3 Aralık 2019 Salı

Türkiye - NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilânçosu,

Türkiye - NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilânçosu,


Türkiye - NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilânçosu, Ne NATO İle.., Ne De NATO suz.,!





















Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü, 
Sait Yılmaz,

26 Nisan 2011

Türkiye - NATO İlişkilerinde 60 Yılın Bilânçosu: Ne NATO İle Ne De NATO’suz!
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi

NATO eski NATO değildir, Değişime uğramıştır, 
Dönüşümü hep devam edeceğe benzemektedir,


   Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü (NATO[1]) 

12 Ülkenin katılımıyla 4 Nisan 1949' da Washington'da kurulmuştur. 

Kolektif Savunma amaçlı bir örgüt olan NATO'yu kuran Kuzey Atlantik Anlaşması'nın 5. Maddesine göre NATO üyelerinden birine yapılan saldırı tümüne yapılmış sayılacak ve karşılık, kolektif olarak verilecektir. 

  NATO, kurulduğu 1949 yılından 1989 yılına kadar geçen 40 sene içinde Avrupa'nın güvenliğini tartışmasız bir şekilde temin etmiştir. NATO Kurucu Antlaşmasının imzalandığı tarihte, NATO'nun öncelikli amacı eski Sovyetler Birliği'nin politikası ve giderek büyüyen askeri kapasitesinin oluşturduğu potansiyel tehdide karşı üye ülkeleri korumaktı. Sovyetlerin çöküşü sonrası 1991 yılında Roma'da onaylanan yeni NATO stratejisi; toplu savunma yeteneği korunurken, diyalog ve işbirliğine bağlı geniş kapsamlı bir güvenlik yaklaşımı getirmiştir[2]. 1990 yılında Sovyetler Birliği dağıldığında 16 olan NATO üyesi ülke sayısı Soğuk Savaş sonrası genişleme dalgasında önce Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya, 1999'da; Bulgaristan, Estonya, Letonya, 2004'de; Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya; 2009'da ise Hırvatistan ve Arnavutluk'un katılmasıyla 28 olmuştur. 
Soğuk Savaş sonrası ortamın gerçeklerine kendini uyarlamaya çalışan NATO, esaslı bir dönüşüm sürecinden geçmeye devam etmektedir.

NATO'da Değişim ve Dönüşüm:

   NATO, Sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve işbirliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. Ayrıca örgütün, güvenlik konusunda istikrarı bozabilecek yeni yapılanmalara engel olmak ve kendi yapılanmasının etki alanını arttırarak istikrar sağlamak maksadıyla genişletilmesine karar verilmiştir. NATO'daki değişim;

- Soğuk Savaş döneminin Sovyet tehdidinin kalkması ile madde 5 dışı (kolektif savunma harici) ve alan dışı görevlere yönelmesi,

- Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) ile uyum çalışmaları ve Berlin Plus (NATO kabiliyetlerinin AGSP'ye açılımı ile ilgili anlaşma),

- Komuta ve kuvvet yapısındaki değişimler,

- Rusya, Ukrayna ve Akdeniz ülkeleri işbirliği platformları

-BİO [3] ve Avrupa-Atlantik İşbirliği Konseyi (EACP) çerçevesindeki işbirliği çalışmaları,

- Eski Yugoslavya ve Afganistan'da operasyonlara katılması gibi alanlarda yoğunlaşmıştır.


Komuta ve kuvvet yapısı çalışmaları kapsamında; 9 ana NATO Karargâhı kapatılmış, 1 karargâhın da yeri değiştirilmiştir. 
NATO komuta yapısı karargâh sayıları % 45 oranında azaltılmıştır. NATO harekâtlarının bazı giderlerinin NATO bütçesi tarafından karşılanması uygulamasına geçilmiştir[4]. Yeni komuta yapısı stratejik, operatif ve taktik seviyede olmak üzere 3 ana grupta düzenlenmiştir. Stratejik Seviyede Avrupa Müttefik Komutanlığı (SHAPE); yine Avrupa Müttefik Komutanı (SACEUR) komutasında olmak üzere Müttefik Harekât Komutanlığı (ACO) adında operasyonel sorumluluğu olan yeni 
bir komutanlığa dönüştürülmüştür. 'Müttefik Harekât Komutanlığı', Belçika Mons'taki SHAPE Karargâhı vasıtasıyla icra edilecek tüm ittifak operasyonlarından sorumludur. NATO üyesi ülkelerin asker sayılarında neredeyse % 40-50 oranında bir indirime gidildiği gözlenmektedir. Soğuk Savaş döneminin statik ve tamamen savunma amaçlı olarak, belirli sorumluluk bölgelerinde konuşlu kuvvet yapısına 1991 yılında son verilmiş ve yeni stratejik konsept ile birlikte kuvvet kategorileri ve hazırlık seviyeleri geliştirilmiştir.

NATO Avrupa'sı 15.000'den az olmayan ana muharebe tankı, 25.000 zırhlı personel taşıyıcı ve (ABD'deki yaklaşık 4.000 adede ilave olarak), 3800'e yakın savaş uçağına sahiptir. Küresel savunma harcamalarının % 60 kadarını harcayan NATO'nun genişlemesi askeri boyutta gittikçe açıklanamaz duruma gelmektedir. 

Bu yüzden NATO temel olarak askeri bir örgütten, bir güvenlik örgütüne dönüşmektedir. NATO, sadece Avrupa'da değil tüm dünyada en itibarlı ve kuvvetli güvenlik kurumu olmaya devam etmektedir[5]. Ancak, Soğuk Savaş sonrası değişen ve genişleyen güvenlik ihtiyaçları çerçevesinde; ne NATO, ne de AB tek başına bir güvenlik şemsiyesi sağlama durumunda değildir. ABD dışındaki ittifak üyelerinin savunma harcamalarının gittikçe daha da azalmakta olması endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. NATO'nun istenen seviyeye yaklaşması için tek yol olarak, ABD ve İngiltere'ye ilave birkaç ülke dışındaki diğer ülkelerin de yıllık savunma harcamalarını GDP'lerinin % 2'sinden yukarıya çıkarmaları beklenmektedir[6]. 

Ayrıca, günümüzde ortak bir tehdit olmadığı için 
5. Maddenin uygulanmasında da sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. 

Afganistan buna bir örnek teşkil etmektedir. Birçok ülke, halkına Afganistan'a neden çarpışmaya gidildiğini izahta güçlük çekmektedir.

Soğuk Savaş Dönemi NATO ve Türkiye İlişkileri:

Türkiye, 1952'den itibaren NATO'nun üyesi olarak, Soğuk Savaş süresince NATO'nun güney kanadında 610 km.lik Sovyet sınırının savunulmasında kritik bir rol aldı. 
Bu dönemde, Türkiye, özellikle ABD'nin desteğiyle, gittikçe artan Sovyet tehdidine karşı NATO'nun savunma şemsiyesi altında kendine güven bulabildi. 
Yaklaşık 60 yıldır, NATO'ya üyelik, Türkiye'nin savunma politikasının temel taşı olmuştur. Türkiye, ittifakın koruyucu şemsiyesinden yararlanırken, kendi adına da, Batı dünyasının ortak savunmasına ve bölgenin güvenliğine önemli bir katkı sağlamıştır. Türkiye, NATO'ya girdikten sonra TSK ve Dışişleri Bakanlığı personelini, kendi tecrübelerinden de istifade etmek suretiyle Batılı ülkelerin sistemlerine göre eğitti. ABD başta olmak üzere, Almanya, Fransa ve İtalya ve İngiltere ağırlıklı silahlanmaya yöneldi. Harp okullarında subayların eğitimlerinin geliştirilmesinde çeşitli ülkelerde önemli bulunan özellikler alındı. Mevcut Harp Akademilerine ilaveten, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Pakistan gibi ülkelerin harp akademilerinde ve NATO'nun müşterek akademilerine (NATO Savunma Koleji gibi) de eğitim maksadıyla Türk subayları gönderildi.

NATO, Türkiye için modernizasyon ve Batı ile yakın ilişkiler konusunda olumlu bir ortam oluşturmuştur. Türkiye de buna karşılık NATO'ya olması gerekenden çok 
fazla bağlılık ve sadakat göstermiştir. Türkiye, modern harp silah ve araçlarına biraz daha fazla sahip olabilme uğruna, ekonomik gücünün çok üstünde bir silahlı kuvveti muhafaza ederek hem NATO'nun insan gücü açığını kapatmış, hem de kendi teknolojik yetersizliğini bu şekilde telafi etmeye çalışmıştır.

Türk Yöneticiler için NATO, Türkiye'nin güvenliğini sağlamaya yarayan bir ittifaktan fazlasıydı ve Türkiye ile ABD arasındaki askeri ve ekonomik ilişkilerin 
biçimleneceği çerçeveyi oluşturmaktaydı. 1961 yılında Ankara'daki Amerikan Askeri Yardım Kurulu bütçe projeksiyonun gerekçeleri; Türkiye'nin bağımsızlığını (Sovyet uydusu olmaması), Batıya bağımlılığının devamını ve Sovyetlere karşı koymaktaki kararlılığı ve kapasitesinin artırılmasını öngörüyordu. 
İkinci Dünya Savaşı ve ardından gelen NATO üyeliği, Türkiye'nin silah ihtiyacının büyük ölçüde ABD tarafından karşılanmasına yol açmış, bu da yerli silah 
sanayinin gelişmesini engelleyerek, Türkiye'yi yurtdışından silah ithalatına bağımlı kılmıştır.

NATO ve NATO ülkeleri ile ilişkilerde Türkiye, geçmişte çeşitli haksızlıklara uğramıştır. 1962 yılında ABD-SSCB görüşmeleri sonucunda ABD, Türkiye'deki Jüpiter füzelerinin sökülmesi konusunda Türkiye'nin haberi olmadan tek taraflı bir karar almıştır. ABD'nin tamamen takip edildiği bir dönemden ve Amerikan yanlısı koşulsuz bir politikadan sonra, Özellikle 1963' teki Kıbrıs krizi esnasında olmak üzere, Türkiye, ittifakın getirdiği güçlüklerin bilincine varacaktır. 
Türk yöneticilerin bu bilinçlenmesi kademeli olarak gerçekleşmiş fakat Batı bloğuna dâhil olma sorgulanmamıştır. 

Kıbrıs ile ilişkilerde 1964 Johnson mektubunun yarattığı büyük şok yaşanmıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Türk ordusunun silah donanımının modernizasyonu 
açısından bir dönüm noktasıdır. Bununla beraber, NATO çerçevesi olmasa idi Türkiye ve Yunanistan'ın bir savaşa girişmesi kaçınılmaz olurdu, kısaca NATO, 
muhtemel bir Türk-Yunan savaşını da önlemiştir diyebiliriz. Ancak, Sovyet yayılmacılığına karşı Batı, Türkiye ile ittifak yapmakla yetinmedi. 

Türkiye'yi Batı yörüngesine sokmak ve iç dinamiklerini ele geçirmek için çalışmalara başladı. 1949 yılında yapılan ikili anlaşma ile Türk milli eğitimi ABD 
güdümüne sokuldu. Batı ve özellikle ABD tarafından, 1980'lere kadar komünizme ve sola karşı mücadele kapsamında sağ örgütlenmeler desteklendi.

Soğuk Savaş Sonrası NATO ve Türkiye:

İkinci Körfez Savaşında NATO platformunda Fransa, Patriot füzelerinin savunma amaçlı olarak Türkiye'ye gelmesini önlemek istemiştir. 

   11 Eylül 2001'e kadar NATO, terörle mücadeleye bir atıfta bulunmaz ve bu konuda 4. maddedeki konsültasyon ile yetinirken, 11 Eylül'den sonra 5. madde yani kolektif savunma söz konusu olmuştur. NATO üyesi bazı Avrupa ülkeleri, Türkiye'nin terörle yapmakta olduğu mücadeleye, çeşitli nedenlerle doğrudan veya dolaylı olarak engel olmaya çalışırken, kendi ülkelerinde terör örgütünün yapılanma ve faaliyetlerine bugün de göz yummaya devam etmektedirler. 2003'ten beri ise Türkiye, ABD karşısında gücünü tartmakta dır. Söz konusu olan, Türkiye'nin ABD ile olan ilişkilerinin ve NATO bünyesindeki konumunun bir birinden ayrılmasıdır. 

Ancak, bu ayrışmada Türkiye, ne Avrupa Birliği, ne de diğer güç merkezlerini bir alternatif olarak görememektedir. ABD, yeni dönemde Türkiye içindeki hesaplar 
için İslamcı, gerici, Cumhuriyet düşmanı akımlar ve etnik bölücülüğü teşvik ve tahrik edici kurgular sağladı. İki ülke ilişkileri tekrar, 'Atlantik ötesi ilişkilerin etkin ve adil bir ortaklığa dönüşmesi' ya da "Model Ortaklık" gibi İslamcı yaklaşımlara Batı elbisesi giydiren muğlâk pazarlıkların arkasına saklanmıştır.

NATO anlaşmasının 5. maddesi, saldırıya uğrayan üye Devlet için müşterek bir destek garantisi sağlamaktadır. Ancak, Türk yöneticiler, bir çatışma halinde 
ittifakın onları yeterince desteklememesinden endişe etmektedir. Soğuk Savaş döneminin sona ermiş olmasına rağmen Türkiye, NATO'nun Avrupa'daki 
etkinliğinin gelecekte azalmayacağı kanısındadır ve NATO'yu Transatlantik ilişkilerin temel politik ve askeri yapısı olarak görmektedir. Bu nedenle, henüz 
bu ittifakın yerini doldurabilecek köklü bir yapı bulunmadığından, NATO İttifakı'na önem vermeye devam etmektedir. NATO içerisinde karar alma sürecinde her üye ülkenin de eşit oy hakkı bulunmakta ve kararlar oybirliği ile alınmaktadır. Türkiye'nin de bu karar alma mekanizması içerisinde kendi ulusal çıkarlarına ters düşen bir kararın çıkmasını tek başına engelleme gücüne sahip olduğu da bilinen bir gerçektir. Türk yöneticiler için, NATO; bugün, Türkiye'yi Batıya bağlayan tek fiili bağı ve Batı güvenlik ve savunma politikalarının tanımlanmasına katılımı için tek imkânını oluşturmaktadır. NATO dışında kalacak bir Türkiye'nin Batılılar tarafından kolaylıkla hedef haline getirilebileceği ve BM Güvenlik Konseyi'ni Türkiye aleyhine de çalıştıracak senaryolar üretebilecekleri 
unutulmamalıdır.

Türkiye, verilen sözlerin unutulması ve her defasında başka engellerin çıkarılması karşısında, AB'ye sunduğu askeri birlik, imkân ve kabiliyetlerini 2007 yılında tek taraflı bir kararla geri çekmiş ve AGSP ile ayrılık sinyallerini vermiştir. Bu konuda Türkiye'den diğer güçlü bir tepki de Aralık 2008 tarihinde Dışişleri 
Bakanlığından gelmiş ve AB ülkelerinin verdikleri sözlere uymalarını ve attıkları imzalara sadık kalmalarını belirten bir Türkiye mektubu yayımlanmıştır[7]. 

Türkiye'nin AGSP yapısından uzak tutulmasında AB ülkelerince birliğe üye olmaktan en uzak ülke olması algısının önemli olduğu değerlendirilmektedir[8]. 
NATO ve AB, Türkiye'ye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ilgili konularda baskılarda bulunmaktadır. Rumlar, "Türkiye kendilerini tanımıyor ve NATO'ya 
girmelerine izin vermiyor" diye, NATO ile Avrupa Birliği arasındaki tüm işbirliğini veto etmiştir. Rumlar'ın, NATO ile AB arasındaki işbirliğinin esaslarını belirleyen 
Güvenlik Anlaşmasını veto etmeleri ile iki kurum arasındaki bilgi akışı durmuştur[9].

Sonuç:

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra dünya siyasetinde ve buna paralel olarak güvenlik politikalarında değişim olmuş, Türkiye'nin yakın coğrafyasındaki ülkeler ile ilişkileri, gelişen siyasi duruma bağlı olarak yeni bir mecraya girmiştir. 

Türkiye, artık güvenliğini tamamen NATO çerçevesinde düşünmenin dışına 
çıkmıştır. Dünyadaki yeni gelişmeler, Türkiye'nin önüne, tarihi, kültürel ve soy bağlantıları ile yeni fırsatlar çıkarmıştır. Türkiye'nin NATO'yu dışlamadan ve 
Batı ile ilişkilerini kesmeden, menfaatlerini ve güvenliğini bu yeni sahalara da taşıması gerekmektedir. NATO eski NATO değildir, değişime uğramıştır, 
dönüşümü hep devam edeceğe benzemektedir. Yeni üyelerin katılımı ile ABD'nin kontrolü artmıştır. Ayrıca, yeni tehdit algılamaları ışığında oluşturulan 
stratejileri ile de alan dışına çıkmaya başlamış ve etki alanını bir noktada bütün dünya olarak algılamaya başlamıştır. Yapılan değerlendirmeler ışığında, 
28 üye ülkenin tümü ele alındığında ortaya çıkan sonuç, "Ne NATO'suz, ne de NATO'yla" işlerin tam olarak yürüyebileceği dir.

[1] NATO: North Atlantic Treaty Organization.
[2] HERD, Graeme P., John Kriendler, (2008), Understanding NATO in the 21 st Century Alliance Strategies, Security and Global Governance, Routledge, 
     New York, p.121.
[3] Orta ve Doğu Avrupa'da, Orta Asya'da ve Kafkaslar'da ortaklar edinmek amacıyla oluşturulan Barış için Ortaklık (BİO) Projesi.
[4] HAMILTON Daniel S., (2004), Transatlantic Transformations: Equipping NATO for the 21st Century. Center for Transatlantic Relations, 
     Johns Hopkins University, Washington D.C., p.106.
[5] SPIEGELEIRE, Stephan De, Rem Korteweg: Future NATOs, NATO Review,      (Summer 2006), p.5.
[6] CODNER, Michael, (2003), Hanging Together:Military Interoperability in an Era of Technological Innovation, Royal United Services Institute for 
     Defence Studies, London, p.14-15.
[7] MSB Vecdi GÖNÜL'ün konuşması, Türkiye NATO Asamblesi, Antalya Güvenlik Konferansı, (30-31 Ocak 2009).
[8] ERHAN: a.g.e., (2006), s.146.
[9] Hürriyet: NATO'da Yeni Kriz, (09 Nisan 2009).


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/turkiye-nato-iliskilerinde-60-yilin-bilncosu-ne-nato-ile-ne-de-natosuz


***

2 Aralık 2019 Pazartesi

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN İN TÖRENİ AÇIŞ KONUŞMASI., BÖLÜM 2

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN İN TÖRENİ AÇIŞ KONUŞMASI.,  BÖLÜM 2




YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN.,

25/04/1994

Yaşam Yalnız ekonomi değil, En az onun kadar Hukuktur. 
Ekmeksiz kalınabilir, Onursuz kalınamaz.

Atatürk'e, devlete, değerlere ve kişilere karşı her tür çirkinlik ve küçüklüğü sergileyen, sayrılıkları yansıtan yayınlarla, nerelere sızıp yuvalandıkları, 
nasıl korundukları üzüntüyle izlenen kimi bilimsel sanlı saldırganların çokluğu, insanlık ve demokrasi düşmanı bu örgütlenmenin akçalı gücü konusunda dış desteği de içeren haklı soruları, bunlara karşı ne yapıldığı eleştirileriyle birlikte gündeme getirmektedir. Hak ve özgürlüklere, kişilik ve onura saldırmak, yıkıcılık ve bölücülük yapmak, kıyıma hedef göstermek demokrasinin değil, çürümüşlük ve kokuşmuşluğun başlangıcı olacağından, ulusal düzeyimizi, uygar ortamımızı korumakta hukuk görevlilerini daha özenli ve daha duyarlı olmaya çağırıyorum.

Yasama organı kişi hak ve özgürlüklerine, özellikle özel yaşamın gizliliğine, onura yönelik saldırıları öncelikle önleyecek kuralları yürürlüğe koymalıdır. Karışıklık ve teknik bağlamda kirlilik yaratan yayınlara olanak veren 133. madde değişikliği gerçekleştirilirken, kimi yakınmalara neden olan ve yargı bağımsızlığı gibi devletin temelini ilgilendiren 159. maddenin bırakılması üzücü ve düşündürücüdür. Adaleti etkin olmayan devletin gücü, özlenen düzeyde olmaz. 159. maddenin çözüme bağlanması ivedilik, öncelik ve zorunluluk taşırken 133. maddenin değiştirilmesi, siyasetin hukukun önüne geçirildiğinin ilginç bir kanıtıdır. Böyle düzenlemeleri gözeterek hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmak çabamızı ödünsüz sürdüreceğiz. Özgürlükleri kötüye kullanma ve ortadan kaldırma özgürlüğü yoktur. Değişik biçim, yol ve yöntemle daha etkin olan düşünsel eylemlerin "suç" olup olmayacağı çok iyi düşünülmelidir.

Anayasa Mahkemesi, Yetersiz kurallar ve Yetersiz olanaklarıyla denetimi daha yararlı duruma getirememenin sorumlusu değildir. 

Ayrıca,

Anayasa Mahkemesi'ne iptal ve itiraz başvuruları eleştirilip kınanmamalı, başvuranlar çelişkili görünseler bile Anayasa'ya aykırılığı giderme olasılığı 
ve hak arama özgürlüğünün kutsallığı nedeniyle beğeniyle karşılanmalıdır. 
Anayasa'ya aykırı yasa ve KHK. çıkarmakla, aykırılığı belirgin düzenlemeler için yargı yoluna başvurmamak eşdeğer tutumlardır, ikisi de hukuka saygıyla bağdaşmaz. Nasıl Anayasa'ya uygun yasa çıkarmak ve uygulamalar yapmak iktidarın görevi ise, Anayasa'ya aykırı yasa çıkartmamak ve uygulamadan önlemek de muhalefetin görevidir. Tersine tutumla muhalefet de Anayasa'ya aykırı davranmış olur. Sorun kişisel değildir ki isteğe bırakılsın.

Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yasası değişiklik taslağının Adalet Bakanlığına iletilmesinin üç yıla yaklaşmasına karşın bir işlem yapılmaması, etkinliği, yararı ve başarıyı önlemiştir. Hiç bir gider gerektirmeyen gerçekçi düzenlemeler, sağlayacağı işlerlikle devletimizi güçlendirecek, yargıyı daha yapıcı, ulusumuzu daha mutlu kılacaktır.

Adalet Bakanlığınca sunulan tasarıları, yasama organının günümüz siyasal yapısının yarattığı umutsuzluğu, duyurduğu kuşkuları giderecek biçimde yasalaştırması beklenmektedir. İnanç sömürüsünün oy getirdiği sanılarak bu yöne ağırlık verilip bu konuda bir yarışa girişileceği endişesi boşa çıkarılmalıdır.

TERÖR

Terörün nice yurttaşımızı aramızdan aldığı zaman ilgisiz ve sessiz kalan, Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerdeki insanlık dışı eylemlerle etnik arındırma ve soykırımı boyutundaki iç savaşları destek sağlayacak biçimde izleyen ama ülkemize gelerek siyasal ve hukuksal kimi konularda bir tür yargıyı etkileme, sorgulama ve içişlerimize karışma görünümlü girişimlerde bulunan yabancı temsilcilere gerekli yanıtlar en etkin biçimde verilmiştir. Bağımsızlık ve egemenliğimize asla gölge düşürmez, toz kondurmayız. Zorbalık ve saldırganlığı okşayacak her davranışın karşısında olduğumuz gibi insan haklarına, demokrasiye ve antlaşmalarla kabul ettiğimiz kurallara aykırı işlem ve oluşumlara da karşıyız. 

   Kurallarımızın uluslararası ölçütlere koşutluğu ve uygunluğu ivedi olarak sağlanmalı, gerekli yasal düzenlemeleri sonuçlandır malıyız. 

Dostluğa değer veren ülkemizin Birleşmiş Milletler üyesi olarak başarıyla yerine getirdiği görevler hepimize kıvanç vermiştir. Yurtdışına asker göndermenin 
değişik sakıncalarının gözetildiği, duygusal değil gerçekçi davranıldığı, sözde dostlarımızın, ülkemizi Balkan, Avrupa kavgası içine çekme, dışardan 
çevirme, içerden bölme oyunlarına gelinmeyeceği kanısındayız. 
  Kıbrıs, Azerbaycan ve Bosna-Hersek olayları haklı kuşkuları doğurmuştur. 
Silâh yerine hukuku geçiremeyen insanlık, kendine mahkûm eder. 
  Bosna vahşeti, Sırp barbarlığı, Batının ve Birleşmiş Milletlerin yüzkarasıdır. 
Bu konularda uluslararası hukuk ve yargı kuruluşlarına iki kez duyuru yapıp, iki kez de açıklama yayınladık İçimizdeki yapay ayrımlarla düşmanlarımızı 
sevindirmeyelim. TBMM nın Anayasal görevleri kapsamındaki dogal işlemlere karşı çıkacak kadar içişlerimize el atan Avrupa Kuruluşlarının obur ülkeler için 
suskunlukları, haksız tutumlarının çarpıcı belirtisidir. 

Kimi komşularımızda ve kimi İslâm devletlerindeki oluşumlar yolumuzu ve yönümüzü doğrulamaktadır. ’

Siyaseti her şey ve devleti yalnız siyasal partilerle yasama ve yürütmeden oluşan sayıp yargıyı yadsıyacak biçimde gözardı etmek ya da dışlamak 
demokrasiyle çelişir. Geçerlikleri Anayasa'da kaynaklanan hukuksal değerlen birbirine eşit devlet güçlerindeki görevlileri "seçilmiş- atanmış" diye ayırarak öğrenim süresini, deneyimi, çalışma yıllarını hiçe saymak asla doğru değildir. Ulusal egemenlik ister seçilmiş, ister atanmış olsun kendi alanında yetkili organlar eliyle kullanılır.

Demokrasiden ayrılmadan, hukuku en geçerli, en sağlıklı ve en etkin ölçüt olmaktan ötede ulusal ve evrensel bir güç sayarak yaşamımızın gerçek 
aydınlığı yapmalıyız.

KİMİ ÖNERİ VE DİLEKLER - KİMİ GÖRÜŞLER

Anayasa değişikliği ülkemizin gündemindedir. Siyasal nedenler buna elvermiyorsa, Anayasanın beklenmesini gerektirmeyen yasa değişiklikleri 
gerçekleştirilerek antidemokratik kurallar ayıklanmalı, hukuksal yapı arındırılmalıdır.

* Ulusumuza daha yaraşır bir Anayasa bir an önce hazırlanarak insan haklarına dayanan Türkiye Cumhuriyetinin demokratik ve lâik niteliğini güçlendirici kurallar getirilmelidir. Demokratik toplum düzeninin gereklerine verilecek anlam, çağdaş hukuksal yapıyı sağlar. Anayasa yazıldığı zamanki değil, yorumlandığı zamanki gibi algılanır. Amaç ve erekler, biçimsellikten çok, zamana uyumlu, günlük gereksinimleri karşılayan hukuksal devingenlik aranır. Anayasa yapıcılarının yoruma yer bırakmayacak ayrıntılarla geleceği tutmaları, gelişmeleri engelleyici biçimde kendi istenç ve öngörülerim genelleştirip sürekli kılmaları uygun değildir. Anayasa, hukukun kaynağıdır, geçerlik dayanağıdır.

* Ülke gereklerine uygun, çağdaş, adaletli seçim yasalarıyla yasama organı kurulmalı, bu konu gerekirse anayasal sisteme bağlanarak sık sık değişikliğe gidilmesi önlenmelidir.

* KHK., Olağanüstü durum, yasa zorunluluğu durumları yeniden düzenlenmelidir.

* Yargı denetimine konulan sınırlamalar kaldırılmalı, doğal yargıç ilkesine dönülmelidir. Yargı denetimi, hukuksal gerçekçiliğin ve adaletin utkusudur. Yargının güçlü olduğu yerde kimse yalnız değildir, kimse güçsüz değildir. Yargıya saldıranlara karşı özellikle ve öncelikle hukukçular, herkes duyarlı olmalıdır. Güvencelerin güvencesi olan yargının etkisiz duruma düşmesi devletin yıkılmasıyla birdir. Hukuksuz ve yargısız yaşamı onursuzluk bilmedikçe kötülükler önlenemez. Kimse hukukun dışında ve üstünde değildir. Denetimsiz ve sorumsuz kişi ve kuruluş kalmamalıdır.

Anayasa Mahkemesi'yle ilgili kurallar, kuruluş ve üye seçiminden anayasa değişikliklerini öz yönünden incelemeye, kararların verildiği gün yürürlüğe girmesine ve kararlara aykırı tutumlara karşı etkin yaptırımın getirilmesine kadar yenilenmelidir.

* Hiç bir yargıç, özellikle yerel mahkemeler siyasal baskılarla karşılaşmamalıdır. Adaletin içindeki adaletsizlik en katlanılmaz durumdur. 

Dinsel amaçlı sızmalar varsa önemle ele alınmalıdır. Baroların tam bağımsızlığı gerçekleşmelidir.

Anayasanın 159. maddesi bağımsızlık ve yararlılık gözetilerek yakınmaları giderecek biçimde değiştirilmeli, kurul üyeleri bir dönem için 
yalnız kurul işleriyle görevli olmalı, yüksek yargı organları Kurul'a ve Anayasa Mahkemesine seçimleri doğrudan yapılmalıdır.

* Cumhurbaşkanının, ilgili Anayasa maddelerindeki koşullara uygun olarak yapması öngörülen görevlerle kullanacağı yetkiler, özellikle yargı alanında yeniden düzenlenmeli, geçmişteki olumsuz örnekler anımsanarak koşullara uygunluğu ölçüsünde geçerli bu yetkilerden aşırıları parlamenter sistemin sınırlarına çekilmelidir.

* Anayasa hukukunu, ülke gerçeklerini yeterince bilmeyen, bilmezlikten gelen ya da anlamak istemeyen ama her şeyi herkesten iyi biliyormuşcasına akıl öğretmek biçiminde önerilerde bulunan kimilerinin yanaşma ve yaranma çabası ya da gizli siyasal amaçlarla gündeme getirip savundukları ve devletin üst katlarının da katıldığını yaymaya çalıştıkları konular ve zamanlaması ilginçtir.

Bunlardan "Başkanlık Sistemi", ayrıntısı ilgili ve yetkililerce bilimsel düzeyde tartışılabilir, ülkemiz koşullarına uygun olmadığı gibi yararlı da değildir. Güçler ayrılığı ilkesinin özenle uygulanması ve yargı denetiminin etkinliği böyle bir yönteme gerek bırakmaz. Kişisel egemenliğe yol açacak bir önerinin sakıncası, yararından çoktur.

Temelde anayasal bir kavram ve kurum olan, başka türlü düşünülmesi olanaksız vatandaşlığı, aykırı örnekler vererek, devleti, ülkeyi ve ulusu dışlayarak, özgün adını anmayarak "anayasal vatandaşlık" biçiminde önermek, yanlışlıktan ötede yanılgıdır. Bireylerin oluşturdukları ulus,devletin kurucu öğesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adını bölmeye ve paylaşmaya boylece etnik özellikleri siyasal ayrımlarla somutlaştirmaya yönelik çabalara olur verilemez. Her devletin bir ad. olur yurttaşlar da etnik kökenleri ne olursa olsun, yurttaşı oldukları devletin adıyla tanınır, onun vatandaşlığın, taşırlar. Türkiye Cumhuriyetimi kuran halk için- dekı tum değişik topluluklarla Türk Ulusu'dur. Ülkemizde uluslararası 
andlaşmalarda belirtilen er dışında, özellikle müslüman azınlık herhangi biçimde azınlık sayılacak ya da çoğunluktan çıkarılıp azınlığa indirilecek bir topluluk yoktur Hiç bir uluslararası kural da böyle bir sava, kendi yazgısını be ırleme hakkı vererek ayırmaya elverişli değildir. Ülkemizde bir etnik topluluk sorunu değil, değişik ülke sorunlar, içinde değişik etnik topluluklar vardır. Yapay sorunlarla ulusal birliği bozmak isteyenlere yeni savlar olanağı verecek, Türk Ulusu yapışma ve bilincine aykırı ödünsel tanımlara gerek yoktur.

 Anayasanın 66. maddesinin birinci fıkrası ayrılık ve ayrıcalık ,çın değil birlikteliği vurgulamak, kimi yersiz çekinmeler gidererek kimliği açıklama Özgürlüğünün engellenmediğini göstermek içın düzenlenmiştir. 

Bu, bir ırk belirlemesi, vurgulaması ya da üstünlüğü değil, vatandaşlık adının belirtilmesidir. 

Öngörülen "Türkiye Cumhuriyet. Vatandaşlığındır. Ayrılık ve ayrıcalığı önleyen, birleştirici ve tumleyıcı tanım, vatandaşlığın adını öngörmektedir. 

Türk Ulusunun bireyi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı olmaktan başka anlama gelmeyen, her zaman açıklanan etnik köken bağını kaldırmayan anlatım biçimi yurttaşlar arasındaki eşitliği de vurgulamaktadır. Irka dayalı bir tanım soz konusu değildir. Yurttaşlık niteliği ve ulusal birlik vatandaşlıkla 
anlatılmıştın I ürk Ulusu da ırkçılık anlayışı üzerine değil insanlık temeli üzerine kurulmuştur. Bu konu özellikle ele alındığında aynı doğrultuda başka yazılış biçimleri, görüş ve öneriler de açıklanabilir. Dayatmalarla Cumlıuııyet in temeli olan ulusal nitelik değiştirilemez ulusal yapı bozulamaz. Tekil devlete aykırı istemler ve ayrı ulus savı dinlenemez.

Anayasa Mahkemesi nın siyasal partilerle ilgili kararlarında yinelediği gibi kimsenin etnik kimliği, soy kökekini açıklaması yasak değildir. 

Böyle bir özgürlük bulunmadığı savı da gerçek dışıdır. Devlet dili Türkçe olup özel yaşamda anadil kullanılması yasağı da yoktur. Gizlendiği aşama 
aşama ortaya çıkarılacağı anlaşılan aykırı istemlere ortam ve olanak hazırlama niteliğindeki çabalarla yöntemler geçerli olamaz.

* Egemenlik bağsız-koşulsuz Türk Ulusunun olup TBMM'nin değildir. TBMM ulusal egemenliğin yasama-yürütme alanında yetkili kılındığı bir organdır Yargılama yetkisini, ulus adına, bağımsız mahkemeler kullanır. Bu yetkinin geçerliği ve saygınlığı için, ulusun egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar, eliyle kullanacağı kuralı özenle korunmalıdır. Güçler ayrılığının bu doğal sonucu ulusal istençle ters düşmediği gibi olumsuzlukları da aykırılıkları önleyecek evrensel bir olgudur.

Bu bağlamda yasa çıkarma, af ve ölüm cezalarını onama dışında yargı konusunda yetkisi bulunmayan yasama organının yargı işlemlerini geciktirmesi, 
engellemesi düşünülemez. Anayasa Mahkemesi kararlarını geçersiz kılma ve sonuçsuz bırakma görünümündeki tutumlar, yasama organının yüceliğiyle bağdaşmaz.

Anayasa’nın geçici 15. maddesinin tümü değiştirilemiyorsa, son fıkrası ivedi değiştirilerek demokratik aydınlık sağlanabilir. Anayasanın 174. maddesindeki "devrim yasaları" teokrasiden demokrasiye geçişimiz, cumhuriyetin kuruluşu izleyen yıllardaki ayaklanma ve karşıtlıklar sonraki kalkışmalar ve girişimler, son yıllardaki acı ve utandırıcı olaylarla iç ve dış düşmanlıklar gözetilerek Anayasanın 4. maddesi kapsamına alınmalıdır. Demokrasinin kaynağı ve koşulu olan Lâikliği, çağdaş devleti kurup bugünkü düzeye gelmemizi sağlayan Atatürk'ü kavrayamadıkları ve amaçlı biçimde yanlış tanıtıp kötüleyenlerin önerip özendirdikleri ayrılık olayları, ilkeleri güçlü tutmayı zorunlu kılmaktadır.

Demokrasiden yararlanarak, ulusal duygulan kullanarak, İstiklâl Marşı nın söylenmesini engelleyerek şeriat devleti için ayaklanma denemesi 
niteliğindeki yasa dışı toplantı ve yürüyüşlere dikkat edilmelidir. 

Polisimiz de Tarafsızlığını korumalıdır.

Bağımsızlık, özgürlük ve egemenliğimizi, çağdaşlık ve aydınlanmayı sağlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı Zaferi ni en büyük Türk Devrimi olan Cumhuriyet'le taçlandırarak seçimini demokrasi, hukuk devleti için yapan Türkiye de, din devleti oyunlarına olur verilemez. Ulusal, bölgesel ya da kentsel yeni şeyh ve dervişlere, siyasal şirket, siyasal tekke, zaviye ve dergâhlara geçerlik tanınamaz. Yasalar basit bir yargılama aracı değil, insanı, yaşamı ve devleti içeren bir kavramdır. Hukuksuz devlet, devletsiz hukuk olmayacağından, hukuk, adalet, iyilik ve güven için kullanılacağından, hukuku ve hukuk devletini, her zaman her durumda ve her koşulda savunacağız. Hukuk, bilimsel aydınlığımızdır. Özgür, mutlu ve güven içinde yaşamak için baskı ve ateş değil, bağımsızlık ve istenç gerekir. Çağdaşlığın ve insanlığın umudu hukuk, özsuyu adalettir. Hukuku, hukukçuyu ve hukuksal yöntemleri ulusal yaşamın her alanında başlıca öğe kılarak hukuk devletini güçlendirip yaşatabiliriz. Hukuksuz kalırsak hiç birimiz yaşayamayız. Devlet ve ülke hepimizindir. Değerlerini bildikçe, sorumluluklarımı unutmadıkça onurla yaşayacak ve yaşatacağız. Barış, dayanışma, uygar ilişkiler, çalışma, katılım ve özveri, gücümüze güç katacaktır. Türkiye'mizin simgesi Atatürk'ü kimseyle karşılaştırmaz, kimseyle tartışmayız. Hepinize esenlikler diliyor, saygı sunuyorum.

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN'İN BİLİMSEL TOPLANTIYI AÇIŞ KONUŞMASI

Önce, vatan kurtarıcısı, devlet kurucusu, tüm çağdaş nitelikleriyle koruma andı içtiğimiz Cumhuriyeti emanet eden Yüce ATATÜRK'Ü ve arkadaşlarını bir kez daha şükranla anıyorum.

Kuruluş Yasamızın 58. Maddesi gereğince 25 Nisan'da düzenlenen "Kuruluş Günü" kapsamındaki bilimsel etkinlikleri her yıl artan bir ilgi ve doyuruculukla sürdürüyoruz. Anayasa Yargısı adlı 1994 etkinliğini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinin katkısıyla İstanbul'da gerçekleştirmekten büyük mutluluk duymaktayız. Bilimsel çağrıların yayılmasını sağlamak, olumlu sonuç almanın ilk koşulu olduğu gibi çalışmaları birlikte yürütmenin kazandıracağı güç, sorunların çözümü için başlıca dayanaktır. Bu bilinçle kurulan ilişki, bugün bizleri biraraya getirmiştir. 

Önerimizi anlayışla karşılayıp sıcaklıkla yaklaşan İstanbul Üniversitesi Rektörü 
Prof. Dr. Sayın Bülent BERKARDA'ya, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sayın Pertev BİLGEN'e aynı zamanda Anayasa Mahkemesi Çağdaş Gelişmeleri Araştırma ve Eşgüdüm Merkezi Danışmanlığını yürüten Prof. Dr. Sayın Bakır ÇAĞLAR'a, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Ergin NOMER’e, Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sayın Aysel ÇELİKEL'e yardımları ve konukseverlikleri için yürekten teşekkür ediyorum. Uygulama ve öğreti işbirliği, daha gerçekçi, daha yapıcı ve daha sağlıklı çözümler getirecek değerli bir dayanışmadır.

Birkaç gün önce Kuruluş Yıldönümü Töreninde söylediklerimi yinelediğimi belirtmekle yetiniyorum. Zaman almak istemiyorum.

"Bilgi, uzay, insan hakları çağı" olarak sözedilen yüzyılımız, kanımca "Anayasal demokrasi" çağı olarak anılacaktır. Anayasa Yargısının giderek etkinleşmesi, bağımsız yargının temelini oluşturduğu demokrasinin güçlenmesini sağlamıştır. Erkler ayrılığı ilkesinin hukuk devletinin ırası olduğu, insan haklarının evrensel bir kaynak niteliğiyle giderek bağımsızlık, özgürlük ve egemenliği hukukla dokuması gerçeği bilinçlere yerleşince, bireylerin ve ulusların özlemleri karşılanacak, barışın aydınlığı yaşanacaktır. 

Ulusal bağlamda görüşlerin açıklanması olanağı saydığımız bilimsel etkinlikler, birleşilen konularda alacakları öncelikle yetkililere yardımcı olacaktır. Kesintiye uğrayan demokrasiyi bir tür güdümlü anayasalarla yenileyip sürdürmek uğraşısında karşılaşılan güçlükler, olumsuzluklar, giderilmeyen aykırılıklar ve çelişkiler, edinilmesi düşünülen yeni anayasa çalışmalarında gözetilecek olgulardır. İyi ya da kötü örnek ayrımına gitmeden, geçmişten yararlanarak geleceği kurtarmak çabası, uygulama-öğreti dayanışmasıyla ürün verecektir.

Yargının bağımsızlığının kurumsal olarak gerçekleşmesi yanında çağdaş kurallarla demokratik hukuk devletinin tüm erdeminin yaşanması başlıca amaç olmalıdır. Yönetimin tüm işlern ve eylem erinin ağımsız yargının denetimine bağlı tutulmasıyla birlikte yasama organının Çakışmalarının denetimi de yararı sayısız bir gelişme olacaktır. Dokunulmazlıgının sınırsız bir sorumsuzluk biçimine dönüşmesini önlemekten, Anayasa'ya aykırı yasa ve KHK'ler çıkarmama, iptal edilmiş kuralları aynı biçimde yürürlüğe koymama, özeninin savsaklanması olanaksız  Anayasa ilke düzeyine gelmesini sağlayacak yollar araştırılmalıdır. Kagıt üzerinde ve sözde kalmış insanlık, hukuksallık ve demokratlık hepimizi sorumlu kılan birer ağır karanlıktır. 

   Anayasanın bir ulusal onur asla unutmuyoruz. Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmak çabasının görkemli ortağı ne kadar fazla olursa 
o ölçüde gönenli ve görkemli oluruz.

Anayasa Yargısının önemi, demokrasiyi gerçek ve Çağdaş kılmak çabasına katkı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır, Güçlüklere kimi olumsuz koşullara kimi yoksunluk ve haksız eleştirilere karşın giderek artan bir başarıyla etkinliğimizi dokuyoruz. 
Görüşlerden yararlanacak çalışmalarımıza tutulacak bilim ışıklarıyla yeni gelişmeler sağlayacagız.

Bugün başlayacak Sempozyumda dinleyip  yararlanacagımız eleştirip açıklık kazanmasına çalışacağımız görüşler, ulusumuzun yararına sunulmuş hizmet girişimleridir. 

Hepsi Anayasa Hukuku tarihinde layık olduğu yeri alacaktır. Katkılarıyla değerlendiren tum konuşmacılara ilği duyarak katılan izleyicilere, emeği geçen herkese teşekkür borcumu bu sözlerle ödemek yetersizdir. 

   Konuşmaları, kısa zaman da Anayasa Mahkemesi Yayınlarından birisi olarak sunacağız.

Hepinizi Esenlik dilekleri, Sevgi ve Saygı ile Selâmlıyorum.


YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN.,
25/04/1994


https://www.anayasa.gov.tr/tr/baskan/eski-baskanlarin-konusmalari/yekta-gungor-ozden/


***

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN İN TÖRENİ AÇIŞ KONUŞMASI., BÖLÜM 1

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN İN TÖRENİ AÇIŞ KONUŞMASI.,  BÖLÜM 1





YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN.,

25/04/1994


Hukuk devletini tüm çağdaş nitelikleriyle gerçekleştirmek konusunda Anayasa'da öngörülen yükümlülüklerini özenle ve özveriyle yerine getirmek çabasını bağımsız yapısı ve yansız tutumuyla sürdüren Anayasa Mahkemesi, 32. Kuruluş Yıldönümünü sizlerle birlikte kutlamanın engin mutluluğunu duymaktadır. Demokrasiyi tüm öğeleriyle özetleyen "hukuk devleti" ilkesinde içtenlikle birleşen her yurttaşı, Devletimizin bu saygın kurumuna sahip olmamız nedeniyle kutluyor, hepinize "Hoşgeldiniz!" diyor, törenimize katılarak gösterdiğiniz değerli ilgi için teşekkürlerimi sunuyorum.


Bağımsız yargının güvencesi altında olmadıkça asla geçerli ve gerçek sayılmayacak hukuk devleti, ulusal yaşamımızın kıvanç veren bir olgusudur. 
Erklerin, ilgili organ, kurul ve kuruluşlarla bireylerin, oluşumuna katkıda bulundukları bu yüce yapıyı sonsuza değin bağımsız, egemen yaşatmak, hak ve özgürlükleri onur ve erdem bilen her yurtseverin ödevidir. 

Bu bağlamdaki birliktelik en soylu ve en sağlıklı dayanağımızdır.

KURUMSAL SORUNLARIMIZ SÜRÜYOR

Yaşamın her evresinin, demokratikleşmenin her aşamasının olanaklarla birlikte yeni sorunlar getirmesi kaçınılmazdır. Yoksunluklar, güçlükler, aykırılıklar, çelişkiler, umulmadık olumsuzluklarla karşılaşmak doğaldır. Hepsi hukuk içinde, yöntemince verilecek uğraşlarla giderilip aşılacaktır. Bu nedenle önceki törenlerde ve değişik zamanlarda açıkladığım, asla kişisel olmayan, Anayasa Mahkemesinin daha başarılı ve güçlü olmasına yönelik kurumsal istek, öneri ve dileklerimi, layık olduğumuzu sandığım ilginin gösterileceğini umarak yinelemiyor ve yenilerini de gündeme getirmiyorum. Temel sorunlarla ekonomik durumun ivedilik taşıdığı bir ortamda bu tür konularla zamanlarınızı almayacağım. Bağımsız yargının, devletin bağımsızlığının en gerçek simgesi olduğunu bir kez daha belirtmekle yetineceğim. Karşılaşılan anlayış ve yaklaşımlar nasıl olursa olsun, işlevimizi hiç bir duygusallığa kapılmadan, en iyi biçimde başarmaya çalışacağımızdan en küçük kuşku duyulmamalıdır.

İLKELERDEN ÖDÜN VERİLMEZ

Siyasal ve dinsel nedenlerle hukuk sistemine karşıtlıkların, anlamlı- anlamsız kimi önerilerle, kimi uluorta sözler ve yazılarla açıklandığı günümüzde 
bin kez söylenmişçesine algılanmasını isteyerek şu tümceyi bir kez daha yineliyorum: En büyük Türk Devrimi olan Türkiye Cumhuriyeti ni demokratik, 
lâik ve sosyal bir hukuk devleti olarak, giderek güçlendireceğimiz üstün nitelikleriyle canımızı adayarak koruyacak, iç ve dış hiç bir hukuk dışı güce 
eğilmeyecek, bölücü ve yıkıcılarla sömürücülerin, çıkarları için amaçlı kötüledikleri, Türkiye'yi Türkiye yapan, Ulusal Kurtuluş Savaşı temeline dayanan 
ilkelerden asla ödün vermeyeceğiz. 

   Etnik ve dinsel köken ayırımı gözetmeden, bu özelliklerini özgürce açıklama olanağı tanıyarak her yurttaşı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kurumunda    tam eşitlikle kucaklayıp birleştiren, herkesi yurdun her yerinin sahibi kılan ulus ve Atatürk Milliyetçiliği anlayışından ayrılmayacağız. Kimi koşullanmış, önyargılı ve değişik bağlantılı kimseler karşı çıkıp coşkulu anlatı-yazı diye eleştirse de anayasal, yasal ve hukuksal gerçeği vurgulayan Devlet TEK, Ülke TÜM, Ulus BİR” deyişinin tam gerekleri içeren, gereksizleri dışlayan yapıcı anlamı üzerinde, herkesi düşünmeye çağırıyorum. Onurların coşkuyla açıklanması, onurluların, onur duyanların en doğal hakkıdır.

Lâiklik, Asla din düşmanlığı olmayıp inançların güvencesidir. Demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Barış, eşitlik ve özgürlük kaynağıdır insani Kurumudur. 
Gerçek dışı anlatım ve nitelemelerle, haksız eleştiri ve us dışı değerlendirmelerle ulusal birliğin harcı olan bu ilkeyi kötüleyerek ayrımlar yapılmamalı, ayrılıklar yaratılmamalıdır. Kardeşliğin aydınlığın ve bilimin bu güzel iklimini karalamanın, ülkeyi karanlığa gömmek isteyenleri sevindirdiği unutulmamalıdır. 
Çağdaş Türkiye'mizi geriye götürmeye, yapay sorunlar olmadık nedenlerle, denenmiş düzenleri ve karanlığı getirmeye, yaşamsal ilkeleri yıkmaya kimse 
kalkışmamalıdır. 

Etnik ve dinsel terörü, her tür terörü, ayrım yapmadan kınıyor, hepsine karşı oldugumuzu yineliyorum. Yanlış bir insan hakları ve demokrasi anlayışı yozlaşmaya neden olmaktadır. Yurttaşlık ve ulus bilinci, varlığımızın temelidir. Ümmet yapısına dönülemez. "Herkese kendi hukuku”, kapitilasyona çağrı ve anarşidir. 
   Demokrasi, anarşi kazanı değildir. Din karşıtlığı varmış gibi lâikliğe saldırıp şeriat düzeni çağrılarıyla ulusu bölmenin en az %80 ni lâik ve müslüman 
halkımızı aldatmaya ve kışkırtmaya çalışmanın anlamı yoktur. Ayrı dinden olanların : kardeşçe yaşadıgı Ülkemizde aynı dinden olanları birbirine düşman 
kılacak biribirinden ayıracak söz ve eylemlerden, asla olur verilmeyecek giririşimlerden kacınılmalıdır.  Kimse müslümanlığa ve ölçülü dinsel öğretime 
karşı çıkmamalıdır. Özel yaşamın özgürlüğüyle hukukla sınırlı devlet gerekleri ayrıdır. Dinsel bölücülük ve dinsel terör de İnsanlıga aykırıdır. 

  Selçuklu, Osmanlı va da İran örneklerini dayatma oyunları ibretle izlenmekte dir., Demokratik, hukuksal, çağdaş ve atatürkçü düzeni değiştirmeye ulus yerine ümmeti geçirmeye hiç bir kişi ve kuruluşun gücü yetmeyecektir. Uluslararası kuruluşların kimi dost ve komşu ülkelerin Sevr düşleri boşa çıkacaktır., İkilemleri ve insanlık suçlarını önleyemeyecekleri kendilerini güç duruma düşürecekken toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı bozarak, Sivas olayları gibi, ilerde pişman olup utandıracak eylemlerden uzak kalınmalıdır. Lâik cuhmuriyetten asla dönülemez. Allah’a inananların  lâik olamayacağı, lâiklerin de Allah'a inanmayacakları görüşü yanlıştır.

Cumhuriyetin nitelikleri, özellikle lâiklik konusunda, eğitimde, yönetimde ve yargıda yapılması zorunlu çalışmalara başlamak zamanı geçmektedir. 

Lâiklik giderse abartısız Cumhuriyetde gider. İçte ve dışta kötü niyetliler belli. En azından Cumhuriyet biçimsel olur, sözde kalır, özü boşalır. Öğrenim Birliği Yasasının savsaklanması yetmiyormuş gibi siyasal nedenlerle gereksiz Üniversite ve Fakülte açarak oy sağlamaya ağırlık verilmesi, lâikliğe bağlılık sözlerine inanmayı güçleştirmektedir. Devlet olanaklarıyla devlet karşıtı yetiştirme ve devlet düşmanlığına destek verme anlamındaki uygulamalardan, sakıncası giderek ortaya çıkan oluşumlara gözyummaktan vazgeçip etkin düzenlemelere girişilmelidir. 

   Kendisine ve partisine devletten daha çok önem verme anlayışının neden olduğu durumların zararı ulusa çektirilemez. 

   Kadrolaşma yakınmalarıyla ilgilenilmesi ve doyurucu yanıtlar verilmesi gerekir. Şeriat düzenine hoşgörü, demokrasiye hor görüdür. 
    Karşılıklı sevgi, saygı, güven, hoşgörü ve anlayışla uygarlık koşumuzu hızlandırmalı, aydınlığı azaltmamalıyız. İçeride güçlü olmayan, dışarıda güçlü olamaz. Sorunları, hukukun üstünlüğü ilkesini benimseyerek çözmek, usu ve bilimi en gerçek yol gösterici bilerek çalışmak, en uygun tutumdur. 

Güçlü dayanakları içeren, yasama organının bile değiştirmesi olanaksız Anayasa Mahkemesi kararının, YÖK'ün isteğiyle olduğu söylenerek kimi üniversite ve fakültelerin anayasa suçu niteliğindeki uygulamalarıyla geçersiz kılınması ve bu duruma el konulmaması ilgililerin sorumluluğundadır. 

Hukuk Devletinin hiçbir biriminde., Siyasal Simge gibi kullanılan Başörtüsü, Peçe ve çarşafla ayrım ve gösteri yapılamaz. 

Yargı kararlarını da Kimse gözardı edemez. 

Yargı kararlarına Uymak, Demokrasinin ilk koşuludur.

ADALET-ANAYASA YARGISI

Sorunları kotarmak için hukuk sisteminin yeterli ve etkin olması gerekir. Tersine durumda, adalet gerçekleşemez. Gelişen dünyada değişen umut ve gereksinimlere doyurucu yanıtlar verilmezse kamu düzeni sarsılır. Yasalar, bir yandan toplumun kararlılık etkenlerini yansıtıp doğrulayarak bunların yokluğunun düzensizlik ve adaletsizlik getireceğinin kanıtı, öbür yandan düzenin ve adaletin erdemini ortaya koyarak toplumsal değişimlerin uzlaştırıcı ve güçlü bir aracıdır. Süreçleriyle birlikte insan yaşamını, tüm toplumsal ilişkileri ve yönetim yapılarını kapsayan hukuk, çağın gerisinde kalamaz. Hiç bir güç denetimsiz olamaz. Yargı organları yalnız anayasayı yapmazlar, kararlarıyla onu yenilerler. Anayasa Yargısı, bu konuda yetkili tek organ olarak bağlayıcı ve kesin yorumlarıyla duraksamayı önleyerek, hukuksallığı sağlayarak yasama organına en yararlı katkıda bulunur. Yönetime inancın sarsılması da bu yolla önlenir. Mahkememizin, "Anayasal Demokrasinin özgün kurumu olarak yargı birlikteliğine çok önem verdiğini belirtiyor, başta Yüce Divan, siyasal partilerin akçalı denetimi olmak üzere üye seçimleri konusunda olumsuz yazı, 
konuşma ve tutumların sakıncalar getireceğine değinmekle yetiniyorum. 

30 yılda 7 kez başarılı Yüce Divan çalışmasının birikimi, güç edinilir deneyimi, bu görevin verilme gerekçesi, önceki oluşumları ile Anayasa Mahkemesi'nin siyasal parti sorunlarına bakma olgusunu gözaıdı eden konuşmaların ciddiyetle ilgisi yoktur. Adaleti hıza kıydırmadan, işleri en kısa zamanda bitimıe çabamızın beklenen dosyalar nedeniyle sonuç vermemesi bizi de üzmektedir. Yolsuzluk olaylarına el konulup gerekli işlemlerin her katta kısa zamanda yapılması ve yargılamaların hızlandırılması tüm ilgilileri rahatlatacak, devlet erklerine inan ve güveni artıracaktır. Türk yargısında dayanışmayı gölgeleyecek davranışlardan tüm ilgililerin kaçacağına inanarak yanlı ve yanlış girişimlere yanıt vermiyorum. 
Yargıtay’ımızın ve Danıştay'ımızın özellikle Mahkememize yakınlıkları bilinen yeni Başkanları döneminde daha yapıcı yaklaşımlar içinde olunacağına, dayanışmanın artacağına inanıyoruz. Kişilikli, saygın ve onurlu hukukçulara herkes güvenmelidir. Yargılamada yeniliklerle hızlı, doyurucu ve ucuz adalet gerçekleştirilerek hak arama yolları genişletilmeli, hukuk dışı yöntemler engellenmeli, adalet kolluğu kurulmalıdır. 

   Yargıdan yakınılmamak, Yargıyla övünülmelidir. Başarıyla çalışan Askerî yargının görev alanı, Kuruluş amacına, hukuksal konumuna ve yapısına uygun biçimde yeniden çizilerek gereksiz yükten kurtarılmalıdır. Yargının bir öğesi niteliğindeki Noterliğin sorunları da ivedi çözüme kavuşturulmalıdır. 

    Barolar tam bağımsız olmalıdır. Yargı kuruluşlarına, yargıç, savcı ve avukatlara yönelik eylemler, hukuka yöneliktir. Kaba gücü yansıtan bu ilkellikleri, Silâhlı Kuvvetlerimize ve kolluk güçlerimize saldırıları kınıyor, önlenmeleri için etkin yaptırımların getirileceğini, sağduyunun egemen olacağını umuyorum.

Seçimler, hem demokrasi sınavıdır, hem demokrasinin namusudur. Yönetim ve denetiminin, hiç kimseye kuşku vermeyecek biçimde yerine getirileceği mutlaktır. Seçilmiş yargıçlar bu görevi, şimdiye kadar olduğu gibi, başarıyla yaparak yargıyı daha yüceltecekler dir. Bilinmektedir ki hukuk devleti niteliği, insan hak ve özgürlüklerine saygısıyla Cumhuriyet'in gerçek göstergesidir. İçte güven, dışta inandırıcılıkta eşdeğerdir. 

     Siyaseti her şeyin önüne geçirip yargıyla, bilimle, ahlâkla, ulusal değerlerle alay edercesine yalnız "oy"u ölçü alıp oy için ödün vermek, gereksiz hoşgörüyle kurumlan yıpratmak giderilmesi güç boşluklar yaratır. Anayasal ve hukuksal kurum ve ilkeleri toplum yeterli ölçüde benimseyip desteklemezse, bu yöndeki savunmalar gereken sonucu sağlamaya yetmez. Anayasa ve hukuk saygısının devlet katında tam olarak sağlanamadığı ya da yitirildiği bir toplumda ilgili kurumların kendi kendini savunması çok güçtür. Anayasaların kaynağı, ruhu ve dayanağı özgürlüktür. 

Anayasalar, Ulusun bağımsız ve özgür yaşama istencinin hukuksal belgesidir, toplu yaşama andıdır. Anayasa düzeni, gerçekte özgürlükler düzenidir. 

Özgürlükleri güvenceye bağlamayan anayasanın içi boştur. Böyle bir anayasa kendine anlam kazandıran, değerli ve saygın kılan içerikten yoksundur. 
Anayasaların asıl bekçisi toplumsal bilinçtir. Yargı kararları toplumun malıdır. Yazılı kurallara gücünü ulusun inanı, güveni, bağlılık ve özeni sağlar. Bu özellikler gözetilerek, her tür savsaklama eğilimlerine karşı çıkılmalıdır. 

Hangi nedenlerle olursa olsun, yargı kararlarının yönetsel işlemlerle geçersiz ve etkisiz kılınmasının hukuk dışına düşmek olduğu bilinmezse, yakınanlar değişse de yakınmalar kesilmez. Devlet adına davranmanın hukuksal ölçüleri çiğnenmemelidir.

Anayasa Mahkemesi, yıl içinde çok önemli bir dönemeci geçmiştir. 

Kimi çevrelerin eleştirdiği, "yürürlüğü durdurma" konusunu bir kararla öngörmesi, başlı başına bir aşamadır, iptalleri olasılıkları bulunduğunda, 
bir yasa, KHK ya da TBMM İç tüzüğünün iptali istemi karara bağlanıp yayımlanıncaya kadar, Anayasa Mahkemesi, Anayasanın özüne ve amacına 
uygun olarak hukukun üstünlüğünü sağlamak, kararlarının etkinliğini korumak, uygulamadan doğacak giderilmesi güç ya da olanaksız durumları ve zararları önlemek için bu metinlerin yürürlüğünün durdurulmasına karar verilebileceğini iki kez kabul etmiştir. Bu önemli aşama, Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı yasama organının yasa çıkarmasını, yürütmenin KHK düzenlemesini ve işlem yapmasını engelleyerek hukuk devleti konusunda daha sağlıklı bir ortam yaratacaktır.

Ayrıntıya ilişkin açıklıkları ilgili kararlarda yazılı, özetle belirttiğim koşulların varlığına bağlı bu kurum, Anayasa Mahkemesi'nce alınan iptal kararlarının sonuçsuz kalmasının sakıncalarını da karşılamış olmaktadır. 

Kaldıki yürürlüğün durdurulması kararına karşın red kararı da verilebilir. Sonuç red ya da iptal olsa da yürürlüğü durdurma kararı verilmesinin bir zararı değil, tersine yararı vardır. Sonuçtaki red durumu, Anayasaya uygun bir yasaya göre geçerli işlemlerin gerçekleştirilmesini sağlamış olacaktır. 

   Yürürlüğün durdurulması kararı bir engelleme, geciktirme, güçlük çıkarma, bir önleme değil, bir önlemdir. Hukuksal sağduyu özeni dir. Yasa koyucu gibi davranarak yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde karar vermekten, yasama organının siyasal takdirine karışmaktan özenle kaçınan Mahkememiz, bu kurumu Türk anayasa hukukuna kazandırmıştır. Kararın, uygulamada ve öğretide doğrulanıp övgüyle karşılanan gerekçesi örnek düzeyde doyurucudur. Anayasaya uygunluk denetimi, etkin bir araca kavuşmuştur.

KİMİ ANAYASAL DURUMLAR

Siyasal partilerin kapatılması davalarında Anayasanın ilgili maddeleri ile geçici 15. Maddesi gereğince, Anayasaya aykırılıkları savında bulunulamayan 
ve bu nedenle ihmal de edilemeyen yasa kurallarının uygulanması zorunluluğu kimi eleştirilere neden olmuşsa da belirtilen bu dayanaklar karşısında hiç birinin haklı yönü yoktur. Siyasal partilerin hiç bir durumda kapatılamayacağı görüşü, hiç kimseye ceza verilemeyeceği görüşü gibi gerçeklere aykırıdır. Anayasa Mahkemesi partilerin kapatılmasından mutluluk duyacak bir organ değildir. Bugüne değin verilen kapatma kararları, dosyaların içeriğine, ilgili Anayasa ve yasa kurallarına uygundur. Mahkemenin, görevini yapmaktan ötede bir amacı bulunmamaktadır. Yeni Anayasa hazırlıklarında kimi durumlar ve yöntemsel nedenlerle kapatma yerine caydırıcı yaptırımlar getirilebilir. 

   Kapatma, devletin varlığı gibi çok önemli konularla sınırlanırsa hukuksallık daha güçlü olur. Bu arada Anayasa ile Siyasi Partiler Yasası'nın uyumu ele alınmalı, Anayasa'ya göre dar ya da geniş olan yasa kuralları değiştirilerek çelişkiler giderilmelidir.

  Siyasal Partilerin akçalı denetimleri önemli durumlara bağlanmalı, güçler ayrılığı ilkesi gözetilerek yaptırımı, Anayasa Mahkemesi belirlemek 
üzere denetiminin ön işlemleri TBMM ve Maliye Bakanlığı dışında bağımsız kurullara verilmelidir.

Bu bağlamda, yasama dokunulmazlığı ve üyeliğin düşmesi konulan, tartışmaları gereksiz kılacak bir açıklıkla yeniden düzenlenmelidir. Anayasanın 84. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasındaki "düşme" ve sona erme nin ayrı durumlara bağlı olduğu unutulmadan maddenin özellikle birinci ve ikinci fıkraları gerçekçi ve hukuka uygun biçimde yeniden düzenlenmelidir. Milletvekili andına aykırı tutumların sorumluluk kapsamına alınmasına açıklık verilebilir.

   Uluslararası kurumlara üye olmanın doğal gereği, bir anımsatma beklenmeden yerine getirilmelidir. 
  Yargının bu konuda uygulama yapabilmesinde duraksamaları kaldırmak için Anayasa değişikliği gerçekleştirilerek açık kurallar yürürlüğe konulmalıdır. 
Bu durumda, ulusal egemenlikten ödün verilmiş olunmaz. 
   Ulusal üstü kuralların uygulanması, uluslararası yetkili kurulların kararlarına uyulması, kimi yakınma ve güçlükleri önleyecek, demokratikleşme hızlanacaktır. 

Anayasanın 15. Maddesininde gerektirdiği bu değişiklik yine Anayasanın 13. ve 14. maddelerindeki birliktelik gözetilerek yapılmalıdır.

   Bu arada siyasal yaşamın vazgeçilmez öğesi olan siyasal partilerimizin özenli davranışlarının toplumsal barışa büyük katkısı olacağını vurgulamayı 
yararlı buluyorum. 

   Ulusal değerlere, yaşamsal ilkelere bağlılıktan ayrılmamak yükümlülüğü tartışılamaz. İşlerine geldikçe demokrasiden yararlanan kendilerince yeterli düzey ve durum sağlanınca demokrasiyle asla bağdaşmayan baskıcı düzenleri gerçekleştireceklerini söyleyenler, demokrasinin sahipsiz oldugunu sanmamalıdırlar.  Olumlu olumsuz herşeyi konuşanların İnsan haklarından hukuk devletinden, hukukun üstünlüğü ilkesinden hukuka baglılık ve saygı özeninden söz etmemeleri, Anayasa Mahkemesinin karara bağladıgı bir konuda Anayasanın ve yasaların ilğili kuralları değiştirilmedentersine uygulamanın  olanaksızlıgını eylemli biçimde kaldırmaya katkı sözü vermeleri füş kırıcıdır.,

    Ekonomik sorunların önemini yadsımak olanaksızdır. Bireylerin birbirine karşı da sorumlu oldukları demokraside toplumun çıkarları üstün tutulur. Ancak ekonomi tek sorun, tek dayanak, tek etken değildir. Bu konudaki çabalann ve özenlerin olumlu sonuç vermesini diliyor ve herkesi özveriye çağırıyoruz. Adaletli, etkin ve gerçekçi vergi yasaları ertelenmemelidir. Sosyal adalet ilkesine bağlılığı yansıtacak uygulama yöntemleriyle, ekonomik alandaki son kararlarla ücretlilerin artan yükü hafifletilmelidir. Ülke sorunlarının çözümünde yüklerin dengeli ve adaletli dağılımı, özveriyi doğallaştırır ve gerçekleştirir. Geniş kesimleri güç duruma sokacak ölçüsüzlüklerden, haksızlıklardan ve siyasal amaçlı uygulamalardan kaçınılırsa başarı sağlanmaması için neden kalmaz. Ulusumuz, ülkesi için elinden geleni yapmayı, yoksunluk ve güçlüklere katlanıp dayanmayı, tarihsel örneklerle kanıtlamıştır. 

   Devletin de tutumlu olmasını, gereği yönünden, ekonomiye verilen önem kadar, Cumhuriyetin niteliklerine, adalete, eğitime, sağlığa, insanımıza sahip çıkılmasını bekliyoruz. 

Ekonomik güçlükler aşılır, terör bitirilir ama ilkeler yıkılırsa herkes altında kalır. 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***