2 Kasım 2015 Pazartesi

90'larda ne olmuştu: Güneydoğu'da polis ve asker




90'larda ne olmuştu: Güneydoğu'da polis ve asker


  • 2 Eylül 2015
90'ların tanıkları, o dönemi asker, sivil, politikacı ve gazeteci olarak yaşayan, çatışmalarda yakınlarını kaybeden kişilerle görüşerek, Güneydoğu'nun 1990'lı yıllarından bugüne kalanları 5 bölümden oluşan bir yazı dizisiyle ele alıyoruz.
Yazı dizisi 90'lı yıllarda orduda görev yapan askerlerle başladı; o yıllardaki sivil yaşam, faili meçhuller kelimesi ile vücut bulan insan hakları ihlalleri ve bölgede gazeteci olmak başlıklarıyla devam edecek.
''Üçü Tunceli'de pusuya düşürülen özel tim görevlisi olmak üzere 5 kişi şehit oldu."
3 Temmuz 1992 tarihli bir gazete kupürü, yukarıdaki cümleyle 1990'lı yıllarda haberlerden eksik olmayan asker ve polis ölümlerinden birini veriyordu.
Haberde adı geçen, hayatını kaybeden özel tim görevlilerinden biri ise, Şehit Polis Aileleri Dayanışma Derneği'nde görüştüğüm Durdu Hızarcı'nın kardeşi Mehmet Çatal'dı.
Hızarcı kendisinden 10 yaş küçük kardeşinin doğduğu günü anlatarak başlıyor, yoksulluklarını ve kardeşinin bu nedenle üniversiteye gidemediğini anlatarak devam ediyor.
1990'lı yıllar onun için "Kürdistan'ı kurmak isteyen, ülkeyi bölmek isteyen teröristler ile savaş" anlamına geliyor.
Kardeşi Mehmet Çatal'ın nasıl öldürüldüğünü sorduğumda, "Şoförleri izne ayrılmış. 3 arkadaş nöbet değişimi yapacak. Arkadaşlar yorulmasın ben görev yerine götüreyim demiş. Pusuya yatan teröristler mezradan ateş açıyorlar. Sonra gittik arabayı da gördük, kurşunları da gördük. Kardeşime kurşun sıkanlar vatanı bölmek için kurşun sıkıyorlar" diyor.
Hızarcı sakin bir ses tonuyla anlatsa da öfke dolu sözleri. "O teröristlerin de bir anne babası varmış. Olmasın. Öyle çocuklar doğurmasın analarımız. Eğer öyle vatana millete hain bir evlat yetiştirirsem ben çeker evladımı vururum. Ant olsun ki vururum" diyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) 1990'lı yıllarda birisi binlerce askerin katıldığı Çekiç Harekatı olmak PKK'ya yönelik çok sayıda operasyon düzenledi.
1990'lı yıllarda tırmanışa geçen şiddet eylemleri ve çatışmalar binlerce asker ve polisin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı. Bayrağa sarılı tabutlar ve devlet ricalinin katıldığı cenaze törenleri o yılların en sık görülen fotoğraflarındandı.

Doğan Güreş: "Valiler ne desem yapıyordu"

Askerin cephesinde ise bir sıkıyönetimin fiilen uygulandığını 1990 ile 1994 arasında Genelkurmay Başkanlığı yapan Doğan Güreş Fikret Bila'nın Komutanlar Cephesi isimli kitabı için şöyle anlatıyordu:
"Sıkıyönetim niye ilan etmiyorlar? Ben biliyorum niye ilan etmediklerini! Sıkıyönetim ilan ederiz, sonra darbe yaparlar mı, diye düşünüyorlar. Hissediyorum. Yoksa ben onların tepesine biner ya sıkıyönetim ilan edin ya da ben birliklerimin başında kumandayı ele alıyorum, derdim. Ama her istediğimi yapabilecek bir ortam veriyorlardı bana. Fiilen dolduruyordum. Sanki sıkıyönetim varmış gibi fiilen dolduruyorduk. Öyle çalışıyorduk. Durum onu gerektiriyordu (…) Demirel de memnundu. Valilerin hiçbiri bana bir şey demiyordu. Yetki sende değil, demiyordu. Hepsi ne dersem yapıyorlardı."

"Birbirimizi böyle öldüre öldüre nereye kadar?"

Peki 1990'lı yıllarda asker ve güvenlik güçleri ne yaptı? Askerler açısından ortam nasıldı?
1999 yılında Şırnak'ta özel kuvvetlerde tim komutanlığı da yapmış olan Metin Gürcan, anılarıyla anlatıyor o günlerin etkilerini:
"Ben Kore gazileriyle görüştüm, savaş anılarını çok gururla anlatırlar. Kıbrıs gazileri de aynı şekilde. Fakat 1998'de mezun oldum. 1999'da özel kuvvetlerde görev yaptım. Orada görev yapan personelin üzerinde de bir gurur vardı mutlaka. Zor şartlarda görev yapmak, vatanın birliği beraberliği için görev yapmak... Ama bu mahzun bir gururdu bu. Kore'de veya Kıbrıs'ta savaşanlar gibi değildir."
1993 yılında Maltepe Askeri Lisesi'nde öğrenciyken ders vermeye gelen ve onlar için "rol model" olan, bazıları Güneydoğu'da görev yapan komutanların Güneydoğu'da olanları anlatmadıklarına dikkat çekiyor.
Sonra unutmadığı bir anısını anlatıyor: "99 Şubat ayında Öcalan teslim olmuş. 99 Nisan ayında peşmergelerle birlikte operasyona çıkmıştık. 4 PKK'lı öldürülmüştü. Bir tanesi kadındı. Tim komutanı yüzbaşı bir defter okuyordu yanında. O da özel kuvvetlerdeki en örnek aldığımız insanlardan biri. Kadının tuttuğu günlük vardı elinde. Annesiyle ilgili bölümü okuyormuş ben yanına gittiğimde. 'Birbirimizi böyle öldüre öldüre nereye kadar' diye sordu. Bu soru hep benim aklımdadır."

"PKK ile mücadelede Kandil'de yapılmalıydı"

Gürcan o dönem çatışmaların şehirlere daha az yansıdığını söylüyor ve bugünle bir kıyas yaparak kaygısını dile getiriyor: "O zaman şiddet çok yükseldi ama kırsalda kaldı. Şehirlere, halka yansımadı. 90'larda çatışmalar daha askeriydi, daha kırsaldaydı ve daha nizamiyeye yakındı."
1990'ların başından itibaren bölgede görev yapan, Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan binbaşı rütbesiyle emekli olan Mete Yarar ise o dönem TSK'nın stratejini "felsefe olarak" eleştiriyor.
Yarar, "PKK ile mücadele Türkiye sınırları içinde değil Kandil'de yapılmalıydı" diyor.
Türkiye topraklarına fiili olarak askeri bir güç kullanmanın doğru olmadığını söyleyen Yarar, "Bu işi Kuzey Irak topraklarında çözecektiniz. Kendi topraklarınızla uğraşmayacaktınız. Bu tür örgütlerle mücadele etmek istiyorsanız, başka ülkede konuşlandığı yerde bunu bitirebilirsiniz. Silahlı Kuvvetler Türkiye sathında kullanılmamalıydı" diye açıklıyor görüşlerini.
Hayatını kaybeden arkadaşlarını hatırlatan Yarar, 90'larda yaşanan insan hakları ihlalleriyle ilgili sorularımı yanıtlarken en çok, o günlerde Güneydoğu'da olanları görmemekle suçladığı topluma atıfta bulunuyor ve ekliyor:
"Silahlı kuvvetler bu işten en çok mağdur olanlardan bir tanesi. En samimi olduğum onlarca arkadaşım hayatta değil şu an. Çocukları babasız kaldı, eşleri kocasız kaldı. İnsanların çocukları öldü. 90'ların eleştirisini yapacaksak önce toplumdan başlayalım."

"Türkiye'nin yüzde 80'i gri bölgeydi"

Hem Metin Gürcan'a hem de Mete Yarar'a adı 90'lı yıllarla birlikte anılır hale gelen faili meçhulleri soruyorum. Kim yaptı bunları?
"90'ların sorunu vicdan sorunudur" diyor Mete Yarar.
Orada görev yapmış bütün asker ve polis için aynı şeyi söyleyip söyleyemeyeceğini sorduğumda, "En ufak bir endişem yok. Ama herkesin hesabını ben veremem. Kimseyi aklayamam, karalayamam da. Bir kurum adına konuşma yetkim de yok. Bu devlet bu silah kuvvetler kendi içinde yanlış yapan kimseyi hukukun karşısında korumadı. Önüne zırh koymadı" diyor.
Kendisine görev yaptığı sürece hiçbir zaman bir mezhep veya etnik kimlik üzerinde emir verilmediğini vurguluyor.
O gün yaşananları ise "gri alan" ile açıklıyor: "Her ülkenin gri alanı vardır. O günlerin en büyük sıkıntısı şu, normalde bir ülkenin gri alanı yüzde beşi, yüzde altıyı geçmez. O zaman ülkenin neredeyse yüzde 80'i gri alandı. O bölgede yaşananların yüzde 80'i gri alandı. Onu oluşturanları engelleyemediğiniz müddetçe yapacağınız hiçbir şey yok."
Gri alandan ne kast ettiğini sorduğumda ise, hukuk, toplum, basın, uluslararası kuruluşların denetiminin olmadığı bir alana işaret ediyor ve "Bu gri alanın denetlenmesinde kim vardı o zaman? Ne kalıyor geriye? Vicdanınıza kalıyor. İyi bir insansanız, içinizde Allah korkusu varsa, ahlaklıysanız yapmazsınız" diyor ve yaptıkları işin vicdana bırakılmayacak kadar önemli olduğunu vurguluyor.
Metin Gürcan ise "En büyük faili meçhul mezarlığı nerede derseniz, birincisi Şırnak, Cizre ve özellikle Kasrik boğazının civarına bakın derim. İkincisi Kandil'in civarına bakın derim. Bu da çok önemli" diyor ve "Faili meçhuller bölgede olduğu kadar, örgütün içinde de vardı" diye ekliyor.
Gürcan ayrıca devletin kontrolünde illegal yapılar ile ilgili soruma ise "Varsa bile, ki olduğuna dair kuvvetli emareler var sahada, demek ki devlet bunu paralel bir mücadele olarak yürütmüş. Belki bu da bir başarısı devletin. Sahadaki askeri mücadeleyle bunu karıştırmamak lazım. Ama tabii geçmişiyle de yüzleşmesi lazım" diyor.

Bir mezarlık olarak Güneydoğu

Gürcan sohbetimizin sonunda bir benzerini benim de Şanlı Urfa' dan Ceylanpınar'a giderken yaşadığım bir anısını anlatıyor: "Bakın bölgede her yer mezarlık. Beni en çok etkileyen şeylerden biri. 2006'da Gabar bölgesinde bir korucuyla çıktık. Adam bir başladı anlatmaya; şu tepenin ardında benim kardeşim şehit oldu, gerideki yerde amcamın oğlu mayına bastı. Şurada bilmem kim öldü diye. Adam dağları ve tepeleri yaralılarla, ölülerle yani aslında mezarlarla anlatıyor. Adamın arazi tarifi öyle. Ben eminim PKK boyutunda da iş böyle. Arazi ölümlerle ve yas süreçleriyle kirlenmiş. Siz bir mezarlık içinde yaşamak ister misiniz?"
Eski Milli Savunma Bakanlığı'nın 2014 yılında açıkladığı verilere göre, 2014 yılına kadar TSK'dan 5 bin 347, bin 378 köy korucusu, 283 polis ve sivil 5 bin 791 kişi olmak üzere 13 bin kişi hayatını kaybetti.
TBMM'de İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nda oluşturulan bir alt komisyonun 2013 yılındaki raporuna göre ise 22 binden fazla PKK militanı düzenlenen operasyonlarla öldürüldü.

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder