilmiyordu), tüm yönetsel yetkiler Kosova Cumhuriyeti kurumlarına devredilecekti.

Yani Ahtisaari Planı; AB, NATO ve BM Güvenlik Konseyi denetiminde Kosova’da adeta bir “uluslararası protektoral yönetim” oluşturulmasını öneriyordu. Bu “uluslararası protektoral yönetim”, plana göre, ABD ve Batı Avrupalı merkez kapitalist devletler tarafından kontrol edilecek ve yönetilecekti. Ne kadar süreceği belirsiz olan “geçiş dönemi”nin sonunda yönetsel yetkiler, Kosova kurumlarına devredilecekti. Yani “uluslararası protektoral yönetim”, belli bir
süre sonra “bağımsız Kosova Cumhuriyeti”ne dönüştürülecekti.

ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Kosova (Arnavut) hükümeti Ahtisaari Planı’nı büyük bir memnuniyetle kabul etti. Dönemin Sırbistan Devlet Başkanı Boris Tadic ile Başbakan Vojislav Kostunica; planı kesinlikle kabul etmeyeceklerini ve Kosova topraklarının Sırbistan ülkesinin bir parçası olduğunu açıkladılar. Ayrıca Belgrat yönetimi; Sırbistan’ın “ülkesel bütünlüğünü ve egemenliğini” parçalayan planın, BM Kurucu Antlaşması’na aykırı olduğunu ve bu nedenle uygulanmasının “uluslararası hukuk açısından imkansız” olduğunu ileri sürdü.

Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasına karşı çıkan Sırp yönetimi, bölgeye “geniş demokratik özerklik statüsü” verilmesini önerdi. Arnavut Kosova hükümeti ise, “bağımsızlık dışında her hangi bir çözüm önerisinin kendileri açısından kabul edilemez” olduğunu açıkladı. Plan, Sırbistan ile Kosova’lı Arnavut temsilciler arasında Ahtisaari’nin arabuluculuğu altında görüşüldü. Görüşmelerden sonuç çıkmayınca Ahtisaari, planı, BM Güvenlik Konseyi’ne gönderdi. Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olan Rusya, “Sırbistan’ın kabul etmediği planlara kendisinin de karşı çıkacağını” açıkladı ve Nisan ayında yapılan BM
Güvenlik Konseyi toplantısında Ahtisaari Planı’nı sert dille eleştirdi.

   ABD - AB ittifakı, Rusya’yı ikna etmeye çalıştı. Ama Moskova ikna edilemeyince ABD Başkanı Bush, Haziran ayında, “Kosova’nın daha fazla gecikmeden bağımsız olması gerektiğini” söyledi. Uzlaşma sağlanamadığı için 20 Temmuz’da Ahtisaari Planı BM Güvenlik Konseyi’nin gündeminde çıkarıldı. ABD-İngiltere-Almanya-Fransa dörtlüsünden destek alan Kosova Meclisi ise, Temmuz ayında, BM’nin yürüttüğü Kosova sürecinin başarısız olduğunu belirtti ve “yılsonuna kadar bağımsızlık ilan edileceğini” duyurdu. Ve nihayet Kosova Meclisi 17 Şubat 2008’de bağımsızlık ilan etti: “Bugünden itibaren Kosova, bağımsız ve hür olmakla gurur duyduğunu ilan eder… Kosova kurumlarının liderleri olarak bizler, Kosova'yı özgür ve bağımsız bir ülke ilan ediyoruz.”20

   UÇK komutanı ve Başbakan Hashim Thaçi tarafından okunan Kosova Bağımsızlık Bildirisi’nde ayrıca “Ahtisaari Planı’na uyma” sözü verildi. Bağımsız Kosova’nın yeni bayrağı mecliste tanıtıldı. Kosova Cumhuriyeti’nin bayrağı, altı yıldızla birlikte mavi fon üzerine sarı renklerde Kosova’nın sınırlarını gösteren bir bayrak olarak belirlendi. Bu zamana kadar Kosova Arnavutları, kırmızı fon üzerine siyah renkli iki kafalı kartal tasviri bulunan Arnavutluk bayrağını kullanıyordu.

Sırbistan Başbakanı Kostunica bağımsızlık ilanı sonrasında radyo ve televizyonlardan naklen yayınlanan konuşmasında şunları söyledi:

“Avrupalı yandaşlarıyla birlikte bu şiddetin sorumlusu ABD Başkanı, Sırp tarihine kara harflerle yazılacaktır. Bugün 17 Şubat’ta, NATO kontrolündeki Kosova kukla devleti Sırbistan toprakları üzerinde yasa dışı biçimde ilan edildi. Bu bir şiddet eylemidir.

   Siyasi tahribatçı, acımasız ve ahlaksız ABD, bu benzersiz yasa dışılığı yarattı ve görüşlerini kabul ettirerek AB’yi aşağıladı. ABD, gücü, hukukun üzerinde tuttuğunu ve kendi çıkarları için uluslararası hukuku ihlal etmeye hazır olduğunu gösterdi. ABD ve AB, uzun vadede olup biteceklerin ve sonuçlarının sorumlusu olacaktır. 

Sırbistan aşağılanmayı ve güce boyun eğmeyi reddediyor.”21

ABD hükümeti, bağımsızlık ilanını “not” ettiklerini, konuyu değerlendirdiklerini ve Avrupalı ortaklarıyla görüşme içinde olduklarını açıkladı. Avrupalı hükümetler ise, Kosova ve Sırbistan hükümetlerini sakin olmaya ve sorumlu davranmaya çağırdı. Buna karşılık Moskova, Kosova konusunda Sırbistan’ı desteklediğini bildirdi. Kosova’nın bağımsızlığını tanımayacağını açıklayan Moskova yönetimi, bağımsızlık ilanının “uluslararası hukuka ve BM Kurucu Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu”, ABD ile Batı Avrupalı devletlerin Sırbistan’a haksızlık yaptıklarını ve Kosova konusunda çifte standart uyguladıklarını söyledi. Ayrıca Rusya’ya göre, Kosova’nın bu şekilde bağımsızlık ilan etmesi ve tanınması, dünyanın diğer
bölgelerindeki ayrılıkçı hareketleri cesaretlendirecek ve böylece yeni problemleri,
karışıklıkları, çatışmaları doğuracaktır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ, BÖLÜM 2

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ, BÖLÜM 2





3. AB’nin Balkanlarda Siyasal İstikrara Katkısı 

Kuşkusuz Balkan coğrafyasında siyasal istikrar ve barışa katkı yapan tek aktör AB değildir;

ABD, BM, Türkiye gibi aktörlerin de bu süreçte kayda değer oranda önemli rolleri
bulunmaktadır. Bununla birlikte bölgenin çatışma ortamından çıkarılıp siyasal istikrara ve güvenliğe yönlendirilmesinde ilk planda gözükmeyen ancak ağırlığı hissedilen temel aktör, Avrupa Birliği olmuştur. Tüm Balkan devletleri için tehdit oluşturan fanatik, hegemonyacı karakter taşıyan Sırp milliyetçiliğinin dizginlenmesi, Kosova ihtilafının barışçı bir şekilde sonuçlandırılması, Bosna Hersek’te siyasal istikrarın ve güvenliğin sağlanması, başka şeylere ilave olarak, bölge devletlerine AB perspektifi verilmesi sayesinde gerçekleşmiştir.

   Makedonya, Karadağ ve Sırbistan için adaylık statüsü ve ardından Makedonya harici ülkelerle müzakerelerin başlaması bölgenin kaderini değiştirecek en önemli adımdır. Bu yöndeki gelişmelerin uzak olmayan bir gelecekte Kosova, Bosna Hersek ve Arnavutluk için de söz konusu olması beklenmektedir.

AB günümüzde her ne kadar, Ortak Dış Güvenlik ve Savunma Politikası alanında mesafe kat etmekte zorlanmakta ise de komşuluk politikası, adaylık/tam üyelik perspekifi ile mücavir bölgeleri derin biçimde etkilemekte ve dönüştürmektedir. 2005’den günümüze kendi içerisinde derin sorunlar yaşamış olmasına rağmen bütünleşme hareketinin tam üyelik perspektifi Balkanları kelimenin tam anlamıyla derin biçimde etkilemiş ve bölgenin siyasal istikrar kazanması ve barışa ulaşmasını sağlamıştır.

AB resmi raporlarında ve üye ülkelerde son yıllarda dikkat çeken eğilim şudur: Balkanlar yerine gittikçe artan ölçüde Güneydoğu Avrupa ismi tercih edilmektedir. 

Bu eğilimin gerisinde yatan düşünce Balkan kavramının yarattığı olumsuz izlenimden kaçınma yanında Balkanların Avrupa kıtası içinde yer aldığını vurgulama çabasıdır. Coğrafi bakımdan Avrupa kıtasında yer alan Balkanların bu özelliği ile AB üyeliği arasında irtibat kurulmaktadır.

Balkan ülkelerinden Yunanistan, 1981 yılında o zamanki adıyla AET’ye tam üye olarak katılmıştı. Slovenya, Mayıs 2004’de, Bulgaristan ve Romanya 2007’de, Hırvatistan ise 2013 Temmuz ayında AB’ye tam üye olmuştur.

Avrupa Birliği’nin Balkanlar yönelik temel stratejisi şudur: Bölge ülkelerinin tam üyeliğe özendirilmesini ve koşulları sağlamaları halinde üye olmalarını öngörmektedir.42  1990’lı yıllarda AB’nin Balkanlara ilgisi temelde kriz yönetimi ve Yugoslavya’nın dağılması sonrasında bölge ülkelerinin yeniden yapılanması üzerinde yoğunlaşmakta idi. 1999 yılında AB’nin Balkanlara bakışı daha da netleşti. 1999 yılında AB tarafından İstikrar ve İşbirliği Süreci başlatıldı. Kısa bir süre sonra da bu işbirliğinin örgütsel yapısını oluşturacak olan İstikrar Paktı kuruldu. 2000 yılında Fiera’da toplanan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet
Başkanları zirvesinde Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı’na üye olan Balkan devletleri AB’ye aday ilan edildi. 43  

   2003 yılında toplanan Selanik Zirvesinde ise bu karar teyit edilmiştir.
Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Balkan coğrafyasını derinden etkileyen siyasal eğilim hegemonyacı ve mikro milliyetçilik akımları olmuştur. Bölgede çatışmalara son veren antlaşma, 1995 yılı sonunda Dayton’da imzalanmış, uluslararası toplum bölgede güvenlik tesisi için BM tarafından oluşturulan barış gücüne (UNPROFOR) destek vermiştir. AB’nin Batı Balkanlara yönelik politikası 1999 yılında İstikrar ve İşbirliği Süreci ile ortaya çıkmaya başlamıştır. 

  Bu projenin amacı Batı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği ile tedrici olarak
yakınlaşmasını sağlamak ve tam üyeliğe giden yolu aralamaktır. 

Bu politika çerçevesinde ikili düzeyde ortaklık anlaşması karakteri taşıyan anlaşmaların  yanında mali yardım, siyasal diyalog, ticari ilişkiler ve bölgesel işbirliği amaçlanmıştır.
İstikrar ve İşbirliği süreci çerçevesinde imzalanan anlaşmalar, 1990’lı yıllarda eski Varşova Paktı üyesi devletlerle imzalanan Avrupa Anlaşmalarına benzemektedir. Bu antlaşma ile devletlerden ortak demokratik değerlere, insan hakları ve hukuk devletine uyum sağlamaları öngörülmektedir. AB ile aday ülke arasında işleyen sürecin karar organı İstikrar ve İşbirliği Konseyi adını almakta ve bu organ sürecin uygulamalarını denetlemektedir. İstikrar ve İşbirliği Konseyi’ne aynı ismi taşıyan komiteler destek vermektedir. İstikrar ve İşbirliği
Parlamenterler Komitesi bu işbirliği çerçevesinde ulusal parlamentolarla Avrupa
Parlamentosu arasında irtibat sağlamaktadır. 44

Halen AB ile İstikrar ve İşbirliği Anlaşması antlaşması imzalayan devletler Makedonya, Arnavutluk, Karadağ ve Sırbistan’dır. İstikrar ve İşbirliği üyesi olan Hırvatistan, 2013 Temmuz ayında AB’ye katılmıştır. Bosna Hersek ile imzalanan antlaşma ise henüz yürürlüğe girmemiştir. Sürece Kosova Cumhuriyetini de dahil etme çalışmaları devam etmektedir. Ne var ki, değişik sebeplerle 5 AB üyesi devletin (Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Romanya, Slovakya ve İspanya) Kosova’yı tanımamış olmaları bu konuda ilerleme sağlamasını zorlaştırmaktadır.

İstikrar ve İşbirliği süreci, bölge devletlerini potansiyel aday kabul etmektedir. Bu çerçevede gelecekte tam üye olacak ülkelerin yerine getirmeleri gereken asgari yükümlülükleri belirlemektedir.45 

Balkan ülkelerinin tam üyelik hedefine yönelmeleri ancak Kopenhag Kriterlerine uyum sağlamaları  halinde mümkün olabilecektir. 

Aday ülkelerden tedricen Topluluk müktesebatını iç hukukuna aktarmaları talep edilmektedir. 

AB’den ortaklık statüsü alan aday devletlerin bu alanda kaydettiği gelişmeler ise İlerleme Raporları  ile sıkı biçimde takip edilmektedir. AB ayrıca aday ve potansiyel aday ülkelerin mali yardım kapısını aralamıştır. 2007 yılından itibaren Balkan ülkelerine mali yardımlar Katılım Öncesi Yardım (IPA) fonundan sağlanmaktadır. Bu çerçevede sağlanan kaynaklar kurumsal gelişme, hukuki
reform, insan hakları, idari ve ekonomik yaptırımlar ve bölgesel düzeyde işbirliği projelerinin finansmanı için tahsis edilmektedir. Batı Balkan ülkeleri ayrıca Erasmus gibi AB programlarına da dahil edilmiştir.

İstikrar ve İşbirliği Paktının bir diğer amacı da bölge ülkelerini ticaret, taşımacılık, enerji, çevre gibi konularda işbirliğine yönlendirmektir. Ayrıca hassasiyet gerektiren savaş suçları, sınır sorunları, mülteciler ve organize suçlarla mücadele de desteklenmektedir.

2008 yılında İstikrar Paktı mekanizması revize edilmiş ve Bölgesel İşbirliği Konseyi adını almıştır. Genel Sekreterliği Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’dadır. Sürecin adı ise Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci olarak değiştirilmiştir. Batı Balkan ülkelerine tanınan vize serbestisi de AB ile ilişkilerin canlanmasına kapı aralamaktadır. 2009 Aralık ayında vize serbestisi Makedonya, Karadağ ve Sırbistan’a, 2010 Kasım ayında ise Arnavutluk ve Bosna Hersek’e tanınmıştır. Haziran 2012’de Kosova Cumhuriyeti ile bu kapsamda diyalog
başlatılmış ve bu ülkeden yasal düzenlemeler yapması istenmiştir. Vize serbestisi uygulamalarında yasal olmayan mülteci başvuruları gibi bazı ihlallerin ortaya çıkması üzerine Komisyon tarafından Batı Balkan ülkeleri için izleme mekanizması kurulmuştur.

   Batı Balkan ülkelerinin AB ile ikili ilişkilerinin fiili durumu ana hatlarıyla şu şekildedir:

Arnavutluk ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği Anlaşması Nisan 2009’da yürürlüğe girmiştir.

Bu gelişmeden birkaç gün sonra Arnavutluk tam üyelik başvurusu yapmıştır. 

   Komisyon tarafından yapılan bir açıklamada bu ülkenin öncelik taşıyan 12 alanda yükümlülüklerini yerine getirmesi halinde tam üyelik müzakerelerinin başlayacağı bildirilmiştir. 

Komisyonun 2012 tarihli ilerleme raporunda bu ülkeye aday statüsü verilmesi önerilmiştir.
Potansiyel aday ülkelerden biri olan Bosna Hersek Cumhuriyeti henüz tam üyelik başvurusu yapmamıştır. Bosna Hersek ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği anlaşması 2008 yılında imzalanmıştır. Ancak anlaşma Bosna Hersek devletinin iç idari yapısından kaynaklanan sebeplerle yürürlüğe girmemiştir. Bununla birlikte anlaşmanın ticarete ilişkin hükümleri ayrı bir düzenleme yapılmak suretiyle uygulamaya konulmuştur. 2012 Temmuz ayında taraflar arasında yüksek düzey temaslarda tam üyelik başvurusu hazırlıkları konuşulmuştur. 

AB, Bosna Hersek Cumhuriyeti bakımından çok önemli olan Dayton antlaşmasını
desteklemektedir. 2011 yılından beri Avrupa Birliğinin Bosna Hersek özel temsilcisi aynı zamanda bu ülkenin Özel Temsilcisi statüsündedir.

2004 yılında AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunan Makedonya’ya bir yıl sonra aday ülke statüsü tanınmıştır. Ne var ki, bu ülkenin ismi nedeniyle Yunanistan’ın itirazları ikili ilişkilerde mesafe alınmasını engellemiştir. 2009 yılında Komisyon tam üyelik müzakerelerinin açılmasını tavsiye etmiş ve bu görüş Komisyon’un ilerleme raporlarında da tekrarlanmış ve Parlamento tarafından desteklenmiştir. Ne var ki, Bakanlar Konseyi’nde kararların oybirliği ile alınması nedeniyle Makedonya ile müzakerelere başlanamamıştır.

Yunanistan, ülkenin ismi nedeniyle karar alınmasını engellemektedir.

Kosova, AB’nin potansiyel aday ülkelerinden birisidir. 2008 yılında bağımsızlık ilan etmesinden ardından bu ülkeye tam üyelik perspektifi verilmiştir. Günümüzde AB’nin 28 ülkesinden 23’ü Kosova’yı tanımaktadır. AB tarafından bağımsızlık kararından sonra Kosova’ya Özel Temsilci atanmış ve EULEX (Rule of Law Mission) faaliyete başlamıştır.

   Haziran 2012’de Vize Serbestisi Yol Haritasının açıklanmasından bir yıl sonra bu ülke ile İstikrar ve İşbirliği anlaşması görüşmeleri başlamıştır. Bu ülkenin tam üye olarak AB’ye katılması esasında AB-Sırbistan ilişkileri ile doğrudan ilintilidir.

2006 yılında Sırbistan’dan ayrılmasından iki sene sonra Aralık 2008’de tam üyelik başvurusunda bulunan Karadağ Cumhuriyeti’ne adaylık statüsü 2010 yılında verilmiştir.

Haziran 2012’de bu ülke ile tam üyelik müzakereleri açılmıştır. Karadağ ile imzalanan İstikrar ve İşbirliği Paktı ise Mayıs 2010’da yürürlüğe girmiştir.

Sırbistan ise Aralık 2009’da tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve 2012 Mart ayında bu ülkeye adaylık statüsü verilmiştir. Bu kararın ardında Belgrad ve Priştina’nın uzlaşmaya varması yatmaktadır. Sırbistan’ın Kosova ile ilişkilerinin normalleşmesi üzerine Avrupa Konseyi tarafından Haziran 2013’de tam üyelik müzakerelerinin açılması kararı alınmış ve müzakerelere 2014 yılı Ocak ayında başlanmıştır. Sırbistan ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği Antlaşması 2008 yılında imzalanmıştır. Ancak Haziran 2010’da onay süreci AB tarafından dondurulmuştur. Bunun temel sebebi Sırbistan yönetimimin o dönemde
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi ile işbirliği yapmamış olmasıdır. 

Bu krizin aşılmasının ardından ikili ilişkiler normalleşmiş ve Sırbistan’ın tam üyelik yolu açılmıştır.

Sonuç

Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra önce Varşova Paktı’nın lağvedilmesi, ardından SSCB’nin dağılması tüm dünyada kimlik siyaseti ve mikro milliyetçiliğin güçlendiği yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Balkanlar bu gelişmeden derinden etkilenen bölgelerin başında gelmektedir. Özellikle Yugoslavya ve Arnavutluk gibi SSCB ile doğrudan bağlantısı olmayan komünist kökenli ülkelerde yaşanan değişim, etnisite, dil, din ve mezhep bakımından
dünyanın en karmaşık bölgesi olan Balkanlarda milliyetçilik çağının geri dönmesini sağlamıştır. 1992 başında Sırp Hırvat çatışması ile başlayan savaş, Bosna Hersek iç savaşı ve Kosova’daki çatışmalarla alanını daha da genişletmiş ve Balkan halklarının etnisite ve kimlik temelli ideolojilere eğilimini güçlendirmiştir.

Balkan coğrafyasında ki milliyetçiliklerin hegemonya, ayrılıkçılık ve irredentizm olarak  adlandırılabilecek ütopyaları siyasal çatışmaların temelini teşkil etmektedir. 

Bölgede normalleşme ve siyasalistikrarın tesisi temelde uluslararası toplumun desteğiile imzalanan  Brioni ve Dayton Antlaşmaları ve Martty Ahtisaari Planı belgelere dayanmaktadır. 

Bölge ülkelerinde BM , NATO ve AB şemsiyesi altında barış gücü görevlerinin yürütülmesi de  önemlidir. Ancak Balkanlarda kalıcı barış ve istikrarı görünmez el olarak AB yumuşak gücü  sağlamıştır. Bölgede en büyük istikrarsızlık unsuru olan Sırp milliyetçiliğinin güç  kaybetmesinde AB perspektifi, tam üyelik hedefinin bölge ülkelerini cezbedecek biçimde  ortaya konulmuş olması önemlidir. AB’nin temel hedefi etnik çatışmaları önlemek, siyasal istikrarsızlık  tan kaynaklanan göçü azaltmak ve Batı Balkan ülkelerini siyasal, hukuki ve  ekonomik değişim yoluyla AB bünyesine dahil etmektir. Balkanlarda kalıcı barış ve istikrara  en büyük katkı da AB’nin bu kapsamda yürüttüğü İstikrar ve İşbirliği Pakt olmuştur. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

29 Ian Bache ve Stephan George, Politics in the European Union, Oxford University Press, London, 2006, pp. 93.-105 
30 Joseph Nye, “Soft Power and European American Affairs”, HardPower,Soft Powerand the Future of Transatlantic Relations,Thomos L. Ilgen (ed), Asghata, London, 2006, p. 25-35 
31 Kroening, Matthew, M. McAdam ve S. Weber (2010), “Taking Soft Power Seriously”, Comparative Strategy, 29:5, s.412-431 
32 Metin için bakınız: 
    http://voicesofdemocracy.umd.edu/fdr-the-four-freedoms-speech-text/ 
33 Özgürlük radyosunun yayınları bazı ülkelerde devam etmektedir..     http://www.rferl.org/ 
34 Joseph Nye, op.cit. s 29-30. 
35 Desmond Dinan, Ever Closer Union-An Introduction to European Integration, Palgrave, London, 2003. S. 508-526 
36 Robert Dover, “The EU’s Foreign, Security and Defence Policies”,The European Union Politics, Michelle Cini (ed), Oxford University Press, New York 2007, s.237-251. 
37 Misha Glenny, Balkans-Nationalism, Warand the Great Powers, Granta Books, London, 1999, s. 545-580 
38 Makedonya ile Yunanistan arasındaki ihtilaf için bakınız. Axes Sotirin Walden, “Greece and New Macedonian State” 
http://dev.ulb.ac.be/cevipol/dossiers_fichiers/waldden-complet.pdf/ 
39 Marie Severosky, “Agenda 2000: A Blueprint for Successful EU Enlargement?, 
    http://aei.pitt.edu/777/1/scop98_1_4.pdf/ 
40 Bu konuda kapsamlı analiz için bakınız. “Heater Grabbe, A Partnership for Accession? The Implications of EU Conditionality for the Central and East European Applicants” 
http://www.esiweb.org/enlargement/wp-content/uploads/2010/01/grabbe_conditionality_99.pdf/ 
41 İrfan Kaya Ülger, Yugoslavya’nınParçalanması, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003, s. 140-166. 
42 Corina Stratulat, “EU Enlargement to the Balkans-Shaken not Stirred” 
     http://www.epc.eu/documents/uploads/pub_3892_eu_enlargement_to_the_balkans_-_shaken,_not_stirred.pdf/ 
43 https://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00200-r1.en0.htm/ 
44 İstikrar Paktı için bakınız. 
    http://www.esteri.it/MAE/EN/Politica_Estera/Aree_Geografiche/Europa/OOII/Patto_di_stabilit_dei_Balcani.htm 
45 Daniel Trenchov, “The Future of the Western Balkans Integration within the EU”, 
    http://www.analyticalmk.com/files/2012/01/04.pdf/ 



***

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ, BÖLÜM 1

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ, BÖLÜM 1 



İrfan Kaya Ülger
* Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 


   Bu çalışma Soğuk Savaş sonrasında Eski Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte dünyanın en istikrarsız bölgesi haline gelen Balkan Yarımadasında barış ve güvenliğin nasıl tesis edildiğini ve bu süreçte Avrupa Birliğinin katkılarını incelemeyi amaçlamaktadır.

   Esasında bir bölgesel entegrasyon hareketi olan Avrupa Birliği’ni, başka özellikleri yanında bir barış projesi olarak da nitelendirmek mümkündür. Gerçekten de Avrupa kıtasında Eski Yugoslavya coğrafyası istisna tutulacak olursa İkinci Dünya Savaşından günümüze çatışma yaşanmamıştır. Özellikle AB üyesi devletler arasında görüş ayrılıkları ve gerilimler hiçbir şekilde savaşı gündeme getirebilecek düzeyde tırmanmamıştır. Öte yandan bütünleşme
hareketinin esas tetikleyicisinin de Almanya-Fransa anlaşmazlığına çözüm arama olduğunu bu bağlamda hatırlamak gerekir. 1945 yılında savaşın dört galibi tarafından işgal edilen Almanya toprakları, 1949 yılında ikiye bölünmüştü. İngiltere, Fransa ve ABD’nin kontrol ettiği toprakların birleştirilmesiyle Federal Almanya kurulmuş, bu oluşama dahil olmayan SSCB ise kendi işgal bölgesinde Doğu Almanya’yı kurmuştu. Fransa’nın bu süreçte ikna edilmesi, Almanya’nın egemenlik haklarına kavuşması bir uzlaşı sonucu mümkün olmuştur.

Fransa, o dönemde önemli enerji kaynağı olarak kabul edilen ve savaşın devamı için hayati ehemmiyet taşıyan çelik ve kömürün üzerindeki tasarruf hakkının yeni kurulacak Alman hükümetine verilmemesi konusunda ısrarcı olmuştur. Uzun müzakerelerden sonra günümüzdeki Avrupa Birliğinin temelini oluşturan Avrupa Kömür ve Çelik Teşkilatını kuran Paris Antlaşması üzerinde taraflar arasında mutabakat sağlamışlardır.29

    Kuruluşu aşamasında Almanya-Fransa ihtilafına çözüm teşkil eden, bu yönüyle bir barış projesi olarak yola çıkan Avrupa bütünleşme hareketi günümüze kadar kaydettiği ilerleme ile de bunu tescil etmiştir. Üye devletler arasında bugüne kadar savaş yaşanmamıştır. Hatta daha da ileri giderek şunu söylemek mümkündür. Avrupa bütünleşme hareketi içerisinde yer alan
devletlerin yanında komşuları ve siyasi, ekonomik ilişki içerisinde bulundukları devletlerde de barış ve istikrara katkı sağlamaktadır.

    Bu çalışmada Avrupa Birliği’nin Balkanlar üzerindeki etkilerini incelemeyi hedeflemektedir.

Çalışmanın birinci bölümünde Avrupa Birliğinin bir entegrasyon hareketi, bir yumuşak güç olarak değiştirme/dönüştürme fonksiyonu incelenecektir. İkinci bölümde ise Balkan Yarımadasındaki siyasal ihtilaflar ve son bölümde ise bölgede normalleşme, barış ve siyasal istikranın tesisinde Avrupa Birliği’nin rolü ele alınacaktır.

1. Bir Yumuşak Güç Olarak Avrupa Birliği

Etki altına alınacak devletin politikalarını fiziki güç kullanmadan değiştirmeyi hedefleyen her türlü faaliyet yumuşak güç kavramı içerisinde yer almaktadır. Sivil toplum örgütlerinin, hükümetler dışı uluslararası kuruluşların (NGO) faaliyetleri, konferans, gezi, panel gibi faaliyetler, hedef alınan ülke kanaat önderlerine dil eğitimi ve akademik destek vermek gibi çalışmalar Yumuşak Güç faaliyetleridir. Bir ülkede faaliyet gösteren diplomatik temsilciliklerin, kültür merkezlerinin tanıtım/propaganda faaliyetleri, kamuoyunu etkileme ve
yönlendirme amacı taşıyan faaliyetleri, kitle iletişim araçlarında görünürlük ve imaj yaratma çalışmaları da aynı kategori içerisindedir.

Yakın zamana kadar bir ülkenin ulusal gücünün hesaplanmasında silahlı kuvvetler esas alınıyordu. Günümüzde ise ülkenin cebire başvurmadan başkalarının politikasını değiştirme kapasitesi anlamında Yumuşak Güç de ulusal gücün hesaplanmasında dikkate alınmaktadır.

   Yumuşak Gücün etki yaratması için evrensel normlar içermesi, iletişim kanalları ile etkili biçimde kullanılması ve kamuoyunu etkilemesi zorunludur. 

Bu çerçevede Yumuşak Gücün öncelikli hedefleri, medya, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve iş dünyasıdır. Yumuşak güç kullanımında esas amaç ise nüfuz tesis etmektir. 31

Yumuşak Güç kavramının ihtiva ettiklerini daha da somutlaştırmak için yakın geçmişteki bazı olayları hatırlamakta yarar var. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in “dört özgürlük” konuşması32, Soğuk Savaş yıllarında Özgürlük Radyosunun 33 kamuoyu etkisi yaratmak için yaptığı yayınlar, Hollywood filmlerinin dünya genelinde Amerikan değerlerinin yaygınlaşmasındaki rolü, yumuşak güç kavramının kültürel/ideolojik
yelpazesini anlamamız bakımından önemlidir. Sert gücün günümüzde de önemini koruduğu kuşkusuzdur. Bununla birlikte tek başına sert güç ile sonuç almak mümkün değildir. 

Bir örnek olarak zikretmek gerekirse terörizmle mücadelede siyasal desteğin kesilmesini askeri yollarla başarma imkânı sınırlıdır. Daha önemli ve kalıcı olan, kitlelerin düşünce ve algılarında değişiklik sağlanması ve böylece terörle mücadelede halk desteği kazanmaktır. Demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi gibi kavramların yarattığı çekicilik ve cazibeyi de bu çerçeve içerisinde ele almak gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’da ABD gücünün ve etkisinin artmasında çeşitli devletlerdeki üslerde konuşlanan
ABD askeri varlığı ve Marshall Yardımları kadar ve hatta ondan daha fazla ABD kültürünün yaygınlaşması rol oynamıştır.34

2006 yılında Savunma Bakanı D. Rumsfeld, Başkan Bush’un teröre açtığı savaş konusunda şunları söylemişti: “Bu savaşın en kritik çatışmaları Afganistan dağlarında veya Bağdat sokaklarında değil, New York, Londra, Kahire veya başka yerlerdeki televizyon stüdyolarında gerçekleşebilir.”

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Avrupa Birliği bir Yumuşak Güç müdür?

Maastricht Antlaşmasından sonra Avrupa Birliği adını alan Batı Avrupa’daki bütünleşme hareketinin başlangıçtan günümüze kayda değer ilerlemeler gerçekleştirdiği bir vakıadır.
Avrupa Birliği’nde iki ana eğilimi vardır. Bunlardan ilki işbirliği alanlarının genişlemesi anlamında derinleşme, öteki de üye sayısının artması, yani genişlemedir. Avrupa Birliği 1980’lerin ortalarından beri uluslararası siyasal sistemde “ekonomik dev, siyasi cüce” olarak tanımlanmaktadır.35 Bu kavramla kastedilen ekonomik bütünleşme alanında kaydedilen ilerlemenin ve gücün uluslararası politikayı çok da fazla etkilemediğidir. Avrupa Birliği, zaman içerisinde askeri güç konumunu güçlendirecek faaliyetlere girişmiştir. 1997 yılında İngiltere ile Fransa’nın St. Malo görüşmelerinde sağladıkları mutabakat üzerine başlatılan ve Acil Müdahale Gücü oluşturulması faaliyetlerini bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir. 36


Bununla birlikte, siyasal ve askeri bütünleşme alanlarında üye devletlerin yetki devri konusunda mutabakat sağlayamamış olmaları, AB’nin uluslararası alanda ağırlığının ve yaptırım gücünün bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Günümüzde AB, gerek ortak dış ticaret politikası yoluyla, gerek Komisyon ve Dönem Başkanı ülkenin inisiyatifi ile girişilen faaliyetlerle uluslararası siyasal sistemi ve devletleri doğrudan ve derinden etkileyebilmektedir. Çatışma sonrası bir bölgenin normalleşmesi için yürütülen faaliyetlere iştirak, uluslararası insani yardımlar, Avrupa Komşuluk Politikası ve nihayet adaylık/tam üyelik, sınırlı ekonomik işbirliği hedefi ile yürütülen faaliyetlerin başarısı, AB’nin çok etkili
bir Yumuşak Güç olduğunu göstermiştir.

2. Balkanlarda Siyasal İhtilaflar ve AB’nin Tutumu

Avrupa Birliğinin Balkanlara yönelik politikasını analiz etmeden önce kısaca Balkan ülkelerini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen ihtilaf konuları üzerinde durmak gerekmektedir. Balkan ülkelerinin yakın siyasal geçmişi, İkinci Dünya Savaşından sonra farklı bir gelişim çizgisi izlemiştir. Romanya ve Bulgaristan, savaş sonrasında SSCB etkisi altında kalmış ve Varşova Paktı ve COMECON ile bunu tescil etmiştir. Yunanistan ve Türkiye ise Batı ile yakın ilişki içerisindedir. Her iki ülke de 1952 yılında NATO’ya katılmıştır. Arnavutluk’ta yönetimi ele geçiren Enver Hoca, SSCB ile ilişkilerinde sorunlar ortaya çıkınca ülkeyi dünyadan tamamen tecrit etmiştir. 1985 yılında ölümünün ardından    Arnavutlukta    komünizm 7 yıl daha devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra Tito tarafından kurulan Sosyalist Yugoslavya ise hem Arnavutluk’tan hem de SSCB bloğunda yer alanlardan farklı bir gelişim çizgisi izlemiştir.

Kendine özgü sosyalist modeli ile dikkatleri üzerinde toplayan Yugoslavya bir yandan tek parti idaresi altında başka siyasal görüşlerin temsilini engellemiş, öte yandan Pazar Sosyalizmi adıyla özel mülkiyetin var olduğu piyasa ekonomisi uygulamıştır. Yugoslavya’nın özgün koşulları nedeniyle bu ülkede hegemonyacı, ayrılıkçı ve irredentist milliyetçi eğilimler varlığını hep korumuş, yönetim tarafından kurgulanan Güney Slav (Yugoslav) üst kimliği başarılı olmamıştır.37

Tito döneminde dahi gücünü koruyan milliyetçi eğilimler, Tito sonrası dönemde önce illegal ardından da fiilen ve hukuken örgütlenerek siyasetin içerisinde yer almışlardır. Balkanların kronik sorunu, tatminsiz milliyetçi ütopyalardan kaynaklanan siyasal hareketlerdir. Bu çerçeve dahilinde Sırplar diğer Cumhuriyetlerde yaşayan Sırpları da içine alacak Büyük Sırbistan projesini gündeme getirirken, Hırvatlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında 4 yıl ayakta
kalan Ustaşa Hırvatistan’ı hedefine yönelmişlerdir. Makedonlar tarihsel coğrafyanın sınırlarını tartışmaya açarken, Kosova’da yaşayan Arnavutlar kendilerine haksızlık yapıldığını ileri sürerek Federe Cumhuriyet taleplerini dile getirmişlerdir. Hiçbir milletin çoğunluk oluşturmadığı Bosna Hersek’te ise yerel Sırplar yaşadıkları toprakların Sırbistan ile birleşmesini talep etmişlerdir. Benzer şekilde Bosnalı Hırvatların ütopyası da Hırvatistan’ın sınırlarının kendi yaşadıkları yerleri de içine alacak şekilde genişlemesidir.

Yugoslavya’nın dağılması sonrasında da bölge halkları/milliyetçilikleri arısındaki
anlaşmazlıklar varlığını devam ettirmiştir. Yunanistan, Makedonya’nın kendi ismiyle uluslararası topluma dahil olmasını engellemiş ve bu ülkenin AB ile ilişkilerini bloke etmiştir.38 

   Kosova’nın 2008 Şubat ayında bağımsız devlet olarak sahneye çıkmasından sonra dahi Batı Balkanlarda ihtilaflar sona ermemiştir. Bir yandan Kosova içinde kalan Sırp bölgeleri, öte yandan Sırp milliyetçilerin Kosova’yı anavatan kabul etmeleri siyasal ihtilafların başında yer almıştır. Bunun dışında Kosova, Arnavutluk ve Makedonya’nın bu ülkelere mücavir bölgelerinde yoğunlaşan yerel Arnavutların birleşmesi projesi sık aralıklarla gündeme gelmiştir. Bosna Hersek’de temelleri Dayton anlaşmasına dayanan siyasal sistemin karmaşık yapısı bu ülkenin karar alma sürecini tıkamıştır. Bosnalı Sırpların irredentist
eğilimleri nedeniyle sık sık başvurdukları veto/blokaj siysasal sistemin sağlıklı yürümesini kilitlemiştir.

Günümüzde Balkan ülkelerinin bir bölümü AB’ye tam üye olarak katılmıştır. Bazıları adaylık/müzakere sürecinde, bakiye kalanlar ise potansiyel aday statüsündedir. Balkan ülkelerinden AB’ye ilk katılan Yunanistan olmuştur. Yunanistan aynı zamanda 15 Temmuz 1959’da o dönemdeki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na katılmak için ilk başvuruyu yapan ülkedir. Albaylar Cuntası dönemindeki duraklamaların ardından Yunanistan’ın AB yolculuğu 1974 sonrasında hızlanmış ve bu ülke 1 Ocak 1981’de AET’ye tam üye olarak
katılmıştır. Balkanların geriye kalan ülkelerinin Avrupa Birliği ile adaylık/tam üyelik ilişkisi içerisine girmeleri ise ancak 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren gündeme gelmiştir. Bir başka ifadeyle, Avrupa Birliğinin Balkan bölgesine ilgi duyması ve bölgedeki gelişmelerle yakından takip etmesi ancak Soğuk Savaşın sona ermesi sonrasında mümkün olmuştur.

   Lağvedilen Varşova Paktı ve kimi eski SSCB/Yugoslavya ardılı ülkelerle 1990’lı yıllarda imzalanan Avrupa Antlaşmalarının temel amacı, bölünmüş Avrupa kıtasında birliğinin sağlanmasıdır. NATO’ya ilave olarak bu süreçte AB’de önemli rol üstlenmiştir. 39

Nitekim, AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının Haziran 1993’de kabul ettiği Kopenhag Kriterleri de esasen Avrupa kıtasında siyasal birliği tesis etme hedefine yönelikti. Söz konusu belge ile tarihlerinde demokrasi ve piyasa ekonomisi deneyimi olmayan ülkelerin hızlı bir şekilde AB üyeliğine hazırlanması için yerine getirilmesi gereken asgari yükümlülükler düzenleniyordu. Buna göre, AB’ye katılmak isteyen ülkelerde çok partili siyasal hayatın vatandaşların tercihleri ile şekillenmesi, insan hakları ve azınlık haklarına saygı gösterilmesi,
hukuk devleti ve son olarak da piyasa ekonomisi asgari koşullar olarak belirlenmişti.40 1990’lı yıllarda Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri belirli ilerlemeleri kaydetmeleri koşuluyla Avrupa Birliği ile adaylık ve tam üyelik hedefi öngören kapsamlı ve çok taraflı ilişkiler içerisine girdiler.

AB’nin Balkanlara yönelik stratejik vizyonu bu dönemde şekillenmeye başladı. 1990’ların başında Yugoslavya’da patlak veren krizi yönetmede Avrupa Birliği yetersiz kalmıştı. Gerek 1991 Haziran ayından 1992 başına kadar devam eden Sırp Hırvat savaşında, gerek 3.5 yıl süren Bosna Hersek Savaşında gerekse 1998-1999 Kosova çatışmalarında Avrupa Birliği etkili bir varlık gösteremedi. Balkan coğrafyasında çatışmaya dönüşen anlaşmazlıklar temelde Atlantik ötesinden gelen gücün inisiyatif kullanmasıyla çözüme kavuşturulmuştur.41 

   AB’nin Batı Balkanlarda meydana gelen siyasal gelişmelere hazırlıksız yakalanması ve olaylar karşısında yetersiz kalması hiç kuşku yok ki Batı Avrupa bütünleşme hareketinin kapsamı ile de yakından ilgilidir. O döneme kadar temelde ekonomik bütünleşmeye ağırlık ve önem veren AB’nin siyasal gelişmelere ilgi ve alakası aynı ölçüde değildir. Ortak dış ve güvenlik
politikası alanında kaydedilen mesafeye rağmen AB’nin günümüzde bile yekpare ve kararlı bir siyasal aktörlüğünün varlığı tartışmalıdır.

Bununla birlikte şu saptama da doğrudur: Avrupa Birliği 1990’lı yıllardan günümüze tam üyeliği özendirmek suretiyle Balkan coğrafyasındaki siyasal ihtilafların ve çatışmaların normalleşmesine katkı sağlamaktadır. Söz konusu katkı konvansiyonel askeri güç kullanımı kadar net ve belirgin değil ise de, yarattığı etki bakımından aynı yahut benzer sonuçlar doğurabilmektedir. Balkan coğrafyasının kadim/kronik sorunları olan hegemonyacı ve mikro milliyetçilikten kaynaklanan yayılmacı ve irredentist eğilimler, AB adaylık süreci ve tam
üyelik hedefinin bölge ülkeleri tarafından benimsenmesiyle geri planda kalmış ve bölge top yekûn normalleşmeye başlamıştır.

2. Cİ BÖLÜM İE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

1 Mart 2015 Pazar

BALKANLARIN NERESİNDEYİZ.?

BALKANLARIN  NERESİNDEYİZ.?






4 Şubat 2000 Cuma 

Balkanlar; adını bölgede bulunan Balkan Dağlarından alır. Türkçede Balkan sözcüğü ; genellikle orman yada çalılıkla kaplı engebeli, sert ve yalçın araziye verilen isimdir. Halkımız bugün bu kelimeyi yaygın olarak kullanmaktadır. Balkan Yarımadası; batıda Adriyatik, doğuda Karadeniz ile kuzeyde ise Tuna ve Sava Nehirlerinin açtığı ovalarla çevrilidir. Güneyde ise birçok ada ve yarımada ile Akdenizin ortalarına kadar ilerler. Uzunluğu 600 kilometreyi bulan ve yüksekliği 2376 metreye ulaşan Balkan Dağları çok sarptır ve çok az geçit verir .Dağlar bu yapısı ile yarımadanın belkemiğini teşkil eder. Çeşitli kültür ve etnik yapıya sahip 60 milyona yakın insanın yaşadığı bölgede birbirleri ile problemleri bulunan Türkiye,Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ,Makedonya, Yugoslavya ( Sırbistan + Karadağ ), Hırvatistan , Slovenya ve Bosna - Hersek devletleri bulunmaktadır.

Bu devletlerin ve bunları meydana getiren milletlerin ortak özelliği 500 yıla yakın bir süre Osmanlı egemenliği altında yaşamış olmalarıdır. Müslüman Türklerin yönetiminde asırlarca yaşamış olmalarına rağmen Balkan milletleri milli özelliklerini hiç kaybetmeden günümüze kadar gelmişlerdir. Bugün Balkan Yarımadası ırk, dil, din ve mezhepler bakımından dünyanın en karmaşık bölgelerinden birisidir. Coğrafi yapıya yayılmış olan bu karışıklık tarihi ihtiraslar, ülkelerin birbirleri ile olan menfaat çatışmaları, büyük devletlerin çıkarları, doğu ve batı toplumları arasındaki tabii köprü olma durumu bölgede devamlı sıcak çatışmaların yaşanmasına ve nihayet bir dünya savaşının yaşanmasına yol açmıştır. Balkan milletleri bugün bir siyasi bütünlük içinde değildir. Uluslar birkaç ülke bayrağı altında bulunmaktadır. Bu durum yaşanan kargaşanın temel sebebini oluşturmaktadır. Tarihten günümüze intikal eden en önemli gerçek " Millet ve Milliyetçilik " duygularının daima canlı olarak tutulmasıdır.

Balkanlarda günümüzde mevcut başlıca problem sahalarını şu şekilde özetlemek mümkündür.

a. TÜRKİYE - YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ:

Yunanistan'ın Mora'da kurulduğu 1829 yılından itibaren kabul ettiği Megal - i Idea' sının elde edilmesine yönelik milli politikası hiç değişmemiştir. Gelen bütün hükümetlerin milli hedefleri aynidir ve bundan kesinlikle taviz vermemektedir. Türkiye aleyhine toprak genişlemesini hedefleyen bu milli politika ilişkileri daima uzlaşmazlığa sürüklemektedir. Bugün iki ülke arasında Kıbrıs, Kıt'a Sahanlığı, Fır Hattı, Karasuları, Hava Sahasının Kontrolu, Batı Trakya ve Azınlıklar, Ege Adalarının Silahlandırılması gibi alanlarda anlaşmazlık devam etmektedir. Ayni savunma paktı içinde bulunmamıza rağmen Türkiye'yi tek ve en büyük düşman olarak gören Yunanistan uzlaşma ve dialoğ yerine sorunları daima tırmandıran bir politika izlemektedir.

b. YUNANİSTAN'IN AZINLIKLARA KARŞI TUTUM VE DAVRANIŞLARI:

Yunanistan ülkesinde yaşayan tüm azınlıkları HELEN olarak kabul etmektedir. Buna göre bu ülkede yaşayan Batı Trakya Türkleri, Makedonlar, Bulgarlar, Arnavutlar, Sırplar azınlık değildir. Dolayısıyla hangi uluslararası anlaşma olursa olsun hiç bir hak tanınmamaktadır. Bu grupları asimile ederek eritmek için büyük bir baskı politikası takip etmektedir.

c. MAKEDONYA VE MAKEDONLAR:

Makedonya ;eski Yugoslavyanın dağılmasını müteakip kurulan 2 milyon nüfuslu genç bir devlettir. Devletleri olmasına rağmen Makedon milletinin çoğunluğu bu devlet sınırlarının dışında kalmıştır. Bugün Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistanda Makedonya adı ile anılan bölgelerde Makedonlar yaşamaktadır. Bu ülkelerin arasına sıkışmış bir coğrafyada bağımsızlığını ilan eden genç Makedonya Cumhuriyeti Büyük İskender zamanında kendilerinin olduğunu iddia ettikleri bölgeleri ve insanlarını geri istemektedir.

Tabii olarak Yunanistan ve Bulgaristan hem bu yeni ülkenin varlığına ve hemde kendi topraklarında böyle bir millet yaşadığı iddialarına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Konunun önümüzdeki günlerin önemli çatışma sebeplerinden biri olarak gündeme gelmesi kaçınılmazdır.

d. BÜYÜK BULGARİSTAN HAYALİ :.

Bulgaristan'ın Türk Trakyasını da içine alan Büyük Bulgaristanı yeniden kurma hayali değişmemiştir. Bu ülke; Yunanistandan Batı Trakya ile Ege Makedonyasını, Arnavutluktan Makedonya sınırındaki geniş bir bölge ile Makedonyanın tamamını istemektedir. Ülkesinde önemli bir çoğunluğu oluşturan Türklere karşı tarihi boyunca planlı bir şekilde asimile ve sindirme politikası uygulamıştır.Sovyetler Birliği ve Varşova Paktının güdümünden çıkmasını müteakip başlattığı yeniden yapılanma çalışmalarını tamamlayıp Büyük Bulgaristanı inşa faaliyetlerine yönelmesi beklenmektedir.

e. YUGOSLAVYA ( SIRBİSTAN + KARADAĞ ) :

Bilindiği gibi TİTO sonrası yönetimler Yugoslavyada istikrarı sağlayamamışlar ve sonunda federal cumhuriyetler 1990'dan itibaren Hırvatistan, Bosna - Hersek, Makedonya, Slovenya olarak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Tarihteki büyük Sırp Devletini kurma hayalini daima muhafaza eden ve eski Yugoslavyanın en büyük toprak ve nüfusuna sahip olan sırplar geri kalan topraklarda Yugoslavya adına sahip çıkmışlardır. Halen Sırbistan ve Karadağ Federal Cumhuriyetleri ile özerk Voyvodina ve Kosova 'yı içine alan bölgede hükümranlıklarını sürdürmektedirler.

Sırplar meydana gelen bölünmeyi kabul edememiş ve bunu hazmedememişler dir. Önce Türk ve müslüman Boşnakların çoğunlukta bulunduğu Bosna - Hersek devletine vahşice saldırmışlar ve 21 nci asra girerken insanlık tarihine utanç içinde geçecek toplu katliamları gerçekleştirmişlerdir. Balkanlardaki son Türk izlerinin silinmesi yolunda büyük mesafeler almışlardır. Sonunda medeni alemin beşiği kabul edilen Avrupadaki bu insanlık ayıbına dünya müdahale etmiş ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla akan kan zorla durdurulabilmiştir. Fakat çözüm bulunanamıştır.

Bosna'da yeterli dersi almadığı belli olan sırplar bu defa Türkler ve müslüman Arnavutların çoğunlukla yaşadığı Kosovada milliyetçilik akımlarını bahane ederek toplu katliamlara girişmişlerdir. Sonunda Mart 1999 da NATO ülkeleri sırbistana havadan müdahale kararı vermiştir. 3 aya yakın devam eden hava saldırıları sonucunda ülke harabeye dönmüştür. Sonunda Sırbistan pes ederek teslim olmuş ve sözde barış sağlanmıştır.11 Haziran 1999' da yapılan anlaşmaya uygun olarak Sırp asker ve polisleri Kosova'yı terk ederek yerini Nato devletlerinin oluşturduğu 50 000 kişilik barış gücüne terk etmiştir. Kağıt üzerinde barış antlaşmaları onaylanırken Kosova'da barıştan yararlanacak kimse kalmamıştır. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük mülteci olayları yaşanmıştır. Kosovalı müslümanların tamamına yakını ülkelerini terk etmişlerdir. Kanaatime göre sorun çözülmemiştir. Yeni boyutlar kazanmıştır. Balkan ülkelerindeki muhtemel barışın kolay olamayacağını tescil ettirmiştir.

f. ARNAVUTLUK :
Uzun süre tek partili komünist bir rejim altında medeni dünyadan kendini soyutlayarak yaşayan Arnavutluk bulunduğu bölgenin en fakir ve her alanda geri kalmış bir ülkesidir. Arnavutların milliyetçilik duyguları çok kuvvetlidir. Arnavutlar Yunanistandaki Güney Epir bölgesinde Arnavutların yaşadığını israrla öne sürerek açıkça bölgeyi isterler. Yunanistan ise Arnavutluktaki Kuzey Epir bölgesinde Yunanlıların yaşadığını iddia eder ve oda bölgede hak sahibi olduğunu vurgular. Ayrıca Arnavutluk Kosova halkının % 80' e yakınının Arnavut asıllı olduğunu belirterek bölgesinde bağımsızlık mücadelesi veren Kosova Kurtuluş Ordusunu açıkça desteklemektedir.

g. Ayrıca yeni oluşturulan Hırvatistan, Slovenya, Bosna - Hersek ve Sırbistan arasında sınırlar ve doğal zenginliklerin paylaşılmasından doğan gerginlikler mevcuttur.

Bir bölge ne kadar karmaşık bir yapıya sahip olursa o bölgeye karşı standart ve devamlılık arzeden bir politika takip etmek çok güçtür. Bugün Balkanlarda 10 ayrı devlet vardır. Her birinin siyasi, ekonomik, kültürel ve etnik yapıları farklıdır. Birbirleri ile pek çok alanda ihtilafları bulunması bu ülkelerin yegane ortak yanlarıdır. Oysa bölge insanının Osmanlıya karşı başkaldırışının başladığı 1840 ' lardan beri huzura ve güvenliğe ihtiyaçları vardır.

Balkanlar Türkiye'nin arka bahçesidir. Atalarımız başşehir İstanbul'u korumak için Tuna Nehri ve Balkan dağları geçitlerini kontrol ve elde bulundurmaya özel önem göstermişlerdir. Bugün başkentimizin Ankara olarak seçilmesinin en önemli etkenlerinden bir tanesi de başkent İstanbul'u koruyacak yeterli arazi parçasının elimizden çıkmış olmasıdır.

Ruslar, 1870' lerden itibaren, yani Panslavizm akımı meydana çıktıktan sonra Balkanlar ile yakından ilgilenmiştir. Balkan halklarının çoğunluğunun Slav olmasından yararlanarak Batı'ya ve Osmanlı'ya karşı bir Slav birliği meydana getirmek için büyük çabalar harcamıştır.

Avusturya - Macaristan İmparatorluğu da Pan Cermenizm politikası ile bölgede faaliyet göstermiştir. Bu iki temel görüş Balkanlar üzerinde kıyasıya mücadeleye girmişlerdir. Hatta I. Cihan Harbini başlatan Sırp Prensi'nin vurulması olayı dahi bu iki görüşün çatışmasının bir neticesidir.

Bu akımlarla birlikte dünyada imparatorlukların zayıflaması sonucunda meydana çıkan milliyetçilik akımları asrın başında Balkan ülkelerinin birbirine girmeleri için önemli bir etken olmuştur. II. Cihan Harbi'nde savaşın bütün zorluklarını yaşayan bölge halkı önce kendi işlerindeki iç harplerle kendilerini zayıflatırken bölge ile yakından ilgilenen Sovyetler Birliği'nin desteği ile Komünizm'in ağına düşmüşlerdir. Romanya, Bulgaristan ve Arnavutluk kesin olarak Komünist Rusya'nın güdümüne girmişlerdir.Yunanistan 1946 -1948 yılları arasında komünistlerin meydana getirdiği iç harpten zorlukla sıyrılabilmiş ve demokratik dünyadaki yerini almıştır. Yugoslavya ise Tito'nun yönetiminde yine Komünist bir dikta rejimi uygulamış ve fakat bulunduğu coğrafyanın avantajlarını iyi kullanarak Batı ile yakın ilişkiler içine girmesini bilmiştir.

Şimdi Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile meydana çıkan büyük kargaşa sonucunda Balkanların siyasi coğrafyası yeniden şekillenmiştir. Yeni devletler oluşmuştur. Fakat bu yeni devletlerin oluştukları coğrafyalar ile etnik, kültürel ve ticari yapıları isteklerine uygun oluşmamıştır. Mevcutla yetinmemektedirler ve diğer devletlerde bulunanlardan da pay almak istemektedirler. Balkanlardaki ateş Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk'u kaplamış ve Avrupa'yı dehşete düşürmüştür. Bugün Birleşmiş Milletler ve NATO bu ateşi nasıl söndüreceklerinin telaşı içindedirler.

Bu coğrafyada birbirleriyle ihtilaflı ve kan davası güden bu kadar çok devlet ve millet bulunduğu sürece balkanlarda istikrar olmayacağı açıktır. Hele Bulgaristanın Karadeniz kıyılarından başlayarak Batı Trakya - Makedonya - Kosova - Arnavutluk'a uzanan müslüman ve Türklerin oluşturduğu bir kuşağın mevcudiyeti , balkanlarda milli menfaati olan süper güçleri son derece rahatsız etmektedir ve edecektir. Bu arada Doğu Almanya ile birleşerek süper bir kara devleti haline dönüşen Almanya ile Rusyanın bu kuşağın güneyine inmesine ABD'nin müsade etmeyeceğide açıkça görülmektedir.

Türkiye; kendi iç sorunları dolayısıyla bölgedeki olaylara önce uzak kalmış, bilahare süper güçlerin yanında ve onları destekleyerek katılmak zorunda bırakılmış bir görüntü içerisindedir. Oysa Türkiye'nin misyonu, potansiyeli ve büyük tecrübesi ile bölgede istikrarı sağlayacak yegane güç olarak rol alması gerekmektedir. Türkiye'nin bölge ülkeleriyle tek tek siyasi alandan önce ekonomik, kültürel ve Psikososyal alanda doğrudan temas halinde bulunması ve bu ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde ağabey rölü oynaması beklenmektedir. Türkiye bunu yapacak güce, potansiyele ve tecrübeye sahiptir. Plevne'de Türkler bu topraklar için mücadelenin çok güzel örneğini vermişlerdir. Bütün olumsuz şartlara rağmen toprakların nasıl savunulabileceğini dosta düşmana göstermişlerdir. Balkan milletleri bundan örnek almalıdırlar.

1363'de Rumeli'ye geçerek Balkanlara adım atan Türkler, 1389'da Kosova Meydan Muharebesi'yle bölgeye yerleştiler. 500 yıl süren bir huzur , barış ve kalkınma dönemini başlattılar. Türkleri, Avrupa'dan atmak için her unsuru deneyen İngiltere, Rusya, Almanya gibi ülkeler, milliyetçilik akımlarını körükleyerek ve destekleyerek bölge halklarını ayaklandırdılar. Önce Osmanlı'yı bölgeden çıkardılar sonra bölge halklarını birbirine düşürerek Balkanlar'ı devamlı acı ve gözyaşına mahkum ettiler. Kaynayan Balkan milletleri birbirleriyle kıyasıya mücadele ederken 16 Haziran 1913'te Sultan Mehmet Reşat'ın Kosova'da atası Birinci Sultan Murat'ın şehit edildiği topraklarda kıldığı cuma namazına 100.000'i aşkın bir cemaatın katılması, bölge halkının Türklerden beklentilerinin en son göstergelerinden biridir.

Balkan devletleri son olarak 9 Şubat 1934'te Atatürk'ün önderliğinde Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ve Yugoslavya'nın katıldığı BALKAN ANTANTI adı altındaki Güvenlik ve İşbirliği Antlaşması etrafında birleştiler. Bu devletlerin dışişleri bakanlarının katılımıyla bir devamlı yönetim oluşturuldu. Ayrıca ekonomi, maliye ve ticari koordinasyonu sağlamak üzere her ülkenin beş üyesi ile temsil edildiği BALKAN ANTANTI DANIŞMA KURULU meydana getirildi. Ülkeler en son 1940 yılında Bükreş'te biraraya geldiler. Almanya'nın Romanya'yı işgali üzerine bu birlik kendiliğinden dağıldı ve bir daha biraraya gelemedi.

Sonuç olarak; bölgede tarihi, ekonomik, kültürel olarak hakkımız ve orada haklarını savunmamızı bekleyen soydaşlarımız vardır. Bölgede etkili olabilecek potansiyel gücümüz ve tecrübemiz mevcuttur. 2000 yılına adım attığımz bu günlerde bölge ülkelerine devamlı huzur ve barış temin edecek BALKAN ANTANTI gibi bir yapılanmaya süratle ve acilen ihtiyaç vardır. Balkan ülkeleri artık dışarıdan değil kendileri tarafından idare edilmelidir. Bugün bu işi başarabilecek yegane potansiyel güç ve devlet Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bu tarihi görevden kaçmak mümkün değildir. Barışın sağlanması için bu tarihi göreve her alanda hazır olmalıyız ve gerekli her türlü adımı şimdiden atmalıyız.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
4 Şubat 2000 Cuma


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=13