26 Eylül 2015 Cumartesi

SİYASAL KAPKAÇÇILAR




Siyasal Kapkaççılar



YEKTA GÜNGÖR  ÖZDEN.

04.04.2005/Sayı:79


Kiminin “Dünya tersine döndü, deyişiyle anlatmaya çalıştığı çelişkilerle aykırılıkların boyutu gerçekten ölçülemez düzeye geldi. İçerde ve dışarda her gün üzücü durumlara ilişkin haberlerle ne olacağını ve nereye gidildiğini düşünüp tartışan insanlarla karşılaşıyoruz. Demokrasinin biçimsel koşullarından biri olan seçimlerin şaşırtıcı sonuçları, sağduyu özleyişinin doruğa çıkan çığlıkları, demokrasiden yararlanarak oldubittiler ve zorbalıklarla yönetime elkoyma çabaları, yağmalar, öldürmeler birbirini izliyor. Gerçeklerle gerçekdışılıklar birbirine karışmış durumda. İçte ve dışta tehlikeli, tırmanışlar seziliyor.
Sevr özlemiyle yanıp tutuşan, Lozan’ın intikamını almak için çırpınan Avrupa ülkeleri ve yandaşları AB sürecinde Türkiye’yi güç durumda bırakacak her yolu geçerli sayarak baskılarını artırmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Devleti’ni tanımakla birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne son verecek Protokol imzalanacak, görüşmeler başlayıncaya kadar alacakları dışında görüşmeler sırasında da Kurtuluş Savaşı’yla itilen isteklerinin kabulü için dayatacaklardır. Dinsel azınlıklar, Kıbrıs, Ege, sözde ermeni soykırımı yanında şimdi de Türkiye, İran, Suriye’deki kürtleri tek çatı altında toplamayı amaçlayan “Demokratik konfederalizm”den söz ediliyor. Nevruz, kutlamalarını kötüye kullanarak içlerini döken kürtçülerin Diyarbakır’da açtıkları dövizlerde bunlar okunuyordu. İçimizdeki hain şebekenin büyük kesimiyle medya olduğunu bilmeyen kalmadı. Batıdan beslenen, eğitimini belli yerlerde yapıp belli yerlerde çalışan niteliksiz, kişiliksiz, bilgisiz, nankör kimileri nasıl aldıkları kuşkulu bilimsel sıfatları ya da yerleştikleri köşeleri kullanarak kin kusuyorlar. Kürtçülerin, şeriatçıların, faşistlerin hepsinin arkasında AB’ciler var. Yine Nevruz’u izleyen günlerde Diyarbakır’da “AB sürecinde Kürt’üm, tarafım, haklarımı istiyorum, kampanyasının başlatılmasının nedeni AB kışkırtmasıdır. Neresinden bakılırsa bakılsın haklı hiçbir yanı bulunmayan bu tür yaklaşım ve girişimlerin Türkiye’de kürt devleti kurmak çabasının bir evresi olduğu açıktır.
Yıllardır Türkiye Cumhuriyeti kurucularıyla birlikte karalanıyor. 1930’ların dünyadaki seçkin cumhuriyetlerinin başında sayılan Atatürk Cumhuriyeti’ne edilmedik söz bırakılmıyor, 1950 sonrası laçkalıklara neden olanlar unutuluyor, unutturuluyor. Üstelik acındırıcı yayınlarla, adları verilen yapılanmalarla kurucularla kurtarıcıların önüne geçiriliyor. Yazılarıyla ne olduğunu iyice gösterenlerden biri Sultan Abdülhamit’in dehası(!)ndan söz ederken “1940 yılında ulaştığımız gelişme seviyesi, ancak 1914’deki seviyemizdi” diyebiliyor. Bir yenisi çıkıp duygusallığa dayanan zamansız, gereksiz, yersiz yorumlarıyla lâiklik, ulus devlet, ulusalcılık için veryansın ediyor. Zamanı, ortamı, koşulları, olanakları, tebaadan birey, ümmetten ulus olmayı gözardı ederek lâikliğin değerini yitirdiğini, birleştirici öneminin kalmadığını, devleti kutsamanın faşistlik saydığı milleti kutsamaya dönüştüğünü, böyle solculuk olmayacağını, lâik kesimin ulusta kutsallık aramasının, faşistlik olduğunu, aydın kesimin AB’ni antimiliter olduğu için istediğini, cumhuriyetin demokratikleşmesi gerektiğini, ulus devletin kuruluş gerekçeleriyle bugün yaşanamayacağını, Batı’nın ulusal egemenlik retoriğinin dışına çıkmamızı istediği bir ironi olduğunu anlatıyorlar. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın gereklerini, amacını, sonuçlarını asla gözetmiyorlar. Günümüzdeki iç ve dış olaylar sarmalını görmezlikten geliyorlar. Cumhuriyetin demokrasiyi amaçlayarak bilim devleti olarak kurulduğunu, cumhuriyeti kuran Türkiye halkının oluşturduğu ulusun milliyetçiliğinin ırka dayanmadığını, lâikliği benimseyen herkesin aynı düşünmediğini unutuyorlar. Yabancılardan etkilenerek, onların beğenisi kazanacak biçimde konuşup yazmak moda oldu. Medya bunları vitrine çıkarıyor. Yansız, bilgili, kişilikli kimselere dakika vermiyor. Bilimsellikten uzak çocukça, şımarıkça görüşlerle sunulan hep Türkiye karşıtları. Bir yazar “Medyanın Günahı” başlıklı yazısında kimi sorunları sıralamıştı. Bunlar olmasa, bunlara güvenmeseler “Apo’ya, İmralı’ya selâm. Dişe diş, kana kan seninleyiz Öcalan” çığlıkları atılabilir miydi? Terörbaşının ablalarının elleri kardeşleri yerine konularak ve ona yaranmak için öpülmüyor mu? Ulusu oluşturan çoğunluğun içindekilerin, her yere, her kata gelmiş kişilerin ayrılıkçıların, yabancı kuklalarının peşinde koşmalarının anlamı açık seçik ortadadır. AB yetkililerine Türkiye’nin sömürgeleri, üsleri olmadığı anlatılmadıkça bu çirkinlikler artarak süreceğe benzemektedir, protokolu nasıl değerlendirip uygulayacaklar bir gösterge olacaktır.
Halkımız onur yaralayıcı tepkisizliklere, ilgisizliklere katlanamadığı için Bayrağa sarılmaktadır. Mersin’de kürtçülerin denemek ya da karşıtlıklarıyla amaçlarını pekiştirmek için çocuklara çiğnetip yakmaya çalıştırdıkları Bayrak olayından sonra bu terbiyesizliği, bu düşmanlığı kınayacak yerde belli kişiler ve kuruluşlar milliyetçilik kışkırtmasından sözetmeye başladılar. Kimileri de yüzsüzlük yapıp provakasyon bahanesi getiriyor. Bu yaşta, bu eğitimi almış çocukların bayrağı bir-iki kişinin önerisiyle yakmaları inandırıcı olamaz. Aile ve soy bağları incelendiğinde bilerek, isteyerek yaptıkları anlaşılır. Bunları bu yola itenler yaptırımlardan korkanlardır. Çocukları kullanacak kadar alçalanların amaçları bellidir. Avrupalılar kendi ülkelerindeki küçük bir olay için büyük önlemler alırken Türkiye’deki büyük olaylar için küçük önlemleri bile fazla bulmaktadırlar. Devletin simgesi, ulusun kutsal varlığı Türk Bayrağı yerine ikinci bayrak kullanıp dolaştıranlar, zafer işareti yapıp kürtçe konuşup söy1eyenlerin utanmazlığı tepkilerde ölçüsüzlüğü, aşırılığı haklı kılmaz. Sağ duyuyu yitirmeden gerekli yanıtların verilmesi, hukuk yolları izlenerek sonuç alınmalıdır. Ancak dinciliği öne çıkaran, ulusalcılığa önem vermeyen iktidarın anlamsız hoşgörüsüyle bu olaylar çığrından çıkmaktadır. “Ruhsatsız arsaya Atatürk büstü dikmek” benzetmesiyle dolaylı bir kınamaya gidilmiştir.

Gerçekdışı savlar

Osmanlı devletine karşı oyunlara girmeleri, ayaklanmaları, Türklere saldırıları nedeniyle uzaklaştırılmak, başka yerlere ve ülkelere gönderilmek istenen ermenilerin karşılaştıkları kimi olayları yalanlarla süsleyip soykırım olarak göstermek hukuksal koşullara asla uymadığı gibi gerçeklerle de bağdaşmamaktadır. Ermenilerin yaptıkları, toplu mezarlara gömdükleri unutulmuş, savaş ortamında ve olağan önlemler sırasında karşılaşılan iki yanlı saldırılar yine batılıların kışkırtmasıyla Osmanlıyla hiçbir ilgisi olmayan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmak istenmiştir. Batılıların kendi yaptığı soykırımlar, işgaller, elatmalar, sömürgeci ve yayılmacı anlayış, kapitalizmin emperyalist açılımları unutturularak Türkiye yargılanmıştır. ABD’li tarihçi Justin McCarthy’nin büyük bir gerçekçilikle anlattıkları suçlamanın çirkin bir yaygara olduğunu ortaya koymaktadır. ABD ırkçlığı, AB bölgeciliği hiçbir kural tanımamaktadır. Kırgızistan olayları, Gürcistan, Ermenistan, Ukrayna’dan sonra başka ülkelerin de sırada olduğunu göstermektedir. Bu zorbalıkları Türkiye’de bile denemeye kalkışabilirler. Atatürk ve arkadaşlarının sağlam temelini bu nedenle yıkmak istemektedirler. Ermenileri öldüren kürtler değil midir? Ermenileri öldürenlerin çocuklarının oturduğu köyleri PKK yakmamış mıdır? Belgeler ermenileri yalanlamıyor mu?

Ermeni terör örgütü Asala’nın kıydığı değerlerimize değinen, Azerbaycan işgalini kınayan Avrupa ülkesi yok. Kürtçüler ve şeriatçılar gibi ermenileri kışkırtan da Türkiye’yi istemeyen Avrupalılar. Oysa her ermeni onlar gibi düşünmüyor. 1991’de Tokat’ta Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün büyükboy portrelerini çerçeveletip evinin güzel bir köşesine koyan, ayrıca sineklerin kirletmemesi için naylonla kaplayan İmasti hanımla, Türkiye’den ayrılan yakınlarını kınayarak Atatürk ve arkadaşlarına övgüler yağdıran İstanbul’daki M. Tütüncüyan’ı unutamam. Niksar’da anneleri ermeni olan arkadaşlarımız vardı, hepsi de bizim gibi düşünen insanlar. Şimdi sormacalarda kimi birlikteliklere karşı çıkılıyorsa, giderek pekişecek yurttaşlık bilinci unutulup karşıtlığa dönüşmenin nedeni yine batılıların kışkırtmasıdır. Dostluk yerine düşmanlık seçilmesinin ağırlığı ermenilerde ve destekçilerindedir.

İnkârla sıyrılmak mı?

Başbakanın Genelkurmay Başkanı’na seslenişi (hitabı) tartışma konusu oldu. Görüntülerle yayımlandığı, duyulduğu gibi bir sesleniş olmadığı ve duyulmadığı savunuldu. Bunlara inanmayanlar, duymaları nedeniyle kendilerine güvenini yitirdiğini yazanlara rastlandı. Göz gördüğüne, kulak duyduğuna inanır, inkâr mı gerçek mi, belirlemekte güçlük çekilmektedir.
Bu arada Kara Kuvvetleri Komutanı’nın Irak politikası olmadığına ilişkin sözleri eleştirildi. Sanırız komutan gerçekçi, yeterli, etkin, doyurucu bir politika olmadığından yakındı. Yoksa şöyle ya da böyle elbet bir politika vardır. Ama bu gözlenen politika değildir. Ayrıca Komutanın konuşmaması gerektiği söylenip yazıldı. Kanımızca, konuşmasında sakınca yoktur. Öteden beri “Asker kılıcıyla, yargıç kararıyla konuşur” sözünü gerektiği yerde söylerim. Ancak, “Konuşması gerekenlerin sustuğu yerde susması gerekenler konuşur” sözü de benimdir. Sınırlarımızın savunulması saldırıların karşılanıp giderilmesi, bunlara ilişkin önlemlerin alınması Kara Kuvvetleri Komutanlığının başlıca görevleri kapsamında bulunduğundan Komutanın bu konularda konuşması doğaldır, hatta gereklidir. Bizde işine gelmeyenlerin yararlı konuşmaları eleştirdiklerini herkes bilir. Benim için Meclis’e saçma bir öneride bile bulunulmuştu. Oysa görev gereklerine, yargıçlık niteliklerine aykırı bir davranışım, konuşmam ve yazmam olmadı. Türk Devrimi’ni, Atatürk ilkelerini, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, lâiklik ve cumhuriyeti savunmama katlanamadılar. Olaylar beni doğruladı. Değerbilmezler her değere saldırırlar.

Bir Anımsatma : 

Atatürk’ü inkâr edenler neleri inkâr etmezler ki.
Apo’nun Türkiye korumasında, güven içinde yaşadığı yalan mı? AB’nin, Türkiye’ye baskı uyguladığı, ikilemli davrandığı, yabancıların, başka yöreleri bölgeleri bırakıp yalnızca güneydoğuya gelip gittikleri, kimi Büyükelçilerin bile kışkırtıcı davranışlarda bulundukları doğru değil mi? Teröre karşı hangi görevdeki ya da emekli yurttaşımız Apo kadar korunuyor? Ermeni soykırımı savı, BOP, AB’nin istediği ödünler için de Genelkurmay Başkanı ne diyor, halk bunu öğrenmek istiyor. Bayrak için açıklanan duyarlık beğeniyle karşılanmakla birlikte önemli öbür olaylar için de beklenti var.
Mersin’deki olaylardan birkaç gün sonra, ancak Genelkurmay bildirisi yayımlanınca tepki verip ilgi gösterenler yine suskunluğu seçtiler. Ayrılıkçıların önceki imza kampanyası takipsizlik kararıyla sonuçlandı. İkincisi AB görüşme süreci başlayınca AB’ne verileceği gözdağıyla imzaya açıldı. Bakalım yetkililer, ilgililer, sorumlular ne diyecekler?
AB’nin yabancılara oy hakkı ve azınlık baskıları ne sonuç getirecek? 17 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ne olacak göreceğiz. Türkiye’nin ABD’nin bir eyaleti olmadığı yine kanıtlanacak mı? yoksa İncirlik Üssü hükümet kararıyla serbest mi bırakılacak? Kırgızistan olaylarına “Devrim-Ekspress devrim-halk devrimi” diyenlerin yanılıp yanılmadıklarını birileri herhalde anlatacaktır.
Karmaşa mı kargaşa mı
AB’nin paralı sözcüleri giderek artmakta. Akçalı destek alan derneklerin proje yardımı savunmasıyla giriştikleri propaganda çalışmalarının alanı genişliyor. Emperyalizmin kanatları giderek büyüyor. Bayrak olayının hafife alınmasına çalışanlar cirit atıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüş ve açıklamalarını “fetva” diye sunanlar var. Ülkemizdeki lâikleri düşman sananlar ve böyle suçlayanlar Avrupa Hıristiyan Demokratlarının üyeliğine başvuruyor. Milli Eğitim Bakanlığı sanat ve sporla ilişkiyi kesecek, ilgiyi azaltacak program düzenlemelerine başlıyor. İktidar, Atatürk’e ilişkin ne varsa yıpratmak yıkmak, unutturmak çabalarına sessiz kalıyor. Okullarda 18 Mart törenleri Atatürk’ün adı anılmadan düzenleniyor. Çanakkale’ye giderek alternatif tören düzenleyen gericiler Atatürk’den asla söz etmiyor. Bu büyük insan ülkeyi kurtardığı, herkesi yurttaş olarak sahibi yaptığı devleti kurduğu için mi suçlu? Sürücü kursu sınavına sıkmabaşla giren öğrenciyi almayan öğretmene ceza verilmesinin anlamı nedir? Djyarbakır’da PKK ve Apo lehine atılan sloganlarla birlikte PKK’nın “Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi”nin flamasının açılmasını neleri göstermektedir?
Atatürk’ün kızı Sabiha Gökçen’in aramızdan ayrılışının dördüncü ölüm yıldönümünde kaç kişi, kaç kuruluş, nasıl andı? Kimi gazetelerin Fethullah’a ayırdığı yerin kaçta kaçı kadar Gökçen’e yer verildi? Kim olduğu ve neler yaptığı iyi bilinen Said-i Nursî için düzenlenen toplantıya İstanbul’da katılanlarla kutlama gönderenlerin sayısı tehlikeyi anlatmıyor mu? Nevruz’un Türklerin bayramı olduğunu gözardı edip kürtçülere yaranmak için “Newroz” diye yazanlar kimin nesi?
Yabancı hayranlığı uyduluk ve uşaklığa dönüşünce, Kürtçülük ayrımcılığı demokratlık olarak savunuldukça daha çok çarpıklıklarla karşılaşılacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin yabancılara koşulsuz toprak satımına getirmek istediği ölçüler bile eleştiri konusu olmuştur. Anlamadan, öğrenmeden, bilmeden yazıp çizmek beceri değildir. Anayasa Mahkemesi’ni, özellikle yöneticilerini eleştirecek çok neden bulunabilir, kararları bilimsel yönden tartışılabilir ama gerekçesi yazılmadan, yürürlükteki Anayasaya uygunluğu amaçlayan denetimini karalamak asla doğru değildir.
Kapkaç ve gasp olaylarının öldürmelerle birlikte giderek arttığı günümüzde eve-yatak odasına giren hırsızların öldürülmesinin cezasız bırakılmasını istemek, koşulları gözetmeden bu yola gidenleri cezasız bırakmak çözüm olamaz. Yatak odasına evin başka bir bölümüne girenlerin kötü eyleminden döndürmek, saldırılarını önlemek için girişilen davranış ölüm sonucunu getiriyorsa koşulları gözeterek ceza verilemeyeceği kuralı getirilebilir. Önceden hiç ceza verilmez denemez. Sanırım öneriler bu doğrultudadır.
Yinelemekte yarar var, Atatürkçülüğü dışlayan asla Kuva-yı Milliyeci olamaz. Cumhuriyet, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ikinci evresidir. Demokrasinin beşiğidir. Kurtuluş Savaşımız, Türk Devrimi’yle tamamlanmak istenmiştir. Cumhuriyet bir ulusal eğitim düzenidir. Özellikle bizim için. Kurtarıcı ve kurucuları, olayların başını, sonunu bilmeden kişisellik ürünü nedenlerle eleştirmek, kurumları ve kavramları yozlaştırmak eski tüfek olmanın gereği olabilir ama cumhuriyeti cumhuriyet yapmaya andlı nitelikli yurttaş olmanın gereği olamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve sonra kurulan siyasal partilerin yaptıklarıyla onlara dayanılarak yapılanları, alınan olağan ve zorunlu önlemleri eleştirmek, günün koşullarında kimi görüş ve tutumlarıyla öne çıkan sorumluları karalamak kolaylığını seçip 1950 sonrasına değinmekten kaçınanların çözüm önerilerine rastlanmıyor. Bayrağa saygısızlığa tepkilerden korkanlar ve gocunanlar, PKK militanları önünde değil de saldırıyı savuşturmaya çalışan Türk Silâhlı Kuvvetleri önünde canlı kalkanlığa soyunanlar, Güney Kıbrıs Türk Devleti’ni tanıyarak KKTC’nin geçersizliğine attığı imzayı “Teknik konu” nitelemesiyle savunanlar, TBMM’nin “Ne günlere, kimlere kaldık” dedirten Egemenlik Ödülü’nün kimi adayları, aşırma yayınlar, göz nuru, alın teri, kutsal emek ürünü mallarımızın hazıra konan yabancılara satılmasıyla başarma, yaratma gücümüzün kırılması yeterince söz konusu edilmiyor. Değinilmiyor bile. Silahlı Kuvvetlerimizin temsil, yönetim, komuta, anlam ve ağırlık yönünden etkisiz ve güvenilmez bir duruna gelmesine yönelik iç ve dış çabaların sinsice sürdüğüne ilişkin kuşkular üzüyor ve düşündürüyor.

Siyaset Pazarı

Tuzu kuru medya çocukları için ABD Başkanı’nın konuşmasında sözde ermeni soykırımına değinmesi, Kongre’nin bu konuda karar alması için Cumhuriyetçi Parti milletvekili ve senatörlerince imzalanan önerinin önemi yoktur. Bir değerli gazetecinin “Türklerden ödün istenecek, Rumlara ödül verilecek” deyişi, gülünçtür. Yine bizim medya militanlarına göre AB’nin ve ABD’nin gözüne girmek için yapılan tüm saçmalıklar, verilen ödünler, eğilmeler, eziklikler, aymazlık ve sapkınlıklar AB’ne girmenin ve demokratlığın gereğidir. Gerçekte kimi devşirme bilimcilerin, kimi siyaset soytarısının, kimi medya dansözlerinin iyiliklere ilgisizliği, kötülüklere ilgisi Mütareke Basını’nı aşan başkalaşmalarının sonucudur. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Haklarını ve Demokrasiyi Destekleme Raporu’ndaki yanlış değerlendirmelere karşı çıkan da olmadı. Özellikle yargının dış etkilere açık olduğuna ilişkin bölüm ajanların yanlı ve amaçlı iletmesine bağlanmalıdır. Bir sözümü anımsıyorum “Yargının bağımsız olduğunu söyleyemeyiz ama bağımlı olduğunu da ileri süremeyiz. Yapılacak çok şey var. Yargımıza etki yapacak güç, değil Türkiye’de, dünyada yoktur.” Yargının bağımsızlığı, kolluk güçlerinin yansızlığı mutlak sağlanarak söylentiler ve yakıştırmalar önlenmelidir. Bağımsızlık ve güvence birlikte ele alınmalıdır.
Lozan Barış Antlaşması’nın dışına çıkarak eğitimde çokbaşlılığı getirecek azınlıkları artırma hazırlıkları yenilenme ve ilerleme sayılamaz. Çanakkale Savaşları’nda boş yere kan döküldüğü savunulamaz. Yasamsal olmayan savaşları cinayet sayan Mustafa Kemal Atatürk suçlanıp kimileri kimi yakınlıklar nedeniyle okşanamaz. Vekil imamların kadroya alınması uygun karşılanamaz. Tüm bu olumsuzluklar karşısında üstlerine yaranmak için sinen, susan pısırıkları utandırması gereken olay, Bayrağımıza saldırıyı önleyerek hakettiği ödülü Şehitler ve Gaziler Derneği’ne bağışlayan polis memurunun soylu davranışıdır. Hiçbir kişisel amacı ve beklentisi olmayan içtenlikli bir yurttaş duyarlığıyla kimi konulara değiniyor, hiçbir karşılık istemeden gençleri destekliyorum. Kaç kez karşı çıktığım siyasal partilere Hazine yardımının doğru olmadığı görüşümde haklı çıktığımı gösteren belirtiler çoğalıyor. Olanlar Türkiye’mize oluyor. Yazık değil mi? Hazine yardımının hiçbir yararı yoktur. İsteyen istediği yerden para alıyor, buluyor. Değişik yöntemlerle para verenler de biliniyor. Devlet, halkın parasını çoğu gereksiz giderler için partilere vermek zorunda değil. Partlilere üye olmanın en doğal gereği ödenti vermeyi, bağışta ve destekte bulunmayı bilecekler. Partisinin olanaklarından yararlanmayı bilenler o kuruluşun akçalı gücüne katkı yapmayı görev sayacaklar. Partilere verilen paralarla devlet neler yapabilirdi. Öğretmenine, hekimine, teknik adamlarına, diplomatına gereken aylığını vermeyeceksin, partilere para dökeceksin. Vakıflara, derneklere nasıl verilmiyorsa partilere de verilmeyebilir. Üstelik siyasal transferler para için yapıldıkça haksızlığın ağırlığı büyüyor.
Ayrılmaları, katılmaları gördükçe partilere giriş, partilerden çıkış nedenlerinde kimi çirkinlikler saptanıyor. İlke yok, tutarlılık yok. Medyamız siyasal ahlâka gereken önemi vermediğinden ayrılma ve katılmalar da alkışlar ve rozet takmalarla değerlendiriliyor. Birkaç yıl önce ayrıldığı partisinin proğramı, tüzüğü, yöneticileri değişmiyor, dönüp dolaşıp oraya geliyor. Anlaşılıyor ki kimi duygusallıklar, kimi kişisel sürtüşmeler, Bakanlık beklentileri, partizan istekler etkili oluyor. Kürtçe selâmlamak, kürtçe şarkılar söylemek, sıkmabaşı serbest bıraktıracağını anlatmak oy avcılığının, halk dalkavukluğunun hâlâ geçerli olduğunu ortaya koyuyor. İnanç sömürüsünden, ilkellikten kurtulmadıkça siyaset bekleneni veremez. Kimsenin ülkeyi, devleti, gençleri düşündüğü yok. Bilim, sanat, spor için, siyasal etik için doyurucu bir söz duyulmuyor. Ne yaptığı belli kişilerin, nasıl olduğunu bilinen partilerin kapısı çalınıyor, yeniden seçilmek için.
Ayrılıkçıların tüm bahanelerini ellerinden almak, ulusal birliği güçlendirmek için “haksızlık ve eşitlik” söylemlerinin ayrıntısı saptanıp tartışılmaz ilkelerdeki birliktelikte anlaşılarak yurttaşlıkta buluşmanın gerekleri ortaya konulmalıdır. Bu ülke, bu bayrak hepimizin. Azınlığa özenmenin anlamsızlığı, ulusal kimliğini inkâr edenin yurttaş olamayacağı kesin dille anlatılmalı, yalpalamalar bırakılmalıdır.
Kıbrıs’ta Denktaş’ın ilkelerinden uzaklaşanlarla destekçileri tarihsel sorumlulukların altında ezileceklerdir. Başbakan ile Adalet Bakanı’nın Yeni Türk Ceza Yasası’nın yürürlük zamanı konusunda birbiriyle çelişen sözleri yönetim durumunu açıklamaktadır.
Birbirinden ayrılması olanaksız, Türk Devrimi’nin kaynağı ve dayanağı olan Atatürk ilkelerini anlatan Kemalizm’le Atatürkçülüğü karşılaştırmanın en azından aymazlık olduğu unutulmamalıdır. Daha çok gericiler 30 Ağustos 1922’den sonrayı benimsemez, Atatürk yerine Mustafa Kemal demeyi yeğler. Atatürk, Mustafa Kemal’le birlikte aramızdan ayrılmasından sonra ki özgün yerini de kapsayacak biçimde tüm yapıyı, tüm anlamıyla Kurtarıcı ve Kurucuyu kapsar. Milliyetçilikle anlatılmak istenen ulusçuluk ve ulusalcılık da böyledir. Ayırmak yıkıcılıktır.

Şamata

Renkli basın hemen iktidarı övmeye başladı. Halkın, çalışanların emeklilerin büyük ölçüde sıkıntı çektiği dönemde büyümeyi rakamlarla şişirme yarışına giriştiler Tok açın durumunu bilmez ki. Büyük paralar alanların geçim sorunları yoktur.
Birkaç yazar yine sıkmabaşı dillerine, kalemlerine doladı. İktidar yöneticilerinin eşleri üniversitedeki bir törene ya da toplantıya sıkmabaşla gelirse üniversite ilgilileri ne yapsın? Zor mu kullansın, kabalık mı etsin? Dışardan gelenlerin üniversite kurallarına saygı duyması, özen göstermesi gerekir. Onlar bu terbiyeyi yansıtmazsa, incelik ve anlayış göstermezse bunu bir açıklık olarak değerlendirmek yanlıştır. Torunların ortamı karartma çabaları siyasetçilerden destek bulsa da akıl, bilim ve ahlâk yolu onlara kapalı kalacaktır.
Kimi yönlerden boşluk, bozukluk, yanlışlıklar içeren özürlü Türk Ceza Yasası’nın yürürlüğünün iki ay ertelenmesi bir çözüm değildir ama kimi yararları olabilir. Yanlıştan dönmeyi erdem bilmek anlayışının yerleşmesi için olumlu bir başlangıç sayılabilir.

http://www.turksolu.com.tr/79/ozden79.htm

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder