25 Kasım 2016 Cuma

DEVLET VE İNSAN HAKLARI BÖLÜM 2



DEVLET VE İNSAN HAKLARI  BÖLÜM 2


Doç. Dr. Anıl ÇEÇEN 

Toplum huzuru denilen düzen ·temelde toplumdaki kesimler arasında kurulacak barışa bağlıdır. Bir ülkede devlet çatısı altında yaşayan herkes tedirginlik duymadan, kimseye boyun eğmek zorunda kalmadan özgürce haklarını kullanmak ve kendini gerçekleştirmek ister. Bu kişiliğin en doğal yansımasıdır. Bir devlet kuracağı anayasal düzen çatısı altında bunu en alt düzeyde yaşam 
sistemi olarak kendi vatanciaşma getiremiyorsa o zaman sözkonusu devletin varlığı ve etkinliği, saygınlığı tartışılmağa başlanır. Bu tür tartışmalar bir de başladıını o devletin artık kendi ülkesinde beklenen düzeni ve güvenliği sağlayabilmesi olanaksızlaşabilir. Kamu görevlileri, devleti koruyorum diyerek suç sayılan işlemleri yapıyodarsa, toplumun bir kesimi kendisini devletin bekçisi görerek halka karşı uygulamalara giriyorlarsa bir hukuk düzeninin varlığından sözedilemiyeceği gibi halk kitlelerinin devletine olan inancı ortadan kalkacak ve saygınlık kalmayacaktır. Kitleler sürekli olarak tedirginlik içinde yaşamağa başladıını da o zaman sosyal patlamaları önleyebilmenin veya kaosa yuvarlanmayı durdurmanın yolu veya yöntemi ortada bulunamaz. Kendini devletin sahibi görenlerin işlerneğe başladığı suçlar kısa zamanda kitlelerin ayaklanmasına giden yolu açabilir. Suçlular cezasız kalmaya başladılarmı, 
artık bir hukuk düzeninin varlığından sözedilemiyeceği gibi varolan mekanizmanın devlet olduğu da tartışılır bir noktaya sürüklenebilir. 
Devletin en büyük gücü, tüm vatandaşlarını eşit ölçülerde koruyucu, herkese eşit işlem yapan, herkesin yaşamını ve malvarlığını güvence altına alan bir toplumsal mekanizma olduğu konusunda vatandaşlarına kesin bir inanç verebilmektir. En alt düzeyde vatandaşlarına bu inancı ve güveni sağlayamayan devletin devlet olurluğu sürekli olarak tartışmalıdır. işkence ve benzeri zor uygulamaları da böylesine tartışmaların alevlenmesinde etkili rol ·oynarlar. 


Ekonomik gelişme uğruna insanı görmezden gelen dıştan destekli güdümlü politikalar insan haklarının zedelenmesiııe giden işkence uygulamalarını da sürekli olarak gündemde tutabilmişlerdir. Ekonomik kalkınınayı kapitalist gelişmeye indirgeyen bu tür güdümlü politikalar ucuz emek amacıyla insanı ucuz bir mal haline getirmişler ve eski zamanın pazarda satılan köleler uygulamasını 
çağımızda da başka biçimlerde sürdürmüşlerdir. Yüzyıllar sonra insanın değerinin daha iyi anlaşılması gerektiği çağımızda insanın ucuz emek biçiminde görülmesi uygarlığın gelişim çizgisinde önemli bir çelişki yaratmıştır. Kalkınmanın istediği özveri için belirli kesimleri ucuz işgücü ve emek deposu düzeyine indirgeyen kapitalist politikalar insanın değerini günden güne di,işürmüştür. Herşeyin 
insan için olduğu düşüncesi ile başlayan hümanist akım günümüzün ekonomist yaklaşımı karşısında gerilemiş ve daha fazla kazanç için insan bir araç olarak görülmüştÜr. Fabrikadaki makinanın dişlisi veya parçası durumuna indirgenen eğitilmemiş yığınlar günümüzde insanlığın içine sürüklendiği bunalımın başlıca göstergesi olarak belirmiştir. İnsanı pazardaki meta durumuna inciirgeyen 
siyasal gelişmelerden kurtulmadıkça ve bunların belirleyiciliğini önleyemedikçe insan hakları sorunu her geçen gün büyüyecektir. Devlet denen olgu da bu tür olumsuz gelişmeler karşısında seyirci kalmanın ötesinde birşeyler yaparnaclıkça çağımızda bir anlam kazanamayacaktır. Ekonominin gerektirdiği özveri toplumun tüm kesimlerine eşit ölçülerde paylaştırılmadıkça devletin insan haklarına yeterli ölçüde eğilebilmesi olanaksız görmekte ve devlet ile insan hakları arasında bozulan dengenin yeniden kurulabilmesi zorlaşmaktadır. 

Çağımızın devlet kavramı karşısında bireyi ve onun hukukunu korumak giderek zorlaşmaktadır. Devletin artan hizmetleri, günden güne genişleyen örgütü karşısında bireyin güçsüzlüğü öne çıkmaktadır. 

Anayasa ve yasa düzenlemelerinin bu açıdan önemi büyüktür. Yasalar kadar devlet güçlerinin ve kuruluşlannın bireye yaklaşımı da öneme sahiptir. Bağımsız yargının anlamı ve önemi kişi hak ve özgürlükleri açısından kavramnaclıkça bireyin hukukunu koruyabilmek sözkonusu olamıyacaktır. Bazan devlet gücünü artırma istekleri bağımsız yargıyı sınırlama noktasına ulaşabilmekte ve bu noktada kişilerin hak ve özgürlüklerinin önemi bağımsız yargı organlarınca korunamamaktadır. Böylesine bir durumda gene devletin varlığının anlamı vatandaşlar açısından kalmamaktadır. 

Zor günler veya olağanüstü durumlar bile, bağımsız yargının ortadan kaldırılmasına neden olmamalıdır, aksi durumda devletin varlık nedeni ortadan kaldıracak derecede önemli gelişmeler gündeme gelebilmektc ve insan h<,klan gene zedelenmektedir. Yönetimin güçlenmesi yargının bağımsız işlevini yerine getirebilmesi ile olanaklıdır. Bağımsızlığı elinden alınan yargının bir devlet kuruluşundan farkı kalmamakta ve bürokrasinin emirle çalışan düzeni yargıyı da siyasal doğrultuda etkilemektedir. 


İnsan haklarının yokluğunun veya uygulanmamasınırı belirtisi olan işkencenin yansımaları etkileyici düzeylerde olmaktadır. işkence görenlerin yeniden normal insan durumuna dönebilmeleri çok zorlaşmakta ve bu kişiler bazan yaşamlan boyunca maddi ve manevi hasta olarak kalabilmektedirler. işkence gören kişiler fiziksel olarak sağlıklarını yitirdikleı-i gibi, ruhsal olarak da önemli yaralar almaktalar ve gelecekteki yaşamlarında yeniden toplum yaşamına uyum sağlayabilmeleri olanaksıztaşmaktadır (8). işkence toplum barışını sarstığı gibi toplumun psikolojik dengelerini de bozmakta ve insanlan sürekli olarak korku ile yaşar bir noktaya düşürmektedir. Devletin varlık nedeni ve amacına tümüyle ters olan bu gelişmenin önlenebilmesi işkence denilen hastalıklı davranışın 
tümüyle kaldırılabilmesine bağlıdır. Toplum içindeki tüm güçler belirli bir demokratik platform çerçevesinde biraraya gelerek kamuoyunda önemli bir baskı oluşturabilirlerse, devleti temsil eden yürütme organları da eskisi gibi kolay kolay işkence yöntemlerine başvuramazlar. Demokrasi, çağdaşlık ve insan hakları kavgasının ulaşabildiği düzeyde işkencenin devleti güçsüzleştiren 
bir olgu olarak toplumdan silinmesi gerçekleşebilecektir. Çağdaş ve demokratik bir yapının devletin temeli olması sayesinde de işkence ve benzeri uygulamaların görülebilmesi artık sözkonusu olamıyacaktır. işkence ve benzeri eylemlerin önlenebilmesi için uluslararası insan hakları sözleşmeleri hazırlanmıştır. Bu belgeyi benimseyen devletlerin belgedeki hükümlere kesinlikle uymalarının sağlanabilmesi için demokratik güçlerin örgütlenmeleri, izleme komiteleri kurmaları ve sürekli olarak kamuoyunu aydınlatmalan yararlı olacaktır.. 
işkence yapmanın bir insanlık suçu olduğu anayasa ve yasalarda vurgulanmalı ve işkence suçu için ağır cezalar getirilmelidir. 
İşkence hastalığının tümüyle kaldırılabilmesi için böylesine ağır cezalara başlangıçta gereksinme vardır aksi takdirde devlet gücünü eline geçiren sağlıksız kişilerin sapmalarının caydınlabilmesi çok zor olacaktır. işkence yasağının devletin tüm güvenlik ve hukuk birimlerinde kurallaştınlmasıyla, insan haklan açısından çok önemli olan bu sorun çözüme kavuşacaktır. Devlet organlarının 
birbirlerini denetleyen iç sistemi çalışırken işkence yasağını gözeterek denetimlerde etkinlik sağlanmalı, bireylerin devlet ile olan ilişkilerinde istenmeyen durumların meydana gelmesine izin verilmemelidir. Sanık ve suçluların ilk sorgulamalarından başlayarak yanlarında savunmalarının bulunmasına izin verilirse, işkence ile alınan ifadelerin delil sayılmayacağı tüm resmi makamlarca benimsenirse, işkence denilen ilietin önlenebilmesi açısından önemli bir yol aşılacaktır. İnsanlık onurunun işkenceyi aşabilmesi için hem 
bireyler hem de devlet üzerlerine düşen dikkati göstermeli ve görevleri yerine getirmelidir. 

Devlet toplumsal bir organizma olarak, varlık nedeni olan insan haklarının tanınmasına ve korunmasına öncelik vermek zorundadır. 
İnsan hakları yerine devlet haklarına öncelik tanındıını o zaman insan hakları bir sorun durumuna dönüşmektedir. Devletin insan haklarına öncelik verdiği ve koruduğu düzen ancak hukuk devleti düzeni içinde sözkonusu olabilir. Devletin kuruluşunda olduğu kadar işleyişinde ve tüm etkinliklerinde hukuka bağlılığın sağlanması, insan hakları açısından önemli bir güvence oluşturmaktadır. 
Toplum düzenini sağlayan ve devlet gücüyle güçlendirilmiş bulunan kurallar bütünü olarak hukuk devletin temeli olarak tanınmalıdır. 
Devletin yanısıra toplumdaki tüm insanların hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak olan bir hukuk düzimi aynı zamanda insan haklarının da güvenceli bir düzene kavuşturulmasına yardımcı olacaktır. 

Bir hukuk devletinde, toplumu oluşturan insanların üzerinde düşünce birliğine vardıkları anayasanın düzen olarak bulunması gereklidir. Devletin tüm organlan ile beraber bunların işleyiş düzenleri ve temel hak ve özgürlükler anayasa ile belirli bir düzene bağlanmış olacaktır. Anayasaya uygunluk toplumun tüm bireylerinden beklendiği kadar devletin organlarından ve yöneticilerinden 
de beklenir. Hukuk devleti açısından bunu doğal karşılamak gerekir. Anayasalar tanrı buyruğu olmadıkları için duruma ve koşullara göre değişebilirler. Ne var ki, bu değişikliklerde gene toplumun tümünü veya çoğunluğunu içeren bir uzlaşmaya dayanılması zorunludur. 

Ancak bu yoldan genel bir uzlaşmaya giden yol sağlanabilir. Devlet ve insan ilişkilerinin sarsılmaya düzenlilik içinde yürüyebilmesi, temel hak ve özgürlüklere herhangi bir sınırlama gelmemesi açısından anayasal düzene saygı ve bağlılık anlam taşımaktadır. Anayasa ile kişilik kazanan hukuk devleti özlemi devlete ve insanlara yol göstermek durumundadır. 

Devletin bir zorba güç, polis devleti veya benzeri bir mekanizma olmaktan kurtulabilmesi de hukuk. devleti anlayışının yerleşmesiyle olanaklıdır. Devleti korumak gerekçesine sığınmak isteyen siyasal iktidarlar zaman zaman polis devleti uygulamalarını öne çıkarabilmişlerdir. Devletlerin en güçsüzü olan polis devletleri hiç bir zaman uzun ömürlü olamamış ve kısa zamanda halkın haklı 
tepkileri ile yıkılıp gitmişlerdir. Gelişmekte olan ülkelerde zaman zaman ortaya çıkan polis devleti uygulamaları beraberlerinde çok çeşitli güçlükler yarattıkları için bu ku k devletine giden yolu bir antitez doğrultusunda açmışlardır. Devlet olgusunun ciddiyet kazanması, toplumların aşiret yönetiminin keyfiliğinden uzaklaşmaları da hukuk devletine giden yolda önemli aşamaların katedilmesini 
sağlamışlardır. Yapılan haksızlıklara tepki olarak doğan hukuk devleti anlayışı, zaman içinde düşünceden eyleme doğru geçerek devletlerin hukuka bağlı ve ciddi organizmalara dönüşmesinde etkin olmuştur. Hukuk devleti çağımızda artık soyut bir kavram değil aksine sosyolojik olarak gerçekleşmiş bir olgudur. Bu nedenle, hiç bir devletin hukuk devleti uygulamasından kaçmabilmesı 
düşünülemez. Çağımızın yaşayan gerçekliği olarak ileri ülkelerdeki hukuk devleti örnekleri günümüzde bütün dünya ülkelerine ışık tutmakta ve onlara hak ile hukuk yolunda yön göstermektedir. 

Hukuk devleti ile yasal devleti de birbirlerine karıştırmamak gerekir. Devleti yönetenlerin akşam aklına gelenleri ertesi gün yasa yaparak devleti yönetmeleri hukuk devleti değildir. Bunun adı yasal devlettir ama hukuk devleti ile ilgisi yoktur. Hukuk devleti yasaların ve kuralların ötesinde bir olgudur ve ulaşılabilmesi için belirli bir toplumsal olgunluğa gereksinme vardır. Hukukun ana amacı adalettir ve adalet de yazılı kuralların ötesinde anlamı ve içeriği olan bir değerdir. Yasalar biçimsel olarak anayasal düzene uygun olabilirler ama içerik olarak adil olmayabilirler. Bu nedenle çağımızni devleti hiç bir zaman yasal devlet olamaz. Hukuk devleti bu açıdan yasal devletin ötesinde ve ondan daha geniş boyutlu bir kavramdır. Gelişmekte olan ülkelerde toplum yeterince bilince sahip olmadığı için belirli çıkar çevrelerince kitlelerin uyanması engellenmekte, ciddi bir kamuoyunun gelişmesi istenınernekte ve böylece yaratılan tepkisiz toplumda yöneticilerin çıkarlarına uygun olarak belirledikleri kurallar tümüyle ·hukuk diye yutturulmak istenmektedir. 

Toplumun gerekli mekanizmaları gelişmediği ve halkın tepkisi yeterli oranda gündeme gelmediği zaman bu tür oyunlar tutabilmekte ve demokrasicilik adı altında oynanan oyunda hem hukuk devleti savı ileri sürülebilmekte hem de insan haklarına saygıdan söz edilebilmektedir. Kağıt üzerinde kalan bazı göstermelik hakların toplumsal içerik ve gerçeklik kazanmalarına kesinlikle 
izin verilmernekte ve bu oyun kitleler uyanana kadar oynanmaktadır. 

Kitlelerin uyanması ve bilinçlenmesini geciktirebilmek için de televizyon, radyo ve basın gibi kitle iletişim araçları egemen çıkar çevrelerinin denetimi altına alınmakta ve bu araçlar kullanılarak kitleler istenen yönlerde koşullandırılmakta dır. Böylesine üst düzeyde hazırlanan senaryolar emperyalist merkezlerin desteği ile uygulama alanına getirildiği zaman devlet denen aygıt bir araç durumuna dönüşmekte ve ortada ne hukuk devleti ne de insan hakları kalmamaktadır. 

Gelişmekte olan dünya devletlerinin bu tür oyunlardan kurtulabilmesi için hukuk devletinin yanısıra hukukun üstünlüğü ilkesine de gereksinme bulunmaktadır. Güçlü olanın hukuku kendi doğrultusunda oluşturabilmesine izin vermemek, hukuk devletinin egemen güçlerin denetimi altındaki yönetimlerin çıkarcı ve göstermelik uygulamaları ile zedelenmesine yol açmamak için hukukun 
üstünlüğü anayasa ile beraber devlet ve toplumun tüm organlarınca benimsenmeli ve her aşamada uygulanmalıdır. Hukukun üstünlüğü 
devlete ve topluma yön göstermedikçe, bir yasa devleti yasal haksızlıklar devleti düzeyine düşebilir (9). 

Hukukun üstünlüğünün tanınmasıyla beraber, bir yasal organizma olan devlet hukuk devIeti niteliği kazanabilir. O zaman hukuk en üstün değer olarak toplumu etkiler ve yasal düzenlemeler adına insan haklarının veya kişi özgürlüklerinin çiğnenmeleri düşünülemez. 
Hukuk devletinde güçler ayrılığı ilkesi doğrultusunda bağımsız yargı en etkili güç olmak zorundadır. İnsan haklan ancak bu yoldan devletin egemenliğine, 
yöneticileri keyfiliğine karşı korunabilirler. Yargı bağımsızhğı hukuk devletinin gelişmesi ile beraber insanlığın önüne gelen uygar bir gelişmedir. Yargı gücü geliştikçe ve en üst düzeyde etkinliğini kurabildikçe yürütme ve yasama güçlerine karşı dengeleri oluşturahilmiş ve yönetimin insan haklarını sınırlamasına veya kaldırmasına yönelik girişimlerine karşı çıkarak toplum içindeki dengeleri koruyabilmiştir. 

Yargının gücü bağımsızlığından gelmektedir. Bağımsız alınayan, yürütmeye ve yasamaya karşı toplumsal dengeleri kuruyabilecek derecede özerkliğe sahip bulunmayan yargı genellikle devlet organlarını elinde tutan yürütmenin doğrultusunda hareket eder. Bu durumda da yürütmenin devlet adına insan hak ve özgürlüklerini yoketmesine yönelik tutum ve davranışiarına karşı gereken 
önlemleri alamaz ve hukuk düzenini koruyamaz. Aslında güçlü olan devlet toplumun mutluluğu için öncelikle yargının bağımsızlığını örgütlerneğe çalışır. Ne var ki, çağımızda gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik gelişmeler gelişmiş ülkelerin bu ülkeleri denetimleri altına alınağa dönük olduğu için, emperyalist sistemin ciayatmaları sonucunda gündeme gelen ekonomik reçetelerin uygulanabilmesi için gerektiğinde yargı bağımsızlığı da ortadan kaldırılabilmekte dir. İkinci dünya savaşı sonrasında oluşturulan uluslararası para sistemi zengin ülkelerin denetimi altında olduğ·u için dış ilişkilere giren, borç alan ve borçlanarak kalkınma yolunu seçen ülkelerde toplumsal tepkilerin siyasal alana yansımaması için yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmakta ve hukuk organları yürütme organına bağımlı biçimde çalıştırılarak bu ekonomik programların kesintisiz uygulaması gerçekleştirilmek istenmektedir. Böylesins güdümlü ve dışa bağımlı bir yapı içinde devletin bağımsızlığı ortadan kalktığına göre yargının bağımsızlığından sözedebilmek olanaksızlaşmaktadır. 

Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin bağımsız kalkınma yolunu seçmelerinde devletin bağımsızlığı ve insan haklannın korunması açısından büyük yararlar vardır. Emperyalist sistem kendisine bağlı olarak oluşturduğu tüm mekanizmaları gelismekte olan ülkeleri denetim altında tutabiirnek için kullanmakta ve bu aşamada devletlerin bağımsızlığı ortadan kalkmakta, yargı 
da bağımsız sistem olmaktan çıktığı için uluslararası sistemin çıkarları doğrultusundaki ekonomik programın uygulanabilmesi için gerekirse insan hakları bile ortadan kaldırılmaktadır. 

Çağdaş anlamda hukuk devletinin varlığı açısından yargının bağımsızlığı en gerekli koşuldur. Devletin hukuka aykırı girişimlerine, yöneticilerin istismarlarına ve: kişisel davranışiarına karşı anayasal düzeni ve insan haklarını yargıçlar koruyacaktır. Bağımsızlığı elinden alınmış bir yargıda sürekli olarak gelecek kuşkusu içindeki yargıçlardan yürütme organlannın tuturularına karşı insan 
haklarını hukukun genel ilkeleri doğrultusunda koruyabilmelerini beklemek çok zordur, bir anlamda olanaksızdır. Gelecek kuşkusu içine itilen yargıçlar ister istemez yürütmeye karşı bir tutum içine girmek istemeyecekler ve önlerine gelen hukuk sorunlarında adaletin sesi doğrultusunda özgürce karar veremiyeceklerdir. Bundan da en büyük yarayı insan hakları alacaktır. Son zamanlarda gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan siyasal senaryolar bu gözlemleri doğrular niteliktedir. Yargıç güvencesinin kaldırılması ve 
yürütmeyi bağlı organlar aracılığı ile yargıçlar toplumunu yönlendirme dıştan destekli ekonomik programların gerçekleştirilme yöntemlerinden 
birisidir. Bazan ulusal çıkariara ters düşebilecek derecede dış etkenierin rol oynadığı böyle durumlarda, tepki gösteren toplum kesimleri yürütmenin denetimi altındaki yargı organlarınca cezalandırılmakta ve bu yoldan toplumsal karşıtlık önlenerek istikrar adı altında dıştan destekli ekonomik programlar gerçekleştirilmektedir. 

Afrikadan Asyaya kadar bir çok ülke eski sömürge imparatorluklarından kalma bu tür hegemonya girişimlerine sahne olurken, insan hakları devlet aracılığı ile yara almaktadır. 
Bu nedenle yargıç güvencesi ile beraber yargının gerçek anlam da bağımsızlığının sağlanması insan haklarının sağlam bir düzene bağlanmasının önkoşuludur. 
Ancak böylesine bir düzenlemeden sonra devletin insan haklarını çiğnemesi önlenebilir. 

Yürütmenin yargıyı kendi bağımlı kılması baskı düzenine gidişin ilk adımıdır. Toplumsal bir erdem olan adalet ancak bağımsız bir yargılamanın ürünüdür. Bu da ancak bağımsız yargılama ile gerçekleşir. Hukuk devletine giden yolun bağımsız yargıdan geçtiği açıktır. Yargının bağmısız olmadığı yerde ne hukuk devletinden ne de hukukun üstünlüğünden sözeclilemez. Devlet halkın devleti 
olabilmek için öncelikle hukuka uygun davranmak zorundadır. Devlet ne kadar hukuk ve haklar devleti olursa o kadar insana değer verir ve insan haklarının gerçekleşmesine yardımcı olur. Devlet hukuka en üstün değeri vermeli, yargıyı hiç bir zaman belirli siyasal hedefler için araç olarak görmemelidir. Hukuka dayanan bir devlet kendi insanına karşı her türlü hoşgörüyü gösterebilir, 
baskıya yönelmediği için insan hakları açısından ileri bir düzey gerçekleştirebilir. Hukukun üstünlüğü devleti olduğu kadar ülke çapında çağdaş bir demokrasinin de güvencesi olacak ve antidemokratik uygulamalara kesinlikle izin vermeyecektir. Siyasal bunalımların rejim çıkınaziarına dönüşmeden atlatılmasında gene hukukun üstünlüğü hem devlete hem de toplumun çeşitli kesimlerine yol gösterecektir. Çağımızın hızlı gelişmeleri içinde devlet yapısıyla, işleyişiyle ve işlevi ile yeni bir sorun olarak gündeme gelmiştir (10). 
Tek bir dünyaya doğru gidişin hızlandığı, sınırların ortadan kaldırılmağa çalışıldığı günümüzde devletin varlık nedeni artık bütünüyle tartışma kapsamı içine girmiştir. Değişen koşullarda belirleyici güçler de farklıtaşınca devletin anlamı ve işlevi de başka anlamlar kazanmaktadır. Egemen güçlere hizmet etme noktasına sürüklenen devlet sivil toplum karşısında üstün bir konum kazanmakta ve bunun doğal sonucu olarak da zaman zaman insanları ezen bir karakter kazanmaktadır. Herkesin az çok işine yarayan bir konuma sahip bulunması nedeniyle devlet olgusu günümüze kadar sürüp gelmiştir. Bu nedenle devletin özünün çelişkili 
bir yapıya sahip bulunduğu söylenebilir. Karmaşık işlerin örgütlenmesinin tek bir çatı altında taparlanması sonucunda devlet çelişkili bir yapıya sahip olmuştur. Toplum içinde devlet dışı örgütlenmelerin çoğalması ve etkin düzeylerde çalışması sonucunda devlet daha dikkatli olmağa zorunlu kalabilir ve böylece çağdaş demokratik toplum yapısına daha kolay ulaşılabilir. İnsan haklarının 
bir olgu olarak korunabilmesi açısından da devlet dışı örgütlenmelerin çoğalmasında yarar bulunmaktadır. 

Yüzyıllardır çeşitli eleştirilere ve karşıt akımlara karşın devlet günümüzde genede vazgeçilemeyen bi.r kurum olarak kalmıştır ( 11 ). 
Toplumlarda daha demokratik bir yaşam düzeninin kurulabilmesi, daha fazla hak ve özgürlüklerin elde edilmesi ancak devlet ve sivil toplum arasındaki savaşımın ikinciler açısından kazanılmasıyla gerçekleşebilmektedir. Sivil toplumun oluşabilmesi yüzvıllar alan bir süreç olmasına karşın günümüzde giderek büyüyen devletler de sivil toplumları kendi denetimleri altına alınağa çaba 
göstermektedirler. Devlet ve toplum arasındaki çelişki devlet aygıtlarında uygulanmakta olan baskıyla artarsa arada kalan insan hakları olmaktadır. Halk kitleleri ise kendi hak ve özgürlüklerini genişletmek için devlet disiplininin güçlendirilmesine karşı çıkarak sivil toplum disiplinin geliştirrneğe çaba göstermektedirler. Ancak totaliter rejimlerde devlet sivil toplumdaki hakların ve özgürlüklerin sınırını çizebilir. Sivil toplum, sosyal güçlerin örgütlenmesiyk geliştikçe devletin gücü sınırlanarak hak ve özgürlükler öne çıkarılabilmektedir. 

Devletin vazgeçilmezliği sivil toplumun öne çıkarılmasıyla dengelenebilmekte ve böylece yönetimin gücü ile insan hakları arasında çelişkili durumların belirmesi 
önlenebilmektedir. 

Devlet vazgeçilemez ise, insan hakları devletten önce vazgeçilmezlik statüsüne sahiptir. Ancak bu yoldan devletin insan haklarını ezmesine giden yol önlenebilir. Uluslararası gelişmelerin hızlandığı çağımızda uluslararası bir toplum oluşmaktadır. Hiçbir devlet tek başına yaşayamıyacağı gibi böylesine bir evrensel olgudan uzak kalamaz (12). 

Kuramsal olarak her devlet uluslararası topluluğun eşit koşullarda üyesi olmak zorundadır. Evrensel kurallar devletlerin denetlenmesi için ölçü oluşturmaktadır. 
Bu yönde insan hakları çağdaş bir anlam kazanmıştır. Dünyanın her köşesinde verilen insan hakları kavgası ister istemez diğer devletleri ve toplumları da etkilemektedir. Uluslararası insan hakları savaşımı baskıcı devletler üzerinde en etkili denetim mekanizması olarak işlevsellik kazanmaktadır. 
İnsan hakları kavramı uluslararası hukukun başta gelen konusu ve ilkesi olmuştur. İnsan haklarını görmezden gelen, ciddiye almayan veya ezen baskıcı devletlere karşı uluslararası işbirliği çerçevesinde denetim mekanizmaları devreye girmekte ve bu devletler evrensel platformda yalnızlığa terkedilmektedirler. Kendi ülkesinde egemen olan devlet artık uluslararası alanda evrensel oluşumların etkisi ve denetimi altındadır. Bu açıdan devIetler uluslararası platformlarda kesin egemenliğe sahip değillerdir. 

Uluslararası toplumun diğer devletlerle beraber eşdeğerli üyesi olan her devlet evrensel değerlere saygılı olmak ve bu doğrultuda hareket ederek insan haklarına sayıgılı olmak zorundadır. Etkili bir uluslararası düzene geçilebilmesi için insan hakları yandaşlarının daha örgütlü bir evrensel dayanışmaya yönelmelerinde yarar bulunmaktadır. 

İnsanların doğuştan gelen hakları olduğu ve bunların her zaman için önceliğe sahip bulunduğu savunulmuştur (13). 

İnsan haklan düşüncesi, doğal hukuk akımına göre her dönemde insanlığa yön göstermiş ve günümüzdeki hukuk düzenlerinin kuruluşunda önemli roller oynamıştır. Baskı ve haksızlığa karşı her zaman insanı ve haklarını savunan akımlar olmuş ve bunların gelişmeleri sonucunda insan hakları kavramı günümüzdeki anlamıyla içerik kazanabilmiştir. İnsan haklan düşüncesi. Fransız devrimi gibi toplumsal devrimiere öncülük etmiş ve insan topluluklarının belirli bir evrim süreci içinde gelişmelerine katkıda bulunmuştur. İnsan 
hakları savaşımının bu yönünü görmezden gelmek olanaksızdır. İnsan haklarının gelişimi ile beraber otoriter devletten ölçülü devlete ve sonunda günümüzde sivil toplumu benimseyen ve ona karşı saygılı olan demokratik devlete geçiş gerçekleşebilmiştir. İlkçağlardan buyana insanların doğuştan gelen haklarının oluşturduğu insancıl bakış açısı gelecekte de insanlığın yazgısını belirleyecektir (14). 

Yaşamın düzeyinin yükseltilmesi insancıl bakış açısının önemi yadsınamaz. Devlet güçlendikçe insan haklarına daha çok önem verirse ve geliştirirse, sivil toplum ile arasındaki çelişkiler en alt düzeye iner: İnsanlık için yaşam düzeyinin yükselmesi, devletin insan haklarını geliştirmesine ve korumasına bağlı gözükmektedir. Artık politika ve devlet yönetimi için önde gelen ilke insan haklarıdır. 

KAYNAKÇA 

1 -Poulantzas, Nicos -Devlet ve toplum üzerine , Felsefe Dergisi, Sayı 87/2, s. 69·78. Çev. Ergin Kopartan, 
2 -Yumer, Ruhdan -Sivil Toplum ve Bilim beraberlik olarak devlet, Sayı 40, Kış, 1988, s. 17-33. 
3 -Rae, Douglas -The Egalitarian State, The State, Edited by Stephan Gravn 1979, W. Norton, Company New York, s. 37·54. 
4 -Kuçuradi, ioanna -İnsan Hakları Açısından Dünya Problemleri Karşısında Felsefe, Türkiye Dünya Problemleri, Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara 1986, s. 58-72. 
5 -Ünver, Naci - Devlet ve Birey, Cumhuriyet, 7.2.1989. 
6 -Erem, Faruk -işkence, Türkiye Ankara 1988, s . .197-207. Barolar Birliği Dergisi sayı: 2, 
7 -Tanilli, Server İstanbul 1981. - Devlet ve Demokrasi, s. 570 vd. Say Yayınları,  
8 -Demiray, Metin -işkence Üzerine Çeşitlemeler, Yarın Dergisi, sayı 8, Ağustos 1985, s. 18·19. 
9 -Huber, E. R. -Modern Endüstri Toplumunda Hukuk Devleti ve Sosyal Devlet, Çev. T. Ansay, AÜHF Dergisi 1971, sayı I. 
10 -Eroğul, Cem 2, s. 125-129. -Esas Sorun Devlettir, Gelecek Dergisi, Güz, 1989, sayı 
11 -Bumin, Kürşat -Vazgeçilemeyen sayı 16, Haziran 1980, s. 162-170. Devlet, Toplumcu Düşün Dergisi, 
12 -Laski, Harold 1966, s. 66 vd. -Devlet, Köprü Yayınları, Çev. Esin Öri.ic:ü, İstanbul 
l3 -Çağı!, Orhan Münir -İnsan Hakları ve 1984, 1·4, İstanbull984, s. 112. Tabii Hukuk, İÜHF Dergisi 
14 -Heilbroner, Robert 1978, no: 2, s. 12·20. -The Human Prospect, DIALOCUE, Volumc II, 

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİGİ DERGiSi, 1989/6 

http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder