27 Mart 2019 Çarşamba

Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül 1980. BÖLÜM 1

Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül 1980. BÖLÜM 1








Siyasi cinayetler, kanlı 1 Mayıs, Çorum ve Maraş olayları, Meclis'in kilitlenmesi, ekonomik buhran ve diğerleri... Türkiye tarihine bir balyoz gibi inen sürecin kilometre taşları. 9 Mayıs 2015 Güncelleme 23:39 TSİ
Konular, KENAN EVREN,






Darbenin ardından 1982 yılında yapılan referandumla Kenan Evren'in yedi yıllığına Cumhurbaşkanlığı'na getirilmesi kabul edildi. [AA]
Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatını yeniden dizayn eden 12 Eylül süreci öncesindeki çalkantılar, askeri müdahalenin ardından yerini mutlak baskının hakim olduğu bir atmosfere bıraktı. 

Darbenin ardından 650 bin kişi göz altına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişinin cezası infaz edildi.

98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 

171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.




31 Gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci silahlı saldırıda öldürüldü.

Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete ve dergi imha edildi.

Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 14 kişi açlık grevinde öldü.

1977





1 Mayıs: İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlenen İşçi Bayramı kutlamalarında kalabalığın üzerine meçhul saldırganlar tarafından bir binanın çatısından ateş açıldı. Hâlâ aydınlatılamayan ve tarihe 'Kanlı 1 Mayıs' olarak geçen olayda 33 kişi hayatını kaybetti.

13 Haziran: Dönemin başbakanı Süleyman Demirel istifa etti. Milliyetçi Cephe Hükümeti sona erdi.

29 Mayıs: İzmir Havaalimanı'nda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’e silahlı saldırı düzenlendi. Sağ kurtulan Ecevit, kontrgerillayı suçladı.

21 Haziran: Hükümeti kurma görevini alan CHP lideri Bülent Ecevit kabineyi açıkladı.

1978




15 Ocak: Sol ve sağ örgütler arasındaki şiddet olayları arttı, son iki haftada 30’dan fazla kişi öldü. 

16 Mart: İstanbul Üniversitesi’nden çıkan sol görüşlü kalabalık bir öğrenci grubunun üzerine bomba atıldı ve otomatik silahlarla ateş açıldı. '16 Mart Katliamı' adı verilen olayda yedi öğrenci öldü, 47 kişi yaralandı. Saldırı aydınlatılamadı, üç kişinin yargılandığı dava 2008 yılında zamanaşımından düştü.


17 Nisan: Adalet Partisi üyesi Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, kendisine gönderilen bir bombalı paketi açarken, gelini ve iki torunuyla birlikte öldü. Malatya’da büyük olaylar yaşandı. Sokak gösterileri günlerce sürdü.

19 Mayıs: Ankara’da, Gençlik ve Spor Bayramı’nda kız öğrencilerin kıyafetlerinden dolayı aleyhte tezahürat yapıldı. İstanbul’da tribünlerin önünde bomba patladı. Antakya’da kız öğrencilere saldırıldı, elbiseleri yırtıldı. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Anıtkabir’deki anma törenine katılmadı.

2 Haziran: Madrid’de Ermeni örgütü ASALA’nın düzenlediği silahlı saldırı sonucunda, Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in makam arabasında bulunan eşi Necla Kuneralp, emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve aracın şoförü öldü. Büyükelçi araçta bulunmadığı için kurtuldu. Bu tarihten sonra Ermeni örgütü 21 ülkede gerçekleştirdiği saldırılarda 42 Türk diplomat hayatını kaybetti.

4 Ekim: MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı, oğluyla birlikte evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Cinayeti, 'Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği' örgütü üstlendi.





9 Ekim: Ankara’da Bahçelievler semtinde yedi Türkiye İşçi Partisi üyesi öğrenci, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın da aralarında olduğu ülkücüler tarafından evlerinde öldürüldü. Kırcı 1999'da yakalanıp yargılandı ve hüküm giydi. Cezaevinden çıktıktan sonra verdiği röportajda, "O zaman gençtik; bizleri kullandılar" dedi. 

20 Ekim: İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Bedri Karafakioğlu İstanbul’da uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitirdi.

27 Kasım: Abdullah Öcalan PKK örgütünü kurdu.

19 Aralık: Kahramanmaraş’ta Çiçek Sineması’na bomba atılması olayının sol görüşlü gruplar tarafından gerçekleştirildiği haberinin yayılmasıyla ayaklanan sağcı ve ülkücü gruplar, sol partilerin ve derneklerin binalarına saldırdı. Kısa sürede karşılıklı çatışmaya dönen olaylar bir hafta sürdü. 100’den fazla vatandaşın öldüğü olaylarda Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, işyerleri tahrip edildi.

Şiddet olaylarının kontrolden çıkma nedeni olarak, güvenlik güçlerinin, saldırıların kendilerine yöneldiği iddiasıyla kentten çekilmesi gösterildi. Bu durum Aleviler üzerindeki baskının ve saldırıların artması anlamına geliyordu. Olaylar Kayseri ve Gaziantep'ten gönderilen askeri birliklerin müdahalesiyle bastırıldı.

Olayların ardından İstanbul ve Ankara dahil çok sayıda ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, Başbakan Ecevit ise olayların kendisini, uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını söylemişti. 

26 Aralık: 13 ilde daha sıkıyönetim ilan edildi.

1979





1 Şubat: Milliyet Gazetesi Başyazarı ve Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, İstanbul Nişantaşı’ndaki evinin önünde otomobilinin içindeyken uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Saldırının faili Mehmet Ali Ağca 5 ay sonra yakalandı. Ağca, 6 ay sonra ülkücü bir grubun yardımıyla, tutulduğu askeri cezaevinden kaçtı ve Bulgaristan'a geçti.

9 Nisan: CIA hesabına casusluk yaptığı öne sürülen MİT İstihbarat Başkan Yardımcısı emekli Albay Sabahattin Savaşman 17 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum oldu.

25 Nisan: Sıkıyönetim TBMM tarafından 2 ay daha uzatıldı.






13 Mayıs: TÜSİAD gazetelere ilan vererek, Bülent Ecevit Hükümeti’nin çekilmesini istedi.

11 Haziran: IMF’nin baskısıyla Türk Lirası’nda devalüasyon yapıldı.

13 Temmuz: Ankara’da Mısır Büyükelçiliği’ni basan üç Filistinli, elçilik personelini rehin aldı. Çıkan çatışmada bir polis ile bir bekçi öldü. Eylemciler 15 Temmuz’da teslim oldu.

5 Ekim: İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş sinema oyuncusu Aynur Aydan’la ilişkisinin basına yansıması sonucu görevinden istifa etti.

19 Kasım: Milliyetçi gazeteci - yazar, eski AP milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.

27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile kuvvet komutanlarını imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi. 

Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesinde 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl önce alındığının delili olarak gösterildi.

Mektupta "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" ifadelerine yer verildi.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYEDEKİ SİYASAL DEĞİŞİM. BÖLÜM 2

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYEDEKİ SİYASAL DEĞİŞİM. BÖLÜM 2


IV-1999 SEÇİMLERİ VE SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ

        Baykal’ın baskısıyla yaklaşık bir yıl önceden kararlaştırılan erken secimler 18 nisan 1999 günü yapıldı. Belki de 20.yüzyılın son seçimleriydi. Sonuç Türkiye’de yeni bir donum noktasını gösteriyordu.(BILA Hikmet,a.g.e,s.423)
CHP tarihinde ilk kez barajı geçememiş idi. Secimin galibi ise DSP ve MHP’ydi. Merkez sağ parlamentoya girmişti;fakat oyları barajın biraz üzerindeydi. ANAP ve DYP liderleri arasında bitmek bilmeyen kavgalar,iki partinin gerileme nedenleri arasında sayılabilirdi.

İki yıpranmamış parti, DSP ve MHP ön plana çıktı.

Seçmen geçmişte yolsuzluk olaylarına bulaşan, din sömürüsü ve din tüccarlığı yapan, Türk ordusuyla kapışan, itici, kavgacı ya da yalancı olarak bilinen partilerle birlikte onların genel başkanlarını da cezalandırdı.(COLASAN Emin,Secimin Ardından Kısa Kısa,Hürriyet Gazetesi,20.04.1999)
Devletle ve rejimle kavgaya giren FP’de önemli ölçüde oy kaybetmişti.(BILA Hikmet,a.g.e,s.423)

MHP’nin yükselişinin nedenlerinden PKK terörüne karsı tutarlı tavrını,şehitlere ve şehit yakınlarına sahip çıkmasını,radikal söylemden uzaklaşmış olmasını söyleyebiliriz.

   Her iki partiye yönelişin ortak nedenini, Türkiye'nin yeni rotasında aramak gerekiyor. Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz;

             1- Seçim sonucu, halkın, Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanmışlığına tepkidir. Avrupa Birliği'ne üyelik ve PKK terörü konusunda Batının Türkiye'ye karşı aldığı olumsuz tavır, ülkede "ulusalcılık" tercihini ön plana çıkarmıştır.  

             2- Bu tercih "ulusal sol"u savunan DSP ile "ulusal sağ"ı temsil eden MHP'yi zirveye taşımıştır. İki partinin bir koalisyonla ortak iktidar olması, seçmenin tercihiyle çelişmeyecektir. Ortak paydaları "ulusalcılık"tır. "Milliyetçi Cephe"leşme herhalde yanlış olur.   

             3- ANAP ve DYP'deki gerileme, iki partinin de çözüm üretemeyen politikalarından kaynaklanmıştır. Şahsi ve oportünist politikalar ANAP ve DYP'yi de, liderlerini de eritmiştir.    
             4- Önce Refah, sonra Fazilet çizgisi de seçmendeki değişim beklentisini karşılayamamıştır. Kaddafi İslamcılığına kadar uzanan din istismarcılığı, milliyeti Türk olan halkın Müslümanlığıyla örtüşmemiştir.

             5- PKK terörüne karşı DSP ve MHP'nin politikaları yakınlaşmıştır. Terör ile insan haklarını birbirine karıştıran, insan haklarını ayrımcılığa kalkan olarak kullanan söylem ve tavırlara karşı öfke, 18 Nisan'da patlamıştır.

             6- Seçim sonuçları, 28 Şubat'ın tercihleriyle de uyuşmaktadır. Halkın 28 Şubat'ı benimsemediği, sandıktan 28 Şubat karşıtı bir sonuç çıkacağı yolundaki öngörü ve beklentiler suya düşmüştür.

              7- ANAP ve DYP için geçerli olan bütün olumsuzluklar CHP için de geçerlidir. Oportünist, günübirlik politika, çözümsüzlük CHP'yi baraj partisi haline getirmiştir. Atatürk'ü, bu işe karıştırmak yanlıştır.

              8- Dürüstlüğün erdem olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. DSP lideri Ecevit'in adının, ta başından beri dürüstlükle birlikte anılması anlamlıdır. MHP lideri Bahçeli de yeni bir lider olarak kamuoyuna bu imajı vermiştir.

              9- Şimdi din istismarcılarının, ayrılıkçıların ve günübirlik politikacıların şapkalarını önüne koyup düşünmeleri gerekiyor. Türkiye'yi "Doğu"ya doğru iten Avrupa'nın da...


        DSP ve MHP 12 Eylül öncesindeki husumeti bir kenara bırakarak ANAP’I üçüncü ortak olarak alıp koalisyon hükümetini kurdular.


V- 2000’li YILLARA GİRERKEN TURKİYE’DEKİ SİYASAL DURUM

21.yüzyılda Türkiye’nin gündemini hem iç hem dış dinamikler açısından iki temel sorun belirleyebilir gibi görünmektedir.
Bunlardan birincisi, “globalleşme” ile daha da önem kazanan “Türkiye’nin dünya üzerindeki yeri” sorunudur.

İkinci sorun ise yine dış dünya ile bağlantılı olarak “Siyasal İslam” ve “Güneydoğu” sorunları çerçevesinde bir rejim tartışması gibi görünmektedir.
İnsan hakları sorunu da siyasal gündemin en başındaki sorunlardan birisi olarak da söylenebilir.(KONGAR Emre,a.g.e,s.310)
“Avrupa Birliği ile bütünleşme” sorunu gündeme egemendir. Bu sorun da bir yandan Türkiye’nin dünya üzerindeki yeri ve bir bölgesel güç olarak çeşitli rolleri ile ilişkili olmakla birlikte öte yandan yeri ekonomik ve siyasal düzenlemeleri gerektirmesi acısından doğrudan doğruya ekonomik yapı ve siyasal rejim sorunlarıyla bağlantılıdır.

Toplumsal olarak kentleşmenin ve yükselen beklentiler devriminin bütün bu siyasal sorunları etkileyeceğini bilmek gerekir.(KONGAR Emre,a.g.e,s.329)

   a) Yeni bir oluşum ve Recep Tayyip ERDOGAN: Türk siyaseti, Recep Tayyip Erdoğan ismiyle 27 Mart 1994'te tanıştı. 
       Bu tarih, aynı zamanda Refah Partisi'nin altın çağını yaşadığı 1994 seçimleri... 
       Refah Partisi, İstanbul ve Ankara'nın da içinde bulunduğu 5 Büyükşehir ve 26 ilin belediye başkanlığını kazanmıştı ama en önemlisi 
       İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan'ın sahneye çıkması oldu. Milli görüş tabanının yakından tanıdığı bu isim, 
       İstanbul ve Türkiye için yeni bir yüzdü...
     
Recep Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan'ın muhalefetine rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday olmuş, Erdoğan üniversiteyi, 1980'de yani 12 Eylül'de bitirdi. Bu tarihe kadar bir yandan futbol oynarken diğer yandan da Milli Selamet Partisi'nin İstanbul Gençlik Kolu başkanlığını yürütüyordu. Erdoğan ve çevresindekiler bu dönemi sorunsuz atlattılar ama 12 Eylül herkes gibi Erdoğan'ın da siyasi yaşamını kesintiye uğrattı. Erdoğan, o dönemi sıkıntısız atlatmaktan gururlu:   
"12 Eylül gençlik kolları başkanı olduğum dönem. Tabi üniversite öğrencisi olduğum dönem, üniversitelerde sıkıntıların olduğu dönem, bizim de il başkanı olarak gençlik kolları başkanı olarak özellikle sorumlusu olduğum gençliğimi bu anarşinin içinde bulundurmamak ve onları oradan çekebilmek ve hamd ediyorum ki İstanbul'da benim gençlik kollarımda görev yapan arkadaşlarımın hiçbiri bu olayların içinde bulunmamış ve bu anarşik eylemlerden dolayı da ne ilde ne ilçelerde böyle bir sıkıntı yaşamadık."(http://www.hurriyetim.com.tr/dosya/tayyiperdogan/tayyip.asp)
  
Erdoğan'ın Ziya Gökalp'e ait dediği, sonradan Cevat Örnek'in olduğu anlaşılan şiir nedeniyle; Diyarbakır DGM, 21 nisan 1998'de Erdoğan ile ilgili mahkumiyet kararı verdi. Erdoğan, bir yıl hapis ve 860 bin lira ağır para cezasına çarptırılmasının yanı sıra artık siyasetten de men edilmişti.(Hürriyet Gazetesi, 22 Nisan 1998, Çarşamba)
Erdoğan'ın yargılanma süreci devam ederken, 16 Ocak 1998'de Refah Partisi de "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olduğu gerekçesiyle kapatıldı.

  1)    Yeni parti Pinarhisar’da kuruluyor   

        Erdoğan cezaevindeyken, yeni parti kurma hazırlıkları da başladı. Cezaevinde bir yandan yurdun dört bir yanından kendisine gelen destek mektuplarını tek tek cevaplayan Erdoğan, bir yandan da Türkiye'nin yakın siyasi tarihini incelemeye başladı. Ancak o günleri anlatan Erdoğan'ın dikkat çektiği en önemli noktalardan biri gelecekte kurulacak partinin ön hazırlıklarının da artık başladığıydı...

          Partinin adı "Adalet ve Kalkınma Partisi"ydi. Recep Tayyip Erdoğan, 16 Ağustos 2001'de yaptığı ilk kurucular kurulu toplantısında genel başkanlığa adaylığını koydu.

  2) 3 Kasım 2002 seçimleri ve AKP’nin zaferi: 3 kasım seçimleri Türkiye için beklenmeyen bir sonuç çıkarmıştı. Seçimler sonunda geçen dönem 5 partinin girmeyi başardığı TBMM'ye,sadece iki parti yüzde 10'luk seçim barajını aşarak girebildi. 
 AK Parti ile daha önce parlamento dışında olan CHP, oyların yaklaşık yüzde 55'ini alarak Meclis'e girdiler. TBMM, 1954 yılındaki CHP ve DP'li parlamentodan 48 yıl sonra ilk kez sadece iki partiden oluştu. Bu sonuçla oyların yüzde 45'i parlamentoda temsil şansına sahip olamadı.
 AK Parti 1987 yılında kurulan Özal Hükümeti'nden sonra 15 yıl koalisyonlarla yönetilen Türkiye'de, yüzde 34 oy alarak tek başına hükümet kurma olanağına da sahip oldu.
 "Türk seçmenlerin ülkeyi derin bir ekonomik krize sürükleyen siyasi yapıyı cezalandırmak istediği için oy vererek politik bir deney yapmıştır. AKP kendini merkez sağda göstererek “Avrupa’daki Hıristiyan demokratlara” benzetmektedir. (Washington post newspaper, 4 Kasım 2002)

           'Batıda insanlar Türkiye'yi laik, demokratik, Müslüman bir ülke olarak takdir ediyor. Partinizin aslında İslamcı bir parti olmasından ve ülkenin karakterini değiştireceğinden endişeliler'' yorumlarına  Erdoğan, ''bizim partimiz İslamcı değil. Dine dayalı değil. Ancak Türk medyası bizi bu kategoriye yerleştirmeye çalışıyor gibi demeçler vermeye başlamıştı. Erdoğan’ın ve siyasi arkadaşlarının geçmişi sürekli olarak ortaya sunuluyor ve “laiklik” ilkesinden odun verilip verilmeyeceği merak ediliyordu. Tayyip ERDOGAN ve arkadaşları ise sürekli değişimin olduğunu vurguluyorlardı.

Siyasi bir parti İslamcı olamaz. İslam bir dindir ve parti sadece siyasi bir kurumdur'' dedi.(Hürriyet Gazetesi,11 Kasım 2002)

  3) Diğer partilerin secim sonrası durumu: DSP,MHP,ANAP,DYP ve SP istediklerini bu seçimlerde bulamamış hatta barajı asamamışlardı. Özellikle bir önceki seçimlerin 2 galibi DSP ve MHP’nin meclise girememiş olması Türk siyasetinde ilk kez görülen bir durumdu. Parti liderleri secim sonrası istifa edeceklerini açıkladı ve bu partilerde de yeni oluşumlar ortaya çıkmaya başladı. Adeta Türk siyasetine değişik kanlar geliyor.

b) Genç Parti Türk Siyasetinde: İşadamı Cem Uzan’in başkanlığında İslamiyet ve Milliyetçilik unsurlarını sürekli olarak vurgulayan GP kuruldu ve 3 kasım seçimlerine girerek 3 büyük parti olan ANAP,DYP ve MHP’nin oylarını toplayarak çok büyük bir oy potansiyeli kazandı. Çoğu kimselere göre bu partilerin oy kaybetmesinde en büyük etken olarak GP’ yi göstermekteydi.


Parti Oy oranı (%)
ANAP            45.15
HP               30.46
MDP             23.27
BAGIMSIZLAR  1.12

1983 Genel secim sonuçları


ANAP        36.3
SHP          24.8
DYP          19.1
DSP            8.5
RP             7.2
MCP           2.9

1987 Genel secim sonuçları

DYP              27.0
ANAP            24.0
SHP              20.8
RP                16.9
DSP              10.8

1991 Genel secim sonuçları

RP                 21.4
DYP               19.2
ANAP             19.6
DSP               14.6
CHP               10.7
MHP                8.2
HADEP             4.2


1995 Genel secim sonuçları

DSP                   22.2
MHP                   18.0
FP                     15.4
ANAP                 13.2
DYP                   12.01
CHP                     8.71
HADEP                 4.75

1999 Genel secim sonuçları

AKP               34.28
CHP               19.39
ANAP               5.13
DYP                 9.54
MHP                 8.36
DSP                 1.22
SP                   2.49
GP                   7.25


VI-DEĞERLENDİRME

        Secim sonuçlarını değerlendirdiğimizde gördüğümüz sudur ki; ANAP 1983 seçimlerinden bu yana çok büyük bir oy kaybı yaşamıştır. Bu durumun aynisi DYP’de de yaşanmıştır. MHP’de 1991 seçimlerinde gösterdiği basariyi 2002 ‘de gösteremeyip meclis dışında kalmıştır. RP’nin parçalanması ile de Erbakan yandaşları da giderek eriyerek oy oranları aşırı derecede düşmüştür.
Secim sonuçlarına baktığımızda AKP ve GP’nin bir anda oy oranlarını arttırdıkları görülür. Buradan su çıkarımı yapmamız belkide yanlış olmaz;halk artık yeni politikacılar denemek istiyordu. Aslında bu tabloyu 1999 seçimleriyle MHP’de de görmüştük.
  
SONUÇ

             Türkiye’de sağ-sol bağlamında klasik siyasal saflaşma devam etmektedir. Bu saflaşmanın içerik ve temsili bakımdan değişikliklere uğradığı görülmektedir.
Türkiye’de siyasal kimlikler birkaç kategori ile tasnif edilir:Milliyetçi,Muhafazakar, Sosyal Demokrat, Sosyalist, Atatürkçü, İslamcı, Liberal vb...gibi
1980’den bu yana ülkede bir çok hükümetler kuruldu. Partiler kapatıldı ardından yeni partiler  kuruldu. Belki de sonu olmayan bir kaosa sürüklendi.
80 sonrası merkez sağın hakim olmasına rağmen yükselen “siyasal İslam” trendi ile RP iktidara geçti;fakat sebepleri bir turlu açıklanamayan bir şekilde o büyük içerisinde bir kuvvet olan parti adeta parçalandı. İster kendiliğinden oluşan bir oluşum olsun isterse bir güç ama görülen o ki Türk siyaseti yeni çığırlara sahne olacağa benziyordu.
Ve birden yeni bir ses duyulmaya başladı:Recep Tayyip ERDOGAN...Belediye başkanlığıyla başlayan macerası bir şiirle son bulacakken simdi Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı oldu. Bu kendiliğinden oluşan bir basari mi?, bir mucize mi?,yoksa 80 yıllarındaki gibi siyasi hayatımıza karışan büyük bir gücün etkisi miydi?

BIBLİYOGRAFYA

ANADOL CEMAL,Olaylar belgeler hatıralar ve MHP,Burak yayınevi,İstanbul 1995
BARDAKCI İlhan,Türkiye’yi 12 Eylül’e sürükleyen olaylar zinciri ve Türkiye üzerindeki oyunlar,aydınlar ocağı yayınları,İstanbul 1987
BILA Hikmet,CHP1919-1999,Doğan kitapevi,İstanbul 1999
BILDIRICI Faruk,Siluetini Sevdiğimin Turkiyesi,Doğan kitapevi,İstanbul 2000
CEMAL Hasan ,Kimse kızmasın kendimi yazdım,Doğan kitapevi,İstanbul 1999
COLASAN Emin,Secimin Ardından Kısa Kısa,Hürriyet Gazetesi,20.04.1999
Dr. Arslan Tekin, Milliyetçi Hareket' te Yeni Dönem ve Dr. Devlet Bahçeli, 2bs.,İstanbul 1998,s.88-90
GERGER Haluk, O yıllar, Dost kitapevi,Ankara 1987
http://www.hurriyetim.com.tr/dosya/tayyiperdogan/tayyip.asp
Hürriyet Gazetesi,11 Kasım 2002
POYRAZ Ergun,Refah’in gercek Yüzü-1,Poyraz yayınları,ANK 1996,s.92
Washington post newspaper, 4 Kasım 2002

*  Ecevit’in kapatmaya karsı hazırladığı bir açıklamayla TRT’de yayınlandı.

http://www.mevzuatdergisi.com/2004/10a/01.htm



****

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYEDE Kİ SİYASAL DEĞİŞİM. BÖLÜM 1

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYEDE Kİ SİYASAL DEĞİŞİM. BÖLÜM 1



Yelim Nur ŞİRİN
Özet

1980 Sonrası Türkiye....
            
1980 yılı,ülkemizi her alanda(ekonomik,hukuki ve siyasi...) etkileyen,belki de milat yıl olarak kabul edilebilecek bir donemdir. Kargasının çok yüksek olduğu,insanların nefretle baktıkları,sadece bununla da kalmayıp sebepsiz yere birbirlerini öldürdükleri bir donemden çıkarak peşine baskıcı bir yönetimin hakim olduğu,hukuki alanın yürütme tarafından sinirlandirildigi,tüm gücün yürütmeye verildiği bir doneme geçmişlerdir.

 İşte bu dönem  kargaşanın bitişini sağlayan  “son mu?” yoksa yeni bir kargaşa donemi için“başlangıç mi?”. 1980 donemi kargaşanın bitmesi yerine huzur ve barisin ihsan etmesi için hükümete karşı yapılmış bir askeri darbenin tarihidir. Yalnız bu sadece bir askeri darbe değildi tabi ki... Ülkemizde birden siyasi değişimler olmaya başladı. 2003 genel seçimleri ile Türkiye belki de yeni bir kimlik kazandı.1980 ve 2004 yılı arasındaki siyasi çalkantı neydi?  

Bu Makalede 1980 darbesinin Türkiye’ye getirdikleri ve goturduklerini bulacaksınız. Özellikle 2003 genel seçimlerinden sonra ülkemizin siyasi yapısının değişiminden bahsedeceğiz.           

I-12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ ONCESİNE BAKIŞ

Türkiye’de 1980’li yıllarda hakim olan üç olgu bulunduğunu söyleyebiliriz; baskı,adaletsizlik ve şiddet... Ülke öyle bir hal almıştı ki tam bir iç kargaşa mevcuttu. Sağ ve sol olmak üzere insanlar iki kutuba bölünmüştü. 1980 tarihi öncesi Türkiye için bambaşka bir donem olmuştu diyebiliriz.

a) Ekonomik bakımdan: Ekonomik alanda ülkemizde önemli olumsuzların mevcut olduğunu görmek mümkündür. Özal’ın 24 ocak kararlarının bile ekonomik iyileşmeye sebep olduğunu söyleyemeyiz. Kimi yazarlara hatta o donemi yasamış kimi insanların yaptıkları açıklamalara göre şiddetin bu kadar ön planda olmasının sebeplerinden birinin ekonominin kötüye gidisinin de olduğunu söyleyebiliriz.

b) Siyasal bakımdan: Ülkemiz ekonomi gibi siyasette de tam anlamıyla kaos içindeydi diyebiliriz. Üst üste kurulan hükümetler, kimi partiler tarafından yapılan yorumlar, istikrarın sağlanamamış olması siyasi ortamın gerginleşmesine sebep olduğunu görebilmekteyiz.

c) Toplumsal bakımdan: Tam bir kargaşa döneminin hakim olduğunu,insanların nefretle dolu olduklarını ve insanların psikolojisinin ne kadar bozuk olduğunu donemi incelediğimizde varacağımız sonuçlardan biri olabilmektedir.

II-12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ

1979 Kasım'ında Demirel başkanlığında, dışarıdan Milliyetçi Hareket Partisi(MHP) ve Milliyetçi Selamet Partisi(MSP) destekli Adalet Partisi(AP) azınlık hükümetinin kurulması da siyasal istikrarsızlığı sona erdirmeye yetmedi. Bu arada günde 25-30 kişinin yaşamına mal olan siyasal ve toplumsal şiddet olayları da bütün hızıyla sürüyordu.
İstikrarsızlığın yanı sıra giderek artan şiddet olaylarından tedirgin olan ordunun üst kademesi, 27 Aralık 1979'da Milli Güvenlik Kurul Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Fahri Korutuk'e bir uyarı mektubu gönderdi.
Korutürk'ün 2 Ocak 1980'de kamuoyuna duyurduğu uyarı mektubunda, ülkenin içinde bulunduğu durumun değerlendirilmesi yapıldıktan sonra şöyle deniliyordu:
               
                "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizden bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, 
anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere 
karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."

 Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün kamuoyuna duyurduğu, terör ve bölücülük olaylarının artışıyla ilgili uyarı mektubu gerek iktidar gerekse muhaletef partileri tarafından görmezden gelindi. Her iki taraf da bu mektubun muhatapları olmadıklarını açıkladılar. Bu durum öteden beri bir müdahale hazırlığı içinde olan ordunun üst kademesinin bu yöndeki hazırlıklarını hızlandırdı.

  Ordunun mektubu adresini bulamadan ortada kalırken, 6 Nisan 1980'de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin dolması mevcut bunalımlara bir yenisinin eklenmesine yol açtı. Siyasi partiler bir isim üzerinde uzlaşmaya varamayınca yeni cumhurbaşkanını seçmek bir türlü mümkün olmadı.
Bu görevi Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil aylarca vekaleten yürüttü. 1980 sonbaharına gelindiğinde kriz bütün hızıyla sürüyordu ve birçok ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen şiddet olayları her geçen gün tırmanıyordu. Bu arada bazı kesimler ordunun duruma bir an önce müdahale etmesi için sabırsızlık gösteriyorlardı.
12 Eylül 1980 günü sabah saatlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri, emir-komuta zinciri içinde yönetime doğrudan el koydu. Darbeyle birlikte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiralı Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun 'dan oluşan 5 kişilik bir Milli Güvenlik Konseyi kuruldu.
 MGK Başkanı Kenan Evren darbenin gerekçelerini aynı gün öğle saatlerinde yaptığı radyo ve televizyon konuşmasında kamuoyuna açıkladı. Yine aynı gün yayımlanan 1 numaralı MGK bildirisi şu satırları içeriyordu:

  " MGK Devlet yönetimine doğrudan el koymuştur. Her türlü siyasi faaliyet her kademede durdurulmuş, parlamento ve hükümet feshedilmiş, bütün parlamenterlerin yasama dokunulmazlıkları kaldırılmıştır. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiş, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklanmış, yurtdışına çıkışlar durdurulmuştur. Yasama ve yürütme yetkileri MGK tarafından kullanılacak ve kısa zamanda bir bakanlar kurulu oluşturularak yürütme sorumluluğu bu kurula bırakılacaktır."
Bu arada siyasi parti başkanları MGK kararıyla, "can güvenliklerinin sağlanması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin koruma ve gözetiminde" belirli yerlerde ikamete tabii tutuldular. Demirel ve Ecevit, Gelibolu Hamzakoy'a, Erbakan da İzmir Uzunada'ya gönderilirken, bazı milletvekilleri ile DİSK'in üst düzey yöneticileri gözaltına alındı.

III-İHTİLAL SONRASI SİYASİ PARTİLER

 a) CHP-SODEP-DSP: 29 ekim 1980 günü MGK Genel Sekreterliğinin yayınladığı bildiriden sonra Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi(CHP) Genel başkanlığından istifa etti. Siyaset yasağını çiğnediği gerekçesiyle sürekli olarak tutuklanıp cezaevine konuyordu.(Bila Hikmet,CHP-1919 1999,Doğan kitap,İst 1999,s.357)

16 Ekim 1981 günü MGK Siyasi partilerin feshine ilişkin  yasayı kabul etti. Partilerin kapatılmasıyla 62 yıllık CHP tarihi sona eriyordu. Buna tek tepki ise Bülent Ecevit’ten* geldi.
              
1- DSP ve SODEP’nin siyaset sahnesine çıkışı: Halkçı Partinin (HP) kurulduğu ayni donemde  Erdal İnönü de Sosyal Demokrat Partisi(SODEP)’nin kuruluş bildirgesini İçişleri Bakanlığına teslim etti. SODEP’in yani sıra Bulent Ecevit’in esi olan Rahşan Ecevit’in başkanlığında da Demokratik Sol Parti kurulmuş ve HP ise DSP’ye katılma kararı almıştı.(Bila Hikmet,a.g.e,s.375) 13 Eylül 1987’de Bülent Ecevit DSP’nin liderliğine getirildi;fakat 1987 genel seçimlerine katılan DSP barajı geçememişti.  

2- 1991 seçimleri ve sol: 1991 seçimlerine HEP ile ittifak yaparak giren SODEP bati’dan istediğini alamamış doğuyu ise HEP kazandırmıştı. SHP’nin seçimlerde basarisiz olması parti içerisinde muhalefet seslerine sebep olmuş,7. Olağanüstü Kurultayda Baykal,İnönü karsısında  yenilgiye uğradı. 12 Eylül’ün kapattığı partiler tekrardan kurulmaya başladılar. Bunlardan birisi de CHP idi. 12 Eylül öncesi CHP’nin Genel Sekreter Yardımcısı Erol TUNCER’in başını çektiği bir grup partinin tekrar açılması için çalışmalara başladılar. İnönü yeni CHP’nin SHP’ye katılmasını istiyordu.

3- Deniz BAYKAL yine sahnede: 9 Eylül 1992’de yapılan kurultayda Deniz Baykal Genel Başkanlığa seçildi. Ve çok geçmeden de CHP’ye akın başladı.

  4-Donemin 3 önemli olayı: 1993 yılı baslarken SHP’yi eritecek olan Türk talihinde 3 önemli olay gerçekleşir.
 İlkin Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur MUMCU’nun 24 Ocak 1993 tarihinde faali meçhul bir cinayete kurban gitmesi... Ve bu donemde Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün katillerin bulunacağına dair söz vermesine rağmen hala bulunamamış olması.
 İkincisi ise Pir sultan senlikleri için Sivas’ta bulunan Aziz NESIN ve aydın-sanatçı  topluluğu kaldıkları Madımak Otelinde bazı çevreler tarafından ateşe verildiler.
   “Ben siyasi sorumluyum.”(BILA Hikmet,a.g.e,s.396) diyen Erdal INONU büyük tepki gördü ve Alevi kitlenin SHP’den uzaklaşmasını sağlayan etkenlerden biri oldu diyebiliriz.
    Üçüncü olay,ISKI skandali ise ISKI genel müdürü Ergun GOKNEL’in halkın paralarını kendi özel ihtiyaçları için kullanması ve bir kısmının SHP’ye aktarıldığının öne sürülmesi idi.
Bu üç olayın SHP’nin ülkedeki itibarini sarstığını söyleyebiliriz. Secimler yaklaşırken CHP’den DSP’ye doğru bir yöneliş vardı. 24 Aralık 1995 seçimleri hem sol hem de Türkiye için şaşırtıcıydı. RP birinci parti olmuş DSP ve CHP umduklarını bulamamıştı. Sol için tam bir hayal kırıklığıydı.

 b) REFAH PARTISI: 12 Eylül 1980 ihtilali bu parti yöneticileri için sadece parti kapatılması ve yöneticilerinin cezalandırılmasından öteye gitmedi.
   
Necmeddin ERBAKAN’da diğer parti liderleri gibi tutuklandı ve İzmir Uzunada’da üç hafta kaldı. Erbakan’ın yakın siyasi arkadaşı olarak bilinen Yasin HATIPOGLU tutukluluk günlerini söyle anlatıyordu:
  “Bu konseyciler sakin bizi hapishaneye atalım derken bilmeyerek yanlışlıkla cennete atmış olmasınlar. Elimizi uzatsak her istediğimiz meyve,tatlı.yiyecek. Kısacası hersey elimizde.”(POYRAZ Ergun,Refah’in gercek Yüzü-1,Poyraz yayınları,ANK 1996,s.92)

Daha sonraki duruşmalarda Erbakan ve arkadaşlarının beraat etmesi herkes tarafından şaşırtıcı olmuştu.

1-Refah partisi kuruluyor: Siyasi yasakların da sona ermesiyle 19 Temmuz 1983 tarihinde “emanetçi” Ali TURKMEN adında bir avukatın genel başkanlığında kuruldu. MNP ve MSP’nin devamı olduklarını her fırsatta belirtiyorlardı. 11 Ekim 1987 tarihinde yapılan 2.Olağan kongre ile Necmeddin ERBAKAN genel başkanlığa seçildi.
2-1991 seçimleri ve RP: 1991 seçimlerinde IDP ve MCP ile ittifak yaparak girdi. Tek başına hükümet olacaklarını düşünüyorlardı. %16.7 oyla 62 milletvekili çıkardı.
3- RP’nin yan kuruluşları: 12 Eylül öncesinde MSP’nin belli başlı yan kuruluşları Akıncılar,Milli Türk Talebe Birliği ve Avrupa Milli Görüş Teşkilatları ve bunlara bağlı kuruluşlardı.
          
12 Eylül’den sonra MSP yerini RP’ye akıncılar IBDA-C’ ye;MTTB ise yerini MGV’a bıraktı.(POYRAZ Ergun,a.g.e,s.124) Erbakan hareketinin planlı ilk safhası Milli Gençlik Vakıflarıdır. Bu vakfın bütün illerde merkez şubeleri,ilce örgütleri bulunmaktadır.
 24 Aralık 1995 seçimlerinde 1.parti oldu. 1980’den sonra başlayan hızlı yükseliş ilk tohumunu atmıştı ve ilk sırayı aldı. Kimilerine göre RP,hükümet olursa Laik Cumhuriyetin tehlikeye düşeceği söyleniyordu. Kimilerine göre ise RP’nin seçimlerden 1.parti çıktığı,iktidarı hakettigi,dışarıda bırakılırsa radikalleşeceği yorumları yapılıyordu.

  4- Partinin radikal hareketleri: Çok geçmeden partinin bazı unsurları on plana çıkarıldı. Ekonomik ve sosyal sorunların çözümüne yönelme yerine Taksime ve Çankaya’ya cami yapılması,üniversitede türbanın serbest bırakılması,devlet dairelerinde mesai saatlerinin cuma namazına göre düzenlenmesi gibi konular gündemin ilk sıralarına oturtuldu ve gerilim politikası esas alindi.
Erbakan’ın başbakanlık Konutu’nda sarıklı tarikat liderlerine yemek vermesi,RP’li milletvekili ve belediye başkanlarının çeşitli yerlerde Atatürk,Laik cumhuriyet aleyhinde sert konuşmalar yapmaları RP’ye bakisi değiştirmeye başladı.
1 Şubat 1997 tarihinde Sincan’da RP’li belediye başkanının himayesinde düzenlenen,Iran büyükelçisinin de izlediği bir tiyatro oyununda şeriat ayaklanması temasının islenmesi,bardağı taşıran son damla oldu. 4 Şubat günü Genelkurmay’in emriyle tanklar Sincan sokaklarındaydı.

  5- 28 Şubat sureci ve RP: Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakki KARADAYI 28 Şubat’ı silahsız kuvvetlerin yönetime doğrudan el koyması olarak belirtmişti. Erbakan’da istemeye istemeye 28 Şubat bildirisini imzalamak zorunda kaldı.
 28 Şubat kararlarına şöyle bir baktığımızda laiklik ilkesinden odun verilmeyeceğini;tarikatlarla bağlantılı özel yurt,vakıf ve okullar,devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat kanunu gereği MEB’na devri sağlanması gerektiğini,dini tesislerin siyasi istismar olarak kullanmaması gibi dinin kullanılmasını önleyici maddelere yer verilmiştir.

 c) ANAP-DYP: 1980 ihtilali ile DYP Genel Başkanı Süleyman DEMIREL’de gözaltına alınan liderlerden biriydi. Ve ihtilal öncesi hükümetin de başbakanıydı.
  
       ANAP içinde birleştirdiği öne sürülen dört eğilim;liberal sağ,mukaddesatçı sağ,milliyetçi sağ ve demokratik sol idi.(KONGAR  Emre,21.yüzyılda Türkiye,remzi kitabevi,s.218) 6 Kasım 1983 seçimlerine “veto”engelini asabilen üç siyasi parti katildi;ANAP,HP ve MDP. 1983 seçimleri Anavatan Partisi için büyük bir supriz oldu ve 211 milletvekili kazandı. Ayni basariyi 1984 seçimleriyle de 1. parti olarak gösterdi. DYP için de veto kalkmış ve yerel seçimlere katılabilme hakki kazanmıştı. Fakat umduğunu bulamayıp 3. sırada yerini almıştı.

      29 Kasım 1987’deki genel seçimlerde ise ANAP tek basına iktidara gelmiştir. DYP’de SHP’den sonra gelerek 3. parti olmuştur. 26 Mart 1989 yerel seçimleri ise ANAP için bir hayalkirikligi oldu. ANAP seçimlerden önce sahip olduğu 59 il belediye başkanlığından 57’sini kaybetmişti. 9 Kasım 1989’da Turgut OZAL,Kenan EVREN’den Cumhurbaşkanlığı görevini aldı.
 1991 seçimleri sağ için büyük bir galibiyet olmuştu. DYP secimin lideri,ANAP ise
2. sıradaydı. Secim sonuçlarıyla DYP-SHP koalisyonu ortaya çıkmıştı.
 1993 yerel seçimleriyle de siyasi tablo silinmemişti ayni kalmıştı. Daha secimin Şoku atlatılamadan unlu 5 Nisan kararı geldi.
 DYP-SHP koalisyonu 24 Ocak 1980 kararlarını hatırlatan bir acı reçeteyi yürürlüğe koydu. Yeni ekonomik paket, halktan yine kemer sıkmasını istiyor,yeni vergiler koyuyor,sok zamlar getiriyor ve tarımın desteklenmesine son veriyordu.
 d) MHP:1980 ihtilalinden sonra tutuklanıp cezaevine konan liderlerden birisi de Alparslan TURKES idi. İhtilal sabahı bütün liderler evlerinden toplanmış bir tek TURKES bulunamamıştı. Eski Ülkü Ocakları ve MHP Gençlik Kolları genel başkanlarından, MHP Genel Başkanlığına adaylığını koyan Ramiz Ongun 12 Eylül 1980 darbesini günlerinde Türkeş' in durumunu yakından bilen bir isim. Şunları anlatmıştı:
            
    "11 Eylül akşamı 8.00 civarında telefon geldi. Turhan Koçal Bey' in evindeymiş. Beni oraya çağırdılar. Genel Başkan orada biz biraz özel konuştuk. Bana bir şeyler olduğunu söyledi. Ben oradayken Mustafa Mit, Yaşar Okuyan ve gençlik kollarından bazı arkadaşlarımız da geldiler. Orada karşılaştırdığımız yer Halil Şıvgın' ın evi oldu. Halil Şıvgın bir arkadaşımız ama MHP' li olarak, ülkücü olarak da pek bilinmeyen bir arkadaşımız... Hanımı da ülkücü gelenekten gelen Taşer ailesinin çok şuurlu bir kızıydı. Onun için orayı emniyetli bulduk. Oraya götürdük. Öyle bahsedildiği gibi çok yer falan gezmedik. Direk götürdük. İşte bazı MHP' lilere gidildi, onlar kabul etmedi, oraya gidildi, falam yok. İlk kararlaştırdığımız yer orasıydı, oraya götürdük.

Ertesi günü teslim oldu.' (Dr. Arslan Tekin, Milliyetçi Hareket' te Yeni Dönem ve Dr. Devlet Bahçeli, 2bs.,İstanbul 1998,s.88-90)
Milliyetçi Hareket'in 12 Eylül 1980 müdahalesinin etkilerini atlatarak yeniden partileşme süreci 7 Temmuz 1983'te Muhafazakâr Parti'nin kurulmasıyla başlamıştır. Ne var ki Muhafazakâr Parti, 6 Kasım 1983'te yapılan seçimlere Milli Güvenlik Konseyi'nin engellemeleri yüzünden katılamamıştır. 6 Eylül 1987 tarihinde 12 Eylül Askeri yönetiminin getirdiği yasaklar son bulmuş ve 4 Ekim 1987'de düzenlen ikinci Olağanüstü Kongre'de Alpaslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanı seçilmiştir.
1987 seçimlerinde de %2 oy alarak meclis dışında kaldı. 1989 yerel seçimlerde de %2’lik oyu %4’e çıkarmış olmasına rağmen yine umulan gibi olmamıştı. 1991 seçimlerinde de RP ile ittifak yaparak meclise girebilmişti.
Alparslan Türkeş’in 1996’daki vefatıyla yerine Devlet Bahçeli genel başkanlığa getirildi.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 EYLÜL'E DOĞRU ORDU VE DEMOKRASİ, BÖLÜM 4

12 EYLÜL'E DOĞRU ORDU VE DEMOKRASİ, BÖLÜM 4 



Oysa demokratik rejime alternatif olarak düşünülen askeri rejim, kısa sürede kestirme sonuçlara varabileceğinden daha cazip bir seçenek olarak görülebilir. Meseleri siyah/beyaz, dost/düşman veya biz/onlar mantığına göre görmek üzere eğitilmiş; sivil dünyayı genellikle düzensizlik/dağınıklık, başıbozukluk ve 
kişisel çıkarlar peşinde koşma olarak algılayan askerler için (NORDLINGER, 
1977:56, Türk ordusunun benzer eğilimleri için, CİZRE-SAKALLlOGLU, 
1997:156) demokratik sürecin bu niteliği onun bir işe yaramadığı, 
yarayamayacağı fikrinin kolaylıkla kabulüne yol açabilir, özellikle de 
ülkenin/devletin varlığını tehlikeye düşürdüğüne inanılan bir tehdit unsuru var ise. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ocak 19SO'desiyasi partiler ve tüm anayasal 
kuruluşlan uyarmak amaayla verdikleri uyan mektubu sonrasında kendilerini 
içinde bulduklan durum, buna bir örnek olarak verilebilir. Askerler mektubu 
hazırlarken bir şeylerin değişebileceğini düşünmemekteydiler. Mektup, Evren'in 
ifadesiyle sadece tarih önünde uyan görevini yapmama suçlamasıyla karşı 
karşıya kalmamak için verilen bir şeydi (EVREN, 1990: 330). Askerlerin 
mektuptan bir şey beklemedikleri açıktı; açık olmayan, mektubun arzu edilen 
etkiyi yaratması için yeterince ağırlık koyup koymadık1an meselesiydi. Şöyle ki, 
mektubu aldıktan sonra istifa etmeyi düşünen Demirel, Evren ile yaptığı 
görüşmeden sonra rahatlamış, mektubun sıkıyönetimin uzun süreli olmasından 
doğan rahatsızlık neticesi ortaya çıktığını belirtmiş ve mektubun muhatabının 
henüz bir aylık hükümet olmayıp, muhalefet olduğu kanısına varmıştır.29 
Muhalefet partileri de mektubu, iktidarın başansızlığının askerler tarafından da 
tescil edilmesi olarak yorumlamışlardır. Askerler ise sanki mektubun 
gündemden düşmesinden, etkisiz kalmasından rahatsızlık duymayan bir tavır 
içine girmişlerdir. Nihayetinde sonuç vermeyeceğini tahmin ettikleri mektup, 
öngörülerini doğrularcasına bir işe yaramamış ve sadece kendilerinin 
mektuptan beklediği fonksiyonlan yerine getirmiştir (BıRAND,1984:135-6). 
Burada askerlerin mektubun etki yapması için ağırlıklannı koyup 
koymama arasında gidip geldiklerini görüyoruz. Mektubun sivil liderlik 
üzerinde istenilen etkiyi yaratması onlan rahatsız etmez, büyük olasılıkla 
memnun ederdi. Ancak yaratmaması halinde de, çok fazla da rahatsızlık 
duymayacaklardı. Askerler mektup konusunda çok fazla baskı yapamazlardı, 
çünkü bu 12 Mart 1971benzeri bir harekata dönüşebilirdi. Kenan Evren'in 12 
Mart hakkındaki fikirlerine bakıldığında, askerlerin böyle bir duruma 
düşmernek için elden gelen her şeyi yapmaya kararlı olduklannı biliyoruz. 
Sonuçta, mektup örneği askerlerin içinde bulunduklan çıkmazı örneklemektedir. 
Bir yanda, bir şey beklemedikleri sadece tarih önünde haklı çıkmak 
amaayla verdikleri ve bu nedenle en azından mektupta olmasını istedikleri 
etkiyi yaratması için pek fazla gayret göstermedikleri bir mektup, diğer yanda 
ise, belki mektubun etkisiyle siyasilerin birleşebileceği inana ve halen 
müdahaleye gerek kalmayabileceği beklentisi.30 ışte bu tutum, askerlerin 
müdahaleyi meşru bir çözüm olarak kabul etmelerinin yarattığı sonuçlara bir 
örnek olarak verilebilir. 

Bu konuda verilebilecek bir diğer örnek şudur; Evren'e müdahale karan 
alındıktan sonra neler yapılabilseydi bu karann uygulanmasının durdururdunuz 
diye sorduğumda, "meclisin erken seçim karan alması" cevabını vermişti 
(EVREN, 1998). 1946 yılında çok partili hayata geçişten sonra, Türkiye'nin seçim için hiç bir zaman beş yıl beklemediğini ve iktidarda bulunan AP azınlık 
hükümetinin zaten seçim taraftan olduğunu göz önüne alırsak, en geç 1981 
yılında ülkenin seçime gidecek olduğunu varsayabiliriz. Bu nedenle askerlerin 
en fazla bir yıl daha beklemeleri halinde, ülkenin seçime gitmesi ve seçimin de 
en azından tek başına iktidar çıkarma olasılığının varolduğu söylenebilir. 
Öyleyse, askerler neden beklemediler veya neden seçimin yapılması yönünde 
harekete -örneğin ikinci bir uyan mektubu31 vererek- geçmedller sorusu akla 
gelmektedir. Evren'in verdiği yanıt, o zamana kadar beklenilntiş olsaydı ülke 
içindeki bölünmelerin ve siyasal çatışmalann orduya da sıçrayabileceği ve 
ordunun da iç savaşa gidişi önlemekte yetersiz kalabileceğidir 
(EVREN, 1995: 257; BIRAND/BIlA/ AKAR, 1999:99). 

Müdahale öncesinde komuta kademesindeki arkadaşlanna "harekatın % 
98 başanlı olacağına" inandığını ifade eden Evren'in (EVREN, 1998)bu ifadesi, iç 
savaşın eşiğinden dönüldüğü, biraz daha beklenilse ordunun da bölünebileceği 
teziyle çelişen bir ifade olarak görülebilir. Sonradan da görüldüğü gibi, terör ve 
şiddet, kitle desteğine sahip, devlete meydan okuyabilecek kadar kuvvetli bir 
veya iki örgüt tarafından değil de, çok sayıda küçük terör örgütü tarafından 
yaratılmakta ve bu örgütlerin kendi aralarındaki çatışmalar da en az güvenlik 
kuvvetleri ve sivillere yönelik saldırılar kadar önemli bir yer tutmaktaydı (DODD, 1990:33-34). 

Aynca, işbaşında olan AP azınlık hükümetinin, 24 Ocak 1980 kararlan gibi önemli kararlan alıp, bunu sekiz aya yakın bir süre başanyla uygulaması hükümetin tamamen güçsüz bir durumda olmadığının bir göstergesi olarak da okunabilir. Bütün bunlar iç savaşın eşiğindeki bir ülke görüntüsüyle bağdaştınıması pek de kolayolmayan belirtilerdir. 

Ülkenin iç savaşın eşiğinde olup olmadığı, biraz daha geç kalınsaydı 
ordunun da bölüneceği iddialan konusunda tehdit kavramlaştırmasının 
subjektifliği nedeniyle kesin bir yargıda bulunabilmek çok güçtür. Ancak şunu 
söylemek abartılı olmasa gerek; eğer komutanlar müdahaleyi meşru bir çözüm 
olarak algılamasalardı, seçimlere kadar bekleme veyahutta siyasctçileri seçime 
gitmeye teşvik etmek gibi politikalan takip etmeye daha gönüllü olabileceklerdi. 
Müdahalenin alternatif olarak varlığı, askerlerin bu konudaki bekleme süresini 
oldukça kısaItmış, seçime gidilmesi yönünde gayret gösterme iradesini 
zayıflatmış gibi görünmektedir. 

Burada ileri sürülenleri daha iyi açıklayabilmek için, Evren'in 
(EVREN, _1995:207) 

1995 yılında yazdığı kitabında "meslektaşlanma tavsiyeler" başlığı 
taşıyan bölüme göz atmak gerekir. Evren burada şöyle yazmıştır; 
Demokrasinin güzel ve yararlı tarafı, beğenmediğimizi değiştirebilme imkanına 
sahip oluşumuzdur. Ülke yönetimi kötü ellerde ve gidiş de iyi değilse, millet 
seçimdeki oylanyla onla n temizlesin. Bu güne kadar olduğu gibi hemen ordudan medet ummasın, 'Ne duruyorsunuz siz ne gün için vaTSmız? Müdılhale etsenize' demesin. Ederse de silahlı kuvvetlerimiz bu gibi tahrik ve teşviklere kapılmasın. 

Zira şimdiye kadar, müdahaleler sonucu bozulan düzeni onardı da ne oldu? 
Müdahale düzeninde orduya alkış tutanlar, methiye düzenler, normal düzene 
geçildikten sonra kaleme kağıda sanlıp 'Faşist ordu' 'demokrasiye ara verdiren ordu' demediler mi? Müdahaleden evvelki dönemde iktidarda olanlara, parlamentoya en ağır hücumlar yapanlar, adeta orduyu müdahaleye çağıranıar, müdahale gerçekleşince müdahalenin haklı yapıldığını söyleyenler, yazanlar, normal demokratik düzene geçilir geçilmez tam bir dönüş yaparak gelen iktidarı, yeni parlamentoyu methedip, müdahaleyi yapanlan yerin dibine batırmadılar mı?32 Eğer Kenan Evren, müdahalenin çözdüğünden daha fazla sorun 
yarattığım, orduyu müdahale için teşvik edenlerin koşullar değiştiğinde 
aomasız eleştirilere girişebileceklerini 12 Eylül'den önce bu kadar netlikle 
görebilseydi, rejim içi alternatif arayışları üzerinde, 12 Eylül sürecinde 
durduğundan daha fazla durabilecekti. 

Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, bütün bu durumların Evren 
ve arkadaşlarının askeri müdahaleyi gerçek bir olasılık olarak düşünmelerinin 
kendileri tarafından da niyet edilmemiş, öngörülmemiş sonuçları olduğudur. 
Yoksa, yüksek komuta kademesinin, özellikle de Kenan Evren'in, kendi siyasi 
çıkarları ve ihtiraslarını doyurma arzusunun 12 Eylül müdahalesinin önemli 
saiklerinden biri olduğunu söylemek kolay değildir (HALE, 1994:232). Kenan 
Evren, kendisinin Cumhuriyetin gerçek koruyucusu olduğuna inanmış ve bu 
uğurda gerektiğinde harekete geçmeye hazır normal bir Türk subayının 
gösterdiğinden daha fazla askeri müdahale eğilimine sahip olan birisi değildir. 
Evren'in amlarında (EVREN, 1990:529;1991b:89) zaman zaman dile getirdiği 
Ege Ordu Komutanlığı'ndan emekli olmadığı için hissettiği pişmanlık 
duygularının gayrisamimi olduğuna inanmak kolayolmasa gerek. Olsa olsa, askerlerin Türkiye için uygun gördükleri sistemi33 darbe sonrası daha rahatlıkla uygulayabileceklerini düşünmeleri söz konusu edilebilir. 

Bir anlamda terör ve şiddet, askerlerin tahayyülündeki Türkiye özleminin 
gerçekleştirilmesinde dolaylı olarak vesile olmuştur. Yanlış anlaşılmamalıdır, 
askerler terörü körüklememişler, terörle mücadele sürecinde bilinçli bir biçimde 
pasifliği seçmemişlerdir. Ancak, müdahale alternatifinin varlığı ve bu yolun 
kendi zihinlerindeki olması gereken Türkiye idealinin gerçekleşmesine hizmet 
edebileceğini düşündükleri içindir ki, "demokratik rejim içinde" terörü yenme yi 
bir ölüm/kalım mücadelesi olarak da algılayamamışlardır. Dolayısıyla, terörle 
mücadelede ortaya çıkan bu türlü durumlan, yüksek komuta kademesi 
tarafından niyet edilmemiş, öngörülmemiş ve fakat müdahale düşüncesinin 
ortaya çıkmasıyla birlikte kendilerini kaçınılmaz bir biçimde içinde bulduklan 
durumlar olarak görmek daha yerinde bir tutumdur. 

Eğer askeri müdahalenin meşru bir çözüm olarak görülmesinin bu türlü 
sonuçlara yol açtığı tespiti doğru ise, bu bizi hayati öneme sahip bir dizi soruya 
götürür. Neden askerler, müdahaleleri demokratik rejimin karşılaşhğı sorunlara 
bir alternatif olarak düşünebilmektedirler? Neden demokratik rejim, belli 
değerler tehlikeye düşer göründüğünde askıya alınabilir bir şey  görüntüsünde dir? 

Bu konuda birbirini besleyen iki faktörden söz etmek mümkündür. 

Bunlardan birincisi Türk ordusunun kendisini ülkenin/devletin ve bunlann 
temelini oluşturan ilkelerin gerçek koruyucusu olarak görme eğilimidir.34 
Devleti, toplumun hamisi ve onu bir arada tutan temel harç; kendilerini de 
devletin (ve dolayısıyla toplumun) çıkarlannın koruyucusu olarak gören 
Osmanlı-Türk bürokratik dünya görüşünün, Cumhuriyet döneminde farklı 
söylemlerle yeniden üretilmesiyle oluşmuş bu zihniyet askerlerin müdahaleleri, 
belli koşullar gerçekleştiğinde yerine getirilebilecek, sıradan bir görevmiş gibi 
algılamasının zeminini hazırlamaktadır. Buna göre, demokratik rejim, çoğu 
zaman aynı olduğu düşünülen ülke ve devletin çıkarlarının tehlikeye düştüğüne 
inanıldığında bir süre için rafa kaldınlabilecek bir yönetim biçimi 
görünümündedir. Oysa istikrarlı demokrasilerde askeri müdahalenin 
demokratik rejimin alternatifi olarak düşünülmesi, demokratik rejimi ortadan 
kaldırmaya teşebbüs olarak algılanan bir suç mahiyetindedir. Bu konuda 
kendisi de 1960 darbesinin içinde yer almış olan Orhan Erkanlıonın 
değerlendirmeleri anlamlıdır. Erkalı Oya (ERKANLI, 1973:375) göre; 

Diğer ordularda subaylık herhangi bir devlet hizmeti gibi, profesyonel meslektir. 
Bizde ise bir mesleğin üzerinde milli bir vazifedir, devlet muhafızlığıdır. Bütün 
okullarda bu telkinlerle yetişen subaylar, rütbeleri yükseldikçe, yetki ve imkanlan artttıkça aynı fikirleri kendi muhitlerine de yayarlar ve böyıece okulda başlayan, Cumhuriyeti korumak ve kollamak görevine bağlılık bütün ordu hayatlan boyunca onlar için değişmez bir inanç haline gelir. Şartlar gerektirdiği zaman bu vazifeyi yapmak için ya kendileri harekete geçerler veya verilen müdahale emirlerininormalbir vazifeyapmanın rahatlığıiçindeyerinegetirirler.35 
İkinci ve genellikle gözden kaçırılan bir faktör ise bu zihniyetin oluşumu 
ve kendini yeniden üretmesinde sivillerin yaptığı katkılardır. Ordunun 
rejimin/devletin/ülkenin gerçek koruyucusu olduğu görüşü, çoğunlukla açıkça 
ifade edilrnese de, sivillerin de paylaştıklan bir görüştür. Özellikle 12 Eylül'e 
giden süreçte sivillerin, darbenin en önemli sebeplerinden biri olan terörizmin 
demokratik kanallar içinde kalınarak çözülebileceğine duyduklan inanan 
askerlerden daha yüksek olmadığını söylemek abartı sayılmamahdır. Diğer bir 
deyişle, terörün ancak askerler eliyle ve onlann metodlarıyla yenilebilcceğine 
duyulan inanç yaygındır. Bu konuda, AP ve CHP liderlerinin samimiyetinden 
şüphe etmek için elimizde yeterli nedenler yoktur ancak, Kenan Evren 
kendisine müdahale çağrılan yapan milletvekilleri, senatörler (EVREN, 1990: 280-1), çeşitli baskı grubu örgütlenmeleri ve vatandaşlardan aldığı mektuplardan (EVREN, 1998) bahsetmektedir. 

Bu anlamda, sivillerin demokrasi ye olan inançsızhkları, askerlerin inançsızhklarını besleyen önemli bir faktör olarak göze çarpmaktadır. çünkü ordu müdahale edip etmeyeceğine ilişkin karan müdahalenin çeşitli toplumsal gruplar tarafından nasıl karşılanacağına ilişkin değerlendirmeler yapmadan almayacaktır (LINZ, 1978: 17). 

Her halükarda sivillerin tepkisinin ne olacağına ilişkin hesaplamaları yapmak durumundadır. Bu, TSK gibi kurumun kitle düzeyinde nasıl algılandığına önem veren ordular için özellikle böyledir. 
12 Eylül öncesinde de müdahale kararı ancak uzun nabız yoklamalarından sonra alınmıştır (DEMIREL,2001). 

Vi. Sonuç Yerine 

12 Eylül 1980 müdahalesi sürecinde askerlerin darbeye meşru zemin 
yaratmak için terörün üzerine bilinçli bir biçimde gitmedikleri görüşünü 
savunmak, eldeki veriler ışığında, kolay değildir. Ancak, 1979 yılının 
ortalanndan itibaren meşru bir çözüm olarak müdahale alternatifinin 
düşünülmesiyle birlikte, askerlerin hem terörle mücadelede daha girişimci, 
yaratıcı olma, hem de demokratik rejim içinde teröre çözüm olabilecek diğer 
seçenekleri zorlama iradelerinin çeşitli şekillerde zaafa uğradığını da söylemek 
gerekir.

Bu nokta da bizi Türkiye'de demokrasinin karşı karşıya bulunduğu çeşitli 
problemlerin anlaşılmasında kilit öneme sahip bir konuya götürür; askeri 
müdahalenin demokratik rejimin karşılaşhğı problemleri gidermek için "meşru" 
bir çözüm olarak hem siviller hem de askerler tarafından kabul edilmesinin 
yarathğı çeşitli sorunlar. Meselenin aynnhlı bir analizinin çalışmamızın 
boyutlarını aşhğının farkında olmakla birlikte, daha derinlemesine araşhrmalara 
zemin hazırlamak umuduyla, bu konuda bir kaç gözlemizi aktarmak istiyoruz. 
Askeri müdahalenin bir alternatif olarak düşünülmesi, askerleri, demokratik rejimi korumak için göreve çağn1dıklannda (örneğin sıkıyönetim 
ilanı halinde olduğu gibi) mütereddit, risk almaktan çekinen, kendilerini 
zorlamaktan kaçınan bir tutum almaya itebilmektedir. Ayrıca, müdahale 
alternatifinin varlığı, demokratik rejime kendi içinde çözümler yaratma 
hrsahnın tanınmamasımn da önemli bir nedenidir. Belki de, 12 Eylül, Türk 
siyasi tarihinde sorunların askeri müdahaleye başvurulmadan çözülmesi için 
demokratik rejime tanınan fırsatların, en azından 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 müdahaleleriyle karşılaşhrıldığında, önemli ölçüde yüksek olduğu bir örnektir. Ordunun kötüye gidişi düzelttikten sonra tekrar demokrasiye döndüğü, 
bu nedenle de söz konusu faktörün zararının çok da fazla olmadığım savunan 
görüşlerin gözden kaçırdığı bir nokta vardır. Demokratik küıtür ve demokratik 
gelenekler ancak demokrasinin uzun süreler başarıyla işlemesiyle, sorunların 
alhndan kalkabilmesiyle mümkün olabilir (DIAMOND/LINZ/LlPSET, 1995: 10). 

Diğer bir deyişle, demokratik rejim karşılaşhğı sorunları zaman içinde 
çözebildiği ölçüde hayatiyet kazanabilir, güçlenebilir. Demokrasinin kendini 
pekiştirmesinin yolu hem elitin hem de vatandaşların demokrasinin sorunları 
gerçekten çözebileceğine inanmalarından geçer. Bu inana yaratmamn ilk şarh 
ise demokratik rejime fırsat tanımak, problemlerle karşılaşıldığında askeri 
müdahaleyi asla bir alternatif olarak görmemektir. 

İkindsi, askeri müdahalenin siviller tarafından da meşru bir çözüm olarak 
algılanmasının sonuçlarının da demokratik rejim için en az bu kadar zararlı 
olduğudur. Askeri rejimieri kendi kariyerleri için bir basamak olarak gören 
sivilleri bir yana bırakırsak, sivillerde "nasıl olsa askerler gelir, bizim çözmekte 
zorlandığımız problemleri çözer, sonra da tekrar demokrasiye geçer, bizler de 
yolumuza devam ederiz" düşüncesi görülmektedir. Örneğin gazeted Yalçın 
Doğan, 12 Eylül darbesinden sonra "çok şükür bu günleri de gördük diyen iki üç 
tane bakanla konuştuğunu" belirtmektedir (BiRAND/BİLA/ AKAR,1999:187).36 

Türkiye'de askeri yönetimlerin Latin Amerika ve Afrika ülkeleriyle 
karşılaşhnldığında baskıa niteliklerinin öne çıkmaması ve genelde kısa sürede 
demokrasiye dönülmesi, darbelerin sivillere getirdiği maliyetleri indiren 
faktörler olarak, bu inana besleyen bir nitelik taşımaktadır. Böylece gözler 
orduya çevrilmekte, kışlamn kapılan çalınmaktadır. Askere davetiye çıkaran bu 
anlayış, müdahaleleri kolaylaştırdığı gibi, müdahale beklentisi nedeniyle, 
demokratik rejim içinde kalarak sorunlara çözüm aiama kararlılığını 
zayıflatmakta, rejimin sorun çözebilme kapasitesine sekte vurabilmektedir}7 
Sivillerin bu tutumunun, askerlerin sivillere ve demokratik rejime olan 
güvensizliğini artıran bir faktör olarak, koruyuculuk ideolojisini beslediğini de 
eklemek yanlış olmasa gerektir. Çünkü, bu tutum askerlerin zihninde ağırlıklı 
bir yer işgal eden, kişisel menfaatleri için ilke tanımayan siviller tiplemesine 
uymakta ve ülkeyi gerektiğinde bunlara karşı da koruyacak tek ve gerçek gücün 
ordu olduğu düşüncesini pekiştirebilmektedir. Türk demokrasisinin önemli 
açmazlarından birini oluşturan bu kısır döngünün aşılabilmesi ise, sivil siyasal 
güçlerin demokratik rejimin sorun çözme kapasitesini artırmalanna bağlı 
olduğu kadar; demokrasinin vazgcçilmezliğini savunma noktasında ne ölçüde 
tutarlı hareket edebilecekleriyle de yakından ilişkilidir. 

Kaynakça 

AHMAD. Feroz (1995), Demokratikleşme Sürecinde Türkiye, 1946.1980 (Istenbul: HII). 
ARCAYÜREK, Cüneyt (1990), Demokrasi Dur-12 Eylül 1980, Cüneyt ArcaYÜTek Açıklıyor 10 (Ankere: Bılgı, Ikinci Beskı). 
BATUR, Muhsin (1985), Anılar ve Görüşler.Oç Dönemin Perde Arkası (Istenhul: MIlliyet). 
BAYKAM,Bedrl (1999), 68'/j Yıllar. Tanıkbklar(Ankere: Imge). 
BILGE.CRISS, Nur (1991), 'Mercenerles of Ideology: Turkey's Terrorlsm Wer,' RUBlN, Berry (ed.), Terrorisrn and Politics (New York: Sı MertJn Press): 123-150. 
BIRAND, Mehmet A. (1984), 12 Eylül.Saat 04:00 (Istenbul: Kerecen). 
BIRAND, Mehmet A./ B1LA,Hlkmet/ AKAR, Rıdven (1999), 12 Eylül. Türkiye'nin Milacü (Istenbul: D~en). 
BÖLİGIRAY,Nevzet (1989), Sokaktaki Asker.Bir Sıkıyc5netim Komutanuun 12 Eylül Dönemi Oncesi Haliralan (Istenbul: MIlliyet). 
BÖLİGIRAY, Nevzet (1991), Sokaktaki Askerin Dönüşü (12 Eylül Yönetimi Dönemi) (Ankere: Tekin). 
CIZRE.SAKALUoGLU, Ümit (1997). 'The Anetomy of the Turkish Mılltery's Polıtlee! Autonomy,' Comparative Politics, 29/2: 151-166. 
DEMIREL, Süleymen (1990), Anı Degilltiraf(Ankere: AyylldlZ). 
DEMIREL,Tenel (1998), Political Party Elites and tJıe Breakdown ofDemocracy: The Turkish Case, 1973-1980 (Yeyınlenmamış Doktora Tez!, Bilkent Üniversitesi Slyeset BIlimI ve Kemu Yönetlml Bölümü, Ankara). 
DEMIREL. Tıınel (2001), "To Intervene or Not - An Anııtomy of Turkish Mlııtııry's Declslon: The Cııse of 12 Septernber 1980,' (Yııyınlıınmıımı, çıılışmıı). 
DlAMOND. urryı UNZ. Juıın Ji UPSET, Seymour Meıtln (1995), 'Introduction: Whııt Mekes For 
Demoerııcy,' DlAMOND, urryı UNZ. Juıın Ji UPSET. Seymour Mıııtln (eds.). Politics in 
Deueloplng Countries-Comparlng Experiences wiıJı Demoeracy (Boulder: Lynne Rlenner. 2. Beskı): 1-65. 
DODD. Clement H. (1990). The Crisis ofTurlcish Democracy (London: Eothen, 2. Biıskı). 
DURU, Omıın (1995), Ecevit'In Çilesi (Istıınbul: Afıı). 
EUAS, Norbert (I 994). The Ciııiliz/ng Process (Oxford: BlllCkweıı). 
ERKANU. Omıın (1973). Amlar. Sorunlar Sorwnlular (Istıınbul: Behıı. 3. Beskı). 
EVREN. Kenıın (1990). Kenan Evren'ln Amlan, ciILi (Istanbul: MIlliyet). 
EVREN, Kenıın (199 ill), Kenan Evren'in Anılan. cilt 2 (Istıınool: MIlliyet). 
EVREN, Kenıın (I 991 b), Kenan Evren 'In Amlan. cil! 3 (Istıınbul: Mııılyet). 
EVREN, Kenıın. (1995) Unutulıın Gerçekler (Ankıırıı: Tlsıımııt). 
EVREN. Kenıın (1998), Kenan Evren'le 31 Mart 1998 Tarihinde Marmaris'te Yazann Yapugı Görüşme. 
FlNER, Sıımuel E. (I 988). A Man on Horseback- The Role of Military in Politics (Boulder. Westvlew, 2. baskı). 
GEMALMAZ, Semlh (1996). '12 Eylül Rejimi,' Yüzyıl Biterken-Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Cılt 14 (Istıınbul: Iletişim): 974-998. 
GÜVENIR, Osmıın (1980), 'Türkiye'de Terör ve Güvenlik KuvvetlerinIn Durumu.' Türkiye'de Terör-Abdi ıpekçi Semineri (Istıınool: Gıızeteeller Cemlyetl Yııyını): 82-96. 
HALE. Wııllıım (1994). Turkish RJUlics and ıJıe Military (London: Routledge). 
HENZE. Pııul (1993), Turkish Dernocracy and American A/liance-RAND Pııper-P 7796 (Sııntıı Monicil: Rıınd). 
HEPER, Metln (1979-80). 'Reeent Instııbııity In Turkish Politlcs: End of il Monoeentrlst Pollty,' Intemational Journal of Turkish Studies, 111:102.] 13. 
HEPER. Metln (]985), The State Tradilion in Turkey (London: Eothen Press). 
KARPAT, Kemııl H. (1981) 'Turkish Demoerııcy ııt Impıısse: Ideology. Pıırty Polltles ıınd the ThIrd Mllltııry Interventlon,' Internalional Joumal of Turkish Studies, 2: 1-43. 
KARPAT, Kemııl H. (1988). 'Mllltııry Interventlons: Army-Cıvlllıın Relııtlons In Turkey Before ıınd Mter the 1980's,' HEPER. Metlnl EVIN. Ahmet (eds.), State Demoeracy and ıJıe Military: Turkey in ıJıe 1980's (Berlin: Wıılter de Gruyter): 137 - i58. 
KAUFMANN. Robert R. (1979), 'Industrili Chıınge ıınd Authoritıırlıın Rule,' COWER, Dııvld (ed.). The New AuıJıoritarianism in Latin America (Prineeton: Prlnceton University Press): 165.253. 
KEYDER. Çııglıır (ı 987), State and Class in Turkey (London: Verso). 
KEYDER, Çııglıır (I 995), 'Democrııcy ıınd the Demise of Nııtlonııl Developmentıııısm: Turkey In PerspectJve,' 
BAGCHI, Amiyıı K. (der.), Dernocracy and Development (New York: St. Mıııtln Press): 193-214. 
UNZ, Juıın J. (1978). The Breakdown of Demoeralic Regimes: Crisis. Breakdown and Reequilibration 
(BııltJmore: Johns Hopkins University Press). 
UNZ, Juıın J. /STEPAN. Alfred (1996). Problems of Demoeralic Transition and Consolidalion, SouıJıem Europe, SouıJı America, and RJst-Communist. Europe (Beltimore ıınd London: The Johns Hopklns University Press). ro\llMCU.UQur (1987), 12 Eylül Adaleti (Ankıırıı: Tekin).
NORDU NGER , Erk "'. (1977), Soldiers in PoIiUcs-MililiJly Coups and Governmeilis (New Jersey: PrentJce Hall). 
NUR, Ziya (1991), DilIldar Taşer'in Büyük Türkiye'si (ırfan: Istanbul, 5. Baskı). 
ÖZOOOON, Ergun (2000), Türk Anayasa Hukuku (Ankara: Yetkin, 6. Baskı). 
ÖZKAN, Tuncay (1996), Bir Gizli Servisin Tarihi (lsUlnbul: Milliyet). 
PORTES, AleJandro (2000), 'The Hldden Above: Soclology as Analysls of the Unexpected.l999 Presldentlal Adress,' American Socialogiea/ Review, 65/1: 1.la 
REMMER, Karen L (1986), 'The PolltJcs of Economle SUlbillzatlon: IMF SUlndby Programs In Latin "'merka,' Comparaüve fbliUcs, 18: 1.24. 
RUSTOW, Dankwart A.. (1964), 'Turkey.The MlllUlry,' WARD, Robert A./RUSTOW, Dankwart (eds.), PoIiUca/ ModernizaUon in Japan and Turkey (Prıncelon: Princeton University Press): 352.388. 
SABUNCU, Yavuz (2001), Anayasaya Giriş (Ankara: Imaj, 7. Baskı). 
SAVRAN, Sungur (1987), '1960, 1971, 1980: Toplumsal Mucadeleler. Askeri Mudahaleler,' 11.Tez Kitap Dizisi, 6: 132.168. 
sc HMJTTER , Philippe C.I KARL, Terry L (1991), 'What Democracy Is ... and ls not,' Journa/ of Democraey, 12/3: 75.89. 
SHICK, Irwln C./ TONAK, Ertugrul A. (1987), 'Concluslon,' SHICK, Irwln.CI TONAK, Ertugru1 A. (eds.), Turkey in TransiUon (Odord: Oxford University Press). 
SPENCER, Henry R. (193 ı), 'Coup D'eUlt,' SEUGMAN, E.R. (editor In chlef), The Erıcy/opedia of Socia/ Sciences, Vol. 4 (The Macmlllan Company: New York): 508.9. 
ŞENSES, F1kret (1991), 'Turkey's Stabillzatlon and Structural Adjustrnent Program In Retrospect and Prospect,' The Deve/oping Economles, 29/3: 210.234. 
TACHAU, Frank! HEPER, Metin (l983), 'The SUIte, Politics and the Military In Turkey,' ComparaUve fbliUcs, 16: 17.33. 
T.C GENEl..KURMAY BAŞKANUÖI (1983), Türkiye'de Anarşi ve TerVrün Gelişmesi, Sonuç/an ve Güvenlik Kuvvetleri I/e On/".nmesi (Ankara). 
T.C MILLI GÜVENLIK KONSEYI GENEL SEKRETERUÖI (1981), 12 Ey/ül.Oncesi ve Sonrası (Ankara: Türk Tarıh Kurumu). 
TUTUM, Cahlt (1976), 'Yönetimin sı yasallaşma sı ve Partizonlık,' Amme Idaresi Dergisi, 9/4: 9.32. 
WELCH, Claude E. (1993), 'Coup D'etat,' KRIEGEL, Joel (edltor In chlef), The Ox[ord Companion to PoIiücs 
of the World (New York: Oxford UnIversity Press): 204.5. 
YALÇiN, SonerI YURDAKUL, Dagan (l999), Pay PlpcrBir MIT Görevlisinin Sıradışı Yaşamı: Hiram Abas 
(lstanbul: Dagan). 
YETKIN, Çetın (1995), Türkiye'de Askeri Darbe/er ve Amerika, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Ey/ü/de Amerika'nınYeri (Ankara: Ümit). 
YlRMlBEŞOĞLU, Sabrı (1999), Askeri ve Siyasi Anılanm.1 965-1999, 2. cılt (Isuınbui: Kosuış).

DİPNOTLAR;

1 Bu çalışmada 12 Eylül 1980 harekatı, iktidarın güç kullanarak veya güç kullanma tehdidiyle anayasalolmayan bir biçimde el değiştirmesi anlamına (SPENCER, 1931:508; WELCH, 1993: 204) gelmek üzere bir "coup d'etat" olarak nitelendirilmektc ve "coup d'ctat" terimini karşılamak üzere "askeri müdahale" ve "darbe" terimleri eş anlamlı olarak birlikte kullanılmaktadır.
2 Demirel'in 1999 yılında bir TV kanalı için hazırlanan ve daha sonra kitap olarak da yayınlanan 12 Eylül 1980 darbesini anlatan bir programda, ileri sürdüğü bu tezlerden hiç bahsetmemiş olması üzerinde durulması gereken bir noktadır. Ya Demirel 1990'lı yıllarda, muhalefette iken ileri sürdüğü iddialara artık inanmamaktadır, ya da bu iddialan 1999'un konjonktürü içinde dile getirmenin anlamlı olmayacağı görüşündedir. 
3 Cumhuriyet Ilalk Partisi (CHP) lideri Bülent Ecevit'in benzer görüşleri için (Milliyet, 2 Ağustos 1989).
4 Çağlar Keyder'de (KEYDER, 1987:228) 1987 tarihli çalışmasında bu teze daha sempatik baktığı izlenimini vermekteydi. Ancak, 1995 tarihli bir başka çalışmasında Keyder (KEYDER, 1995: 209), "1980 darbesinin Bürokratik-Otoriter bir darbe olmadığını," belirtmiştir. 
5 Gerek CHP lideri Bülent Ecevit, gerekse AP lideri Süleyman Demirel de Yetkin (YETKIN, 1995: 198-199) ile yaptıklan görüşmede bu görüşü destekleyen bir hıhım içinde olmuşlardır.
6 "Türkiye'yi bir istikrarsızlaştrma operasyonu ile Amerika, kasıtlı olarak, planlı olarak 12 Eylül'e sürükledi," diyen Sosyalist Işçi Partisi lideri Doğu Perinçek (BiRANDI BILAL AKAR, 1999: 70) bu konuda bir istisnadır. 
7 Kenan Evren'de (BIRAND/BILAI AKAR, 1999:140) askeri müdahale olmasaydı bu programın uygulanamayacağını belirtmiştir.
8 Dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi üyelerine danışmanlık yapan Paul Henze'e (HENZE, 1993:45) göre, "Carter yönetimi önceden haberdar olsaydı bile, müdahaleyi durdurma amacıyla harekete geçmeyecekli, ancak yönetim haberdar edilmemeyi tercih etli." Birand, Bila ve Akar da (BIRAND/BILA/AKAR, 1999:194) lIenze'in "aslında Washington olayların bu şekilde gelişmesine izin verdi. Zira çıkarlarunız bunu gerektiriyordu," dediğini aktarmaktadır. 
9 Terör ve şiddet dalgasının ürkütücü boyutlara varmasında birer köşe taşı teşkil eden kimi olaylar -1 Mayıs 1977 Taksim olayları, gazeteci Abdi ıpekçi'nin öldürülmesi, Kahramanmaraş katliamı- halen tam anlamıyla aydın1atılamamış, provokasyon iddiaları inandırıcı bir biçimde ortadan kaldınlamamıştır. Omeğin Ecevit (BIRAND/BILA/ AKAR, 1999: 109) Kahramanmaraş olaylarının kendisini sıkıyönetim ilanına mecbur etmek içinçıkarıldığı kanaatini taşıdığını söylemekte dir. Istihbarat servislerinin iç yüzünü anlatma idddiasını taşıyan bir çok çalışmada da benzeri iddiaları bulabilmek mümkündür. Bu konuda bkz. (OZKAN, 1996; YALÇIN/KUROAKUL, 1999).
10 Toplumsalolguların insan eylemlerinin etkileşiminin bir sonucu olmakla birlikte genelliklekimse tarafından niyet edilmemiş bir nitelik taşıdığı düşüncesi Iskoc; Aydınlamageleneğine mensup Adam Ferguson ve David ilume gibi düşünürlerce dile getirilmiştir.

Frederick Hayek'in piyasanın "kendiliğindenliğini" açıklamakta kullandığı bu kavramısosyal bilimlere "geri getiren" kişi ise Norbert EHas'hr. Bu konuda bkz. (PORTES, 2(00).
11 (Resmi Gazete, 16909, 23 Şubat 1980).
12 İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ'un polis ve istihbarat örgütleri hakkındaki değerlendirmeleri için, bkz. (EVREN, 1990: 315, 318).
13 Bu çalışmada Korgeneral Nev7.at Bölügiray'ın anılarından önemli ölçüde faydalanıldığı görülecektir. Bunun nedeni sadece Bölügiray'ın anılarını ya7.an tek sıkıyönetim komutanı olması değildir. Nevzat Bölügiray, 12 Eylürden sonra Genelkurmay Başkanlığı Sıkı yönetim Koordinasyon Kurulu başkanlığına atanmış ve Ağustos 1983 yılında Korgeneral rütbesindeyken emekli edilmiştir. Bölügiray anılarında (roLÜGlRA Y, 1989: 637) Evren'in başlangıçta kendisini çok takdir ettiğini fakat sonradan "köprülerin altından çok sular geçtiğini" belirtmekte ve "bunları bu gün için açıklamak olanaksız ... belki bir gün.."
demektedir. Bölügiray (BÖLÜGIRAY, 1991: 48 -53), 1991 yılında yayınlanan bir diğer anı kitabında 12 Eylül yönetimini "sağa kaymakla," "milliyetçi ve muhafazakar" olmakla suçlamıştır. Bölügiray'ın 12 Eylürün yüksek komuta kademesiyle olan ilişkileri düşünüldüğünde, kendisinin, özellikle 12 Eylül öncesinde yaşadığı olayları komutanların lehine yorumlamak gibi bir çaba içinde olma ihtimalinin düşük olduğunu, bu nedenle de yaşanılanlar konusunda daha objektif bir tutum alabileceğini düşündük.
14 Evren'in konuşmayı abartarak sunduğu ileri sürülebilirse de, Güneş bunlar yayınlandıktan sonra, böyle bir söz etmediğini açıkça belirtmemiştir, Ayrıca, Güneş'in benzeri sözleri, 12 Mart 1979 tarihli Cumhuriyet gazetesiyle, 8-14 Ekim 1979 tarihli (n,446) Yankı dergisinde de bulunabilir. Emniyet Genel Müdür yardımcısı Osman Güvenir'in emniyet kuvvetlerinin sayı ve teknik donanım açısından yetersizliklerin vurgulayan konuşması için, bkz. (GÜVENIR,198O).
15 Yüksek bir mesleki dayaruşma ruhuna sahip olan TSK mensuplarının, bir subayın özellikle de sivil yargı önüne çıkarılmasından rahatsızlık duydukları söylenebilir, Bu bağlamda, 27 Mayıs müdahalesinin içinde yer almış olan Dündar Taşcr'in sözleri anlamlıdır; "askerler arasında rekabet, küskünlük, hatta husumet bulunabilir, Ancak bütün bu çevrelerle dışarıdan yapılan katılmalar, tarafını tuttuğunuz kimsede bile infial yaratır. Mamak mahkemesinde Talat Aydemir'in hasımları, hatta kazanırsam sizi kurşuna dizeceğim dediği askerler bile Aydemir aleyhine beyanda bulunmadılar." (NUR, 1991:118). 
16 Örneğin, 28 Aralık 1970 tarihindeki bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, sıkıyönetim ilanına, bunun komutanları ve orduyu 'bugünkü iktidarın emrinde" temasının işlenmesini doğuracağı ve komutanlarla astların arasına boşluk sokacağı gerekçesiyle karşı çıkıyordu (BATUR, 1985: 238).
17 Emeğin, 20 Mart 1978 tarihli Hürriyet gazetesi, kurtarılmış bölge ilan edilen İstanbul Umraniye'de beş kişinin öldürülmesinden sonra ifadelerine başvurulan kişilerin "siz gidcceksiniz onlar gelecek. Biz konuşmaylZ" dediklerini yazmaktadır. Bkz.(Hürriyet 20 Mart, 1978). 
18 Benzer düşünceler için, bkz. (BÖLÜGIRAY, 1989:389).
19 Örneğin AP lideri Süleyman Demirel, CHP hükümetini "organize (esat hareketi" olarak nitelendirmiş; asla başbakan olarak hitap etmediği ve "hükümetin başı" dediği Ecevit'i "baş bölücü" <Hürriyet, 25 Eylül 1978) ve "eli kanlı" (Hürriyet, 2 Nisan 1978) olmakla itham etmiştir. CIIP lideri Bülent Ecevit ise, Demirel'i "eşkiyanın başı" (Hürriyet, 22 Mart 1976) olarak nitelendirmiş; "Demirel kadar yıkıcı bir kişi daha olsa memleketin batacağını," (Hürriyet, 19 Mayıs 1980), AP hükümetinin tutumu sayesinde "Türkiyenin adeta bir faşist
veya Nazi gücünün işgali altına girdiğini" (Hürriyet, 21 Mayıs 1980), "en az 200.000 kişinin silahlandığını" (Hürriyet, 4 Haziran 1980) ifade edebilmiştir. Bu konuda bkz. (DEMIREL, 1998).
20 Bu rakamlar terör nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısını aylık olarak vermediği için, ilk ayların ortalamasının genelortalama olan 24 rakamından çok daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz. Aynı kaynakta verilen bir diğer grafikte bu durum açıkça görülmektedir (T,C GENELKURMAYBAŞKANLlGI, 1983:222). Ayrıca askerlerin müdahaleden önce hayatını kaybedenlerin sayısını yüksek, müdahaleden sonra hayatını kaybedenlerin sayısını ise düşük gösterme eğilimi içinde olabilecekleri de gözardı edilmemelidir.
21 1402 sayılı Kanunda 10 Ekim 1980 - RG 17131,8 Kasım 1980 RG 17154,15 Kasım 1980-RG 17161,11 Aralık 1980 RG 17187, 13 Ocak 1981 RG 17219 olmak üzere ilk yıl içinde önemli değişiklikler yapılmıştır. Evren (1995: 76), 12 Eylül 1980 ile Haziran 1983 tarihleri arasında onbeş değişik tarihte Sıkıyönetim Kanunu'nda değişiklikler yaptıklarını belirtmiştir.
22 10 Ocak 1981 tarih ve 17216 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Kanuna Yeni Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun" ilc aynı gün ve aynı sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "Türk Ce;r.a Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına, Bazı Maddelerine Yeni Fıkralar Eklenmesine Dair Kanun." Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. (T.C MILLI GÜVENLIK KONSEYI
GENEL SEKRETERLlGI, 1981: 206-212; T.C GENELKURMAY BAŞKANLlGI, 1983:125-134) .
23 Bu konuda bkz. (MUMCU, 1987). 
24 MGK rejiminin yasama faaliyetlerinin dökümü ve eleştirel bir değerlendirmesi için bkz. (GEMALMAZ, 1996).
25 10 Mart 1982 tarihi itibarıyla 4795'i memur, 2061'i işçi olmak kaydıyla 7036 kişinin görevine  son verildiği, Genel Kunnay başkanlığınca hazırlanan bir kitapta belirtilmiştir (T.C 
GENELKURMAY BAŞKANllGI, 1983: 128). Birand, Hila, Akar (BIRAND/BILA/AKAR,  1999:226) bu sayının 30.000 civarında olduğunu belirtmektedirler. 
26 Bu düzenlemeler için, bkz. (T.C GENELKURMAYBAŞKANLlGI, 1983:131-2) 
27 Buna göre 12 Eylül, sivillerin kötü yönetimleri ve uzlaşamamalan sonucunda ülke  bütünlüğünü tehlikeye düşürmeleri, demokrasiyi yozlaşhrmalannın bir sonucudur. Ordu  süreç içinde elinden gelen her şeyi yapmış, ancak sivillerİn uzlaşmaz tutumlan askerlere,  demokrasiyi korumak için, onu geçici bir süre için askıya almaktan başka seçenek  bırakmamışhr. Burada basitleştirilmiş bir biçimde dile getirilen bu görüşün çeşitli  tezahürlerine Karpat (981), Heper (1985) ve Dodd (1990) gibi yazarların eserlerinde tesadüf  etmek mümkündür.
28 Kenan Evren (EVREN, 1990:500-503)müdahale sonrası neler yapılması gerektiğine ilişkin  görüşlerini cep defterine not ettiğini, bunun da 103 maddelik bir liste oluşturduğunu  yazmıştır. Yapılacaklar listesinde, çeşitli temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması,  senatonun kaldırılması, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, valilerin cumhurbaşkanı tarafından atanmaları, danıştay ve anayasa mahkemesinin yetkilerinin kısıtlanması, üniversite özerkliğinin sınırlandırılması, siyasi partilerdeki kadın ve gençlik kollarının kaldırılması, toprak reformu kanunu, referandum mekanizmasının getirilmesi, 
grev lokavt ve dernekler kanununda değişiklikler yapılması gibi öneriler vardır.
29 Evren (EVREN, 1998) kendisi ile görüşmemiz de, Demirel'e şöyle dediğini söylemektedir; "efendim bakın, diğer partilere de ihtar. Sizin bu işle methaldar olmadığınızı biliyoruz, çünkü daha bir aydır iktidarsınız, daha yeni iktidara geldiniz, onun için size yardımcı da olur bu verdiğimiz muhtıra, yani çıkarmak istediğiniz şeyleri önlemesinler diye." 
30 Evren (EVREN, 1990: 333) bu konuda şöyle yazmaktadır; "Fakat yine de içimde bir ümit yok değildi. Olur ya bir müdahale korkusu ile belki anlaşabilirler diye düşünebiliyordum."
31 Evren (EVREN, 1990:430) ikinci bir uyarı mektubu hazırlanması için talimat verdiğini ancak böyle bir mektubun "ülkede siyasi tansiyonu artırmaktan, muhalefet partilerine ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi'ne mevcut iktidarı devirmeleri için fırsat vermekten başka bir işe yaramayacağını" düşündüğü için vazgeçtiğini ifade etmektedir.
32 Vurgular Evren'e aittir. 
33 12 Eylül sürecinde hata yapmadığını söyleyen Kenan Evren'in bu 
sözleri müdahale sonrası süreçte uğradığını düşündüğü muameleden duyduğu 
rahatsızlığın bir sonucu olsa gerektir. Yoksa Evren soyut olarak müdahalelerin zararlı olduğu düşüncesini benimsemekle birlikte, 12 Eylülün bu kurala bir istisna oluşturduğu görüşünden vazgeçmiş değildir.
34 Bu konuda daha fazla bilgi için, bkz. (RUSTOW, 1%;, TACHAU/HEPER, 1983; KARPAT, 1988; HALE, 1994).
35 Bell7.er görüşler için bkz. (BÖLÜGIRA Yı 1989: 591-2).
36 Bir başka örnek olarak, darbelerin kimseye bir fayda getirmediğinin görüldüğünü söyleyen ancak yine de, .....ortam provokatif olarak bir çatışmaya girerse, bir kardeş kavgası olasılığı ortaya çıkarsa, Türkiye Cumhuriyeti'nin kazanımları ortadan kaldırılmak istenir ve bunu yapabilecek bir güç ortaya çıkarsa, o zaman darbeyi ben de destekliyorum, Ve darbe yapılmasını temenni ediyorum," (BAYKAM, 1999:53) diyen siyaset bilimi profesörü Toktamış Ateş verilebilir.
37 Süleyman Demirel (ARCAYÜREK, 1990: 429) bunu "devlet bir hadiseyle karşı karşıya kalınca, halktan parlamentoya kadar, en küçük memurdan en büyük memura kadar, nasıl olsa asker gelir beklentisine girdi mi, o devlet işlemez," diyerek ifade etmiştir.


***